Ferai Tınç

Fırsatları yaratmak

24 Kasım 2003
<B>YARIN</B> bayram. Yaşadığımız acılar ve hüzne rağmen bayram, içimizde sevinçli umutları yeniden yaratmak için bir fırsat. Sakin kafayla düşünmek ve değerlendirmek için bir fırsat.

Ben bu bayramda size, bir ‘‘düşünce-fikir’’ hediye etmek istiyorum.

İranlı iki tarihçi kız kardeş Ladan ve Roya Boroumand'ın, geçen yıl birlikte kaleme aldıkları ‘‘Terör, İslam ve Demokrasi’’ başlıklı makalelerinden bir bölümü size hediyem olsun.

Sağlam bir fikir, bir fırsat olabilir. İyi bir düşünce üretmek için, iyi bir fırsat.

Boroumand kardeşler, siyasi terör kavramının Fransız Devrimi'nin icadı olduğunu vurguladıkları makalede, bugün Müslümanlık maskesi ardına saklanan terörün İslam dininin kavramlarından değil, ‘‘Leninist devrim’’ tezleri de dahil Batı kavramlarından etkilendiklerini savunuyorlar.

İşte bazı satırbaşları:

‘‘11 Eylül'den sonra Müslüman toplumlarda, saldırıların arkasında İsrail'in olabileceğine dair dedikodular yayılmıştı... Kontrol edilemeyen bir gerçekten ‘kollektif kaçış'tı bu. Evet Filistin sorunu acı dolu ve çözüm bekleyen bir sorun. Ama komplo teorileri üretmek, biz Müslümanlar için sorumluluktan kaçmanın en kolay yolu oldu.’’

* * *

‘‘İslamcılar kendilerini, modernlik ve Batı Dünyası'na karşı cesurca savaşan mücahitler olarak görüyorlar. Ama Batı'da bile -ölüm ve acılara yol açtıktan sonra- reddedilmiş olan bazı şüpheli fikirleri, İslami söyleme büründürerek ithal eden onlardır. Kültürel mirasımıza hiç bu kadar yabancı olmamıştık...’’

* * *

‘‘Cihad'a terörizmi yükleyen anlayış, köklerini Kuran'dan almamaktadır. İranlılar tarafından icad edilen ve Bin Ladin tarafından da kucaklanan bir anlayıştır.’’

‘‘1989'da Ali Ekber Rafsancani, Cuma hutbesinde, terörün ezilmiş halkların haklarını savunmak için en iyi silah olduğunu savunurken ‘terör' sözcüğünün Arapça ya da Farsça karşılığını değil... Lenin'in Fransız ihtilalinden ödünç aldığı ‘la terreur' terimini kullanmıştı. Giyotin ve Çeka'dan (Lenin'in ilk istihbarat örgütü) intihar bombacısına uzanan çizgi ne kadar net.’’

* * *

‘‘Bizim, din bilginlerimiz ve aydınlarımızın, Qutb ve Humeyni'nin insan hakları kavramını reddedişlerinin, Papa VI.Pius'un, 1789'da Fransa İnsan Hakları Deklarasyonu'nu reddetmesiyle ne kadar benzeştiğini anlamamıza yardımcı olmaları gerekirdi. Batılılar, bugün bizim demokrasi yolunda karşılaştığımız zorluklarla çok önceden yüzleşmişlerdi.

‘‘Batı'da vatandaşlar, özgürlükleri için savaştılar; ama bu savaşta ne ruhlarını ne de dinlerini yitirdiler. Biz de özgürlük savaşı için artık kolları sıvamalıyız. Unutmayalım ki, hepimiz Allah'ın onur bahşettiği özgür ve sorumlu insanlarız.’’

Bayramda üzerinde düşünecek, yeni fikirler geliştirecek bir bakış açısı.

Bu vesileyle bayramınızı kutluyorum sevgili okuyucularım.
Yazının Devamını Oku

Meydanlar nasıl dolacak?

23 Kasım 2003
BİZ terörü biliriz. Terörün, şiddetin her türlüsünü káh sol kılıf altında, káh sağ siyaset adına, káh etnik haklar iddiasıyla, káh ‘‘din’’ maskesi ardında gördük, yaşadık.Ama bir haftadan beri bizi avucunun içine almaya çalışan ‘‘saldırı’’ farklı. Bunu, ne CİA taktikleri ne de derin devlet teorileri ile açıklayabiliriz.Kullana geldiğimiz, elimizin altında hazır tuttuğumuz anlayış kalıplarıyla bu yeni saldırıyı açıklamaya kalkmak, bizi ‘‘gerçek’’ten, ‘‘hedef’’ten sadece uzaklaştırır. Dün sabah Taksim Meydanı'nda gördüğüm manzara, işte bu yeni gerçeği kavramakta ne kadar uzak olduğumuzu düşündürdü. Terörü, kendi inanç kalıplarımız içinde yorumlamaya çalışınca, onun karşısında yeni tavır almak da o kadar zor.Bazı sivil toplum örgütü ve partilerin, kendi slogan ve bayraklarını, ideolojik duruşlarını, ortak tavrın önüne geçirme çabaları bunun sonucuydu ve eline bayrağını kapıp Taksim'e gelen, hiçbir örgüt bayrağı, flaması, pankartı altında durmak istemeyenleri kenara itti. * * * OTUZ yılda üç darbe yorgunu bu ülkede, sivil toplumu harekete geçirmenin zorluğu ortadayken, ‘‘küçük dükkancı’’ zihniyet, terör tehdidinin sürdüğü bu günlerde mücadeleyi olumsuz etkiler. ‘‘Küçük dükkancı’’lık, siyasi parti ve sivil toplum örgütlerinin, kendi kitle temellerinin peşinden koşan popülist politikalarını sürdürme, yani ‘‘müşterilerini’’ memnun etme zihniyetidir.Neden olumsuz etkiler? Çünkü terörizme karşı mücadelede sadece güvenlik önlemlerine, istihbarat faaliyetlerine dayanmak yeterli değil. Demokrasi, insan hakları, şeffaf yönetim gibi çağdaş değerlerin karşısında, kadınları kafese tıkan, Buda heykellerini kıran, uçurtmaları yasaklayan, sakal tıraşını haram ilan eden Taliban siyasetinin değerlerini savunan bir ideolojinin saldırısı ile yüz yüzeyiz.Terör uzmanları, karşımızda dikey bir örgütlenme olmadığını. Yani eylemlerin bir merkezden yönetilmediğini ama yatay örgütlenme ve ilişki bulunduğunu, dünyanın değişik ülkelerinde, aynı ideolojiyi paylaşanların gerçekleştirdiği eylemlere, yerel grupların yanı sıra El Kaide'nin de sahip çıkarak son damgayı vurduğunu söylüyorlar. Uluslararası bir şirket mantığıyla hareket eden bu terör, doğrudan değerlere yönelik global bir saldırı. Saldırıya hedef olan ‘‘değerlere’’ sahip çıkmak bu mücadelenin çok önemli bir halkasını oluşturuyor. İşte bu yüzden bu saldırıya karşı mücadelede ne sadece uluslararası işbirliği ne de güvenlik önlemleri yeterli görünüyor. Ortak değerler etrafında siyasi mücadelenin öne çıkması, üzerinde düşünülmesi gerekiyor. * * * ORTAK siyasi mücadele derken, Bush Yönetimi'nin Irak politikalarını eleştirmeyi ertelemekten söz etmiyorum. Ne de Filistin sorununa adil çözüm istemekten vazgeçelim diyorum. Ama bu sorunları, terörün esas nedeni olarak görmeyelim. Çünkü, yoksulluk ve ayrımcılık da dahil, isyana yol açan birçok haklı nedeni, bugün karşı karşıya olduğumuz bu terör saldırısının gerekçesi olarak değerlendirirsek varacağımız nokta, ‘‘teröre tolerans’’ noktasıdır. İşte bu noktayı aşamazsak ne meydanları doldurabiliriz, ne de güvenlik boşluklarını.
Yazının Devamını Oku

Soru sormalıyız

21 Kasım 2003
<B>HÜKÜMETTEN</B> gelen tepki hep aynı. Soruşturmanın selameti için susun. Dün getirilen yayın yasağı bu isteğin somut ifadesinden başka bir şey değil.

Aklımızı kurcalayan bunca soru varken neden susacağız?

Gazetecilerin görevi gerçekleri açıklamak değil mi? Kamuoyunun kafasındaki soruları sormak ve yanıtlarını aramak ve iletmek değil mi?

Halkın haber alma özgürlüğü böyle zamanlarda çok daha fazla önem kazanıyor.

Üstelik de yapılan resmi açıklamalar öyle sudan şeyler ki.

İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu'nun dünkü patlamalardan hemen sonraki açıklaması şöyleydi:

‘‘Olayı her yönüyle düşünüyoruz. Her ihtimal üzerinde duruyoruz. Birinci patlamalarda da aynı şeyi ifade ettik, tek yöne çakılıp kalmadık. Yine aynı şey yapılıyor.’’

Sanki cumartesi günü yakalanan iki kişi gökten zembille inmişti.

Hiçbir örgütsel ilişkileri olmadığı gibi, ideolojik bir eğilimleri de yoktu.

Kim bunlar? Hangi örgütle ilişkileri vardı?

Bu soruların irdelenmesi neden istenmiyor?

Hükümet, terörün ismini koymaktan çekiniyor.

İslamiyet’in bir kalkan gibi terörizme alet edildiğini ifade etmek istemiyor. İslamcı terörü kınamakta zorluk çekiyor.

* * *

BU ülke Çeçenistan'da Moskova'ya karşı verilen mücadelenin teröristlerin ipoteğine girdiğini görmekte de geç kalmadı mı?

Gemi kaçırmaktan otel basmaya kadar varan eylemlere ‘‘terör’’ damgasını bir türlü vuramamıştı bazı çevreler.

Moskova Yönetimi, gerek interpol aracılığıyla, gerek başka kanallardan Türkiye'ye Çeçenistan'da savaşa katılan, o bölgede faaliyet gösteren radikal İslamcı örgütlerle ilişkide olan Türk vatandaşlarının listesini vermiş.

Önceki gün terörizme karşı mücadele konusunda bilgisine başvurduğum bir Rus yetkili, ‘‘Biz her türlü bilgiyi temin ettik ama bu konuda ciddi bir takibata girildiğini görmedik’’ diyordu.

* * *

ADALET Bakanı Cemil Çiçek dün Meclis'te yaptığı açıklamada Türkiye'nin bir terör çemberi içine çekilmek istendiğini söyledi.

Bu çembere karşı en etkili silah sadece güvenlik güçleriyle yürütülen mücadele değildir.

Terör örgütünün ideolojisiyle, sözleriyle, siyasi faaliyetleriyle mücadele etmek için terörün ardındaki örgütün niteliği, ideolojisi, kullandığı dil ve gerekçeler de bilinmelidir.

Toplumdaki duyarlılığı artırmanın başka yolu olabilir mi?

Terörizme karşı mücadelede halkı, kamuoyunu bilgilendirme ve bilinçlendirmeyi dikkate almayan çabalar sonuca ulaşamaz.

* * *

EVET sorular çok. Hükümet yetkililerinin açıklamaları ise muğlak. Dünkü açıklamaları da, Türkiye'nin teröre karşı verdiği mücadeleye diğer ülkelerin destek vermediği iddiasını öne çıkartan hükümet, bu konuda da daha net konuşmalı, bir sis perdesi yaratılmamalıdır.

Hepimiz terör kurbanıyız. Soru soracak ve yanıt bekleyeceğiz.
Yazının Devamını Oku

Musul'dan davet var

17 Kasım 2003
<B>MUSUL</B> Valisi <B>Ganım Basso</B>, <B>‘‘İstenmediğiniz yere yatırım yapmayın, Musul'a gelin’’</B> diyor. Bu çağrının nedeni, Türkiye'nin Kerkük'te yapacağı hastaneye izin verilmemesi.

Türkiye Bağdat ve Kerkük'te iki hastane inşaatı için harekete geçmişti. Ancak Bağdat projesi güvenlik nedeniyle durduruldu. Kerkük ise Meclis kararı ile iptal edildi.

Sokaklarından kanalizasyon akan Kerkük'te hastane var. Ama yetersiz. Türklerin hastane için yapacağı yatırımın beklendiğini de biliyordum. Neden ertelendi?

Hastanenin, hemşire okulunu da içeren geniş bir proje olması, ‘‘burada Türkiye'nin siyasi faaliyete girişebileceği’’ endişesiyle Kürt oylarının çokluğuyla ertelenmiş.

Yukarıdaki sorunun yanıtını ararken, bölgede yaşayan insanlardan böyle bir yorum duyuyorum.

Bu arada ilginç bir gelişme oluyor Musul'un Arap kökenli valisi Basso'nun Türkiye'ye ‘‘Biz yer ayırdık hastaneyi Musul'a yapın’’ çağrısında bulunduğunu öğreniyorum.

Vali Basso, ‘‘Bağdat'ta güvenlik yok, Kerkük'te Kürtler istemiyor, ama burada biz yer de sağlıyoruz, güvenlik garantisi de veriyoruz’’ diyor.

Musul Meclisi, Arapların, Kürtlerin ve Türkmenler ile Asurilerin uyum içinde çalıştıkları bir meclis. Irak'ın bütünlüğünün asgari uzlaşma zemini Musul'da daha dengeli yakalanmış.

İşte bu Meclis, hastane yapımı için Dicle kenarında, Reşidiye bölgesinde 20 dönümlük bir yer de ayırmış.

* * *

KERKÜK ve Musul, ikisi de Talabani ve Barzani yönetimlerinin hak iddia ettikleri bölgeler. Kürdistan coğrafyasının Kürt kentleri.

Ama Kerkük'te durum Musul'dakinden farklı.

Kerkük'te, Türkmenler var. Musul'un ise çevresi Arap köyleriyle çevrili. Musul'lu bir arkadaşımın dediği gibi ‘‘üstelik köyle şehirler içiçe.’’

Türkmenler, Osmanlı'dan beri ‘‘kalem efendisi’’. Elleri silah tutmamış, okumaya, yazmaya meraklı.

Musul'un Arapları, 50 yıldan beri Irak ordusunun bel kemiğini oluşturmuş. Savaşkan.

Hatta Baas rejimini 30 yıldan beri ayakta tutanın sanıldığı gibi Tikrit değil, Musul olduğu iddiasında.

İşte bu fark, bölgedeki etnik yapıyı değiştirme politikalarına da farklı tepki veriyor.

Musul'da Arap varlığı, Kürtleştirme politikalarını frenliyor. İşin güzel yanı, tüm etnik gruplar bir arada yönetmek için birbirlerine karşı daha dikkatli ve saygılı davranıyorlar. Tabii ki bu da şimdilik var olan bir denge. Bir zorlama olursa nasıl sonuç doğurur bilinmez.

Bu konuda, Musullular ne diyor?

İşte yanıtı:

‘‘Musul asla Kürt egemenliğini kabul edemez. Bugüne kadar ABD'ye yap bir şeyler dendi. Yapamadı. Halkla kucaklaşamadı. Hem Kuzeyi özerklik kursun diye Kürtlere vereceksin, hem Irak'ı teslim edeceksin. Irak bunu kabul etmez.’’

* * *

BUSH Yönetimi Irak'taki politikalarını değiştiriyor. Egemenlik hazirana kadar halka devredilmiş olacak. Etnik ve mezhepler arası çatışmalara yol açma ihtimali yüksek bir süreç başlıyor. Konuyu araştırırken karşılaştığım bir cümleyi aktararak kapatalım bugünkü yazıyı, ‘‘Musul henüz suskun. Bir ayağa kalkarsa kimse durduramaz.’’
Yazının Devamını Oku

Musul'dan davet var

17 Kasım 2003
MUSUL Valisi Ganım Basso, ‘‘İstenmediğiniz yere yatırım yapmayın, Musul'a gelin’’ diyor.Bu çağrının nedeni, Türkiye'nin Kerkük'te yapacağı hastaneye izin verilmemesi.Türkiye Bağdat ve Kerkük'te iki hastane inşaatı için harekete geçmişti. Ancak Bağdat projesi güvenlik nedeniyle durduruldu. Kerkük ise Meclis kararı ile iptal edildi.Sokaklarından kanalizasyon akan Kerkük'te hastane var. Ama yetersiz. Türklerin hastane için yapacağı yatırımın beklendiğini de biliyordum. Neden ertelendi?Hastanenin, hemşire okulunu da içeren geniş bir proje olması, ‘‘burada Türkiye'nin siyasi faaliyete girişebileceği’’ endişesiyle Kürt oylarının çokluğuyla ertelenmiş.Yukarıdaki sorunun yanıtını ararken, bölgede yaşayan insanlardan böyle bir yorum duyuyorum.Bu arada ilginç bir gelişme oluyor Musul'un Arap kökenli valisi Basso'nun Türkiye'ye ‘‘Biz yer ayırdık hastaneyi Musul'a yapın’’ çağrısında bulunduğunu öğreniyorum.Vali Basso, ‘‘Bağdat'ta güvenlik yok, Kerkük'te Kürtler istemiyor, ama burada biz yer de sağlıyoruz, güvenlik garantisi de veriyoruz’’ diyor.Musul Meclisi, Arapların, Kürtlerin ve Türkmenler ile Asurilerin uyum içinde çalıştıkları bir meclis. Irak'ın bütünlüğünün asgari uzlaşma zemini Musul'da daha dengeli yakalanmış.İşte bu Meclis, hastane yapımı için Dicle kenarında, Reşidiye bölgesinde 20 dönümlük bir yer de ayırmış.* * * KERKÜK ve Musul, ikisi de Talabani ve Barzani yönetimlerinin hak iddia ettikleri bölgeler. Kürdistan coğrafyasının Kürt kentleri.Ama Kerkük'te durum Musul'dakinden farklı.Kerkük'te, Türkmenler var. Musul'un ise çevresi Arap köyleriyle çevrili. Musul'lu bir arkadaşımın dediği gibi ‘‘üstelik köyle şehirler içiçe.’’Türkmenler, Osmanlı'dan beri ‘‘kalem efendisi’’. Elleri silah tutmamış, okumaya, yazmaya meraklı.Musul'un Arapları, 50 yıldan beri Irak ordusunun bel kemiğini oluşturmuş. Savaşkan.Hatta Baas rejimini 30 yıldan beri ayakta tutanın sanıldığı gibi Tikrit değil, Musul olduğu iddiasında.İşte bu fark, bölgedeki etnik yapıyı değiştirme politikalarına da farklı tepki veriyor.Musul'da Arap varlığı, Kürtleştirme politikalarını frenliyor. İşin güzel yanı, tüm etnik gruplar bir arada yönetmek için birbirlerine karşı daha dikkatli ve saygılı davranıyorlar. Tabii ki bu da şimdilik var olan bir denge. Bir zorlama olursa nasıl sonuç doğurur bilinmez.Bu konuda, Musullular ne diyor?İşte yanıtı:‘‘Musul asla Kürt egemenliğini kabul edemez. Bugüne kadar ABD'ye yap bir şeyler dendi. Yapamadı. Halkla kucaklaşamadı. Hem Kuzeyi özerklik kursun diye Kürtlere vereceksin, hem Irak'ı teslim edeceksin. Irak bunu kabul etmez.’’* * * BUSH Yönetimi Irak'taki politikalarını değiştiriyor. Egemenlik hazirana kadar halka devredilmiş olacak. Etnik ve mezhepler arası çatışmalara yol açma ihtimali yüksek bir süreç başlıyor. Konuyu araştırırken karşılaştığım bir cümleyi aktararak kapatalım bugünkü yazıyı, ‘‘Musul henüz suskun. Bir ayağa kalkarsa kimse durduramaz.’’
Yazının Devamını Oku

Bomba kalbimizde patladı

16 Kasım 2003
<B>TERÖR</B> bizi yine vurdu. Dün sabah İstanbul'da meydana gelen saldırılar doğrudan Türkiye'yi hedef alan terör eylemleridir. Şehit polis, sinagogların içinde dışında yaşamlarını kaybedenler, yaralılar, enkaz manzaraları, sokakları dolduran cam kırıkları ve tedirginlik.

Hepsi biziz, hepsi bizim.

Patlamaların Musevi ibadet yerlerinin önünde olması hiçbir şey değiştirmiyor.

Türkiye'de, herhangi bir kiliseye ya da sinagoga karşı girişilen her saldırı camiilerin kubbelerinde çınlar.

Bu konuda kimse yanlış hesap yapmamalı.

Şaron Hükümeti'nin Filistin sorunuyla ilgili politikalarına karşı, dünyanın her yerindeki Yahudi hedeflerinin saldırıya açık hale geldiğini ileri sürenler, İstanbul'daki terör eylemini de bu çerçevede değerlendiriyorlar.

Sinagoglar hedef alındığı için saldırıyı Türkiye'ye yönelik saymayabilirmişiz.

Bu çarpık zihniyet, çoğunluğu Müslüman olan bu ülkede teröre tolerans arama çabasından başka bir şey değildir.

Biz terörü yaşadık. Genetik yoklama mı yapmıştı acı kapılarımızı çalmadan önce? Bunun bedelini birlikte ödemedik mi?

İstikrarsızlığın yol açtığı ekonomik ve toplumsal sonuçları birlikte göğüslemedik mi?

* * *

TERÖRÜN siyasi bir amaca ulaşma yolu olarak değerlendirilmesi mümkün değil.

Terörün yükseldiği son yirmi yıla dönüp baktığımızda hiçbir siyasi sorunun çözümüne katkıda bulunmadığını görüyoruz. Kuzey İrlanda sorunundan Kürt meselesine kadar terör sürecinin sadece zaman kaybettirdiği ortada artık. Son olarak da İsrail-Filistin meselesi. Tam bir çıkmaz.

Şiddet şiddeti, acı acıyı doğuruyor.

Dünkü eylemlerin ardında kimin olduğu henüz kesin değil. Bence önemi de yok.

Çünkü terör örgütünün adı ne olursa olsun, ister El Kaide ister başka bir şey, cahil ve yoksul insanları ölüme süren irade, istikrarsızlık ortamlarının kaymağını yemeyi amaçlayan güç odaklarının iradesidir.

El Kaide terör örgütünün, bunca uluslararası mücadeleye rağmen, hálá yaşam olanağı bulduğu Afganistan'dan dünya pazarlarına uyuşturucu ticaretinin sürüyor olması bunu göstermiyor mu?

* * *

DÜNKÜ saldırı Türkiye'ye yönelik bir saldırıdır. Mesajı net ve açıktır.

Karanlık güç odaklarının planlarını gerçekleştirebilecek güvenlik boşluklarının bulunduğunu açıkça göstermiştir.

Terör alanları arasına, Türkiye'nin de alındığının doğrudan mesajıdır.

O yüzden hedef ben değilim, Yahudiler dolayısıyla İsrail diyemezsiniz.

Hedef Müslümanlar değil, Türkiye değil derseniz, sinagogların önündeki çukurları ciddiye almazsanız o çukurların sizin için de açılmakta olduğunu fark edemezsiniz.
Yazının Devamını Oku

Kıbrıs'ta seçim ipoteği

14 Kasım 2003
<b>KIBRIS</B>'ta çözüm çalışmaları KKTC'deki seçimlerden sonra başlayacakmış. Sadece bizimkiler değil, Brüksel'den gelen mesajlar da aynı yönde.

Onları anlamak mümkün.

Aralık ayında İtalya dönem başkanlığını devredecek ve Avrupa Birliği geçen yıl aldığı karara göre bu yıl sonundaki Zirve sonuç bildirisinde Türkiye paragrafı üzerinde fazla uzun durmadan, değerlendirme ve kararı gelecek yıla devredecek.

Oysa son anda bir Kıbrıs girişimi olursa, bunu sonuç bildirisine yansıtmak gerekecek. O zaman bir sürü iş açılacak başlarına.

Türkiye, ‘‘Kıbrıs AB üyeliğinin önünde ciddi engeldir’’ cümleciğini kaldırın diye ısrar ederse, çözüm girişiminde bulunduğunun kayda geçmesinde ısrarcı olursa? Bir sürü pazarlık, bir sürü müzakere, paragrafın yeniden yazılması için her sözcük üzerinde mutabakat sağlamak gerçekten uzun iş.

O yüzden Avrupa'nın Aralık ayını, KKTC'deki seçimleri, hatta seçimlerden sonra oluşacak hükümeti, hükümetin oturmasını, oturacak hükümetin karar vermesini beklemesini anlamak zor değil. Şubat, mart, nisan. Mayıs'a kadar vakitleri var. Mayıs'ta da Rum tarafını üyeliğe alacak ve ondan sonra da Avrupa Birliği'nin cümle kapısına Rumları oturtup, giriş biletlerini ona kestirtecekler.

Benim anlamadığım bizim tavrımız.

Neden bu konuda herhangi bir adım atmayı önümüzdeki yıla ertelediğimiz, neden 2003 sonuç bildirisinde, bazı değişiklikler talep edecek bir zemin hazırlamadığımız.

Geçen yıldan bu yana Kıbrıs konusunda neden hiçbir hazırlık yapmadığımızı anlayamıyorum ben.

* * *

EVET Kıbrıs, Türkiye'nin Avrupa Birliği ile ilişkilerinin önünde bir engel, ama engellerden sadece bir tanesi.

Kıbrıs'ta başlayacak bir çözüm süreci Türkiye'nin önündeki ‘‘diğer engelleri otomatikman aşması’’ demek değil.

Avrupa takvimi konuşulurken bütün dikkatlerin sadece Kıbrıs'a yoğunlaşması yanıltıcı. Bir yıl sonra büyük düş kırıklıklarına yol açabilecek bir yanılgı.

Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün sözünü ettiği ‘‘felaket senaryosu’’nun sürpriz olmayacağını başta Verheugen olmak üzere Avrupalı çeşitli çevreler telaffuz etmedi mi?

Kıbrıs'ta çözüme katkı, müzakere tarihi almak için tek koşul değildir diye.

Lütfen artık şunu aklımıza koyalım. Kıbrıs sorunu, Türkiye'nin Avrupa Birliği hedefi olmasa da çözüm bekleyen önemli bir sorunudur ve biz, çözüm yollarını samimi bir kararlılıkla, takıyye'ye kalkışmadan zorlamak durumundayız.

Kıbrıs Rumlarının çözümden ne kadar uzak durduklarını, Avrupa üyeliğini garanti etmeleriyle bu duruşun daha da kemikleştiğini hepimiz biliyoruz.

O zaman, bu duruşu teşhir edecek bir müzakere kararlılığı göstermek durumunda KKTC. Bu teşhir de bir çözüm çabası değil midir?

Yarın, KKTC'nin kuruluş yıldönümü. 20 yıllık devlet deneyiminden sonra Kıbrıslı Türklerin, Avrupa Birliği vatandaşı olmak uğruna bile azınlık statüsüne göz yumacaklarını hiç sanmıyorum. Artık bu güvenle atılmalı adımlar.

* * *

BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan'ın yarınki KKTC ziyareti ve vereceği mesajlar, Türkiye ve KKTC kamuoyunda dikkatle bekleniyor. Ben ne iktidar ne de muhalefetten yana ağırlık koyacağını sanmıyorum.

KKTC, kendi dinamikleri içinde seçimlerini yapmalı. Bu çok önemli. Ve bugüne kadar koruduğu ‘‘demokratik toplum’’ sıfatına da gölge düşürmemeli.

Özellikle son günlerde, muhalefetteki gazetecilere karşı girişilen susturma kampanyasını endişe verici buluyorum.

Kıbrıs Gazetesi'nin Genel Yayın Yönetmeni Süleyman Ergüçlü'nün 21 yıl, Yazı İşleri Müdürü Başaran Düzgün'ün 10 yıl ve köşe yazarı Hasan Hastürer'in 11 yıl hapis istemiyle haklarında dava açılması, sadece KKTC değil Türkiye açısından da yakışıksız bir gidişin işaretidir.
Yazının Devamını Oku

Irak kırıklıkları

10 Kasım 2003
<B>İNSAN </B>anlamakta zorlanıyor. ABD gibi bir ülke Irak konusunda nasıl bu kadar hata yapabilir, politikalarında ‘‘deneme-yanılma’’ payını nasıl bu denli geniş tutabilir? Bu durum gerçek mi yoksa, böyle görünmek de bir siyasi tercih mi?

Türkiye'ye karşı 2002'nin ortalarından beri izlediği tavra baktığımızda, esas olarak ortaya çıkan çizgi, Washington-Ankara eksenindeki ilişkilerden çok, Irak-Türkiye hattında belirleyicilik kazanıyor.

Olaylara biraz mesafeli bakınca, esas duvarın Türkiye-Amerikan ilişkilerinde değil Türkiye-Irak arasında yükseldiği görülüyor.

Washington'un basiretsiz tavırlarına, bizim de gereksiz açıklamalarımız eklenince Türkiye'yi çok zor durumda bırakan bir durum çıktı ortaya.

Türk askerinin Kürtlere karşı faaliyetlerde bulunmak, onları kontrol altına almak için gönderileceği gibi bir izlenim yaratıldı. Ve bu, daha sonra yapılan hiçbir açıklamayla silinemedi.

Sonuçta Türkiye, ‘‘gizli emellerine ulaşması engellenmiş’’ bir konuma düştü.

* * *

ANKARA, aslında daha önce Amerikalılara, ‘‘bu işi düzeltin’’ mesajı vermesine rağmen anlayış göremedi.

Türkiye'den asker isterken, Iraklılarla hiç konuşulmamış olması, sadece anlayış değil asgari nezaketin bile gösterilmediğinin kanıtı.

Körfez Savaşı öncesi ilişkileri bir kenara bırakalım, savaştan sonra Türkiye'nin Irak'ta, gerek 36'ıncı paralelin kuzeyindeki güvenli bölgedeki, gerekse Bağdat ile temaslarının yarattığı etkinliği artık yok.

Bu durum, bölgedeki konumunu da etkiledi Türkiye'nin. İslam ülkeleri toplantılarında, Arap ülkeleri arasında Türkiye'yi, ‘‘müdahale heveslisi’’ durumuna düşüren tartışmalara neden oldu.

* * *

PEKİYİ şimdi ne olacak? 1 Mart'a kadar Irak'taki asker sayısını azaltma hedefi koyduğu için Türkiye'den ve diğer Müslüman ülkelerden asker talep eden Washington işin içinden nasıl çıkacak?

Şimdi, yerel milis kuvvetlerin bir süre eğitilerek, güvenlik görevi yapması gündemde. Yani Barzani ve Talabani'nin peşmergeleri ile Şiilerin Bedir kuvvetleri. Eğer böyle bir yola girilirse tam bir arapsaçı.

Bremer'in, ekonomik ve siyasi hesaplar peşinde koşmamaları için herkesi uyarması gerektiği söyleniyor. Ama nereye kadar başarır? İnandırıcı yanıt kaldı mı?

* * *

DÜNKÜ Amerikan gazetelerinde çok ilginç saptamalar vardı. Bremer, Irak geçici yönetimine kızıyormuş. Yarıdan fazlası ülke dışında yaşıyor, toplantılarda üç-dört kişiyi zor toparlıyormuş diye.

ABD'nin bel bağladığı muhalefet tam bir düş kırıklığıymış. Herkes öyle kendi siyasi ve ekonomik işleri peşindeymiş ki 15 Aralık'a kadar başlaması gereken Anayasa çalışmaları için hiçbir somut adım atılamamış. Ayrıca, Amerika tarafından atanan bu insanların halkla doğru dürüst diyalog kuramamaları da bir başka düş kırıklığıymış.

Irak, kırıklıklarla dolu bir yol oldu.
Yazının Devamını Oku