Havanın birden soğuması 7 yaş altı, 65 yaş üstündekileri, kalp yetmezliği, damar tıkanıklığı olan, kalp kapağı değişen hastaları olumsuz etkiliyor. Kalp krizi riski artıyor.
Kalp ve damar hastalıkları uzmanı Dr. Zülfikar Danaoğlu, “45 yaşın üzerindekiler soğuk havada yürürken ortaya çıkan göğüs ağrılarını ciddiye alsın. Soğuk hava damarları büzüştürüyor. Normal insanlarda bu sorun yaratmıyor ama damarlarında problemleri olanlar ilk şikayetlerini hissetmeye başlıyor” uyarısında bulunuyor. Özellikle ani hava sıcaklığı değişimlerinde daha dikkatli olunması uyarısı yapıyor. 10 dereceden fazla ani sıcaklık düşüşü bağışıklık sistemini zayıflatıyor. Sıcaklık değişimleri bazı bünyelere zor geliyor. Özellikle çocuklar, yaşlılar bu durumdan daha çok etkileniyor. Yaşlılarda solunum sistemini temizleyen, siliya denen ve fırça görevini gören hücreler yavaşlıyor. Bunlar görevini yapamadığı için temizlik bozuluyor ve hastalık yapan mikropların akciğerlerin alt tabakalarına rahat ulaşması mümkün oluyor. Zatürree vakaları artıyor.
Soğukla birlikte kalp yetmezliği hastalarında nefes darlığını da artıyor. Terleme olmadığı için vücuttaki su atılamıyor. Vücutta su tutulması kilo aştışına neden oluyor. Dr. Danaoğlu, “Bu süreçte kilo takibi iyi yapılmalı. Nefes darlığıyla birlikte kilo da artıyorsa doktora başvurulmalı” diyor.
Kışın kalp krizleri artıyor
Kalp soğuk havada vücut sıcaklığını koruyabilmek için daha fazla kan pompalıyor. Bu nedenle daha fazla oksijene ihtiyaç duyuyor. Soğuk hava, damar büzüşmesini tetikleyerek damar içi basınç artışına neden olabilir ve kalbin kan akımını bozabilir. Bu durum kalp krizini tetikleyebilir. Tam da bu nedenle kış aylarında kalp krizleri artıyor. Soğuk havayla birlikte artan üst solunum yolu enfeksiyonları da kalbin yükünü ve kalp krizi riskini artırıyor.
Nasıl korunursunuz
¬ Sokağa çıkarken sıkı giyinin. Aşırı soğuklarda sokağa çıkarken atkı ve bere takın.
Tahıllı ekmek tok tutar mı?
Prof. Dr. Ayşe Baysal
Ekmek temel besinimiz ve beslenme alışkanlığımızın vazgeçilmez bir parçası. Dolayısıyla ekmekten yoksun bir zayıflama diyeti olmaz. Diyetin amacı, kısa sürede zayıflamak değil. Amaç sağlıklı zayıflamak ve ulaşılan kilonun yaşam boyu korunmasıysa, diyetin sürdürülebilirliği için ekmeğin hayatımızda yer alması gerekiyor. Ama yenen ekmek de tam tahıllı olmalı. Tam tahıllı ekmek hem yüksek lif içeriği hem de tokluk demek. Şişmanlık büyük ölçüde şekerli yiyecek ve içecekler, yağlı yiyecekler, beyaz undan yapılan ürünlerin aşırı tüketiminden kaynaklanıyor.
Obezitenin tek nedeni
Elvan Odabaşı Kanar
Biz diyetisyenlerin savunduğu ekmek, ‘sağlıklı ekmek’ aslında. Yani çok tahıllı, tam buğday, çavdar, buğday ruşeymli, karabuğdaylı, yulaflı ekmekler. Diyet listelerinden ekmeğin çıkarılması, başka hastalıklara yol açıyor. Asıl yapılması gereken hangi ekmeğin tercih edileceğini öğrenmek. Diyetin karbonhidrat içeriğinin yüzde 40’ın altına düşürülmesinin hayati risk taşıdığı araştırmalarla ortaya kondu. Özellikle büyüme-çağında kilo problemi yaşayan çocuklara ebeveynleri ekmek tüketimini yasaklıyor, bu durum çocukların büyüme gelişmesinde gerilemeye neden olabiliyor.
Ekmek yemeyen, kasını yer
Dilara Koçak
Genellikle kabızlık çeken kişiler bu rahatsızlığı yaşamlarının bir parçası kabul ediyor ve kendi yöntemleriyle çözmeye çalışıyor. Aslına bakarsanız sürekli kabızlık sorunu yaşamanız yeteri kadar sıvı ve posalı gıda tüketmediğinize işaret. Seyahatlerinizde bol su içmeye devam etmeniz, yemeği abartmamanız, posalı gıdaları tercih etmeniz riski azaltır. Her ihtimale karşı ilaç çantanıza, acil durumlar için kabızlıkla başetmenizi kolaylaştıracak ilaçlardan atın.
Gastroenteroloji uzmanı Doç. Dr. Duygu İbrişim, kabızlığın en sık karşılaşılan sindirim sistemi problemi olduğunu söylüyor. Bağırsak tembelliği, nedeni bilinmeyen, bireysel yatkınlıkla ilişkili bir durum olabileceği gibi diyabet, hipotiroidi gibi metabolik olayların, kolon kanserinin belirtisi ve sonucu olarak da ortaya çıkabilir. Ayrıca bazı ilaçlar ve nörolojik hastalıklar da kabızlığa neden olabilir.
Gün içinde tuvalete gitme sayısı kişiden kişiye değişiyor. Bazı kişiler için günde iki defa tuvalete gitmek normal. Haftada 3-4 defa giden bir kişinin de bağırsakları gayet sağlıklı olabiliyor. Haftada 3’ten daha az veya zorlanarak bağırsakları boşaltmak, çıkımda tıkanıklık ve tam boşalamama hissi oluyorsa kabızlıktan bahsedilebiliyor.
STRESLE BAŞA ÇIKIN
Kabızlık sorunu çeken kişilerde beslenme ve tuvalet alışkanlıklarının düzenlenmesi oldukça önemlidir. Doç. Dr. İbrişim, “Yeterli sıvı tüketiminin sağlanması, sulu-yumuşak ve lifli gıdaların tüketiminin artırılması, düzenli ve ara öğünleri de içeren bir beslenme ve özellikle yürüyüş gibi sağlıklı bir fiziksel aktivitenin yapılması çoğu vakada yararlı. Genellikle aynı saatlerde ve ertelenmeden tuvalete gidilmesi de önemli” diyor. Bu arada bağırsaklar stresten en çok etkilenen organlardan. Stresi iyi yönetmek de olumlu katkı yapar. Doç. Dr. İbrişim, “Unutulmamalıdır ki beynimizle sindirim sistemimiz arasında çok sıkı bir ilişki var. Duygusal durumumuz mide ve bağırsakları etkileyebilir. Dönem dönem tuvalet alışkanlıklarını düzenleyici tedavilere gerek duyulabilir. Ancak bu tedaviler mutlaka doktor önerisiyle alınmalı” diyor.
Bağırsakları hızlandırın
Uzmana diyetisyen Şefika Aydın Selçuk’tan bağırsak tembelliğini önlemek için ideal beslenme önerileri şöyle:
Kim derdi ki ‘istenmeyen yağlar’ gün gelecek de onarım, güzelleşme, gençleştirmede kullanılacak? Ama oldu işte. Her şey yağ dokusunun kök hücreden zengin olduğunun anlaşılmasıyla başladı.
Yağa ilginin nedenlerinden biri embriyolojik kök hücre çalışmalarındaki duraksama. Bilim adamları ister istemez başka kök hücre kaynaklarına yöneldi. Görüldü ki yağ dokusu, kök hücre açısından kemik iliğinden bile 200 kat daha zengin. Bu kadar zengin bir kaynağın aşıya dönüşmesi çok zaman almadı.
Plastik ve estetik cerrahi uzmanı Prof. Dr. Akın Yücel, “Yağ enjeksiyonlarının iyileştirici-onarıcı etkisi aslında içerdiği çok sayıdaki kök hücreden kaynaklanıyor” diyor. ‘Yapısal yağ grefti’ de denen yağ aşılarına iyileşmeyen yara, deri kalitesini bozan bazı durumlar, yara izleri, radyoterapi hasarları, doku kayıpları gibi sorunların tedavisinde de başvuruluyor. Yüz ve el gençleştirme, meme büyütme ve popo estetiğinde de uygulanıyor.
KÖK HÜCRE YOLUNU ŞAŞIRIR MI?
Aslına bakarsanız meme kanseri sonrası memenin yeniden inşasında yağ enjeksiyonu yapılması gündeme tartışmalı girdi. Yücel, “Buradaki çekincelerden ilki, yaşamayan yağ parçalarının kireçlenerek radyolojik incelemelerde kanser görüntüsünü taklit etmesi ve radyoloğu yanıltması. İkincisiyse verilen kök hücrelerin yeni kanser gelişimini tetiklemesi” diyor. Ancak bu riskleri en aza indirecek yöntemler de gelişti. Yücel “İşlemin öncesinde mutlaka bir radyoloğun ve meme cerrahının görüşü alınmalı, hasta bu konuda yeterince bilgilendirilmeli. Yağ enjeksiyonlarıyla verilen kök hücreler embriyolojik olmadığından kanseri tetiklemesini beklemiyoruz. Yağ ile meme onarımlarının kanser gelişimini arttırmadığı artık kesin olarak kanıtlandı” diyor.
Meme onarımında kullanılacak yağ dokusu, liposuction ile alınıyor ve işlemden geçiriliyor. Özel kanül ve teknikler yardımıyla dokuların içerisine veriliyor. Akın Yücel yağ enjeksiyonlarının sonuçlarından çok memnun olduğunu söylüyor: “Pratik sebeplerle en çok karın ve bel bölgesinden alıyorum. Meme derisini genişletme işlemi bittikten sonra deri altını yağ dokusuyla dolduruyorum. Küçük memelerde tek başına yağ enjeksiyonları bile yeterli olabiliyor. Aynı yöntemi protezlerle (silikon) kombine ediyoruz. Protezin üst ve iç taraflarını yağla dolduruyoruz. Böylece hasta için eziyetli olan kas altı protez uygulamalarını oldukça azalttım. Protezin kenarlarının yağ greftleriyle doldurulması çok daha doğal bir görüntü sağlıyor.”
Malarya da denen sıtma, başta tropik ve subtropik bölgeler olmak üzere tüm dünyada yaygın. Hatta 3,3 milyar kişi sıtma bulaşma riski bulunan bölgelerde yaşıyor. Genellikle enfekte dişi anopheles cinsi sivrisineklerin insanı sokmasıyla bulaşıyor.
Dünya Sağlık Örgütü’ne göre 2010’da yüzde 81’i Afrika, yüzde 13’ü Güney Doğu Asya ve yüzde 5’i Doğu Akdeniz Bölgesinde olmak üzere toplam 216 milyon sıtma vakası saptandı. Toplam 655 bin de sıtma kaynaklı ölüm kaydedildi. Sağlık Bakanlığı verilerine göre, 2003’te 9 bin 182 olan yerli sıtma vakası sayısı 2009’da 38’e, yıllık sıtma sıklığı 100 bin nüfusta 13,1’den 0,05’e düşürüldü. Son iki yılda yerli yeni sıtma vakası tespit edilmedi. Sadece nüks vakalarla yurtdışı kaynaklı sıtma vaka bildirimleri yapıldı.
Sıtmanın en önemli belirtisi, üşüme, titreme, yüksek ateş, bol terlemeyle seyreden nöbetler. Doktor muayenesinde ateşle birlikte taşikardi, dalak büyümesi ve sarılık da saptanır. Neyse ki tedavisi olan bir hastalık. Erken teşhis edilip tedavi edildiğinde tam iyileşme oluyor.
15 gün önce koruyucu ilaçları alın
* Gideceğiniz ülkedeki sıtma riskini öğrenin.
* Sıtma riskli ülkeye gitmeden en az 15 gün önce Sağlık Bakanlığı’nın seyahat sağlığı merkezlerine başvurarak koruma amaçlı ilaç alın.
Gittiğiniz yerde sıtma varsa
* Güneş battıktan sonra pantolon ve uzun kollu kıyafetler giyin.
Yeni araştırmalara göre aşırı yemek ve obezite gelişimi beyindeki acıkma ve doyma hissiyle açıklamada yetersiz. Bu süreçte, sandığımızdan çok daha karmaşık mekanizmalar etkili. İngiltere’de konuyla ilgili bilimsel bir çalışma geçen ay Amerikan Nörobilim Kongresi’nde sunuldu. Imperial College araştırmacıları, 21 kişiye önce 750 kalorilik bir sabah kahvaltısı verdi. Sonra başka bir gün kahvaltı yapmaksızın beyinlerini MR ile görüntüleyip arkasından öğle yemeği yedirdiler. MR görüntüleme sonuçları ve öğlen yemeğinde alınan gıdaların değerlendirmesini yaptıklarında gördüler ki kahvaltı yapmamışlar öğle daha fazla acıkıyor. Ayrıca daha yüksek kalorili ve sağlıksız gıda tüketiyor. MR görüntülerine baktıklarında görmüşler ki kahvaltı yapmamanın beyinde gözlerin hemen üzerinde yer alan, gıdayla ilişkili keyif ve zevk alma merkezi ‘orbitofontal korteks’in aktivitesinde farklılık oluşturuyor.
Türkiye Endokrinoloji ve Metalizma Derneği Genel Sekreteri Prof. Dr. Bülent Okan Yıldız, “Bu yeni çalışmanın sonuçları bize beynimizdeki gıdadan keyif ve zevk alma merkezinin yüksek kalorili ve sağlıksız gıdaları tercih etmemizde önemli rol oynadığını gösteriyor. İşin içinde zevk alma merkezi var” diyor.
Ayrıca aç kalmak ve öğün atlamak beynin yüksek kalorili gıda şeklinde bir ‘ödül’ arayışına girmesine, sağlıksız ama lezzetli gıdaları seçmemize yol açıyor. Bu da ideal kilonun korunmasını zorlaştırıyor, kilo artışına yol açıyor.
FARE NEDEN ŞEKERİ TERCİH EDİYOR?
Fareler üzerinde yapılmış bir araştırma da yeme davranışının daha kompleks olduğunu ortaya koyuyor. Farelerin önüne biri gerçek, biri de yapay iki şeker konuyor. Fareler her seferinde doğruca gerçek şekere gidiyor, yapay tatlandırıcıya ilgi göstermiyor. Bu da acıkma, doyma, enerji alma, harcamanın çok daha ötesinde mekanizmaları düşündürüyor.
Bazı kişilerin stresliyken kilo alması, bazılarının da vermesi de karmaşık mekanizmayı işaret ediyor. Prof. Dr. Yıldız “İnsanların neden yediğini bilirsek yeme davranışlarını da düzeltebileceğiz. Yemenin beyinde hangi mekanizmaları nasıl tetiklediği, bunların nasıl düzeltileceği ileri araştırmalarla anlaşılacak” diyor.
Tatil birçoğumuz için hayali kurulan, çok anlam yüklenen bir zaman dilimi. Bittiğinde de iş ya da hayatımızın diğer rutinlerine dönmek zor olabiliyor. Klinik Psikolog Aylin Sezer, dinlenmiş zihin ve beden ile dönüşün hayatımızda problem yaratan nedenleri çözmek için tatili bir fırsat olarak değerlendirmeyi öneriyor.
Tatile gidilen yer, yaptığımız aktiviteler, hatta yediğimiz yemekler bile günlük rutinimizin dışında olduğu için iyi geliyor. Hele hele keşfetmek, öğrenmek, denemek, heyecan ve yapılan aktiviteden alınan doyum daha keyifli hale getiriyor. Haliyle dönüşte “hayatın gerçekleri”yle yüzleşmek kimimizde tatil depresyonuna bile yol açabiliyor.
TADINI ÇIKARIN
Sezer, “Tatil depresyonu, tatil dönüşü işe veya okula başlama sonrasında hissedilen olumsuz duygular. Eski, alışıldık düzene geri dönmek, artık heyecanlandırmayan yaşamsal gereklilikleri yerine getirmekle uğraşmak karamsar duygulara neden olabiliyor” diyor. Bu duygu hali yaptıkları işle, yaşadıkları yerle veya ilişkileriyle zaten sıkıntıları olan kişilerde daha yoğun yaşanıyor.
Tatili tüm bu sıkıntılardan bir kaçış için seçenler dönüşte bu sorunların aynı şekilde kendilerini beklediğini gördüğünde zihinsel, duygusal, hatta bedensel sıkıntılar yaşayabiliyor. Sezer, “Tahammülsüzlük, konsantrasyon güçlüğü, çabuk sinirlenme veya ağlamanın yanında, uyku ve iştah düzensizliği, tanımlanamayan ağrılar, sabahları yorgun kalkma da tatil sonrası yaşanabilen sıkıntılardan bazıları” diyor.
Tatili, sıkıntılardan kaçıştan çok vücudu ve zihni dinlendirmek, yeni şeylerle tanıştırmak, keşfetmek için ayrılan bir zaman olarak görmek gerektiğini hatırlatan Sezer, “Bireysel ihtiyaçlarınızın farkında olun” diyor. Yalnız kalmaya, sessiz, sakin bir ortamda olmaya ihtiyacınız varsa buna uygun bir tatil planlayın. Yok yeni yerler görmek, yeni insanlarla tanışmaktan zevk alıyorsanız da buna göre hazırlanın.
DÖNÜŞ NEDEN ZOR
Tatilden dönmek zor geliyorsa bunun sebeplerini bulun. Sebeplerini bilmek, çözüm üretebilmek için adım atmaya cesaretlendirebilir. Sezer, “Tahammülsüzlük, sinirlilik, uyku, iştah bozuklukları, dönülen iş veya ev ortamıyla mı ilgili, yoksa bedenin yeni düzene uyum sağlayabilmek için birkaç güne mi ihtiyacı var bunları kestirmeye çalışın” diyor.
Reçeteli ilaçların prospektüslerini ince ince okuyan pekçok kimse, hangi koşullarda, kimler tarafından üretildiği bile belli olmayan bitkisel ürünleri, ‘doğal’ deyip gönül rahatlığıyla, bolca tüketiyor. Peki bunlar masum mu?
Bitkisel ürünlere ilgi ve bunların tüketimin artması Türk Tabipleri Birliği, İstanbul Tabip Odası, İstanbul Eczacı Odası, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti gibi toplam 11 birlik, dernek ve odayı harekete geçirdi. Oluşturdukları komisyon Bitkisel Ürünler ve Sağlık: Bilimsel Çerçeve ve Etik Açısından Yaklaşım Raporu’nu hazırladı.
Rapora göre, bitkisel ürünlerin kullanım sıklığını birçok faktör artırıyor. Modern tıbba güvenin azalması, eşitsizlikler, tedavi seçeneklerinin pahalı ve herkes tarafından ulaşılamaz olması önemli nedenlerden. Dünya Sağlık Örgütü, dünya nüfusunun yüzde 70-80’inin temel sağlık hizmetleri uygulamalarında bitkisel ürünlerden yararlandğını bildiriyor. Türkiye’de yapılan bir çalışmada, üniversite hastanesine başvuran her 10 anneden 4’ünün (yüzde 42.2) çocuğuna bitkisel ürünler kullandırdığını gösteriyor.
BİZ MASUM SANIYORUZ AMA...
* Bitkisel ürünler pek çok toksik (zehirli) madde, mikrop, ağır metal, kimyasal zehir, vb. içerebilir.
* İlaçlarla etkileşime giren bitkisel ürünler zehirleyebilir.
* Bitkisel ürünlerin yaratabileceği karaciğer zehirlenmesinin ciddiyeti bu ürünlerin içerdiği ağır metallere, mikroorganizmalara, ürünleri kullanan kişinin yaşına, hastalığının genetik ve diğer özelliklerine göre değişir.