Bakanlığın açıklamasına göre, domuz gribi (H1N1 virüsü) dünya genelinde olduğu gibi ülkemizde de görülmeye devam ediyor. Sadece H1N1 değil, ülkemizde son birkaç aydır H3N2 ve İnfluenza B tipinde mevsimsel grip virüsleri de dolaşımda ve hasta ediyor. Her 3 tip virüs de yeni değil, davranışları biliniyor. Kısacası paniğe gerek yok.
HASTALAR ÇEVRESİNE ÖZEN GÖSTERMELİ
Ancak astım, kalp ve damar, böbrek gibi kronik hastalığı bulunanlar, organ nakli nedeniyle bağışıklık sistemini baskılayıcı ilaç kullananlar, 65 yaş üstü ve çocukların griple ilgili önlem almalarında yarar var.
Grip ortaya aksırık, öksürükle kolayca saçılan ve bulaşan bir virüs. Dolayısıyla uzmanların ilk önerisi kalabalık, havasız ortamlardan uzak durulması. İlla gitmeniz gerekiyorsa, kalabalık olmayan saatleri seçin. Mevsime uygun giyinmek, doğru beslenmek de önemli.
Ayrıca gripten korunmak için:
*Nerede olursanız olun, ellerinizi sık sık yıkamayı ihmal etmeyin. Hastaların ağız ve burun salgılarının bulaştığı ellerini sürdükleri yerlere ve eşyalara sizin de ellerinizi sürmeniz halinde mikropla evinize dönebilirsiniz.
*Yaşadığınız ortamların havasının nemli olmasını sağlayın. Kurumasını önleyin. Soğuk da olsa sık sık havalandırın.
Kürtaj tartışmaları ve uygulamalarının yarattığı puslu ortam ve Sağlık Bakanlığı’nın doğum kontrol yöntemlerini giderek daha az desteklemesi gebelik istemeyen kadınları ertesi gün haplarına iten önemli faktörlerden biri.
Hakkını teslim etmek lazım, bu haplar gerçekten kıymetli. Korunmasız cinsel ilişki sonrasında veya kullanılan doğum kontrol yönteminin başarısız olduğu durumlarda sürpriz gebelikten, dolayısıyla kürtajdan kurtarıyor.
Ancak bunu rutine dönüştürmek (ayda bir defadan fazla) bazı sağlık sorunlarına davetiye çıkarmak anlamına geliyor. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Sezai Şahmay, ‘ertesi gün’ haplarını gençlerin ve sürekli bir ilişkisi bulunmayan kadınların daha çok kullandığını söylüyor: “Düzenli ilişkisi bulunmayanların, sürekli doğum kontrol yöntemleri de yok. Ama örneğin bir partide tanışıyor, cinsel birliktelik yaşıyor, gebeliği önlemek için de bu haplara başvuruyorlar. Aslında böyle durumlarda prezervatif de etkili bir korunma yöntemi. Ancak sadece erkekler değil, kadınlar da prezervatiften hoşlanmıyor, gerçek teması engellediğini düşünüyor.”
Yöntemin kesinlikle bir doğum kontrol yöntemi olmadığını hatırlatan Prof. Dr. Şahmay, “Doğum kontrol haplarına oranla dört-beş kat fazla hormon içeren bu haplar ayda en fazla bir kez alınmalı. Kadınların hormonal bir doğası var. Ertesi gün haplarının rastgele alınması hormonal dengeyi bozabilir. Halbuki gebelikten yüzde 99’lara varan oranlarda koruyan modern doğum kontrol haplarında hormon oranları çok düşürüldüğü halde nedense kadınlarımız pek tercih etmiyor” diyor.
Gerçekten de Türkiye’de en yaygın kullanılan doğum kontrol yöntemi geri çekme metodu. Yaklaşık her dört çiften biri bu yöntemi tercih ediyor. Her 100 gebelikten 15’i de istenmediği için sonlandırılıyor.
DÜŞÜK YÖNTEMİ DEĞİL
İlaçı getiren Abdi İbrahim firması da “Bu haplar bir düşük yöntemi değil, hamileliğin oluşmadan önlenmesi. Uzun süreli bir doğum kontrol yöntemi olarak kullanılmamalı” uyarısında bulunuyor. Riskli durumdan sonra en geç 72 saat içinde alınması gereken hap memelerde hassasiyet, bulantı, karın ağrısı, başağrısı, halsizlik ve baş dönmesi gibi yan etkilerde bulunabiliyor. Bu yan etkiler 48 saat sonra kayboluyor. Ama içerdiği hormon nedeniyle geçici de olsa âdet düzensizliğine veya kanamalara yol açabiliyor. “Âdet kanaması beklenen tarihten birkaç gün önce veya sonra başlayabiliyor. Yeni bitmiş olan bir âdet kanaması kısa süre için tekrarlayabiliyor. Kısacası vücudun ayarlarıyla oynuyor.
Karda kayak, yürüyüş gibi aktivitelerde soğuk ısırığı olabilirsiniz. Bu özellikle kulak, burun, parmak uçlarında yanma hissiyle seyreden ağrılı durum. Soğuk ortamdan sıcağa girildiğinde çoğunlukla saatler içinde kendiliğinden düzelir. Prof. Dr. Kaşıkçıoğlu, “Başta solma, sonrasında kızarma şeklinde kendini gösteriyor. Bazen cildin o bölgesinde hafif ağrı yapan sıvı toplanması da olabiliyor” diyor.
Hiportermi de açık havada, soğukta başınıza gelebilecek bir sorun. Vücut sıcaklığının normalin altına düşmesi anlamına gelen hipotermide termometreyle ölçülen ağız içi sıcaklık 35 derecenin altında oluyor. Donmanın ileri aşamasında ve ölüm öncesi son aşamada artık vücut sıcaklığı 30 derecenin altına iniyor. Artık şuur kapanıyor ve kalp atımları giderek daha da zayıflıyor. Bu sürecin sonunda kalp duruyor ve damarlardaki kan hızla buz kristallerine dönüyor.
KAYMAYAN AYAKKABI KURU GİYSİLER
Özellikle yürürken kayma ve düşmeleri engellemek için kaydırmaz özellikli, yüksek ayakkabılar giyilmeli. Uzun süreli buz üzerinde yürümek zorunda kalındığında ayakkabı zincirleri takılmalı. Hızlı ısı kaybını önleyen, diğer taraftan terlemeye izin veren giysiler giyilmeli. En alttaki terli giysi, vücut üzerinde kurumadan çıkarılmalı yedekte taşınan kuru giysiyle değiştirilmeli. Yağış olduğunda en üst kısımda giyilen giysi ıslaklığı geçirmemeli. Eldiven ve şapka da ısı kaybı ve soğuk travmasından korunmada ihmal edilmemeli. Ayrıca soğuk ve rüzgârdan etkilenebilecek, yeterince örtünmeyen yüz gibi kısımlar deri çatlakları, yaralanmaları ve soğuk ısırıklarına karşı nemlendirici pomadlar kullanılarak korunmalı.
SPORCU, PERFORMANSI NASIL KORUYABİLİR
Değişik rakımlı bölgelerde sıcaklık değişkenliklerine uyumun sağlanmaması sporcunun gücünü etkileyebiliyor. Prof. Dr. Kaşıkçıoğlu, “Ani sıcaklık farkları olabilecek bölgelerde, olumsuz sağlık problemlerinin yaşanmasının önüne geçmek için iki hafta öncesinden önlem almaya başlamakta yarar var. O bölgede uygun antrenmanlar yapılmalı. Karbonhidratlı gıdalara ağırlık verip enerji ihtiyacı karşılanmalı” diyor. Hava sıcaklıkları hesaplanırken ‘hissedilen sıcaklık’ın göz önüne alınması gerektiğini belirten Prof. Dr. Kaşıkçıoğlu, rüzgârın etkisinin de göz ardı edilmemesi uyarısında bulunuyor. “Örneğin saatte 15 kilometre hızla esen rüzgar, ölçülen hava sıcaklığını yaklaşık olarak 7 derece dolaylarında düşürüyor” diyor.
Donan kişiyi hızlı ısıtmaya çalışmayın
Mali müşavir Mustafa Tatlıdil’e (39) şiddetli bel ağrısı şikâyetiyle 2007’de gittiği özel bir hastanede kötü bir hastalığın tanısı kondu: Testis kanseri. Malum, sperm testislerde üretiliyor. Tedavi sırasında uygulanacak ilaç ve ışın tedavisi nedeniyle baba olma şansını kaybedebilirdi. Doktorlar spermlerini dondurarak saklamayı önerdi. Düşünecek zaman yoktu, hemen sperm verdi. Eşi Senem ile birlikte bir doktordan daha görüş almak üzere tıp fakültesine gitti. Tanı değişmedi, ameliyat olması, arkasından ilaç ve ışın tedavisi görmesi gerekiyordu. Birkaç tüp spermi de tıp fakültesinde dondurdu.
Ameliyat için tıp fakültesinde karar kıldılar. Ama kemoterapi ve radyoterapiden sonra bakıldı ki kanser gerilemek yerine, hızla ilerlemiş, lenflere sıçramıştı. İlk tedavi tamamlandıktan sadece bir ay sonra yapılan testlerden de iyi haber çıkmadı. Karaciğere de sıçramıştı. Bir büyük ameliyat daha geçirdi, karaciğerinin yarısından fazlası çıkarıldı.
Tatlıdil bir an önce çocuk sahibi olmak istiyordu. Dondurulan spermlerin, tüp bebek tedavisiyle anneden elde edilecek yumurtayla buluşturulması gerekiyordu. Çok önceden yapılmış tatil planları vardı. Tedaviye başlamadan önce karı-koca tatile gittiler. Senem Tatlıdil tatil köyünde hormon iğneleri yaparak tedaviye ilk adımını attı. Tatil dönüşünde anne adayının yumurtaları spermlerle döllendi. Rahme nakledildi. Tatlıdil bu heyecanın hemen ertesi günü kemoterapi görmeye başladı. Ağır bir tedaviydi. Haftanın beş günü, sabah 09.00’dan akşam 17.00’ye kadar ilaç veriliyordu. Morali bozuldu, hastaneye gitmek istemiyordu artık. Ama tüp bebek yöntemiyle eşinin hamile kalabildiğini öğrenmek onu tedaviye bir kez daha
motive etti.
Aksilik bu ya düşük riski vardı, eşi hastaneye yatırıldı. Kendisi bir hastanede kemoterapi alırken, bir başkasında eşi kanama nedeniyle yatıyordu. Maalesef hamilelik sürmedi. Kendi kanserle mücadele ederken, eşi bebek sahibi olmaları için ayrı bir cephede savaştı. Bu tedaviler zor olduğu kadar pahalıydı da. Bankadan kredi çekerek karşılamaya çalıştılar. Çocuk sahibi olma fikri ona hem umut hem de güç veriyordu. Beş kez spermleri çözüldü, tüp bebek denendi. Altıncı denemede doktorları Doç. Dr. Cem Demirel “Yüzde 25 şansınız var ama umutluyum” dedi. Bu kez bebek tutunmuştu. 28 ay önce kızları Alya dünyaya geldi. Peşi sıra ağır tedaviler sonrasında baba kanseri yendi, şimdi rutin kontrolleri sürüyor.
KIZ İSTİYORDUK KIZIMIZ OLDU
Tatlıdil, “Çocuk sahibi olma fikri bizim için büyük bir motivasyon kaynağıydı. Her seferinde kendi yaşadıklarımı bir kenara bıkarıp, bebek heyecanını yaşadım. Kız istiyordum, kızımız oldu. Hayata daha da bir bağlandım. İki hastanede kızımın kardeşleri dondurulmuş, sırada bekliyor. Alya’ya kardeş yapmak istiyoruz” diyor.
Fotoğraf: Levent Arslan
Acil sağlık operasyonları yapan özel bir şirketin direktörü olan Dr. Barış Mutluer, yaz aylarında damarların genişlediğini, kışınsa soğuğun etkisiyle daraldığını söylüyor. Bu değişikliğin damarlarında tıkanma ve daralma olanlarda daha riskli olacağını kavramak zor değil.
SOĞUĞA ÇIKARKEN KALIN GİYİNİN
“Soğuk havalarda evde kalın” demek zor. Ama kalbinizi korumak için bazı önlemler alabilirsiniz. Dr. Mutluer önce kalp ve damar check-up’ı öneriyor. Böylece sistemin ne durumda olduğunu öğrenin. Tansiyon, şeker ve kolesterolünüzü her daim dengede tutun. Ve tabii ki sigara içmeyin. Damarların bir numaralı düşmanı olduğunu bilmeyen kalmadı herhalde. Gezmek için daha çok kapalı alanları tercih edin. Kalabalık ve havasız ortamlarda artan enfeksiyon riskine karşı sakin saatleri tercih edin. Sokağa çıkarken kalın giyinin. Bağışıklık sisteminizi güçlü tutacak besinleri almayı ihmal etmeyin.
BU BELİRTİLERİ CİDDİYE ALIN
Göğüs kısmında sıkışma hissi, göğüs üstünde basınç duygusu, göğüste birkaç dakika süreyle ağrı şikâyeti, omuzlar, boyun bölgesinde, çene veya kollara doğru genişleyen ağrı, baş dönmesi, aniden terleme, mide bulantısı, nefes güçlüğü, yorgunluk ve ağırlık hissi, mide şikâyetleri gibi bulgular kalp krizi belirtileri arasında yer alıyor.
Kriz geçirene nasıl yardım edebilirsiniz
¬ Önce ambulans çağırın.
Adapazarı’nda, Sakarya Üniversitesi’nin spor salonundayız. Tribünler boş ama sahanın kenarındaki minderin üzerinde üç genç sanki bale gösterisindeymişçesine estetik hareketler yapıyor. Vücutları öylesine esnek ki, başlarındaki antrenörlerinin bir komutuyla havada akıl almaz dönüşler yapıyor, ters taklalar atıyorlar.
Elif, Zeynep ve Necmettin Erbakan Akyüz sıradan gençler değil. Onlar Türkiye’nin en önde gelen wushu sporcuları. Son yıllarda her şampiyonadan madalyayla dönen bu üç milli sporcu aynı zamanda kardeş. Üstelik üçünü de yine wushucu anneleri Fatma Akyüz (40) çalıştırıyor.
Zaten Akyüz’ler her bireyiyle wushu sporuyla yoğrulmuş bir aile. Fatma Akyüz, Uzakdoğu sporlarına meraklı erkek kardeşleri sayesinde henüz 14’ünde tanışmış wushuyla. Sonra da Adapazarı’nda bir spor salonu işleten Abdurrahman Akyüz’le evlenmiş. Çocukların da sırayla bu spora başlamasını takiben Baba Akyüz de 2007’de kurulan Türkiye Wushu Federasyonu’nun ilk başkanı seçildi.
WUSHU YAŞAM TARZIMIZ
Fatma Akyüz üniversitede ve sonra annelik döneminde de bu spordan kopmadı. Gençlik Spor Genel Müdürlüğü’nün kursunu bitirerek antrenörlük diplomasını aldı: “Başörtülü olduğumdan şampiyonalara katılamadım ve sporculuğa devam edemedim. Bu sebeple antrenörlüğü seçtim, milli takım antrenörlüğüne kadar yükseldim.”
Ama asıl bizi şaşırtan çocukların durumu: Elif (15), Zeynep (12) ve Necmettin Erbakan (11) öylesine büyük bir hevesle bağlanmışlar ki wushuya, günde tek antrenmanla yetinmiyorlar. Sabah okula gitmeden önce ilk antrenmanlarını yapıyorlar. Tabii ki annelerinin gözetimi altında... Öğleden sonra da dersler bitince çantaları eve bırakıp yeniden salonun yolunu tutuyorlar. Fatma Akyüz’e göre genç yaşlarına karşın wushu çocuklar için bir yaşam tarzına dönüşmüş durumda. “Haftada beş gün, sabah ayrı akşam ayrı antrenman yapıyoruz. Başka bir alışkanlıkları da yok. Sadece bedensel değil, zihinsel gelişimlerine de katkısı büyük. Sınıfta hep başarılı ve liderler.”
Çocuklardaki bu cevheri görünce Fatma Akyüz onları 2009’da ilk kez bir aylık bir kamp için Çin’e götürdü. Orada Çinli eğitmenlerin nezaretinde günde altı saat çalıştılar. Bunun karşılığını da aldılar. Ertesi yıl milli takıma seçildiler. Fatma Akyüz sık sık Çin’e gittiklerini, üç aylık kamplar yaptıklarını anlatıyor. “Çin’deki çalışma ve yaşam şartları kolay değil. Bazen çocuklarımı Çin’de bırakıp iki ülke arasında mekik dokuyorum. Çinli hocalar çocuklarımı ilk gördüklerinde ‘kesin dünya şampiyonu olur’ demişti. Çin’deki şampiyonalarda bile birincilik aldılar. 2010’da Singapur’da changquen (uzun yumruk) kategorisinde Zeynep üçüncü oldu ve Türkiye’ye bu spor dalındaki ilk dünya madalyasını kazandırdı.”
TÜRBANLA MİNDERDE
Stüdyodan stüdyoya, konserden konsere koşan ünlü baterist Hakkı Doğusoy (45) geçen temmuz ayında geçirdiği motor kazasından sonra felç oldu. Motoru kendi kullanıyordu, son hatırladığı önüne aniden çıkan araç ve zamanında yapamadığı frendi. Altı gün yoğun bakım ünitesinde yaşam mücadelesi verdi. Hayata tutunmayı başarmıştı başarmasına ama ne ellerini, ne de bacaklarını oynatabiliyordu. Üstelik henüz bilmediği bir şey daha vardı: Hastaneden çıkarken beyin ve sinir cerrahları yakınlarına ‘yürüyemez’ raporu vermişti.
Yakınları, arkadaşları ona bu rapordan hiç söz etmediler. Erenköy Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Hastanesi’ne yatırıldı. Geçirdiği büyük kazaya rağmen Doğusoy iyimserliği elden bırakmadı. “Benim moralim hep iyiydi. Yakınlarımdan bile çok... Onlar ‘yürüyemez’ raporunu ta ki yürümeye başlayıncaya kadar benden gizledi. Halbuki aksini hiç düşünmedim. Hep ‘iyileşeceğim’ dedim” diyor.
SİNEK KOVALAMA MUTLULUĞU
Felcin yanı sıra sağ kalçası da çıkmıştı. Önce bu sorunu halledildi. Kalça düzeltildikten sonra rehabilitasyona ağırlık verildi. Uzman fizyoterapist Hürkan Akkuzu ile saatlerce çalıştı. Verdiği her ödevi üşenmeden, yorulmadan yaptı. “Daha ilk günden egzersizlerin önemini kavradım. Hem hastanede hem de taburcu olduktan sonra bunları tekrar etmemin önemini biliyordum. Her gün 2-2.5 saat egzersizi ihmal etmeden yaptım. Yıllarca davulun başına oturup, sekiz saat çalma disiplinini tedaviye uyguluyorum” diyor.
Önce ayak ve bacaklar, sonra el ve kollar geri döndü. “Her sabah bir değişiklik hissediyordum. İlk olarak sağ elimin işaret parmağını oynattım. Kısa bir süre sonra elime konan sineği kovabildim. Sineği kaçırmak benim için büyük bir olaydı!” Derken televizyon kumandasını kullanmaya başladı. Arkasından telefonuna bakabilmeye, masaj yazmaya...
İLAÇ NİYETİNE BATERİ
Oturabilmesi başlı başına bir olaydı. Fizyoterapisti Akkuzu bunu hissettiğinde, bir stüdyoya götürdü. Baterinin başına oturttu. Bateri çalmak ilaç gibi geldi. Doğusoy, “Genel olarak hayata güzel bakmaya çalışırım. Bardağın dolu tarafını görürüm. Kimse beni asık suratlı görmedi. Beyin cerrahlarının yürüyemez raporuna rağmen başardım” diyor.
Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü Seyahat Sağlığı Merkezi verilerine göre, kızamık yüksek oranda bulaşıcı bir hastalık. Tipik olarak ateş, döküntü ve burun akıntısıyla seyrediyor. Orta kulak enfeksiyonu ve zatürree sürece eklenebiliyor. Bulaşma esas olarak solunumla çıkan damlacıklardan oluyor. Aslına bakarsanız kızamık dünyanın her yerinde görülebiliyor. Bulaşma, ılıman iklimlerde kışın sonları ve ilkbaharın başları arasında, tropikal iklimlerde yağmur sezonundan sonra artıyor. Başarılı aşılamanın yapılmadığı coğrafyalarda 2-3 yılda bir salgınlar yapıyor.
Merkez, özellikle gelişmekte olan ülkeleri ziyaret edeceklerin tam bağışıklığı yoksa kızamık aşısı yaptırmalarını öneriyor.
TÜRKİYE’DEKİ VAKALAR DIŞARIDAN GELİYOR
Kızamığın büyük oranda yok edildiği ülkelerde, diğer ülkelerden gelen vakalar enfeksiyonun önemli ve devamlı kaynağı. Aslına bakarsanız Türkiye’de kızamıkla mücadelede başarılı bir program yürütüldü. Sağlık Bakanlığı’nın verilerine göre, 2011 yılı kızamık aşılama oranı yüzde 98’i buldu. Son yıllarda yürütülen yoğun aşılama kampanyaları ve yüksek rutin aşılama oranlarıyla kızamık vaka sayılarında çok büyük düşüşler gerçekleşti. Kızamık vaka sayıları 2001’de 30 bin 509 iken, bu sayı 2011’de sadece 111. 2008-2011 arasında görülen vakaların tamamı yurtdışı kaynaklı. 10 Aralık 2012 tarihi itibariyle başta İstanbul olmak üzere toplam 101 yurt dışı kaynaklı kızamık vakası görüldü. Hastaların tamamı iyileşti. Bu hastalarda tespit edilen kızamık virüsü Orta Avrupa ve Afrika kökenli.
Suriye’den gelenlere de Dünya Sağlık Örgütü ve Bilim Kurulu tavsiyelerine uygun olarak kampa girişte gereken aşılar uygulanıyor.
İki yılda sıfırlanması hedefleniyor
İstanbul’daki vakalardan bir kısmının 12’nci ayda yapılan kızamık aşısı öncesinde görülmesi sebebiyle Aşı Bilim Kurulu’nun tavsiyelerine uygun olarak doğru bir karar alındı ve ilk aşılama yaşı İstanbul için 6’ncı aya çekildi. Bu çocuklarımıza aile hekimleri yoluyla ulaşılacak ve 6-12 ay grubundaki çocukların aşılanması sağlanacak. Bu çocuklar 12’nci aya geldiklerinde rutin kızamık aşıları da yapılacak. Vaka görülen illerimizde ise tespit edilen vakaların tüm temaslılarına ulaşılıp, aşı durumları kontrol edilerek aşıları tamamlanıyor. Bakanlığın hedefi 2015’e kadar yerli kızamık virüsü sebebiyle görülen vaka sayısını sıfırlamak ve yurtdışından gelecek vakaların ülkemizde yerleşmesini engellemek.