Ferai Tınç

İmren Aykut ve 25 yılın dersi: Kota

25 Mart 2007
ÖNÜMÜZDEKİ seçimlerde kadınların daha fazla sayıda Meclis’e girmesi için başlayan tartışmaların farklılık yaratmasını istiyorum. Bunun için de siyasi deneyimi olan kadınların neler söyleyeceğini, onların çıkardıkları dersleri çok merak ediyorum.

İmren Aykut, merak ettiğim kadınlardan biri. Türkiye’nin demokratik seçimlerle gelmiş ilk kadın bakanı. Altı hükümette beş kez bakanlık yaptı. Birçok ilk var siyasi kariyerinde. Kadın Sorunları ve Statüsü Genel Müdürlüğü’nü kurmak gibi. "İki ay savaş verdim parlamentoda. Rahmetli Özal sayesinde kabul ettirebildim" diyor. Uluslararası Çalışma Örgütü ILO’nun kadınların yararına kabul ettiği düzenlemeleri de Meclis’ten geçirtmek için Çalışma Bakanlığı sırasındaki çabalarını anımsıyorum.

Uzun zamandan beri siyaset dışında İmren Hanım. Kurduğu vakıfta çevre, sağlık ve eğitim konularında çalışıyor. Son projesi kimsesiz kız çocuklarını eğitmek, yetiştirmek ve hayata sağlam biçimde hazırlamak. Bu projeyi uzun uzun konuşuyoruz ama, ben İmren Hanım’ın 25 yıllık siyaset hayatından çıkardığı dersleri merak ediyorum.

Soruyorum. "Partilerde kadınlar çalışıyor. Ama seçim listelerinde neden bir türlü seçilebilecek sıralara yükselemiyorlar? Siz yükseldiniz ama sonunda siyaseti bıraktınız. Karşılaştığınız en büyük zorluk neydi?"

Yanıt çok çarpıcı.

***

"BİZ, kadınlar, rakı sofralarında bulunamıyoruz. Geceleri geç saatlere kadar sokaklarda gezemiyoruz. İşimizi yapıp evimize gidiyoruz. Ben siyasette en uzun kalmış olan kadınlardanım. Halktan yana hiçbir sıkıntım yoktu. Halkın desteği her zaman arkamdaydı. Ama parti içindeki olumsuz davranışlara tahammülüm bitti. Görünüşte nazik ve güler yüzlü ama sürekli yok edilmeye çalışıldım."

"Rakı sofralarında bulunamıyoruz..."
Bu tespiti yabana atmayın. Kadınların ortak deneyimidir bu. "Ahbap-çavuş ilişkiler alanı"na girememek. Yükselmenin yolu bu tezgáhtan geçer bizim gibi liyakat hiyerarşisi zayıf toplumlarda. Dili, kodları her şeyi farklıdır ve kadınlara kapalıdır.

***

SAMİMİ
düşüncelerini öğrenmek istiyorum. Meclis’te kadınların varlığı sayısal olarak önemli mi?

"Evet çok önemli" diyor "Meclis’te farklı partilerden de olsak, diğer kadın milletvekilleri ile dayanışmaya giderdik. Ama sayımız azdı. Erkek arkadaşlarımızın desteği gerekiyordu. Çağdaş kafalı erkek parlamenterlerin sayısı az olduğu için netice alamıyorduk."

Bugün siyasi partiler kapılarının kadınlara açık olmasıyla övünürler. Hele seçim önceleri kadınlar mahalle çalışmalarında en ön safta özverili çalışırlar. İşte o kadar.

İmren Aykut kadınların daha partiye üye olma aşamasında engellerle karşılaştığını söylüyor.

"Üye olamıyor, delege olamıyor, yönetimlerde görev alamıyor, milletvekili olamıyor. Kadının siyasi kaderi liderin insafına kalıyor."

Bu kaderi nasıl değiştireceğiz?

***

"BUGÜN kadınların siyasette bir yerlere gelmesi, kim ne derse desin bir lütuf. Liderin lütfu"
diyor İmren Aykut. "Ne başarılı olmak, ne uzun yıllar mücadele içinden gelmek kadına Meclis yolunu açmaya yetiyor. Kotayı getirmekten başka çare yok. Ben önceleri kotaya karşı çıkardım. Kotanın kadınları kolaycılığa alıştıracağını söylerdim. Ama gördük ki, ne yaparsak yapalım. Hak ettiğimiz yeri alamıyoruz. Meclis’te bulunmak bizim de hakkımız. Gel gör ki, kendi çabalarımızla o noktaya ulaşamıyoruz. 25 yıllık siyasi hayatımda kesin olarak şunu gördüm. Kota şart."

İmren Aykut
’un 25 yıllık siyasi deneyimden süzülen sonuç: Meclis’teki kadın sayısını artırmanın tek çaresi kotadır.
Yazının Devamını Oku

Ziyaretin vücut dili ABD sonrasına hazırlık

23 Mart 2007
DIŞİŞLERİ Bakanı Abdullah Gül, 3 Mart Cumartesi günü Mısır Dışişleri Bakanı Ahmed Abul Gheit ile Kahire’de gerçekleştirdiği başbaşa görüşmeden sonra Hüsnü Mübarek’in Türkiye’ye geleceğini açıkladığında, ziyaret tarihi henüz belli değildi. Devlet başkanları ziyaretlerinin takvimleri genellikle çok önceden belirlenir. Ama bu kez öyle olmadı.

Mübarek’in ziyareti kısa zamanda hazırlandı.

Mısır Devlet Başkanı’nı karşılarken Cumhurbaşkanı Sezer’in, alışılmış mesafeli tavrının aksine Mübarek ile elele tutuşup kollarını birbirlerinin kollarının içinden geçirerek yürümesi dikkat çekiciydi.

Ziyaretin vücut dili bile, Türkiye ile Mısır’ın kader çizgilerinin kesiştiği bir süreçte olduğumuzu anlatıyordu.

Irak’ın geleceği, bölgenin etkili iki gücünü, Mısır ve Türkiye’yi yeni gelişmeleri birlikte göğüslemek ve birlikte etkilemek için harekete geçirdiği anlaşılıyor.

* * *

BAĞDAT’
ta düzenlenen "Irak’ın Komşuları" toplantısına, Mısır heyetinin Türk heyeti ile birlikte Ankara’dan aynı uçakla hareket etmesini bir tesadüf olarak yorumlamak mümkün değildi.

Bu bir başlangıçtı.

Mısır Devlet Başkanı Mübarek’in Ankara ziyareti, bölgenin yeniden şekillenmesinde Türkiye ve Mısır’ın ortak bir strateji hazırlığı içine girdiklerinin göstergesi.

Irak’ın bölünme olasılığı sadece Türkiye’yi tedirgin eden bir sorun değil. Kuzeydeki Kürdistan bölgesel yönetiminin bağımsızlık ilanı ile sonuçlanacak sürecin, güneyde İran’ın denetimine girecek ve tüm bölge ülkelerinin istikrarını tehdit edecek olan Şii alanına yol açması ihtimali bölge ülkelerini ve tabii ki Mısır’ı da endişelendiriyor.

Bağdat’taki komşular toplantısı sonunda yayınlanan ortak bildiride de vurgulandığı gibi, komşuları Irak’ın toprak bütünlüğünden yana.

İki bölgesel güç Türkiye ve Mısır’ın bu konudaki ittifakı, Irak’ın toprak bütünlüğünün korunmasını hayati sorun olarak algılayan diğer bölge ülkelerinin de katılacağı bir işbirliğini oluşturuyor.

Ama dikkat edilmesi gereken çok önemli bir nokta var.

Bu ittifak, Kürtlere ve Şiilere karşı işbirliği mi?

Böyle görülürse, Kahire-Ankara ittifakının bölgesel açılımı zayıf kalır.

Bana göre bu konuda hassasiyet var. Gelişmeler, böyle algılamalara yol açmamak için işbirliğinin sınırları bölgesel sorunların uzlaşma ile çözümü için birlikte çaba harcama yaklaşımıyla çiziliyor.

* * *

TABİİ
ki, Irak’ın bölünmemesi ne sadece temenni ile ne de tehdit ile mümkün.

Pekiyi, Türkiye-Mısır ittifakı Irak’ın güvenliği ve istikrarı için gereken desteği sağlamaya yetecek mi?

Yetmese bile, sağlam bir ilk adım bu. Ama bunun etkili olması için önce Irak’taki Amerikan askerlerinin çekilme takviminin ve stratejisinin belirlenip açıklanması gerekir.

Önümüzdeki dönemde, hem kendi kamuoyundan hem de dışarıdan Washington’a bu yöndeki baskıların artacağını izleyeceğiz.
Yazının Devamını Oku

2015 Çanakkale hedefi

19 Mart 2007
DÜN Çanakkale deniz zaferinin 92’inci yılı kutlanırken, yeni bir şey söyleniyor mu diye baktım. <br><br>Yeni bir mesaj, Çanakkale vizyonunu daha etkili biçimde kolektif bilincimize taşıyacak yeni bir yaklaşım? Bulamadım.

Ne olabilirdi?

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın konuşmasında değindiği bir nokta, arkası siyasi bir hazırlık ile doldurulup daha anlamlı biçimde öne çıkartılsaydı, herkesin birbirine şüpheyle baktığı bu ortamdaki en anlamlı Çanakkale mesajı olurdu.

"Bu topraklar içinde hangi ırktan, hangi dinden olursa olsun hepsiyle bir arada yaşamayı da bizler insani bir anlayış olarak gördük. Bizim medeniyetimiz bize bunu böyle öğretti, bundan sonra da böyle sürdürmekte de kararlıyız" diyordu Başbakan Erdoğan Gökçeada’yı ziyareti sırasında.

Doğu’da tehcirle sonuçlanan Rus müdahalesinin sürdüğü dönemde batıda Çanakkale’de, bir halkın tüm unsurlarıyla birlikte işgale karşı direnişi "birlik" açısından çok değerli örnekler de taşıyor günümüze.

Farklı din, etnik köken ve düşünceye sahip insanları bir araya getiren ortak çıkar ne idi?

Bunun psikolojik ortamı nasıl yaratıldı?

Hakim ırk ya da millet dayatmaları olsaydı bu muhteşem fedakarlık ve kararlılık ruhu geliştirilebilir miydi?

Tarihi klişeleştirmekten kurtarmak, her yeni gün için söyleyecek yeni bir sözü olduğunu keşfetmekle mümkün.

Çanakkale bugün barışın önemini, hiçbir zaferin dayatma ile kazanılamayacağını, farklılıkların ancak ortak çıkar etrafında bir araya geleceklerini söylüyor bize.

* * *

ZAFERİN
yüzüncü yıldönümünü, bugüne kadar olanlardan farklı yeni bir anlayış içinde, Türkiye’den yükselen bir barış mesajı ile kutlamak istiyor içim.

Kürt meselesinin demokratik açılımlarla çözüldüğü, güneydoğunun ekonomik sorunlarına çözüm getirecek büyük projelerin yürürlüğe girdiğinin mesajını taşıyacak bir yıldönümü;

Eğitimin, laiklik tartışmalarını geride bırakacak derinlik ve yaygınlığa kavuştuğu, toplumsal farklılıkların din, dil, ırk değil sadece siyaset temelinde dile getirildiği, güven dolu mesajların yükseldiği bir yıldönümü.

Kadınların siyasetteki temsili konusunda ilk cumhuriyet meclislerinin önüne geçmesinin mesajını taşıyacak bir yıldönümü.

Mesela ilk aklıma gelenler.

Sekiz yıl hedefi koyup, yeni mesajlar neler olmalı diye düşünüp, adımlar atılamaz mı?

2015 Türkiye barış ülkesi, Çanakkale barış kenti.

* * *

ÇANAKKALE
, dünya barış kenti olmalı derken havada bırakmamak gerekiyor. Irak’ın yeniden yapılandırılması için katkıda bulunacak olan ülkeler Salı günü İstanbul’da toplanıyor. Nisan ayında, Irak ile ilgili komşu ülkeler, G8, Güvenlik Konseyi artı Almanya dışişleri bakanlarının katılacağı çok önemli bir toplantı da İstanbul’da yapılacak.

Sadece uluslararası toplantılar değil, Irak’ta çeşitli gruplar da toplantılarını Türkiye’de, bizim ortamımızda yapmayı tercih ediyorlar. İstanbul, diplomasi tarihindeki yerini derinleştiriyor. Şimdi sıra Çanakkale’de.

Çanakkale’yi de, böyle toplantıları ağırlamaya uygun alt yapı projelerini devreye sokarak hazırlamak için sekiz yıl yetmez mi?
Yazının Devamını Oku

50 yılın en iyisi

18 Mart 2007
ELLİ yıl olmuş. Kuruluşunun 50’inci yılında Avrupa Birliği’nin yaptığı en iyi şeyden yirmisini Time Dergisi son sayısında sıralamış. Barıştan sınırların kalkmasına kadar atılan 20 önemli adım arasında aradığımı bulamadım Oysa Avrupa Birliği’nin bana göre bu elli yıl içinde attığı en önemli adım kadın erkek eşitliğini ana politikalara yerleştirme kararıydı.

Avrupa Birliği bu kararı 1999 yılında Amsterdam Antlaşması ile aldı. Ve altında bizim de imzamız bulunan Roma Antlaşması’nın üçüncü maddesindeki değişiklik ile "Eşitliğin dahli" politikasını hükme bağladı.

Bu ne anlama geliyordu? Atılacak her adımda, alınacak her siyasi kararda şöyle bir durup, "Bu olaya acaba eşitlikçi mi yaklaşıyoruz? Bir de kadınlar açısından baksak yeni bir şeyler görebilir miyiz?" sorularını sormak demekti.

***

EŞİTLİĞİN Dahli
politikaları yavaş da olsa hayata girmeye başladı.

Yasalar yazılıyor, kararla alınıyor ama kafalar bir gecede değişmiyor.

Ama değişiyor. Ben hayata güvenirim. İyimserim. Örneğin, Avrupa Komisyonu, geçtiğimiz hafta önemli bir adım attı. Kadın erkek eşitliği politikalarını gelişmekte olan bölgelerle ilişkilerinin merkezine yerleştirme kararı aldı. İşbirliği mi yapılacak, yardım mı belirlenecek kadınların görüşü, kadınların bundan nasıl yararlanacağı daha ilk adımdan konuşulacak.

Yine geçtiğimiz günlerden bir başka örnek.

Viyana Belediye Meclisi, bu yıl sonuna kadar sürecek çok değişik bir kampanya başlatıyor. Avusturya’nın başkenti bebeklerinin altını değiştiren baba posterleriyle donanacak. Ayrıca, otobüslerde, tren ya da metroda seyahat ederken, ön sıraların yaşlı ve özürlü kadınların yanı sıra çocuklu erkeklere de ayrılmasını isteyen levhalar asılacak.

***

EĞER
iş yerinizde üst yönetimde kadın erkek eşitliğini sağladıysanız devlet ihalelerinde önceliğiniz olacak.

İspanya’da iseniz tabii.

Sosyalist hükümetin feminist başbakanı Zapatero’nun son kararı kadınların özel sektörde de eşit fırsatlara sahip olabilmelerini amaçlıyor. Sadece özel sektör değil, siyasetti, bürokraside de kadınların yönetimlere gelmeleri sağlanacak.

Birkaç örnek bile kadın erkek eşitliğinin ana politikalara dahli kararının hayatı nasıl değiştirmeye başladığını göstermeye yetiyor.

Üstelik sadece Birlik içinde değil, çevresinde de değişimi tetikliyor.

Time Dergisi’nin yirmilik listesi bu yüzen bence eksik. Bana göre, Avrupa’nın elli yıllık birleşme yolculuğunda en önemli ve anlamlı adım bu. Acaba listeyi kim hazırladı?

Eşitlik konusunun önemi neden kimsenin aklına gelmemiş, acaba aralarında kadın gazeteci mi yoktu?

DIŞİŞLERİ’NE HOYRATLIK

LİYAKATIN en gerçek biçimde hayata geçirildiği gelenek ve kültüre sahip olan Dışişleri Bakanlığı’nın müsteşar yardımcılarıyla ilgili son kararnamesinin Cumhurbaşkanı tarafından geri çevrilmesini çok yadırgadım. Ama, dış politikada ülkemizin çok önemli ve geleceği tayin edici bir dönemden geçtiği şu günlerinde canımı en fazla Cumhurbaşkanı Sezer’in, kararının gerekçelerini açıklamaması sıkıyor. Dedikodu mekanizmasının kendilerini mesleklerinde kanıtlamış olan değerli diplomatlarımızı hırpalamasına seyirci kalmak mümkün değil. Bu suskunluk sadece Dışişleri Bakanlığı’na yönelik hoyratlığı yüreklendirmiyor, bugüne kadar verilen hizmetlerini de töhmet altında bıraktığı için Türkiye’yi sıkıntıya sokuyor.
Yazının Devamını Oku

Söz kapmak

16 Mart 2007
NE kadar kötü bir şey değil mi? Söz kapmak. Sıra gelmesini beklemeden söze dalmak. Ama söz size hiç düşmüyor, sıra hiç kendiliğinden size gelmiyorsa başka çareniz var mı? Bir ortak kadın deneyimidir bu.

Uluslararası bir toplantıda, enerji konusu tartışılırken, odadaki kadınların söz almak için sonuçsuz kalan birkaç girişimimden sonra, yanımdaki Fransız kadın diplomat kulağıma eğilip, "Hep bunlar konuşur, kadınlara sözü bırakmazlar" demişti.

İnsanların yarısının farkına varmadığı diğer yarısının hayatı içinde olan böyle evrensel bir kadın deneyimidir, söz kapmak zorunluluğu.

Dün kadın adayları destekleme derneği KADER, "Meclis’e girmek için erkek olmak şart mı" sloganıyla seçim kampanyasını başlattı.

Cumhuriyet’in kuruluşunda, parlamentosunda en faza sayıda kadın bulunan iki ülkeden biri iken bugün, sondan dördüncü durumda olan Türkiye açısından tarihi bir kampanya bu.

Bizim demokratikleşme ve modernleşme sürecimizin en etkili dinamiklerinden olan kadın hareketinin, medeni kanun ve ceza kanunu değişikliklerinde oynadıkları rolden sonra, siyasette daha fazla temsil edilmek için başlattıkları bu kampanyanın da yeni bir dönüm noktası olacağını düşünüyorum.

Ümit Boyner, Meltem Cumbul, Meral Okay, Lale Mansur gibi başarılı kadınların, cesaretle bu kampanyanın yüzü olmayı kabul etmeleri, kadınların söz ve temsil hakkı için taraf tutmaları çok önemli.

Bu örneklerin artması, bir türlü söz kapamayanlar açısından ne kadar değerli bir bilseniz.

* * *

CUMHURİYET
tarihimizde meclise girmiş olan erkek sayısı 8 bin 294 iken kadınların sayısı 166.

Bu konu açıldığında her zaman yanıt şudur: Yeterli sayıda siyasete hazır kadın aday bulamıyoruz.

Türk kadın hareketinin öncülerinden ve KADER’in ilk başkanı olan Şirin Tekeli, "Kadınların yüzde 80’i Meclis’te kadın görmek istiyor, kadın hazır, medya destekliyor, halk istiyor. Soruyorum size kadınların önünü ne kadar tıkayacaksınız" diyor.

Buna benzer bir soruyu geçen hafta Avrupa Parlamentosu’nda da duydum. Sosyalist Grubun toplantısında, parlamentodaki kadın sayısının yüzde 30’a ulaştığını söyleyen parlamenterler, amaçlarının bu oranı yüzde elli düzeyine getirmek olduğunu söylüyorlardı. Komisyondan yasal önlem alınmasını istiyorlar, kota tartışıyorlardı.

"Çalışan kazanır. Kadınlar da çalışsınlar erkeklerle rekabete girsinler" yaklaşımı kadınların toplumsal hayata katılım yollarını tıkamanın en etkili formülü.

Kota şart. Eşitlik sağlanana kadar pozitif ayrımcılık yapılmak zorunda. Ondan sonra gerçek rekabet ortamından söz etmek mümkün.

* * *

KADINLAR
dün seçim sath-ı mailine girdiler.

KADER Genel Başkanı Avukat Seyhan Ekşioğlu, önümüzdeki seçimlerde listelerin ön sıralarına kadın adaylara da yer verilmesi amacıyla başlattıkları kampanyaya büyük destek sağladıklarını anlattı.

Türkiye’yi kadınların siyasette en az temsil edildiği Avrupa ülkesi olmaktan -listenin sonunda- dünyada en az kadın parlamenterin bulunduğu sondan dördüncü ülke konumundan çıkartmak için bu mücadele.

Siyasi partiler, halkın yarısından gelen bu sesi duyacak mı?

Sözü kapmak zorunda bırakmadan kadınlara listelerde yer, siyasette söz sırası verilecek mi?

Göreceğiz.
Yazının Devamını Oku

Enerji pistinde tehlikeli dans

12 Mart 2007
1990’lar Hazar petrolünün batı pazarlarına nasıl çıkartılacağı tartışmalarıyla geçti. Bakü-Tiflis-Ceyhan hattı hayata geçene kadar enerji pistinde, hem siyasi hem de ekonomik açıdan büyük çekişmelere tanık olduk. İkibinlerin rekabet alanı Avrupa Birliği.

Avrupa’nın Rusya doğal gazına bağımlılığını azaltacak yeni projeleri kapsıyor bu oyun.

Rusya’nın Ukrayna’ya gönderdiği doğal gazı siyasi nedenlerle kesmesinden bu yana alternatif kaynak arayışında giren Avrupa, Hazar gazını Avrupa’ya taşıyacak 4.6 milyar dolarlık Nabucco projesine bel bağlamış durumda. Ama bu proje bir türlü start alamadı. Gecikiyor.

Avrupa Birliği- Türkiye ilişkilerinin tartışıldığı platformlarda, enerji konusunun giderek ön plana çıkması da bu yüzden.

Rus gazına bağımlılığı azaltacak bir projenin, enerji rekabetinin iyice kızıştığı bir dönemde öyle kolayca gerçekleşmesini beklemek saflık olur. Nitekim, iki yıl önce daha uygulanabilir gibi görünen bu proje ile ilgili iddialar, çekişmeler, pazarlıklar ve hesaplaşmalar önümüzdeki dönemde daha da kızışacak gibi duruyor.

* * *

HERHANGİ
bir boru hattı projesinin gerçekleşmesinde en önemli faktörlerden biri, içinden geçecek olan maddenin garanti edilmesidir.

Nabucco projesinde bu garanti başta İran gazıydı. Ama, nükleer faaliyeti yüzünden yaptırımlarla karşı karşıya kalan İran ile sorun aşılmadıkça bu mümkün değil.

Şimdi, Azerbaycan’ın Şahdeniz yataklarından çıkartılacak gaz ağırlık taşıyor. Ardından Türkmenistan gazının da buraya eklenebileceği öngörülüyor.

Rusya bu projeye karşı çıkıyor. Avrupa pazarındaki hissesini kaybetmek istemeyen Gazprom, böyle bir taahhütte bulunması halinde, Azerbaycan’a verdiği gazı keseceğini ima etti.

Türkmenistan gazının önce Şahdeniz’e oradan Türkiye üzerinden batıya taşınmasını öngören Trans-Hazar projesi de Rusya’nın engeliyle karşılaşıyor. Gazprom, bu ülkelerden ucuza aldığı gazı iki misline Avrupa’ya satma fırsatını kaptırmak istemiyor anlaşılır bir şekilde.

* * *

NABUCCO
’nun tek pürüzü bu değil.

Bazı gözlemciler, Türkiye’nin de son zamanlarda bu konuda ayak sürdüğünü düşünüyor.

Türkiye’den başlayıp, Bulgaristan, Romanya, Macaristan üzerinden geçip Avusturya’da son bulacak bir hattın, hem de Türkiye ile AB arasındaki en sağlam ortaklık noktalarından biri olacak böyle bir girişime neden Türkiye soğuk baksın?

Hayır soğuk değil. Ama örneğin Türkiye’yi Avrupa’da istemeyenlerin başını çekenlerden olan Avusturya ile, hiç bir şey yokmuşçasına sırf bu konuları oturup konuşmak kimsenin içinden gelmiyor anlaşılan.

* * *

TÜRKİYE
doğal gaz pazarının yüzde 65’ini elinde bulunduran Rusya da Nabucco’ya karşı, "Bluestream"in yanına Türkiye üzerinden güney Avrupa’ya yönelecek yeni "Southstream" doğal gaz boru hattı projesini öneriyor. ABD ise buna karşı. Rusya’nın enerji tekeli kurmasını istemiyor.

Rusya Devlet Başkanı Putin’in, Samsun-Ceyhan petrol boru hattını bypass etmek için Bulgaristan ve Yunanistan ile Burgaz-Dedeağaç boru hattı projesini imzalamak üzere bu hafta Yunanistan’a gitmesi, enerji pistinde paylaşım dansının büyük bir hızla sürdüğünü gösteriyor.

Enerji konusu Avrupa Birliği sürecinde, Türkiye’nin mutlaka en iyi biçimde yararlanması gereken bir kart.

Ancak, bu pist öyle kaygan ki, ayaklarının üzerinde durma kaygısıyla birinden kaçarken, diğer rakibin kucağında kendinizi bulabilirsiniz.
Yazının Devamını Oku

Brüksel kulislerinde dikkatimi çekenler

11 Mart 2007
ÖNCE İngiltere sonra Belçika’da bir haftalık Avrupa Birliği turlarım sırasında iki şey dikkatimi çekti. İlki, Avrupa-Türkiye ilişkilerindeki yeni parametreler.

İkincisi de Kıbrıslı Türklerin Avrupa kulislerine izlerinin düşmeye başlaması.

Avrupa Birliği kurumları, kamuoylarını Türkiye’nin üyeliği konusunda ikna edememenin sıkıntısını yaşıyor. Eski parametrelerle, bugüne kadar savunulan, "Türkiye’nin medeniyetler arası köprü rolü" gerekçesinin artık hiç etkileyici yanı kalmadı.

Artık Komisyon yetkililerinin, bugün nadasa yatırılmış gibi duran ilişkilerin canlandırılması gerektiğini söylerken iki noktayı ön plana çıkardıklarını fark ettim.

Türkiye ve Avrupa ekonomilerinin karşılıklı bağımlılığı. Bu bir.

Enerji meselesi ise iki.

***

ASLINDA
bunların neresi yeni diyebilirsiniz. Doğru. Bu noktalar her zaman Türkiye’nin artıları olarak gündeme geldi.

Ama Avrupa kamuoyu enerji konusu ile hiçbir zaman bugünkü kadar yüzyüze kalmamıştı.

Rusya’nın geçen yıl Ukrayna’ya giden doğal gazın vanasını kapatmasının arkasında siyasi nedenlerin bulunması, Avrupa’yı enerji bağımlılığını gözden geçirmeye yöneltti.

İhtiyacı olan doğalgaz kaynaklarını çeşitlendirmek sorusuna derhal yanıt bulmak zorunda olduğunu fark edince Türkiye’ye yeni bir gözle bakmaya başladı.

Geçen hafta sonu Sussex’te Wilton Park toplantısında konuşan bir Komisyon yetkilisinin, Türkiye ile Avrupa arasında şu anda güven sorunu olduğunu söyledikten sonra, "Ama aşmamız gerekiyor çünkü" diye başlayıp "ekonomik olarak karşılıklı bağımlılığımızın derinleşmesi çok önemli. Türkiye, enerji kaynağımızı çeşitlendirmemiz açısından da gerekli" diyerek sözünü noktalaması önemliydi.

Cuma günü Brüksel’de bir araya gelen Avrupa liderlerinin toplantısı da enerjinin, önümüzdeki dönemin en önemli gündem maddesi olduğunu doğruluyor.

Avrupa ile ilişkilerde enerji çok önemli yeni bir parametre olarak karşımıza çıkıyor. Bu konudaki eğilimleri, atılan adımları, tartışmaları ve keskin rekabeti yakından izlememiz gerekiyor.

***

HASAN Taçoy
Kıbrıs Ulusal Birlik Partisi, Özdil Nami ise Cumhuriyetçi Türk Partisi milletvekilleri. Brüksel ve Strasbourg’da Kıbrıs Türklerinin sesini duyurmak için çabalayan iki Kıbrıslı Türk’ün, faaliyetlerini dinlemiştim, kendilerini bu kez Brüksel’de gördüm. Kıbrıslı Türk milletvekillerinin de Avrupa Parlamentosu’nda temsil edilmeleri için kulis yapıyorlardı. Çok da başarılı olduklarını gördüm.

Rum Dışişleri Bakanı Lilikas da Brüksel’deydi ve bu hafta karara bağlanacak Kıbrıs Temas Grubu raporu öncesi, Kıbrıslı Türklerin taleplerinin dikkate alınmaması için o da karşı kulis yapmakla meşguldü. Rum milletvekilleri de Türklerin gözlemci sıfatı ile bile Parlamento’ya alınmamaları için kampanya yapıyorlar. Diğer üye ülkelerin parlamenterlerine mailler göndererek, adanın Türk işgali altında olduğunu, bu yüzden Türklerin dünyadan tecrit edildiklerini söylüyorlar. İzolasyonları Türkiye’nin işgaline bağlıyorlar.

"Eğer Türkler parlamentoya girerse, çözüm çabaları darbe yer" de diyorlar.

İki Türk milletvekilinin girişimlerinin ne kadar etkili olduğunu bu karşı kampanyanın dozu göstermiyor mu?

Bu durumu fark edince, Brüksel’de Kıbrıslı Türk gazetecilerin de bulunması gerektiğini aklımdan geçirdim. Hiç yok. Temsilcilik açılması gazeteler için bu kadar zor mu? Avrupalı parlamenterlere Kıbrıs Türkleriyle ilgili sorular hep Türk gazeteciler tarafından yöneltiliyor. Bu da Rumların vermek istediği "Türkiye’nin vesayeti atındaki toplum" görüntüsünü güçlendiriyor.

Avrupa süreci duraklama dönemini yaşasa da, Alman Parlamenter Vural Öger’in dediği gibi, "Bu kadar insan, sorunlara çözüm ararken Avrupa dağılmaz. Avrupa yolunda yürüyor."
Yazının Devamını Oku

Avrupa Parlamentosu’nda kadınlar buluşması

9 Mart 2007
BRÜKSEL<br><br>BUGÜN Nawal El Saddawi, yetmişin üzerindeki yaşının yorgunluğuna rağmen elinde bavulları upuzun bir yola çıkmak zorunda. Mısırlı feminist, insan hakları savunucusu, eski parlamenter, kadın sünnetine yazdıklarıyla dikkati çeken, sosyalist, tanınmış edebiyatçı Nawal El Saddawi, son kitabı nedeniyle El Ezher Üniversitesi tarafından "günahkar" ilan edilmiş.

"Alimler", Saddawi’nin çok ciddi biçimde cezalandırılmasını istiyorlar.

"Bunun anlamı ölüm" diyor Saddawi.

Brüksel’de Avrupa Parlamentosu’nda Sosyalist Grup ile birlikte TÜSİAD ve Türkiye Kadın Girişimciler Derneği KAGİDER’in düzenlediği ve Türk kadınlarının Avrupa yolundaki adımlarının tartışıldığı toplantıyı izledik. Ardından da Avrupalı Sosyalist kadınların toplantısında Saddawi’yi dinliyoruz.

"Büyükannem bana Allah’ın, adalet-sevgi-özgürlük olduğunu anlatırdı. Ben de bir oyun yazdım, İki Tanrı var oyunda; biri büyükannemin tanrısı diğeri ideolojilerin tanrıları. Oyunumda dogmaları eleştirdim. Bu dogmaların hedefi kadınlar. Şimdi kitabımı haksızlıklarını haklı çıkartmak için kullanmak istiyorlar. Gidiyorum. Ülkemi terk ediyorum. Mahkemenin adil olacağına güvensem teslim olurum. Ama öyle olmayacağını biliyorum. Çünkü bu, yaratıcı düşünceye karşı açılmış bir dava."

Avrupa Parlamentosu’nda yankılanan Saddawi’nin sesini yükseltiyor: "Burada uluslararası bir mahkeme kurulsun ve bağımsız hakimler, yazarlar, bilim adamları beni yargılasın."

Saddawi, destek istiyor, dogmatizme, önce kadınları hedef alan taassuba, yaratıcılığa tahammülsüzlüğe karşı yardım istiyor. Geçen ay Kahire kitap fuarında kitapları toplanarak yakılan karşımdaki bembeyaz saçlı küçük kadın, bileklerini üst üste koyuyor: "Nerede olursam olayım eğer karar verilirse beni kaçırtıp mahkemeye çıkartabilirler."

Avrupa Parlamentosu Sosyalist Grubu, Komisyon Başkanı Barroso’ya konuyu aktaracak. Parlamento, Nawal Saddawi’ye yönelik baskıların durdurulması için Mısır Hükümeti’ne çağrıda bulunacak.

Saddawi’yi bırakmamalıyız. Düşünce özgürlüğü, inanç özgürlüğü, kadın dayanışması adına, Türkiye’nin desteğini vermeliyiz.

* * *

AVRUPA
Parlamentosu, Roma antlaşmasının 50’nci yılında 8 Mart’ı "Eşitliği yakalamak. 50/50" sloganıyla kutluyor. Bu kutlamalar arasında Türk kadınları da kendi eşitlik mücadelelerini anlattılar.

Avrupa Parlamentosu’nda bu yıl ikincisi yapılan toplantı, Avrupa Komisyonu Sosyal Politikalar ve İstihdam konularıyla ilgili komiseri Vladimir Spidla’nın katılmasıyla daha da dikkat çekti.

Hollandalı Sosyalist Parlamenter ve Türkiye’deki kadınların durumuyla ilgili olarak Parlamento’nun raportörlüğünü yapan Emine Bozkurt, Türkiye’deki kadın haklarındaki gelişmeyi, Türkiye ve Avrupa Birliği arasındaki etkin ve kararlı işbirliğinin güzel bir örneği olarak niteledi. .

AKP’den Nükhet Hotar Göksel, TÜSİAD Kadın Erkek Eşitliği Komitesi Başkanı Feryal Menemenli, KAGİDER’den Gülseren Onanç, KA-MER’den Nebahat Akkoç, BM’nin Türkiye’de kadınların eğitim ve toplumsal hayata katılım projeleri sorumlusu Meltem Ağduk ve Ankara Üniversitesi Kadın Çalışmaları Araştırma Merkezi’nden aynı zamanda Avrupa Kadın Lobisi Yönetim Kurulu üyesi Selma Acuner, Türkiye’de kadının durumuyla ilgili bilgiler verdiler. Özellikle eğitim ve aile içi şiddete karşı Türkiye’de hükümet ve sivil toplumun yaptıkları, kampanyaların yaygınlığı, Avrupa’nın birçok ülkesinin önündeydi.

Onların buna ihtiyacı yok diye düşünmeyin. Çünkü Avrupalı parlamenterler ve kadın areketi temsilcileri Avrupa’da aile içi şiddetin yeniden yükselmeye başladığını söylediler. Buna karşı hem ulusal seviyede hem de Avrupa Birliği’nde yasal önlemler alınmasını istediler. Komisyon Başkanı Barroso’nun dikkatini çektiler.
Yazının Devamını Oku