Ferai Tınç

İlk isyan

28 Aralık 2003
<B>ALMAN</B> Hıristiyan Demokrat Parti'nin gençlik kolları lideri, 23 yaşındaki tarih öğrencisi <B>Philipp Missfelder</B>, <B>‘‘Yaşlılar, ülkenin mali kaynaklarını kurutuyorlar’’</B> deyince ortalık karıştı karışmasına ama bizi de ilgilendiren çok önemli bir sorun gündeme oturdu. Avrupa'nın ‘‘yaşlılık’’ sorununu bencilce ama gerçekçi bir biçimde dile getiren Missfelder, ‘‘İhtiyaç olsa da olmasa da iki günde bir doktora gidiyorlar. Her vizite için ceplerinden 10 Euro çıkacak olsaydı, evlerinde otururlardı’’ demekle kalmadı, 80 yaşın üstündekilerin devletin cebinden kalça ameliyatı olacaklarına, eskisi gibi baston kullanarak, idare etmelerini istedi.

Önümüzdeki yıl seçimlere hazırlanan Hıristiyan Demokratlar açısından, bu çıkış hiç de iyi bir şey değildi. Ne de olsa ihtiyar Almanya'da, hükümetleri ihtiyarların oyları belirliyordu.

Doğrusu ben, bu sesin ne zaman çıkacağını merak ediyordum.

Hem gençliği, büyük bir oburlukla kavram olarak tüketeceksiniz;

Evde, sokakta, işte, eğlencede en ‘‘çok satan’’ ve ‘‘sattıran’’ sihir olarak kullanacaksınız;

Hem de gençler için hiçbir gelecek vaadiniz olmayacak.

İş başvuruları havada kaldıkça, çifter çifter mastırlar, doktoralarla şans zorlanacak;

Aşırı donanımlı işsizler ordusunun toplum kenarı neferleri olarak, kendilerine yer açılmasını bekleyecekler.

Ama, emeklilik harcamaları bütçelere bir türlü uydurulamayacak ve emeklilik yaşları sürekli yukarı çekildiğinden, onlara da bir türlü yer açılmayacak.

İş bulduklarında ise vergilerinin büyük bir kısmı emeklilerin giderleri için harcanacak.

Ölüm tehditleri alan, korumalarla gezmek zorunda kalan Missfelder de neden böyle söylediğini açıklarken, ‘‘Biz onların her şeyini ödüyoruz, ama biz yaşlanınca hiçbir ihtiyacımız karşılanamayacak’’ diyor.

* * *

BU Avrupalı gençlerin ilk isyanı.

Genç nüfuslu Türkiye açısından da çok dikkatle izlenmesi gereken bir ‘‘fırsat’’.

Avrupa yaşlandı. Devletler, para ile çocuk doğurmayı teşvik etse bile gençler, işlerini ve geleceklerini garanti altına almadan evlenmeye bile yanaşmıyorlar.

Türkiye ise genç nüfusa sahip bir ülke.

Bunun olumsuz yanı Türk gençlerinin istihdam gücü sürekli düşen Avrupa için rakip olarak görülmesi.

Ama olumlu yanı da var. Avrupa'da yaşlıların ekonomik yükünü taşıyacak genç nüfusa ihtiyaç artıyor. Bu noktada açılacak boşluğu Türkiye doldurabilir.

Altmışlardaki gibi bilek gücüyle değil tabii ki. Eğitimiyle, yaratıcılığıyla Avrupa'ya katkıda bulunabilecek düzeyde genç nüfusuyla.

* * *

BATILILAŞMA yürüyüşümüzün en önemli aşamalarından birinin arifesinde, Avrupa'yı anlamak, bizim açımızdan çok önemli. Bizi almazlar, ya da alırlar kestirmeciliğine kapılmadan, kendi değişimimizi gerçekleştirirken, Avrupa'ya katkıda bulunabileceğimiz özellikleri de netleştirip, savunmalıyız. Genç nüfusumuz gibi. Gençlere yatırımı arttırarak tabii ki.
Yazının Devamını Oku

Yüzünü saklayan adam

26 Aralık 2003
<B>GAZETENİN</B> ilk sayfasındaki bu beyefendi yüzünü neden şapkasıyla saklıyor? Kendini neden gizlemek istiyor?

Kötü bir şey yapmış besbelli.

Dünkü Vatan Gazetesi'nde gördüğüm resim, kadınların tecavüz suçlarının caydırıcı biçimde cezalandırılması talebini gerçekçi bulmayan Adalet Bakanlığı yetkilisine ait.

‘‘Kimse bakire olmayan biriyle evlenmek istemez. Bekareti bozulduysa, (tecavüzcü ) onunla evlenmeli. Evlenince de cezadan kurtulmalı’’ diyen Hukuk Profesörü Doğan Soyaslan'a.

* * *

Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in danışmanı Soyaslan, tecavüz suçunun, hafifletici hiçbir nedeni olamayacağını yazan arkadaşımız, Vatan Gazetesi yazarı Ruhat Mengi aleyhine açtığı dava nedeniyle önceki gün duruşmaya giderken yüzünü şapkasıyla kapatmış.

Mengi'yi desteklemek için duruşmayı izlemeye gelen, kadın politikacılar ve sivil toplum temsilcilerinin önünden geçerken yüzünü gizlemek durumunda kalan profesörün hali, kadınlarla ilgili düşüncelerinin savunulacak tarafı olmadığının kanıtı.

Kadını birey olarak kabul etmeyen; ailenin, toplumun malı olarak değerlendiren bu anlayışı değiştirmek kolay değil.

Ama bunu değiştirmeden de uygarlıktan söz etmek olanaksız.

O zaman biz de, insan içine çıktığında yüzünü gizlemek durumunda kalan bir toplum haline döneriz.

Kendi arasında haklılığından hiç şüphe etmeyen ama şapkamızın arkasına gizlenerek yaşamak zorunda kalan bir toplum.

Neyse ki kadınlar artık seslerini yükseltiyor. Bu sayede, düne kadar bize olağan gelen bir çok anlayışın, inancın, kabullenişin aslında hiç de doğal olmadığını görmeye başlıyor insanlar.

* * *

Zorbalığın, şiddetin, tecavüzün hiç bir hafifletici nedeni bulunamayacağını, evliliğin suçluyu kurtaramayacağını, küçük çocuklara yönelik cinsel eylemlerde 'rıza'nın söz konusu olamayacağını, sivil toplum örgütlerinin, siyasilerin, her çevreden kadınların uyarıları, itirazları sayesinde daha fazla insan görüyor artık.

Türk Ceza Kanunu, sadece kadınları değil, çok geniş bir kesimi ilgilendiriyor. Ama, kadınlar dışında kimseden çıt yok.

İyi ki bu ülkenin kadınları var.

GÜNEYDOĞU EKSPRES

Güneydoğu'da yeni bir gazete dünden itibaren yayın hayatına başladı. Adı, Güneydoğu Ekspres. Başında, deneyimli gazeteci Naci Sapan var. Bu bölgede görev yapan arkadaşlarım, bizim mesleğin en ağır yüklerini taşıyanların başında gelir. Terör dönemlerinin ve Irak'taki iki savaşın esas yükünü gazeteci olarak onlar çekti. Güneydoğu, çok önemli bir değişim döneminden geçiyor. Bir yandan Irak'taki gelişmeler, öte yandan Türkiye'nin demokratikleşme adımları bu bölgenin önemini arttırıyor. Keşke ulusal gazeteler bu gelişmelere daha fazla yer ayırabilseler. Güneydoğu Ekspres bu eksiği kapatmayı amaçlıyor. ‘‘Demokratik, tarafsız, ev kadınından bürokratına kadar herkesin kendisini bulabileceği bir bölge gazetesi yapıyoruz’’ diyor Sapan. Kendilerine başarı diliyorum.
Yazının Devamını Oku

Hamle zamanı

22 Aralık 2003
<B>KIBRIS</B>'ta seçimlerin üzerinden tam bir hafta geçti. Ortaya çıkan ‘‘karışık’’ tabloda şimdilik hiçbir değişiklik yok. Olamaz da çünkü, yeni bir döneme kapıları aralama sorumluluğunu üzerine alarak adım atmaya hazır kimse yok ortada.

Başbakan Tayyip Erdoğan'ın, Orta Asya'nın içlerinden gelen sesi de doğrusu buralarda pek duyulmuyor.

Nabız yoklama amaçlı peşrev politikaları zamanı çoktan geçti.

Ankara, Denktaş ile bir an önce oturup bu meseleler konuşmalı ve yeni hükümetin oluşumu için adımlar atılmalı. Bu da, ne yapılacağı konusunda asgari bir görüş sahasının yaratılmasını gerektiriyor.

* * *

KIBRIS'ta yeni bir döneme hazırlanırken, mutlaka Avrupa hedefini göz önünde tutmak gerekmiyor.

Avrupa'nın olumsuz tavırlarını öne çıkartarak, Kıbrıs'ta çözümsüzlük seçeneğine sahip olunduğu gibi bir yanlışa sürüklenmekte olduğumuzu görüyorum.

Mümkün değil.

Kendimizi, bu bağlantı içine hapsederek, ‘‘ya Kıbrıs, ya Avrupa’’ denkleminin dışına çıkamazsak, hareket alanımızı daha da daraltma riski ile karşı karşıya kalırız.

Avrupa Birliği olmasa da, Türkiye bu sorunu çözmek zorunda.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin gündeminde Kıbrıs sorunu her zamanki yerini koruyor. Hazırlanan raporlarda, Türkiye sürekli sanık koltuğunda.

Bu durumu aşmak zorundayız.

* * *

AVRUPA Birliği denklemde yokken de, bu sorunu çözme yükümlülüğü ile karşı karşıya değil miydik?

Bunun ciddi bir sorumluluk olduğunu hatırlatanlara, sadece hamaset ile diplomasinin yapılabileceğini sananlar, en aşağılık suçlamaları yönelterek işi kapatabilecekleri rüyasına kapıldılar.

Bugün, geldiğimiz noktaya bakın. Rumlara toprak tazminatı ödeme; karşılığında bir hiçbir şey almadan sınır açma jestleri; Maraş'ı iade önerileri; Yani sıkışıklık nedeniyle adım atma zorunluluğu.

İşte bu çıkmaz, ‘‘hamasetçi’’lerin öngördüğü siyasetlerin bizi taşıdığı yerdir.

30 yıldan beri, ‘‘haklı olduğumuzu bir türlü anlatamıyoruz. Daha sert davranmalıyız’’ diye öfkelenenlerin, suçu önce kendilerinde aramaları gerekmez mi?

Bugüne kadar izlediğiniz politikalar, eğer sizi müttefiksiz bıraktıysa, giderek köşeye sıkıştırdıysa bu başarısızlığın nedenini aramadan yola devam edemezsiniz.

Siz aramasanız bile, biz arayacağız; Kusura bakmayın.

* * *

ANNAN planı, Birleşmiş Milletler tarafından hazırlanarak ortaya konan bir plan. Türkiye'nin Avrupa Birliği perspektifini de dikkate alıyor. Örneğin, asker çekme ve Türkiye'den giden nüfus ile ilgili tasarruflar bu çerçeve içinde.

Ayrıca, anlaşmanın hayata geçmesi için sadece tarafların imzası ve iki taraf ta da yapılacak referandumlar yeterli değil. Anlaşmanın, Türkiye de dahil tüm garantör ülkelerin parlamentoları tarafından kabul edilmesi gerekiyor. Bu imzalar tamamlanmadan anlaşma geçerli olmuyor.

Yani, sonuca hepimizin iradesi yansıyacak.

Nabız yoklama zamanı geçti. Şimdi liderlik ve diplomatik başarı gösterme zamanı. ‘‘Ben liderim’’ diyen herkesten beklenen bu.
Yazının Devamını Oku

Fitne

21 Aralık 2003
<B>MÜSLÜMAN</B> feminist <B>Kasım Amin</B>, 1928 yılında Kahire'de yayınlanan <B>‘‘Kadınların kurtuluşu’’</B> adlı kitabında, kadınların toplumdan soyutlanmaktan hoşlanmadıklarını, <B>‘‘fitne’’</B>den korktukları için bu kurala uyduklarını söyler. Fitnenin bilinen karşılığı, karışıklık. Ama Arapça'da, güzel kadın anlamına geliyor.

Bu güzellik, erkekleri baştan çıkartarak karışıklığa yol açacak bir potansiyele sahip görüldüğü için bugünkü, olumsuz anlamını yükleniyor. Fitne, kadınların yarattığı cinsel düzensizliğin sonucu olan kaos.

Yeni çıkan bir kitapta rastladım bu bilgiye. Kitap çok ilginç. Adı Müslüman Toplumlarda Kadın ve Cinsellik. Çeşitli İslam ülkelerinden kadın araştırmacıların makalelerine yer veren kitap, Kadının İnsan Hakları-Yeni Çözümler Vakfı'nın girişimiyle Müslüman kadınlar arasında oluşturulan bir girişimin sonucu ortaya çıktı. Derleyen, vakfın kurucusu Psikolog Pınar İlkkaracan. Ben iki yıl önce kitabın İngilizce olan ilk baskısını okuduğumda da çok etkilenmiştim.

Asya'dan Afrika'ya kadar uzanan Müslüman coğrafyada, ‘‘İslamiyet’’e atfedilen birçok uygulamanın kökeninde, yerel kültürlerin yattığını ortaya koyuyordu kitapta yer alan değişik makaleler.

Örneğin, Sahra'nın güneyinde erkekler sadece gözlerini açıkta bırakacak biçimde örtülüyken, kadınlar açık geziyorlardı ve Ortadoğu ve Asya'daki Müslüman kadınlara göre cinsellikleriyle barışıktılar.

Faslı sosyolog Fatima Mernissi, ‘‘İslamda Aktif Kadın Cinselliği Anlayışı’’ başlıklı makalesinde Kasım Amin'den örnek verirken, soruyor: ‘‘İslam neden fitneden korkuyor?’’ Yanıtını Gazali'ye dayanarak veriyor; Medeniyet, kadınların her şeyi hükmü altına alan gücünü kontrol etme mücadelesidir. Kadınlar, erkeklerin sosyal ve dini görevlerini yerine getirmelerine engel olmamaları için kontrol edilmelidirler.

* * *

AFGANİSTAN, haziran ayında seçimlere gidebilmek için anayasasını hazırlıyor. Hafta başında, toplanan Meclis'te en büyük kavga kadın hakları konusunda koptu.

Anayasaya, ‘‘Afganistan bir İslam devletidir ve şeriat ile yönetilir’’ tanımlamasını sokmak isteyen bir grup, insan hakları ve kadın hakları konularının ayrıca ele alınmasına karşı çıktılar. Fakat ilk kavga, başkan yardımcılıklarının seçiminde çıktı. Başkan'ın üç yardımcısının da erkeklerden seçilmesi üzerine, 500 kişilik Meclis'te 100 üyeye sahip olan kadınlar isyan ettiler.

Başkan Sebaghatullah Mocadeddi'nin, kadınları bastırmak için ileri sürdüğü gerekçe ortalığı daha da karıştırdı. ‘‘Allah nezdinde bile eşit değilsiniz’’ dedi Mocadeddi, ‘‘İslamiyete göre, 2 kadın 1 erkek eder.’’

İşte o anda öyle bir ‘‘fitne’’ yaratıldı ki, başkan yardımcılıkları dörde çıkartıldı ve kadınlar da bir temsilci gönderdiler anayasa çalışmalarına.

Sadece Afganistan'da değil. Benzeri sorunlar Irak'ın yeni Anayasası hazırlanırken de yaşanıyor. Orada da en sıkıntılı konu kadın hakları.

* * *

PINAR İlkkaracan, yukarıda sözünü ettiğim kitaptaki makalesinde, ‘‘Türkiye de dahil olmak üzere, Müslüman toplumların büyük bir çoğunluğunda, kadınların bedenlerini ve cinselliklerini kendilerine değil, aileye, aşirete ya da topluma ait gören erkek egemen bir anlayış hakim. Bu, geleneklere göreneklere olduğu kadar yasalara , devlet politikalarına da yansıyor ve Müslüman toplumlarda en yaygın olarak gerçekleşen insan hakları ihlallerine de yol açıyor’’ diyor.

Kadın hakları, Müslüman coğrafyanın, demokratikleşme sürecinin en gerçek göstergesi olacak.

Kadınların eşitliğini içlerine sindirebildikleri kadar demokratikleşecekler ve gelişecekler.

Fitneden kurtulup, güzelliğe varmanın başka yolu yok.
Yazının Devamını Oku

Bize de baharda tarih verilmeli

19 Aralık 2003
<B>BRÜKSEL</B> Zirvesi'nde kabul edilen Başkanlık açıklamasını dikkatle okuyorum. Genişleme sürecini ilgilendiren hayati kararların zaman sınırı 2004, Bahar Zirvesi.

Bulgaristan ve Romanya 2007'de tam üyeliğe hazır olabilecekler mi?

Bu konuda Komisyon'dan görüş bekleniyor. Ne zaman?

2004 Bahar Zirvesi'nde.

Hırvatistan'ın tam üyelik başvurusu ile ilgili olarak Komisyon görüş bildirmeli. Ne zaman?

2004 Bahar Zirvesi'nde.

Bosna ve Hersek, Sırbistan ve Karadağ Cumhuriyeti, Makedonya, Arnavutluk, yani Batı Balkanlar ile birlik yolunda daha ileri adımlar atılması için karar verilecek. Ne zaman?

2004 Bahar Zirvesi'nde.

Avrupa Birliği yeni üyelerle katılım anlaşmasını ne zaman imzalayacak?

1 Mayıs 2004'de.

Kıbrıs meselesi ne zamana kadar çözülmeli?

Mayıs 2004.

Avrupa Birliği'nin geleceğiyle ilgili kritik kararların Bahar Zirvesi'nde verilecek olmasının en önemli nedeni, Komisyon'un görev süresinin doluyor olması. Bu tarihten sonra, parlamento seçimleri ve yeni komisyonun oluşumu ile uğraşacak Avrupa.

Türkiye ile ilgili karar, işte bu, ayağının tozuyla masaya oturacak olan yeni Komisyon'a bırakılıyor.

Onun esas görevi ise artık genişleme değil, ‘‘ekonomi’’ ve yeni bütçeyi hazırlamak olacak.

* * *

BRÜKSEL Zirvesi, Avrupa Birliği'nin genişleme politikaları açısından tam bir fiyasko ile sonuçlanırken, bu hafta başında bizi de ilgilendiren çok önemli bir gelişme oldu.

Fransa ve Almanya'nın liderlerinin imzasını taşıyan bir mektup gitti Komisyon Başkanı Prodi'ye.

İngiltere, Avusturya, İsveç ve Hollanda'nın da katıldığı bu mektupta, Avrupa Birliği bütçesine en büyük katkıyı sağlayan ‘‘Altılar’’, Avrupa bütçesinin genişletilmesine karşı çıktılar. Harcamaların, bugüne kadar olduğu gibi Avrupa'nın gayri safi hasılasının yüzde biri oranında muhafaza edilmesini istediler.

Bu bütçe, 2007 ile 2013 arasında yürürlükte olacak. Altılar'ın yaklaşımının yol açacağı sonuç açık; Fonların kısılması ve yeni üyelerin sıkıntıya düşmesi demek. Zaten Prodi de, yüzde bir ile Avrupa Birliği'nin amaçladığı hiçbir hedefin gerçekleşemeyeceğini söyledi.

Altılar, Avrupa vizyonunu sabote eden başta Polonya ve bölgeler arası eşitsizlikleri nedeniyle hala yüksek miktarda Avrupa fonuna ihtiyaç duyan İspanya'yı cezalandırdılar belki, ama bu aynı zamanda Avrupalı zenginlerin eskisi kadar para vermek istemediklerini de gösteriyor ortak bütçeye.

Türkiye'ye net ve cesaretlendirici mesaj verilmemesinin çok önemli bir nedeni de bu.

Türkiye ile ilgili bölümde yer alan ve sık rastlamadığımız ‘‘Türkiye, makro ekonomik dengesizliklerin ve yapısal yetersizliklerin de üstesinden gelmelidir’’ ifadesi, Avrupa'nın Türkiye ile ilgili katılım sürecinde, yeni ekonomik durumunu da göz önüne aldığını yansıtıyor.

* * *

AVRUPA, genişlemeyle ilgili kritik kararlarını 2004 Bahar Zirvesi'nde alacak. Kıbrıs için de durum aynı. 1 Mayıs 2004'e kadar Kıbrıs Türklerinden ve Türkiye'den ‘‘çözüm’’ bekleniyor.

Bütün bunları göz önüne alarak diyorum ki Avrupa, Türkiye ile müzakerelere başlama kararını da 2004 Bahar Zirvesi'nde vermeli. Yoksa bu iş tavsar. Hem orada, hem burada.
Yazının Devamını Oku

Kıbrıslı Türkler orta yolu buldu

15 Aralık 2003
<B> LEFKOŞA<br><br></B>BUGÜN, Türkiye ve Kıbrıs'ın kaderinde önemli bir gün. Yeni bir başlangıç günü. Bu seçimin bana göre en önemli sonucu, Kıbrıs Türk halkının şeffaf, adil ve demokratik bir seçimi başarıyla gerçekleştirmesiydi.

'Tanınmayan bir devletin tanınmayan halkı', çok çekişmeli geçen bir seçim döneminden sonra tam orta noktada buluştu.

Katılımın yüzde 90 civarında olması, gerçekten de bu seçime bir referandum niteliği kazandırmıştı.

Ama bu referandumda, ne iktidar güçlerinin 'çözümsüzlük' yaklaşımı, ne de muhalefetin 'tam gaz Avrupa' hedefi halktan tam destek aldı.

Bana göre sonuçların mesajı 'dengeli bir değişim' isteği.

Günlerden beri izlediğimi aktarırken yineliyorum, KKTC'de herkes 'değişim' istiyor ama 'değişiklik ve çözümden'herkes aynı şeyi anlamıyor. Yine de, beklentiler farklı olsa da sonuçlar, 'statüko' nun duvarlarını çatlattı.

* * *

KIBRIS mayıs ayında, kendi gelişimini tamamlayamamış bir birliğin, Avrupa Birliği'nin üyesi oluyor.

Halk bu sürecin dışında kalmak istemiyor. Ama öte yandan Avrupa'nın geleceği, Türkiye'nin AB ile ilişkilerinin yönü, Türk-Yunan ilişkilerinin gelişimi gibi birçok bilinmezin bir arada var olduğu bir ortamda, acele değişim adımları atmanın kolay olmayacağını da görmek gerekiyor.

* * *

O nedenle, hem halkın ekonomik sorunlarını çözecek, hem de Türklerin yalnızlığını kıracak yaratıcı politikalar üretme sorumluluğu bekliyor yeni hükümeti.

KIBRIS'ta, bugüne kadar birçok seçim izledim ama böylesini daha önce görmemiştim. Meydanlarda Türkülerle dans eden; Türk, KKTC ve Avrupa bayraklarına sarınarak meydanlara fırlayan; siyasete ağırlık koymak isteyen Kıbrıs Türk gençliğinin kendi kimliklerine düşkünlükleri konusunda, babaları ve dedelerinden aslında hiç de farkları olmadığını bu kadar net görmemiştim. Değişim isteğinin bu kadar güçlendiğini de.

* * *

AMA, seçim sonuçlarındaki dengeyi siyasilerin de iyi algılaması gerekiyor. Sonuçlar, 'uzlaşma' çağrısı yapıyor bana göre.

Hiçbir taraf, kendi doğrusunu sonuna kadar dayatamaz bu tabloya göre. Ne Cumhurbaşkanı Denktaş'ın, muhalefete başbakanlık görevini vermek için öne sürdüğü şartlarda ısrarı mümkün, ne de CTP Lideri Mehmet Ali Talat'ın, 'iktidara gelirsek, görüşmeciyi değiştireceğim' iddiasını sürdürmesi.

Bugün, Kıbrıs'ta yeni bir dönemin ilk sayfası açılıyor önümüze. Yeni politikaların hayata geçirilebilmesi için dileğim, seçim öncesi rekabetin, suçlamaların, dedikoduların bıçakla kesilir gibi kesilmesi ve Kıbrıs Türklerinin işbirliği ve ittifak ruhunu öne çıkartarak, değişim politikalarını birlikte üretmek ve hayata geçirmek için, yeni bir seferberlik başlatmaları.
Yazının Devamını Oku

Verheugen'e şeffaflık yanıtı

14 Aralık 2003
<B> LEFKOŞA<br><br>'İSTİYORUZ. Çözüm istiyoruz. Avrupa Birliği'ni istiyoruz. Ama buraya Rum gelmesin istiyoruz. Onlar orada, biz burada yaşayalım istiyoruz.'</B> İstanbul'dan kalkan KKTC Hava Yolları uçağı 10 saat rötar yapınca, önceki akşam son mitinglere zor yetiştim.

Serdar Denktaş'ın liderliğindeki Demokrat Parti Atatürk Meydanı'nda, Mustafa Akıncı'nın başkanlığındaki Barış ve Demokrasi Hareketi'nin mitingi ise İnönü Meydanı'ndaydı.

Meydanlardan yükselen konuşmalardaki keskin rekabet zıtlığa karşın, iki meydanı birleştiren Girne Caddesi'nde birbirlerine karışan taraftarlarla konuşunca aldığım yanıt buydu. Çözüm olsun, Avrupa Birliği olsun, ama Rumlar güneyde, biz kuzeyde yaşamaya devam edelim.

İktidardaki UBP'nin, Saray Otel'in üzerinden yükselen kırmızı ışıklı dev balonundaki slogan, aslında söylemler farklı olsa da tüm partilerin ve Kıbrıslı Türklerin paylaştığı bu duyguyu iyi özetliyordu. 'Kaybederek değil kazanarak AB'

Ne istediğini sorduğum Güzelyurtlu genç garsonun 'Benim isteğim karışık' demesi gibi, evdeki pirinçten olmadan Dimyat'a pirince gitme duygusuydu benim genelde karşılaştığım.

* * *

SON ana kadar süren bu belirsizlik seçim sonuçlarına ilişkin tahmini imkansız kılıyor. Ama net olan birşey var, seçimlere gölge düşmemesi için Kıbrıs Türkleri'nin gösterdiği gayret. KKTC seçimleri, Yüksek Hakimler Kurulu tarafından düzenleniyor. Bu kurulun başkanı olan Taner Erginel, Seçim Kurulu'na da başkanlık yapıyor. Dün sabah, Yüksek Mahkeme'de kendisini ziyaretimde, 'Seçimleri biz düzenliyoruz. Biz tamamen bağımsızız. Hükümet tarafından atanmayız, Yüksek Adliye Kurulu, yani hakim arkadaşlar arasından seçiliriz' diyor Erginel, 'Seçimlerimiz demokratik, şeffaf ve adil olacaktır.'

* * *

YÜKSEK Mahkeme Başkanı Taner Erginel'in, bu sözleri, KKTC 'nin adil bir seçim gerçekleştiremeyeceğini on gün önce ilan eden Avrupa Birliği'nin Genişlemeden sorumlu Komiseri Günter Verheugen'e yanıt mı?

'Evet, benim yanıtım bu. Seçime gölge düşmemesi için, tüm kayıtları açık tuttuk. Listeler kesinleştikten sonra da arzu edenlerin araştırma yapmaya devam edebileceklerini, sonradan vatandaş olanlar varsa bunları saptayabileceklerini söyledik. Yasaya aykırı bir oy verme durumu olduğu takdirde bu durum görülmekte olan Yüksek İdare Mahkemesi'ne getirilebilecek. Bu araştırma seçimden sonra da devam edecek. Seçime gölge düşmemesi için elimizden gelen her şeyi yapmış bulunuyoruz.'

Britanya Helsinki İnsan Hakları Örgütü, Norveç Oslo Üniversitesi, Almanya, Türkiye ve değişik ülkelerden gelen gözlemciler de seçimleri mercek altına almış durumdalar. Seçim Kurulu'ndan aldıkları bilgiler ışığında ilk izlenimler olumlu.

Türklerin, Rumların, Türkiye'nin ve hatta Avrupa'nın kaderini de etkileyecek olan bu seçimlerin şeffaflığı, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin demokratik olgunluk seviyesinin kanıtı olacak dünyaya. Bugün gözler Afrodit'in doğduğu bu güzel Ada'nın kuzeyinde.
Yazının Devamını Oku

Güvenlik sıkıntıları

12 Aralık 2003
<B>GÜNDEMDE </B>Kıbrıs seçimleri, Avrupa Zirvesi var. Ama bu kader günlerinin yoğun gündemi arasında kaybolmasına göz yummak istemediğim çok önemli bir konuya dikkatinizi çekmek istiyorum bugün. Bugün başlayan AB Zirvesi'nde kabul edilmesi beklenen Avrupa Anayasası'nın güvenlik ile ilgili paragraflarının önemini, iki gün süren önemli bir toplantıya katılmasaydım gözden kaçırabilirdim.

Türk Atlantik Konseyi'nin, Antalya'da düzenlediği 13. Uluslararası Güvenlik ve İşbirliği Konferansı'nda, Genelkurmay Plan ve Prensipler Dairesi Başkanı Korgeneral Aydoğan Babaoğlu, dikkat çekici bir konuşma yaptı.

NATO'nun geleceğinin en geniş biçimde tartışıldığı bugünlerde, ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell'ın, geçen hafta Brüksel'de düzenlenen NATO Dışişleri Bakanları toplantısında yaptığı bir uyarıyı da anımsayınca sözünü ettiğim konuşma daha da önem kazanıyor. Yeni bir gelişmeye dikkat çekiyor.

Powell, Avrupa Birliği'ni NATO'ya eşdeğer bir ikinci güvenlik örgütlenmesine gitmeme konusunda uyarmıştı. Çünkü Avrupa Birliği'nin bazı üyeleri Avrupa'da yeni bir şemsiye savunma örgütü önerisini ciddi biçimde inceliyorlar.

* * *

KORGENERAL Babaoğlu, konuşmasında Türkiye'nin, NATO-Avrupa ilişkilerinin bazı evrelerinde AB üyesi olmadığı için ‘‘dışlandığı’’ na dikkat çekti.‘‘Türkiye, bir NATO üyesi olarak Avrupa Birliği mekanizmalarında katılabilmeli...'öteki' şeklinde sınıflandırılmamalıdır’’ dedi.

Avrupa Birliği üyesi olmayan NATO üyelerinin, güvenlik düzenlemelerinin dışında bırakılmaması gerektiğinin altı çizilen konuşmadan da anlaşıldığı gibi NATO ile Avrupa Birliği arasındaki anlaşmalar öngörüldüğü gibi yürümüyor.

Türkiye, bazen diyalogun dışında bırakılıyor.

* * *

TÜRKİYE, Avrupa Birliği ile NATO arasında Nice Zirvesi'nde varılan ve geçen yıl Kopenhag'da yürürlüğe giren anlaşmaların, şeffaf bir biçimde tam olarak uygulanmadığı görüşünde.

Oysa, Avrupa Birliği, güvenlik politikasını oluştururken Avrupa Ordusu'nun NATO olanaklarından yararlanmasını istemiş, Türkiye ve ABD'nin itirazları nedeniyle uzun süren pazarlıklardan sonra anlaşma sağlanabilmişti.

Daha önceki Avrupa güvenlik politikalarında yani Batı Avrupa Birliği mekanizmasında gözlemci statüsünde var olan Türkiye'ye, bu mekanizma ortadan kalktıktan sonra, ‘‘dışlanmayı’’ önleyen güvenceler getirmişti Berlin artı Nice belgeleri ve Kopenhag kararları.

Ama özellikle Irak Savaşı'ndan sonra Avrupa'da yaşanan yeni süreçte, Fransa ve Almanya daha bağımsız bir güvenlik şemsiyesi arayışına girdiler. İngiltere, bu arayışı sulandırmak istese de, Avrupa Birliği Anayasası'nda bazı düzenlemeler yapılması söz konusu.

Bugün son halini alması beklenen AB Anayasa'sının, güvenlikle ilgili paragrafları o yüzden savunma çevrelerinde ilgili ile izleniyor.

Avrupa Anayasası, NATO'yu dışlayacak ikinci bir savunma şemsiyesinin oluşumuna zemin hazırlayacak mı?

Avrupa Anayasası'nda yanıtı beklenen soru bu. Sadece soru değil, Türkiye açısından yeni bir sorun da.
Yazının Devamını Oku