Fatih Altaylı

Derviş, CHP'ye arı sokturdu

21 Eylül 2002
<B>KEMAL Derviş'</B>le beraber Arı Grubu da CHP'ye katıldı. Enteresan... Arı Grubu, bir grup ‘‘eski genç’’.

Bunlar gençken ANAP'ın gençlik hareketi ve think-tank'i olarak kuruldular.

Siyasete meraklı, heyecanlı bir gruptu.

İçlerinden bazıları daha sonra ANAP saflarında siyasete atıldılar, aday oldular, hatta milletvekili olanları bile oldu galiba.

Sonra ANAP'la yolları ayrıldı.

Kendi başlarına siyasette etkin olmaya çalıştılar.

Amerikan cumhuriyetçilerinin vakıflarının ‘‘parasal’’ desteğini alarak ‘‘lobiciliğe’’ başladılar.

Amerika adına burada mı, yoksa Türkiye adına Amerika'da mı lobi yaptıkları hep karıştırıldı.

Sonrasında bir ara MHP'ye yakın oldukları yolunda bir izlenim verdiler.

MHP'nin ‘‘akla ve bağlantıya’’ ihtiyacı vardı, Arı Grubu'nun ‘‘bazı isimleri’’ MHP ile yakın durdular. Bu arada güzel işler de yapmadılar değil.

Sonrasında birdenbire Derviş'in yanında peydahlandılar.

Derviş CHP'ye girerken, onlar da Derviş'in yanında CHP'ye iltihak ettiler. İçlerinden biri CHP adayı bile oldu.

Geçen gün babam sordu, ‘‘Oğlum hayat boyu CHP'ye oy verdim. Yine onlara vereceğim ama şu Arı Grubu meselesi nedir, bir anlat bakayım’’ diye.

Ona anlattıklarımı, size de anlatayım dedim.

Yapma be Toroğlu


ERMAN Toroğlu, ister sevin, ister kızın; ister beğenin, ister nefret edin Türk basınında önemli bir figürdür.

Lafını dinlenilecek şekilde söyleyen, olaylara farklı açıdan bakan bir adamdır.

Kızsanız da izlersiniz, sevseniz de. Sözüne katılsanız da dinlersiniz, tam aksini düşünseniz de.

Üslup sahibi ender adamlardan biridir.

Bu durumu Toroğlu'na haklı bir şöhret ve geniş bir popülarite getirmiştir.

Ve çalıştığı televizyon kurumu da bu popülariteden yararlanmak için Erman Toroğlu'na ‘‘Karar Anı’’ adında bir ‘‘rezillik’’ sundurma kararı almıştır.

Karar Anı, Batılı televizyonlarda da ‘‘daha kaliteli’’ örnekleri olan ‘‘pislik’’ programlardan biridir. Batılı örneklerinde izleyiciler sahneye sandalye atmakta, konuklar tartaklanmakta, olaylar çıkmaktadır.

Toroğlu'nun sunduğu bizdeki versiyonda henüz böyle şeyler olmamakla beraber rezillik ve pislik diz boyudur.

Bu rezilliğe RTÜK'ün ne kadar dayanacağını doğrusu merak ediyorum.

Her şeye rağmen bu programın reytingi iyi olabilir.

Hatta muhtemelen iyidir de.

Ama bu programı sunmak, benim bildiğim Erman Toroğlu'nun işi değildir.

Bu program Toroğlu'nu toplumun gözünden düşürür.

Daha önce ekranlarda benzerlerini gördüğümüz ve reytingin zirvesindeyken işinden olan ‘‘seviyesizler’’ arasına sokar.

Toroğlu'nun bu programdan gelecek şöhrete de, reytinge de, paraya da ihtiyacı yoktur.

Çünkü ‘‘alışageldiğimiz’’ Toroğlu kalıcıdır.

‘‘Karar Anı’’ ise ‘‘rezilliktir’’.

Biz sevmek veya sövmek için Toroğlu'nun olmasını isteriz.

Bu rezilliğin içinde yer alıp, bazıları gibi reytingin zirvesindeyken gitmesini değil.

Fenerbahçe, Şampiyonlar Ligi'nde olmak zorunda


FENERBAHÇELİLER, Şampiyonlar Ligi'ne ‘‘şan ve şeref’’ olarak bakıp üzülüyorlar.

Oysa Şampiyonlar Ligi, sadece şan, şeref değil aynı zamanda büyük bir ekonomik gerçek.

Bu gerçeğe Financial Times bu hafta içindeki bir araştırmasıyla parmak basmış.

Financial Times, Avrupalı futbol devlerinin yükselen futbolcu maliyetleri ve buna karşın düşen medya gelirleri nedeniyle büyük bir kriz içine girdiğini ve bu krizden çıkabilmenin tek yolunun Şampiyonlar Ligi'ne ‘‘demir atmak’’ olduğunu belirtiyor. Financial Times, ‘‘Bu büyük pastadan pay alanlar çok şanslı. Real Madrid sadece Şampiyonlar Ligi'nden 55 milyon İsviçre Frangı kazanırken, bu turnuvadan bütün maçlarını kaybederek elenen Fenerbahçe bile 9.3 milyon İsviçre Frangı aldı’’ diyor.

Fenerbahçe'nin Şampiyonlar Ligi'nde oynadığı 6 maç için aldığı bu para, Türkiye'de bir sezon boyu havuzdan aldığı paradan çok çok az bir para değil. Üstelik de bu gelir, Türkiye'deki havuzdan düşülmüyor.

Galatasaray'ın aynı yıl Şampiyonlar Ligi'den aldığı para ise Fenerbahçe'nin neredeyse iki katı. Bu aynı zamanda Galatasaray'ın Türkiye'de Digitürk'ten aldığı paradan daha fazla. Fenerbahçe bu yıl Şampiyonlar Ligi'ne kalamayarak bu gelirden de oldu.

Financial Times'ın topladığı veriler gösteriyor ki, Şampiyonlar Ligi'nin gediklisi olamayan takımların ‘‘büyük olmaları’’ da, ‘‘büyük kalmaları’’ da zor.

Hele hele Türkiye gibi ‘‘iç potansiyeli düşük’’ ülkelerin takımlarının Avrupa'da rekabet edebilmelerinin tek yolu Şampiyonlar Ligi'de başarılı olmaktan geçiyor.

Üstelik ülkelerinin Şampiyonlar Ligi takımları, elde ettikleri mali avantajla kendi liglerinde de giderek rakipsiz hale gelmeye başlıyorlar.

Galatasaray'ın son 10 yılda elde ettiği 7 şampiyonlukla Şampiyonlar Ligi'ne en fazla katılan takımlardan biri olması bu tezle örtüşüyor.

Bu nedenle Fenerbahçe camiası eğer Türkiye'deki büyüklüğünü sürdürmek istiyorsa, ezeli rakibiyle Avrupa'da da rekabet etmeye başlamak zorunda.

Aksi takdirde gelecek nesillerde Fenerbahçeli sayısı çok ama çok azalır.

Şampiyonlar Ligi'nden en çok kim aldı?


ŞAMPİYONLAR Ligi'nin kulüpler için altın yumurtlayan tavuk olduğunu anlattık.

Merak ediyorsanız, kimin ne aldığını da yazalım.

İlk sırada şampiyon Real Madrid var. Aldığı para 54.5 milyon İsviçre Frangı.

Onu Bayern Leverkusen 49.7 milyon frankla takip ediyor.

Manchester United 47.4, Bayern Münih 46.9 milyon frank elde etmişler. Onları 43.4 ile Nantes, 41.8 ile AS Roma, 38.4 ile Juventus, 35.8 ile Barcenola takip ediyorlar.

Galatasaray başarı olarak bu ikinci grupta yer alması gerekirken, Star TV'nin az para ödemesi ve ödemeleri geciktirmesi nedeniyle ne yazık ki bunların yarısı kadar bir para alıyor.

Ama bu bile yeterince büyük bir miktarı oluşturuyor.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Türk seçmenler Türkiye'de, Almanya'dakinden daha kıymetli olduğu zaman.
Yazının Devamını Oku

Erdoğan'a ‘AK’lanma fırsatı

20 Eylül 2002
<B>BEN Recep Tayyip Erdoğan'</B>ın yerinde olsam <B>‘‘seçime katılmamın engellenmesini’’ </B>kendimi aklamak için büyük bir şans olarak görürdüm. <br> Erdoğan hakkında verilen kararın haklı bir karar olduğunu düşündüğüm için yazmıyorum bunları.

Hukukun kişilere göre ‘‘eğilip bükülmesini’’ pek de sevmem.

Çünkü adaleti bir kez eğmeye başladınız mı, kimin nerede, ne zaman, ne kadar ve kimin için eğeceğini bilemezsiniz.

Bu durumda da ülkenin bel kemiği, omurgası kırılır.

Hukuksuzluk, değişmemiş bile olsa Tayyip Erdoğan'ın rejime vereceği zarardan daha fazlasını verir.

Ama bu durum ‘‘kendine güvenen’’ ve partisinin adının ‘‘AK’’ olarak telaffuz edilmesini isteyen birisi için şanstır.

Çünkü Tayyip Erdoğan'in şiir okuması artık yasalar önünde suç değildir ama Erdoğan hakkında ‘‘çok daha onur kırıcı’’ iddialar vardır.

Yolsuzluk, görevi kötüye kullanma, belediye ihalelerinde adam kayırma, haksız kazanç sağlama ve sağlatma gibi, pek de ‘‘fikir suçu’’ sayılmayacak iddialar vardır.

Bu iddialarla ilgili yargılamalar henüz başlamamıştır.

Ve Tayyip Erdoğan milletvekili seçilirse, dokunulmazlık şemsiyesi altına gireceği için hiçbir zaman başlamayacaktır.

Ve eğer Tayyip Erdoğan kendisine ‘‘isnat edilen’’ bu suçları eğer işlememişse yargılanıp beraat edecek ve bir sonraki seçimde ‘‘pırıl pırıl’’ bir adam olarak Meclis'teki yerini alacaktır.

Yok eğer bu suçlamalardan mahkûm olursa...

Eh, o zaman da ülke bu suçları işlediği sabit birinin yargılama gecikmesi nedeniyle başbakanlık koltuğuna oturmuş olmasından kurtulacaktır.

Bence Tayyip Erdoğan bir seçimlik gecikmeyi, aklanma fırsatı olarak görüp sevinmelidir.

No FT, no comment

FINANCIAL Times'in kehaneti doğruysa CHP bu kez de baraj altı. Çünkü okumadan ‘‘yorum yapılmayan’’ tek gazete olan FT, ‘‘Eğitimli Türkler CHP'ye oy verecek’’ demiş.

Bu tahmin doğruysa sizce CHP kaç oy alır?

NOT: Başlık Financial Times okumadan yorum yapmam anlamına gelen bir deyiştir.

Babalar ve oğulları

CHP'den aday olan iki siyasetçi, oğullarının ‘‘kulaklarını çekmişler’’.

Siyasetçi babalardan biri Kemal Derviş, diğeri Sefa Sirmen.

Oğullar ise ‘‘DJ Erol’’ ile işini bilmediğim ‘‘playboy’’ Mustafa Sirmen.

‘‘Kulak çeken’’ babalardan Sefa Sirmen ‘‘haklı’’...

Kemal Derviş ise haksız.

Çünkü Erol Derviş'in yaptığında ayıplanacak bir şey yok.

Genç adam ekmeğini kazanmak için DJ'lik yapıyor. Kulüplerde müzik çalıyor.

Yaptığı işin ayıplanacak bir tarafı yok.

Bu işten kazandığından ve ailesinin tahmin edilen gelirinden çok daha yüksek bir hayat standardına sahip olmayan bir genç.

Kızmak bir yana saygı duyduğum birisi.

Babasının konumundan faydalanıp, devletin ‘‘resmi DJ’’liğini yapmadığı sürece çocuğun yaptığı işte hiçbir mahzur yok.

Bu yüzden Kemal Derviş ‘‘oğluna’’ haksızlık etmiş.

Kimse babasının yolundan gitmek, babası siyasetçi diye ‘‘molla olacak tarzda’’ takılmak zorunda değil.

Buna karşın Sefa Sirmen'in uyarısı son derece yerinde.

Çünkü Sirmen'in oğlu, bir belediye başkanı çocuğu.

Sirmen'in geçmişi, bugünkü geliri belli.

Oğlu ise bildiğimiz kadarıyla bir iş yapmıyor.

Zaten iş yapacak vakti de yok.

Küçük Sirmen sürekli ‘‘eğlencede’’.

‘‘Sonradan görme’’ sosyete playboyu, büyük takım futbolcusu veya ‘‘kara paracı’’ çocuğu kıvamında bir hayatı var.

Türkiye'nin en in kulüplerinde, beach'lerinde yanında Türkiye'nin en ‘‘pahalı’’ ve ‘‘havalı’’ kızlarıyla fink atıyor.

Çocuk denecek yaştaki bu oğlan babadan aldığı harçlık ile bu hayatı sürüyorsa ‘‘bravo’’ o babaya.

Allah her evlada böyle baba nasip etsin demek lazım.

Sefa Sirmen eğer oğlunun ‘‘basında bu şekilde malzeme’’ olmasını istemiyorsa bence harçlığını kessin.

Bu arada oğluna kaç para harçlık verdiğini ve değirmenin suyunun nereden geldiğini de söyleyiversin.

Cafe Puşkin

MOSKOVA'ya inince ilk işimiz Cafe Puşkin'i sormak oldu.

Gilbert Becaud'nun kalbini titreten Rus güzeli Nathalie ile baş başa saatler geçirdiği o ‘‘efsanevi’’ kafeyi.

Öğrendik ve gittik.

Müthiş bir atmosfer.

İşlemeli duvarlarda yaşanmış müthiş aşkların kokusu var gibiydi. Ve sonrasında acı gerçeği öğrendik.

Gilbert Becuad, hayatında bir kez olsun Cafe Puşkin'e gitmemişti.

Çünkü Becaud'nun Moskova'ya gittiği dönemde bir Cafe Puşkin yoktu.

Becuad konser için gittiği Rusya'da kendisine rehberlik eden güzel Nathalie'ye bir şeyler hediye etmek istemiş, ancak o dönemde Rusya'da herhangi birine hediye edilebilecek herhangi bir şey olmadığı için Nathalie'ye bir şey verememiş.

Ancak Fransa'ya dönüşünde o müthiş şarkıyı yazmıştı.

Ve şarkıyı duyan bir politbüro üyesi, Moskova belediye başkanını arayarak ‘‘Nerede bu Cafe Puşkin?’’ diye sorunca, eli ayağına dolanan belediye başkanı, boş bir binayı birkaç gün içinde Cafe Puşkin'e çevirerek, politbüro üyelerine burada bir yemek vermişti.

Becaud'nun hiçbir zaman gitmediği, hayal kafesi Puşkin işte böyle doğmuştu.

Natalie ise eskisi kadar güzel olmasa da zaman zaman Cafe Puşkin'e uğruyormuş...

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Şahsi meselelerimiz değerlendirmelerimizi etkilemediği zaman.
Yazının Devamını Oku

Bu kadar farklı kararlar adaleti yaralar

17 Eylül 2002
<B>SEÇİMLERDEN </B>sonra kim iktidar olursa olsun, Allah aşkına şu ülkenin <B>‘‘hukuk düzeni’’</B> denilen düzensizliğini bir adam etsin. Çünkü görülüyor ki, bu ülkede hukuk ne yazık ki .......

Gerçekten de durumu söylemeye dilimiz varmıyor.

Fakat böyle bir şey olabilir mi?

Diyarbakır'da ‘‘devleti emanet edecek kadar’’ güvendiğimiz bir mahkeme diyor ki, ‘‘Recep Tayyip Erdoğan'ın adli sicil kaydı silinemez’’.

Aradan çok kısa bir süre geçiyor ve aynı çatı altında görev yapan ama sadece numarası değişik ve yine ‘‘devleti emanet edecek kadar’’ güvendiğimiz bir başka mahkeme diyor ki, ‘‘Recep Tayyip Erdoğan'ın sicil kaydı silinmelidir’’.

Birbirine ‘‘ak ve kara kadar zıt’’ iki karar.

Aynı ilde, ayrı çatı altında görev yapan ve numaraları arasında sadece ‘‘1’’ fark olan iki mahkemeden iki karar.

Ardından devreye giren Yargıtay, ilk kararı onaylıyor.

Acaba bir başka Yargıtay olsa, o da ikinci mahkemenin aldığı kararı mı onaylayacak diye bir şüphe kaplıyor insanı.

Bu nasıl bir adalet?

Elbette hukukta iki kere iki dört yok ama bu kadar farklı kararlar da yok.

Aynı yasaya bakıp, bu kadar farklı kararlar nasıl olabiliyor?

Bu nasıl bir iştir?

Bu ülke vatandaşları yargıdan doğru karar alabilmek için 5 kere yargılanıp, fazla çıkan sonuca göre mi yargılanmış sayılmalılar?

Bu memleketin yargısını kim belirli bir ‘‘standarda’’ kavuşturacak.

Kime güveneceğiz?

Aziz Yıldırım giderse Fenerbahçe küme düşebilir


AKLI evvel Fenerbahçe yazarları ve kimi Fenerbahçeli muhalifler ‘‘Aziz Yıldırım'ın Fenerbahçe Başkanlığı'nı bırakması gerektiğini’’ yazıyorlar.

Bunlar ‘‘Ya hesap bilmiyorlar, ya da hiç kulüp yönetmemişler’’.

Aziz Yıldırım'
ın Fenerbahçe Başkanlığı'ndan ayrılması gerektiğini savunanlar acaba Fenerbahçe'nin ‘‘hesap durumunu’’ biliyorlar mı?

Yani Fenerbahçe'nin ‘‘Kime kaç lira borcu olduğunu, önümüzdeki üç yıl için taahhütlerinin neler olduğunu, nakdi veya gayri nakdi kredilerinin toplamının ne kadara ulaştığını, bu kredilere kimin kefil olduğunu’’ hiç merak etmişler mi?

Ben onların yerinde olsam ederdim.

Aziz Yıldırım'ın bir gün başkanlığı ‘‘kendi isteyince’’ bıraktığı zaman arkasında bırakacağı faturanın ne kadar olduğunu veya olacağını bilmeden onun istifasını istemek, en basit tanımıyla ‘‘safdilliktir’’.

Ben Fenerbahçe'nin ‘‘çok büyük miktarda’’ borcu olduğuna eminim.

Çünkü Fenerbahçe yöneticileri eğer ‘‘sokakta birkaç on milyon dolar para bulmadılarsa’’ Fenerbahçe'nin oldukça yüklü miktarda borcu olması gerekir.

Fenerbahçe'nin sadece futbolda son birkaç yılda harcadığı para miktarı üç aşağı beş yukarı bellidir.

Buna karşın ‘‘gelir kalemleri’’ de bellidir.

Digitürk'ten gelen naklen yayın parası ve maç hasılatları.

Fenerbahçe gibi ‘‘hovardaca’’ para harcayan bir kulübün, bu iki gelir ve bir miktar da forma satışı geliriyle yaşaması mümkün değildir.

Bu hesabı üç aşağı beş yukarı yapabilen herkes görecektir ki, Fenerbahçe'nin yıllık ‘‘nakit açığı’’ en az ‘‘20 milyon’’ dolardır.

Aziz Yıldırım'ın beş yılını hesaplarsanız bu açık 100 milyon dolar olur.

Baliç ve Okocha satışlarından gelen rakamları düşerseniz bunu 80 milyon dolar olarak düşünebilirsiniz.

Bundan henüz gerçekleşmemiş taahhütlerin miktarını da indirirseniz Fenerbahçe'nin bugün en az ‘‘65-70 milyon dolar’’ civarında bir borcu olduğu sonucunu çıkarabilirsiniz.

Aziz Yıldırım bu borcu ‘‘bir şekilde’’ çevirmektedir.

Fenerbahçe'de Aziz Yıldırım'ın yerine oturmaya niyetli yöneticilerin bu borcu çevirmeye ve yıllık en az 15 ila 20 milyon dolar arası açığı kapatmaya hazır olması gerekir.

Türkiye'nin bugünkü ekonomik şartlarında bu kolay değildir.

Bu nedenle Fenerbahçe halktan önce ‘‘Aziz Yıldırım'a açılmıştır’’.

Fenerbahçe'de başkan değişimi çok güçtür.

Ve bu mali tabloyla gelecek bir yeni yönetim, Aziz Yıldırım'ın desteklememesi halinde büyük sıkıntılar yaşayabilir.

Takıma bu kadar para harcayan bir başkanın sporu bilmiyor olması, ne yazık ki Fenerbahçe'nin şanssızlığıdır.

Ayrılık


HER yıl olduğu gibi Galatasaray Şampiyonlar Ligi'nde.

Haliyle ‘‘Cimbom nerede biz oradayız’’.

İki gün Moskova'dayım.

İzninizle, iki gün yokum...

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Bu ülkede en çok konuşulan şey siyaset değil, bilim ve sanat olduğunda...
Yazının Devamını Oku

Devlet hastaneleri uygulamadan habersiz

16 Eylül 2002
<B>VATANDAŞLARDAN </B>çok sayıda şikáyet geliyor. Çünkü Türkiye'de iyi bir iş yapmak için yola çıkanlar bile organize olamadıkları, plan program dahilinde hareket etmedikleri ve alt kadrolara söz geçiremedikleri için işler yürümüyor.

Geçtiğimiz haftalarda çok ‘‘doğru’’ bir uygulamanın başlayacağı haber verildi.

SSK'lı hastalara devlet hastanelerinde ve sağlık ocaklarında da sağlık hizmeti verilecekti. SSK'lı hastalar buralarda muayene olabilecekler, ilaç yazdırabileceklerdi.

Bu uygulama eylül ayı ile birlikte başlayacaktı.

Ancak eylülün yarısını geçtik, hálá durumdan haberdar olmayan devlet hastaneleri var.

Devlet hastanelerine ve özellikle de sağlık ocaklarına giden vatandaşlar, ‘‘Bize böyle bir yazı ulaşmadı’’ itirazıyla karşılaşıyorlar.

Uygulamanın nasıl yapılacağı konusunda bilgilendirilmeyen devlet hastaneleri ve sağlık ocakları, ‘‘haklı olarak’’ uygulamayı başlatmıyorlar.

Çünkü prosedür bilinmiyor. Yanlış bir uygulama halinde ‘‘sorumlu’’ duruma düşmek istemeyen personel de, ‘‘uygulamanın nasıl olacağına ilişkin’’ yazı gelmediği için gelen vatandaşa sağlık hizmeti vermiyor.

Bütün bunların nedeni ise başta siyasiler olmak üzere, yetkili ve etkili kişilerin ‘‘medyatik olma’’ arzusu. Bir karar alındı mı, hemen basına, televizyonlara çıkıp ‘‘Müthiş bir uygulama başlatıyoruz’’ diyorlar.

Oysa bu uygulamayı devletin ağır aksak işleyen çarkları arasında başlatmak zaman alıyor. Ama iş bir kere duyurulduğu için de, herkes faydalanmak istiyor.

Kurumların elindeki bilgi haber bültenlerine yansıyandan fazla olmayınca, sistem çalışmıyor.

Medeni ülkelerle aramızdaki fark da bu galiba.

Onlar önce sistemi kuruyor, çalıştırıyor, sonra duyuruyorlar.

Biz ise önce duyuruyor, kurmaya uğraşıyor ve ağır aksak çalıştırıyoruz.

Tabii olan vatandaşa ve vatandaşla karşı karşıya kalan son noktadaki görevliye oluyor.

Ali Aydın TV yorumcusu olma peşinde

SPOR yazarlarını okuyunca ‘‘Ben başka maça mı gittim’’ sorusunu sormayan taraftar yoktur herhalde.

İzlenen şey dünyanın en basit oyunu.

Ama spor ya da skor yazarı yazınca anlaşılmaz hale geliyor.

Galatasaray-Kocaelispor maçından sonra da aynen böyle oldu.

Galatasaray bu maçta savunmada Meksikalı Almaguer'i denedi.

Spor yazarlarının büyük bölümü ‘‘İyiydi’’ diyorlar.

Hıncal ‘‘Abi’’ Uluç ise abartıp ‘‘Kırk yıllık Galatasaraylı gibiydi’’ demiş. Uluç bazen aklından çok duygularıyla yazdığı için anlayışla karşılıyorum da, diğerlerini anlayamıyorum.

Almaguer'in daha iyisi Galatasaray'da en az üç tane var. Rakip Kocaeli değil de, ‘‘doğru düzgün forvete sahip’’ birisi olsaydı, Almaguer'in hatalarıyla ilk 30 dakikada Galatasaray üç farklı yenik duruma düşerdi. Kumaşı iyiymiş. Öyle diyenler var. Kumaşı bilmem ama dikiş ‘‘kötü’’. Galatasaray kumaş sarınamayacağına göre...

Bir başkası Arif'i eleştirip, hakem Ali Aydın'ı savunuyor.

Birine penaltı yapılmış, diğeri buz gibi penaltıyı vermemiş.

Haksızlığa uğrayan ‘‘çok az’’ isyan edince, haksızlığı yapan sarı kart göstermiş. Ama Doğan Koloğlu'na göre Arif haksız.

Ayrıca Galatasaray'ın Ali Aydın'ın teknik ayaklarına yapılan faullere gösterdiği hoşgörünün binde biri geçen yıl Fenerbahçe Stadı'nda olsaydı, Galatasaray orada sahadan 4 eksikle ayrılmazdı.

Ali Aydın hakem falan değil, ‘‘yürüyen bir kompleks abidesi’’.

Yapmaya çalıştığı şey ise kendinden söz ettirip, hakemliği bırakınca bir kanalda televizyon yorumculuğu kapacak kadar ‘‘ilginç’’ olmaya çalışmak.

Açıkçası ben maçlardan sonra spor yazarlarını okumamaya çalışıyorum.

Tavsiyem siz de öyle yapın.

Fener yönetimi ısrar etmesin

FENERBAHÇE yönetimi Lorant'ı tuttukça batacak. Olmuyor. Artık olmaz da. Siz de biliyorsunuz, ben de biliyorum, Lorant bu takımda sezonu tamamlayamayacak. O zaman bir an önce gönderin. Hiç olmazsa derenin ortasına gelmeden sığlıkta atı değiştirin.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Fenerbahçe'nin başarısızlığı bazı Fenerbahçelileri mutlu etmediği zaman.
Yazının Devamını Oku

Bu vatandaş sizinle gurur duyuyor

14 Eylül 2002
<B>CUMHURBAŞKANI Ahmet Necdet Sezer'</B>in siyasete koyduğu ağırlığın farkında mısınız? Yılların kurt siyasetçisi Süleyman Demirel bile, cumhurbaşkanı olduğu dönemde dışında kaldığı siyasette bu kadar etkili ve belirleyici olmamıştı.

İlk yılların acemiliğini giderek üzerinden atan Sezer, siyasette giderek ‘‘belirleyici’’ bir faktör oluyor.

Hem de çok kritik anlarda.

Sezer'in siyasetteki ilk etkisi Kemal Derviş'in ‘‘siyasi tercihini yapacağı’’ günlerde kendini göstermeye başladı.

Yeni Oluşum ‘‘tam gaz’’ giderken, Kemal Derviş Başbakan Ecevit'e istifasını verdi.

Gideceği adres belliydi.

İsmail Cem ve Hüsamettin Özkan'ın yanı.

Cumhurbaşkanı hemen devreye girdi.

Hem Derviş, hem de Başbakan'la görüşüp istifayı geri aldırttı.

Ülkenin selameti söz konusuydu.

Ama bir şey daha söz konusuydu.

Siyasetteki bölünmüşlüğün artması.

Derviş'in Yeni Oluşum'a (sonra Yeni Türkiye oldu) katılması ile CHP kuvvetle muhtemel baraj altına inecek, YTP ise barajı biraz aşacaktı. En az yüzde 8-9'luk bir kayıp olacak, bunun parlamentoya yansıması daha büyük bir kayıpla gerçekleşecekti.

Cumhurbaşkanı istifayı engelledi. Ortam soğudu ve ‘‘akil’’ eller Derviş'i CHP'ye kazandırdılar.

Böylelikle siyasette AKP karşısında yeni bir ‘‘cazibe merkezi’’ oluştu.

Bu Cumhurbaşkanı'nın siyasete ilk görünen ‘‘gizli’’ müdahalesiydi.

Sonrasında Sezer sık sık ‘‘balans ayarı’’ sayılabilecek açıklamalar yaparak ‘‘şirazesinden çıkan’’ siyasetçileri ‘‘hizaya sokmaya’’ çalıştı.

Bunu önemli ölçüde de başardı.

Ancak son küskünler hareketi ve Yılmaz'ın çıkışları ile dengeler iyiden iyiye bozulunca Edirne'den ‘‘müthiş’’ bir çıkış yaptı:

‘‘Gerekirse parlamentoyu feshederim.’’

Türkiye çok cumhurbaşkanı gördü ama bu kadar ‘‘altı okka’’ cumhurbaşkanı az gördü.

Seçimi erteleme çalışmalarının sıradan vatandaşta yarattığı infiali, sisteme verdiği zararı ve parlamenter rejime yönelik öfkeyi artırdığını gayet iyi ‘‘süzerek’’ yetkisini hatırlattı.

Cumhurbaşkanı'nın çıkışı, son derece keyif vericidir.

Ve Türkiye halkı, rejimin teminatı olarak artık ‘‘ordusundan’’ başka bir gücü daha görmekten mutludur.

Sezer göstermiştir ki, ‘‘tarafsız Cumhurbaşkanlığı’’ işte böyle bir şeydir.

El altından siyasetçi besleyerek tarafsız olunmaz.

Tarafsızlık ‘‘altı okka’’ yürek ister...

Erdoğan ve parti içi rakipleri


AKP'de uzun süredir su yüzüne çıkmayan bir ‘‘arka plan’’ çekişmesi yaşanıyor.

Bu çekişmenin tarafları ise bir yanda Recep Tayyip Erdoğan, diğer yanda Abdullah Gül ve Abdüllatif Şener.

Erdoğan güçlü ve karizmatik bir lider.

Ancak ‘‘yumuşak karnı’’ hukuki durumu.

Gül ve Şener bu durumu biliyorlar.

Erdoğan'ın seçime giremeyeceğini, parlamento dışı bir liderin de, gücünü uzun süre koruyamayacağını görüyorlar.

Arka planda ‘‘Erdoğan'sız döneme’’ hazırlanıyorlar.

Tayyip Erdoğan da bu durumu biliyor.

O da bu ikilinin örgüt ve Meclis grubu üzerindeki gücünü törpülemeye çalışıyor.

Yüksek Seçim Kurulu'na sunulan listelerde bile bu ‘‘gizli çekişmenin’’ izlerini görmek mümkün.

Erdoğan ‘‘parlamento içinde’’ olmaması halinde bile üzerinde etkin olabileceği bir parlamento grubu kurmak istiyor.

Bu nedenle de, olası bir AKP iktidarında Tayyip Erdoğan parlamento çatısı altında değilse başbakanlık Gül veya Şener'e ve hatta Arınç'a bırakılmayacak.

Başka bir isim, muhtemelen de eski Sayıştay Başkanı, devlet deneyimli ve her kesimce kabul edilebilir Vecdi Gönül başbakan olacak.

Tayyip Erdoğan ise ‘‘haklarını’’ kazandıktan sonra aynen Derviş gibi ‘‘parlamento dışı bakan’’ olarak kabinede yerini alacak.

Bakanlar Kurulu odasında başbakan o olacak.

Dışarda legal başbakan ise muhtemelen Vecdi Gönül.

Not: Bu yazı yazılalı epey oluyor. Son olarak Diyarbakır DGM'nin kararını açıkladığı gün güncel olmaktan çıkınca geri çekmiştim. Ancak Türkiye'de bazı konular galiba her daim güncelliğini koruyacak.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Rüzgár ve termallerle kanat çırpmadan yükselen kuşlar, bunu kendi kanat güçlerinden zannetmediği zaman.
Yazının Devamını Oku

İş güvencesi işçinin aleyhine

13 Eylül 2002
<B>ANAVATAN </B>Partisi Genel Başkanı <B>Mesut Yılmaz'</B>a ne kadar kızarsak kızalım, bu seçim öncesi <B>‘‘popülizm’’ </B>ihaneti içinde girmeyen az sayıdaki siyasetçiden biri olduğu için <B>‘‘takdiri’’ </B>hak ediyor.Yılmaz, seçim öncesi olmasına ve kendisine puan kaybettirmesine rağmen iki konuda direnç gösterdi.

Bunlardan en önemlisi ‘‘İş Güvencesi Yasa Tasarısı’’ idi.

Yılmaz bu uğurda ‘‘en popülist’’ bakanı ile birlikte çok da oy kaybetti.

Ama bence son derece haklıydı.

Çünkü İş Güvencesi Yasası, Türkiye'ye, Türk işçisine, Türk sanayicisine, Türk işverenine bir şey kazandırmayacak. Tam aksine çok şey kaybettirecek.

Her şeyden önce ‘‘kaçak işçi’’ sayısında büyük artış olacak.

Vergi ödemeyen, sigorta primi yatırmayan ‘‘istihdam’’da büyük artış olacak.

En azından ekonomik rahatlama dönemlerinde ‘‘bir süre için de olsa’’ iş bulabilen çalışanlar şimdi bu şanslarını da kaybedecekler.

Bir yıl düz; bir yıl ters ekonomik gidişatı bilen işveren ‘‘ters dönemde’’ çıkaramayacağı işçiye ‘‘düz dönemde’’ bile olsa iş vermeyecek.

Bunlar kısa vadeli sonuçlar.

Bunun bir de uzun vadesi var.

Bu yasa nedeniyle Türkiye'ye ‘‘yabancı sermaye’’ girişi iyice yok olacak.

Bu yetmiyormuş gibi, ‘‘yerli sermaye’’ de yurtdışına kaçacak.

Zaten ‘‘enerji fiyatları’’ ve yatırım engelleri yüzünden son yıllarda giderek komşu Bulgaristan ve Suriye'ye sızmaya başlayan ‘‘yerli sermaye’’nin sızıntısı akıntıya dönüşecek.

Sonuçta baktığınızda bu yasadan en fazla zarar gören, kaçma şansına sahip olan sermaye değil, yerleşik düzendeki ‘‘işçi’’ ve yıllardır işçisi ile barış içinde yaşayan ‘‘vatansever’’ işveren olacak.

Bu yasaya destek vermeyen Yılmaz çok doğru bir iş yaptı bence. Ama yasa ona rağmen ‘‘tehirli yürürlük’’ ile Meclis'ten geçti.

Gelecek hükümetin elindeki ‘‘saatli bombalardan’’ biri işte bu yasadır.

Martta bir patlarsa altında çok kişi kalır.

Herkes CHP'de Hikmet Çetin nerede?


BU sezonun en iddialı televizyon kanalı Kanal D idi.

Yeni döneme televizyonların en iyi ve en kaliteli programlarının pek çoğunu alarak giren Kanal D'nin güzel de bir sloganı vardı:

‘‘Herkes burada sen neredesin?’’

Kanal D bütün rakipleri hesaba katmıştı. Ancak CHP'yi unutmuş.

CHP'nin YSK'ya verdiği listeye bakınca öyle anlaşılıyor ki, ‘‘herkes CHP'de’’.

Deniz Baykal bütün şöhretleri toplamış. Hepsini de vitrine yerleştirmiş.

Seç beğen al.

Her seçim bölgesinde mutlaka ‘‘mostralık’’ bir aday var.

Reyting yükseltmenin yolunu programı ‘‘starlara’’ yüklemekte bulmuşlar.

Fena da olmamış.

Ancak Hikmet Çetin gibi bir ‘‘devlet adamı’’nı liste dışı bırakarak, Ertuğrul Günay'ı eleyerek büyük ayıp etmişler.

Hikmet Çetin'siz CHP listesi Ana Haber Bülten'siz bir televizyon kanalı gibi.

Herkes orada olsa da bir eksik oluyor.

Hukuk devletinde paran kadar hukuk


TÜRKİYE giderek ‘‘hukuk devleti’’ olmaktan çıkıyor, ‘‘mangır’’ devleti haline geliyor.

Hukukun üstünlüğüne inan bir yazar olarak, sık sık hukuk konularına değinir, meseleyi ele alırken de hukuku kriter olarak kullanırım.

Bunun için de bütün çalışma odalarımda birer Anayasa, birer TCK, birer Siyasi Partiler Yasası, birer Seçim Yasası ve birer CMUK bulunur.

Hatta otomobilimin torpido gözünde de bir Anayasa vardır.

Bunların dışında başım sıkışınca tanıdığım hukukçuları ararım.

Bir de Yargıtay'ın internet sitesi vardır ki, oradan da çok faydalanırdım.

‘‘Faydalanırdım’’ diyorum çünkü artık Yargıtay yeni bir uygulama ile ‘‘paraya koşuyor’’.

Yargıtay'ın Yargıtay.gov.tr adresindeki sitesinden artık bilgi almak ‘‘parayla’’.

Siteye girdiniz mi, ilk iş olarak ‘‘Sökül paraları’’ diyorlar.

Ne kadar para o kadar hukuki yardım.

İşe bakın.

Yargıtay dediğin devlet kurumu.

Varlığını sürdürebilmesi için her yıl benim vergilerimden pay alıyor.

Sonra bana gereken hukuk bilgisini bana satıyor.

Hem de ‘‘KONTÖRLE’’.

Vatandaşa tek kontör 3 milyon.

Toptan alırsan 250 kontör 500 milyon.

Ayrıca çok kontör harcayana promosyon da yapıyorlar.

Yasahane değil, ticarethane.

Parayı toplayan ise Yargıtay bünyesinde kurulan vakıf. Adı Yargıtay Hizmetlerini Güçlendirme Vakfı.

Zaten içimiz dışımız vakıf oldu.

Vergimle ayakta duran kurumlar, hizmet için benden vakıf aracılığıyla bir daha para alıyorlar.

Bundan sonra benden de vergi yok.

Gidin Fatih Altaylı Vakfı'na oradan alın parayı.

Yok mu?

Şansınıza küsün.

Kurulunca alırsınız!

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Vatandaşın cebinde son kalanları vakıflar aracılığıyla çalmadığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Un serilen ipi, boyuna geçiremezsiniz

12 Eylül 2002
<B>BAKTIM </B>da, dün <B>Mesut Yılmaz'</B>a <B>‘‘biraz ağır’’ </B>yüklenmişim. Gereksiz, sonuçsuz hamlelerle ülkeyi gerenlere karşı nedense ‘‘ağır’’ tepki gösteriyorum.

Ama Yılmaz konuşurken ‘‘tıkır tıkır’’ düşen borsa ve ‘‘tıkır tıkır’’ yükselen döviz gözümün önünden gitmiyor.

O sırada birileri durduk yerde ‘‘avanta’’ yapıyor ya, işte buna illet oluyorum.

Yılmaz'a kızdık kızmasına da, MHP'yi ya da onun adına açıklama yapan Yahnici'yi unuttuk.

Yahnici, partisinden veya liderinden aldığı direktifle, esti yağdı gürlerdi. Başbakan'a ‘‘Apo'ya yataklık yapıyor’’ diyerek ‘‘vatan haini’’ imasında bulunmaktan bile çekinmedi. Bir de ‘‘sıkılmadan’’ suç duyurusunda bulundu. Sanırsın ki, 3 yılı aşkın süredir hükümette olan ve ‘‘Apo’’ ile ilgili bütün kararlarda katılımı bulunan parti MHP değil.

Yahnici'nin ‘‘Apo'ya yataklık yapıyor’’ dediği adam aslında Apo'yu yakalatan Başbakan.

Yahnici ise yakalanmış Apo'yu kucağında bulan hükümetin üyesi olan bir partinin genel başkan yardımcısı. Düne kadar Apo hakkında hiçbir girişimde bulunma.

Apo'nun asılmayacağı yolunda AB'ye verilen mektubu ‘‘sıkılmadan’’ imzala.

Sonra seçim havasına girilince bir numaralı ‘‘cellat’’ havasına gir. Sormazlar mı adama ‘‘Daha önce neredeydin?’’ diye.

Soruyorlar zaten.

Partinin ‘‘ağır topları’’nın üzeri örgüt ve taban tarafından ‘‘birer birer’’ çiziliyor.

Panik ondan.

Yarın öbür gün Yahnici ve Bahçeli'yi İmralı'ya girip Apo'yu kaçırıp linç etme girişiminde görürseniz sakın şaşırmayın.

Çünkü seçim geldi çattı.

Yapılmış iş yok.

Tutanacak tek ip Apo'nun boynuna geçirilecek olan.

Üç yıldır ipe un serenler, şimdi unu silkeleyip, ipi Apo'nun boynuna geçirmeye çalışıyorlar.

Kendilerince ülkücü tabana mesaj veriyorlar. Ne dersiniz, ülkücüler bu kadar saf olabilir mi?

Yılmaz'ın planı neydi?


YILMAZ hükümeti yıkmaya kalkışırken, ‘‘boşa’’ bir uğraş içinde değildi.

Ecevit'ten sonra Meclis'in en ‘‘kurt’’ siyasetçisi sayılabilecek olan Yılmaz, hükümetin yıkılması halinde görevin ‘‘temaül’’ gereği Meclis'te en fazla sandalyeye sahip olan partiye verileceğini biliyordu.

Ve o kişi kuvvetle muhtemel Devlet Bahçeli olacaktı.

Devlet Bahçeli'nin önünde hükümet kurması için 45 gün olacaktı.

Bu da Bahçeli'nin seçime kadar hükümet kurmadan mevcut hükümeti, ‘‘elde kalan’’ yapısıyla sürdürmesi için yeterli olacaktı.

Fakat Yılmaz'ın buna karşı geliştirdiği bir plan vardı ve bu planın bir ayağı da Yeni Türkiye idi.

Ankara'da kulislerde konuşulan senaryoya göre hükümetin yıkılması halinde Yeni Türkiye hızla ANAP'a katılacak ve ANAP sandalye sayısı olarak MHP'nin önüne geçecekti.

Başbakanlık görevi de Mesut Yılmaz'a verilecekti.

Kutan ve Çiller de seçime ‘‘hükümet olanakları’’ ile gidebilmek için katılacaklardı.

Bu güçlü yapı bağımsız ve küskünlerin de desteği ile iktidar için gerekli oyu alabilecekti.

Bu aynı zamanda ANAP ve Yeni Türkiye'deki çözülmeyi de durduracaktı.

‘‘Kurt’’ politikacı Yılmaz'ın planı buydu.

Ama tutmadı.

Fenerbahçe’yi küçültmeyin


GEÇTİĞİMİZ yıllarda Galatasaray'ın Avrupa'da çeyrek final, yarı final hesapları yaptığı haftalarda Galatasaray'ın maçlarının iptalini, maçı kiminle olursa olsun erteletmemek için uğraşan Fenerbahçe, kendi 'Ön eleme maçı' için maç iptal ettirdi.

Galatasaray camiası kendi büyüklüğüne yakışır bir şekilde konuya 'Müdahil' olmadı.

Aynı Fenerbahçe, şimdi Galatasaray ile oynayacağı maçın 'Fikstürde yazılı' tarihini değiştirmeye çalışıyor.

İkinci sınıf bir İsveç takımıyla maç yapacak, dönüp üç gün sonra Galatasaray'la oynayacak.

Bunu istemiyor.

Fenerbahçe baskısı altında bunalan Federasyon ise maçı erteleyecek bir tarih buluyor ama Fenerbahçe o hafta Beşiktaş'la da oyanayacağı için onu da istemiyor.

Avrupa'nın en iyi kadrolarından birine sahip Fenerbahçe'ye bu durum yakışmıyor.

Dünya takımı olma iddiasındaki bir takım, daha ilk günden maç erteletme hesapları yapmaz. Kendini küçük düşürmez.

Fenerbahçe'yi maç kaybetmek değil, böyle talepler küçültür.

Galatasaray yönetimi maçın fikstürde belirtilen gün dışında bir günde oynanmasına izin vermeyerek, Fenerbahçe'nin küçük düşürülmesini engellemelidir.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Ülke batarken, siyasetçiler ayak oyunlarıyla popolarını kurtarmaya çalışmadığı zaman.
Yazının Devamını Oku

Cem Uzan cepten motive edemeyecek

11 Eylül 2002
<B>CEM Uzan'</B>ın Telsim müşterilerine yönelik reklam kampanyası ile ilgili yazılarıma sonunda bir yanıt geldi. Biliyorsunuz, Cem Uzan Telsim abonelerinin ‘‘özel’’ bilgilerini ‘‘babasının malı’’ zannedip siyasi işlerinde kullanıyordu ve bu Telsim'in ‘‘kamu’’ ile olan ‘‘imtiyaz sözleşmesine’’ aykırı bir durum oluşturuyordu.

Bunu iki kez yazdım.

Yanıt dün geldi.

Telekom Üst Kurulu Başkanı Doçent Doktor Ömer Arasıl sabah erken saatlerde aradı.

‘‘İlgilenmediğimizi zannetmeyin. Sadece Bilişim Fuarı nedeniyle çok yoğunduk ve fırsat bulamadım’’ dedi.

Cem Uzan'ın Telsim'i ‘‘siyasi amaçlı’’ kullandığını öğrendiklerini ve gereken işlemleri yapabilmek için çalışmalara başladıklarını belirten Arasıl, ‘‘Önce kurumun hukuk müşavirliğine ve bize hukuk hizmeti veren firmalara sorduk. İzlenmesi gereken hukuki prosedür hakkında mütalaa aldık. Durumun sözleşmeye aykırılığı son derece açık, ancak izlenecek yol çok önemli. Bunun için biraz zaman kaybettik gibi görünebilir’’ dedi.

Anladığım kadarıyla Telekom Üst Kurulu Başkanı da ‘‘durumun vahametinin’’ farkında.

‘‘Uyarılarınız bizi mutlu ediyor. Kendimizi yalnız hissetmiyoruz’’ diyen Doçent Dr. Ömer Arasıl, ‘‘Hukukun çizdiği çerçevede gerekenleri yapacağız’’ dedi ve ekledi: ‘‘Bizim kurulumuza uzanmaya kimsenin gücü yetmez.’’

Duyduğuma sevindim.

Telekom Üst Kurulu Başkanı Doç. Dr. Arasıl'a ‘‘hukuki çerçeveden kastının ne olduğunu’’ sordum.

‘‘Merak etmeyin. Hukuk neyi emrediyorsa o’’ dedi.

Üst Kurul'un elinde geniş yetkiler var.

Böyle bir durumda bana göre ilk yapacakları Telsim'e bu konuda bir uyarıda bulunmak.

Ardından tüketici haklarının çiğnenmesi açısından suç duyurusu yapmak. Sonrasında ihtiyati tedbirden, lisans iptaline kadar uzanan ‘‘yeterli’’ yetkileri var.

Anlayacağınız ‘‘cepten taciz’’ dönemi bitiyor.

Dandik mahalle kabadayısı siyaseti


BEN hayatımda Mesut Yılmaz'ınki kadar ‘‘anlamsız ve amaçsız’’ bir manevra görmedim.

‘‘Bu MHP ile hükümet edilemezmiş.’’

Eeee?

O zaman bas istifayı çık hükümetten.

O da yok.

Peki ne var?

Ortalıkta hiçbir yere varmayacak, anlamsız açıklamalar.

Yılmaz'ın tavrı tam ‘‘yüreksiz mahalle kabadayısı’’ gibi.

Bilirsiniz canım, ‘‘Bana mı diyosun ulan!’’ diye diklenir.

Sanırsınız ki, ‘‘kodu mu oturtacak’’.

‘‘Koyamaz’’
da.

Mahalle ortasında eller itişir, horoz gibi kafalar dikilir.

Millet merakla toplanır sanki bir şey olacakmış gibi.

‘‘Dandik kabadayı’’ horozlanmaya devam eder. Tutan olmadığı halde, ‘‘Tutmayın ulan beni’’ diye bağırır.

Sonra da ‘‘şerefli bir ricatla’’ geri çekilir.

‘‘Elimi kana bulamak istemedim’’dir kaçışın gerekçesi.

Mesut Yılmaz da tam böyle yaptı. Durduk yerde dolar zıpladı, borsa tepetaklak oldu.

Başbakan ise ‘‘Birbirlerine kılıç çektiler’’ diyerek durumu abarttı.

‘‘İki kör kılıç çekilse ne olur, çekilmese ne?’’ diyen de olmadı.

Yine gereksiz günlük, hatta anlık krizlerden birini yaşadık.

Anlamadık da, bayram değil, seyran değil Mesut Yılmaz MHP'yi neden öptü?

Fenerbahçe'de sarı lacivert yasağı


GEÇEN haftalarda Fenerbahçeli iki dostum davetli olarak Fenerbahçe'nin bir maçını izlemeye gitmişler.

Gittikleri yer, içinde şeref tribününü de barındıran numaralı taraf.

Ancak stada sokulmamışlar.

Gerekçe ise üzerlerinde ‘‘sarı lacivert’’ forma olması.

Görevli, ‘‘Buraya forma ile giremezsiniz’’ demiş.

Bunun üzerine benim iki kafadar formaları çıkarmışlar.

Birinin altında kırmızı siyah, diğerinde ise mavi beyaz tişörtler varmış. Görevli onları bu halde içeri almış.

Bizimkiler de görevliye sormuşlar: ‘‘Bak bunlar da renkli. Burada yasak olan renk sarı lacivert mi?’’

Görevli de ‘‘Evet öyle’’ demiş.

Bizim ‘‘fanatikler’’ çok kızgın.

‘‘Fenerbahçe'de şeref tribününe Fenerbahçe forması ile girmek yasak, Gençlerbirliği ve Sarıyer forması ile girmek serbest’’ diyorlar.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Siyaset partiyi kurtarmak için ülkeyi bunalıma sokarak değil, ülkeyi kurtarmak için gerekirse partiyi bunalıma sokarak yapıldığı zaman.
Yazının Devamını Oku