Ferai Tınç

Gözler Türkmenistan’da

16 Şubat 2007
DİKKATLE kulak verdiğinizde, televizyonda konuşan sesin söylediklerinin büyük kısmını anlıyorsunuz. "İris güllerinin acayip kokusu"nun İris çiçeklerinin güzel kokuları olduğunu çıkartıyorsunuz, Sowda Merkezi’nin alış veriş merkezi olduğunu da anlamanız fazla zaman almıyor.

Yeni devlet başkanı Kurbangül Berdimuhammedov’un yemin ettiği dakikalarda, Aşkabat’da kısa bir tur attım. Son gidişimden bu yana geçen beş yıl içinde kent mermer cenneti haline gelmiş.

Evet bir düzen var. Yollar geniş, parklar, yeşillik yerli yerinde ama bir şey eksik. Niyazov’un altın heykellerinin süslediği maket evlerden oluşan bir sinema seti gibi Aşkabat. Nerede bu kentin insanları, hayatı?

Bütün bu mermer ve altın anıtsallığın ardında Türkmenistan’ın ilk devlet başkanı Niyazov’un kültü var.

* * *

NİYAZOV’
un ölümü, ne yapacağı önceden tahmin edilemeyen bir liderle ilişki kurmakta zorlanan uluslararası toplumu harekete geçirdi.

Zengin doğal gaz kaynakları, Afganistan, İran, Rusya arasında stratejik öneme sahip konumuyla Türkmenistan, önemli bir cazibe merkezi olarak dikkatleri yine üzerinde topluyor.

Uluslararası toplum, yeni bir reform paketiyle ülkeyi krizden kurtaracağını söyleyen yeni cumhurbaşkanına destek vermeye kararlı.

Bu destek, önümüzdeki dönemde Türkmenistan’ın Rusya, ABD ve İran gibi bölgesel güçler arasında ciddi bir rekabet noktası haline geleceğinin de kanıtı.

* * *

BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan
, yemin töreninden dönüşte uçakta biz gazeteciler ile sohbet sırasında, "Türkmenistan ile ilişkilerimizi bundan sonra daha sıkılaştırarak götüreceğiz" diyor "Türk cumhuriyetleriyle müşterek adım atma konusunda kararlılığımız var."

Erdoğan
’a göre, bu cumhuriyetler "ciddi kaynaklara sahip" ama "Siz koşmak istediğinizde birileri var, sizi koşturmuyor. Siz hamallık yapmak istemediğinizde bir düğmeye basıyor, koşturmuyor."

Türkmenistan üzerindeki rekabetin yol açtığı etkileri böyle özetlemek de mümkün.

Rekabet, Türkmen gazını kendi üzerinden pazara dağıtma anlaşmalarının devam etmesini isteyen ve yeni devlet başkanını dikkatle izleyen Rusya ile Türkmen gazını Hazar denizi altından Azerbaycan Şahdeniz yoluyla Türkiye’ye, oradan da batı pazarına taşımayı öngören Trans-Hazar projesinin mimarı ABD arasında.

* * *

HAZAR
geçişli doğal gaz projesi Ankara’nın da gündeminde. Yemin töreninden sonra Berdimuhammedov ile Erdoğan arasındaki görüşme sırasında bu konu gündeme getirilmedi ama önümüzdeki günlerde adımlar atılacak.

Bu projenin önündeki pürüzlerden biri de Türkmenistan ile Azerbaycan arasındaki sorunlardı. Başbakan Erdoğan, "İlham (Aliyev) kardeşimle konuştum. Kardeşler arasını bulacağız. Biz de kardeşiz" diyor.

Azerbaycan petrol şirketi SOCAR’ın eski başkanı, "Girişim ve Pazar Ekonomi Geliştirme Fonu" Başkanı Sabit Bagirov’un önceki gün yaptığı açıklama da bu konuda önemli ipucu taşıyor.

"Yeni Cumhurbaşkanı’nın seçilmesi iki ülke arasındaki ilişkileri geliştirecektir. Hazar geçişli boru hattı projesi artık gündemin en önemli konusu."
Yazının Devamını Oku

Barış görüşmeleri için Çanakkale’yi öneriyorum

12 Şubat 2007
ABD Dışişleri Bakanı Rice, İsrail Başbakanı Olmert ve Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas 19 Şubat’ta bir araya geliyorlar. Bağımsız Filistin devletinin kuruluş sürecini başlatmak ve Ortadoğu’da barışa adım atmak için bir ön toplantı niteliğindeki bu zirvenin yeri belli değil.

Zirvenin tarafsız bir ülkede yapılmasına karar verildi ve bu yazıyı yazdığım sırada henüz bir yer ismi açıklanmamıştı. Ama Ürdün ve Mısır’ın olmayacağı belliydi.

İsrailli diplomatların yer arayışı için çeşitli temaslarda bulunduklarını, Ankara ile de bu konunun görüşüldüğünü duydum.

Benim bir önerim var.

Çanakkale. Evet, ben Çanakkale’yi öneriyorum.

Tarihin iki büyük savaşının, Truva ve Çanakkale savaşlarının mekanı olan bu kent, Ortadoğu barışı için atılacak bu adıma en iyi başlangıç noktası olacak.

Biliyorum. Çanakkale’nin böyle uluslararası toplantılar için alt yapısı yeterli değil. Ve önümüzde sadece bir hafta var.

Ama eğer üçlü zirve Türkiye’de yapılacak olursa en azından bir Çanakkale turu düzenlenebilir. Toplantı Türkiye’de değil başka bir yerde olsa bile, Çanakkale’nin bundan sonraki görüşmeleri ağarlayabilmesi için hemen "Çanakkale dünya barış kenti" projesi hazırlanmalı.

Önümüzdeki dönemde, dünyanın en önemli barış girişimleri bu coğrafyada gerçekleşecek.

Çanakkale bölgemizin, dünya barış kültürüne en iyi örnekleri sunma potansiyeline sahip kenti. Deneyimleriyle, hikayesiyle barışın değerini en sesli biçimde anlatacak olanaklara sahip olan Çanakkale, barış görüşmelerine katılacaklara ilham verecek bir mekan.

Annan Planı İsviçre’de Burgenstock’ta yapılmıştı. Ortadoğu görüşmeleri de neden Çanakkale’de başlamasın?

* * *

ÇARŞAMBA
günü İsrail Başbakanı Olmert, bir günlük bir ziyaret için Ankara’ya geliyor. Yedioth Ahronot Gazetesi’nde ilginç bir haber yayınlandı.

Ziyaret sırasında Başbakan Erdoğan’ın İsrail ile Suriye arasında arabuluculuk yapmayı önereceği ileri sürüldü gazetede.

"Ama Başbakan, Türk önerisini kibarca reddetmeyi planlıyor"muş.

Gazete, Dışişleri Bakanı Tzipi Livni’nin, "Suriye’den gelen barış sinyallerinin gizli görüşmelerde ele alınmasından yana olduğunu", çünkü Suriye’nin Hizbullah’a silah tranferine devam ettiğini yazıyor.

Ama "Eğer durum değişirse Olmert, Türkiye’den İsrail ile Esad arasında arabuluculuk yapmasını isteyecek. Bu konuda Erdoğan’a söz verecek" diyor gazete.

Son zamanlarda mutlaka Türkiye’nin bir arabuluculuk rolü oynaması gerektiği gibi bir iddia gelişti. Türkiye önemli, hem de çok önemli bir ülke. Arabuluculuk yapmasa da bölgede büyük etkiye sahip.

Arabuluculuk laflarından ve rollerinden daha iyi bir öneri değil mi barış görüşmelerine olanak sağlayacak her türlü kolaylığın bulunduğu bir ortam sunmak? Çanakkale’yi diplomasi tarihine bir kez daha taşımak?

* * *

ÜÇLÜ
görüşmenin yapılıp yapılmayacağı bile belli değil, diyebilirsiniz. Haklısınız, Hamas ve El Fetih’in Suudi Arabistan’ın girişimiyle vardıkları anlaşma çok yönlü olarak tatışılıyor.

Mekke anlaşmasının sonuçlarına göre Hamas, İsrail’i tanımaya yine yanaşmadı. Ama barış görüşmelerine fırsat veren açılımlar var orada. Bu yüzden İsrail anlaşmayı kabul etmese de ret de etmedi. ABD ise Mekke anlaşmasının metnini görüp inceledikten sonra kararını verecek.

Filistin devletinin kuruluşu ve İsrail’in bir Ortadoğu ülkesi olarak komşularıyla barış içinde yaşamasını sağlayacak fırsat yeniden beliriyor gibi.

Provokasyonlar yapılmazsa, başlayacak barış sürecinin her hangi bir dönemindeki anlaşmalarda Çanakkale izi ve adı olmalı diyorum.
Yazının Devamını Oku

Kıbrıs’ın kullanılmasına izin vermeyeceklermiş

11 Şubat 2007
PERDELERİ indirip içimize kapansak da dışarıda hayat devam ediyor. Önümüzdeki hafta Avrupa Birliği yeni bir Kıbrıs sınavından daha geçecek. Kıbrıs Türklerine yapılan haksızlığı telafi etmek amacıyla kurulan AB Temas Grubu’nun raporu önümüzdeki hafta görüşülecek.

Rapor bu haliyle tam bir skandal. Çünkü grup, Türkiye’nin üyeliğine karşıtlarla Rum tezinin savunucularının ittifak alanı haline gelmiş durumda.

Cem Özdemir gibi bazı üyeler, bu duruma karşı başından beri mücadele verdiler ama taslağın bu haliyle ortaya çıkmasını engelleyemediler. ABHABER.com’a göre, "dananın kuyruğu 12’sinde Strasbourg’da başlayacak Avrupa Parlamentosu Genel Kurul çalışmalarında kopacak." .

Rapor taslağında, Kıbrıslı Türklere yönelik izolasyonların sebebi nasıl açıklanıyor biliyor musunuz?

"İzolasyonların en büyük sebebi, adanın kuzeyinin yasadışı işgal sonucunda oluşan ve uluslararası alanda tanınmayan bir otorite tarafından kontrol edilmesidir."

Evet, yanlış görmediniz. Kıbrıs Türkleri, Türk işgalinin işbirlikçisi yönetimleri yüzünden izolasyon altındaymışlar!!!

Temas grubu KKTC’ye gitti ve Türklerin de Avrupa Parlamentosu’nda temsil edilmeleri gerektiği konusunda çalışma sözü verdi.

Bu konu taslakta hiç yok.

Onun yerine Türkleri, Temas grubunun bir "ombdusman" haline dönüştürülerek temsil etmesi öneriliyor.

Bu girişimin, tam da Kıbrıs Rum Dışişleri Bakanı Lilikas’ın, "Türkler Kıbrıs’ta azınlıktır" açıklamasıyla aynı günlere rastlaması ilginç değil mi?

Papadopulos Yönetimi, ve onun arkasına saklananlar iş başında!!!

DÖNEM BAŞKANI ALMANYA FARKINDA

KIBRIS’
ı üyeliğe kabul etmekle hata yaptıklarını Avrupa fark etmeye başlıyor. Aralık zirvesinde, Kıbrıs gerekçesi ileri sürülerek Türkiye ile müzakereleri yavaşlatma kararı alırken, çifte standardın çıplak gerçeği iyice ortaya çıktı.

Temas grubu raporu bu durumu daha da derinleştiriyor. Kıbrıs tartışmaları eskisi kadar kolay geçiştirilemeyecek.

Dönem Başkanı olarak Almanya, Türkiye’ye tam üyelik garantisi vermemenin karşılığında Kıbrıs konusunda bir şeyler yapması gerektiğini düşünüyor.

Hıristiyan Demokrat Parti Meclis Grup başkan yardımcılarından ve partinin dış politika danışmanlarından Dr. Andreas Schockenhoff ile İstanbul’da sohbet fırsatı buldum.

"Artık Kıbrıslı Rumlar da Avrupa Birliği’ne olan yükümlülüklerini yerine getirmek zorundalar" dedi Dr. Schockenhoff "Avrupa Birliği, Kıbrıslı Rumlardan bu sorunu çözmesini isteyecektir. Bu konunun, yani Kıbrıs sorununun, Türkiye’yi Avrupa’dan uzak tutmak için üyelerden birinin kozu haline getirilmesi kabul edilemez."

GÜNDEMDEN DÜŞMEZ

ALMANYA
, Kıbrıs sorununun Türkiye’ye karşı koz olarak kullanılmasını engelleyebilir mi bilmiyorum. Avrupa, Kıbrıs kamburunun yeni farkına varıyor.

KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat, kısa bir süre önce Türkiye’ye geldi, gazeteleri ziyaret etti, gazetecilerle birlikte oldu. Birçok şey konuşuldu ama bu ziyaretin esas mesajı, Türkiye kamuoyuna "Kıbrıs meselesini unutmayın. Gündeminizden düşürmeyin" idi.

Merak etmeyin Kıbrıs gündemden düşmez.

Yabancı düşmanlığının, şoven milliyetçiliğin tırmanışında, vizyonumuzun bulanmasında Kıbrıs meselesinin ne kadar önemli rol oynadığı ortada değil mi? Önümüzdeki hafta KKTC Temas Grubu’nun Avrupa Parlamentosu’ndaki tartışmalarını izlemek, Avrupa’nın kendisiyle yüzleşmesini görmek açısından da ilginç olacak.
Yazının Devamını Oku

Zehirli öpücük

9 Şubat 2007
CAN Dündar’ın NTV’deki programında MİT eski İstanbul bölge Müdürü Nuri Gündeş’i dinlerken 70’lerden bu yana, hukuk devleti adına sorulması gereken hiçbir sorunun sorulmamış olmasının bu ülkeye neye mal olduğunu, yol açtığı tahribatı daha iyi anladım. Aslında, kalıplarla konuşmayı bir kenara bırakalım, derin devlet, sığ ilişki filan gibi tanımlamalara baş vurmadan bir nokta üzerinde anlaşalım.

Biz gerçek bir hukuk devleti istiyor muyuz?

Bunu taviz verilmez bir milli çıkar olarak görüyor muyuz?

Eğer görüyorsak, o akşam emekli bir MİT yetkilisinin gözlerimizin içine bakarak anlattıklarını kabul edemeyiz.

Gündeş, bir suçluya selam sarkıtıp mesaj iletmekle kalmıyor, hepimizi hoplatması gereken çok önemli başka açıklamalar da yapıyor.

Abdullah Çatlı ile ilgili bir soruya yanıt verirken, bir yandan yasa dışı her işe karşı olduğunu söylüyor öte yandan, "Ama, eğer yangına bir kişi de dört kova alıp su dökmüşse fena mı?" diyor.

İşte tüm mesele bu zihniyette düğümleniyor.

Çünkü o kovaları kapıp ateşi söndürme hakkına sahip oldukları duygusuna kapılanlar, her yerde kendilerine göre yangınlar görmeye başlıyorlar.

Daha da ileri gidiyor, yangın yoksa çıkartıyorlar.

Zaten emekli MİT yetkilisi de, bu insanların zamanla devletten aldıkları gücü kendi emelleri için kullandıklarını, mafyaya dönüştüklerini söylüyor.

* * *

DERİN
devlet tanımlamasını sevmiyorum.

Çünkü çeteleşmenin devleti derinleştirmediğini, tam tersine sığlaştırdığını, adalet ve güvenlik gibi en kritik organlarını siyasallaştırarak, bölerek etkisizleştirdiğini 1970’lerden bu yana gördük, görüyoruz.

Hukuku küçümseyen devlet mekanizmasının derinleşmek bir yana, ne kadar sığ bir hale geldiğini, Mehmet Ali Ağca’dan Ogün Samast’lara kadar uzanan örneklerle dolu bir yakın tarih apaçık ortaya koymuyor mu?

Bugün gerçek yurtsever refleks, ya da ulusal çıkar, bu ülkeyi sokakta bulduklarını sanan "devleti için ölen ve öldüren ayrıcalıklılar" mitinin derhal mahkum edilmesini istemelidir.

Bu efsanenin yerine demokratik şeffaf hukuk devleti zihniyetini yerleştirmek zorundayız.

Yoksa, herhangi bir yerde, her hangi bir amaçla bir kişinin "vatan elden gidiyor" diye bağırması, birkaç kuruş, birkaç parlak söz, önceden belirlenen hedeflere yönlendirecek tetikçiler bulmaya hálá yeter.

* * *

1960’
dan bu yana, 70’lerde ve 80’lerde ne demokrasi, ne hukuk, ne insan hakları ihlallerinin hesabı soruldu.

Hesap sorma kültürü gelişmeyince, hesap verme sorumluluğu da gelişmiyor.

Bir de bakıyorsunuz, yirmi yıl, otuz hatta kırk yıl sonra emekli bir devlet memuru, mafyayı yanaklarından öperken karşınıza çıkıveriyor.
Yazının Devamını Oku

Ey şanlı Sırp milliyetçiliği

5 Şubat 2007
EN güçlüsü Sırp milliyetçiliğiydi. Ne halkının çıkarlarını koruyabildi ne de Yugoslavya’nın bölünmesine karşı durabildi. Şimdi ise Kosova kanatlarının altından çekilip alınıyor.

Pekiyi Kosova bağımsız mı oluyor? Hayır.

BM Özel temsilcisi Matti Ahtisaari’nin önerisinde "bağımsızlık"tan söz edilmediği için değil, öngörülen yönetim modeli nedeniyle katiyen bağımsız olmuyor.

Evet, "bir devletin sahip olduğu haklar"a sahip olması öngörülüyor ama Uluslararası İzleme Grubu’nun atayacağı Uluslararası sivil temsilci son söz sahibi olacak. Avrupa ordusunun varlığı devam edecek. Ayrıca Uluslararası Askeri Güç de Kosova’da güvenlikten tamamen sorumlu olmayı sürdürecek.

* * *

MİLLİYETÇİLİK
iyi midir kötü müdür?

Çoğunluğun azınlık üzerindeki tahakkümünü meşrulaştıran bir gerekçe haline büründüğünde; Karanlık çıkar çarklarına dokunulmazlık sağlamak için kullanıldığında kötüdür.

Ki son durağı da orasıdır.

En son güçlü örneği Sırp milliyetçiliği idi.

Yugoslavya’yı kanlı çatışmalara ve ardından da parçalanmaya sürükleyen yolun ilk taşını Miloşeviç, 1989’da Kosova’da yaptığı konuşmada döşemişti.

Kosova meydan savaşının 600’üncü yıl dönümüydü. Meydanda yüz binleri toplamıştı parti. Arnavutları kast ederek Sırpların uğradığı "ihanetler"den söz etti Yugoslavya Cumhurbaşkanı. Kosova’nın Sırp milli ruhunun kalesi olduğunu hatırlattı. Birlik ve beraberlik çağrıları yaptı.

Arnavutları önce Osmanlı daha sonra da Nazi işbirlikçisi olmakla suçlayan Sırp milliyetçiliği, Yugoslavya’nın bölünmesini isteyen dışı güçlerin planlarını engelleyemedi.

Tam tersi, saldırganlıkla farklı sesleri susturmaya girişti. Sonuç?

Hırvatistan’da savaş kısa sürdü, Slovenya sessizce çekti gitti, Bosna en kanlısıydı, Slav kökenli Karadağlılar da kendi yollarını seçti.

* * *

BOSNA
savaşının başlarında bir Yugoslav diplomatın sözlerini anımsıyorum: "Batılılar her yeri alabilirler ama Kosova’yı bırakamayız. Bizim milli kimliğimizi oluşturan çok önemli bir coğrafya olması bir yana, zengin maden yatakları var orada. Ekonomik çıkarlarımız açısından bırakmamız mümkün değil" demişti.

Yıllar sonra bugün acı bir gülümsemeyle kulaklarını çınlatıyorum.

Gerçek bir demokrasi Kosova’nın sözde bir bağımsızlığın eşiğine gelmesini engelleyemez miydi? Sırp ve Arnavut milliyetçiliğinin birbirini tetikleyen tırmanışına son veremez miydi?

Eminim ki, Yugoslavya’yı oluşturan unsurlar ortak bir çözüm etrafında birleşebilecek siyasi iklimi bulsalardı bugün Balkanlarda durum çok daha farklı olurdu.

* * *

İŞGAL
altında bağımsızlık ne kadar mümkünse Kosova da o kadar bağımsız olacak.

Üstelik henüz hiçbir şey net değil.

Öneriyi Sırbistan Cumhurbaşkanı reddetti. Rusya’nın karşı çıkması BM Güvenlik Konseyi’nden onay almasının da zor olacağını gösteriyor.

Ama Kosova’da, herkesin gerçekten birlik içinde yaşaması ihtimalinin olduğu o çok eski günlere dönmek artık mümkün değil.

İşte büyük Arnavutluk ve bağımsızlık hayalinin peşinde koşarken, sonunda kendisini yabancı güçlerin avuçları arasında bulan Arnavut milliyetçiliği;

Ve parçalanmış bir ülkenin ardından bakakalan ulusuna bir de savaş suçlusu damgasını vurduran ey şanlı Sırp milliyetçiliği, sizden öğrenilecek çok şey var.
Yazının Devamını Oku

ABD’nin PKK’ya ihtiyacı mı var

4 Şubat 2007
PEJAK adı artık bize yabancı değil. Kuzey Irak’ta İranlı Kürt gençleri örgütleyen PKK’ya bağlı bir örgüt. Amacı İran’da Kürt bölgesinin bağımsızlığı ama gerçekte yaradığı iş, olay çıkartmak, terör estirmek İran rejimini istikrarsızlaştırmak. Kandil Dağı’ndaki PKK kampı içindeki PEJAK’lılar arasında iki gün geçiren Amerikan Haber Ajansı AP muhabiri gördüklerini ayrıntılı biçimde anlatıyor.

Muhabir, örgütün PKK tarafından ideolojik ve lojistik olarak desteklendiğini yazıyor ve "Burada acemiler İran’a karşı savaşmak üzere eğitiliyorlar. Washington’un terör örgütü olarak adlandırdığı PKK’ya bağlı olsalar da, Amerikan güçleri tarafından kontrol edilen Irak topraklarında engellenmeden faaliyet gösteriyorlar" diyor.

Kampta gençlere ağır makineli tüfekler ve AK-47’ler ile eğitim yaptırılıyor. PEJAK, Kuzey Irak dağlarından İran içlerini sürekli hedef alıyor. İdeolojik eğitimlerinde Öcalan’ın görüşleri öğretiliyor onlara, "son zamanlarda Öcalan Kürtlerin bağımsızlığı çizgisinden uzaklaştı özerklik üzerinde durmaya başladı" diyorlar.

Bu haber, Washington’un neden Türkiye’ye verdiği sözleri tutmadığını göstermiyor mu? ABD’nin PEJAK’ı İran rejimine karşı kullandığı iddiaları yeni değil. Ohio’lu Demokrat Temsilciler Meclisi üyesi Dennis Kucinich bir süre önce bu iddiayı açıkça dile getirmişti.

AP muhabiri, 27 Kasım’da New Yorker muhabiri Seymour Hersh’in de "Pejak’ın ABD’den ve İsrail’den destek aldığını yazdığını" hatırlatıyor.

***

BU
haberi, son yayınlanan Amerikan istihbarat raporunun ışığında değerlendirirsek ortaya şöyle bir durum çıkıyor.

Amerikan istihbarat yapılanmasına bağlı kurumların ortak çalışmasının ürünü olan ve bazı bölümleri basına da verilen 90 sayfalık rapordan önceki gün haberdar olduk.

Irak’ın nereye varacağı sorusuna üç ihtimalle yanıt veriliyor raporda.

İlk olasılık, eğer merkezi hükümetin kontrol kapasitesi daha da azalır ve güvenlik sorunlarıyla başa çıkılamazsa Irak birbirine düşman üç parçaya bölünebilir.

Bu durum, uzun yıllar bölgede karmaşa ve kaos demektir.

İkinci olasılık, Şiiler Irak’ta iktidarı tamamen ele geçirip üstünlük sağlayabilirler. Bu da Şii bir Saddam demektir.

Üçüncü olasılığa göre ise ülkenin her bölgesinde gruplar arası çıkar çatışmaları yayılabilir. Irak daha büyük bir belirsizliğe sürüklenebilir.

Her üç senaryoda ortak noktalar var. İç çatışma, kaos, parçalanma ve İran’ın nüfuz alanını genişletme ihtimali.

Bu durum, İran’ın bölgesel güç olmak için Ortadoğu’da Sünni-Şii mezhep çatışmalarını kışkırtarak Şii aksı kurmaya çalışacağı iddialarını güçlendiriyor.

Son zamanlarda, Bush Yönetimi çevrelerinden gelen sinyaller ABD’nin İran’da rejim değişikliği istediğini gösteriyor. Aksi halde Irak operasyonunun hedefine ulaşamayacağını savunanlar az değil. İsrail ve Şii azınlıklarının güçlenmesinden endişe eden Suudi Arabistan başta olmak üzere bölge ülkeleri de bunlar arasında.

***

BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan
’ın bir ay önce Lübnan yolunda ABD’nin PKK konusundaki sözlerini tutmadığı açıklamasına verilen yanıtlarda binbir dereden su getirildi. Ama neden ABD, bu zamana kadar PKK konusunda harekete geçemedi?

PKK’ya ihtiyacı mı var?

Evet var. PKK’nın kanatları altındaki PEJAK’ı görülebilir bir gelecekte İran’a karşı taşeron olarak kullanmak için ihtiyacı var. Bu bir.

İki, Kuzey Irak’a hakim güçlerin, ABD’nin iradesine başkaldırma ihtimaline karşı PKK’yı alternatif koz olarak kullanmak için ihtiyacı var.

Ama işin ilginç tarafı, oradaki kozlarının ve bölgesel unsurların üzerindeki denetimini güçlendirmek için ABD’nin, Türkiye’nin Kuzey Irak’a yönelik sert çıkışlarına da ihtiyacı var.

Bu fasit daireden kurtulmak zorundayız. Bu durum bizim iç siyaset iklimimizi bozuyor. Tehditler, askeri müdahale ortamının pompalanması, kamplaşmalar ve kırılmalara yol açıyor.

Sorunlarımızı kendi içimizde çözecek ulusal uzlaşma iklimini yaratmak durumundayız.

Önümüzdeki dönemde dış dinamiklerin rüzgárına kapılıp savrulmamak için bunu başarabilmeliyiz.
Yazının Devamını Oku

Irak ile petrol krizinin perde arkası

2 Şubat 2007
ENERJİ köprüsü olmakla övünüyoruz ama bunun nasıl bir rol yükleyeceğini bilmiyoruz. <br><br>Irak ile ortaya çıkan kriz, bu rolün ne olacağının ipuçlarını taşıdığı için daha ayrıntılı incelenmeye değer. Irak Devlet Petrol Pazarlama Organizasyonu (SOMO)’nun 11 Ocak’ta bazı şirketlere yolladığı mektubun arkasında, kışa girerken Kuzey Irak’ta yaşanan yakıt darlığı da çok önemli rol oynadı.

SOMO Genel Müdürü Falah El Amri’nin, 26 Kasım’da yaptığı açıklama, yakıt darlığının hem Kuzey Irak hükümetini hem de Bağdat’ı sıkıştırdığını gösteriyor.

"Baiji rafinerisinden sağlanan petrol, gaz ve benzin ile Kuzey Irak’ın ihtiyaçları karşılanıyor. Ama kuzey bölgesi likit gaz ve kerosen nedeniyle ciddi bir krizle karşı karşıya. Çünkü Türk şirketler taahütlerini yerine getiremiyorlar" diyor El Amri kamuya açıklama yapmak zorunda kaldığı o günlerde.

Daha sonra Türk şirketlerle günde beş milyon dolarlık kerosen teslimi konusunda anlaşma imzalandığını açıklıyor SOMO Genel Müdürü, bu şirketlerden üçü hakkında soruşturma açıldığı ve ihracat yasağı konduğu için Türk şirketlerinin taahütlerini yerine getiremediklerinin altını çiziyor.

Kasım sonunda bölgeye yakıt götüren tek şirket olan Kanada şirketi de kötü hava koşulları nedeniyle teslimat yapamayınca Kuzey Irak’ta durum kritikleşiyor. Halk soğukta donuyor, sobasını, ocağını yakamıyor.

* * *

SOMO, Şiilerin elinde olan Irak petrol bakanlığına bağlı bir kuruluş. DEİK Türk-Irak İş Konseyi Başkanı Ercüment Aksoy, günlerden beri televizyonlarda söylediğini dünkü telefon konuşmamızda da yineledi.

"Irak’ta petrol bakanlığı Şiilerin denetiminde. Ama yeni petrol yasası çerçevesinde Irak’ta yeniden yapılanma söz konusu. Musul, Bağdat ve Basra’da ofis açacaklar. Henüz petrol yasası bile ortaya çıkmadı, bakanlık düzensiz. Bazen bir müdürün odasına girmek bile olanaksız" diyor ve son krizde Irak’ın kendi koşullarının da payı olduğunu söylüyor. Yani her kafadan farklı bir ses çıkabiliyor.

Ancak SOMO’nun bazı şirketlere 11 Ocak’ta gönderdiği mektubun arkasında sonbaharda yaşanan krizin etkileri olduğu kesin.

El Amri, kasım sonundaki açıklamasında çok ilginç bir iddiayı da ortaya atıyor:

"Kuzey bölgemize getirilecek ürün ile ilgili anlaşmalar yaptık ve borcun tamamını ödedik. Türkiye bu anlaşmalar yapıldıktan sonra şirketler aleyhindeki davalar yürümeye başladı."

Bu sözlerde, Türkiye’nin anlaşma yapılana kadar bekledikten sonra şirketlere ihracat yasağı getirdiği iddiasını görmek zor değil.

* * *

SOMO’
nun kızgınlığının nedeni, siyasi hesaplar ya da hesapsızlıklar nedeniyle zaten zor durumda olan Irak’ta halkın yakıtsız kalması, koşullarının daha da kötüleşmesiydi.

Sonuç ne oldu? Irak, Suriye ve İran’a yöneldi. Irak pazarında Türk şirketlerinin işi zorlaştı. Rekabet arttı.

Enerji köprüsü olmanın bedelleri nelerdir derken, işte bir örnek.

Enerji köprüsü olma iddiasıyla ortaya çıkarken, enerjinin siyasete alet edilmesi diye bir şey olamaz. Aksine, şeffaf ve demokratik süreçte enerji politikaları oluşturmak gerekir.
Yazının Devamını Oku

Kuzey Irak’tan Kerkük mesajı

29 Ocak 2007
IRAKLI Kürtler, Kerkük’ün Kuzey’e bağlanması konusunda yalnız kalmakta olduklarının farkına varıyorlar mı, sanmıyorum. Ama farklı etnik ve dini kökenlerden Irak ulusalcılarının yanı sıra, birçok ülkenin de bu konudaki gelişmeleri yakından izlediği kesin.

Başta Sünni Iraklılar olmak üzere birçok Iraklı’dan, "Kerkük, Kürdistan’a bağlanırsa büyük olaylar çıkar. Türkiye’nin bu konudaki tavrı bize Kürtlerle müzakerelerde destek oluyor" dediklerini duyuyorum.

Tabii kimse Türkiye’nin askeri müdahalesini beklemiyor. Bunu istemiyor da.

Ama Irak’ın toprak bütünlüğü ve Kerkük’ün oldu bittiye getirilmemesi konusunda siyasi ve diplomatik çabaların devamına önem veriliyor. "Türkiye’nin pozisyonu müzakerelerimizde elimizi güçlendiriyor" deniyor.

Irak’ın çevresindeki, Arap ülkeleri ve İsrail’den, "Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması ve Kerkük’te istikrarsızlık yaratacak adımlardan kaçınılması" gerektiğini söyleyen sesler duyuluyor.

Bu ortamda Kerkük konusunun içinden nasıl çıkmayı düşündüklerini Kürdistan Yönetimi Başbakanı Barzani’nin liderliğindeki Kürdistan Demokratik Partisi’nin (KDP) dış ilişkiler sorumlusu Saffin Dizai’ye sordum.

* * *

SAFFİN Dizai
, uzun yıllar KDP’nin Türkiye temsilciliğini yaptığı için Türkiye’nin kaygılarını anlıyor. Konuşmamızda Türkiye ile Kuzey Irak Yönetimi arasında diyalog kurulması üzerinde duruyor Dizai, "Birbirimizle konuşmamız, ciddi içimde konuları masaya yatırarak çözüm yolları aramamız gerekir" diyor.

Ama önce, sorduğum sorulara verdiği yanıtları kısaca aktarmak istiyorum.

"Kerkük’te referandum ertelenemez mi?"

"Bugünden referandum tarihine kadar çok zaman var. Ama bu anayasada yer alan bir konu. Anayasaya uyulacak. Kerkük, tarihi ve coğrafi olarak Kürdistan bölgesindedir. Biz bu konunun açıklığa kavuşmasını istiyoruz. Yani, Kerkük’ün Kürdistan coğrafyasına ait olduğunu kanıtlamak istiyoruz. Kerkük Kürtlerin kentidir demiyoruz. Referandumdan sonra Kerküklü Türkmen ve Araplar bölgede yaşamaya devam edecekler."

"Türkmen ve Arapları bölgeden uzaklaştırıp yerlerine Kürtleri getirmediniz mi? Kerkük’te büyük bir demografik değişikilik yapılmadı mı?"

"Bu konuda büyük abartma var. 91-2003 tarihleri arasında bölgeden uzaklaştırılan Kürtler geri dönüyor. Aileleri genişlemiş. Sayıları artmış olarak döndüler."

* * *

"KERKÜK konusundaki ısrarınız büyük bir istikrarsızlığa yol açabilir bunu görmüyor musunuz? Kerkük’ün bölgenin ikinci Kudüs’ü olacağını söyleyenler az değil. Böyle bir istikrarsızlık kaynağı bütün bölgeyi tehdit eder. Kürtleri de. Türkiye’nin bu konudaki tedirginliğinin Kürtlere karşı düşmanca duygular beslemesinden kaynaklandığını mı düşünüyorsunuz? Bölgede yeni bir istikrarsızlık tehdidi sizi endişelendirmiyor mu? "

"Birbirimizle ciddi biçimde oturup konuşmalıyız. Sorunları karşılıklı masaya yatırmalıyız. Ve sonuca gitmek için birlikte çalışmaya gayret etmeliyiz. Biz, Türkiye’ye büyük önem veriyoruz. Bölgemizin çok önemli bir gücü Türkiye. Türkiye ile iyi ilişkiler kurmak istiyoruz. İyi ilişkiler kurmanın bizim çıkarımıza olduğunu biliyoruz. Ve umarım ki bu, yani bizimle iyi ilişkiler kurmak Türkiye’nin de çıkarınadır.

Bugün Kuzey Irak’ta 300’den fazla Türk şirketi var. Kalkınmamızda en önemli rolü Türkler oynuyor. Bu ilişkileri değerli buluyoruz."

"Diyalogdan söz ediyorsunuz ama bu duruma PKK konusunda gösterilen tavrın yol açtığını biliyor musunuz?"

"Bizim Türkiye ilişkimiz yeni değil. Biz PKK’ya karşı Türkiye ile birlikte Kuzey Irak’ta mücadele ettik. Şimdi de gayret gösteriyoruz" diyor Saffin Dizai soruma verdiği bu yanıtla sohbeti noktalarken.
Yazının Devamını Oku