20 Kasım 2004
<B>CEM Yılmaz’</B>ın uzun süredir merakla beklenen filmi Gora geçen hafta vizyona girdi. O gün bugündür yazılan eleştirileri okuyorum. Bir Allah’ın kulu da <B>‘Helal olsun çocuklara, iyi iş yapmışlar’</B> demiyor. Herkes filme bir yerinden bindiriyor. Konu zayıfmış da, çok küfür varmış da, çok basitmiş de...
Ayıptır yahu!.. El insaf yahu!..
Ben de Gora’yı izledim.
Çok da beğendim.
Beğenmeyenlerin ne beklediğini de çok merak ediyorum doğrusu.
Filme ciddi bir emek verilmiş. Hollywood filmlerini aratmayacak son derece kaliteli grafik animasyonlar yapılmış.
Tipler çok iyi seçilmiş. Kast muhteşem. Cem Yılmaz’ı anlatmaya gerek yok, adam tam bir ‘Süzme’; ama Rasim Öztekin süper bir dönüş yapmış.
Ozan Güven ise bir robotu dünya kalitesinde canlandırmış.
Dekor, kostüm her şey ciddi bir emek ürünü.
Hikáye kötüymüş.
Hadi canım. Bir Türk’ün uzaylılarca kaçırılmasının hicvedilmesi nasıl kötü olabilir?
Gayet de güzel.
Zaten bu filmin dünyayı kurtarmak, düzeni değiştirmek, toplumu adam yapmak gibi bir derdi yok ki.
Amaç eğlendirmek. Eğlendiriyor da.
İki saate yakın hoşça vakit geçirtiyor.
Çok küfür varmış. Belden aşağı espriler ve argo var; ama Levent Kırca’nın televizyonda yayınlanan skeçlerinde olandan fazla değil.
Cem Yılmaz’ın ‘Bitirim’ bir Türk’ü nasıl güzel oynadığını görmek için bile gidilir.
Bu filmi beğenmeyenlerin tek gerekçesi olabilir. Film vizyona girmeden önce oluşan müthiş beklenti. Yani sanki Cem Yılmaz, bir saat boyunca her 20 saniyede bir espri patlatacak diye düşünüyorsanız, bu yok.
Ama çok eğlenceli ‘gözlemler’ var.
Ben gidin derim.
Hiçbir şey olmazsa, iki saat dertlerinizi unutursunuz.
Dünyayı salaklar yönetiyor
BİR Amerikan şirketinde genel müdürlük yapan dostum, ABD seçimlerinin ‘detay analizlerini’ yollamış.
Son derece eğlenceli.
ABD’de eyaletlerin ‘zeká düzeyleri’ ile kime oy verdikleri karşılaştırılmış. Eyaletlerin ortalama zekáları ve o eyaletten hangi başkan adayının galip çıktığı bir çizelge haline getirilmiş.
Ortalama IQ’su 100’ün üzerinde olan eyaletlerin hepsinde seçimin galibi John Kerry.
Ortalama IQ’nun 100 civarında seyrettiği eyaletlerin pek azında Kerry, çoğunda Bush kazanmış.
IQ’nun 100’ün altına indiği eyaletlerin tümünde ise Bush’un tartışmasız bir üstünlüğü var.
Buna göre ABD’nin en zeki eyaletleri 113 IQ ile Connecticut, 111 IQ ile Massachusetts ve New Jersey. New York 109, Rhode Island 107 IQ. Buralarda Kerry önde.
En ‘salak’ eyaletler ise 89 IQ ile Mississippi, 87 IQ ile Utah ve Idaho ve 89 ile Wyoming.
Buralarda da Bush’un tartışmasız bir üstünlüğü var. Dünyanın önümüzdeki 4 yılını Amerikalı salakların belirlemiş olması hayli üzücü.
Tabii bu grafik gerçekleri yansıtıyorsa.
Pop İslam
BAYRAM ve kandil oldu mu cep telefonunu kırasım geliyor. Çünkü SMS yoluyla kutlama ve hatırlama moda. Aslında kimsenin kimseyi hatırladığı veya bayramını, kandilini kutladığı yok. Bilgisayara bir liste girmişler, o listeye ‘otomatik’ olarak yolluyorlar. Ben bunları okumuyorum bile. Çünkü herkese aynısı yollanan bir ‘cep mesajının’ kimseyi mutlu edeceğini, hatırlanma duygusu yaratacağını düşünmüyorum doğrusu. Gidip görüp bayramlaşmanın, hadi onu bırakın bir telefon açıp sesi duyurmanın yerini tutması mümkün olmayan ‘plastik’ bir işlem. Bana böyle mesaj atanlardan ricam lütfen atmasınlar. Ya da arasınlar konuşalım. Soğuk bir mesaja hayır.
Bu arada Teke Tek’in yönetmeni dostum Oğuz Koloğlu cep telefonuna gelen bir kandil kutlaması gösterdi. Olmaz böyle bir şey. Bursa’dan bir imam yollamış. Son günlerin popüler bir şarkısının uyarlaması. Yazayım da düşün:
‘Buraları yıkılıyor
Nur’dan yıkılıyor
Her gün peşime şeytan takılıyor
Ben İslam’ı seçtim
Tercihim doğru
İndir başını hadi secdeye doğru...’
Nerede sivil toplumcular
BURNUMUZUN dibinde katliam yapılıyor, Türkiye’de çıt yok.
Hükümetten söz etmiyorum.
Onlar ‘cılız’ da olsa kimi çıkışlar yapıyorlar ama vatandaş suskun.
Dün Ankara’da yapılan cılız bir memur eylemi dışında ABD’nin Irak’ta yaptığı ‘katliama’ yönelik kimseden ses seda çıkmıyor.
Felluce’de 1500 sivil sokaklarda öldürülüp çürümeye terk edilmiş.
Benzer bir katliam Samarra’da yaşanıyor.
Türkiye’de ‘sivil toplum’ uyuyor. Sendikalar, insan hakları örgütleri uyuyor. ‘Gösteri yapsak ne olacak?’ diye düşünüyor olabilirler.
Ama yanılıyorlar. Onların yükselecek sesi hükümetin elini güçlendirecektir.
Başbakan, Bush’u veya Cheney’i aradığında ‘Türkiye’de infial var. Daha doğru bir davranış biçimi seçin’ deme şansını bulacaktır.
Yanı başımızdaki bir meseleye millet olarak bu kadar duyarsız kalamayız.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Meyveli ağacı taşlamayı değil, meyvelerinden faydalanmayı akıl edebildiğimiz zaman.
Yazının Devamını Oku 19 Kasım 2004
<B>21.</B> yüzyılda yanıbaşımızda bir vahşet yaşanıyor ve dünya buna seyirci. <br><br>Amerikan ordusu, Irak’ta kameraların önünde <B>‘fütursuzca’</B> katliam yapıyor. Görgü tanıklarının anlatımına göre, Felluce sokaklarında cesetleri köpekler yiyor. 1500 civarında ölü var. Bunların yüzde 90’ı siviller.
Ve kimse sesini çıkaramıyor.
İnsan hakkı şampiyonu Avrupa ülkelerinden gık yok.
Chirac’ın bir iki cılız çıkışı dışında eleştiri bile yükselmiyor.
Balkanlar’da katliamlar yapılırken, Clinton’lı ABD olmasa Avrupa ona da seyirciydi.
Şimdi Clinton da yok, Avrupa yine seyirci.
Olan biteni izlerken içim acıyor.
Ve bu olan bitenin bir son değil, bir başlangıç olduğunu hissediyorum.
Elimizden hiçbir şey gelmiyor.
Kendimi çok kötü hissediyorum.
Milli Takım, Yanal’ın komplekslerinin kurbanı
MİLLİ Takım’ın Almanya 2006 Dünya Kupası finallerine gitmesi artık mucizelere bağlı.
Türkiye uzun yıllardan beri ilk kez bu kadar ‘erken’ havlu atıyor.
Tek sorumlu ise Ersun Yanal.
Milli Takım’ın başına geçtiği günden bu yana hata üzerine hata yapıyor.
Belli ki, ham, olgunlaşmamış bir teknik adam.
Ukrayna karşısına çıkarken, A’sından Z’sine yanlışlar içindeydi.
Avrupa’da gol yeme rekoru kırmaya giden Fenerbahçe savunmasını ‘milli savunma’ yapmıştı.
Avrupa’da oynadığı her maçta kırmızı kart gören ‘ağır’ Servet’i, Avrupa’nın en hareketli forveti Shevchenko karşısına koymuştu.
Avrupa’da Şampiyonlar Ligi finali oynamış Yıldıray gibi yaratıcı bir orta saha oyuncusu kenarda, Hüseyin gibi Avrupa tecrübesi olmayan bir genç ise sahadaydı.
Kendi sahamızda tek forvet oynuyorduk. O tek forvet ise uzun Ukrayna savunması arasında kaybolan Fatih Tekke’ydi. Tekke’nin kalabalık forvet içinde, uzun adamın yanında verimli olduğunu aklına bile getirmemişti Yanal.
Emre’nin Hagi’yi andıran yaratıcılığı olmasaydı, Türkiye hücum organizasyonu bile yapamayacaktı.
‘Sistemime uymuyor’ diyerek Hakan’ı kesmişti; ama maçta 14 korner, 51 yandan orta vardı ve bu toplardan sadece birine bir Türk oyuncu kafa atabilmişti.
Zaten Ersun Yanal’ın Türk Milli Takımı, ilk günden bu yana başarılı değildi.
Orta sahayı savunma gibi kullanıp, anti futbol oynayarak Yunanistan ve Danimarka’da berabere kalmıştık; ama ‘hücum’ gerektiren hiçbir maçta, ki buna Gürcistan da dahil, organize olamamıştık.
Maçtan sonra Federasyon Başkanı Levent Bıçakcı ile konuştum.
Çok keyifsizdi. Eleştirilerin tamamını haklı buluyordu.
‘Peki Ersun Yanal ile devam mı?’ dedim.
Çaresizlik içindeymiş gibime geldi.
‘Görevden almayız. Bizden önce yapılmış uzun bir kontratı var ve daha kontratın çok başında’ diye yanıtladı.
‘Peki ya istifa ederse’ diye sordum.
‘Tabii ki değerlendirmeye alırız’ dedi.
O ‘Değerlendirmeye alırız’ın arkasında, ‘Nerdeee. Keşke etse’ havası sezdim.
Bakalım Yanal ne yapacak? Tazminat uğruna kovulmayı mı bekleyecek, yoksa istifa mı edecek?
Göreceğiz...
Avrupalılık başka bir şey
ERSUN Yanal nedense kafasını kullanamadı. Gerçekleri göremedi.
Türk Milli Takımı’nın başarılı grafiğine bakıldığı zaman, başarılı dönemlerde Milli Takım’ın, Avrupa’da başarılı kulüp takımlarına yaslandığı görülüyor.
Tınaz Tırpan döneminde Dünya Kupası şansını son maçta yitirmiştik. O dönemde Galatasaray, Avrupa’da fırtına gibi esiyor, Şampiyon Kulüpler Kupası’nda yarı final oynuyordu.
Milli Takım da Galatasaray omurgalı, Fenerbahçeli yeteneklerle takviyeliydi.
Keza Avrupa şampiyonalarına iki kez katılıp, bir çeyrek final oynadığımız dönemde de Galatasaray, Avrupa’da rüzgár gibiydi. Dünya Kupası’nda 3. olduğumuz yıl, Galatasaray’ın Süper Kupa’yı aldığı yılın devamıydı ve takımın iskeleti Avrupa’da başarılı olmuş bu takımdan oluşuyordu.
Yanal bunu göremedi. Avrupa tecrübesinin önemini kavrayamadı. Çünkü kendisi de o kültürden gelmiyordu.
Başarılı olabilecek bir teknik direktör, sözde bilimsel bir teknik direktör, bu aymazlığının kurbanı oldu.
Milli Takım’ı da kendine kurban etti.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Pahalı enerjiden yakınanlar, bedava enerjiye sırt çevirmedikleri zaman.
Yazının Devamını Oku 18 Kasım 2004
<B>SPK’</B>da uzun süre yönetim kademesinde görev almış değerli bir uzman aradı. <br><br>Zaman zaman piyasayla ilgili önemli bilgiler vermek ve uyarılar yapmak için arar, konuşuruz. Bu kez THY’nin ‘özelleştirme’ konusuyla ilgili önemli ‘uyarılar’da bulundu.
Ona göre THY’nin halka açılmasında devlet çok büyük bir hata yapıyor. Onun ağzından aynen naklediyorum:
‘THY’nin halka açılma biçimi son derece yanlış. Bakın göreceksiniz, hiçbir aklı başında uluslararası yatırımcı THY ile ilgilenmeyecek. Çünkü kamu, büyük bir hata yapıyor. Bu Türkiye’de genelde yapılan bir hata; ama bu kez bunu yapan devlet.
Dünyanın her yerinde halka açılma, büyüme için bir adımdır. Bir şirket, bir projeyle ortaya çıkar ve der ki, ‘Ey yatırımcı, ben bu projeyle büyüyeceğim. Gelin bu projeye inanıyorsanız bana para verin, beraber büyüyelim’.
Ancak THY böyle yapmadı. THY’nin de bir büyüme projesi var. Uçak alacaklar ve büyüyecekler. Ama bu işi yaptılar bile. Yani şirket hemen hemen 2 milyar dolar civarında bir borca girdi. Şimdi ise halka açılıyor; ama yanlış biçimde.
Devlet, halka açılma sonucu gelen parayı şirkete varlık olarak koymuyor. Parayı alıp çıkıyor. Yani borcu satıyor ve bu borçlananın nedeni olan büyümeye bu parayla katkıda bulunmuyor. Açıkçası bu, yatırımcı için çok cazip bir durum değil.
Bunu hükümete nasıl pazarladılar bilemiyorum; ama hayal kırıklığı yaşarlarsa şaşırmasınlar. Zaten Türk Traktör, Doğuş Oto ve AFM’nin halka açılmalarından ötürü piyasa güvensizdi. Coca Cola’nın vazgeçmesi, her şeyin üzerine tüy dikti. Bu ortamda bir de THY başarısızlığı çok olumsuz sonuçlar doğrurur.’
Ben bunları söyleyen uzmana, ‘Doğru ama Türkiye’de hemen her patron halka açılmayı, parayı almak olarak görüyor. Devletin de böyle görmesi normal değil mi?’ diye sordum.
‘Devlet de böyle görürse, Türkiye’de sermaye piyasaları hiçbir zaman adam olmaz. Sorun burada’ dedi.
Açıkçası bunları söyleyen ‘herhangi’ biri olsaydı ciddiye almazdım. Ama ‘uyarıyı’ yapan ‘önemli’ olunca, ben de aktarmayı görev bildim.
İEL Müdürü hakkında soruşturma açıldı
YABANCI dilde eğitim yapan ve Türkiye’nin hiç kuşkusuz en iyi okullarından biri olan İstanbul Erkek Lisesi’nin ‘torpilli’ müdüründen söz etmiştim.
Sağlık gerekçesiyle ‘düzmece’ rapor alıp Lyon’a maça gitmiş ve suç üstünde yakalanmıştı.
Bu olayı bu köşede iki kez gündeme getirmiş ve hem İstanbul Milli Eğitim Müdürü’nden, hem de Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’ten yanıt istemiştim.
Dün Milli Eğitim Bakanı Çelik aradı:
‘Yazılarınızı okudum. Atladım zannetmeyin. Daha ilk yazıda hemen İstanbul Valiliği’ne yazı yazarak ‘resmi’ soruşturma başlattım. Eğer durum dediğiniz gibiyse, ki siz boşuna yazmazsınız, gereken yapılacaktır, merak etmeyin.’
Milli Eğitim Bakanı’na teşekkür ediyorum. Durum dediğim gibi çıkacak. Hiç merak etmesin. Bakalım sonra ne olacak!
CHP kendi ayağına ateş ediyor
CHP, Sarıgül’ü ihraç ediyor. Beklenen gelişme. Yazık! Sarıgül hakkındaki iddialar doğru ise yapılması gereken elbette ihraç.
Ama iddiaları ortaya atan CHP, yargıya intikal etmiş iddialarla ilgili gerçekler ortaya çıkmadan ‘ipi çekmek’ için harekete geçen yine CHP.
Self servis bir operasyon.
Bekle, iddialar doğrulanıyorsa o zaman at, abide ol.
Yok ortada kanıtlanmamış ve henüz daha yargının gündeminde olan iddialar varken kendi belediye başkanının ipini çek, o zaman rezil ol.
Sarıgül, hem CHP’nin, hem de durağanlaşan Türk siyasetinin üzerine atılmış ölü toprağını kaldıracak bir hareket başlatıyordu.
Kanıtlanmamış iddialarla ‘yok edilmeye çalışılması’ hem ayıp, hem yazık.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Küçük veya büyük toplumları, saklanan gerçeklerin kirlettiğini öğrendiğimiz zaman.
Yazının Devamını Oku 17 Kasım 2004
<B>CEM Uzan </B>arife günü kamu malını bastı. Bir zamanlar kendisine ait olan ama devlete olan bilmem kaç milyar dolarlık borcu yüzünden el konulan çiftliğine, hepsi İsrail’de eğitim görmüş koruma grubuyla birlikte girdi. Çiftliğe TMSF tarafından yerleştirilen güvenlik ekipleri, büyük ihtimalle Cem Uzan tarafından ‘bağlandığı’ için olaya seyirci kaldılar.
Çiftlikte büyük olasılıkla Uzan Ailesi açısından büyük önem taşıyan bazı belgeler vardı.
Kimileri bu belgelerin yurtdışındaki büyük miktardaki paranın kayıtları olduğunu söylüyor, kimileri ise bazı başka çok önemli belgelerden söz ediyor.
Ortada net bir şey yok ama çiftliğe altın ya da para için girilmediği kesin. Çiftlik baskınının benim açımdan en ‘garip’ tarafı jandarmanın tavrı oldu. Her şeyden önce jandarmanın olaya müdahalesi son derece geç. Saatler sonra.
Bu arada Uzan’ın adamlarının çiftlikten kasalar kaçıracak zamanı olmuş.
Bu ‘zaman’ rezaleti kameralara elbette yansıyamıyor.
Ama rezaletin bir de kameralara yansıyan boyutu var.
Cem Uzan ve adamları çiftlikten jandarma karakoluna ‘kendi kullandıkları’ otomobillerle gidiyorlar.
Bölgedeki jandarma komutanıyla öpüşüp koklaşıyorlar.
Sanki Uzan ve adamları kamu malına silahlı baskın yapan bir grup değil de, bölgedeki evini gezmeye gelmiş yöre ileri geleni.
Jandarmanın muamelesinin kameralara yansıyan hali tam bu.
Cem Uzan 120 bin dolarlık cipinin direksiyonunda mutlu mesut jandarmayı ziyarete gidiyor.
Büyük ihtimalle araçların içi aranmıyor bile.
Bu nasıl bir rezalettir.
İçişleri Bakanlığı ve Jandarma Genel Komutanlığı bu görüntüler üzerine bir soruşturma yaptırsınlar.
Çünkü gördüklerim bana hiç normal gelmedi.
Hagi transfer istiyor mu?
HAGİ ile yaptığımız uzun röportajın sadece bir bölümü sizlere bayramda ulaşabildi.
Aslında epey uzun konuşmuştuk. Hagi’ye önümüzdeki transfer döneminde ‘oyuncu isteyip istemediğini’ sordum. Yanıtı kısa ve özdü.
‘Şu an için transferden söz etmek istemiyorum.’ Hazirana kadar transfer bahsini kapatmıştı.
‘Transfer konusunu bugün konuşmayalım istersen. Elimdeki kadro gösterdi ki, şampiyonluğa oynayabilecek kapasiteye sahip. Bu karakteri taşıyorlar. Açık söyleyeyim, sahada bizden daha iyisini göremiyoruz. Üstelik de en az para harcayan, en az transfer yapan takım olmamıza rağmen hepsinden daha iyiyiz. Ben bu kadroya inandım ve inanmaya devam ediyorum. Transferden konuşmak istemiyorum.’
Bir de Mutu meselesi vardı. Kokain nedeniyle Chelsea’den yollanmıştı. Bu oyuncunun Hagi ile yakınlığı ise bilinen bir durumdu. Galatasaray’a gelmesi söz konusu olacak mıydı, Hagi Mutu ile konuşmuş muydu?
Bu soruya Hagi değil, Popescu ve Turgay Vardar yanıt verdiler.
Hagi, Mutu’nun hem vaftiz babası, hem de nikah şahidiydi. Mutu ile Hagi yıllardan beri neredeyse her gün konuşuyorlardı. Ama Mutu’nun Galatasaray’a gelmesiyle ilgili tek kelime konuşulmamıştı.
Daha pek çok şey de konuştuk. Onları da önümüzdeki günlerde azar azar yazarım.
2000’de gelirler farklı mı paylaşılıyordu?
‘TELEVİZYON naklen yayın gelirleri kulüpler arasında eşit paylaşılsın’ romantizminin bir ekonomi köşesinden çıktıktan sonra ‘konudan anlamayan’ spor yazarlarının sütunlarına da taşındığını okuyorum.
Şimdi kendilerince ‘güzel bir bahane’ de geliştirmişler.
Diyorlar ki: ‘Anadolu takımları yeterince pay almadıkları için güçlenemiyorlar. Güçlenemedikleri için iyi takım kurup rekabet edemiyorlar. Onlar güçlü olmayınca ligimizin kalitesi düşük oluyor. Ligin kalitesi düşük olunca hem kulüp takımlarımız Avrupa’da başarılı olamıyor, hem de milli takım üst düzey futbol oynayamıyor.’
Fikir değil, cehaletin ilanı.
Galatasaray Avrupa Şampiyonu olurken televizyon gelirleri daha mı farklı dağıtılıyordu acaba?
Ya da Türkiye’nin Dünya 3’üncüsü olduğu yıl küçük takımlara daha mı fazla pay ödenmişti.
Tabii ki değil, havuz sistemi kurulduğundan beri böyle işliyor. Ama Avrupa’da bazı takımlar başarılı oluyor, bazıları olamıyor.
Avrupa’da başarılı olmanın şartı küçük takımlara daha fazla paydan değil, Avrupa’da başarılı olmayı hedeflemiş takımlara daha fazla pay vermekten geçiyor. Bakın bir Avrupa Şampiyonluğu Galatasaray’ı ne hale getirdi. Bugün evrensel başarıyı hedefleyen üç büyüklerin mali yapıları Anadolu kulüplerinden çok çok daha kötü. Gençlerbirliği nakit fazlasını bankada repo yapıyor. Gaziantep keza iyi durumda. Çünkü ‘büyük rekabetin’ dışında kalmak, büyük paralar harcamamak istiyorlar.
Ne camiaları büyük, ne taraftar sayıları, ne de hedefleri.
Avrupa’dan verilen gelir paylaşım örnekleri de tam olarak Türkiye’ye uymuyor. Çünkü Manchester Avrupa Şampiyonu olunca Liverpool halkı sokağa dökülmüyor.
Ama Galatasaray Avrupa Şampiyonu olunca, Fenerbahçe Avrupa’da maç kazanınca İstanbul’dan Van’a kadar tüm Türkiye caddelerde sabahlıyor. Bilmem anlatabildim mi, bilmem anlayabilecekler mi?
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Kendi bayramlarımızı Halloween’den daha büyük coşkuyla kutladığımız zaman.
Yazının Devamını Oku 13 Kasım 2004
<B>ŞU </B>miras meselesi bile Filistin davasının 50 yıldır ne kadar derme çatma yürütüldüğünün göstergesi. Örgütün parası liderde, lider ölünce örgüt parayı kurtarmak için eşine 250 milyon Euro vermek zorunda kalıyor. Eski bir El Fetih gerillası olan Faik Bulut, Filistin’e gittiğinde halkın örgüte desteğinin çok düşük olduğunu görüp şoke olduğunu anlatmıştı. Bu para konusu bile halkın örgütten uzak durmasının nedenlerinden biri olabilir. Arafat öldü.
Ben Arafat’ın ölümünü bir ‘kayıp’ değil, bir ‘fırsat’ olarak görüyorum.
Çünkü Arafat’ın 40 yıllık ‘mücadele’ geçmişi, bu süreçte kurduğu ilişkiler, elde ettiği güç, kendisini var eden konjonktür, aynı zamanda ‘gerçek’ bir barışın önündeki engeldi. Arafat, kendi geçmişiyle, kendi ilişkileriyle, kendi tabanıyla çelişmemek adına, Filistin’de çözümün önünü tıkayan kayaydı. Şimdi o kaya kırıldı. Statükonun değişmesi için bu bir şans olabilir. Ancak ne yazık ki, bu dönemde ABD’nin başında Bush, İsrail’in başında ise Şaron var.
Sadece erkekler yapmazmış
TÜRKİYE zina yasası tartışmalarında ‘aldatan erkeklerden’ söz ederken, bir araştırma durumun pek de öyle olmadığını ortaya koymuş.
Adli Tıp Kurumu’na ‘babalık testi’ için başvuran her yüz kişiden 20’si test sonuçlarından ‘memnun’ kalmıyormuş.
Yani 5 çocuktan birinin babası, çocuğun gerçek babası olmadığını öğreniyormuş.
Bu azımsanmayacak bir oran.
Anlaşılan ‘erkektir yapar’ lafı geçmişte kalmış. Kadın da yapıyor.
Bu tatsız mevzuyu bir fıkrayla bağlayalım en iyisi:
‘Hoca hanımlara vaaz veriyor. Kadınlardan biri sormuş: Hoca efendi, bir mühendisle zina yaparsak cezası ne kadar?
Hoca yanıtlamış: 3 sene.
Bir diğeri atılmış: Peki hocam ya doktorla zina yaparsam.
Hoca yanıtlamış: 4 sene.
‘Ya avukatla’ demiş bir diğeri.
Hoca cezayı artırmış: 5 sene.
En sonuncusu sormuş: Peki ya bir hocayla. Hoca parmağını kadına doğru sallamış: Seni gidi uyanık. Cennete gitmek istiyorsun galiba.’
37 denetçi full time denetçi
TARIM ve Hayvancılık Bakanı Sami Güçlü aradı. Önceki günkü yazımda bakanlığının 37 elemanla denetim yaptığını ve bunun yetersiz olduğunu belirtmiştim. Bakan bunun yanlış anlaşıldığını söyledi.
Tarım Bakanlığı’nda çok daha fazla sayıda denetim elemanı olduğunu, bahsettiği 37 kişinin AB’ye ihracat yapma potansiyeline sahip, büyük üretici kuruluşlarda düzenli olarak çalışan ve denetim görevi yapan bakanlık elemanları olduğunu aktardı. Bu 37 kişi maaşlarını Tarım Bakanlığı’ndan alıyor; ancak tavukçuluk tesislerinde full time çalışarak denetim yapıyorlarmış.
Bayramınız kutlu olsun
TÜM okurlarımın bayramını kutluyorum. Her bayram olduğu gibi bu bayram da yokum. Kendinize iyi bakın.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Hangi meslekte olursak olalım mesleğimizin bazı mensuplarından iğrenmediğimiz zaman.
Yazının Devamını Oku 12 Kasım 2004
<B>HINCAL Uluç </B>ile Hürriyet’in televizyon eleştirmeni <B>Cengiz Semercioğlu </B>arasında bir süredir bir polemik var.Hıncal Uluç, ATV Haber’in bir süreden beri ‘magazin bülteni’ gibi çıktığını ve bu durumun ATV haberin yanı sıra Ali Kırca gibi önemli bir ismi de yıprattığını söylüyor.
Cengiz Semercioğlu ise ‘Hayatın içinde magazin de vardır’ diyerek ATV Haber’i savunuyor. Açıkçası ben de Hıncal Uluç gibi ATV haberin bir süreden beri ‘fazlaca’ magazine kaydığını düşünüyorum.
Bir rakip olarak da, bundan memnuniyet duyuyorum. Çünkü Kanal D Haber olarak biz hep Ali Kırca ve ATV haberi rakip gördük. Yıllardır oturmuş, ağırlıklı bir habercilik anlayışları vardı.
ATV Haber bu çizgiden uzaklaştı. Show TV’deki gelin-kaynana programından bölümler, Ünlüler Çiftliği’nin ve İtalya’daki çıplak kadınların yer aldığı benzer bir programın görüntüleri ‘benim kafamdaki ATV Haber imajına’ oturmuyordu.
Ancak bu bir tercihtir, beni ilgilendirmez.
Cengiz Semercioğlu ise ‘kötü’ polemik yapıyor.
Elbette hayatın içinde magazin vardır ve haberde de yer alır.
Ama haber sadece magazin değildir.
50 dakikalık bir ana haber bülteninin 40 dakikasını Asena-İbrahim Tatlıses tartışmasına ayırmak, hayatın içinde magazin değil, sadece magazindir.
Cengiz’e sorarım, Asena-Tatlıses kavgası, Hürriyet’in birinci sayfasının tamamında ve iç sayfalarının yüzde 80’inde yer alabilir mi?
Alırsa doğru olur mu?
10 Kasım akşamı da ATV Haber bülteninin tamamı 10 Kasım’a ayrılmıştı. İyi de, Türkiye’de başka bir şey olmamış mıydı? O gece özel bir ‘Siyaset Meydanı’ yapılıp tamamı 10 Kasım’a ayrılabilirdi belki ama Ana Haber’in tamamı bana garip geldi.
Hele hele sabah 09.05’te yayını kesmeyip çocuk programı yayınlamaya devam eden bir kanalda...
Cengiz kardeşim yine yanlış bir örnekle yola çıkıyor ve ‘Reha Muhtar’dan bu yana ilk kez ana haberde akşam ne olacak diye merak ediyoruz?’ diyor.
Doğrudur, Reha Muhtar’ın sunduğu şeyde ‘Ne olacak?’ diye merak ediyorduk; ama Muhtar’ın Show TV’de sunduğu şeyi izleyerek Türkiye ve dünyada neler olduğunu öğrenebiliyor muyduk?
Reha Muhtar kötü bir haberci ama iyi bir televizyoncuydu.
Ali Kırca ve ATV Haber ise iyi bir haber bülteniydi.
Bir izleyici olarak ‘Keşke öyle kalsaydı’ diyorum. Rakip olarak ise durumdan memnunum.
NOT: Geçen haftaki Teke Tek için ekibim Asena’nın programa katılmaya hazır olduğunu bildirmişti. Ancak ben Teke Tek’in duruşuna böyle bir tartışmayı yakıştıramadığım için kabul etmedim.
Toroğlu’nun korktuğu kırmızı etten başına gelebilir
ERMAN Toroğlu, ‘Tavuklarda hormon var. Ben yemiyorum’ diyerek bir tartışma başlattı. Ben ise ‘Hormon değil antibiyotik var’ diyerek konuyu daha tutarlı bir mecraya taşıdım.
Toroğlu, ‘değişik’ benzetmeler yaparak ilgiyi canlı tutan bir isim olduğu için de tavuk eti yiyenlerin giderek cinsel tercih değiştirebileceklerinden dem vurmuş ve kendisinin kırmızı eti tercih ettiğini söylemişti.
Toroğlu benden duymuş olmasın; ama dikkat çektiği tehlike asıl orada.
Çünkü tavuklarda kullanımı ‘ekonomik’ olmayan hormon, büyükbaş hayvanlarda kullanılıyor. Büyükbaş hayvanların normalin üzerinde yem yemelerini ve hızla kilo almalarını sağlamak için ‘açgözlü’ üreticiler iki yöntem kullanıyorlar.
Öncelikle hayvan kısırlaştırılıyor ve ardından hayvanlara kulak arkasından enjekte etmek suretiyle hormon veriliyor. Bu sayede hayvanların üç misli hızla ‘büyümeleri’ sağlanıyor. Büyükbaş hayvanlara verilen hormonların başlıcaları ‘Ralgro ve Zeronol’.
Bunun yanı sıra yine büyükbaş hayvanlarda yoğun miktarda antibiyotik kullanılıyor.
‘Mastikis’ diye bilinen meme iltihabı hastalığı, ahır şartları yeterince hijyenik olmadığı için gelişiyor ve buna karşın hayvanlara yoğun miktarda antibiyotik veriliyor. Bu antibiyotikler hem süte, hem de ete geçiyor.
Et ve süt sanayiinin geniş kapasitesi nedeniyle yeterli denetim ise ne yazık ki yapılamıyor. Bu büyük tehlikeyi önümüzdeki günlerde geniş biçimde ele alacağım.
Ne yazık ki, sağlığımızla oynayanlar sadece bir yerde değil, her yerde.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Önümüze konulanı gönül rahatlığıyla yiyebildiğimiz zaman.
Yazının Devamını Oku 11 Kasım 2004
<B>KANAL </B>D Haber, bir süredir Türkiye’nin önemli sanayi bölgelerinden Dilovası’nda yaşanan çevre felaketini gündeme getiriyor. Felaket öyle bir boyutta ki, uzmanlar Türkiye genelinde yüzde 11 olan kanserden ölüm oranının, Dilovası’nda yüzde 55 olduğunu belirtiyorlar. Kanal D Haber’in ısrarlı yayınları sonucu, yıllar önce alınan ve yıllardır depolarda bekletilen yüz binlerce dolar değerindeki bir ölçüm cihazı, en sonunda kullanılmaya başlandı. Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe, konuk olduğu Kanal D Haber’de ölçümlerde sonuçların normal çıktığını, ancak ölçümlerin 24 saat yapılamadığını, bu nedenle ölçüm yapılmayan anlarda havaya zehirli gazların verilebileceğini söyledi. Bunun üzerine zehirli atıkların ölçümü konusunda uzman bir kuruluşun Türkiye temsilcisi beni aradı. Dilovası’na kesintisiz 24 saat ve çok geniş bir alanda ölçüm yapabilecek bir cihazı ‘deneme’ maksatlı yerleştirebileceklerini ve 24 saat boyunca birkaç kilometrelik bir çap içinde havaya salınan bütün gazların tespitini yapabileceklerini söyledi. Şimdi Dilovası Belediyesi, Kanal D Haber ve ilgili firma, en kısa sürede bu cihazı getirtip kuracağız. AB vatandaşlığına aday Türk insanının, AB vatandaşları kadar temiz bir hava solumaya hakkı olduğuna inanıyoruz.
Futbol ekonomisinde eşitlik olmaz
SABAH Gazetesi Ekonomi Müdürü Sevgili Yavuz Semerci, bir süreden beri 1. Lig takımlarının havuz gelirleri paylaşımında adaletsizlik olduğunu öne süren yazılar yayınlıyor.
Semerci’ye göre, ‘adil paylaşım’, eşit paylaşım.
Yani Anadolu kulüpleri ile 4 büyükler arasında eşit bir paylaşım olmalı. Semerci böyle olmadığı takdirde, Anadolu kulüplerinin gelişme şanslarının olmadığını söylüyor. Semerci’nin haklı olduğu nokta, dağılımın ‘adaletsiz’ olduğu. Ama bu adaletsizlik, Fenerbahçe ve Galatasaray’a karşı yapılıyor. Çünkü, Türkiye’de futbol endüstrisinin lokomotifi bu iki kulüp.
Hem taraftar sayısı, hem de gelirin kaynağı olan televizyon yayınlarında bu iki kulübün bariz bir üstünlüğü var. Televizyon tabiriyle, bu iki kulübün reytingi diğer kulüplerin çok üzerinde.
Digitürk verilerine göre piyasanın yüzde 80’inini bu iki kulüp oluşturuyor.
Ancak bu iki kulüp, gelirlerden bu oranda pay almıyor. Üstelik bu iki kulüple birlikte Beşiktaş da, sadece futbolda değil, 20’ye yakın spor dalında yarışmalara katılıyor, sporcu yetiştiriyor.
Futbolun bir ‘entertainment’ yani ‘gösteri’ işi olduğunu hesaba katıp bir örnek verelim.
Diyelim ki Hollywood bir film çekecek.
Bu filmde Brad Pitt ve Julia Roberts başrolde olacaklar. Çünkü izleyici çekmekte bu iki isim çok etkili olacak.
Brad Pitt ve Julia Roberts, ikinci derecede rollerde oynayanlarla ve figüranlarla aynı parayı mı alacaklar? Elbette ki hayır.
Herkes marka değerine, izleyiciyi çekme potansiyeline göre bir pay alacak. Futbolda da aynen böyle. Sadece bizde değil, dünyada da böyle. Elbette bazı değişiklikler yapılması gerek.
En azından İngiltere Ligi’nde olduğu gibi ligdeki sıralamaya göre bazı ekstra paylar verilebilir. Havuzdaki paranın belirli bir oranı, ligdeki sıralamaya göre ayrıca paylaştırılabilir.
Ama ‘mutlak’ eşitlik olmaz.
Bırakın futbolu, hiçbir işte olmaz..
Raporlu müdür maçta
İSTANBUL Erkek Lisesi, Türkiye’nin en önemli eğitim kurumlarından biridir. Genelde bu eğitim düzeyine yakışır kadrolarla yönetilmiştir.
Ancak yabancı dilde (Almanca) eğitim veren bu önemli eğitim kurumuna yeni bir müdür atandı.
İşin ilginci, bu yeni müdür bırakın Almanca’yı, Türkçe dışında bir dil bilmiyor.
Tabii veliler bu durumdan son derece şikáyetçi.
Bu müdürün göreve atanmasında bir spor kulübü başkanının etkili olduğu söylentileri okulda dolaşıyor. Söylentilerin kaynağı ise müdürün kendi sözleri.
İstanbul Erkek Lisesi’ne ekim ayında atanan Adnan Ersan, işe başladıktan kısa bir süre sonra ‘sağlık gerekçeleriyle’ rapor alır.
Ancak sağlığı okula gelip işine yapmaya elverişli olmayan Müdür Ersan, birdenbire Lyon’da ortaya çıkar. Lyon’a tedavi olmaya gitmemiştir.
Müdür Adnan Ersan, Lyon’da Lyon-Fenerbahçe maçını izlemeye gitmek için ‘sağlık gerekçeli’ rapor almıştır.
Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, üniversite sınavına hazırlanan öğrencilerin sahte rapor almasını eleştirirken, Türkiye’nin en önemli liselerinden birinin müdürü, sahte raporla izin alıp maça gitmekte bir sakınca görmemektedir.
Milli Eğitim Bakanı Sevgili Hüseyin Çelik.
Bu yazdıklarım son derece utanç verici; ama durum bu.
İsterseniz size müdür Adnan Ersan’ın, Lyon’da, Aziz Yıldırım’ın doğum gününde çekilmiş bir fotoğrafını da yollayabilirim.
Ötesini sizin ‘vicdanınıza’ emanet ederek...
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Kaliteyi ve düzeyi zarfta değil mazrufta aramaya başladığımız zaman.
Yazının Devamını Oku 10 Kasım 2004
<B>BİRKAÇ </B>hafta önce SPK Başkanı <B>Doğan Cansızlar </B>ile sohbet ederken, bir konuda şikáyette bulundum. Türkiye’de son dönemde İPD gerçekleştiren, yani halka açılan pek çok firmanın hisse senetleri borsada işlem görmeye başladıkları gün büyük bir düşüş kaydetmişlerdi. Koç’un traktörü, Doğuş’un otomotivi bile borsada ilk işlem gününde yüzde 20’lere varan değerler yitirmişlerdi.
Cansızlar’a bu durumun sermaye piyasalarına olan güveni zedelediğini ve gerçek anlamda ‘halka açılmaların’ önünü kestiğini söyledim.
Cansızlar da burada kendilerinin yapacak bir şeyi olmadığını, fiyatı firmaların belirlediğini ve sonunda böyle durumların ortaya çıktığını söyledi.
Gerçek şuydu ki, ekonomik şartlardan ötürü yeterince talep olmamasına karşın halka açılan firmalar, spekülatörlerin aceleciliği yüzünden hızla değer kaybedebiliyorlardı.
SPK Başkanı’na ‘Green shoe’ya getirilecek sınırlamanın bu tip spekülatif düşüşleri engelleyebileceğini söyledim. Ancak yasal olarak yapabilecekleri bir şey yoktu.
Coca Cola bu anlamda bir ilki gerçekleştirdi.
Son gün halka IPO’dan vazgeçti. 250 milyon dolarlık hisse satacaklardı ve 260 milyon dolarlık talep toplamışlardı.
Yani hisseleri satıp 250 milyon doları alıp kenara çekilebilirlerdi.
Ama talep ile arz arasında çok az bir fark olduğu için, spekülatif amaçlı alım yapanların satışa geçmesiyle birlikte gerçek küçük yatırımcılar zarar edebilir, hissenin değeri ilk gün hızla düşebilirdi.
Bu Coca Cola’yı bağlamazdı. Onlar paralarını çoktan tahsil etmiş olur, hatta satılan ‘ucuzlamış’ hisseleri alıp ekstra kár yapabilirlerdi.
Yapmadılar. Küçük yatırımıcıyı ‘olası’ bir mağduriyetten korumak için kendi adlarına leke sürebilecek bir işlem gerçekleştirdiler ve halka arzı iptal ettiler.
Aslına bakarsanız, bu durum çok da yakıştı.
TÜSİAD başkanlığı döneminde çok önemli toplumsal ve siyasi mesajlar veren Tuncay Özilhan’ın bu mesajları verecek ‘ahlaki tavra’ sahip olduğu bu işle ortaya çıktı.
Hormon başka, antibiyotik başka
SAPLA saman yine birbirine karıştırılıyor. Erman Toroğlu’nun ‘Tavuklarda hormon var’ demesi üzerine ben bir dizi yazı kaleme alarak ‘Tavuklarda hormon olduğu yolunda bir bilgim yok ama antibiyotik var’ dedim. Bazı sorumsuz üreticilerin kesime kadar antibiyotik vermeye devam ederek halk sağlığıyla oynadıklarını da ekledim.
Bazıları bu iki ayrı iddiayı birbirine karıştırdılar. Ben antibiyotik var diyorum, Toroğlu hormon var diyor. Bu ikisi aynı şey değil. Ben tavukları büyütenin Avilamisin gibi ‘Anticocsidial’ antibiyotikler olduğunu iddia ediyorum. Bunların her yerde kullanıldığını ama Türkiye’de bunun kontrolünün yapılmadığını ve kesimden en az 4 gün önce durdurulması gereken ilaç kullanımının sorumsuz ellerde son güne kadar sürdüğünü söylüyorum. Ve bugün bir başka iddiada daha bulunuyorum. ‘Bu tavukların atıkları ne oluyor?’
Öyle ya, Türkiye’deki tavuk çiftliklerinde her yıl milyonlarca ton yem tüketiliyor. Peki bu tavukların dışkıları ne oluyor?
3 milyon tonu bulduğu söylenen atıklar nereye atılıyor?
Gübre olarak kullanılan bu atıkların denetimi yapılıyor mu?
Bunlar nerede depolanıyor. Bu atıkları gübre olarak kullanmak ne kadar sağlıklı? Bütün bu sorular yanıt bekliyor. Tarım Bakanı Sami Güçlü, büyük bir samimiyetle 37 uzmanla denetim yaptıklarını söylüyor. On binlerce kümes, milyon ton üretim, 37 denetçi. Halkın sağlığı, üreticinin vicdanına emanet.
Sağı solu oynamayan başbakan
BAŞBAKAN Erdoğan, Gökkafes’te yapılan SPK toplantısına katılmayı reddetmiş. Süper bir hareket. Yıllarca yapımına karşı mücadele verdiği ve türlü hukuksuzlukla denetiminden kaçırılan binaya gitmiyor.
Gitmeyen ayağına sağlık.
Benim tanıdığım pek çok kişi de benzer protestoyu yıllardır yürütüyorlar.
Başbakan Erdoğan’ın en çok bu ‘kemikli’ duruşunu seviyorum.
Fikri, yaklaşımları değişebiliyor, yakın çevresinin tabiriyle ‘gelişebiliyor’ ama kimi meseleler karşısındaki ‘duruşu’ değişmiyor.
Hukuksuz meseleler karşısında ‘Dün dündür bugün bugündür’ yaklaşımı sergilemiyor.
Çizgisini koruyor.
Eminim ki, hukuka uygun bir yolunu bulsa, o binayı yıkmayı bile düşünüyordur.
Ben de Başbakan’ın bu ‘halini’ seviyorum.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Ölenlere verdiğimiz değeri arkalarından döktüğümüz gözyaşı miktarıyla değil, miraslarına sahip çıkarak gösterdiğimiz zaman.
Yazının Devamını Oku