Ferai Tınç

Prodi, haziranda mesaj verebilir

16 Ocak 2004
AVRUPA Birliği'nin Başbakanı ilk kez Türkiye'ye geliyor. Tam kırk yıl önce Avrupa ile Ortaklık Anlaşması imzalandığı yıl, Türkiye'ye gelen Alman Walter Hallstein'den sonra bu ilk ziyaret. Bu seviyedeki ziyaretler demek ki, Avrupa'nın Türkiye ile önemli kararlar almak durumunda kaldığı dönemlere rastlıyor.Türkiye ile yakın ilişkileri olan, hatta bir zamanlar Turgut Özal'ın özelleştirme danışmanlığını yapması gündeme gelen Romano Prodi, bizi çok iyi tanıyor. Türkiye'ye daha önce de gelmiş olan bir siyasetçi. Ama, Komisyon Başkanı olarak Türkiye'ye ilk kez gelmesi boşuna değil.Bu ziyaret, Türkiye'nin Avrupa perspektifi ve 2004'ün, sadece bizim açımızdan değil, Avrupa gündeminde de ciddi ve önemli bir konu olarak yer aldığını gösteriyor. Bu olumlu bir işaret, ancak Prodi'nin açıklamalarındaki abartılı temkin, cesaret verici olmaktan uzak.Prodi, gerek Türk medyasına yaptığı açıklamalarda, gerek yabancı basında yer alan demeçlerinde, ‘‘Diğer adaylardan olduğu gibi, Türkiye'den de Kopenhag kriterlerine titizlikle uyması isteniyor’’ diyor.‘‘Bu da yetmez, uygulamaya bakarız’’ diye vurguluyor. Özgürlüklerle ilgili reformların özellikle Güneydoğu'da hayata geçirilmesinin önemi üzerinde duruyor. Buraya kadar tamam. Ama müzakerelerin başlaması için tavsiyede bulunacak olan organın başı, Türkiye ile ilgili karar vermenin zorluklarını sayıp dökmeye başlayınca, aşırı temkinin altında isteksizlik yattığı izlenimi doğuyor. Örneğin, CNN'de Mehmet Ali Birand ve Zeynel Lüle'ye konuşurken, ‘‘Türkiye Malta değil’’ diyor. Kriterlerle ne ilgisi var nüfusun? Elmalarla armutları karıştırıp, kriter olmayan kriterler yaratılınca doğal olarak karamsarlık yayılıyor. Şüpheler derinleşiyor, isteksizlik yaygınlaşıyor. Oysa Türkiye, yeni ve iyimser bir ruh haliyle bu yıla başlıyor.* * *PRODİ'nin gündemindeki bir diğer önemli konu da Kıbrıs. ‘‘Kıbrıs Mayıs'ta Avrupa Birliği üyesi olacak. Katılım anlaşmasını imzalayıp kapatacağız. O tarihe kadar anlaşma sağlarsanız ne álá’’ diyor. Yoksa? Müzakereler mayıstan sonra da devam edebilir, ama sağlanacak uzlaşmanın öngördüğü hukuki ayarlamalar Katılım Anlaşması'nın dışında kalır. Anlaşmanın yeniden müzakereye açılamayacağının hukuken doğru olduğnu söylüyor uzmanlar. O zaman Kıbrıs Türkleri ve Türkiye'nin hakları ne olacak? Avrupa hukuku ve müktesebatına tabi olacak. Öyle bir durum ortaya çıkıyor ki, Mayıs'a kadar anlaşma sağlanamazsa ondan sonra her durumda Türkler azınlık, Türkiye yabancı güç konumunda kalacak. Garanti anlaşmalarının geçerliliği bile tartışmalı. Diyelim ki mayıs ayında Kıbrıs çözümlendi. Ama bu da Avrupa Birliği'nin tam üyelik müzakerelerini başlatacağı anlamına gelmiyor. Garanti değil. Bu o kadar garip bir durum ki Prodi bile ‘‘çifte fedakarlık’’ diyor. * * * AVRUPA Birliği, henüz ortağı olmasa bile, ortaklık alanı içinde bulunan Türkiye'ye karşı bu kadar taraflı davranamaz. Bir müzakere sürecini, ‘‘teslimiyet’’ süreci haline dönüştürecek olan bu yaklaşım, yapıcılıktan ve çözüm için cesaret verici olmaktan çok uzak. Avrupa Birliği, 1 Mayıs'ta Kıbrıs'ı tam üyeliğe alıyorsa, bu kararın ilan edildiği Haziran Zirvesi'nde, Türkiye'yi de cesaretlendirmelidir.Tabii ki, o zamana kadar reformları hızla hayata geçirmek bizim işimiz. Ama eğer Türkiye tam üyelik müzakereleri için hazırlıklarını hızla tamamlıyorsa, Kıbrıs'ta çözüm için siyasi irade ortaya koymuşsa, Haziran Zirvesi'nde de Avrupa Birliği, Aralık ayını beklemeden Türkiye'ye ilk olumlu mesajını vermelidir.
Yazının Devamını Oku

Çanakkale'de gazeteciler bayramı

12 Ocak 2004
<B>DAVET</B> geldiğinde biraz mırın kırın ettim, ya yollar buz tuttuysa, ya lodos varsa ve gemi seferleri iptal edilirse, ya pazartesi günkü randevularıma yetişemezsem... Çok yakın olmasına rağmen ulaşımı öyle zor bir yer ki.

Ama sonunda karar verdim ve ‘‘gazeteciler gününü birlikte kutlayalım’’ diyen meslektaşlarımın davetini kabul edip Çanakkale'ye gittim hafta sonunda.

Beş yerel gazete ve dört dergi, televizyon ve radyo istasyonlarında çalışanlarla birlikte kent merkezi ve çevre ilçelerde 70 kadar gazeteci görev yapıyor Çanakkale'de.

Doğan Haber Ajansı temsilcisi Erdem Sürek, ‘‘Ulusal gazete ve televizyonlara her gün haberimiz girer bizim buradan’’ diyor. Çanakkale'nin ve gazetecisinin önemi hakkında fikir veren doğru bir ölçek.

* * *

ULUSAL medyada yer alabilmek için imkansızları aşmayı yaşam biçimi hale getirmiş olan genç gazeteci meslektaşlarımın yeteneklerini, fotoğraflarından oluşan sergiyi gezince daha iyi anladım.

Gündem Gazetesi'nin girişimiyle gerçekleşen sergide yer alan resimler değil ulusal, uluslararası kalitedeydi. Genç gazetecilerin objektifinden dünyanın en önemli boğazlarından Çanakkale Boğazı'nı, küçük ikiz balıkçılarını, güneşini, şehitliklerini, mitolojisi ve ince esprisiyle öyle güzel yansıtıyordu ki resimler. Ara Güler ustanın dediği gibi, ‘‘anı değil hayatı’’ aktarıyorlardı.

Çanakkale'de ilk kez gazetecilerin resimleri sergileniyordu.

Gazeteciler bayramında Çanakkale'de bir ilki daha yaşadık. Çanakkale Gazeteciler Cemiyeti kuruldu. Cemiyet Başkanı İsmet Akıncı, ‘‘Biz sizin yanınızda kendimizi hep küçük hissederiz. Kendimizi geliştirip, daha iyi gazetecilik yapabilmek için örgütlenmek istiyoruz. Sizlerin yanında var olmak istiyoruz’’ dedi.

Yerel basın, Türkiye'de ulusal basın karşısında kendisini hep ikinci sınıf hisseder. Aslında herkesin herkesi tanıdığı küçük bir yerde düzgün gazetecilik yapmak çok zor. Yerel medya çok ağır bir baskı altında.

Ama yerel yönetimlerin güçlenmesiyle birlikte yerel medyanın da direncini arttıracak bir dinamizmi yakalamak mümkün olacak. Örgütlenmek bir ilk adım.

Çanakkale medyasındaki hareketlenme aslında Çanakkale'nin yönetici ve sivil toplumuyla içine girdiği yeni bir canlılık dönemiyle de ilgili.

Örneğin Truva'dan şehitliklere kadar dünyanın en ilginç mekanlarını barındıran Çanakkale ilk kez beş yıldızlı bir otele sahip oldu. Hafta sonları Truva'yı gezmeye gelen turistler artık rahatça geceleyebiliyorlar kentte. Eylül ayında kapılarını açan Kolin Otel, kongre merkeziyle de Çanakkale'ye yeni bir kapı aralıyor.

* * *

SORUNLARIMIZIN derinleştiği ama öte yandan da, daha iyisini yapmak için kararlılığın arttığı bir dönemden geçiyor mesleğimiz.

Bu sadece Türkiye için geçerli değil. Bu yıl, Irak savaşının da etkisiyle gazetecilik sorunlarının en fazla tartışıldığı yıllardan biri oldu dünyada da.

Bu sorunların tartışılması, görülüyor olması bile olumlu bir şey.

En atlatma, en doğru, en çekici, en ses getirici haber ve görüntüler için can güvenliklerini hiçe sayarak görev yapan, özel hayatlarını mesleklerine tabi kılan muhabir, fotoğrafçı, kameramanlar, en ağır yükleri omuzlayan mutfak gazetecilerinin varlığını mesleğimizin garantisi olarak görüyorum ben. Çanakkaleli gazeteciler arasında buna bir kez daha inandım.
Yazının Devamını Oku

Malum plan

11 Ocak 2004
<B>ANNAN </B>Planı, kim ne derse desin Kıbrıs'ta çözümün yol haritasıdır. Bunda değişiklik yapmak istemek çok doğal bir şeydir ama sanki bu planı ortadan kaldırmaya yönelik hazırlıklar yapılıyor izlenimi vermek yanlıştır. Çünkü bir süre sonra masaya oturduğunuzda, ‘‘teslimiyet’’ şüphesi ile karşı karşıya kalırsınız. Ne doğru dürüst pazarlık edebilir ne pozisyonunuzu kararlı bir biçimde savunabilirsiniz.

Şimdi değiştirildiği söylenen Annan Planı ile ilgili bazı itirazlara bakıyorum ve hayret ediyorum.

Örneğin: Annan Planı'na göre Rumlar, Türk ‘‘oluşturucu’’ devletine geri dönünce federal Meclis'te Türk-Rum dengesi bozulacak. Çünkü anlaşmadan sonra kuzeye yerleşecek olan Rumlar, Türk vatandaşlığına kabul edileceğinden federal parlamentoya seçme ve seçilme hakkını da kazanmış olacaklar. Türk tarafına ayrılan kotaları Rumlarla dolduracaklar.

Bu doğru değil. Çünkü Annan planı federal devlet vatandaşlığının yanı sıra kurucu devlet vatandaşlığını da tahsis ediyor.

Kurucu devlet vatandaşlığına kabul koşullarını saptama yetkisi kurucu devlete ait.

Ama yerel seçimlere katılma hakkı ikamet esasına göre tanınıyor. Yani geri dönüş programına göre kuzeyde yaşamaya başlayan bir Rum vatandaşı, Türklerin yerel seçimlerine katılabiliyor. Ama federal seçimlere katılamıyor. Orada, Rum devletinin adayları için oyunu kullanabiliyor. Aynı şey Türkler için de geçerli.

* * *

YİNE de biz planda bu konunun daha net bir biçimde açıklanmasını istiyoruz diyor olabilirsiniz. Ona diyeceğim yok. Ama tahrifata kalkışmadan. Tribünlere oynamadan.

Bu sadece bir örnek, 65 yaşın üzerindekilerin geri dönüşünün- o da belli bölgelere- dönüş kotalarının dışında bırakıldığı iddiası da doğru değil.

Bunun gibi çeşitli örnekler sıralanabilir. Tabii ki Annan Planı'nda muğlaklıklar var. Örneğin iki kesimlilik, sınırlar, sınırların kurucu devletler tarafından nasıl korunacağı net değil. Bu konular müzakere masasında ele alınmalıdır.

Tribünlere oynayarak siyaset yapılır ama, Kıbrıs gibi ciddi bir sorunla başa çıkılamaz.

* * *

KKTC'de hükümet krizinin Talat-Denktaş koalisyonu ile aşılıyor olması olumlu bir gelişme. Bu adım Türk tarafının ve Türkiye'nin çözüm sürecini canlandırma kararlılığının kanıtı.

Kıbrıs'ın Avrupa Birliği'ne üyeliğinden önce Türklerin ve Türkiye'nin haklarını, üyesi olmadığımız Avrupa Birliği hukuku karşısında, ancak bir çözüm anlaşması güvence altına alabilir. Yoksa 1 Mayıs'tan sonra, bu günleri mumla arar hale gelebiliriz.

Kaldı ki, Annan Planı Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği halinde işlevsellik kazanabilecek bir denklem. Buna esas bizim sahip çıkmamız gerekmez mi?

Avrupa Birliği'ne bu denklemdeki sorumluluğunu gösterecek olan da biziz. Ama Avrupa'nın tavrı belli değil hala. Avrupa Komisyonu, Aralık'ı beklemeden önümüzdeki zirve toplantısında yani Haziran Zirvesi'nde, Türkiye ile müzakerelerin başlaması konusunda net bir tavsiye kararı vererek anlaşma masasındaki yerini almalıdır.

Türkiye'nin üyeliği konusunda yeşil ışık yanmazsa, Aralık'ta müzakere başlamazsa bu anlaşma başarıya ulaşamaz. Ortada ne plan kalır, ne de çözüm. Annan planında böyle yazıyor.
Yazının Devamını Oku

Kıbrıs anahtarı Washington'da

9 Ocak 2004
KIBRIS konusunda askerlerle hükümet arasında derin uçurumlar olduğuna ilişkin haberler doğru çıkmadı.Daha doğrusu, görüş farklılıklarını, siyaseti ve siyasetçiyi sıfırlayan bir dayatma gibi sunuşun doğru bir yorum olmadığı anlaşıldı.Tabii ki her toplumda farklı görüş ve yaklaşımlar vardır.Tabii ki, Kıbrıs gibi çok önemli bir konuda Türkiye'nin izleyeceği siyaset ve taktik adımlar en geniş görüş birliği temelinde oluşturulacaktır. Hatta tartışmalar sert de geçebilir. Üslup sorunları yaşanabilir. Ama bunu, belli bir bakış açısını kabul ettirmek için toplumu sindirip, ürkütmeye yönelik kullanmak ayıptır artık. Hem de çok ayıp. Dün Çankaya Köşkü'nde yapılan toplantıdan sonra yapılan açıklamada bu iddialara yanıt da geldi.‘‘Görüşme sürecinde Türk tarafının tutumunun belirlenmesine yardımcı olacak hazırlıklar, konunun öneminin gerektirdiği duyarlılıkla ve ilgili makamlarımız arasında yakın eşgüdüm içinde ileri bir aşamaya getirilmiş bulunmaktadır.’’Her şeyden önce bu açıklama Türkiye'nin Kıbrıs'ta çözüm için görüşmelere ciddi ve hızlı biçimde hazırlandığını gösteriyor. Devletin zirvesinde eşgüdümün ileri bir aşamaya gelmiş olması da esası ilgilendiren konularda, yayılmak istenen havanın aksine görüş birliği olduğu anlaşılıyor.‘‘Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde yeni hükümetin kurulmasının ardından, Kıbrıs konusundaki müzakere sürecinin canlandırılması yönünde girişimlere başlanmasının yararlı olacağı konusunda toplantıda görüş birliğine varılmıştır.’’Bu paragrafta da açıkça anlaşılıyor. Evet Annan Planı temelinde görüşmelere derhal başlanması konusunda net bir ifade yok. Ama Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri'nin iyi niyet misyonuna destek veriliyor. ‘‘Ada'nın gerçekleri temelinde bir çözüme müzakere yoluyla hızla ulaşılması konusunda siyasi kararlılığın teyid edilmesi’’ plandaki bazı konularda revizyon talebinde bulunulacağı izlenimi veriyor. İki kesimlilik konusunda daha etkili garanti gibi. * * *KIBRIS Türkleri, seçimlerden sonra Türkiye'den kesin bir tavır beklediler. Bu tavır onların hükümet kurma girişimlerini de kolaylaştıracaktı. Ancak, bu kesinlikte bir işaret gelmedi Ankara'dan.Bunun tek nedeni, devletin zirvesinde ‘‘eşgüdüm’’ün yani görüş birliğinin sağlanamamış olması değil. Ankara, Avrupa Birliği denklemi nedeniyle rahat değil. Bu da çok haklı bir rahatsızlık. Kıbrıs konusunda adım atıp Avrupa Birliği'nden olumlu bir yanıt alamama ihtimali kararsızlığın esas nedeni. Ayrıca ağır bir siyasi sorumluluk.Bu nedenle Ankara Tayyip Erdoğan'ın Washington ziyaretini, oradan gelecek mesajları bekliyor. Washington'un çözüm sürecine ağırlığını koyarak eşitlik garantisi vermesi isteniyor. * * * TÜRKİYE önemli günlerden geçiyor. Kıbrıs'ın Avrupa Birliği'ne üyeliği ile hukuki olarak adanın yeni bir kanun alanına girdiğini akıldan çıkarmamak gerekiyor. Bu durumu dikkate alan yeni bir düzenleme olmadıkça-bir anlaşma olmadıkça- Türkleri ve Türkiye'nin çıkarları nasıl korunacak. Ada'nın Avrupa hukukuna tabi olması yarın karşımıza, tarafı olacağımız bir anlaşmanın sorunlarından daha fazla sorun çıkartmayacak mı? Bu soruları iyi düşünmenin zamanı şimdi. Çok da zaman olmadığını akıldan çıkarmadan tabii ki.
Yazının Devamını Oku

Kerkük, Kudüs olmamalı

5 Ocak 2004
<B>KERKÜK</B>'ün ortasındaki Musalla mahallesi, 150 bin kişilik nüfusuyla bir Türkmen mahallesidir. Tam karşısındaki mahallede ise Kürtler yaşar. Geçen yıl sıcak bir sonbahar gecesi, sakin gibi görünen mahallelerin içinde yaşananları, Kerkük'te ilmik ilmik örülenleri anlamak için gece yarısından sonra Musalla mahallesine götürdüler beni. Gördüklerim şaşırttı. Meydanın ortasındaki yüksek anıtın üzerinde elleri silahlı gençler, karşı mahalleyi gözlüyorlardı.

Türkmenler ancak böyle rahat uyuyabiliyorlardı.

Amerikalıların, Peşmergenin elinden silahları almadığını, buna karşın kendilerine az sayıda silaha izin verildiğini anlatıyor ve bu durumdan yakınıyorlardı.

Kerkük sokaklarında karşılaştığım hava, özgürlük rejimine ilerleyen bir toplumun havası asla değildi.

Káh Bosna'yı andırıyor, káh Kudüs'ü çağrıştırıyordu.

Kent iğne üzerindeydi.

Her an bir saldırı ihtimaline karşın Kerkük'te, Saddam rejiminin devrildiği 9 Nisan'dan beri gece nöbetler tutuluyor.

Türkmenlerin yanı sıra, Asuriler ve Araplar da tetikte. Kürtler ise, ‘‘Burası bizim baş kentimiz’’ havasında.

Kerkük, sıradan bir kent değil. Bunun nedenini sadece petrolde de aramak yanlış. Kürtler için bağımsızlık sembolü, Türkmenler için ata yurdu, Araplar açısından ise Irak'ın geleceğinin güvencelerinden biri. Ortak özelliği, vazgeçilemezliği.

Onu Kudüs'e benzeten yanı da bu zaten.

* * *

KERKÜK'te gerginlik, geçici yönetim konseyindeki Kürt üyelerin 20 Aralık'taki girişimlerinden sonra arttı. Önce Kürtler yürüyüş düzenleyerek, federasyon önerisine ve bu öneride yer alan ‘‘Kerkük, Tamim, Nineva ve Diyala Kürt bölgesi içinde olmalıdır’’ açıklamasına destek verdiler.

Ardından Türkmenler ve Araplar bunu protesto etmek için yürüdüler ve yürüyüşte kan döküldü.

Gerginlik sürüyor. Ama işin arka planına baktığımda bunun zamansız atılan bir adımın sonucu olduğunu görüyorum.

Irak'ta iktidarın halka devri süreciyle ilgili çalışmalar kapsamında Amerikalı yönetici Paul Bremer'in taraflara imzalattığı takvime göre, Irak'ın sistemi, yönetim yapısı 2005 yılı ortalarında gündeme gelecek. Kürt liderlerin federalizm meselesini şimdi ortaya atmaları, kendilerinin de altında imzaları bulunan anlaşmaya uymuyor her şeyden önce.

Geçici Yönetimin gündeminde şimdi, iktidarı haziran ayı sonunda geçici hükümete devretmek ve bunun alt yapı hazırlıkları var. Federalizm tartışmaları önümüzdeki yılın meselesi ve kurulacak olan Meclis'in yetkisinde.

Geçici Konsey'in zaten böyle bir yetkisi yok.

Öyleyse neden şimdi?

Bu soruyu dün yönelttiğim bir Kerkük'lünün yanıtını olduğu gibi aktarıyorum. ‘‘Şu sıralar, kuzeyde yerel seçimler, sivil toplum örgütlerinin seçimleri var. İktidar mücadelesi kızıştı. Herkes kendi seçmenine göz kırpmak istiyor. O yüzden böyle zamansız bir adım atıldı.’’

* * *

NEDENİ ne olursa olsun, Irak'ın toprak bütünlüğü konusunda gönüllü bir karara varılmadıkça Kerkük Irak'ın ve bölgenin istikrarı açısından en riskli bölge olmaya devam edecek. Çünkü Kerkük'ün patlaması, şu ana kadar yaşanan çatışmalara benzemez. Onlar, dışarıdan gelen bir gücü hedef alan terör eylemleri. Kerkük'ün riski ise iç savaş. Üstelik de bölgeye yayılma potansiyeli taşıyan bir risk tehdidi.
Yazının Devamını Oku

21 Mayıs 2004

4 Ocak 2004
<B>ÇANAKKALE</B> Boğazı'nın rüzgarsız günü az gibidir. Siz, bir rüzgarlı günde yüzünüzü Ege'ye döndürün ve sesleri dinleyin. Doğu ile Batı'nın bu ilk buluşma noktasında rüzgarlar tarihin en kanlı savaşlarının hikayelerini anlatır. Truva ve Çanakkale.

Tarihte bu kadar büyük, böyle kanlı bir savaşa yol açan başka hiçbir aşk yoktur. Ne de Çanakkale gibi, yedi düvele meydan okuyan bir direniş destanı.

Çanakkale bu yıl gündemin kentleri arasında.

Truva savaşı, Wolfgang Petersen'in yönettiği, Brad Pitt, Orlando Boom, Diane Kruger, Peter OToole gibi tanınmış sanatçıların rol aldığı bir süper prodüksiyonla mayıs ayında dünya sinemalarında gösterime giriyor.

* * *

FİLM ne yazık ki Truva'da çekilmemiş. İspanya koyları tercih edilmiş. Oysa Akdeniz'deki hiçbir koy Ege'nin yerini alamaz. Hele Truva ve sırtını dayadığı Kaz dağlarının tekliği ile yarışacak bir ikinci yer daha bilmiyorum ben.

Bu bölgeye tutkunum ve tarafsız olamıyorum. Ama Kaz Dağı'na, Truva savaşının kaderini yazan güzellik yarışmasının yapıldığı Bayramiç Ayazma'ya gitmeden karar vermeyin. Homeros'un İlyada'da uzun uzun anlattığı buz gibi soğuk ve ateş gibi sıcak iki pınarın yeryüzüne çıktığı, gökyüzünü göstermeyen yüce ağaçların gölgelediği bu noktada Afrodit, Atina ve Hera Paris'e kendilerini beğendirmek için kıyasıya yarışmışlardı.

Şimdi, yanlış bir dinamitleme operasyonu sonucu kaynar su kesildiyse de, piknikçilerin ızgara kokuları havadaki sihiri dağıtmaya çalışsa da, yine de muhteşem bir yer. Bütün bu güzelliklerin farklı mekanlarda canlandırılmış olması bir kayıp. Evet, keşke film Çanakkale'de çekilseydi. Ama yine de bir şeyler yapılabilir.

Film 21 Mayıs'ta vizyona giriyor. Neden dünya galası Çanakkale'de olmasın?

Tabii bu parlak fikir daha önce akla gelmiş. Dışişleri Bakanlığı bir süredir, galanın Çanakkale'de yapılması için yapımcı şirket ile temasta.

Ege'nin iki yakası arasında geçen savaş, şu sıralarda Türkiye ile Yunanistan arasında yeniden rekabete neden oluyor. Yunanistan da filmin galası için teklifte bulunmuş.

Belki, iki tarafta da eş zamanlı bir gala yapılabileceği konuşuluyor bu günlerde.

Ben yine, önce Çanakkale diyorum.

* * *

TRUVA, Alman arkeolog Prof Korfmann'ın gayretleri sayesinde eskisine göre daha belirgin biçimde ortaya çıkarılıyor. Filmin doğal atmosferi içinde dünyaya tanıtılması, kültürünün temellerinde bu coğrafyanın geniş yeri bulunan Avrupa'ya, Türkiye ile ilgili ön yargılarını gözden geçirme fırsatı da verecek.

Yukarıda da söylediğim gibi, Çanakkale bu yılın gündemdeki kentlerinden. Valisi Süleyman Kamcı, Belediye Başkanı Ülgür Gökhan, Üniversite Rektörü Prof Ramazan Aydın ile kent, Çanakkale'ye hak ettiği yeri dolduracak projeler üretmek için çalışıyor. Çanakkale Uluslararası Merkezi (CIC) sivil toplumu harekete geçiren bir sinerji yaratıyor. Kentin sorunları çok. Onlara, bölge ekindeki yazılarımda değineceğim. Bence başta ulaşım geliyor. Ulaşımı kolaylaştırmak, hızlandırmak şart.

Yıllardır gidip geldiğim Çanakkale'de ilk kez gördüğüm bir kıpırdanma var. Orada bir şeyler oluyor. Bu yüzden de Truva'nın dünya galası kaçırılmaması gereken bir fırsat.
Yazının Devamını Oku

Ertesi gün dileklerim

2 Ocak 2004
<B>YENİ</B> yıla, meydanları korkuya teslim etmeden girdik. New York, Londra, Paris gibi burada da terör riskinin en yüksek olduğu bölgelerde bile, insanlar sindirme ve korkutma yöntemlerine pabuç bırakmadılar.

Sadece sokaklar değil, İstanbul'un camileri de kalabalıktı. Yeni yıla dualarla girildi. İnsanları kazalardan, belalardan, depremler gibi doğal afetlerden koruması için Allah'a yakarıldı.

Yeni bir yılı coşku ve sevinçle karşılama iradesi, sorunlarla başa çıkma gücünü de gösteriyor.

Dünyamızın ve Türkiye'nin gündeminde çözüm bekleyen konularla yüzleşirken, bu dinamizmin varlığı sayesinde iyimser dileklerde bulunabiliyorum.

İşte dileklerim.

Bu yıl Kıbrıs sorununun çözüm sürecine girmesini diliyorum.

Kıbrıs sorunu, sadece bir avuç Akdenizli'nin geleceğini değil, çok daha geniş bir çıkarlar sisteminin güvenliğini ilgilendirdiği için çözüm süreci, Türkiye ve dışında çok daha geniş bir alanda birçok olumlu gelişmeyi tetiklerken, çözümsüzlük ısrarı da tersine, baskıları ve yalnızlaşmayı getirecek.

Türk dışişlerinin önde gelen büyükelçileri ile Ankara'da düzenlenen toplantıdan, ‘‘Kıbrıs sorununun çözümü’’ yönünde görüş birliğine varılması, göz ardı edilecek bir şey değil.

KKTC'de siyasetçilerin bu gerçeği, kişisel ihtirasların üzerinde tutarak uzlaşma hükümeti oluşturmalarını diliyorum. Böylece siyasi hesaplaşmalar bir kenara bırakılıp, Kıbrıs'ta yeni bir ortaklığın alt yapısı üzerine yoğunlaşmak mümkün olacak.

İkinci dileğim bu yıl, Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkilerin, halklar arasında açılan yeni fırsatlar kapısını bir kez daha kapatmamak üzere pürüzsüz bir zemine oturması. Yunanistan'da şube açan Türk kebapçılarının sayısı artarken, Türkiye'den Yunanistan'a hafta sonunda öğle ya da akşam yemeği turları düzenleyen arkadaşlarımı dinlerken, ‘‘Anadolu kökenli aile’’ den olmanın son günlerin en moda şeyi olduğunu duyduğumda umudum artıyor.

Avrupa Birliği ile müzakerelerin başlaması en, en büyük dileğim. Birçok nedenin yanı sıra, bunu güvenlik açısından da istiyorum. NATO, Haziran ayında İstanbul'da yapılacak toplantısında yeni üyelere kapısını açıyor. Onlar aynı zamanda Avrupa Birliği'nin de yeni üyeleri. Türkiye'nin bugün bile hissettiği ‘‘dışlanıyor olma’’ sıkıntısı o zaman ne olur bilemem.

Irak'ı zor bir gelecek bekliyor. Iraklı Kürtlerin, bağımsızlık umudunu besleyecek bir federasyon çerçevesini kabul ettirme girişimleri, özellikle Kerkük gibi farklı etnik kimliklerin bir arada yaşadığı bir bölgede iç savaş riski taşıyor. 22 Aralık'ta Kürtlerin, ‘‘Kerkük Kürttür’’ sloganıyla gerçekleştirdikleri yürüyüşe, yılın sonu günü Araplar ve Türkmenler'in tepkilerini dile getirmek için düzenledikleri toplantının kanlı bitmesi bunu gösteriyor. Irak'ta, yeni istikrarsızlıklar yaratacak gelişmelerin olmamasını diliyorum.

İsrail ile Suriye arasındaki sinsi tırmanışın tatlıya bağlanmasını, Filistin'in bağımsızlığına, İsrail'in güvenlik içinde yaşama hakkına kavuşmasını diliyorum.

Ermeni ve Azeri parlamenterlerin İskoçya'da başlattıkları barış girişiminin olumlu gelişmesini ve bu yıl Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki Dağlık Karabağ sorununun çözülmesini diliyorum. Ermenistan ile sınırların açılmasını, Kafkasya'da barış ve işbirliği ortamının tüm bölgeye yayılmasını istiyorum.

Ve okuyucularıma, size iyiliklerle dolu bir yıl diliyorum.
Yazının Devamını Oku

Farkında olmak

29 Aralık 2003
<B>GEÇMİŞ</B> ile geleceğin en canlı, en renkli, en konuşkan tüneli Kapalı Çarşı, her zaman ama en çok da yeni yıla bir isim aradığım bu günlerde çeker beni. Önceki akşam, Mercan'dan Eminönü'ne indiğimde yıllardır önünden gelip geçtiğim, minarelerini İstanbul'un birçok değişik yerlerinden seyrettiğim Yeni Camii'nin merdivenlerinde yürüdüğümü fark ettim.

Hiç çıkmadığım merdivenleri yavaş yavaş tırmandım. Kapıdan içeri baktığımda, uzaktan sevdiğim bu görkemli yapının dışının, içinden daha çok bana ait olduğunu fark ettim.

Ne eksiklikmiş meğer.

Hava kararmış, minareleri aydınlatan ışığın gölgelediği avlu, gösterişsiz, içe dönük, gönülden gönüle bir İstanbul dindarlığına daha çok bürünmüştü.

Kudüs'teki El Aksa, Şam'daki Ummayad'ın görkemine sahipti bu mekan. Ama onlardan farklıydı.

El Aksa'da bir köşede kendi içime dalmışken karşıma dikilen bir Filistinli adamın beni neredeyse karga tulumba dışarı atışı aklıma geldi. Dört mezhebin aynı anda ibadet edebildiği o muhteşem Ummayad'da da, bir ailenin camiinin içindeki piknikleri.

Farkına vararak attığım bir adımla güzellikler açıldı önüme. Yeni Camii artık dışıyla değil içiyle de bana ait olurken dışarı çıktım. Karanlığın çöktüğü meydanda bildik karmaşa beni bekliyordu.

Kürtçe türküler yükselen tezgahın hemen sağında, tok bir sesten Arapça dua kasetlerini müşteriye dinleten bir satıcıyı, az ötesindeki sehpaların üzerinde minik noel babalar, rengarenk koni şapkalar, parlak yaldız maskeleri aynı anda fark ettim.

Gece olmadan önce Nişantaşı'na uzandığımda, bambaşka bir dünya gibi duran ama hiç de öyle olmayan bir bütünlüğün içindeydim.

Işıklarla süslenmiş ağaçlar, sokak konserleri, cıvıl cıvıl kalabalık. Ve yollarda birlikte dans eden HERyerden, HERkes.

Tüm farklılıkların -din, dil, sınıf, cinsiyet, nesil, görgü vesaire- sevinci üretme yaratıcılığını bir arada bulabilmenin zenginliği vardı, Eminönü Meydanı'ndan Nişantaşı'na uzanan bu bütünlük içinde.

* * *

YENİ yılın ismini koydum. Farkındalık Yılı.

Üstünkörülüğün, yüzeyselliğin, görünenle yetinmenin, göz yummanın, göz boyamanın, oyalamanın, oyalanmanın, karanlıkta iş çevirmenin, çözümsüzlüğe sığınmanın, yok saymanın, takmamanın, saygısızlığın, hesaba katmamanın, zaman kaybetmenin, hayatı ıskalamanın tam tersi.

Farkındalık, Avrupa ile randevumuz olan 2004 için, artılarımızla kendimizi fark ettirip, eksikliklerimizin farkına vararak, her anın farkında yaşanması gereken bir yıl için en uygun isim değil mi sizce de?
Yazının Devamını Oku