Fatih Altaylı

Toplarken bölmek

30 Ağustos 2002
<B>KEMAL Derviş,</B> solu <B>‘‘toparlayacağım’’</B> diye çıktığı yolda, solu ciddi bir biçimde böldü.<br> Yeni veriler ve halkın tepkileri bunu net bir biçimde gösteriyor.

Yeni Türkiye'ye katılan milletvekilleri istifa etmeden önce, DSP'nin oyları zaten çok ciddi bir biçimde düşmüştü.

Ecevit'ten ibaret olan parti, Ecevit'in sağlık durumu nedeniyle 3-4 puana kadar düşmüştü ve hızla da düşmeye devam ediyordu.

DSP'den kaçan sosyal demokrat oyların büyük bölümü hızla CHP'ye akıyor, bazıları da ANAP ve MHP'ye kayıyordu.

O dönem yapılan araştırmalar, AKP'yi birinci parti olarak gösterirken, CHP'yi de ikinci parti olarak konumluyordu.

CHP'nin kararsızlar hariç yüzde 15 civarında oyu vardı.

Ardından Derviş seçim meçim demeye başladı.

Belki haklıydı.

Ama seçim havası belirince DSP dağıldı.

Yüzde 4'ün de altına doğru giden partide kimse kalmak istemiyordu.

Ve Derviş'in de cesaret vermesiyle ‘‘Yeni Oluşum’’ başladı.

Sempatik İsmail Cem ve o gün için ‘‘güvenilir’’ Kemal Derviş iyi bir rüzgár yakaladılar.

Baykal'ı istemediği halde sol diye CHP'ye oy vereceklerden, soldaki tercihi son ana bırakmış ama CHP'ye yakın kararsızlardan ciddi bir potansiyel yakaladılar.

Daha adı bile konmadan Yeni Türkiye yüzde 10'lara yakın bir potansiyel yakaladı.

Büyük kentlerde ANAP'tan da ciddi bir kayma vardı ‘‘Yeni Oluşum’’a.

Bu arada CHP hızla geriledi ve en az 5 puan kaybederek baraj sınırına dayandı.

İki tane yüzde 10'luk, kendini sol olarak tanımlayan oluşum vardı.

Sonra Derviş, başından beri içinde bulunduğu hareketi ‘‘sattı’’.

CHP'li oldu.

Aslında başından beri doğrusu buydu. Zaten bölük solda yeni bir partiye gerek yoktu; DSP'den kopanlar CHP'ye gidiyordu.

Derviş'in katılımıyla birlikte CHP kaybettiklerinin bir kısmını geri aldı.

Yeni Türkiye ise kazandıklarının bir bölümünü geri verdi.

Ve sonuçta Derviş'in kendince yaptığı solu birleştirme manevrası sonunda, CHP zaten alacağı en az 5-6 puanı Yeni Türkiye'ye kaptırdı.

Seçimlerden yüzde 22-23'lerle çıkabilecek CHP, Derviş'in ‘‘zeká ürünü’’ birleştirme manevrasıyla şimdi olması gerekenin altında seyrediyor, Yeni Türkiye ise harcanıp gidiyor.

Bu veriler gösteriyor ki, ‘‘Ekonomistler ister Dünya Bankası'ndan gelsinler, ister bizim bankalardan, sonuçta bir artı değer yaratmıyor, sadece işlem hacmini artırıyorlar. Ama sonuçta kazanmayı bekleyenler hep kaybediyorlar’’.

Bütün bunlardan da galiba AKP kárlı çıkıyor.

Fenerbahçe paniklememeli

FENERBAHÇE'nin paniğini anlamak mümkün değil.

Avrupa'nın en iyi kadrolarından birine sahip takım, oyuncu peşine düştü.

Washington'dan memnun değillermiş, Hakan Şükür'ü alacaklarmış.

İki maç Washington'a tahammül edemeyen, Hakan'a nasıl tahammül edecek?

Hakan üç maç saç yoldurur, kritik anda öyle bir telafi eder ki, her şeyi unutursunuz.

Ama Fenerbahçe üç maç dayanamıyor ki!

Fenerbahçe'nin oyuncu ihtiyacı falan yok.

‘‘Akıllı’’ yönetime ihtiyacı var.

İyi bir takıma, iyi bir hoca getirecek birine.

Geçen yıl benim ‘‘Sezon ortasında hoca değiştiren takımın şansı kalmaz’’ dememe aldanıp Lorant'la devam etmesinler. Daha sezon ortası değil.

Gelecek antrenör kim olursa olsun, yanına Oğuz Çetin'i vermesinler.

Oğuz'un futbolculuğundan beri hizipçi, grupçu olduğu biliniyor. Bu kadar teknik direktör gelip gidiyor da, Oğuz niye kalıyor?

Onun hiç mi suçu yok?

Ve biraz sabretmeyi öğrensinler.

Galatasaray'ın Fatih Terim'le 9 puan geriden gelip şampiyon olduğunu unutmasınlar.

Sabırla koruğun helva olduğunu hatırlasınlar.

Ve futbolcu menajerlerini yönetime almanın, iyi oyuncu alma konusunda garanti sağlamadığını bilsinler.

Sonrası kolay.

Çünkü gerçekten ‘‘müthiş bir camiaları’’ var.

Eğer, kulübüne bu kadar sahip çıkan bir camiası olsaydı, Galatasaray Dünya Şampiyonu olurdu.

Bilsinler!

Taranoğlu: AKP'ye girmem

ERSİN Taranoğlu ile konuştuk. AKP'ye geçeceğine ilişkin dedikoduların olduğunu o da duymuş.

Ancak, ‘‘Böyle bir şey mevzubahis değil. Benim onlarla fikren ve siyaseten paylaşacak hiçbir ortak değerim yok. Mümkün değil’’ dedi.

‘‘Yazayım mı?’’ diye sordum.

‘‘Memnun olurum’’ dedi.

Eski Yargıtay Başkanı Sami Selçuk'tan ise ses seda yok.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Başkalarının eksiğini değil, kendi fazlamızı pazarladığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Minibüs şoförüyle Formula 1'de yarışılmaz

29 Ağustos 2002
<B>FENERBAHÇE'</B>nin Şampiyonlar Ligi'ne katılamamasının faturası Teknik Direktör <B>Werner Lorant'</B>a kesilmeye çalışılıyor. <br> Yazık!..

Lorant'ın ne suçu var ki?

Adam Almanya'da bir köyde otururken, silahlı bir baskınla Fenerbahçe'nin teknik direktörlük koltuğunu ele geçirmedi ki!

Lorant, Fenerbahçe Yönetim Kurulu Üyesi Sadettin Saran tarafından bulundu.

Fenerbahçe'nin ‘‘Efsane Başkanı’’ Aziz Yıldırım tarafından görevlendirildi. Hem de ‘‘En müthiş teknik direktör’’ diye tanımlanarak.

Lorant'ın bir hatası var ise, o hata bu ‘‘büyük yalana’’ inanmış olmaktır o kadar.

Fenerbahçe bu yıl Avrupa'nın en güçlü kadrolarından birini kurdu.

Pek çok Avrupalı devi kıskandıracak miktarda futbolcu yatırımı yaptı.

Ama olmadı.

Olmazdı. Olmayacak da.

Çünkü Fenerbahçe yönetimi, bütün iyi niyetine rağmen ‘‘spordan bihaber’’.

Sporu bilmediğiniz zaman, sportif başarı bekleyemezsiniz.

Fenerbahçe yönetimi de ne yazık ki sporu bilmiyor.

Bir örnek vermek gerekirse, bu yılki Fenerbahçe Futbol Takımı'nı Formula 1'de yarışan bir Ferrari'ye benzetebiliriz.

Hiç kuşkusuz çok iyi otomobil.

Ama Ferrari Yönetim Kurulu Başkanı Luca di Montezemolo, çok iyi otomobil üretti diye, direksiyonuna Taşlıtarla hattından bir minibüs şoförü geçirmiyor.

‘‘Çok iyi otomobilleri ancak çok iyi pilotlar kullanır’’ diyerek gidiyor, yılda 25 milyon dolar ödeyip direksiyona Schumacher'i geçiriyor.

O da yetmiyor.

Montezemolo, ‘‘Bu işin bir idaresi var’’ diyerek Jean Todt'u da Ferrari takımının başına getiriyor. Ve takım üç yıldır üst üste şampiyon oluyor.

Çünkü Montezemola sporu biliyor. İtalya '90 Dünya Kupası'nı organize eden adam o çünkü.

Fenerbahçe yönetimi ise parayı basıp Ferrari'yi alıyor, bu otomobili kim olsa uçurur diyerek direksiyona minibüs şoförünü geçiriyor.

Ve güzelim Ferrari daha yarışın başında, startta duvara bindiriyor.

Sizce suçlu kim?

Ferrari mi, minibüs şoförü mü?

Yoksa minibüs şoförüne bu otomobili emanet eden mi?

Yazık!..

Memleketin parasına yazık.

40 milyon dolar harca, karşılığını alama.

Şampiyonlar Ligi'nden gelecek en az 10 milyon dolar kayıp var.

Satışlardan da bir o kadar kayıp olmuştur.

Yazık! Aziz Yıldırım'a da yazık.

Bıraksın bu işi. Bildiği bir şeyi yapsın.

Bu yıl Galatasaray şampiyon olursa, bu Yıldırım'ın gördüğü 5. Galatasaray şampiyonluğu olacak.

Bir anlamda Aziz Yıldırım da yıldız takmış sayılacak.

Yazık!..

Tereciye tere

BEN CHP'ye ‘‘Bunları niye düşünmüyorsunuz?’’ diye isim önerdikçe, CHP'lilerden mesajlar geliyor.

İsim hatırlatıyorlar. Hepsi bildik, tanıdık eski CHP'liler.

Tereciye tere öneremem.

Deniz Baykal o isimleri benden daha iyi bilir, daha iyi tanır.

Bana ne? Ama bir isim var ki, o gerçekten farklı biri.

Ertuğrul Günay.

Direk gibi bir sosyal demokrat.

Tereciye satılacak tere var ise, o tere ancak Ertuğrul Günay olur.

Eski Yargıtay Başkanı AKP'ye girer mi?

ESKİ Yargıtay Başkanı Sami Selçuk'un siyasete gireceğini ve bu işi ANAP'tan yapacağını aylar önce yazmıştım.

Sayın Selçuk da bir düzeltme göndermiş ve ‘‘Şu an görevdeyim. Siyasete girmek için bir girişimim olmadı’’ demişti.

Eski Yargıtay Başkanı Sami Selçuk artık görevde değil. Siyasete sıcak baktığını ise bilmeyen yok.

Ve Ankara'dan gelen dedikodulara bakılırsa Sami Selçuk bir süreden beri AKP ile flört ediyormuş.

AKP, eski Yargıtay Başkanı'na ‘‘milletvekilliği’’ teklifinde bulunmuş.

Bana ulaşan bilgilere göre, Selçuk bu teklife ‘‘hayır’’ dememiş.

İdialara göre yarın, yani cuma günü Sami Selçuk da törenle AKP'ye katılacakmış.

Eğer böyle bir şey olursa, AKP vitrinini hayli zenginleştirmiş olacak.

Ancak illerden gelen bilgilere bakılırsa, AKP'ye diğer partilerden gelenlerin pek şansı yok.

Önseçimlerde Refah kökenli adaylar işi götürecek. Sonradan gelenler ise çırak çıkacak.

Bu arada ANAP'lı Ersin Taranoğlu, AKP'nin kapısına dayanmış fakat ‘‘ret’’ cevabı almış.

AKP, Taranoğlu'na ‘‘Sakarya'da yerimiz kalmadı, kusura bakma’’ demiş.

Anket sonuçları seçmeni ne kadar etkiler bilmiyorum ama siyasetçileri hayli etkilediği açık.

Seçmenden önce, adaylar kayıyor.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

İlk yakaladığımızı değil, gerçek suçluları ipe gönderdiğimiz zaman.
Yazının Devamını Oku

Pazartesi günü iki kez gözlerim doldu

28 Ağustos 2002
<B>PAZARTESİ </B>günü Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral <B>Yaşar Büyükanıt'</B>ın davetiyle Anıtkabir'deydik.<br> Anıtkabir'in altındaki 3 bin metrekarelik ‘‘atıl alan’’, Türk ve Rus sanatçıların ortak çalışmasıyla 9 ayda ‘‘Kurtuluş Savaşı Müzesi’’ne dönüştürülmüştü ve bunun açılışı yapılacaktı.

Müzeyi gezerken ‘‘duygulanmamak’’ mümkün değil.

Kurtuluş Savaşı'nın canlandırıldığı tabloların önünden Hikmet Çetin'le birlikte geçtik.

Ben gözyaşlarımı saklamaya çalışırken, Hikmet Çetin'in gözlerinin de dolu dolu olduğunu görüp rahatladım.

Zeynep biraz büyüsün, onu oraya götürüp, bu ‘‘cumhuriyetin nasıl kurulduğunu’’ biricik kızıma göstereceğim.

Tavsiyem, siz de öyle yapın.

Müzeyi size başka bir gün uzun uzun anlatırım.

Ama aynı gün gözlerimi yaşartan bir başka olay daha oldu.

‘‘Sevgili’’ Bülent Ecevit'i gördüm.

İktidarının şu son 15 ayında müthiş bir değişim projesini başlatan ve sırf bu nedenle saygıyla anmamız gerekecek olan adamı.

Yürüyemiyordu. Oturacağı yeri algılamakta ve oturacağı noktayı tutturmakta dahi çok zorlandı.

Eline verilen makasla kurdeleyi keserken, sanki dünyanın en zor işini yapıyormuş gibiydi.

Bülent Bey'in durumunu için kaldırmadı.

Bir insanın kendine bu kadar eziyet etmesinin ve onu sevdiğini söyleyen insanların ona bu kadar eziyet etmesinin nedenini anlayamadım.

Çok ama çok üzüldüm.

Ne olurdu sanki, şu işi altı ay önce uygun gördüğü birine devrederek bir kenara çekilseydi?

Ne olurdu?

Nitelikli sanayi bölgeleri operasyon havucu mu?

BİLİYORSUNUZ, ABD ile yapılan görüşmeler sonrasında Amerikan şirketlerinin Türkiye'de kurulacak nitelikli sanayi bölgelerinde yatırım yapması ve buralardan ABD'ye doğrudan; gümrüksüz, kotasız mal ihraç edilmesi gündeme gelmişti.

Daha sonra ABD tarafı bu konuyu savsaklamıştı.

Amerikan kongresinde Türkiye lehine bir lobi oluşturan Turkish Caucus grubu, geçtiğimiz haftalarda bu konuda bir yasa teklifi hazırladı.

42 kişilik bu grubun yaptığı teklif son derece ‘‘iyi niyetli’’ ancak bir işe yaraması mümkün olmayan bir teklif. Çünkü ‘‘emek yoğun’’ sektörlerin bu nitelikli sanayi bölgelerine alınmasını engelliyor.

Teklifin bu şekilde hazırlanmasının nedeni, ABD'de senato seçimlerinin yaklaşması ve senatörlerin tekstil lobilerinden çekinmeleri.

Fakat emek yoğun sektörler bu işin dışında kalınca, ortada ‘‘iş’’ kalmıyor.

Çünkü, Türkiye'nin ABD ile yaptığı ticaretin yüzde 57.6'sını oluşturan ayakkabı, deri ve tekstil bu bölgelerden satılmayınca, geriye ‘‘hi tech’’ ürenler kalıyor.

Bu ‘‘hi tech’’ ürünler için de zaten ABD'de bir ‘‘kota’’ veya ‘‘gümrük’’ neredeyse yok.

Mesela elektronikte yüzde 1.9 ila yüzde 2.6 arasında bir gümrük var ama bu, Amerikalı yatırımcıyı Türkiye'ye yatırıma çekecek kadar ‘‘parlak’’ bir avantaj değil.

Buna mukabil ABD Büyükelçisi Pearson ve ekibi, Doğu ve Güneydoğu'da bu nitelikli sanayi bölgelerinin reklamlarını yapıyor, bunun bölgeye büyük bir ekonomik hareketlilik getireceğini söylüyorlar.

Ancak söylenenlerin gerçekle uzak yakın ilgisi yok. ABD, içi boş bir nitelikli sanayi bölgeleri projesiyle Türkiye'yi kandırmaya çalışıyor.

Yapılan iş aslında, ‘‘Siz operasyona köstek olmayın, biz de size bu havucu vereceğiz’’ demekten başka bir şey değil.

Ancak ne yazık ki, havuç plastikten ve yenmesi mümkün değil.

Belediye başkanının cezası kesildi

AVCILAR Belediye Başkanı Mustafa Değirmenci'nin kask takmadan motosiklete binen fotoğrafını ‘‘suç delili’’ olarak gösterip, İstanbul'un Trafikten Sorumlu Emniyet Müdür Yardımcısı Kurt'u ‘‘gereğini yapmaya’’ davet etmiştim.

‘‘Gereği’’ yapıldı.

Avcılar Belediye Başkanı'na ‘‘kask takmadan’’ motosiklet kullandığı için 20 milyon 200 bin lira ceza kesildi. Fakat bu arada bana ilginç bir bilgi daha ulaştı.

Avcılar'ın yıllardan beri motosikletle gezen ‘‘genç ve dinamik’’ Belediye Başkanı'nın ‘‘motosiklet ehliyeti’’ yokmuş.

İlk olarak deprem felaketi sırasında motosikletinin tepesinde poz veren başkan, meğerse yıllardan beri ‘‘ehliyetsiz olarak’’ motosiklet kullanır dururmuş.

İstanbul Trafik Şube'den bu konuda da bir yanıt bekliyorum:

‘‘Avcılar Belediye Başkanı Mustafa Değirmenci'nin motosiklet kullanmaya uygun bir ehliyeti olmadığı iddiası doğru mudur?’’

Eğer bu iddia doğru ise ortada çok ciddi bir suç var demektir.

Halka örnek olması gereken bir belediye başkanının yıllardan beri fütursuzca yasa çiğnemesinin cezası ağırdır.

Eğer bu iddia doğru ise Başkan Değirmenci'nin mahkemeye sevki gerekir.

Yanıtı bekliyorum.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Vergi yüzsüzlerinin gazeteleri, vergilerin boşa harcandığı haberlerini yapmadan önce patronları vergi borcunu ödediği zaman.
Yazının Devamını Oku

Hüsamettin Özkan çaycı mı?

27 Ağustos 2002
<B>DSP'</B>den YTP'ye geçen <B>Tahsin Boray Baycık </B>isimli <B>‘‘milletvekili’’ </B>müthiş konuşmuş:<br> ‘‘Görev yaptığım süre içinde Bülent ve Rahşan Ecevit'le görüşmek istesek de görüşemiyorduk. Bakanlar bile zor görüşüyordu. Onlarla görüşebilmek için çaycıdan izin alıyorduk.’’

Okuyunca güldüm.

Acaba söylediğine kendi inanmış mı?

Ben bu DSP'lilere, eski yeni fark etmez, çok gülüyorum.

Bunlar Yeni Türkiye'ye geçmeden önce aynı nedenle Hüsamettin Özkan'ı suçluyorlardı.

Konuştuğumuz her DSP'li, ‘‘Hüsamettin Özkan, Ecevit'in partiyle bağlantısını kesiyor. Genel başkana ulaşamıyoruz’’ diye dert yanıyordu.

Şimdi DSP'de ekmek kalmayınca kapağı Yeni Türkiye'ye atanlar, bu kez çaycıyı suçluyorlar:

‘‘Ecevit ile görüşmemizi çaycı engelliyordu.’’

Acaba diyorum, ‘‘Çaycı’’ Hüsamettin Özkan'ın kod adı mı?

Yoksa bu adamlar, herkesi enayi yerine koyarak siyaset yapılabileceğini mi zannediyorlar?

Ha bu arada şunu de ekleyeyim: Hüsamettin Özkan, bu adamları Ecevit ile görüştürmemekle çok iyi yapıyormuş.

Bunların Başbakan'a söyleyeceği herhangi bir şey olamaz.

Ünlü'nün ayıbını Toprak temizler mi?

FİKRET Ünlü istifa etti. Daha doğrusu zorla istifa etmek zorunda bırakıldı.

Aslına bakarsanız ‘‘ilk istifa’’ etmesi gerekendi.

Golf sahasında, ‘‘Başbakanım birkaç gün daha kalayım. Sporcularımızla gelip elinizi öpelim’’ yakarışları sökmeyince ‘‘azildense istifa’’ dedi ve ayrıldı.

Tabii şimdi Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü'nün internet sitesi de bir anda boş kaldı.

Çünkü daha önce de yazmıştık; site Ünlü Ailesi'nin albümü gibiydi.

Umarız şimdi Toprak Ailesi'nin albümü haline gelmez.

Bakan Ünlü'nün gidişiyle birlikte inşallah şu ‘‘madalya’’ rezaleti de düzeltilir.

Milli Takım'a ‘‘Şeref Madalyası’’ verilirken büyük haksızlıklar yapıldı.

Bakanın ‘‘kafasına göre’’ madalya dağıtıldı.

Bakan Ünlü, geçinemedeği Federasyon Başkanı'na ve Milli Takımlar Menajeri Can Çobanoğlu'na madalya verdirtmedi.

Bunu yapmasının nedeni ise kişiseldi.

Bakan, Dünya Kupası sırasında, yanında kalabalık bir gazeteci ordusuyla millileri ziyaret etmek istemişti.

Kendince şov yapacaktı.

Ancak takımın konsantrasyonunun etkileneceği gerekçesiyle Can Çobanoğlu bu şova izin vermedi.

Ardından Dünya 3'üncüsü takımın yurda dönüşünde Bakan Ünlü, millilere kent turu attıran otobüse binmek istedi.

Can Çobanoğlu bu şova da izin vermedi.

Bakan Ünlü'nün milli sporcularla aynı kareye girme ve ilerde bunu seçim malzemesi olarak kullanma şansı da elinden alındı.

Bakanın intikamı ise Can Çobanoğlu ve Haluk Ulusoy'a madalya vermemek şeklinde gerçekleşti.

Bu başarıda herkesten çok emeği olan iki adam, siyaseti spora sokmadıkları için madalyasız kaldılar.

Umalım ki, yeni bakan Erdoğan Toprak bu ayıbı temizlesin.

Baykal, Oya Ünlü'ye geçit vermez

HAZIR Ünlü Ailesi'ne dalmışken, Fikret Bey'in kızı Oya Hanım'ın CHP'liliğine de bir değinelim.

Biliyorsunuz, Derviş dönerken Oya Hanım da onunla birlikte döndü.

Babası ise bu dönüşler sonuçlanmadan ayrılıp ‘‘Mevlevi Ayinine’’ katılmaktansa hükümetten izlemeyi tercih etti.

Şimdilerde Derviş'in CHP'ye katılımı ile birlikte, Oya Ünlü'nün de bu partiden milletvekili adayı olacağı konuşuluyor.

Oya Ünlü, ‘‘Hayır, ben çocuk doğurmak istiyorum’’ demiş.

Bence Oya Ünlü kokuyu almıştır ve o nedenle ‘‘çocuk doğurma kararı’’ vermiştir.

Çünkü benim bildiğim Baykal, bütün hatalarıyla ve sevaplarıyla temelde ‘‘doğru düzgün’’ bir adamdır.

Ve Oya Ünlü'yü CHP'den milletvekili adayı yapmaz.

Oya Ünlü bu işe layık mıdır, değil midir bilmem.

Ama patronuyla ve babasıyla birlikte milletvekili olması, CHP'ye yakışan bir görüntü oluşturmaz.

Olsa olsa Hasbahçe'deki Özal günlerini hatırlatır ki o bile bu kadarını yapmamıştı.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Kamu adına yürüttüğümüz işimizi güç odağı haline gelmek için kullanmadığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Vergi yüzsüzü genç genel başkan

26 Ağustos 2002
<B>CEM Uzan'</B>a bu köşede çok sordum, <B>‘‘Kaç para vergi verdin?’’</B> diye.<br> Hiç yanıt vermedi.

Ben de ‘‘Bu kadar zengin adam vergi vermez olur mu canım. Bana cevap vermiyordur!’’ diye düşünüyordum saf saf.

İş hiç de öyle değilmiş.

Sarışın, yakışıklı ve genç parti lideri Cem Uzan, vergi vermekten hiç ama hiç hoşlanmazmış.

Genelde ‘‘beyan’’ bile etmezmiş. Ama galiba birkaç kez boş bulunup beyanda bulunmuş.

Fakat onu da ödememiş.

Şu günlerde meydanlarda ‘‘KDV'yi kaldıracağım’’ diye palavralar sıkan Cem Uzan'ın ‘‘vergi yüzsüzleri’’ listesinde, hem de en tepelerde yer aldığı açıklandı.

100 trilyonluk yatı, 60 trilyonluk uçağı var ama vergi ile alakası yok.

Para içinde yüzen Cem Uzan, devlete olan 8.5 trilyon vergi borcunu ödemiyor.

Utanmadan da, meydanlara çıkıp ülkeyi kurtarmaktan söz ediyor.

O ve onun gibiler vergilerini ödeseler, ülke kendi kendine kurtulacak.

Ama Cem Uzan ödemiyor.

İşçinin maaşının yarısı, memurun maaşının yarısı vergiye gidiyor; Cem Uzan'ın yatının bir kamarası, uçağının bir koltuğu ya da işe gelip giderken kullandığı helikopteri, vergi borcunu ödemeye yeterli ama o ödemiyor.

Borcunu ödemektense siyasete girmeyi tercih ediyor.

Devlete vermediği parayı üç beş şerefsize pay edecek ve milletvekili olacak.

Sonra alabilirsen al o parayı, dokunabilirsen dokun vergi yüzsüzüne.

Derviş, Baykal'dan değil Baykal, Derviş'ten korksun

NEDENSE herkes Deniz Baykal'ın Kemal Derviş'i yemesinden korkuyor.

Oysa şimdiye kadar hep bunun tersi oldu, kimse farkında değil.

Hep yiyen Derviş'ti.

Mesela önce Enis Öksüz'ü yedi.

Gerekçe Telekom'du. Enis Öksüz Telekom'u sattırmıyordu. Telekom satılamadığı için de ekonomik kriz bitmiyordu.

Telekom'u satabilmek için kabinenin ve belki de Türk siyasetinin bence ‘‘en namuslu adamlarından biri’’ Enis Öksüz harcandı.

Zannettik ki, ertesi gün Telekom 20 milyar dolara satılacak ve dertler bitecek.

Bırakın satılmayı, Telekom satışa bile çıkmadı.

Ne Telekom satıldı, ne 1 cent geldi, ne de kriz bitti.

Enis Öksüz, Derviş tarafından bilinmeyen bir nedenle harcandı gitti.

Kemal Derviş daha sonra bir ‘‘erken seçim’’ lafı ortaya attı.

Sonrasında da gizli eller anketler yayınlamaya başladılar.

DSP bitikti.

Derviş'in ‘‘söz verdiği’’ bir grup, ‘‘eriyen’’ DSP'den, Derviş'le birlikte parti kurmak için ayrıldı.

Derviş, kendisine siyasete kazandıran, 80'ine merdiven dayamış Bülent Ecevit'i de yedi.

Ardından bir o yana, bir bu yana derken önce DTP'yi Yeni Türkiye ile birleştirdi, sonra da dönüp ‘‘Yeni Türkiye, DTP ile birleşerek sağ oldu. Ben solcuyum’’ dedi ve Yeni Türkiyecileri yüzüstü bırakıp gitti.

Bu kez İsmail Cem ile Hüsamettin Özkan ve hatta İstemihan Talay'ı birlikte yedi.

Kimse bana, ‘‘Böyle yapacağı kesin değildi’’ demesin. Derviş işi başından kurgulamıştı. Derviş, Yeni Türkiye'ye kazık atmayacak olsa, ‘‘en yakın danışmanı’’ Oya Ünlü'nün babası Fikret Bey, son ana kadar kabinede ve DSP'de kalır mıydı?

Şimdi Derviş, CHP'de.

Ve herkes korkuyor.

‘‘Baykal, Derviş'i yer mi?’’ diye.

Orada birisi birisini yiyecekse, o Derviş olmaz, emin olun.

Doğan'ın siyasilerle işi ne?

ALEVİ dedesi Profesör İzzettin Doğan, seçim arifesinde yine parti parti geziyor.

Yanlış anlamayın, İzzettin Doğan'ı çok severim.

Mektebi Sultani'den abimdir.

Oğlu da aynı mektepten kardeşim. İkisini de çok severim.

Ama Doğan'ın ‘‘siyasi turlarına karşı takınılan tavrı’’ bir miktar ‘‘ilkesiz’’ buluyorum.

Doğan bir mezhebin liderlerinden, önderlerinden.

Siyasi pazarlıklar içinde olması normal mi?

Normalse, o zaman Erbakan'ın verdiği yemeğe niye kızdık?

Ya da Fethullah Gülen'in siyasetteki etkinliğini niye eleştirdik?

Şimdi diyeceksiniz ki, ‘‘Ama İzzettin Doğan, Atatürk'ün ve rejimin düşmanı değil’’.

Değil.

O yüzden de saygın bir adam.

Ama sonuç olarak yapılan iş, inanç üzerinden siyaset, din üzerinden oy potansiyeli yaratmak değil mi?

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Yenilenmeye çalışan CHP'nin kapısı, adam gibi istifa etmeyi dahi beceremeyenlere

kapalı tutulduğu zaman.
Yazının Devamını Oku

Amerika'da çocuk okutmanın bedeli ne?

24 Ağustos 2002
<B>TAYYİP Erdoğan'</B>ın işi zor. Adam her ana baba gibi çocuklarının iyi yetişmesi için uğraşıyor ama bunun için eleştiriliyor.

Bu kez de eğitim için yurtdışına, daha doğrusu Amerika'ya yolladığı çocukları tartışılıyor.

Adam diyor ki: ‘‘Ben eski partim gibi Batı düşmanı değilim. Dünyaya açığım.’’

Diyoruz ki: ‘‘Yalancısın, takıyye yapıyorsun.’’

Çocuklarını Amerika'ya eğitime yolluyor.

Yine kızıyoruz, ‘‘Takıyyene kılıf hazırlıyorsun’’ diyenler var; sanki çocuklar ABD üzerinden El Ezher'e gidiyorlarmışçasına.

Ya da, ‘‘Hani sen İslamcıydın. Niye çocuklarını El Ezher'e yollamıyorsun?’’ diye öfkeleniyoruz.

El Ezher'e yollasa bu kez de ‘‘Hani sen değişmiştin’’ diyeceğiz ve ‘‘Erdoğan'ın çocukları şeriat üniversitesinde’’ diye başlık atacağız.

Hiçbir yere yollamasa, başlarını açıp burada okutsa, ‘‘Çocuklarının başı açık’’ diyeceğiz. Başlarını açmamak için okula yollamasa, ‘‘Çocuklarının eğitimini bile siyasi propaganda malzemesi yapıyor’’ diye eleştireceğiz.

Zor iş zor Erdoğan'ınki.

Bizimle yaşamak zor.

Kimine ‘‘değişti’’ diye kızıyoruz.

Kimine ‘‘yıllardır hiç değişmedi’’ diye.

Ne yapsın bu adamlar?

Bu arada asıl tartışılması gereken mesele güme gidiyor.

Erdoğan bu çocukları yurtdışında nasıl okutuyor?

Üç çocuğun ABD'de okuması, neresinden baksan yılda en az 100-150 bin dolar.

Yani ortalama ayda 20 milyar Türk Lirası.

Az buz para değil.

Tayyip Erdoğan, servetinde buna yakın bir artışı, ‘‘oğlunun düğününde takılan takılar’’ı kaynak göstererek açıklamıştı.

Okullara her yıl bu kadar para yollamak için, her yıl evlendirecek bir oğul bulması gerekiyor.

Yok eğer bazı yerlerde yazıldığı gibi bu parayı bir işadamı karşılıyorsa, o işadamının kimliğini bilmek zorundayız.

Öyle ya, bu işadamının Erdoğan bağlantılı yerlerden ihale alması pek de hoş olmaz doğrusu.

RP, İstanbul'u bebeğe yönettirdi


NECMETTİN Erbakan şansını deniyor.

Yüksek Seçim Kurulu'nun Erbakan'ın adaylığını onaylaması ‘‘zayıf’’ olasılık ama Erbakan turlarda.

Zaten maksat seçilmek değil.

Saadet'i kurtarmak, Erdoğan'ın önünü kesmek.

Bunu yaparken, kendi geçmişini de zedeliyor.

Tayyip Erdoğan için ‘‘Çoluk çocuk’’ diyor ve ‘‘ehil olmadığı’’ izlenimini yaratmaya çalışıyor.Tayyip Erdoğan'ı Necmettin Erbakan kadar tanımam.

Ama eğer Erbakan'ın tespiti doğruysa, bugünün çocuğunu bundan tam 8 yıl önce Türkiye'nin en büyük ve en önemli kentine belediye başkan adayı yapan da yine aynı Erbakan'dı.

Yani Erdoğan bugün çoluk çocuksa, 8 yıl önce bebekti.

Erbakan da büyük bir sorumsuzlukla bir bebeği İstanbul'a belediye başkan adayı olarak göstermişti.

Bu arada Erdoğan da çıkıp, ‘‘Bebekken İstanbul'u yönettim, şimdi çocukken Türkiye'yi yönetmek istiyorum’’ diyebilir. Tabii o zaman Allah hepimizi, Erdoğan'ın ‘‘büyüdüm’’ diyeceği zamanki talebinden korusun.

İlhan'a yazık olacak


BU ülkede ‘‘iyi olmak’’ iyi olmuyor.

Anında ‘‘cılkını’’ çıkarıyoruz.

İşte İlhan Mansız.

Dünya Kupası'nda attığı kritik ama sadece bir golle adamı ‘‘kral’’ ilan ettik.

Şimdi aynı hızla adamı ‘‘yok’’ ediyoruz.

Taşıması zor olan şöhret yükünü insanların sırtına öyle acımasızca vuruyoruz ki, çöküyorlar.

Çökenin üzerine de abanıp iyice yere yapıştırıyoruz.

Yazık oluyor İlhan Mansız'a.

Tepelere taşındığı gün yazacaktım, ‘‘İlhan dikkat, düşürecekler’’ diye.

Yanlış anlaşılır diye elim varmadı.

Ama haklı çıktım.

O da sağolsun bir miktar dağıttı ve hatalar yaptı.

Hızla aklını başına toplamazsa ve biz de üzerine gitmeyi bırakmazsak, heba olup gidecek.

Gereksiz yere fazla şöhret yaptık diye.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Şerefsizler arasında ayrım yapmadığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Avcılar Belediye Başkanı'nın suçu belgelendi

23 Ağustos 2002
<B>DÜN </B>Hürriyet'in <B>‘‘Seçim 2002’’ </B>sayfasını görüncü gözlerime inanamadım. Avcılar Belediye Başkanı Mustafa Değirmenci, bizim Sevgili Tufan Abimize (Türenç), İstanbul'un 3. seçim bölgesinde, motosikletiyle ‘‘nabız turu’’ attırıyor.

Diyeceksiniz ki, ‘‘Ne var bunda, motosiklete binemezler mi?’’

Binerler de, böyle binemezler.

Başkan Değirmenci koskoca BMW motosiklete kurulmuş, arkasına Tufan Türenç'i almış.

Ama ikisinin de kafasında kask yok.

Ben yolda scooter'a binen kebapçı servisi çocukları durdurup kask taktırıyorum, belediye başkanı kaskını takmadan motor tepesinde.

Sadece kendisi olsa iyi, bir de bizim ‘‘Tufan Abimizi’’ almış terkisine ve ona da kask takmamış.

Olacak iş değil.

Fotoğraf çok havalı ama havalı olduğu kadar da ‘‘hatalı’’.

Çünkü kurallara göre bu şekilde motosiklete binmek ‘‘yasak’’ ve ‘‘suç’’.

Fotoğraf da suçun delili.

Şimdi eğer bu memlekette ‘‘adalet’’ var ise İstanbul Emniyeti, daha doğrusu İstanbul Trafik Şubesi, Avcılar Belediye Başkanı Mustafa Değirmenci'ye ‘‘cezayı keser’’, makbuzun bir kopyasını da bana yollar.

Yollar ki, ben de ibret-i álem için burada yayınlayayım.

Yollar mısınız Sevgili Murat Kurt, Trafikten Sorumlu Emniyet Müdür Yardımcısı olarak.

Baykal kucağını büyük açmalı


KEMAL Derviş, iyi bir iş yaptı. Daha fazla uzatsaydı, iyice antipatik olacaktı.

Derviş'in CHP'ye katılımı çok ciddi bir ‘‘oy konsolidasyonu’’ sağlayacaktır.

Hayatında sola oy vermemiş, çok sevdiğim bir dostum, ‘‘İki hafta bekleyeceğim. Derviş'i harcamazlar ve iyi bir konuma getirirlerse, bu arada Baykal da ‘acayip' bir şey yapmazsa, oyumu CHP'ye vereceğim’’ dedi.

Derviş’in katılımı ve bundan böyle verilecek ‘‘doğru mesajlar’’, seçimi iki turlu seçim havasına sokabilir.

‘‘AKP mi, CHP mi?’’ havası.

Bu arada belki iki parti daha barajı aşar ama ağırlık bu ikisinde toplanır.

Tabii Baykal'ın ‘‘hata yapmaması’’ kaydıyla.

Bu arada Deniz Bey'in ‘‘kucağını daha büyük açması’’ gerekiyor.

Daha önce de isimlerini zikrettiğim, geçmiş dönemlerde sıkıntıların aşılmasında büyük katkı sağlamış isimlere CHP kapı açmalı.

Hatta davet yapmalı.

O isimlerden Yaşar Nuri Öztürk, CHP'ye girdi.

Ama 4 yıl önce ülkeyi bunalımdan çıkaran ve Derviş'in zayıf karnı reel sektöre Türkiye'de en iyi ilaç olacak adam Yalım Erez, niye CHP'de olmasın?

Aynı dönemde sivil toplum lideri olarak bunalımın aşılmasına büyük katkı yapan, DSP'deki sıkıntıları görerek bu partiyi ‘‘ideolojik’’ olarak ilk terk eden isim olan ve sol yapısıyla zaten doğal CHP'li bir Rıdvan Budak neden olmasın?

Eski Adalet Bakanı Hasan Denizkurdu, neden CHP çatısı altında olmasın?

Telekom'u para ederken satmaya çalışan ve engellenen bir Mehmet Köstepen neden olmasın?

Türkiye'yi bireysel çıkarlarının önünde tuttuğunu her fırsatta belgelemiş pırıl pırıl bir Gürcan Dağdaş neden olmasın?

Bu isimlerin hiçbiri CHP çatısı altında ‘‘kulak tırmalamıyor’’.

Ve görülüyor ki, Türkiye'de ‘‘sözde ideoloji’’ adı altındaki ‘‘çıkar çeteleri’’ birleşmeyecek.

Ama galiba Türkiye kendi kendine birleşecek.

İyisi de bu olacak.

Laleli toparlanırsa Türkiye toparlanır


GEÇEN gün canım kebap isteyince, hiç kuşkusuz İstanbul'un en iyi ve belki de en eski kebapçısı Hacıbozanoğlu'na gittim.

‘‘Kebap geleneğine sıkı sıkıya bağlı’’ Bozanoğlu ailesi, Aksaray'ı terk etmemekte ısrarlı olduğu için de kalktım Laleli'ye gittim.

Saat 9.00 civarı, inanılmaz bir trafik.

Laleli'ye girmek 1 saatimizi aldı.

Ali Bozanoğlu'na sordum, ‘‘Ne bu?’’ diye.

Anlattı. Moralim düzeldi.

Laleli'de son birkaç haftadır müthiş bir canlanma varmış.

‘‘Bavulcu’’ Rusların yerini gerçek tüccar Ruslar almış.

Bölgedeki esnaf da geçmişten ders alarak Rusları ‘‘yolunacak kaz’’ değil, ‘‘iş yapılacak müşteri’’ olarak görmeye başlamış.

Şık dükkánlar, kaliteli ürünler Rusları geri getirmiş.

Bu durum üretime de yansımış.

Laleli piyasasına mal veren firmalar mal yetiştiremez hale gelmişler.

Müthiş bir canlanma varmış.

Kiralar da anında 3'e, 4'e katlanmış.

Moralim düzeldi.

Çünkü bu durum şu demek:

Türkiye'ye yine büyük miktarda döviz girişi olacak. Üretim artacak. Bu hızla diğer sektörleri etkileyecek.

Dün bu piyasada iş yapan bazı tanıdıklarımı aradım.

Onlardan da gelen bilgi aynı.

Bir dönem Türkiye'yi sırtında taşıyan Laleli'den gelen haberler iyi.

Bu, Türkiye için de iyi haber.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


İnsanları yukarı çıkarmamızın amacı, daha yüksekten aşağı atmak olmadığı zaman.
Yazının Devamını Oku

İşte ‘aranan’ polisler

22 Ağustos 2002
<B>BİR </B>okur mektubunu size aktarmak istedim. Adam olmakla ilgili çok büyük adımlar atmış, iki genç polisi tanıyasınız diye: ‘‘4 Ağustos Pazar günü eşim, iki çocuğum ve kayınpederimle birlikte Gençlik Parkı'na gitmiştik. 17.30 civarında müthiş bir sağanak yağmur başladı. Herkes bir tarafa kaçışıyordu. Bir gök gürültüsü, arabasında uyuyan bebeğimizi yerinden sıçrattı. O sırada tesadüfen lunaparkın istasyon tarafındaki kapısında idik. Oradaki karakoldan çıkan iki genç polis memuru, büyük bir sevecenlikle ve güler yüzle gelip ağlayan bebeğimizi severek teselli ettiler.

Bu iki genç polis memuru sadece teselliyle kalmadılar. Nereye gideceğimizle de ilgilendiler. Araçlarıyla evimize bırakmayı dahi teklif ettiler. Kendi aracımızın otoparkta olduğunu söylememiz üzerine bizi ıslanmamamız için yüz metre ötedeki otoparka kadar resmi araçlarıyla götürdüler.

Çocuklarımızı, yağmur altında ıslanmak pahasına otomobilimize kadar kucaklarında taşıdılar.

O kadar yardımsever, o kadar güler yüzlü, o kadar insanca davranıyorlardı ki.

17 yıllık devlet memuru olan kendimin bile, işimin başında bu kadar güler yüzlü ve yardımsever olmadığımı düşündüm.

O gün yağmurda ıslanmanın hiçbir üzücü yanı kalmadı bizim için. Hatta iyi ki o yağmur yağdı ve iki iyi insanla karşılaştım.

İki genç polis memuru, bizim ve 4 yaşındaki oğlumun bakış açısını belki de hayatımızın sonuna kadar değiştirdi.

Bu türde davranışlara vatandaş olarak ne kadar ihtiyacımız olduğunu ve güler yüze susadığımızı anladım o an.

Ne yazık ki, o iki memurun adını o sağanak altında öğrenemedim. Şimdi geç de olsa o iki ‘insan'a teşekkür etmek istedim.’’

Böyle bir teşekküre aracılık etmek ne hoş.

Tatlıses’i Almanya'ya davet ediyorum


İBRAHİM Tatlıses, sahnelerde ‘‘uvertürlüğünü’’ yaptığı çocuğun sahip olduğu kanalda kendini savundu.

Daha doğrusu savunmaya çalıştı. Ve kendince bizi yalancılıkla itham etti.

Ama ‘‘kültürü’’nün yettiği kadarını yapabildi.

Tatlıses unutmasın ki, biz ona ‘‘tecavüzcü’’ demedik.

Sadece ‘‘tecavüzle suçlanıyor’’ dedik.

Bu suçlamayı ciddiye alan biz değildik.

Alman mahkemeleri, Tatlıses hakkındaki tecavüz iddialarını ciddi bulmuş ve hakkında tutuklama kararı çıkarmışlardı.

Bir sanatçı hakkında tecavüz suçlamasıyla çıkarılmış bir tutuklama kararı dünyanın her yerinde haberdir.

Tatlıses devam edecek davanın sonunda aklanırsa ne iyi.

Aklanamazsa...

Tatlıses, Almanya'ya gidip ifade vermez ve suçsuzluğunu kanıtlayamazsa aranmaya devam edecek.

Boşuna ‘‘patronunun’’ kanalında nefes tüketmesin.

Gelsin benimle beraber bir Almanya'ya. Birlikte bakalım hakkında ‘‘tutuklama kararı’’ var mı, yok mu?

Ya da ‘‘delikanlı olup’’ söylesin, yarın Almanya'dan bir ‘‘ekstra teklifi’’ gelirse gidebilecek mi?

Galatasaray yazarları gerçeği yazamıyor


GALATASARAY iyi değil. Ama spor basını söyleyemiyor. Çünkü Galatasaray muhabirleri ve yazarları ‘‘tırsıyor’’.

Fatih Terim'
in hışmından korkuyorlar. Yazarlarsa Florya'nın kapıları yüzlerine kapanabilir, futbolcularla röportaj yapmaları engellenebilir, Galatasaray muhabiri olmalarının yolu tıkanabilir.

Çocuklar da haklı olarak korkuyor ve yazamıyorlar.

Ama Galatasaray iyi değil.

Geçen yıl takımı şampiyon yapan ‘‘müthiş orta saha’’ bu yıl nedense dağıtıldı.

Geçen yıl her gün daha iyiye giden ve ‘‘virtüözleşen’’ Ayhan yok edilmeye çalışılıyor.

Alpay olmadığı zaman ‘‘milli savunma’’ olan Emre nedense kesik. Hagi'nin veya Sergen'in boşluğunu doldurmak için alınan Felipe ‘‘şimdilik’’ soru işareti bile değil.

Ve Galatasaray, ‘‘eskilerin’’ peşinde. Takımı satan, yarı yolda bırakan adamlar ile Florya'yı ‘‘tarikat yurduna’’ çevirmeye kalkışanlar tekrar alınacak.

Geçen yıldan beri takım santrforsuz oynuyor, ona bakan yok.

Hakan Ünsal'ın peşindeler.

Milli stoper kızakta. Stoper alacaklarmış. Geçen yılın son haftalarında tek bir gol yemeyen savunma çöpte, yenisi aranıyor.

Bu arada ‘‘icat edilen’’ savunma, Denizli maçının ilk yarısında 5'lik olacaktı, yazan yok.

Denizli'nin iki savunma ‘‘enayiliği’’ ile maç kazanıldı. Bahseden yok. Galatasaray, ‘‘sindirilmiş’’ spor yazarlarının yalandan yazdığı ‘‘Cimbom çok iyi’’ yazılarıyla değil, futboluyla şampiyon olacak.

Bunu bir hatırlatayım dedim.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Asena, kendini ‘‘birleştirme’’ sanatçısı olarak tanımlayamayacağı zaman.
Yazının Devamını Oku