Siğiller, kısaca HPV denilen human papilloma virüs grubunun yaptığı bir deri hastalığı. Siğile neden olan çok sayıda HPV çeşidi var. Bazıları diğerlerine göre daha yüksek risk grubunda. Virüs, derinin üst tabakasına yerleşerek, kalınlaşmasına neden oluyor. Sonra da üreyip çevre dokulara yayılıyor. Genellikle deri renginde olsalar da koyu renkli de görebilirsiniz.
Havuz, sauna, jakuzi keyfi yapılan, çıplak ayakla gezilen tatillerden siğille döndüğünüzü fark ettiyseniz hemen cilt hastalıkları uzmanına görünün. Cilt hastalıkları uzmanı Dr. Gökhan Okan “Siğiller herkese bulaşmaz, bulaşsa bile virüs üremez. Deri bütünlüğünün bozulması, bağışıklık sisteminin bozuk olması, bağışıklık sistemini baskılayan ilaçların kullanılması ve alerjik bünye enfeksiyonun kolay yerleşmesi riskini artırıyor” diyor. Ayrıca yoğun stres altında olmak, sıkı diyet, düzensiz beslenme, aşırı çalışma ve yorgunluk bağışıklık sistemini etkileyerek siğiller için ideal ortam hazırlıyor. Derideki yaralar, çizikler, tırnak yeme alışkanlığı deri bütünlüğünü bozarak virüsün içeriye girmesini kolaylaştırır.
TEMAS YOLUYLA BULAŞIYOR
Siğiller direkt kişiden kişiye temas yoluyla bulaşıyor. Nadiren dolaylı yollarla bulaşabilir. Havuz, sauna, jakuzi, duş ve spor salonları siğillerin dolaylı bulaşma yerleri. Açık kıyafetlerin giyilmesi, çıplak ayak yere basma, açık ayakkabı ve terliklerin kullanımı, havuza sık girme, tatil nedeniyle kalınan yerlerin bazen hijyenik olmaması gibi nedenler yaz mevsiminde siğillerin bulaşması için kolaylaştırıcı etkiye sahip. Yine de her mevsimde karşılaşabilirsiniz.
Siğiller, eller, ayaklar ve yüz bölgesinde sık görülmekle birlikte vücudun her yerine yerleşebiliyor. Kendini şekillerde görebiliyorsunuz. Uzmanların verruca vulgaris dediği yaygın siğiller, ayak tabanına yerleşen siğiller, düz siğiller ve genital siğiller sık karşılaşılan siğil çeşitleri.
NASIRLA KARIŞMASIN
Ayak tabanına yerleşen siğiller genellikle deri yüzeyinden aşağıya doğru iniyor. Bu sebepten baskıya neden olup, ağrı yapıyor. Ayak tabanı siğilleri nasırla karıştırılıyor. Özellikle çocuklarda nasır sandığınız oluşumların büyük çoğunluğu siğil. Virüs yıllarca sabit kalabileceği gibi, sayıca artma da gösterebilir. Hızlı müdahale önemli. Aksi halde virüs yayılacak, tedavi güçleşecektir.
ÖNLEM ALIN
Türkiye’de her yıl yaklaşık 1 milyon 200 bin çocuk doğuyor. Maalesef bunların hepsi heyecanla beklenen bebekler değil. Doğan her 100 bebekten 20’si ‘istenmeyen gebelik’ sonucu dünyaya geliyor. İstendiği zaman, istendiği sayıda çocuk sahibi olmanın tek yolu, etkili doğum kontrol yöntemleri kullanmak. Erkeklere yönelik doğum kontrol yöntemleri kısıtlı. Bu sebeple doğum kontrolü görevi kadının üzerine kalıyor. Peki kadınlar kontrolü ne kadar ellerinde tutuyor?
Türkiye’de, toplam 20 şehirde yaşları 15-49 arasında değişen bin 425 kadınla yapılan bir araştırma kadınların doğum kontrol yöntemleriyle ilgili bilgi ve bilinç düzeyini ölçtü. Aşağıdaki rakamlardan da göreceğiniz gibi bu konuda bir rehavet var. Araştırmaya göre, kadınlar ilk cinsel deneyimlerini ortalama 20 yaşında yaşamış. Yüzde 57’si ne hamilelik ne de hastalıktan korkmamış olmalı ki ilk deneyimlerinde herhangi bir doğum kontrol yöntemi kullanmamış. Doğum kontrol yöntemi kullananların yüzde 15’i erkek prezervatifiyle korunmuş. Yüzde 9’u geri çekilme yöntemine güvenmiş. Yüzde 8’iyse doğum kontrol hapını tercih etmiş. Doğum kontrolü yöntemleri ortalama 23 yaşında kullanılmaya başlanmış. Ondan sonra erkek prezervatifi yüzde 26 ile en çok kullanılan yöntem olmuş. Bunu yüzde 24 ile spiral, yüzde 19 ile hap izlemiş. Kadınların yüzde 62’si herhangi bir doğum kontrol yöntemi kullanmaya başlamadan önce cinsel açıdan aktif.
İLKOKUL MEZUNU SPRİRAL ÇALIŞAN KADIN HAP KULLANIYOR
Doğum kontrol yöntemleriyle ilgili farkındalıklara gelince... Hap yüzde 72’iyle en çok hatırlanan yöntem. Bunu yüzde 63 ile erkek prezervatifi, yüzde 55 ile spiral, yüzde 30 ile gebeliği önleyici enjeksiyon, yüzde 25 ile geri çekme, yüzde 11 ile ertesi günü hapı izliyor. Herhangi bir yöntem bilmiyorum diyenlerin oranı yüzde 9.
Kullanılan doğum kontrol yöntemlerine bakacak olursak... Spiral yüzde 25 ile ilk sırada. Bunu yüzde 24 ile erkek prezervatifi, yüzde 21 ile hap, yüzde 14 ile geri çekilme, yüzde 4 ile gebelik önleyici enjeksiyon, yüzde 3 ile hormonlu spiral, yüzde 1 ile ertesi gün hapı izliyor. Hiçbir korunma yöntemi kullanmıyorum diyenlerin oranı şaşırtıcı: Yüzde 40. Kadınların eğitim durumunu incelediğimizde ilkokul mezunlarının neredeyse yüzde 65’inin hayatlarında en az bir kez korunma yöntemi kullandıklarını görüyoruz. İlkokul mezunları arasında en sık kullanılan yöntem spiral. Çalışan kadınların hapları kullanma olasılığı, spirale kıyasla yüksek. Yüzde 25’i hap, yüzde 17’si spiral tercih ediyor. Daha önce doğum kontrol yöntemi kullanmamış olan kadınların yüzde 64’ü kentsel bölgelerde yaşıyor. Yüzde 84’ü evli ve toplam ortalamaya göre daha fazla sayıda çocukları var.
HEM ANNE HEM DE BEBEĞİ KORUYOR
Dünyada yılda ortalama 350 bin kadın doğum sırasında ya da yasadışı kürtaj nedeniyle yaşamını yitiriyor. Londra Hijyen ve Tropikal Tıp Okulu’nda yapılan ve The Lancet dergisindeki bir araştırmaya göre, gelişmekte olan ülkelerde tüm kadınların doğum kontrol yöntemlerinden birini kullanması durumunda, kadın ölümlerinin yüzde 30’unun önüne geçilmiş olacak. Yine gelişmekte olan ülkelerde doğum kontrol yöntemlerinin kullanılmasındaki artış, son 20 yılda, kadın ölümlerini yüzde 40 oranında azalttı. Bir önceki doğumdan altı ay sonra yeniden hamile kalan kadınların çocuklarında prematüre doğum ya da düşük bebek kilosu sorunu ikiye katlanıyor. İki yıldan sık doğum bebeklerin ölüm riskini artırıyor.
Gribi ciddiye almakta yarar var. İstanbul Tıp Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Selim Badur’un verdiği rakamlarla konuşacak olursak, gribe yakalananların yüzde 75’i rapor alıyor. Her yıl milyonlarca insan grip nedeniyle hastanelere koşuyor. Grip özellikle risk grubundakilerde daha yıkıcı seyrediyor.
AŞININ TAM ZAMANI
Kapalı, kalabalık ve havasız ortamlar (uçak, otobüs) gribin bulaşmasını kolaylaştırıyor. Sadece yolcular değil, virüs de ulaşım araçlarında seyahat ediyor. Saatlerce hayatta kalabiliyor. Havasız ve kabalık ortamlarda daha kolay bulaşıyor. Uzmanların önerisi sadece risk grubundakiler değil, sık sehayat edenlerin de grip aşısı yaptırmaları. Grip mevsimi başlamadan, özellikle risk altındaki gruplar başta olmak üzere 6 ay ve üzerindeki herkes aşılanabilir. Ekim aşılanmak için en uygun ay. Fakat grip mevsiminin mayısa kadar uzadığı düşünüldüğünde kış sezonunda da aşılama yapılabilir. Özellikle ilkokul çağındaki çocuklar, 65 yaş üzerindeki kişiler, bağışıklık sistemini bozan, şeker, akciğer, kalp, böbrek gibi ikincil bir hastalığı olanlara aşı öneriliyor.
ANTİBİYOTİK GRİPTE İŞE YARAMAZ
Antibiyotikler sadece bakteri kökenli enfeksiyonlar üzerinde etkili. Dolasıyla bir virüs olan influenzanın yol açtığı gripte antibiyotik kullanmanın hiçbir anlamı yok. Genel olarak üst solunum yolları hastalıklarının yani burun akması, hapşırma, boğaz ağrısı, öksürük, kırıklık, ateş gibi şikayetlerle seyreden rahatsızlıkların yüzde 60-70’inin viral kökenli olduğunu ve yine antibiyotiklere yanıt vermeyeceklerini hatırlatalım. Uygun antiviraller işe yarayabilir.
Grip kalp krizini tetikliyor
Kalp krizi, koroner damarlarda gelişen tabakaların kopup damarı tıkanmasıyla oluşuyor. Grip virüsünün bu tabakaları direkt etkilediği, yırtılmasını sağladığı tespit edildi. Kalp ve damar hastalıkları uzmanı Prof. Dr. İsmet Dindar, gribin kalp hastalarındaki etkisini şöyle anlatıyor: “Direnç düşüklüğü, ateş yüksekliği, kalbin iş yükünü ve dolayısıyla oksijene gereksinimini artırır. Gribin yol açtığı zatürree ve diğer solunum sistemi hastalıkları da kontrol altındaki bir kalp hastalığında şikayetleri ağırlaştırıyor. Grip aşısı gribe bağlı ortaya çıkabilecek kalp krizlerini önlüyor. Grip aşısının kalp krizini azalttığı çeşitli araştırmalarla gösterildi.”
El timizliğini önemseyin
Aslına bakarsanız meme implantları çok yüksek teknolojiyle üretiliyor. Kullanım aşamasına kadar pek çok testten geçiyor. Dokuya uyumu da çok iyi olan tıbbi malzemeler. Yine de ender de olsa sorunlar çıkabiliyor.
Bu konuda, ameliyat olan kadının da üzerine düşen sorumluluklar var.
Gazi Üniversitesi’nden plastik rekonstrüktif ve estetik cerrahi uzmanı Prof. Dr. Sühan Ayhan, meme implantları sonrası yaranın altı ay-bir yılda iyileştiğini hatırlatıyor. Ödemin yatışmasıyla meme şeklinin oturması üç aydan sonra gerçekleşiyor. “Dolayısıyla kadının meme büyütme ameliyatından sonra ilk bir yıl içinde yakın takip edilmesi, sonrasında da yılda bir kontrole gelmesi çok önemli. İmplantın takibi açısından hastaların MR çektirmesi gerekiyor. İlk MR ameliyattan sonraki ilk üç yıl içinde çektirilmeli. Sonra iki yılda MR çekimi tekrarlanmalı” diyor.
Silikon meme ameliyatlarından sonra, hematom veya seroma adı verilen kan ve sıvı birikimleri, meme ucu ve derisinde his değişiklikleri, yara iyileşmesi sorunları açısından gözlenmeli. Daha geç dönemde çok düşük bir ihtimal olsa da başka sorunlar çıkabiliyor. Ayhan, “Silikon memenin yaşam boyu garantisi yok. Zamanla vücut içinde yıpranabiliyor. Yırtılması, kapsül sertleşmesi (implantın çevresinde normal olarak oluşan ince zarın sertleşip kalınlaşması, şekil bozukluğu ve ağrıya yol açması), kötü huylu kitlelerin saptanması gibi sorunlar çok nadir de olsa görülebiliyor. Tüm bu nedenler bazen silikonun yerinden alınmasını gerektirebiliyor” diyor. Yerçekiminin etkisini unutmamak lazım. Cildin, poponun, gıdının, memelerin sarkmasında rolü bulunan yerçekimi, silikonları atlamıyor!
HANGİ MEME İMPLANTLARI GÜVENİLİR?
Türkiye’de meme implantı getiren birkaç firma var. İlk akla gelenler Allergan, Arion, Mentor, Nagor, Polytech, Silimed... Seçim yaparken ürünün üretim, paketleme, taşınma aşamaları da dahil olmak üzere, kimyasal, toksikolojik, mekanik ve klinik testlerden geçmiş ve belli belgeleri taşıyan ürünlerin tercih edilmesi hasta güvenliği açısından çok önemli. Bu konuda en güvenilir belge Amerikan İlaç ve Gıda Kurumu (FDA) belgesi. Avrupa CE belgesi hemen tüm
markalarda bulunuyor. Türkiye’de de Sağlık Bakanlığı’ndan izin almış ürünlerin kullanılması gerekiyor. Prof. Dr. Ayhan, “Ne yazık ki ülkemizde henüz bu testleri gerçekleştirip süzebileceğimiz bir sistemimiz bulunmuyor” diyor.
Sadece yediklerimiz değil, içtiklerimiz de şişmanlatıyor. Su, şekersiz çay ve kahve gibi sıfır kalorili içecekler dışındakileri daha dikkatli tüketmek gerek. Zira kimi yüzlerce kalori içeriyor. Zaten New York’un gazlı içeceklere savaş açan belediye başkanı Michael Bloomberg’in derdi ülkenin en büyük sorunlarından obeziteyle mücadelede bir adım öne çıkmak. Aslında yasaklara sağlık açısından bakarsanız haklı. Aynen sigara ve tuza getirdiği önceki yasaklar gibi...
Bloomberg nasıl oluyor da bu kadar büyük sektörlerini karşısına alıyor? Bloomberg New York’un en büyük bağışçılarından. Forbes’un listesine göre de dünyanın en zengin 30’uncu kişisi. Hastanelere bağış yapıyor. İnsanların nerede sigara içmesi gerektiği, ne kadar yemek-yiyip içmelerinin uygun olduğuyla ilgili. Bunun için para harcamaktan kaçınmıyor. Sigara karşıtı faaliyetlere 10 yılda 600 milyon dolarlık destek verdi. Bu amaçla 200 milyon dolar daha harcayacak. Sağlığı korumaya yönelik attığı adımların meyvesini de alıyor. Göreve geldiğinden beri bir New Yorklu’nun ortalama yaşam süresi 1 yıl 7 ay artmış. Artık kadınlar 82, erkekler 76.3 yıl yaşıyor.
En altta su olmalı en üstte de alkolGıda piramidinin benzeri ABD’de sıvılar için de yapılıyor. Uzman diyetisyen Gamze Şanlı Ak’ın verdiği bilgiye göre, piramidin tabanında en çok içilmesi önerilen sıvı olarak su yer alıyor. Sıfır kalori ve çok sağlıklı. Piramidin tepesindeyse en az içilmesi önerilen sıvılar gazlı içecekler ve alkol bulunuyor. Çünkü bunlar hem yüksek kalorili hem de hiçbir besleyici değerleri yok.
Kahveyi kalori bombasına çevirmeyin
Diyetisyen Ak, sıvılarla alınan fazla kalorilerin Türkiye için de sorun olmaya başladığına dikkat çekiyor. Gazlı içecekler ve hazır meyve sularının yanı sıra koca bardaklardaki aromalı kahveler de kelimenin tam anlamıyla ‘kalori bombası’. “Özellikle hareketsiz gençler için sıvı kaloriler fark etmeden ayda üç-dört kilo aldırabiliyor. Gençlere de önerimiz sıvı ihtiyaçlarını suyla karşılasınlar.” Su içenler daha fazla lif, daha az şeker ve daha az kalorili besin tüketiyor.
Yüksek kalorili sıvıları azaltın
İçecek Kalori
Kulak burun boğaz hastalıkları uzmanı Dr. Hamdi Yakut, uçak yolculuklarında yaşanan kulak sorunlarının ‘orta kulak’tan kaynaklandığını hatırlatıyor. Orta kulak, kulak zarıyla iç kulak arasında kalan ufak boşluk. Burada üç adet kemikçik, kulak kemiğinin hava boşlukları bulunuyor. Ufak bir hava boşluğu olduğu için, uçağın içindeki hava basıncı değişikliklerinden etkileniyor.
Bu basınç değişikliklerinin eşitlenmesi için östaki borusunun o sırada hemen açılıp kapanabilmesi gerekiyor. Bu olay özellikle uçak inişe geçtiğinde görülüyor. Önceleri basınç eşitlenmesi sağlanamayan uçaklarda bu gerçek bir problem oluşturmaktaydı. Günümüzde bu olay en aza düşürüldü. Buna rağmen hâlâ bazı önlenemeyen basınç değişiklikleri olabiliyor.
Yutkunun, esneyin, inişlerde uyumayın
Gerçekte basınç değişikliğine yol açan her türlü durum problem yaratır. Aynı durumla, yüksek binalarda hızla hareket eden asansörlerin içinde veya suya dalarken de karşılaşabilirsiniz. Kulakların tıkanmasını önlemek için:
Yutkunun: Yutma işlemi östaki borusunu açan kasları harekete geçirir. Sakız çiğnerken veya naneli şeker yerken daha sık yutkunursunuz. Bunlar inişe geçmeden önce yapılabilecek iyi egzersizler.
Esneyin: Hatta bu daha bile iyi bir çözüm.
İnişlerde uyumayın: Uyurken yutkunma çok yavaşlar.
Akıl doğru düşünce üretme yeteneği. Zekâysa uygulayıcı. Akıl kuramlar ve kurallar üretirken, zekâ bunların pratikte uygulanmasını sağlıyor. Başka bir deyişle, zekâ düşünebilme gücü ya da yeteneği. Doğru düşünceye ulaşmak ya da sahip olmaksa akılla oluyor. Tüm bunları yapabilmek için kilit bir organ var: Beyin.
Anadolu Sağlık Merkezi nöroloji uzmanı Prof. Dr. Türker Şahiner zeka dediğimiz şeyin beyindeki 100 milyar hücrenin birbiriyle bağlantı yapmasından oluşan devreler olduğunu hatırlatıyor. Hepimiz 100 milyar hücreyle dünyaya geliyoruz hayatımız boyunca öğrendiğimiz her bilgi bu hücrelerin birbiriyle bağlantı yapmasını sağlıyor. Bir hücre 10 bin farklı hücreyle bağlantı yapabiliyor. Prof. Dr. Şahiner, “Beynimizde çok ciddi bir kapasite var. Bu kapasiteyi bilgiyle doldurmak bir ömür boyu mümkün değil. Bu nedenle insan beyninin önemli bir kısmı kullanılmıyor. Beynimizi ne kadar kullanırsak onun bağlantı yapma sayısı ve dolayısıyla kapasitesi artıyor” diyor. Bilim adamları buna ‘sinaps yapma kapasitesi’ adını veriyor.
Peki beynimizi güçlendirmek, kapasitesini yükseltmek mümkün mü? Prof. Dr. Şahiner, “Evet” diyor. Ve bunun için aşağıdaki önerilerde bulunuyor:
MONOTONLUKTAN KAÇININ
1- Aktif bir beyne sahip olun. Sakin ve durağan bir yaşamdan kaçının. Ne kadar aktifseniz beyniniz için o kadar iyi. Sabahtan akşama kadar beyni meşgul edecek bir işin olması gerek. Ancak bu iş monoton değil, değişime açık olacak. Zaten iş hayatı hareketliyse çok fazla bir şey yapmanız gerekmez ama vaktinizi boşa harcamayın. Okuyun, bulmaca çözün, resim yapın, bir müzik aleti çalın.
2- Gereğinden fazla uyumayın. Ancak bu uykusuz kalın anlamına gelmiyor. Sekiz saatlik uyku yeterli. Eğer sekiz saattten daha az uyuyan kişi kendini iyi hissediyorsa daha fazla uyumasına gerek yok.
3- İnsülin direncini dengeleyin. Beyin enerji olarak sadece glukoz kullanıyor. Vücuttaki başka kaynaklardan enerji elde edemiyor. Eğer beynin şeker dengesi iyi korunamıyorsa, güç kaybeder. Vücut zaten bu dengeyi sağlıyor ama kilo almak, hareketsiz yaşam ve stres nedeniyle insülin dengesi bozulabiliyor.
Türk Kızılayı Genel Müdürü Ömer Taşlı, bulaşmanın Güney Asya, Balkanlar ve Kafkasya’ya yapılan seyahatlerde alınan kan veya kan ürünlerinden kaynaklandığını öne sürdü. Doğru ama eksik bir bilgiydi bu. Seyahat esnasında asıl bulaşma korunmasız cinsel ilişkiden geliyor. Üstelik sadece HIV değil, hepatit B, bel soğukluğu, frengi, klamidyoz, siğiller gibi 40’ün üzerinde cinsel yolla bulaşan hastalık seyahatte “bir kereden birşey olmaz” denilip, rahat davranıldığı için kapılıyor.
HER GÜN 1 MİLYON KİŞİ DAHA EKLENİYOR
Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, hergün bir milyon kişi cinsel bulaşan bir hastalık kapıyor. Özellikle gelişmiş ülkelerde cinsel yolla bulaşan hastaların önemli oranı, seyahat sırasında rastgele kişilerle olan, korumasız cinsel temastan kaynaklanıyor. Gidilen yerlerden güzel anılarla beraber, mikrop, virüs, mantar getiriliyor.
Cinsel yolla bulaşan hastalıklar her türlü cinsel ilişkiyle (vajinal, anal veya oral) geçebiliyor. Birçok kadın veya erkek, karşısındakinin üstüne başına, tipine bakıp “Temiz, şık, güzel-yakışıklı, hasta değildir” kararını veriyor. Halbuki iyi görünmek bu anlamda yeterli bir referans değil. Prezervatif kullanmak büyük oranda engelliyor. Ancak bazı cinsel yolla bulaşan hastalıkları önlemede maalesef yetmiyor.
CİNSELLİKTE RİSK SINIRLARI
TEHLİKESİZ: Masaj Kucaklaşma Vücut okşama Arkadaşça öpüşme Mastürbasyon El ile genital bölgeye dokunmak veya karşılıklı mastürbasyon.
AZ TEHLİKELİ: Öpüşme (derin, Fransız öpücüğü), Prezervatif kullanarak vajinal-anal ilişki (spermisitle birlikte daha güvenli) Prezervatif kullanan erkekle oral cinsel ilişki Vajinal enfeksiyonu veya adet kanaması olmayan kadınla oral cinsel ilişki.