Norovirüs dışkı bulaşmış gıdaların yenmesiyle bulaşıyor. Hasta kişilerle direkt temas ya da bu kişilerin temas ettiği yüzeylere dokunmak da bulaşmada etken. Her
yıl norovirus bulaşmış gıda veya
su kaynaklı salgınlar rapor ediliyor. Enfekte kişilerin dışkıları, kusmukları salgında kaynak olabiliyor. Ayrıca kusma sırasında çevreye saçılan virüs partikülleri
hava yoluyla bulaşmaya yol
açıyor.
BULANTI VE KARIN AĞRISI YAPIYOR
Norovirüs bütün yıl boyunca görülebiliyor. Her yaştan insanı etkiliyor. Yuva, tatil kampları, hastane, okul, restoran, gemi yolcuları, askeri birlik ve aile içi bireylerde etkili oluyor. Salgınların kaynağı genellikle virüslü su (içme suyu, havuz suyu, göl suyu, buz küpleri) ve gıdalar (midye, istiridye gibi kabuklular, salata, dondurma, soğuk yiyecekler, taze sebze ve meyve).
Sezaryen tartışmaları Türkiye’nin gündeminden kolay kolay düşecek gibi değil. Avrupa’da İtalya ve Yunanistan’dan sonra en fazla sezaryenin yapıldığı ülke burası. Sağlık Bakanlığı’nın hedefi yüzde 50’lere yaklaşan sezaryen oranlarını, Dünya Sağlık Örgütü’nün önerdiği yüzde 15’lere çekmek. Bunların farkındayım ama kadın olarak bu konuda başka şeylere takılıyorum. Günümüz hareketsiz yaşam koşullarına göre değişen beden yapısının göz ardı edilmesi, sancı çekmenin ‘kader, olmazsa olmaz’ sayılması gibi...
BİRKAÇ SORUM VAR!
Dokuz aylık uzun ve yorucu bir süreçten sonra doğum şeklimize neden biz karar veremiyoruz? Bürokrasi, doktorlar harıl harıl tartışıyor. Kimse “Yahu anne adayı ne diyor?” diye sormuyor. En kritik hastalıklarda tedavi şeklini seçme hakkınız var ama doğum şeklini yok... Peki kadınlar normal doğuma hazırlanabiliyor mu? Birkaç hastanede hamilelere yönelik yapılan kısa süreli toplantılar dışında nasıl hazırlanılıyor? Örneğin kadına nefes teknikleri öğretilebiliyor mu? Kaç hastanede ağrıyı hissetmemesi için epidural anestezi verilebiliyor? Dokuz ay boyunca takip eden doktor, Sağlık Bakanlığı veya üniversite hastanesindeyse sancıları tuttuğu zaman doğumuna girebilecek mi? Yoksa kime tesadüf ederse o doktor mu doğurtacak? Hadi her şey yolunda gitti, normal doğuma hazırsınız, doğum başladı. Doktorun normal doğum konusunda yeterince deneyimli olduğundan emin olabilir misiniz? Riskli bir durumda Sağlık Bakanlığı’nın baskısından çekinmeden doğumu sezaryene çevirebilecek mi? Haydi bakalım, bu kadar bilinmeyenle işin içinden çıkın...
YETKİN OLMAYAN NESİL
Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği Başkanı Prof. Dr. Cansun Demir, “Normal doğum oranlarının istenen ve hedeflenen düzeye ulaşması çok yönlü bir konu. ‘Düşürün’ deyince, düşmez. Sağlık politikaları, ağrısız doğum hizmetinin verilmesi, hasta talebinin yanında kadın hastalıkları ve doğum uzmanının da yeterince tecrübesini gerektirir” diyor. Dernek, hasta simülatörleriyle kadın hastalıkları ve doğum uzmanlarına eğitim vermeye hazırlanıyor. Ama başka bir konuya daha dikkat çekiyor. “Türkiye dahil dünyada ‘Beni sezaryene aldınız’ diye kimse şikâyet etmiyor. Şikâyetlerin en büyüğü, ‘Sıkıntı oldu madem neden sezaryene almadınız’ diye yapılıyor” diyor.
Kadın hastalıkları ve doğum uzmanlarının normal doğum deneyimlerinin önceki kuşak meslektaşlarına göre daha az olduğunu hatırlatan Demir, “Hocam ‘Dokuz sezaryenle mezun oldum’ demişti. Ben se 1000 sezaryenden fazla yaparak uzman oldum. Bize vajinal yolla makat doğuma girmeden, sezaryen yaptırılmazdı. Şu anda vajinal yoldan hiç makat doğum yaptırmamış bir doktor nesli var. Normal doğumu yönetmeye yeterince yetkin olmayan bir nesil yetişiyor” diyor.
İKİ SAAT FAZLA AĞRI ÇEKİLİYOR
Geçen yıl yurtdışında sonuçları açıklanan bir araştırmaya göre kadınların doğum süresi 50 yıl öncesine göre iki saat arttı. Yani iki saat daha fazla ağrı, sancı çekiyoruz. Prof. Dr. Demir, “Hareketsiz yaşam, yediklerimiz, içtiklerimiz gibi nedenlerle vücut değişiyor. Doğumda rol oynayan çatı kemiği, kas yapısında değişiklikler olduğunu düşünüyoruz. Birkaç nesil sonra tıptaki ilerlemelerle birçok hastalık gen, kök hücre tedavileriyle iyileştirilecek, yapılması zorunlu tek ameliyat sezaryen kalacak” diyor.
Psikolog Ayşe Yanık Knudsen, “kış depresyonu” denebilmesi için belirtilerinin en az iki yıl, üst üste, kış mevsiminde, başka sebebe bağlı olmadan çıkması gerektiğini söylüyor.
Knudsen’in verdiği bilgiye göre, kış bazı kişilerde hüzünlü ve melankolik bir ruh halini ortaya çıkıyor. Havaların erken kararması, soğuk hava etkisi ve dış mekan aktivitelerinin azalmasıyla kişi kendi iç dünyasına çekiliyor. Sürekli karamsarlık, enerji yokluğu, durgunluk, aşırı yorgunluk hissi, mutsuzluk, ümitsizlik, isteksizlik, baş ağrısı, ağlama isteği görülürken, kendine dikkat etmeme, kişisel temizliğine önem vermeme, dağınıklık, uykusuzluk ya da tam aksine aşırı uyku, iştah değişiklikleri, şekerli ve nişastalı besinlere düşkünlük artıyor. Özellikle iştahta artış olabiliyor. Okula ya da işe gitmeme isteği, konsantrasyon eksikliği ve performans düşüklüğü, fiziksel hareketlerde azalma ve tembellik kış depresyonunun diğer belirtileri arasında yer alıyor.
KAYGI VE PANİK ATAK ARTIYOR
Kış depresyonuna giren bireylerde aşırı kaygılı ruh hali ve panik atak krizleri ortaya çıkabilir. Knudsen, “Bu nöbet kişiye öylesine yoğun bir korku ve rahatsızlık duygusu yaşatır ki kötü bir şey olacağı veya sonunun geldiğini, öleceğini hisseder. Bu korku fırtınasını yaşayan insan, doğal olarak o ortamdan ve durumdan kaçma, uzaklaşma davranışı gösterir” diyor.
Psikolojik değişikliler, sosyal yaşamdan, aile hayatından uzaklaşma, içe kapanma ve aile bireyleriyle tartışmalara girme gibi durumlar ortaya çıkabilir. Tüm bu belirtiler aile, iş ve akademik hayatı ciddi derecede etkilemeye başlamışsa, artık bir uzmana görünme vakti gelmiş demektir.
HER FIRSATTA GÜNEŞ ALIN
Güneşe duyulan özlemle ortaya çıkan kış depresyonundan kurtulmak için en etkili yöntem yine güneş ışığı. Knudsen, “Fırsat buldukça boş zamanlarınızda
Burak Çakır, 12 yaşında. Duchenne kas erimesi hastası bu yaşta. Onunki ne kader, ne kaza. Bilinçsizce yapılan bir evliliğin kurbanı bir çocuk o. Ordulu babası Kamil Çakır (43) 22 yıl önce halası Gülhan (43) ile evlendirilmiş. Ayrı mahallelerde büyümüşler ama zaman zaman da olsa oyun arkadaşı olmuşlar. Ta ki yaşları 21’e gelinceye kadar. Kamil Çakır’ın ailesi karar vermiş bu evliliğe. Aşk yok, sevda yok, kardeş onlar neredeyse. Ama düşünmüşler ki, onlar elden ayaktan kesildiğinde el kızından daha iyi bakar Gülhan kendilerine. Hala-yeğen, anne baba kadar düşünmemiş kendisini. Kamil Çakır anlatıyor: “Öyle önceden hoşlanma falan olmadı. Ben ona ‘hala’ derdim. Sonra eşim oldu. Çok zor bir durum, alışmak kolay olmadı. Ama aileler evlenmemizi uygun görünce karşı çıkmadık. Çünkü biz karşı çıkmayı bilmiyorduk. Zaten evlenince başımıza gelecekten de haberimiz yoktu. Üstelik çevremizdeki herkes akrabasıyla evleniyordu, kız kaardeşlerim amca çocuklarıyla mesela. Bitmedi bu, hala akrabalar birbiriyle evleniyor.”
Derken evlenmişler, üç çocukları olmuş. En sonuncusu Burak. İşte orada film kopmuş. Çünkü Burak, bu evliliğin kurbanı olarak dünyaya gelmiş. Burak tedavisi olmayan ve giderek ilerleyen bir hastalıkla doğdu. Küçük çocuğun her geçen gün kasları eriyordu. Kamil ve Gülhan Çakır, işte o zaman anladılar her şeyi. İsyan ettiler ama çok geçti: “Bizi evlendirdikleri için anne-babamı suçladım. Onlar da sonradan farkına vardılar. ‘Oldu bir kere’ dediler...”
Aile, çocuklarına kök hücre tedavisi yapılabilmesi için altı yıldır mücadele ediyor. “Burak’a annem, annesi, ablası ve ben olmak üzere dört kişi bakıyoruz. Yatağa bağımlı, yürüyemiyor, kendi ihtiyaçlarını göremiyor. Hergün evlat acısı çekmek çok zor. Kızımı dayısının oğluna istediler vermedim” diyor Kamil Çakır.
İSTANBUL’DA ORAN YÜZDE 15.3
Bu hikaye yüzlercesinden sadece biri. Türkiye’de yapılan araştırmalar her beş evlilikten birinin akraba evliliği olduğunu ortaya koyuyor. Güneydoğu Anadolu bölgesinde yüzde 40.7’lere varıyor oran. Batı Karadeniz’deyse yüzde 21. Bu iş sadece doğuda oluyor zannetmeyin. İstanbul gibi bir metropol de yüzde 15.3 ile bu listeye giriyor.
İşte bir örnek İstanbul’dan. Zeka geriliği ve kalbinde sorun bulunan 16 yaşındaki Mustafa’nın annesi Hatice Aka ile eşi, ikinci kuşaktan akraba. Hatice Aka, “Engelli çocuk annesi olmak çok zor. Bütün hayatım ona göre programlı. Bir kızım daha var. Asla akrabaya vermem, zaten o da istemez” diyor.
İnsan kaynakları uzmanı Meral Aslankaya’nın (37) anne olma öyküsünü dinlerken ben yoruldum. Yaşadıklarını varın siz düşünün… Eşi kimyager Emrah Aslankaya (38) ile tek hayali çocuk sahibi olmaktı. Onu, ne negatif test sonuçları ne de hayatını ciddi riske sokan dış gebelikler durdurdu. İşte kendi ağzından Aslankaya’nın anne olma öyküsü:
“Eşimle 2004’te evlendik, bana kalsa hemen bebek istiyordum. Kendimi bildim bileli çocukları çok severim, hayalim üç çocuktu. Eşimse iki yıl gezelim, sonra sıra bebeğe gelir diyordu. İki yılın sonunda doğum kontrolünü bırakınça hemen hamile kaldım. Ama bebek rahime değil, tüplere yerleşmiş yani dış gebelikmiş. Çok kan kaybettim, ölümden döndüm. Arkasından bir dış gebelik daha geldi. İki dış gebelikten sonra üçüncüsünün de dış gebelik olma riski yüzde 70’in üzerindeymiş, tüp bebek yapmam önerildi.
RAHİM AĞZINA YERLEŞTİ
Bahçeci Umut Tüp Bebek Merkezi’nde tedaviye başladık. Yumurtalıklarım dış gebeliğe müdahale edilirken zarar görmüştü. İlk tüp bebek denemesinde hamile kalamadım. Çünkü embriyolar kaliteli değildi. İkincide de hamilelik gerçekleşmedi. Rahimde kan akışını hızlandırdığı söylendiği için akupunktura başladım. Üçüncü tüp bebek denemesinde de haber kötüydü. Tüplerden rahime geçen sıvının embriyoları bozduğu gerekçesiyle tüplerinin kapatılmasını önerdi doktorlar. Operasyon planlanırken normal yolla hamile kaldım. Bebek yine rahim yerine tüplere tutunmuştu. Hem kürtaj yapıldı hem de tüpler kapatıldı. Dördüncü tüp bebek denemesinde bu kez hamile kaldım. Gebeliği işaret eden laboratuvar değerleri o kadar yüksekti ki ikiz olabileceğini düşündük. Fakat şiddetli kanamalar başladı, kontrolde anlaşıldı ki bir kez daha dış gebelik yaşıyorum. Tüpler kapatılmıştı ama bebek bu kez rahim ağzına yerleşmişti. Bu çok ender olan ve çok riskli bir durumdu. Neyse ki ameliyata gerek kalmadan kendiliğinden düştü.
Bu arada daha kaliteli yumurta için eşimle diyetisyen desteği almaya başladık. Beşinci tüp bebek tedavisinde bebek ilk kez rahime yerleşti. Kalp atışını duyduğumda yaşadığım duyguyu anlatamam size. Ama bebek sadece iki buçuk ay yaşadı ve kalbi durdu. Bu arada pankreatit (pankreas ihtihabı) geçirdim. Yılmadım altıncı tüp bebek tedavisine başladık. Yumurtalar büyümedi. Yedinci deneme de yüz güldürmedi. Yine akupunktura gittim. Soğan kürleri yaptım. Ne duyduysam denedim. Yedinci tüp bebek denemesinde embriyolar dondurularak saklandı. Bir ay sonra rahime transfer edildi. Kimyasal gebelik oldu ama ilerlemedi. Sekizinci tüp bebek denemesinde de kimyasal gebelik yaşadım. Dokuzuncu denemede hamilelik negatifti. Onuncu denemede, hamilelik testleri pozitifti. Fakat şiddetli ağrılarım vardı, hastanede anlaşıldı ki yine dış gebelik yaşıyorum. Bu kez kapatılan tüplerin dibine tutunmuş embriyolar.
EVLATLIK İÇİN BAŞVURDUK
Eşim, “Artık yeter, denemeyeceğiz” dedi. Ben de “Evlat edinirsek vazgeçerim”... dedim. İlk kez bu fikri kabul etti, evlat edinmek için başvurduk. Çocuk felcinden ötürü sol bacağım hafif aksıyor. Engelim nedeniyle evlat edinemeyeceğimiz söylendi. Tüm bu süreçte canımı çok yakan olaylardan biridir. Sultanahmet’ten evimizin olduğu Pendik’e gidene kadar ağladım.
Kulak burun boğaz hastalıkları uzmanı Dr. Alp Korkut Perçin griple ilgili mitleri ve doğruları şöyle sıralıyor:
? Grip aşısı grip yapar: Yanlış. Sadece bazı duyarlı kişilerde aşı olarak verilen virüs proteinine vücut ateş yükselterek savunma yanıtı veriyor. Aşı virüsün antijen ya da zayıflatılmış hallerinden oluşuyor. Enfeksiyon yapıcı özelliği bulunmuyor. Aşı sadece bağışıklık sistemiyle virüsü tanıştırıyor.
SİRKE ATEŞ DÜŞÜRMEZ
? Maske takarak gripten korunabiliriz: Yanlış. Havada asılı kalabilen damlacık enfeksiyonları duyarlı kişilerde enfeksiyona neden oluyor. Ağız ve burnu kapatan maskelerle yüzde 95 oranında bunlardan korumamız mümkün. Ancak grip cilt teması, öpüşmek ve hastanın kullandığı malzemelerle de bulaşır. Maske bu bulaşı engelleyemez.
? Grip tedavisinde antibiyotik şart: Yanlış. Gribe virüsler yol açar. Antibiyotiklerse bakterilere karşı etkili. Hastanın klinik durumu, laboratuvar değerleri ve enfeksiyonun olduğu şüphelenilen bölgeden alınan kültür sonuçları, doktoru enfeksiyon etkeni konusunda bir sonucu götürüyor ve antibiyotiğe başlanıp başlanmayacağını karar verilir.
? Aşı olan gribe yakalanmaz: Yanlış. Grip aşısı Dünya Sağlık Örgütü’nün salgın yapmasını öngördüğü virüslere karşı bağışıklık sağlıyor. Dolayısıyla bu öngörü dışında salgın yapan virüslere karşı etkili olmuyor. Aşının sonbaharın başında salgınlardan önce yapılması gerekiyor. Aksi halde yanıtın oluşması için geçen 2-3 haftalık sürede enfekte olanlar hastalıktan korunamıyor.
?Grip öksürtüyorsa göğüse krem sürün: Yanlış. Öksürük gribin belirtilerinden sadece biri. Öksürüğün nedeni bulunmadan, ilaçlar dahil hiçbir öksürük tedavisi fayda sağlamıyor. Örneğin basit bir üst solunum yolu enfeksiyonu nedeniyle oluşan geniz akıntısına bağlı öksürük aslında bu akıntının akciğere bulaşmasını engellediği için faydalı. Bu aşamada öksürüğü kesici tedaviler bu doğal refleksi durduruyor ve enfeksiyonun akciğere de bulaşmasını sağlayarak daha ciddileşmesine neden oluyor.
ABD’de, Colorado ve Washington’lular sandıktan ‘esrar’ çıkardı. İki eyalette esrarın aynen alkol gibi 21 yaşın üzerindekiler tarafından vergilendirilme ve denetime tabii olarak kullanımına izin verildi. Massachusetts eyaleti daha temkinli. Aynı uyuşturucunun ‘tıbbi nedenlerle’ kullanılmasını onayladı. Esrarın yasallaşması için çalışan gruplar çalışmalarını tıbbi etkilerinden çok ‘her insanın kendi sağlığı konusunda kendisinin karar verebileceği’ üzerine inşa etti.
Şimdi yeniden başkan seçilen Obama’nın kararı bekleniyor. Başkan iki eyalette kabul edilen kararı genelleştirecek mi yoksa Colorado ve Washington’u referandum kararını yürürlüğe koymaktan men mi edecek?
DOKTORLAR TEMKİNLİ
M.Ö.’den beri esrarın tıbbi yararlarının bulunduğunu öne sürenler var. Günümüz hekimleri arasından da buna katılanlar yok değil. Ancak çoğu bilim adamı bu konuda temkinli. ABD’de Brown Üniversitesi’nden Dr. Tahir Tellioğlu ile Zuhal Tellioğlu Klinik Psikofarmatoloji Bülteni’nde yıl içinde makale yayınlayıp, tıbbi esrarın kullanımını incelediler. Uzmanlar, esrarın başlıca psikiyatrik risklerinin bağımlılık, anksiyete ve psikoz olduğunu vurguluyorlar. Herhangi bir psikiyatrik bozuklukta tıbbi esrarı bir tedavi olarak tavsiye etmek için yeterli bilimsel kanıt bulunmadığını da söylüyorlar. İki uzman buna karşılık tıbbi esrarın nöropatik ağrı, AIDS kaşeksisi (aşırı zayıflama, halsilik vs.) ve kemoterapiye bağlı bulantı gibi özel durumların tedavisi için seçenek olabileceğini düşünüyor.
ŞİZOFRENİYLE İLİŞKİSİ
Ankara AMATEM’in kurucusu ve Üsküdar Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nesrin Dilbaz ise esrarla ilgili yaygın olan “Ottur, zararı yoktur” düşüncesinin efsaneden ibaret olduğunu vurguluyor. Ayrıca yatkınlığı olanlarda şizofreni benzeri psikotik tablolar oluşturabileceğini belirten Dilbaz, “Bazı kişiler esrarı kullanmasa belki ömür boyu bu hastalığı yaşamayacak” diyor. Bazı şüpheci kişiler de esrar kullandıktan sonra daha paranoid olabiliyor.
Esrarın bazı hastalıklarda rutin kullanılabileceğini savunanlar bulunduğunu, ancak ‘son çare’ olabileceğini söyleyen Prof. Dr. Dilbaz, “Bir tedavinin yararı riskten fazlaysa, riske rağmen veririz. Ama bu bir gün esrarın rutin kullanılabileceği anlamına asla gelmez” diyor.
18 YAŞ ALTI
Beş yıl önce tanı kondu bana. Tanıdan önceki son bir yılım zordu. Sürekli yorgun, gergin, sinirliydim. Zayıflamış, bir deri bir kemik kalmıştım. Yemek yerken bile canım acıyordu. Kondilomlar (siğil) bastı vücudumu. Parmağımda şeytan tırnağıyla başlayan çok küçük bir iltihap, kocaman olmuş ve kutu kutu antibiyotiğe rağmen kurutulamıyordu. Gittiğim cilt hastalıkları uzmanı peş peşe sorular sordu: Gece terlemelerin var mı? Ağzında hassasiyet var mı? Geçmeyen yaraların var mı? Kilo kaybın var mı? Hepsi bende vardı. “Frengiyle HIV’e bakalım” dedi. Testler yaptırdı. HIV(+) olma ihtimalini aklımdan bile geçirmedim, “Frengidir” dedim. Testler beni yanılttı, HIV (+)’dim. Çok kötü bir andı. Hastalıkla ilgili bildiklerimin ne kadar az olduğunu anladım.
HİÇ KİM BULAŞTIRDI DİYE DÜŞÜNMEDİM
Bir yıl boyunca düşündüğüm tek şey “Öleceğim” oldu. Hiçbir zaman “Bana bunu kim bulaştırdı?” demedim. En büyük sorumlusu benim çünkü. Prezervatifsiz seksin, bir anlık “S.... et”in sonucunu yaşıyorum. Tanıdan sonra iş arkadaşlarımın götürdüğü enfeksiyon hastalıkları uzmanı rahatlatıcı şeyler söyledi. Ama kanımdaki virüs yükü çok fazlaydı. Hemen ertesi gün ilaç tedavisi başladı. Neyse ki ilaçlar hızla etki etti. Üç ayın sonunda her şey normale döndü. Ama mücadele başka bir cephede sürüyordu. Hastalığımı duyanlardan, “Testte bir hata var. Seninle aynı tabaktan yemek yedik. Hastalık bizde de çıkardı” diyenler de oldu, “Böyle yaşarsan, sonun böyle olur” diyenler de...
ASLA SEVİŞMEME YEMİNİ ETTİM
İlk kez duyduğumda bir daha asla sevişmeme yemini ettim. Zaten kendimi suçluyordum, kaç kişiye bulaştırdığımı düşünüyordum. Altı ay kadar bu duygum sürdü. Tanının üzerinden beş yıl geçti, hastalığımı bilen biriyle tam anlamıyla sevişmedim. Belli bir noktadan öteye gidemedim. Otomatikman iki şeye odaklanıyorum: Aslında beni istemediğine ve karşı tarafa zarar verebilirim duygusuna.
BİRLİKTE OLDUKLARIMA MAİL ATTIM
Kendime bir mail adresi aldım, adımı yazmadan daha önce ilişkiye girdiğim kişilere mail atarak bir HIV(+)’li ile birlikte olduklarını, test yaptırmalarını söyledim. İki kişiye de telefonla haber verdim. Ben bir eşcinselim. Çok uzun bir süre bunu saklamak ve kendime bir hayat kurmak için mücadele ettim. Hastalığımı bilmeyen kimseyi hayatımda tutmuyorum. Tanı aldığım günden beri rahatlıkla gay barlara gidemez oldum. İnsanların beni konuştuklarını sanıyorum.
CİNSELLİKTE BİR NOKTAYA KADAR