Ferai Tınç

Kafkasya'da rekabet kızışıyor

8 Aralık 2003
<B>SON</B> günlerde hemen yanı başımızda, gözlerden kaçan bir atışma yaşandı. Şevardnadze'ye karşı girişilen kansız darbe sırasında Rusya'nın başından itibaren devreye girerek olayların kansız biçimde çözümünü sağlamasının hemen ardından ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld Gürcistan'a gitti.

Buraya kadar her şey normal gözükse de, bu ziyaret olayları yakından izleyenler tarafından ‘‘Washington, Rusya'nın bölgede güç kazanmasından rahatsız’’ diye yorumlandı.

Nitekim Rumsfeld'in, Bağdat'a gitmeden önce Tiflis'ten verdiği mesaj da bu rahatsızlığın somut belirtisi idi.

Rumsfeld, ‘‘Rusya Gürcistan'daki askerlerini artık çekmeli, İstanbul anlaşmasının yükümlülüklerini yerine getirmelidir’’ diyordu.

Moskova, Gürcistan'da yönetimin seçimle işbaşına gelmediği için meşru muhatap olamayacağı bu nedenle anlaşmanın hayata geçmesi için meşru hükümetin bekleneceği yanıtı ile geçiştirdi bu açıklamayı.

Ama dikkatle not etmemiz gereken esas yanıt 5 Aralık'ta Rusya'nın Bakü Büyükelçisi Nikolay Ryabov'dan geldi.

Riyabov, Bakü'de düzenlediği basın toplantısında Hazar Denizi'nin güvenliğinin ona sahili olan ülkeler tarafından korunabileceğini, başka hiçbir güce ‘‘izin verilmeyeceğini’’ söylüyordu.

* * *

KAFKASLARDA yeni bir gelişmenin ip uçlarını görüp bir kenara not edin.

Sovyetler Birliği'nin dağılmasından bu yana Kafasya hep bir rekabet alanı oldu. ABD, Rusya, İran ve Türkiye zaman zaman uzlaşarak, zaman zaman çatışarak bölgeye ilgilerini sürdürdüler ve sürdürüyorlar. Ama bu kez farklı.

Washington, Kakasya'daki askeri varlığını artırmaya karar vermiş gözüküyor.

Bu sonuca varmamın nedeni, sadece Rumsfeld'in Moskova'yı, Gürcistan'daki üslerini kapatmaya davet etmesi değil.

Washington, önümüzdeki yıldan itibaren Hazar bölgesinin güvenliği ile ilgili yeni bir proje başlatıyor.

ABD Avrupa Komutanlığı, Komutan Yardımcısı General Charles Wald geçen ay sonunda Bakü'yü ziyareti sırasında bunu açıklamış, ‘‘Hazar'ın Azerbaycan bölgesinde deniz altı ve üstü bu proje sayesinde kontrol edilebilecek ve elde edilen istihbarat, askeri liderliğe iletilecek’’ demişti.

Azerbaycan'da üs kurma isteği ve İlham Aliyev Yönetimi'nin bu talebe sıcak yaklaştığı duyumlarını da ekleyelim.

Rusya'nın Bakü Büyükelçisi Ryabov'un, üç gün önce yaptığı basın toplantısındaki yanıtını da yine hepsinin altına yazalım.

Kıyısı olan ülkeler, kendi sınırlarının binlerce kilometre ötesindeki bu bölgeye girmeye çalışan Amerika'nın müdahalesine lüzum bırakmadan Hazar'ın güvenliğini sağlayabilirler.

Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan. Kafkasya , Ortadoğu kadar bize yakın.

Bu bölgeni güvenliği ile ilgili her proje Türkiye'yi de içine alıyor demektir, unutmayın.
Yazının Devamını Oku

Yoksullara din eğitimi, zenginlere ABD eğitimi

7 Aralık 2003
<B>EĞİTİM </B>müfredatı içinde din eğitimine diyeceğim yok. Kuran kurslarına çocuklarını göndermek isteyenler de gönderir. Ama en önemli sorunumuz olan eğitim konusunda hükümetin bugüne kadar yaptığı işlere bakınca, Kuran kurslarıyla ilgili son adım önem kazanıyor.

YÖK'teki değişiklik önerisi, TÜBİTAK'a müdahale isteği hepsini ard arda koyunca bu hükümetin eğitim politikasının çizgisi ortaya çıkıyor. Sadece kendi seçmenine göz kırpma isteğinden kaynaklansa bile, AKP'nin Türkiye'yi uluslararası entellektüel rekabete hazırlama politikasının olmadığı anlaşılıyor.

Kuran kursları ile öğrenci yurt ve pansiyonları yönetmeliğinde yapılan değişikliğin anlamadığım yönü, yoksul ve yetim çocuklara bir hizmet gibi sunulması;

Yatılı ve akşam kursları ile ‘‘çalışan çocukların’’ düşünüldüğü izlenimi yaratılması;

Bu değişiklikler sayesinde çocukların, denetim dışı irticai eğitimden korunacağı iddiası.

Çocuklara hizmet böyle mi olur? Uluslararası kurallara bakınca bunun böyle olmayacağı ortaya çıkıyor. Çünkü her şeyden önce devlet, 18 yaşından küçük çocukların çalışmasına gerek bırakmayacak önlemler alarak hizmetle yükümlüdür çocuklara.

Çalışma yaşı 18 civarındadır birçok ülkede.

Maalesef Türkiye'de, küçük çocuklar çalışarak ailelerine yardımcı olmak zorunda kalıyorlar. Bu durumda devletin, onları Kuran kurslarına yönlendirmekten başka hiç mi alternatifi yok?

Neden danışma merkezleri açmak, meslek okullarında olanakları arttırmak düşünülmüyor?

Neden çocuklara irticanın erişemeyeceği alanlar yaratma sorumluluğu ile hareket edilmiyor?

Örneğin, yaratıcılıklarını geliştirecek faaliyetler, yaz okulları, oyun alanları projeleri, yabancı dil kursları örgütlenmiyor? Görgülerini geliştirecek programlar hazırlanmıyor?

Bu faaliyetleri değişiklik maddeleri arasına sıkıştırmakla işi bitirmiş bu zihniyet:

‘‘Bu kurslarda günde en az üç saat eğitim ve öğretim yapılır. Bu sürenin iki saati Kur'an ve meali, 1 saati itikat, ibadet ve ahlak dersi için ayrılır. Ayrıca velilerin isteği üzerine günde 1 saat izcilik, spor, gezi, sergi, kermes, konferans gibi beceri ve görgü artırıcı sosyal etkinlikler düzenlenebilir.’’

Kuran kurslarının peşine günde bir saat gezi, kermes ya da sosyal faaliyet eklenince çocukların ‘‘beceri ve görgüsünü artırma’’ görevi de yerine getirilmiş oluyor anlaşılan.

* * *

AKP Hükümeti, Türkiye'nin Avrupa Birliği hedefine sahip çıkıyor. Ama kavramışa benzemiyor. Sorunumuz ne sadece Kopenhag kriterleri, ne uygulama. İlk halka eğitim.

Merak ediyorum, bu ülkenin yoksul ve yetim çocuklarını yarının dünyasındaki rekabete nasıl hazırlamayı planlıyoruz? Varlıklı ailelerin çocukları hakkında fikrimiz var.

Zengin çocuklar ABD ve Avrupa'ya yaz okullarına, yoksullar Kuran kurslarına. Bu doğru değil. Bazı çocuklar daha kaliteli eğitim kurumlarına devam etme olanağına tabii ki sahip olabilirler, ama diğerleri için de en ileri eğitim olanaklarını hazırlamak devletin öncelikli görevi değil midir?

Mesele Kuran-ı öğrenip öğrenmemek değil. Çocuklarımızın, görgü ve becerilerinin gelişmesi, boş zamanlarının değerlendirilmesi için bir tek alternatifin akla gelmesi. İtikat, ibadet ve Kuran eğitimi.
Yazının Devamını Oku

Müdahale ters tepiyor

5 Aralık 2003
<B>KUZEY</B> Kıbrıs'ta önümüzdeki hafta sonu yapılacak seçimleri etkilemek için gerek Türkiye'den gerek Avrupa'dan gelen açıklamalar ters tepiyor. Gunther Verheugen'in üç gün önce Belçika Senatosu'nda yaptığı konuşmayla ilgili olarak dün KKTC muhalefetinin önde giden partisi CTP Başkanı Mehmet Ali Talat ile telefonda konuştum.

Verheugen'in saptamaları hakkında ne düşündüğünü sordum.

‘‘Kuzey Kıbrıs ile ilgili sözleri büyük ölçüde doğru. Ama yabancıların Kıbrıs seçimlerine demeç yoluyla müdahale etmeleri doğru değil. Verheugen'in sözlerini kınamıyorum ama hiç konuşmamış olmasını tercih ederdim. Bu müdahale bizim, çözüm ve Avrupa Birliği'nden yana olan çevrelerin aleyhine.’’

* * *

İKİNCİ sorum Verheugen'in Rum Yönetimi ve lideri Papadopulos ile ilgili sözleri:

‘‘Onları(Rumları) biraz savunmam gerekiyor, çünkü kamuoyu Rum hükümetinin çözümden menfaatin olmadığını söylüyor. Bu gerçek değil. Onların da çözümden çok menfaatleri var ve çözüm için ellerinden geleni yapıyorlar. Müzakerelere Annan Planı çerçevesinde başlamaya hazır olduklarını söylüyorlar. AB üyesi olacak bir ülkeden de bu beklenir.’’

Bu yaklaşıma yorumunuz ne olacak?

‘‘Doğru değil’’ diyor Talat, ‘‘Çözüm için Rumların her şeyi yaptığı doğru değil. Papadopulos, geçen hafta Lahey'de Annan planını imzalamayacak olduğunu açıkladı.’’

Evet hatta Klerides, ‘‘Ben de görüşmelerde hiç taviz vermedim. İzlediğim taktik sayesinde uzlaşmayan taraf durumuna da düşmedim’’ dedi ve halefine fazla konuşmama uyarısında bulundu.

* * *

ÜÇÜNCÜ sorum ise Verheugen'in Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ndeki seçimlerle ilgili yorumu hakkında.

‘‘Pazar günü seçimler var. Bu seçimler Türkiye dışında tanınmıyor. Seçim süreci tanınmıyor. Yani siyasi açıdan hiçbir değeri yok. KKTC'yi tanıma değeri olmadan söyleyebilirim ki, eğer muhalefet kazanırsa, bu seçimlerin her şeye rağmen potansiyel bir değeri olacak. O zaman çözüme giden yol çok muhtemelen açılacak, çünkü muhalefette herkes bunu temenni ediyor. Hepsi Annan Planı temelinde çözüm ve AB'ye girmek istiyor.’’

Verheugen
'in bu sözlerine Mehmet Ali Talat'ın itirazı sert.

‘‘Evet KKTC tanınmıyor. Ama bunu her fırsatta dile getirmek ve aşağılama gibi kullanmak çok çirkin. Seçimlerin sonuçlarını tanımayacağız ne demek? Yarın ben başbakan olsam sahte başbakan mı diyecekler? Bu tavır çok can sıkıcı.’’

* * *

CAN sıkıcı olan Avrupa Birliği'nin Kıbrıs'ta çözüme katkıda bulunmak adına yaptığı her girişimin Türk tarafına ve Türkiye'ye yönelik ‘‘baskı’’ya dönüşmesi.

Kıbrıs sorununun, her tarafa eşit uzaklıkta duran bir çatı, Birleşmiş Milletler çatısı altında ve kendi içinde çözümü daha kolaydı. Avrupa, sorunu ‘‘çok taraflı bir koz’’ haline getirdikçe işler karıştı. Çözümün arkasındaki kamuoyu desteği, Verheugen'in düşündüğü gibi artmış değil.

Hafta başında Ada'daydık. Herkes çözüm istiyor, ama herkesin kafasındaki çözüm farklı. Baskılar arttıkça frene basılıyor. ‘‘Nereye gidiyoruz’’endişesi artıyor.

Bu endişelerin üstesinden gelmenin tek yolu, Avrupa Birliği'nin Türkiye konusundaki tavrını netleştirmesi. Türkiye'yi arasına mı alacak, bazılarının düşündüğü gibi ‘‘AB'ye komşu ülke’’ mi sayılacak yoksa ‘‘özel statü’’ mü konuşulacak? Bu karmaşanın sona ermesi şart.

Ama Avrupa'yı bu karar noktasına, Kopenhag kriterlerini hayata bir an önce geçirerek, uyum çalışmalarına hız vererek yine Türkiye getirecek.
Yazının Devamını Oku

Bir hırsızlık masalı Lefkoşa

3 Aralık 2003
<b>KKTC</B> Cumhurbaşkanı <B>Rauf Denktaş</B>, dün Lefkoşa'daki sohbetimizde, yine eskilere gitti. 1964'de Rumları Kıbrıs devletinin resmi temsilcisi olarak tanıyan karar çıktıktan sonra, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nden ağlayarak çıktığını anlattı. O gün Rumların ‘‘Kıbrıs'ı çaldıkları’’ gündüDenktaş için. Denktaş ile ne zaman konuşsanız, Kıbrıs konusunda her zaman böyle yapar, sorunu geçmişiyle birlikte ele alır. Çünkü Kıbrıs sorunu Denktaş'a göre, dünyanın bir türlü görmek istemediği bir ‘‘hırsızlık’’ hikayesidir. Devlet çalınmıştır, Avrupa Birliği üyeliği çalınmıştır, ‘‘çözümden yana olan taraf olma statüsü’’ de çalınmıştır.

Rum Lideri Papadopulos'un, ‘‘Lahey'de, Annan planını Denktaş imzalasaydı bile ben imzalamayacaktım’’ açıklaması; ardından eski lider Klerides'in, Avrupa Birliği hedefine ‘‘Kıbrıs müzakerelerinde hiçbir taviz vermeden, hiçbir şeyi kabul etmeden, başarısızlığı Türk tarafına yükleyecek davranışta bulunarak’’ ulaşıldığı itirafı, geçen yıl bu zamanlarda, Annan planına karşı çıktığı için büyük protesto mitinglerinin hedefi haline gelen Denktaş için ‘‘ilahi adaletin tecellisi’’.

Ama Çözüm ve Avrupa Birliği Partisi'nin kurucu üyelerinden iş adamı Asım Dedezade, ‘‘Rumların yüzde 80'i Annan planına karşıydı. Böyle bir durumda Papadopulos Kopenhag'a gitti ve zaferle döndü. Kim hediye etti ona bu zaferi?’’ diyor.

Kıbrıs sorununun yeni bir üslup gerektirdiği bir gerçek. Ama bir yıl öncesine göre bugün Kıbrıs'ta kafalar karışık. Hele bu itiraflar, acele çözüm isteyenleri bile frenlemişe benziyor.

Annan planını kabule hazır olan muhalefet çevrelerinde bile, bazı şüpheler belirmiş. Gençler arasında bıkkınlık ve kaderciliği yansıtan ‘‘hakkımızda hayırlı çözüm neyse o olsun’’ söyleminin arttığını duydum bir meslektaşımdan.

* * *

SEÇİMLERDEN sonra Kıbrıs, yeniden çözüm görüşmelerine hazırlanıyor. Ama artık Annan planı yok ortada.

Muhalefetin en güçlü partisi CTP lideri Mehmet Ali Talat, iktidara gelince Denktaş'ı görüşmecilikten alacağını söylese bile bu çok zayıf bir olasılık gibi görülüyor.

Seçimlerden sonra görüşme masasına yine Denktaş oturacağa benziyor. Hem de, Rum liderlerin itirafları sayesinde daha hırslı ve kendisini daha haklı görerek.

Üstelik de, Kıbrıs'ın Türkiye için Avrupa yolunda ciddi bir koz haline geldiğine inanarak. Görüşmemizde, ‘‘Türkiye'nin en büyük pazarlık kozuyuz artık. Yeter ki kullansınlar’’ diyor.

Gerçekten de öyle. Kıbrıs çözümü herkes için bir koz. Yunanistan'ın Türkiye ile sorunlarını kendi düşündüğü biçimde çözmesi, Kıbrıs'ın AB üyeliği, Türkiye'nin Avrupa hedefi, Avrupa'nın Türkiye'yi, kaçırmadan, kapıda bekletmesi için önemli koz.

Avrupa Birliği'nin tavrı yüzünden Kıbrıs'ta, ‘‘taksim’’e doğru gidildiğini söyleyenler artık sadece çözüme karşı olanlar değil. Çözümden yana olanlar bile ‘‘Avrupa Türkiye'yi de Türkleri de istemiyor. Sonunda bu adayı bölecek’’ diyorlar.

14 Aralık seçimi, bundan önce sonuçları belli olan seçimlerin aksine, bu kez sürprizli bir seçim. Ama, Kıbrıs'ı bekleyen takvimde hiçbir sürpriz yok. Her şey Avrupa'nın Türkiye'ye vereceği sinyallere bağlı.
Yazının Devamını Oku

Komuta Kontrol Merkezi

1 Aralık 2003
<B>GÜNEYDOĞU</B> Avrupa'da suça karşı ortak mücadele merkezinin bulunduğu Çavuşesku Sarayı'nın 10. katındaki hummalı faaliyete tanık olduğumu dün yazmıştım. Türkiye İnterpolü'nün eski Başkanı Yalçın Çakıcı'nın başında bulunduğu 12 üyeli bu uluslararası güvenlik örgütüne iki günlük yer ayırmamın nedeni, iki yıl önce kurulmuş olmasına rağmen pek bilinmemesi.‘‘Ankara emniyeti bizi bilir ama İstanbul bilmiyor’’ deniyor. Oysa, terör de dahil örgütlü suçların tümüne karşı mücadelede, düğmeye basınca 12 Güneydoğu Avrupa ve Balkan ülkesinde aynı anda operasyon başlatabilen böyle bir ‘‘komuta kontrol merkezi’’ şu günlerde ne kadar gerekli.

SECİ Sınır aşan Suçlarla Mücadele Merkezi'nde, bölge güvenliğini tehdit eden organize suçlar ile sınır aşan ticari suçların önlenmesi için görev güçleri oluşturulmuş. Buralarda üye ülkelerin ‘‘mücadeleci birimlerinin uzmanları’’ bulunuyor. Uyuşturucu kaçakçılığı; İnsan kaçakçılığı; Mali suçlar ve bilgisayar suçları; Çalıntı otomobiller; Anti-terör (Türkiye'nin koordinatörlüğünde); Kaçakçılık görev güçleri kendi alanlarıyla ilgili operasyonlarda bölge ülkelerinin güvenlik güçleri arasında koordinasyon sağlıyorlar.

HIZLI OPERASYON

Operasyonlardan birinin ayrıntılarını inceleyince, bu merkezin hızı nasıl arttırdığını daha iyi anlıyorum.

Bir süre önce, Makedonya'dan Almanya'ya gitmekte olan yeşil pasaportlu bir Türk vatandaşının, terör örgütüyle ilişkili bir şahıs olduğu, Türk ve Makedonya güvenlik örgütleri arasındaki koordinasyonun hızla gerçekleşmesi sayesinde dört saat içinde belirleniyor. Hem şahıs ele geçiriliyor hem de, Türkiye'den şartlı tahliye kararı ile salıverilen o PKK üyesine 5 bin dolar karşılığı yeşil pasaport temin eden Üsküp merkezli bir insan kaçakçılık şebekesi ortaya çıkartılıyor.

Merkez'den bir yetkili, ‘‘Eğer devreye girmeseydik, konu İçişleri ve Dışişleri Bakanlığı kanallarıyla yürüseydi gerçek bu kadar hızlı ortaya çıkamazdı’’ diyor.

MERİÇ OPERASYONU

Merkez'in, ilk büyük operasyonu, iki yıl önce çok sayıda uyuşturucu ve silah kaçakçılığı, adam öldürme suçlarından aranmakta olan Hüseyin Saral'ın Türk ve Romanya polisinin ortak operasyonuyla ele geçirilmesiydi. 19 Mart'ta başlayan işbirliği tam bir hafta sonra Türkiye ve Romanya'da aynı anda gerçekleştirilen operasyonlarla başarıya ulaşmış ve Romanya'da ele geçirilen Saral'ın yanı sıra Türkiye'de dört ayrı kentte 29 kişi yakalanmıştı. Merkez kayıtlarına Meriç Operasyonu adıyla geçen bu operasyonda Merkez'in katkılarını, burada görev yapan Bir Türk Emniyet yetkilisi şöyle sıralıyor: Romanya ile Türk polisi arasında ortak çalışma atmosferi yaratıldı, Merkez'e üye diğer ülkelerin güvenlik yetkilileri de bu ortama katkı sağladılar. Merkez'deki uluslararası telefon, faks ve internet olanakları iletişim hızını artırdı. Bağlantılar zamanında kuruldu. Mekan olanakları sayesinde sabahlara kadar birlikte çalışılabildi.

Eşgüdüm. İster uluslararası ister ulusal sınırlar içinde olsun suça karşı mücadelenin sihirli sözcüğü.
Yazının Devamını Oku

Teröre karşı mücadelede yeni bir merkez BÜKREŞ

30 Kasım 2003
<b>TERÖRİZME</B> karşı mücadelede yeni bir merkez devreye girdi. İki yıl önce Güneydoğu Avrupa ülkelerinin örgütlü suçlara karşı ortak mücadelesini hızlandırma amacıyla kurulan Sınır Aşan Suçlarla Bölgesel Mücadele Merkezi'nin anti terör mücadele görev gücünün başındaki biri Türk diğeri Macar iki üst düzey güvenlik görevlisi, geçen hafta sonu İstanbul'a gelerek Türk polisi ile önemli toplantılar gerçekleştirdiler.

Bu toplantı, Türkiye ve Güneydoğu Avrupa ülkelerinin güvenlik güçleri arasındaki eşgüdümü güçlendirmeye yönelik önemli bir adım. Yetkililer, Bölgesel Mücadele Merkezi'nin, Europol ya da Interpol gibi örgütlerle işbirliği içinde olduğunu ama onlardan daha hızlı hareket etme yeteneğine sahip olduklarını söylüyorlar.

Terörizme karşı ortak operasyon, uyuyan terör hücrelerinin izlenmesi, istihbarat paylaşımı gibi konularda bundan böyle bölgesel işbirliğinin çok daha hızlı ve etkili biçimde yapılmasının yolu açılıyor.

BALKAN İNTERPOLÜNÜN BAŞINDA BİR TÜRK

Bu örgüte, Balkanlar Interpolü de denebilir. Merkezi Bükreş'te, başında da, Türkiye'de önemli operasyonlara damgasını vurmuş olan Interpol eski Daire Başkanı Yalçın Çakıcı var. Geçen yıl, merkeze üye ülkelerin oylarıyla Genel müdürlük görevine seçilen Çakıcı, uluslararası bir örgüte seçimle işbaşına gelmiş ilk Türk.

Güneydoğu Avrupa İşbirliği Girişimi (SECİ)'nin, üç yıl önce kurulan Sınır Aşan Suçlarla Mücadele Bölge Merkezi'nde 12 üye ülkenin yanı sıra 12 de gözlemci ülke faaliyet gösteriyor.

Üye ülkeleri tek tek sayarak, güvenlik işbirliğinin yayıldığı alana dikkat çekmek istiyorum. Bunlar, Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra suç şebekelerinin kök saldığı ülkeler.

Arnavutluk, Bosna Hersek, Bulgaristan, Hırvatistan, Macaristan, Makedonya, Moldova, Romanya Slovenya, Sırbistan-Karadağ, Türkiye ve Yunanistan.

ABD, Almanya, Avusturya, Azerbaycan, Belçika, Fransa, Gürcistan, Kanada, İngiltere, İspanya, İtalya ve Ukrayna ise gözlemci ülke.

10. KAT

Bölgesel Mücadele Merkezi, Bükreş'te Çavuşesku'nun Sarayı'nın 10. katında faaliyet gösteriyor. Pentagon'dan sonra dünyanın en büyük yapısı olduğu söylenen Halk Sarayı'nın çok sıkı güvenlik önlemlerini aştıktan sonra Çakıcı'nın yanına ulaşıyorum. Daha önce, merkezde görevli olan biri gümrük diğeri polis iki üst düzey irtibat görevlisinden merkezin faaliyetlerini dinliyorum. Bu arada, Yunan, Romen, Bulgar, Makedon irtibat yetkilileriyle tanışıyor bölgesel güvenlik işbirliği konusunda ne kadar olumlu ve ciddi adımlar atıldığını öğreniyorum

Merkez Başkanı Çakıcı, Çavuşesku'nun kendisi için yaptırttığı odada çalışıyor. Yüksek pencerelerden bakıldığında Bükreş ayaklar altında.

‘‘11 Eylül'den sonra yeni mücadele konseptleri geliştirmek durumundayız’’ diyor Çakıcı, ‘‘Klasik mücadele yöntemleri değişiyor. Tabii ki bir tartışma ve yeniyi bulma sürecini yaşıyoruz. Artık terör, çok sayıda masum insana yönelik şaşırtıcı eylemler peşinde. Bu teröre karşı mücadele yönteminde en önemli unsur hızlı davranma yeteneği. Sadece teröri karşı değil tabii, artık her türlü suça karşı mücadelede hızlı olmak zorundayız. Burada onu sağlıyoruz. Düğmeye bastığımızda 12 ülkede operasyon başlatıyoruz.’’

Suç örgütlerinin, küreselleşmenin sağladığı teknolojik, ekonomik ve diğer tüm alt yapı olanaklarından faydalandığını söyleyen Yalçın Çakıcı, ‘‘Örgütlü suçun günümüzde, ortak özelliği sınır aşan nitelik taşımasıdır. O nedenle bunlara karşı mücadelede uluslararası işbirliği çok önemli. İşte biz burada bu işbirliğini en üst düzeyde gerçekleştiriyoruz. Buradaki ülkeler, kendi aralarında birçok siyasi sorun yaşamış, hatta birbiriyle savaşmış ülkeler ama bizim için esas savaş bölgemizdeki örgütlü suçlara karşı açtığımız ortak savaş’’ diyor.

Merkez'in koordinasyonu sayesinde, suç örgütlerine karşı son iki yılda bölgede önemli operasyonlar gerçekleştirilmiş. Hangileri mi? Onlardan da yarın söz edeceğim.
Yazının Devamını Oku

Sarmalutsa

28 Kasım 2003
<B> BAYRAMDA</B> çalışmanın tesellisi ne olabilirdi ki? İşin arasına, küçük bir turistik programı da ayak üstü organize edip iki gün Bükreş'i hızlı bir tempoyla arşınlamaktan başka? Lipscan caddesindeki dükkanda karşılaştığım kızdan öğrendiğim tipik Romen lokantası ‘La Mama’.

Tıklım tıklım dolu olmasına rağmen, bir yer bulundu ve garsonun yardımıyla yemeğimi ısmarladım. Romence'yi hiç bilmeyen benimle İngilizce'yi az bilen onun arasında geçen kısa bir ‘müzakere’den sonra ‘Sarmalutsa’da anlaştık. Etli bir Romen tabağı. Hem de ‘tipik’ idi. Öyle söyledi. Yanında da Yunan salatası.

Aslında böylesine iç içe örülmüş bir ortak kültür coğrafyası olan buralarda, hiçbir şeyin benim için ‘tipik’ olmayacağını düşünmem gerekirdi.

Evet; tipik Romen yemeği diye ısmarladığım sarmalutsa, çıka çıka bizim kıymalı lahana dolması çıkmasın mı?

Son anda vazgeçtiğim bir başka tipik Romen yemeği etli fasulye yahnisinin, bizim kuru fasulye olduğunu; ‘Babanaş’ı ilk gördüğümde, ‘‘Aa, bu bizim ünlü baba tatlımız’’ dediğimi, uzun uzun anlatmama gerek var mı?

Aslında, Yunanlı kadınlar ile bu konuda bir geçmişimiz var. Dolmaların Türklere mi Yunanlılara mı ait olduğuna dair derin ve heyecanlı tartışma hálá sürmekte. Macar, Romen, Sırp, Arnavut, Bulgar, Makedon, Hırvat, Bosnalı kadınlarla henüz bu konuları açmadık. Hatta Moldovalılarla da.

* * *

MUZEUL National De Arta Romanici'de, Osmanlı tarihlerinde ‘Memleketeyn’ adıyla bilinen Karpatlar ile Tuna arasındaki Vlah (Eflák), Moldova (Boğdan) ve Transilvanya'nın (Erdel), Besarabya prensliği ile birlikte, Romanya'nın çekirdeğini meydana getirdiğini çarpıcı bir biçimde anımsatan zengin bir sanat birikimini izledim. ‘Memleketeyn’in Osmanlı ile temasının 1389'a dayandığını aklımda tutarak dolaştım.

Müze görevlisi genç kadın, ‘Türklerin katliamı’ konulu bir resmi dikkatle izlediğimi görünce yanıma gelerek, ‘‘Tarihimizde ortaklıklar var. Burada bizim açımızdan anlatılıyor, sizin müzelerde sizin açınızdan’’ demek ihtiyacını hissetti. Bir Türk ile evli olduğunu, Türkçe sohbetimiz sırasında öğrendim; Müze'nin küratörlerinden heykeltıraş Zoe'nin ‘yüzde beş Türk’ olduğunu da bir randevuya yetişmek üzere aceleyle kapıdan çıkarken...

* * *

SADECE müzeleri değil, oradaki insanları daha iyi tanımak için, eskici dükkanlarını da gezerim her gittiğim ülkede.

Ünlü Hanul Cu Tei, yani Ihlamur Han'ın içinde, Bükreş'in en büyük eskici dükkanlarından birinde dolaşırken, Romanya'nın 2007'de Avrupa Birliği'ne üye olacağına hiç inanmayan satıcı bey, bir tepsinin gümüş olup olmadığını sorduğumda itiraz etti. ‘Lütfen’ dedi, ‘‘Romanya bir gümüş ülkesidir. Size yıllarca gümüş, altın gönderdik biz. Aslında önce Roma'ya, sonra Osmanlı'ya, ardından Rusya'ya ödedik. Yine de bitmedi madenlerimizdeki gümüş.’’

* * *

AVRUPA Birliği'nin genişlemeden sorumlu komiseri Verhaugen on gün önce, 2007'de Bulgaristan ve Romanya'nın tam üyeliğe kabulüyle Avrupa'nın genişlemesinin sona ereceğini açıkladı. Ama sokaktaki Romanyalı hiç inanmıyor. Yolsuzluğun İngilizcesi dillerde. ‘‘Bu korapşın ile Avrupa bizi almaz’’ deniyor. Avrupa işlerinden sorumlu eski bakan ve şimdiki İçişleri bakanlarının adları bile Avrupa fonlarıyla ilgili ‘korapşın’ skandalına karışmış durumda. Ama süreç hızla devam ediyor. Türkiye ile bir türlü müzakerelere başlama kararı veremeyen Avrupa, dört yıl sonra Romanya'yı da Bulgaristan ile birlikte almak için her şeyi yapıyor.

Bunları düşünürken canım bir kahve çekiyor. ‘‘Nasıl olsun’’ diye soruyor garson, ‘‘Espresso mu Türk kahvesi mi?’’

‘‘Kafe Turco’’
diyorum, ‘‘Espresso’’yu da Schengen vizesi ile gelmek zorunda kalacağım bir dahaki sefere içerim.

Sevgili okuyucular, Bükreş'te sadece gezip dolaşmadım, başka önemli şeyler de yaptım. Onlar da önümüzdeki günlerde karşınızda... İzlemeye devam edin...
Yazının Devamını Oku

Sarmalutsa

28 Kasım 2003
BAYRAMDA çalışmanın tesellisi ne olabilirdi ki? İşin arasına, küçük bir turistik programı da ayak üstü organize edip iki gün Bükreş'i hızlı bir tempoyla arşınlamaktan başka?Lipscan caddesindeki dükkanda karşılaştığım kızdan öğrendiğim tipik Romen lokantası ‘La Mama’.Tıklım tıklım dolu olmasına rağmen, bir yer bulundu ve garsonun yardımıyla yemeğimi ısmarladım. Romence'yi hiç bilmeyen benimle İngilizce'yi az bilen onun arasında geçen kısa bir ‘müzakere’den sonra ‘Sarmalutsa’da anlaştık. Etli bir Romen tabağı. Hem de ‘tipik’ idi. Öyle söyledi. Yanında da Yunan salatası.Aslında böylesine iç içe örülmüş bir ortak kültür coğrafyası olan buralarda, hiçbir şeyin benim için ‘tipik’ olmayacağını düşünmem gerekirdi.Evet; tipik Romen yemeği diye ısmarladığım sarmalutsa, çıka çıka bizim kıymalı lahana dolması çıkmasın mı?Son anda vazgeçtiğim bir başka tipik Romen yemeği etli fasulye yahnisinin, bizim kuru fasulye olduğunu; ‘Babanaş’ı ilk gördüğümde, ‘‘Aa, bu bizim ünlü baba tatlımız’’ dediğimi, uzun uzun anlatmama gerek var mı?Aslında, Yunanlı kadınlar ile bu konuda bir geçmişimiz var. Dolmaların Türklere mi Yunanlılara mı ait olduğuna dair derin ve heyecanlı tartışma hálá sürmekte. Macar, Romen, Sırp, Arnavut, Bulgar, Makedon, Hırvat, Bosnalı kadınlarla henüz bu konuları açmadık. Hatta Moldovalılarla da.* * * MUZEUL National De Arta Romanici'de, Osmanlı tarihlerinde ‘Memleketeyn’ adıyla bilinen Karpatlar ile Tuna arasındaki Vlah (Eflák), Moldova (Boğdan) ve Transilvanya'nın (Erdel), Besarabya prensliği ile birlikte, Romanya'nın çekirdeğini meydana getirdiğini çarpıcı bir biçimde anımsatan zengin bir sanat birikimini izledim. ‘Memleketeyn’in Osmanlı ile temasının 1389'a dayandığını aklımda tutarak dolaştım.Müze görevlisi genç kadın, ‘Türklerin katliamı’ konulu bir resmi dikkatle izlediğimi görünce yanıma gelerek, ‘‘Tarihimizde ortaklıklar var. Burada bizim açımızdan anlatılıyor, sizin müzelerde sizin açınızdan’’ demek ihtiyacını hissetti. Bir Türk ile evli olduğunu, Türkçe sohbetimiz sırasında öğrendim; Müze'nin küratörlerinden heykeltıraş Zoe'nin ‘yüzde beş Türk’ olduğunu da bir randevuya yetişmek üzere aceleyle kapıdan çıkarken...* * *SADECE müzeleri değil, oradaki insanları daha iyi tanımak için, eskici dükkanlarını da gezerim her gittiğim ülkede.Ünlü Hanul Cu Tei, yani Ihlamur Han'ın içinde, Bükreş'in en büyük eskici dükkanlarından birinde dolaşırken, Romanya'nın 2007'de Avrupa Birliği'ne üye olacağına hiç inanmayan satıcı bey, bir tepsinin gümüş olup olmadığını sorduğumda itiraz etti. ‘Lütfen’ dedi, ‘‘Romanya bir gümüş ülkesidir. Size yıllarca gümüş, altın gönderdik biz. Aslında önce Roma'ya, sonra Osmanlı'ya, ardından Rusya'ya ödedik. Yine de bitmedi madenlerimizdeki gümüş.’’* * * AVRUPA Birliği'nin genişlemeden sorumlu komiseri Verhaugen on gün önce, 2007'de Bulgaristan ve Romanya'nın tam üyeliğe kabulüyle Avrupa'nın genişlemesinin sona ereceğini açıkladı. Ama sokaktaki Romanyalı hiç inanmıyor. Yolsuzluğun İngilizcesi dillerde. ‘‘Bu korapşın ile Avrupa bizi almaz’’ deniyor. Avrupa işlerinden sorumlu eski bakan ve şimdiki İçişleri bakanlarının adları bile Avrupa fonlarıyla ilgili ‘korapşın’ skandalına karışmış durumda. Ama süreç hızla devam ediyor. Türkiye ile bir türlü müzakerelere başlama kararı veremeyen Avrupa, dört yıl sonra Romanya'yı da Bulgaristan ile birlikte almak için her şeyi yapıyor.Bunları düşünürken canım bir kahve çekiyor. ‘‘Nasıl olsun’’ diye soruyor garson, ‘‘Espresso mu Türk kahvesi mi?’’‘‘Kafe Turco’’ diyorum, ‘‘Espresso’’yu da Schengen vizesi ile gelmek zorunda kalacağım bir dahaki sefere içerim. Sevgili okuyucular, Bükreş'te sadece gezip dolaşmadım, başka önemli şeyler de yaptım. Onlar da önümüzdeki günlerde karşınızda... İzlemeye devam edin...
Yazının Devamını Oku