Ferai Tınç

KKTC’nin bağımsızlığı ’köprüye’ kadar mı?

8 Ocak 2007
2006’nın son aylarını anımsayın. Kıbrıs konusunda en fazla üzerinde durduğumuz nokta neydi? Neden Papadopulos’a, "Kıbrıs Rumlarının muhatabı Türkiye değildir. Sizin muhatabınız Kıbrıs Türk Yönetimi temsilcileridir. Finlandiya’nın önerilerini görüşmek için KKTC temsilcileri de mutlaka masada olmalıdır" yanıtını veriyorduk?

Çünkü Papadopulos, KKTC’yi muhatap kabul etmiyor, Kıbrıs’ta kararların Türkiye tarafından verildiğini tekrar edip duruyordu.

Türkiye’de de siyasi otoriteden çok askerin adaya hakim olduğunu savunuyor, bunu da Avrupa Birliği üyesi bir ülkenin topraklarının bir bölümünün işgal altında olduğunun kanıtı olarak gösteriyordu.

Gösteriyordu demek doğru değil çünkü Kıbrıs Rum Yönetimi bu tezi uzun yıllardan beri uluslararası platformlarda savunageliyor.

Şimdi bu gerçeğin ışığında baktığımızda, bayram sonunda yaşanan Lokmacı Kapısı krizinin Papadopulos’un eline yeni bir koz verdiğini inkar etmek mümkün mü?

KKTC Cumhurbaşkanı bir açıklama yapıyor, Genelkurmay Başkanlığı onu kamuoyu önünde yalanlıyor. İtirazları olduğunu kamuyu ile paylaşıyor. KKTC yönetimi ile Türk Genelkurmay’ı arasında bir kriz tablosu çıkıyor ortaya.

Eminim Papadopulos bunu not edip kullanacaktır, "Gördünüz mü KKTC’nin bağımsızlığı buraya kadar. Ben söylemiyor muyum" diyecektir.

* * *

LOKMACI Kapısı
, Lefkoşa’nın içinde, Ada’nın bölünmüşlüğünün ilk simgelerinden. Eski barikatların dikildiği, Lefkoşa çarşısını ikiye bölen bir nokta.

Her iki tarafta da duvar vardı ama Türk tarafı bu duvarı yıktı. O bölgede askere ait olan alanın özelliğinin korunması amacıyla sivillerin kullanımı için geçen yıl sonunda üst geçit yapıldı. KKTC Yönetimi, bu kapının açılması kararını aldı. Çarşının birleşmesi, buradaki esnafı hareketlendirecekti. BM de destekledi. Brüksel de bu adımın arkasında olduğunu açıkladı. Ama Papadopulos bu kez üst geçidin yıkılması koşulunu ortaya attı.

KKTC Yönetimi de, "eğer mesele üst geçit ise yıkarız" diyor.

Genelkurmay Başkanlığının gazetelere yansıyan açıklamalarından öğrendiğimiz kadarıyla, askerin itirazı "bu adımların zamanlaması" noktasında. Dün Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt’ın, Milliyet’te Fikret Bila’ya yaptığı açıklamada, "Kapının açılmasının bir sakıncası yok. Ancak adımların karşılıklı eş zamanlı olması gerekir" dediğini öğrendik.

Bu açıklamadan benim anladığım şu. Bu üst geçidin yıktırılması "güvenlik açısından sakıncalı değil" ama Türk Genelkurmayı Rumlar adım atmadan Türk tarafının yumuşamaya yönelik adım atmasını doğru bulmuyor.

Yani itiraz siyasi.

Türk tarafının üst geçidi yıktıracağını duyar duymaz Papadopulos’un Rum tarafındaki duvarın yıkılması için bölgenin askersizleştirilmesi gibi yeni koşullar öne sürmesi bu görüşü haklı çıkartsa da, itiraz siyasi.

Siyasi kararlar ise siyasiler tarafından alınmalı. Eninde sonunda hesap verecek olanlar da onlar çünkü. O nedenle Talat’ın bu konuda kendi kararının arkasında durmak istemesi anlaşılır bir şey.

* * *

LOKMACI Kapısı
krizinin altında askerin, Kıbrıs konusunda AKP hükümeti tarafından gereksiz tavizler verebileceği endişesi yatıyor. Ama KKTC üzerinden AKP’ye karşı siyaset yapmak ne kadar doğru değilse, KKTC’nin bağımsızlığına gölge düşürecek çıkışlara neden olan bu açılımlar da doğru değil. Hele de KKTC’nin bağımsızlığına vurgu yapılması gereken bu dönemde.
Yazının Devamını Oku

Başer’in yanıtındaki kodlar

7 Ocak 2007
PKK Terörizmi ile Mücadele Türkiye Özel Temsilcisi Emekli Orgeneral Dr. Edip Başer, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın tartışma yaratan iddialarına açıklık getirdi.  Başer, istifasının cebinde olduğu iddialarını yalanladı ve göreve başladığı günlerde yaptığı bir açıklamayı anımsattı: "Bu tünelin ucunda ufacık da olsa bir ışık gördüğüm sürece hizmeti sürdüreceğim demiştim. Bugün bu ışığı hálá görüyorum."

Demek ki, koordinasyon mekanizması ileri sürüldüğü gibi, hiçbir işe yaramıyor değildi.

Aslında Başbakan Lübnan yolunda, kamuoyuna yansıdığı gibi tam olarak "Koordinasyon mekanizmasının sonuç vermediğini" söylemedi.

Türkiye’nin Maliki Hükümeti’ni desteklediğini belirttikten sonra, "Ama rahatsızlığımız Kuzey Irak’taki terör örgütüyle ilgili" dedi ve şu cümleyi sarf etti: "Özel temsilciler noktasındaki çalışmada da şu ana kadar olumlu gelişme yok."

Bu açıklama doğal olarak mekanizmanın sorgulanmasına yol açtı. Ertesi gün de Dışişleri Bakanı bu anlayışı kuvvetlendiren bir açıklama yaptı.

YENİ HABERLER YOLDA

Dün Bahçeşehir Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin, Ercan Çitlioğlu yönetimindeki terörizmle ilgili sertifika programı çerçevesinde düzenlenen konferansta Başer, önemli açıklamalar yaptı.

"Teröristlerde yakalanan Amerikan menşeli silahların, daha fabrikadan çıktığı ilk adımdan, teröristlerde ele geçirildiği son adıma kadar izlendiğini ve ortaya çıkartıldığını" anlattıktan sonra bunun kendine kendine olmadığını vurguladı.

Önümüzdeki günlerde de bazı gelişmeler olacaktı ve bunları bizler, gazeteciler yazacaktık.

Bunu söylemekle yetindi Başer, "Her adımın arkasında kim var, kim neyi yaptı bunlar güvenlik açısından açıklanması mümkün değil" dedi ve ekledi: "Bazıları bu mekanizmanın laf ürettiğini ileri sürüyor ama ben iş üretiyorum."

Başer
’in açıklamalarından merak ettiğim bir sorunun yanıtını aldım. Koordinasyon mekanizması, teröristlerle değil, onların lojistik ve sosyal, siyasi, psikolojik altyapısıyla ilgili bir çalışmaydı ve çok hızlı bir biçimde değil ama yavaş ve derinden ilerliyordu. Başer, bu mekanizmadan henüz ümidini kesmemişti.

SINIRÖTESİ SİNYALİ

BAŞBAKAN Erdoğan
Lübnan yolunda bana göre çok önemli olan fakat pek yankı bulmayan bir cümle daha kullandı. "Kuzey Irak’taki gelişmeleri hassasiyetle takip ediyoruz. Irak’a seyirci kalamayız" dedi.

Bir sıcak takip habercisi izlenimi aldım. Bu konuda yalnız değilim herhalde ki, Başer de konuşmasında ve gazetecilerin sorularını yanıtlarken, "Türkiye gerekli görürse sınır ötesi dahil her türlü eylemi yapabilir" dedi "Koordinasyon mekanizması buna engel değil."

Başer
, "Benim görevim, bu tür verilecek kararları ve harekatları kolaylaştırmak" diye konuştu.

Başer sınır ötesi operasyon konusunda, terörle mücadelede deneyimli bir emekli asker olarak çok önemli noktalara dikkat çekti:

"Sınır ötesi derken basit bir olaydan söz etmiyoruz. Uluslararası etkileri olan bir olaydan söz ediyoruz. Şartlar oluşmadan yapılacak bir harekat sonuç vermez. Başarısından emin olduğunuz bir anda sınır ötesi bir harekata karar verirsiniz. Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu kararı verme hakkına tabii ki her zaman sahiptir."

İLETİŞİMİ KİM KOPARTTI

BAŞBAKAN Erdoğan
’ın açıklamaları terörizmle mücadelede bir sorumlu aradığı izlenimini uyandırıyor. Irak hükümetine ve özellikle de ABD’ye bu konuda sürekli sitemde bulunmak, seçim öncesi yükselen milliyetçilik rüzgarından nemalanmaya çalışan, "Kurban olam ayına yıldızına" afişindeki yaklaşımı anımsatıyor. Yoksa, kendisine doğrudan bağlı olan bir mekanizmayla ilgili sıkıntıları dile getirecek daha uygun platformlar bulabilirdi Başbakan. Edip Başer doğrudan Başbakan’a bağlı değil mi? Aralarında iletişim kopukluğu mu var?

"Benim açımdan yok ama genel olarak bakıldığında o izlenime varılabilir" yanıtını veriyor Başer.
Yazının Devamını Oku

Erdoğan: Gümbür gümbür geliyoruz

5 Ocak 2007
BAŞBAKAN Erdoğan, önceki gün Lübnan’dan dönüş yolunda uçağına davet ettiği gazeteciler ile ufuk turu yaptı. Nisan ayına kadar cumhurbaşkanı adayını açıklamamakta kesin kararlı görülen Başbakan Erdoğan’ın artık tüm dikkatini seçimlere odakladığı daha iyi anlaşılıyor. Sürekli kamuoyu yoklamaları yaptırdıklarını açıklayan Başbakan, "Seçim sonrası kimseyle koalisyona ihtiyacımız olmayacak. AKP gümbür gümbür geliyor" diyor ve son kamuoyu yoklamalarının ancak iki partinin barajı geçeceğini gösterdiğini söylüyor. AKP’yi destekleyenlerin yüzdesini açıklamıyor ama göstergelerin CHP’nin 3 Ekim öncesinin altına düşeceği yönünde olduğunu ileri sürüyor.

Başbakan, sorduğumuz sorulara yine gündem yaratacak yanıtlar verdi.

KÜRT DEĞİL TERÖR SORUNU VAR

S: Irak’taki gelişmeleri, özellikle de kuzey Irak ve Kerkük’ü "hassasiyetle izleyeceğinizi" söylüyor ve "Türkiye bu süreci tribünlerden seyretmeyecek" diyorsunuz. Bu süreçte Türkiye’nin Kürt meselesi ile de ilgili bir politikanız olacak mı?

Y:
Kürt meselesi değil terör meselesi vardır. Biz Diyarbakır’da, Kürt meselesi dediğimiz andan itibaren bölgeye yatırımlarımızı hızlandırdık. 4.5 katrilyon gibi bir yatırım gerçekleştirdik oralarda. İnsanların yaşam koşuları az da olsa iyileşti. İşsizlik oranı az da olsa düştü. Güneydoğu’da doğal gaz kullanılıyor artık. Ağrı’da Kars’ta okullar açtık, toplu konutlar yaptık, hastaneler götürdük. Farklı unsurlardan oluşan vatandaşlarımın sorunları azalmaya başladı. Ama bunlar yeterli değil. Durmak yok.

ENERJİ ÖZELLEŞTİRMESİNE ARA VERDİK

S: Seçim döneminde size göre Türkiye’nin öncelikleri nelerdir?

Y:
Türkiye’nin birinci önceliği işsizlik. Kamuoyu yoklamalarında böyle çıkıyor. Ama biz 2 milyon insanı iş sahibi yaptık. Bıçakla kesilir gibi kesilmez bu. İkinci sorun enerji. Projeler hazır. Yusufeli barajı sırada, Efşin Elbistan termik santrelleri de sırada. Ama enerji özelleştirmesini şu anda düşünmüyoruz. Elektrik dağıtımını özele bırakırsak fiyat artışı olduğunda vatandaş faturasını bize çıkartabilir.

CUMHURBAŞKANI ADAYINI CHP AÇIKLASIN

S: Cumhurbaşkanı adaylarını önceden bilip onları tanımak ve iradelerini parlamento üzerinden seçime yansıtabilmek vatandaşların demokratik hakkı değil mi? Neden adaylar açıklanmıyor.

C:
Biz siyaset yapıyoruz. CHP açıklasın kendi adayını. Bizim stratejimiz böyle. Nisan ayına kadar adayımızı açıklamayacağız. Bu gayet de demokratça. 367 formülünün olmayacağını ise okuması yazması olan herkes Anayasaya bakarak görebilir.

KADIN CUMHURBAŞKANI İHTİMALİ GÜLDÜRDÜ

S. Türkiye’nin bir kadın cumhurbaşkanı olamaz mı? Bir kadın aday göstermeyi düşünemez misiniz?

Y:
(Bu konuda tüm yanıtları soğukkanlı ve kararlı bir şekilde veren başbakan bu soruya şaşkınlığını gizlemiyor.İlk tepkisi kaşlarını kaldırarak gülümsemek oluyor.) Parlamentonun havası çok önemli. Liderler, parlamentonun havasını dikkate alacak şeyler yapmalı. Ayrıca cumhurbaşkanı adayı bu parlamentonun içinden olmalı.

S:(Soruyu ben sorduğum için Başbakan, benim cumhurbaşkanı olmak istediğimi sanmış olmalı ki adayın parlamentonun içinden çıkması gerektiğini hatırlatmak zorunda hissediyor kendisini. Cumhurbaşkanlığını hiç düşünmediğimi, bir soruyla kendisine nazikçe belli ederek rahatlatmaya çalışıyorum) Sayın Başbakanım Meclis’te hiç kadın milletvekili mi yok?

Y: Kadın olmaz diye bir iddiam yok ama...Önümüzdeki seçimde hangi partinin daha çok kadın milletvekilini meclise sokacağını göreceksiniz. AKP taşıyacak kadınları.

Tüm çabalarıma rağmen üç dönem sonrası için bile Türkiye’nin bir kadın cumhurbaşkanı olabileceği yanıtını alamıyorum.
Yazının Devamını Oku

Astronot adayımız olduğunu biliyor muydunuz?

1 Ocak 2007
YARIN bu programı mutlaka izleyin. Geniş açılı gözlüklerle bakın yeni yıla. İnsanın kaygı ve endişeler yumağı içinde daralan ufkunu açan programın ilkini ben, geçen Salı günü izledim. İkincisi bu Salı, yani yarın 11.00’de Açık Radyo’da. Yılbaşı ertesi erken kalkmaya değecek, programı izleyince fark edeceksiniz.

Bozcaada’da, sürdürülebilir turizmin ilk adımlarını atan Deniz Pak’ın, Ada’daki stüdyosundan yaptığı programın adı "Deniz aşırı". En son konuğu ise 33 yaşında bir bilim adamı Doçent Doktor Serkan Anılır.

Serkan Anılır birçok ilke imzasını atan 33 yaşında bir genç. Sekiz bin kişinin çalıştığı Japon Uzay Ajansı JAXA’ya kabul edilen ilk Türk, aynı zamanda ilk yabancı.

Astronot aday adayı ilk Türk.

Uzay teknolojisiyle alt yapısız mimari konseptini ortaya atan ilk bilim adamı.

Japon uzay ajansının programına aldığı ATA Uzay Asansörü’nün proje mimarı.

Onun hakkında ilk söylenebilecekler bunlar.

Programda Dr. Anılır ile sohbete Leman’ın ünlü karikatüristi Mehmet Çağçağ da katılıyor. Onu hepimiz astronotlarla dalga geçen karikatürleriyle de tanıyoruz. Ama bu kez o da kendini bilimin gerçekliğinin heyecanına kaptırmış.

Bu keyifli sohbette ben çok şey öğrendim.

* * *

HER
şeyden önce 12 Aralık’ta dünyanın kendi alanında her biri tek olan isimlerinin katıldığı bir sempozyumun İstanbul’da yapıldığını öğrenip, gidemediğim için hayıflandım.

Mars’a giden Viking uzay aracını çizen Dr. Silvano Colombano’dan tutun, İki kez uzaya giden İtalyan astronot Roberto Vittori’ye kadar insanlık yolunu aydınlatan adımların kahramanlarını kaçırdığım için üzüldüm.

Biyosfer 2 projesinin mucidi John P. Allen’den, günümüzün Jules Verne’i bilim kurgu yazarı James Hogan’a, dünyanın üç büyük mimarından biri olan Kengo Kuma’ya, Airbus’ın içini tasarlayan Brent Sherwood’a kadar kendi alanlarının en iyisi 12 bilim adamının katıldığı toplantının konusu, Alt Yapısız Mimarlık.

Dr. Serkan Anılır, Almanya’da lisansüstü yaparken ilk uzay oteli projesini çizerek bilim dünyasının dikkatini çekiyor. "Hotel Europa" adını verdiği projesi, alt yapısız mimarlık konseptine ilk adım. "Uzay ortamında tasarım yaparken çok özel malzeme, dehşet teknoloji olduğunu fark ettim. Bunlar hayata geçirildiğinde insana çok yardımcı olacak" diyor.

Alt yapısızlık, her hangi bir alt yapıya bağlı olmadan oluşturulan binalar anlamına geliyor. Kendine yeterli evler. Enerji üreten, atıklarını yeniden kullanmak için dönüştürebilen binalar bunlar.

* * *

HOTEL AVRUPA
projesi ile dikkat çekip NASA’ya davet edilişi, orada astronot eğitimi görüşünü de anlattı Dr. Anılır. Astronot Eğitim Merkezi Başkanı ile tanışıyor, o da "İlk Türk astronot sen ol" diyor. Yer çekimsiz ortam yani havuz eğitimi, ardından küçük bir Cessna ile uçuş eğitiminin ardından NASA, ilk Türk astronot adayının eğitimini tamamladığını Türkiye’ye haber veriyor. "Ama Türkiye ilgilenmedi" diyor Dr. Anılır.

Türkiye’nin ilgisizliği sadece buna değil ki. Uluslararası Alt Yapısız Mimari Sempozyumu’nun ilkini Türkiye’de yaparak, bilim coğrafyasına Türkiye’yi de katmak için verdiği uğraşa da fazla ilgi yok. Aynı Ata uzay asansörü ile ilgili çalışmalarına olduğu gibi.

"Bu asansör akıl, çağdaşlık ve bilimi sembolize ediyor. Atatürk de aynı özelliklerin sembolü olduğu için projemin ismini Ata koydum" dediği projesi bugün Japon Uzay Ajansı’nın programında yer alıyor.

Yıllar sonra, uzaya malzeme, insan taşıyan ilk araç faaliyete girdiğinde adı Ata olacak. Torunlarımız, bunu bir Türk bilim adamı tasarladı diye övünecekler.

Yeni yılda hayalleriniz büyük, ufkunuz geniş olsun...
Yazının Devamını Oku

Demokrasi intikamcı değildir

31 Aralık 2006
SABAHA karşı cep telefonum çalmaya başladı. "Saddam idam edildi ne düşünüyorsunuz?"<br><br>Cuma günü, infazın hızlandırıldığı belli olmuştu. İdamlar hep sabaha karşı olur. Bekliyorduk. Salona gittim, Iraklı kadınlar tablosunun önünde durdum. Ashwak Alkhaiky, Iraklı genç kadın ressamdan alıp, evime astığım tabloda lacivert karanlıklar arasındaki Iraklı kadınların korku, özlem, bezginlik dolu bakışlarını izledim yine.

Ne değişti o gözlerde?

Saddam rejiminin altında yaşamanın ne demek olduğunu çok dinledim. Birinci Körfez Savaşı’ndan sonra Saddam tanklarının girişiyle Barzani’nin Erbil’i terk etmek zorunda kalışına tanık oldum. Kürtleri dinledim.

Erbil’deki Türkmen Cephesi merkezini basan Irak askerlerinin alıp götürdüğü Türkmenlerin ailelerinin acısını yaşadım.

Yine de ve her şeye rağmen, o nefes aldırmaz rejimin sorumlusu olan Saddam’ın idam edilmesini doğru bulmadım.

***

ABD Başkanı George Bush, "Saddam’ın idamı karmaşayı durdurmaz. Ama bu, Irak’ın demokratikleşmesinde bir kilometre taşıdır" diyor.

Demokrasi yolu idamlarla döşenebilir mi? Bunun imkansızlığını en iyi bilenlerdeniz biz. Saddam Hüseyin’e verilen idam cezasının alelacele infazı demokrasiye değil, Irak’taki intikam sarmalına katkıda bulunur sadece.

Üst düzeyli bir Türk diplomatın dediği gibi, "Irak herkesin birbirinden intikam aldığı bir yer haline geldi."

Herkes kendi hesabını kendi kesiyor. Etnik köken, mezhep farkları, aşiret hesaplaşmaları, çıkar çatışmaları bahanesiyle toplumu saran "intikam" hırsı Irak’ın esas yöneticisi bugün.

"Kana kan intikam" zihniyetinin ilkelliğini frenleyecek düzenin sağlanamadığı bir ülkede, Saddam’ın idamı ile yeni bir intikam gösterisinden medet ummak, üstelik de bunun demokrasiye katkıda bulunacağını söylemek inandırıcı değil.

***

DÜN
, yeni yılın son gününe girerken, Türkiye’de ve dünyada Saddam’ın idam edilmesinin sonuçları tartışıldı. Türkiye, Irak’ın "iç işidir" diyerek tarafsız bir pozisyon benimsedi. Bırakın, işgal altındaki bir ülkenin iç işlerinden söz etmeyi, idam cezasını kaldırmış bir ülke olarak, Ankara’nın idama açıkça karşı çıkmasını beklerdim. Bu Saddam’ın suçlarını görmezden gelmek değildi.

Keşke Saddam, sadece 148 Şii’yi öldürdüğü için değil, Kürtlere, Türkmenlere yaptığı eziyetlerin de hesabını tanıklarla yüzleşerek vermek zorunda bırakılacak kadar uzun yargılanabilseydi. Bu, gelecek yönetimlere de bir mesaj olacak, ülkenin en fazla ihtiyaç duyduğu uzlaşma ortamına katkıda bulunacaktı.

***

SADDAM Hüseyin
’in idamı hangi sonuçlara yol açabilir? Şiddetin tırmanmasına neden olabilir mi? Irak’taki kaos ortamı zaten sürekli kendisinden olumsuz olarak etkileniyor. Şiddet şiddeti doğuruyor. Ama bu idam ulusal uzlaşmayı daha da zora sokacak. Sadece bölgedeki değil dünyadaki Amerikan karşıtlığını artıracak.

Bir başka beklenti de bazı Şii çevrelerin iddia ettiği gibi, "Irak’ta yeni bir sayfa açacak bir adım" olması idamın.

Hayır. Saddam yakalandığında, ya da Zarkavi öldürüldüğünde vaat edilen huzur ortamı sağlanabildi mi? Bu idamın da Irak halkına bir faydası olmayacak.

Hele Irak’ın demokrasi sürecine katkısı hiç olmayacak. Çünkü demokrasi intikamcı değildir.

***

ETRAFTA sıkıntı ve acı çeken birileri varken, bayramlar yarım yamalak olur. Yine de acıların üstüne gitmek, sorunlara çözüm bulmak için bayramları bayram gibi yaşamak geleceğe inancı artırıyor, mücadele azmi veriyor insana. Bayramınız kutluyor, yeni yıla güçlü, umutla girmenizi diliyorum.
Yazının Devamını Oku

Diyalog emek ister

29 Aralık 2006
AVRUPA Birliği ile uyumu tartıştık da, kendi içimizdeki uyum ve ahenk mecburiyetini gündemimize almadık. Terörizme karşı mücadeleye odaklandık da, barış için ne yaptığımızı pek deşmedik.

Şiddetin sesine hemen kulak kabartıp konuşanı dinledik de, usulca "bir derdim var" diyeni anlamak için "gel konuşalım" demedik.

Kürt ve Türk aydınların bir araya gelerek oluşturduğu "Sivil Diyalog Platformu" işte yapılmayanı yapıyor.

Kürtlerle Türklerin "kıvançta ortak" olabilmek için "tasada da ortak" olmalarının kader olduğunu hatırlatıyor.

Önceki gün bir basın toplantısıyla kendilerini anlatan grup, iki yıldır birlikte çalışıyor.

Platform kurucularından Ümit Fırat’ın deyimiyle,"Kopmuş bir ilişki vardı. Çatışma ve linç kültürü dışındaki insanların bir araya gelmesiyle oluşmuştu bu platform."

Girişimin öncülerinden Oya Baydar da, "Her Türk asker doğar, her Kürt gerilla doğar diyerek bir yere varamadığımız ortada. Sorunların yumuşamasında katkı yaratmaya çalışıyoruz" diye açıkladı amaçlarını.

"Özgürlük ve güven içinde yaşamak isteyen herkesi, şiddeti yaratan nedenler üzerinde düşünmeye, yaptıklarımız ve yapamadıklarımızla samimi bir şekilde yüzleşmeye davet ediyoruz" diyen bildirilerinde, Türkiye’nin dört bir yanından çok sayıda aydının imzası var.

Bu dönemde bizim en çok ihtiyacımız olan şey de işte bu, sorunların birlikte tartışılacağı, çözümlerin birlikte aranacağı ortak bir platform.

* * *

TÜRK
ve Kürt Diyaloğu sivil toplumun sesi olarak ne yapabilir? Bence çok önemli şeyler yapabilir.

Her şeyden önce siyasi partilerin tamamen gündemlerinden çıkardıkları bu konunun tekrar gündeme gelmesini sağlayabilir.

Siyasetin Güneydoğu’nun el yakan sorunlarından kurtulmasının en kolay ve en kısa yolu olarak bulduğu, meseleyi "terör"le sınırlayıp askere havale eden kolaycılığını tersine çevirebilir.

Şu soruya belki bir yanıt verdirtebilir.

Hangi partinin Kürt meselesi konusunda titizlikle sahip çıktığı bir politikası vardır? Yoksulluk, eşitlik, demokratik talepler, haklar konularında kim ne diyor bilmiyoruz.

Önce PKK silahı bıraksın sonra sizinle ilgileniriz denebilir mi?

İnsanların derdine kulak vermek, endişelerini dinlemek, korkularını anlamaya çalışmak hiçbir koşula bağlı olamaz.

Kürt meselesi üzerinde düşünmek, bölgenin yoksulluğuna son vermek, ayrımcılıkla mücadele etmek her siyasi partinin koşulsuz gündemi olmalıdır.

Tersi, yani "Önce PKK" demek Türkiye’nin bütünlüğünü, ahengini, huzurunu PKK’nın ipoteğine bırakmak demek değil midir?

* * *

AYRIMCILIK
deyip geçmeyin. Türkiye’de ayrımcılık rüzgarları güçleniyor. Herkes birbirine kızgın, herkes diğerine düşman.

Bu gidişatın önüne geçmek devletin, hükümetin, muhalefetin, siyasetin en birinci sorumluluğu.

Sivil diyalog girişimi bu tehlikeye dikkat çekiyor. Kürt ve Türk sözcüklerinin insanların bilinçaltında kızgınlık, uzaklık, düşmanlık gibi duygular uyandırmalarına izin vermemek lafla olmuyor.

Diyalog emek ister.

İşte 2007 bizim için bir fırsat yılı olabilir. Seçimler, partilerin Türkiye’nin bu en yakıcı sorununa ciddiyetle eğilmeleri için önemli bir fırsat. Seçim popülizminin tuzağına düşülmediği takdirde, 2007’nin kötümser beklentilerini tersine çevirebiliriz hep birlikte.
Yazının Devamını Oku

Erivan ile önkoşulsuz ilişki mümkün mü?

25 Aralık 2006
ERMENİSTAN Savunma Bakanı Serge Sarkisyan’ın, The Wall Street Journal Gazetesi’nde yayınlanan makalesinde Türkiye ile ilişkileri önkoşulsuz normalleştirme çağrısında bulunması sevindirici ama ne yazık ki gerçek bir diyalog kapısının açılması için yeterli değil. Çünkü, Sarkisyan makalesinde sorunu her yönüyle ele almıyor.

Şu sözlerine katılmamak mümkün değil:

"Ne Türkler ne de Emeniler bu bölgeyi bırakıp gidecekler. Mantıklı çözüm birbirimizle ilişki kurmaktır. Bugünün dünyasında komşular böyle yapıyorlar..."

Ya da, "Sonsuza kadar düşman kalamayız. Kalsak bile bunun anlamı da gereği de yok. Geleceğimiz için ileri adım atmalıyız..."

* * *

BU
sözlere kim karşı çıkabilir ki? Türkiye ile Ermenistan halkları arasında zaten çok sıcak ilişkiler yok mu? Bu yakınlık diplomatik ilişki ile neden taçlandırılmasın?

Bu açılımın, kendisinin de yazdığı gibi, "soykırım iddiasından vazgeçtikleri anlamına gelmeyeceği", "Avrupa Birliği’nin bu meseleyi Türkiye’nin tam üyeliği ile ilişkilendirilmesi gerektiği" önerisini filan bir kenara bıraksak bile Sarkisyan’ın, sunuşu eksik. Çünkü tek mesele Ermenistan’ın önkoşulları değil ki.

Azerbaycan’ın işgali ve Karabağ sorunu sürdükçe Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin düzelmesi mümkün mü?

Üstelik, Emenistan Savunma Bakanı’nın "Türkiye bu konuda yapıcı davranmıyor" iddiası da doğru değil. Türkiye çözüm için uğraşan Minsk grubunun kurucu ülkelerinden ve başından beri sorunun çözümü için çaba sarf ediyor.

Sarkisyan’ın makalesinde, Avrupa ve ABD’den gelen baskıları göğüslemeye yönelik bir endişe sezilse de, bu barış isteği önümüzdeki dönemde bölgeyi bekleyen gelişmeler de hesaba katılarak ciddiye alınmalı. İlerletilmeli.

* * *

GÜRCİSTAN
, Ermenistan, Azerbaycan, güney Kafkasya’nın üç önemli ülkesi, bizim de üç değerli komşumuz. Ve önümüzdeki yıl bu bölgede önemli gelişmeler bekleniyor.

Türkmenistan devlet başkanının ölümü ile Rusya ve Batı arasındaki petrol rekabetinin sertleşmesinin etkilerini doğrudan hissedecek olan güney Kafkasya’da önümüzdeki dönemde istikrar çok önem kazanıyor.

Bu üç ülke arasındaki sorunların aşılması sadece Türkiye açısından değil, Batı çıkarları açısından da hayati önemde.

Bölgenin, Amerikan çıkarlarının en önemli noktalarından biri haline geldiği ABD Başkanı George Bush’un, Azerbaycan’ın yeni Washington Büyükelçisi Yaşar Aliyev’i kabulünde bir kez daha ortaya çıktı.

Bush, iki hafta önce kabul ettiği Büyükelçi’ye, "ABD, Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünü destekliyor. Biz sorunları en kısa zamanda çözmeye çalışacağız" dedi.

Bu sırada bir başka önemli gelişme daha Erivan’ı politikalarını gözden geçirmeye yöneltti.

Avrupa Birliği, Karabağ’da yapılan bağımsızlık referandumunu tanımadığını açıkladı.

Sorun çözülmeden önce ne referandum ne de sonucunun yasal kabul edilmeyeceğini Brüksel açıkça iletti Erivan’a.

* * *

ENERJİ
sorununu gündeminin başına yerleştiren Avrupa Birliği’nin ve ABD’nin bölgeye yaklaşımlarının sonuçlarını önümüzdeki yıl, güney Kafkasya’nın batıya yakınlaşması olarak görmek mümkün. Bu sürecin önünü tıkayacak sorunlar ve sürtüşmelerin çözümü şart.

Erivan’ın çağrısı yetersiz olsa da ilgiye ve yaratıcı önerilerle tartışılmaya değer.
Yazının Devamını Oku

Bu kükreyen gericilik

24 Aralık 2006
ASLANCIK "Allah" diye kükrüyormuş. Dün Hürriyet’in internet sayfasında zavallı aslanın videosunu izledim. Yaşlılıktan kısılmış sesi ile karşısına birikenlere sinir olmuş kükrüyordu. Ne kükremesi, inliyordu.

Keşke Moskova hayvanat bahçesinde kalsaydı. İhtiyarladığı için İzmit’e yolcu edilen ormanlar kralının hali kalbimi parçaladı.

Hayatında yaşadığı onca eziyet yetmezmiş gibi şimdi de ezan vakti "Allah" diye kükrediği söylentisi yüzünden dünyası iyiden karardı.

Ezan okunurken, aslında birçok hayvan ses verir. Kuşlar, kediler ve köpekler örneğin. Bu doğal iletişim dürtüsünde keramet aramaya kalkarsak iş nereye varır bilinmez.

İnsanlar gibi hayvanlar da yaşlandıkları zaman daha yavaş, daha rahat, daha özgür olmak isterler.

Oysa kafesi etrafına toplanmış bazı akıllıların aslana zorla "Allah-u ekber" dedirtmeye çalıştığı duyuluyordu videoda.

Zavallı aslan. Parmaklıklar arasına girdi gireli böyle eziyet görmemiştir hayvancağız.

İnsanlar gibi hayvanlar da ruh ve akıl sağlıklarını kaybetmek üzere İzmit hayvanat bahçesinde. Bu durum huşu içinde izleniyor ve hiçbir önlem alınmıyor.

"Yeter. Hayvanları rahat bırakın. Saçmalıklarla uğraşmayın" diye kükreyecek kimse yok mu oralarda?

GERİCİLER HER YERDE AYNI

GERİCİLİK
bazen din, kimi zaman laiklik, ulusalcılık, ama her zaman safsatayı aklın önüne geçirme yöntemi olarak kullanılıyor.

Amerika’da, ilk Müslüman Kongre üyesi Keith Ellison’un yemin ederken Kuran’a el basacak olması da gericileri ayağa kaldırdı.

Amerikalı politikacıların, Kongre ya da Senato’ya seçildiklerinde kutsal kitaba el basarak hizmet yemini etmelerine rağmen, Ellison’un Kuran’ı Kongre’ye sokmaması gerektiği bile tartışılmaya başlandı.

Hatta Ellison’un İncil’e el basarak yemin etmesi gerektiğini söyleyenler çıktı.

Virginia temsilcisi Goode, Kuran’ın Amerikan değerlerine aykırı olduğunu ileri sürerek daha fazla sayıda Müslümanın seçilmesini engellemek için göç politikalarının gözden geçirilmesini istiyordu.

"Göçmen alacaksak Avrupa’dan alalım" diyordu Goode.

Kuran’a el basarak yemin edecek olan politikacılar artarsa Amerika’yı Amerika yapan gelenek ve değerlerin ortadan kalkacağını ileri sürüyordu Virginia’nın Cumhuriyetçi temsilcisi.

Bu da gericilik değil mi?

Aslan kafesinden mucize ummak kadar dar kafalı bir hayat yorumunun yansıması.

EN KOLAY YÖNETİM ARACI KORKU

AVRUPA
Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı İzleme Merkezi’nin bu ay içinde yayınladığı araştırma da Avrupa’da Müslüman karşıtlığının arttığını ortaya koyuyor.

Avrupa Birliği’nde Müslümanların ayrımcılık, aşağılama, sözlü ve fiziki saldırılarla karşılaştığı ama bunların kaydının bile doğru düzgün tutulmadığı ortaya çıkıyor Viyana Merkezli merkezin araştırmasında.

İnsanların birbirlerine duydukları bu korku, bu yabancılığın tek nedeni kültürel farklılık mı yoksa gericiliği koltuğu altına alan muhafazakarlığın ağırlık kazanması mı?

Sağ muhafazakarlık mı? Ne demek, soldakinin de aşağı kalır tarafı yok.

Örnek vermeme gerek yok, şöyle bir etrafınıza bakın yeter.
Yazının Devamını Oku