30 Ekim 2004
<B>ERTUĞRUL Özkök,</B> <B>İbrahim Tatlıses’</B>in Asena’ya yönelik tehditleri karşısında isyan etmiş.‘Yok mu bu kadına sahip çıkacak bir emniyet müdürü?’ diye soruyor. Yurtdışından örnekler veriyor. Özkök son derece doğru ve yerinde bir soru soruyor ama.
İşin bir de ‘aması’ var.
Bundan birkaç yıl önce İbrahim Tatlıses Almanya’da bir kadına tecavüzle suçlanıyor.
Çocuğunun annesini vurdurmakla itham ediliyor, sevgililerinden birini dövüp hastanelik etmiş.
Rezilliğin bini bir para.
Ve İbrahim Tatlıses her gün gazetelerin manşetinde.
İşin acısı bu gazetelerin arasında Hürriyet de var.
Yok imparatormuş, yok şuymuş yok buymuş... Rezilliklerle değil, başarılarla manşet.
Bir gün gazetede Ertuğrul Özkök’ün yanına gittim, ‘Abi sence İbrahim Tatlıses’e bu gazetede biraz fazla yer vermiyor muyuz: Bu hareketleri yapan adamın her gün Hürriyet’te sanatçı kimliği ile haber olması abes değil mi?’ diye sordum.
‘Haklısın. Yapmamak lazım. Arkadaşları uyaracağım’ dedi.
Nitekim bu konuşmamızın ardından ‘İmparator Tatlıses’ haberleri bir süreliğine azaldı ama sonra yine başladı.
Biz bir ‘Türkücüyü’ imparator yaptık. Hatalarını görmezden geldik ve sürekli pohpohladık.
O da sonunda kendini gerçekten imparator zannetmeye başladı.
Bugün yasa, kural tanımazlığı bu yüzden.
Yazık. Oysa Türkiye’nin gelmiş geçmiş en güzel sesi.
Keşke onu ‘sapıttıracak’ kadar büyütmeseydik.
200’de birini ödedi
BİRKAÇ okur aramış. ‘Karamehmet parayı ödedi Fatih Bey’den ses yok’ demiş.
Karamehmet’in ödediği para ödemesi gereken para değil. ‘Sadaka’ kabilinden bir ödeme.
BDDK Başkanı’nın da söylediği gibi BDDK’ya yapması gereken ödemeyi henüz yapmış değil.
Anlaşmalar net olarak açıklanmadığı için 30 milyon dolarlık ödemenin ‘ne için’ yapıldığını kesin bilemiyoruz. Fakat YKB’ye ödemesi gereken iki taksitte 115’er milyon dolardan 230 milyon doların ödenmediğini biliyoruz.
Ödenen para büyük ihtimalle çok çok önce ödenmesi gereken Pamukbank’la ilgili taksitler.
Toplam borç tutarı olan 6 milyar doların 200’de biri.
Ne oldu bize böyle?
SON aylarda duyduğumuz haberler asap bozacak cinsten. Hafızalara kazınan ilk olay Güneydoğu’dan gelmişti. 11 yaşında bir kız çocuğuna aralarında devlet görevlilerinin, ilçe esnafının da bulunduğu bir grup adam uzun süre tecavüz etmişti. Bir ilk olduğu için olsa gerek kıyamet koptu.
Ardından bir başka rezalet Ankara’da patladı. 11 yaşında bir kız çocuğu annesi tarafından pazarlanmıştı. Kelli felli adamlar, 11 yaşındaki kızla yıllarca ilişkiye girmekte hiçbir beis görmemişlerdi.
Sonra bir başka ‘pislik’ Adana’dan filiz verdi. Bir kayıpeder yıllarca silah zoruyla gelinine tecavüz etmişti. Koca babasından korkup susunca, kadın polise gitmiş ve tecavüzcünün torunlarının da ‘babası’ olduğu ortaya çıkmıştı.
Ve son rezalet, belki de hepsinden beteri Adana’da patladı. 9 yaşında bir erkek çocuğa 25 kişi tecavüz etmişti. Aralarında yine devlet görevlileri, polisler, hatta ordu mensupları vardı. İşin daha da vahimi, tecavüzcülerden 7’si öğretmendi. Sapıklardan 7’sine her gün yüzlerce çocuk emanet ediliyordu.
Bütün bu olanlar benim miğdemi bulandırıyor. Ne oldu bize diye düşünüyorum.
Böyleydik de, biz mi farkında değildik, yoksa böyle mi olduk!
RTÜK ha babam ‘genel ahlaka aykırı’ diye çocuk programlarına bile ceza kesiyor.
Bu mu genel ahlak!
Bütün bu kokuşmuşluğun bu kadar artmasında ‘televole kültürünün’ etkisi var mı acaba diye düşünüyorum?
Yoksa bu pisliğin kökü daha mı derinlerde!
Sustur şu adamı başkan!
BAZI dostlardansa, akıllı düşmanı yeğleyen kimse çok doğru yapmış.
Galatasaray, hiç kimseden çekmedi Galatasaraylı olduğunu iddia eden bir yöneticisinden çektiği kadar.
Fenerbahçeli yöneticiler stada ‘sidik büyüsü’ yaptırmışlar.
Olay patlamış. Millet Fenerbahçe ile gırgır geçiyor. En fanatikler bile kendilerini savunamayacak hale gelmişler. Ezeli rakip utanç içinde. Galatasaraylılar eğleniyor.
Yardım eli Galatasaraylı bir yöneticiden geliyor.
‘Biz de büyü yaptık.’
Büyü dediği ‘uğurlu’ gelir diye birilerine kafes yaptırmış elinde gezdirmiş.
Fenerbahçeliler rahatlıyor, Galatasaraylılar şaşkın.
Ardından şike iddiaları patlıyor.
Fenerbahçe ile Sedat Peker arasındaki ilişkiler ortaya çıkar gibi oluyor. Beşiktaşlı futbolcuların adı şike iddialarıyla anılıyor.
Yine aynı Galatasaraylı yönetici çıkıyor ve demeci patlatıyor:
‘Türkiye liginde şike yoktur. Olsa biz yapardık.’
Olacak şey değil. Şikecilikle övünecek neredeyse. ‘Şike yapılacaksa kralını biz yaparız’ diyecek.
Camianın, tribünlerin nefret ettiği, Galatasaray’a, kaptanına sövmüş, ‘Bir gün herkes Fenerbahçeli olacak’ şapkasını takmış ama sonunda Fenerbahçe’den de kovulmuş Fatih Akyel boşta geziyor. Başkanı, basın sözcüsü ‘İşimiz olmaz’ diyor, aynı yönetici çıkıp ‘Alabiliriz’ diyor.
Bir Galatasaraylı yönetici ki, Galatasaraylıları utandırmaktan, kızdırmaktan başka hiçbir işe yaramıyor.
Başkan Canaydın da oturmuş bu olanları izliyor.
O yöneticinin adı Ergun Gürsoy.
Özhan Canaydın’ın yıllarca ‘Galatasaray’a yakışmıyor’ dediği adam.
Sustur şu adamı artık Başkan. Bizi daha fazla utandırmasın.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Partiler halka açıkladıkları vizyon ve misyona uymayan milletvekillerini temizlemeye cesaret ettiği zaman.
Yazının Devamını Oku 29 Ekim 2004
<B>BUGÜN </B>29 Ekim, cumhuriyetimizin kuruluşunun 81. yıldönümü. Hepinize kutlu olsun. Bugün, bir dostumun hatırlatmasını sizlerle paylaşmak istedim: ‘Cumhuriyet bedava kazanılmış değildir. Onu elde etmek için kan döktük. Gerektiğinde cumhuriyeti savunmak için her şeyi yaparız.
Mustafa Kemal Atatürk’
Daha çok Çiçek lazım
ADALET Bakanı Cemil Çiçek, yine altına imza atılacak sözler söylemiş. Çiçek, ‘Yolsuzlukla mücadele topyekûn bir mücadeledir. Bunu yürütmek istiyorum; ama arkama baktığımda kimseyi göremiyorum. Tam aksine bu işlerle uğraşma diyenler çoğunlukta’ diyor.
Çok doğru laflar.
Bu hırsızlıkla, yolsuzlukla uğraşan herkes için geçerli.
Akşam bir lokantaya yemeğe gidiyorsunuz. Masalarda oturanların büyük bölümü bu köşeden bir şekilde geçmiş. Ya kendisini yazmışsınız, ya patronunu, ya da iş ilişkisi içinde bulunduğu birilerini. Düşmanca bakışlar. Bu işlerle uğraşacağına gittiğin yerleri, yediğin yemekleri, internetten indirdiğin ‘hoş hikáyeleri’ yaz, çok daha kolay. Herkes seni sevsin. Hatta geçmişindeki rezillikleri bile unutsun. Zor iş pisliklerle uğraşmak. Aslında yazdığın hırsızın bile çocuğunun geleceğini kurtarmak için uğraşıyorsun; ama farkında değil.
Ama yılmak yok Sevgili Cemil Çiçek.
Mücadele topyekûn olancaya kadar bireysel mücadeleye devam.
Ateşi bir yerden yakmak gerek.
Devlet cebinden havalimanı finanse edilmesin
YOLSUZLUKLA topyekûn mücadele deyince, geçenlerde yazdığım bir yazıya DHMİ’den gelmeyen yanıt aklıma geldi.
İzmir Adnan Menderes Havalimanı’nın YDİ ihalesinin Park-Bayındır ikilisine verilmesini eleştirmiştim.
Türkiye’de bu işi yapabilecek onca firma varken, devlete yüz milyonlarca dolar borçlu, üstelik de yaptığı her işte devleti zarara uğratmış Bayındır’a bu işin neden verildiğini sormuştum.
Tabii ki yanıt gelmedi.
Ama başka bilgiler geldi.
Park-Bayındır ikilisi şimdi de Bodrum-Milas Havalimanı’nı almak istiyorlarmış.
Üstelik de, iddialara göre yıllık 1.5 milyon garanti yolcuyla. Bayındır yıllar önce de bu girişimde bulunmuş; ama bu köşede yapılan uyarılarla işi ‘bitirememişti’.
Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’a verilen rakamlar doğruları yansıtıyor mu bilmiyorum ama Bodrum-Milas Havalimanı’nda şu an için böyle bir ihtiyaç yok.
Çünkü liman daha kapasitesini doldurmuş değil. Bırakın kapasitesini doldurmayı, kapasitesinin üçte birini kullanıyor.
Geçen yıl buradan geçen yolcu sayısı 800 bin civarında.
Turizm her yıl bu yılki kadar rekor büyüme gösterse bile 1.5 milyon yıllık turiste ulaşmak için daha 10 yıl var.
Bu ne demek?
10 yıl boyunca devlet, Park-Bayındır ikilisine gelmeyen yolcunun parasını ödeyecek demek. Cemil Çiçek’in dediği gibi, yolsuzlukla mücadele topyekûn olmalı.
DHMİ de bu işin dışında kalmamalı.
Belediye arazi üretmiyor mafya üretiyor
İSTANBUL’da Pendik’teki gecekondu yıkımı, ekranlardan evlerinize kadar yansıdı. Sanki İstanbul değil Batı Şeria. Gecekondu sahipleri ile devlet güçleri çatışıyor. Aslında yıkılacak gecekondu sayısı topu topu 14. Diğerleri sıranın kendilerine gelmesinden korkup ‘taşa sarılanlar’.
Bölgede belediyenin yaptırdığı konutlara da saldırıyorlar.
Çünkü bu konutların arazisinin Hazine tarafından belediyeye satıldığını, kendi konutlarının bulunduğu arazilerin de aynı şekilde kendilerine satılmasını istiyorlar. Gecekonducular haklı diyemeyeceğim; ama devlet de haklı değil. Çünkü İstanbul’da belediye veya Hazine her ikisi de ‘konut arazisi’ üretmiyor.
Arazi üretmeyen belediyeler, mafyanın ürettiği, daha doğrusu devletten gasp ettiği araziye hizmet götürüyor. Kaçak binaların hepsinde su var, elektrik var, yol var, yolda gidip gelen belediye otobüsü bile var. Bütün bu hizmetleri alan, kendini yasal zannediyor ve yıkıma karşı koyuyor. İstanbul’da belediye ‘arazi üretmedikçe’ ve mafyanın ürettiği arazilere hizmet götürmeye devam ettikçe bu iş çözülmez. Pendik’teki çatışmanın ‘oyun’ kaldığı çatışmalar bile görürüz.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Bazı yazarlar, bana cevap yazmaktan başka yazacak konu bulabilecek bilgi ve derinliğe ulaştıkları zaman.
Yazının Devamını Oku 28 Ekim 2004
ÇANKAYA Köşkü’nde 29 Ekim Resepsiyonu var. Davetli listesi yine keşmekeş.Geçen yıl davetiyeyi iade eden milletvekillerine bu yıl davetiye gitmemiş. İyi ki gitmemiş. Boşa masraf olacaktı.Meclis Başkanı, Başbakan ve bakanlara ‘Eşleri türbanlı diye’ eşsiz davetiye gitmiş.Buna da alıştık. Ama eşi türbanlı olan Anayasa Mahkemesi üyesi Haşim Kılıç’a ‘Eşli’ davetiye gitmiş.Bunu anlamadık. Hani Köşk kamusal alandı?Cumhurbaşkanı yeni bir kavram mı geliştirdi acaba, ‘Adamına göre kamusal alan’ diye.Bu çifte standart neyin nesi?Hadi onu da geçtik. Olimpiyatlarda dereceye giren sporcular var; ama altın madalyalı halterci Nurcan Taylan davetliler arasında yok. Yüz kızartıcı bir suç mu işlemiş?Yoo. Türbanlı mı? Değil. Niye yok belli değil. Cumhurbaşkanımızın paşa gönlü istememiş olabilir. Ya da Nurcan Taylan’ı gözü tutmamıştır. Ama bu kıstas da pek geçerli değil. Çünkü Ahmet Bey’in gözünün tutup da affettiği mahkûmlar, dağda askere kurşun sıkarken öldürülüyor. Yani adamdan pek anladığı da söylenemez... Milli Takım’la ilgili iddialar ne olacak?STAR TV Spor Servisi, çok başarılı işlere imza atan bir ekip. Son olarak birkaç hafta önce Hakan Şükür’ün Milli Takım’dan dışlanmasını ele aldılar. Muhabir Süleyman Rodop, son derece iddialı ve kendinden emin bir şekilde ekranda ‘müthiş’ iddialar ortaya koydu. Bu iddialara göre, Hakan Şükür’ün Milli Takım’dan kesilmesi talebi Fenerbahçe Başkanı’ndan gelmişti. Buna göre FB Başkanı, ‘Bir Galatasaraylının Milli Takım’ın kaptanı olarak sahaya çıkmasından duyduğu rahatsızlığı’ Milli Takım Teknik Direktörü’ne iletmiş ve Daum’dan sonra Fenerbahçe’ye teknik direktör olmayı planlayan Ersun Yanal da bunu kabul etmişti. Süleyman Rodop’un buna şahit olarak gösterdiği isimse eski Futbol Federasyonu yöneticisi Ata Aksu’ydu. Rodop, ‘Aksu buna hayır diyorsa arasın. Bunun tanıklarını tek tek yayına bağlatayım’ dedi. Aksu aramadı. Daha sonra izlemeye devam ettim. Bir yerde gazeteciler, Aksu’ya bu iddiayı sordular. Aksu ‘Hayır’ demedi. ‘Bugün bir milli maç var. Bu işlerle uğraşmanın zamanı değil’ deyip geçiştirdi. Daha sonra konuştuğum Süleyman Rodop, ‘Söylediklerimin her kelimesi doğru’ dedi ve ekledi: ‘Aslında Şükür’süz Milli Takım, Ersun Hoca’nın da işine geliyor. Sağda solda Hakan’dan şikáyetçi olduğunu, o Milli Takım’a geldiği zaman Milli Takım’ın değil Hakan’ın gündemde olduğunu ve bunun takımın havasını bozduğunu söylüyormuş.’Yanal, Şükür’ü Milli Takım’a almamakta sonuna kadar hak sahibidir. Kendi bilir. Ama bütün bu iddialar korkunçtur. Ve Milli Takım’ın ‘milli olmaktan uzaklaştığının’ göstergesidir. Bu iddialar havada kalmamalıdır.Köprülerden atlayan kalmadıKANAL D Haber’i yönetmeye başladığım zaman izleyicilere verdiğimiz sözlerden birinde, ‘Artık intihar haberlerine bu kanalda yer verilmeyecek’ dedik. Çünkü o günler Reha Muhtar türü haberciliğin etkili olduğu günlerdi ve boğaz köprülerinden neredeyse her akşam canlı yayın yapılır olmuştu. İpini koparan köprüye çıkıyor, intihar şov yapıyor ve akşam ailece oturup ekranda kendini izliyordu. Kanal D Haber olarak bu saçmalığa son verdik. Bizi izleyen diğer kanallar da haber bültenlerinde aynı şeyi yaptılar. Ve dikkat ediyor musunuz, iki yıldır boğaz köprülerinden atlayan kimse yok. Eskiden her gün 10 intihar girişiminin olduğu köprülerde şimdilerde olsa olsa arada bir intihar oluyordur. Basının sorumlu davranmasının, toplum açısından ne kadar ‘önemli’ olduğunu gösteren bir örnek değil mi?Bonozedeler değil hissezedelerİMAR Bankası’ndan ‘olmayan’ bonoları alıp dolandırılan vatandaşlar, ÇEAŞ ve Kepez’de hissesi olanların haklarının iade edilmesi için hazırlık yapıldığını okuyunca aramaya başladılar. ‘Bize de haklarımız iade edilecek mi?’ diye. Hayır. Size haklarınızın iade edilmesi şimdilik söz konusu değil. Benim sözünü ettiğim ‘hissedarlar’. Yani ÇEAŞ, Kepez ve batan bankalarda hissesi olan küçük yatırımcılar. NE ZAMAN ADAM OLURUZ?Gazeteler, yazarlarının haklı çıktığını sadece işlerine gelince fark etmedikleri zaman.
button
Yazının Devamını Oku 27 Ekim 2004
<B>BERKE </B>Barajı’ndan dolayı <B>Uzanlar’</B>a dava açıldı. <br><br>Gerekçe fiyatları şişirmek. <br><br>Haberi görünce güldüm. Benim yaklaşık 3 yıl önce yazdığım bir konu.
Berke Barajı’nda hem devletin, hem ÇEAŞ’ın küçük ortaklarının nasıl ‘dolandırıldığını’ yazdım.
Taş çatlasa 500 milyon dolara bitirilecek iş, İtalyan müteahhidin elinden zorla alınıp Uzanlar’ın inşaat şirketine verilmiş, faturalar şişirile şişirile 1 milyar doların üzerinde mal edilmişti.
Uzanlar halka açık bir şirketin parasını, tamamı kendilerina ait bir şirkete aktarmışlardı. Bu arada ‘kredi ve finansman’ oyunlarıyla devlet vergi kaybına uğramış, Uzanlar’ın yurtdışındaki ‘off shore’ bankalarına para aktarılmıştı.
Yani ‘normal aklın’ düşünemeyeceği her türlü ‘fırıldak’ çevrilmişti.
Ben bunları üç yıl kadar önce yazdım.
Yani Uzanlar Türkiye’de ‘krallık’ sürerken, anlı şanlı gazeteciler ‘milyonlarca doları’ cebe atıp bunların gazetelerine, televizyonlarına ‘koşarken’... (Bazılarının paralarını alamadıklarını ve şimdi bu paraları TMSF’den almak için dava açtıklarını öğreniyoruz.)
O günlerde ben bunları yazarken, milyon dolarları ‘lüpletenlere’ bir şey demeyenler bana ‘Tetikçi’ yakıştırması yapıyorlardı.
Ama Allah büyük.
İşte her şey ‘kabak’ gibi ortaya çıkıyor.
Ne yazdıysak doğru.
Ama işin komiği, bu davalar o günlerde ben bunları yazarken açılmadı.
O günlerde kimse kılını kıpırdatmadı.
Şimdi peş peşe davalar açılıyor.
‘Aslan yürekli cengaver’ yazarlar da Uzanlar hakkında yazıp duruyorlar.
Bana ise hálá ‘Tetikçi’ diyorlar.
Bu kez de Karamehmet için yazdıklarımdan dolayı.
Ama merak etmeyin, yakında onun hakkında da davalar açılmaya ve ‘aslan yürekli gazeteciler’ onun hakkında da yazı yazmaya başlarlar.
Hatta bazıları başladı bile.
Olmayan basın toplantısı
DÜN haber Türkiye’ye bomba gibi düştü.
‘Fransa Cumhurbaşkanı Chirac basın toplantısına katılmaktan vazgeçti.’
İddialara göre, Erdoğan-Schröder-Chirac görüşmesinden sonra ortak basın toplantısı vardı ama Chirac son anda basın toplantısına katılmaktan vazgeçmişti.
Bu gerçekten büyük bir ayıptı. Haber Türkiye’de piyasaları dalgalandırdı. Moralleri bozdu.
Ama bu haber aslında ‘bir rezaletin’ ortaya çıkmasından başka bir şey değildi.
Chirac, basın toplantısına katılmaktan vazgeçmemişti. Çünkü ortada ‘planlanmış’ bir basın toplantısı yoktu.
Önceden hazırlanmış resmi programda bir basın toplantısı görünmüyordu.
Ama Başbakanlık’ta ‘işgüzar’ birileri, programa böyle bir basın toplantısını yazmıştı.
Ve Alman ve Fransız liderlerin programında böyle bir toplantı görünmediği için de, olmayan bir basın toplantısına katılmaları söz konusu değildi.
Fransız diplomatların da, Alman diplomatların da bu basın toplantısından haberi yoktu.
İşi garibi, görüşmelerin altyapısını hazırlayan Türk diplomatlar da bir toplantıdan haberdar değildi.
Birileri kuyuya bir taş atmış, ortada hiçbir neden yokken, Fransa Cumhurbaşkanı’nın Türkiye’yi protesto ettiği yolunda bir görüntü ortaya çıkmıştı.
Bunun adı işgüzarlıktı, bunun adı acemilikti, bunun adı ihanetti.
Başbakanlık, bu büyük ’skandal’a yol açanı mutlaka bulmalı.
Türkiye’nin onuruyla oynamak bu kadar kolay olmamalı.
Futbolda mafya soruşturması yapılmalı
FUTBOL Federasyonu ‘en sonunda’ kılını kıpırdatmaya karar verdi. Dün futboldaki şike iddialarını ‘bir kez daha’ gündeme getirip, ‘Neden kimse kılını kıpırdatmıyor?’ diye sorunca Futbol Federasyonu harekete geçti ve ‘soruşturma’ başlattı.
Açıkçası ben bu soruşturmadan hiçbir sonuç beklemiyorum.
Yasak savma kabilinden bir şeyler yapılacak.
Ne yazık ki, hükümetin pek çok konudaki kararlılığı, özel veya değil, devletin diğer kurumlarına aksetmedikçe bazı işlerin düzelmesi çok zor.
Bu arada dünkü yazıdan sonra Beşiktaş’ın eski Başkanı Serdar Bilgili aradı.
Milliyet’te Necil Ülgen’in dün naklettiğim ‘iddiası’nı yurtdışındayken öğrenmiş.
Ülgen’i aramış ve ‘Beni tarif ediyorsunuz. Bu iddia doğru değil’ demiş.
Bilgili’nin söylediğine göre bunun üzerine Necil Ülgen, ‘Hayır ben sizi kastetmiyorum’ diye yanıt vermiş.
Daha sonra bir toplantı çıkışında gazeteciler bu konuyla ilgili soru sormuşlar. Serdar Bilgili de, ‘Bu iddiada benim hiç adım geçmiyor. Cesareti olan bu iddiayı benim adımla yazar ve mahkemede hesaplaşırız’ demiş.
Bilgili bu habere son derece bozulmuştu. ‘İsim yazmadılar ama tariften ortaya ben çıkıyorum. Sanki olay Aziz Yıldırım’la benim aramda geçmiş gibi gösterilmek isteniyor. Herkes bana bunu soruyor. Olacak şey değil’ diye dert yandı.
Bilgili iddialıydı.
‘Kimseden borç almam. Borsada yıllardır tek bir kağıdım, tek bir işlemim yok. Kimsenin parasına da ihtiyacım yok. Hayal mahsulü şeyler bunlar’ dedi.
‘Bunları aynen yazayım mı?’ diye sordum.
‘Yaz lütfen. Artık sıkıldım’ dedi.
Bilgili’nin iddialara yanıtı olarak aktarıyorum.
Bu iddia ile ilgili bir şey söylemem mümkün değil. Ama yıllardır yazıyorum, söylüyorum.
Türk futbolu mafyanın kucağındadır.
Mafya bağlantılı menajerlerin elinde yüzlerce futbolcu var.
Hal böyle olunca bunların sadece alım satımlarından değil, gittikleri takımda oynadıkları futboldan da kuşku duymak mümkün.
Futbol Federasyonu, bu meseleyi baştan savma bir soruşturma ile geçiştirmek yerine aynen yıllar önce İtalya’da olduğu gibi geniş bir komisyonla soruşturmak ve gerekirse bazı takımlara küme düşürtmek, bazı oyuncuların lisanslarını iptal etmek, bazı menajerlik şirketlerinin bu piyasada bulunmasını engellemek zorunda.
Ama tabii ki, bu olmayacak. Çünkü Türkiye’de anlı şanlı kulüp başkanları kendilerine ‘mafyadan koruma’ kiralıyor. Olan biteni herkes biliyor. Ama üç maymunu oynuyor.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Doğruyu yazana değil, bildiği doğruları yazmayana kızdığımız zaman.
Yazının Devamını Oku 26 Ekim 2004
<B>TAMAMDIR.</B> Artık vicdanlarımız rahat. Depremde kaybettiğimiz 20 bini aşkın yurttaşımızın ruhları da huzura ermiştir. <br><br>Onca ölümün, onca kaybın sorumlusu mahkûm oldu. Veli Göçer 25 yıl hapis cezasına çarptırıldı.
Olsun. Beter olsun da, ya diğerleri ne oldu?
Kimler mi?
Mesela en bilenenlerden başlayalım. Yüksel İnşaat ve Ceylan İnşaat’ın yaptığı koca koca siteler de onlarca kişiye mezar olmadı mı?
Onların patronları, sorumluları yok mu?
Yoksa Veli Göçer’in arkasında koca koca holdingler, siyasetçiler, bakanlar, başbakanlar yok diye gücümüz ona mı yetti?
Ya o inşaatlara ruhsat verenler, kaçak olanlarına göz yumanlar, eksik demirle, eksik çimentoyla yapılan işi üç beş kuruş avanta karşılığında görmezden gelenler...
Bir ülkeyi sarsan, yaralarını hálá saramadığımız o büyük felaketin tek sorumlusu Veli Göçer mi?
Bu adam bu kadar mı ‘önemliymiş’!
Sigara satışı zorlaştırılmalı
SAĞLIK Bakanlığı son derece doğru bir yaklaşımla, marketlerde kasanın hemen yanında sigara satış ve teşhirini yasaklama yoluna gidiyor.
Çok yerinde bir hareket.
Gerçekten de gizli falan değil, net bir reklam.
Tam kasada beklerken karşınızda sigaralar duruyor ve hatta üzerinde promosyonlar.
Tam eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürme durumu.
Bakanlığın talebi çok yerinde; ama bence eksik.
Sigara ile mücadelenin önemli unsurlarından biri de satın alınmasını zorlaştırmak.
Her bakkalda, her markette, her büfede sigara.
Dünyanın hiçbir gelişmiş ülkesinde sigara almak, sigara satılan yere ulaşmak bizdeki kadar kolay değil.
Bizde, ne satarsan sat, yanında sigara satabilirsin.
Buna da uygun bir biçimde ‘sınırlama’ getirmek şart.
Futbolda mafya var, üzerine giden yok
MİLLİYET Gazetesi son haftalarda futbolla ilgili ‘korkunç’ iddiaları gündeme getiriyor; ama hiçbir şey olmuyor.
Geçen hafta Milliyet’in Spor Müdürü Necil Ülgen müthiş iddialar ortaya attı.
Ülgen’in kaleme aldığı olay şöyle:
Geçen yıl bir spor kulübünün başkanı, bir mafya babasından borsada işletmek üzere aldığı birkaç milyon doları batırır. Mafya babası parayı isteyince paniğe kapılan başkan, devreye bir başka spor kulübünün başkanını sokar.
Aracılık yapan başkan işi halleder; ama bir şartı vardır. O sırada ligde puan farkıyla önde olan takım geriye düşecek ve aracılık yapıp mafya babasına olan borcu kapatan başkanın takımı şampiyon olacaktır.
Bu şart kabul edilir ve borç kapatılır. Bu işin hangi ligde, hangi takımların başkanları arasında olduğuna dair bir bilgim yok; ama fikrim var.
Bu müthiş iddia Milliyet’in spor sayfasında iki gün süreyle ortaya atıldı, hiç kimseden ses seda çıkmadı.
Yetmedi.
Yine Milliyet, bu kez birinci sayfasından Sedat Peker’in adamlarının içinde olduğu isimli cisimli ‘şike konuşmalarını’ yayınladı.
Yine çıt yok.
Ne bir açıklama, ne bir araştırma. Federasyon’dan da ses seda çıkmıyor.
Kimse çıkıp bu yalandır demiyor. Ama kimse gereğini de yapmıyor.
Bu arada bir kulüp başkanının, Sedat Peker’le ilişkisi iyice ayyukta. Bu da kimsenin umurunda değil.
Yazık. Yüz binlerce taraftar da boşu boşuna gidip maçlarda takımı için boğazını yırtıyor.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Spor yazarları bildiklerini yazmaktan korkmadıkları zaman.
Yazının Devamını Oku 25 Ekim 2004
<B>ERTUĞRUL Özkök’</B>ün dünkü yazısının başlığı <B>‘Dinozorların Dönüşü’</B>ydü. <br><br>Okudunuz mu? ‘Jönizm’ olarak nitelendirdiği ve Türkçe’ye ‘Gençlikçilik’ olarak çevirdiği bir akımı eleştiriyor.
Hayatta her şeyin gençlere göre ayarlanmasından yakınıyor. Gençleştirme paranoyasından söz ediyor.
Gençlerin yaptıkları hataların, köşelerine çekilen veya çekilmeye hazırlanan ‘dinozorları’ yeniden oyun alanına soktuğunu anlatıyor.
Ve ‘yaşlı’ ve ‘tecrübeli’ olmanın öneminden söz ediyor.
Ertuğrul Özkök yazısını Regis Debray’ın ‘Plan Vermeil’ adlı kitapçığından esinlenerek kaleme almış.
Yazı çok güzel ve çok doğruydu.
Biz gençlerin karşılaşabileceği pek çok ‘sorun’, onlar için geçmişte ‘çözülmüş’ meselelerdi.
Özkök, Debray’ın şu cümlesine yer vermişti yazısında: ‘Yaşlı insanlar gençlere göre daha özgürdür. Çünkü onların önünde ne imaj, ne de kariyer kaygısı kalmıştır. Önünüzde bir kariyer kaygısı kalmayınca düşünceniz de özerklik kazanır.’
İşte anahtar cümle buydu.
‘Yaşlılık’ denilen şey yaşanmış yılların sayısı değil, bir ‘olgunlaşma’ meselesiydi.
Debray’ın ‘yaşlılıktan’ kastettiği, ‘aşmış’ olmaktı.
Kimileri 40’larında ‘aşardı’, kimileri 80 yaşında hálá ‘hırslarının’ esiri olurdu.
Özkök’ün Debray’ı iyi anladığını düşünüyorum.
Çünkü Özkök de ‘aşmışlardan’ biri.
Kendi rakiplerini kendi elleriyle yetiştirmekten keyif alan. Onların başarılarından ‘gurur’ duyup kendine pay çıkaran. Babıali’de alışılmadık bir ‘tür’.
Ama bu alışılmadık türden ne yazık ki çok fazla yok.
Milletvekillerinin ramazan şikáyeti
BAZI AKP’li milletvekilleri ramazanın gelmesinden şikáyetçi.
Konuşurken, ‘espriyle’, karışık dert yanıyorlar:
‘Genel Başkan yüzünden ramazanların tadı kaçtı. Sürekli olarak çadırlarda, gecekondularda iftar yapıyoruz. Tamam zengin sofralarında, 5 yıldızlı otellerde yapalım demiyoruz. Çadıra, gecekonduya gitmeyelim de demiyoruz ama hiç olmazsa haftada bir kendi evimizde dört başı mamur bir iftar yapalım.’
Benden iletmesi. Ama isim istemeyin vermem.
SPK boşa uyarıyor
ÖNCEKİ gün Ankara’da Sermaye Piyasası Kurulu Başkanı Doğan Cansızlar’la sohbet ettik.
Halka açık bir şirket olan Yapı Kredi’nin portfoyünde bulunan hisselerin ‘gizlenen’ bir anlaşma ile satılmasına SPK’nın tavrını sordum.
İlginç bilgiler verdi.
‘Bu konudaki yazılarınız çok doğru. Biz ilk anlaşmadan bu yana sürekli bilgi istiyoruz. Ancak internet sitesine koydukları dar çerçevenin dışında bir bilgi alamıyoruz. Bankacılık sırrı diyerek pek çok bilgiyi esirgiyorlar. Oysa biz onlardan müşteri bilgilerini istemiyoruz. Sadece yapılan anlaşmanın detaylarını istiyoruz’ dedi.
SPK şu ana kadar Yapı Kredi Bankası yönetimine ve BDDK-TMSF ikilisine pek çok ‘yazı’ yazmış.
Cansızlar’ın verdiği bilgiler şöyle: ‘Arkadaşlarım konuyu çok yakından takip ediyorlar. Bugüne kadar 60’a yakın yazı yazdık. Bunların çoğu uyarı mahiyetindedir. Olay sadece Yapı Kredi ile sınırlı da değil. Yapı Kredi halka büyük oranda açık bir banka. Üstüne üstlük Yapı Kredi’nin elindeki hisselerin bir bölümü de halka açık şirketlere ait. Bu nedenle konuyu yakından takip ediyoruz.’
Cansızlar ortadaki belirsizliğin bir an önce kalkması gerektiğini düşünüyor:
‘Bu belirsizlik çok kötü. Bir an önce çözüme yönelik adımlar atılmalı. Bu konuyu böyle sürüncemede bırakamazsınız. Piyasalar tedirgin. Herkes ne olacağını hesaplamaya çalışıyor. Ne yapılacaksa, kısa sürede yapılmalı. Yoksa ekonominin geneline aksedecek olumsuz sonuçlar doğabilir.’
SPK Başkanı’nın bu fikrini pek çok ekonomist paylaşıyor.
Yapı Kredi büyük ve önemli bir banka.
Burada atılacak veya atılmayacak hatalı bir adım son üç yılda oluşturulan bütün olumlu havayı dağıtabilir.
Ankara’da birileri bunun farkına varmalı.
Futbol gırgırdır
LYON maçından sonra Fenerbahçelilere takılmama Fenerbahçeliler kızmış.
Kızsınlar da, abartmasınlar.
Spor ve rekabet bu demek değil mi? Yenilince, zor duruma düşünce birbirimizle gırgır geçmeyeceksek, bu işin ne anlamı var.
Ne yani, her hafta sonu 4 dönüm çimen üzerindeki 22 delikanlı dünyayı mı kurtarıyor zannediyoruz.
Bu iş eğlence beyler. Herkes bunu bilsin.
Geçen yıl Galatasaray’ın düştüğü durumda ‘fanatik Fenerbahçeli’ asistanım Gülay’dan neler çektim biliyor musunuz?
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Temizlik operasyonları, siyasi veya etnik nedenlerle sulandırılmaya çalışılmadığı zaman.
Yazının Devamını Oku 23 Ekim 2004
<B>ARALIK </B>ayında müzakere tarihi alırsak, ki herkes alacağımıza inanıyor, Türkiye bir müzakere heyeti kuracak ve bir de <B>‘başmüzakereci’</B> atayacak. Bu kişinin kim olacağını, Başbakan’a ve Dışişleri Bakanı’na defalarca sordum. Bir yanıt alamadım.
Şimdi müzakerelerin bir AB Bakanlığı kurulmadan, Dışişleri Bakanlığı bünyesinde oluşturulacak bir ekiple götürüleceği netleşiyor.
Bu benim aylar önce yazdığım bir öngörünün gerçekleşmesi anlamına geliyor.
Uzun süre önce Dışişleri Bakanı Gül’ün bir AB Bakanlığı kurulmasına karşı çıktığını yazdığımı hatırlıyorsunuzdur. Gül bu isteğini kabul ettirmiş görünüyor.
Ancak başmüzakereci konusu hálá net değil.
AKP’den sızan bilgilere göre Ali Babacan’ın adı düşünülüyor.
Babacan, başarılı, bilgili ve sempatik bir isim. Ama bence ‘başmüzakereci’ niteliklerine çok uygun değil.
Tecrübesi az. AB konularına yeterince hákim değil.
Ben kendi adıma, başmüzakereci olarak uzun yıllar AB Genel Sekreterliği yapan ve şimdilerde Madrid Büyükelçiliği’ni yürüten Volkan Vural’ı uygun görüyorum. Tecrübesi, konuya hákimiyeti ve karizması dört dörtlük.
İlle de kabine içinden bir bakan olacaksa, o zaman aklıma gelen isim ise Mehmet Aydın.
İngilizce ve Fransızca’ya hákimiyeti, gerçek bir enetelektüel olma özelliği ile Mehmet Aydın, iyi bir Dışişleri ekibiyle desteklendiği takdirde Avrupalı muhatapları karşısında ezilmeyecek, tam aksine ezecek bir başmüzakereci olabilir..
Ancak öyle görünüyor ki, başmüzakereci meselesi, AKP içinde bakan ataması kadar önemli bir tartışma konusu.
Umarım bu hayati konu ‘parti için dengelere’ kurban edilmez.
Yargıya sığınmayalım mı?
YARGITAY Başkanlığı’nın ‘sertten de öte’ açıklamasını bir miktar hatalı bulduğumu söylemek zorundayım.
Tonlamayı hiç, ama hiç beğenmedim.
Bu ülkede yargının saygınlığının korunması için yargı mensuplarından daha fazla uğraş vermiş biri olarak söylüyorum, rahatsız oldum.
Türkiye’de her kurumun eleştirilmeye ihtiyacı var. Buna siyaset de dahil, basın da, yargı da.
Dinlemelerle ortaya çıkan rezaletler, Neşter Davası’nda ortaya dökülen pislikler, Mehmet Elkatmış’ın dikkat çektiği ‘Marakoğlu ifadeleri’, yargının da eleştirilmesi gerektiğini ortaya koyuyor.
Herkes kendi takkesini önüne koyacak ve gereğini yapacak.
Bu nedenle Yargıtay Başkanlığı’nın açıklamasını, özellikle de ‘Yarın adaletin şefkatine sığınmak zorunda kalabilirsiniz’ sözlerini çok hatalı buluyorum.
Ben hemen her gün ‘yargının şefkatine sığınan’ biri olarak bu sözlerden hangi anlamı çıkarmalıyım.
Yıllar önce aleyhinde yazılar yazdığım bir doktor beni arayıp şöyle demişti:
‘Bunları yazıyorsunuz; ama bir gün amansız bir hastalıkla veya bir trafik kazası sonrasında önümde yatıyor olabilirsiniz.’
Yargıtay Başkanlığı’nın açıklaması da aynı anlamda.
Korkmalı mıyız, güvenmeli miyiz?
Hangisi?
ÇEAŞ ve Kepez’de küçük hissedarlar kurtarılıyor
UZANLAR’ın ‘yönetim üslubu’ nedeniyle el konulan ÇEAŞ ve Kepez’in çok sayıda küçük hissedarının haklarının ‘gasp edilmesine’ bu köşede tepki göstermiş, konuyu yakından takip etmiştik.
Bu şirketlerin hisselerini daha Uzanlar ortada yokken devlete güvenip alan pek çok küçük yatırımcı, Uzanlar’ın şirketin yönetimini ele geçirmesinden sonra içine girdikleri hukuksuz davranışlar nedeniyle yıllarca mağdur oldu. Son darbeyi de geçen yıl devlet vurdu ve şirketlerin lisans hakları ellerinden alınınca, bu kişiler hisselerini yitirmekle karşı karşıya kaldılar.
Şimdi bu hissedarların haklarının iade edilmesi yolunda önemli adımlar atıldı.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler’in ‘olumlu’ yaklaşımı, SPK Başkanı Cansızlar’ın bu küçük yatırımcıların haklarını koruma konusundaki gayretleri sonucunda, ÇEAŞ ve Kepez’in küçük ortaklarının haklarının iade edilmesi için bir yasa tasarısı hazırlanıyor.
Sadece onların değil, el konulan bankalarda hiçbir sorumlulukları olmadığı halde haklarını kaybeden küçük yatırımcılar için de hazırlanan bu yasa, Türkiye’de piyasaların halka güven vermesi açısından önemli bir adım olacak.
Bu işin her iki mimarını da kutluyorum.
Çete kur ama cam kırma
YENİ bir ‘baklava çalan çocuklar davası’ ile karşı karşıyayız.
Üstelik bu kez şikáyet daha vahim. Baklava davasında baklava çalan çocukları şikáyet eden mağdur bir esnafken, bu kez okulda cam kıran çocukları şikáyet edip hákim karşısına oturtan bir eğitimci. Daha da vahimi bir müdire, bir anne.
Olayı biliyor musunuz?
5 öğrenci okulda ‘azgınlık’ yaparken sınıfın camını kırarlar.
Okul müdiresi çocuklardan şikáyetçi olunca savcılık ‘Devlet malına zarar vermek’ suçlamasıyla soruşturma açar.
Tepkiler üzerine müdire hanım şikáyetini geri alır ama savcılık kamu davasını patlatır.
‘Çocukça’ bir suç için ‘büyükçe’ bir yargılama.
Okul müdiresinin izansızlığı ile başlayan olay nerelere kadar gider.
Bir kulak çekme, bilemedin bir disiplin cezası ile halledilebilecek olay nerelere gider.
Burası Türkiye sevgili okurlar... Sedat Peker hakkında ‘yeterli delil’ olmaz; ama cam kıran 5 öğrenci için ‘gerekli deliller’ olur.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Yüzbinlerce öğrencinin gelecek umudu, siyasi hamle aracı yapılmadığı zaman.
Yazının Devamını Oku 21 Ekim 2004
<B>BDDK </B>ve TMSF’nin Çukurova Grubu’nun ödenmeyen borçları ile ilgili çelişkili açıklamaları devam ediyor. <br><br>Vadesi geçmiş borçlara bile ek süre tanınıyor, hangi anlaşmanın iptal olduğu, hangisinin yürürlükte olduğu açık bir biçimde anlatılmıyor. Kamuoyundan saklanan anlaşmalardaki her türlü açık devleti koruması gereken kurumlar tarafından Çukurova lehine yorumlanıyor.
Biz de bu kargaşa içinde el yordamıyla yolumuzu bulmaya çalışıyoruz.
Gerçi bütün Türkiye benim haklı çıktığımı ve olayın bir rezalet haline geldiğini görüyor ama ilgili kurumlar hálá ‘işi idare etmeye’ çalışıyorlar.
Dün bir gazetede okuduğum kadarıyla Yapı Kredi Bankası satılacakmış.
İyi olur, hayırlı olur. Mehmet Emin Karamehmet’in verdiği hasara rağmen, Yapı Kredi hálá değerli ve önemli bir banka.
‘Batırılmadan’ satılırsa herkesin yararına.
Çünkü geçmişte HSBC’nin 1 milyar doların üzerinde bir fiyata almaya hazır olduğu Demirbank’ın devlet tarafından el konulduktan sonra bunun üçte biri kadar bir fiyata aynı HSBC’ye satıldığını hatırlıyoruz.
Bu satış son derece yerinde olur.
Ancak yerinde olmayan bir şey var. O da Yapı Kredi Bankası’ndaki Turkcell, Digiturk, Superonline ve Fintur hisselerinin satışı.
BDDK, bir açıklama yaparak, Mehmet Emin Karamehmet’in Turkcell İletişim ve Turkcell Holding hisselerini 31 Ocak 2005’e kadar alabileceğini, ancak Digiturk ve Superonline hisseleri üzerinde anlaşmadan doğan haklarını kaybettiğini açıklıyor.
Burada iki karanlık nokta var.
Birincisi hukuki açıdan Turkcell hisseleri ile Digitürk ve Superonline hisseleri arasında ne fark var da, ‘piyasada değerli olan’ Turkcell hisseleri hálá Karamehmet tarafından alınabilir oluyor.
İkinci karanlık nokta ise SPK’nın uyarılarına rağmen, BDDK-TMSF ve Çukurova üçgeninin ‘yasadışı’ davranma konusundaki ısrarı.
Çünkü Yapı Kredi Bankası elinde iki tür Turkcell hissesi bulunduruyor.
Bunlardan bir bölümü Çukurova’nın borçlarına karşılık teminat olarak alınan hisseler, diğer bölümü ise Yapı Kredi’nin ‘iştirak’ olarak elinde bulundurduğu hisseler.
Yapı Kredi Turkcell hisselerinin rehin olarak tuttuğu bölümünü Karamehmet’e ‘geri’ satabilir. Bu bir özel hukuk anlaşmasıdır.
Ancak ‘iştirak’ olarak elinde bulunan hisseleri ‘canının istediği fiyattan’ canının istediği kişiye satamaz.
Çünkü Yapı Kredi Bankası halka açık bir bankadır ve bu hisselerin satış fiyatı bu bankanın küçük ortaklarını da ilgilendirir.
Zaten bu nedenle SPK’nın Yapı Kredi yönetimine yapmış olduğu uyarılar var. Bu hisseler ‘en yüksek fiyatı verene’ satılmak zorundadır. Aksi Sermaye Piyasası Kanunu’na göre suçtur.
Benim, hepsi de haklı çıkan uyarılarımı görmemezlikten gelen ve halkın parasını geri alması gereken BDDK’nın, en azından SPK’nın uyarılarını dikkate alması lazım.
İndirim başladı
DÜN günün esprisi şöyleydi: ‘Fenerium mağazalarında yüzde 50 indirim varmış.’
Manchester’a karşı alınan 6-2’lik yenilgiden sonra Lyon’a 3-1 yenilince rakipler bu gırgırı üretmişler.
Bu arada dün maçı yayınlayan Fransız TF1 televizyonunda SMS’le bir bilgi yarışması yapıldı ve şöyle bir soru soruldu: ‘Avrupa Kupası kazanan tek Türk takımı hangisidir?’
Ciddiyet pantolonun boyuyla mı ölçülür?
GÜMRÜK Müsteşarlığı tatil yörelerinde çalışan memurlarının yaz sıcağında şortla görev yapmaları için bir yönetmelik hazırlamış.
Ancak Maliye Bakanlığı izin vermemiş.
Gerekçe şortun devlet ciddiyeti ile bağdaşmayacağı.
Oysa jandarma yıllardır bu uygulamayı yapıyor.
Ancak Maliye Bakanlığı bunu ‘uygun’ bulmuyor ve devlet ciddiyeti ile bağdaştırmıyor.
Oysa ben Turgut Özal’ın şort ve tişörtle ‘tören kıtasını’ denetlediği günü hatırlıyorum.
O gün için pek çok kişi, ‘İşte sivil devletin görüntüsü’ demiş, bunun demokrasinin gelişmesinin örneği olduğunu söylemişti.
Üstelik ABD ve Avrupa’nın pek çok ülkesinde şortlu üniformalar mevcut.
Acaba o ülkelerde devlet ciddiyeti bizimkinden daha mı az.
Yoksa onlar ciddiyeti pantolonun boyunda değil, daha geçerli kriterlerde mi arıyorlar?
NE ZAMAN ADAM OLURUZ
Nefret ettiğimiz kişilerin bile hakkını teslim edebildiğimiz zaman.
Yazının Devamını Oku