Başmüzakereci ya Vural olmalı ya Aydın

ARALIK ayında müzakere tarihi alırsak, ki herkes alacağımıza inanıyor, Türkiye bir müzakere heyeti kuracak ve bir de ‘başmüzakereci’ atayacak.

Bu kişinin kim olacağını, Başbakan’a ve Dışişleri Bakanı’na defalarca sordum. Bir yanıt alamadım.

Şimdi müzakerelerin bir AB Bakanlığı kurulmadan, Dışişleri Bakanlığı bünyesinde oluşturulacak bir ekiple götürüleceği netleşiyor.

Bu benim aylar önce yazdığım bir öngörünün gerçekleşmesi anlamına geliyor.

Uzun süre önce Dışişleri Bakanı Gül’ün bir AB Bakanlığı kurulmasına karşı çıktığını yazdığımı hatırlıyorsunuzdur. Gül bu isteğini kabul ettirmiş görünüyor.

Ancak başmüzakereci konusu hálá net değil.

AKP’den sızan bilgilere göre Ali Babacan’ın adı düşünülüyor.

Babacan, başarılı, bilgili ve sempatik bir isim. Ama bence ‘başmüzakereci’ niteliklerine çok uygun değil.

Tecrübesi az. AB konularına yeterince hákim değil.

Ben kendi adıma, başmüzakereci olarak uzun yıllar AB Genel Sekreterliği yapan ve şimdilerde Madrid Büyükelçiliği’ni yürüten Volkan Vural’ı uygun görüyorum. Tecrübesi, konuya hákimiyeti ve karizması dört dörtlük.

İlle de kabine içinden bir bakan olacaksa, o zaman aklıma gelen isim ise Mehmet Aydın.

İngilizce ve Fransızca’ya hákimiyeti, gerçek bir enetelektüel olma özelliği ile Mehmet Aydın, iyi bir Dışişleri ekibiyle desteklendiği takdirde Avrupalı muhatapları karşısında ezilmeyecek, tam aksine ezecek bir başmüzakereci olabilir..

Ancak öyle görünüyor ki, başmüzakereci meselesi, AKP içinde bakan ataması kadar önemli bir tartışma konusu.

Umarım bu hayati konu ‘parti için dengelere’ kurban edilmez.

Yargıya sığınmayalım mı?

YARGITAY Başkanlığı’nın ‘sertten de öte’ açıklamasını bir miktar hatalı bulduğumu söylemek zorundayım.

Tonlamayı hiç, ama hiç beğenmedim.

Bu ülkede yargının saygınlığının korunması için yargı mensuplarından daha fazla uğraş vermiş biri olarak söylüyorum, rahatsız oldum.

Türkiye’de her kurumun eleştirilmeye ihtiyacı var. Buna siyaset de dahil, basın da, yargı da.

Dinlemelerle ortaya çıkan rezaletler, Neşter Davası’nda ortaya dökülen pislikler, Mehmet Elkatmış’ın dikkat çektiği ‘Marakoğlu ifadeleri’, yargının da eleştirilmesi gerektiğini ortaya koyuyor.

Herkes kendi takkesini önüne koyacak ve gereğini yapacak.

Bu nedenle Yargıtay Başkanlığı’nın açıklamasını, özellikle de ‘Yarın adaletin şefkatine sığınmak zorunda kalabilirsiniz’ sözlerini çok hatalı buluyorum.

Ben hemen her gün ‘yargının şefkatine sığınan’ biri olarak bu sözlerden hangi anlamı çıkarmalıyım.

Yıllar önce aleyhinde yazılar yazdığım bir doktor beni arayıp şöyle demişti:

‘Bunları yazıyorsunuz; ama bir gün amansız bir hastalıkla veya bir trafik kazası sonrasında önümde yatıyor olabilirsiniz.’

Yargıtay Başkanlığı’nın açıklaması da aynı anlamda.

Korkmalı mıyız, güvenmeli miyiz?

Hangisi?

ÇEAŞ ve Kepez’de küçük hissedarlar kurtarılıyor

UZANLAR’ın ‘yönetim üslubu’ nedeniyle el konulan ÇEAŞ ve Kepez’in çok sayıda küçük hissedarının haklarının ‘gasp edilmesine’ bu köşede tepki göstermiş, konuyu yakından takip etmiştik.

Bu şirketlerin hisselerini daha Uzanlar ortada yokken devlete güvenip alan pek çok küçük yatırımcı, Uzanlar’ın şirketin yönetimini ele geçirmesinden sonra içine girdikleri hukuksuz davranışlar nedeniyle yıllarca mağdur oldu. Son darbeyi de geçen yıl devlet vurdu ve şirketlerin lisans hakları ellerinden alınınca, bu kişiler hisselerini yitirmekle karşı karşıya kaldılar.

Şimdi bu hissedarların haklarının iade edilmesi yolunda önemli adımlar atıldı.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler’in ‘olumlu’ yaklaşımı, SPK Başkanı Cansızlar’ın bu küçük yatırımcıların haklarını koruma konusundaki gayretleri sonucunda, ÇEAŞ ve Kepez’in küçük ortaklarının haklarının iade edilmesi için bir yasa tasarısı hazırlanıyor.

Sadece onların değil, el konulan bankalarda hiçbir sorumlulukları olmadığı halde haklarını kaybeden küçük yatırımcılar için de hazırlanan bu yasa, Türkiye’de piyasaların halka güven vermesi açısından önemli bir adım olacak.

Bu işin her iki mimarını da kutluyorum.

Çete kur ama cam kırma

YENİ bir ‘baklava çalan çocuklar davası’ ile karşı karşıyayız.

Üstelik bu kez şikáyet daha vahim. Baklava davasında baklava çalan çocukları şikáyet eden mağdur bir esnafken, bu kez okulda cam kıran çocukları şikáyet edip hákim karşısına oturtan bir eğitimci. Daha da vahimi bir müdire, bir anne.

Olayı biliyor musunuz?

5 öğrenci okulda ‘azgınlık’ yaparken sınıfın camını kırarlar.

Okul müdiresi çocuklardan şikáyetçi olunca savcılık ‘Devlet malına zarar vermek’ suçlamasıyla soruşturma açar.

Tepkiler üzerine müdire hanım şikáyetini geri alır ama savcılık kamu davasını patlatır.

‘Çocukça’ bir suç için ‘büyükçe’ bir yargılama.

Okul müdiresinin izansızlığı ile başlayan olay nerelere kadar gider.

Bir kulak çekme, bilemedin bir disiplin cezası ile halledilebilecek olay nerelere gider.

Burası Türkiye sevgili okurlar... Sedat Peker hakkında ‘yeterli delil’ olmaz; ama cam kıran 5 öğrenci için ‘gerekli deliller’ olur.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Yüzbinlerce öğrencinin gelecek umudu, siyasi hamle aracı yapılmadığı zaman.
Yazarın Tüm Yazıları