Fatih Altaylı

Telsim'in suçuna, Telekom Üst Kurulu seyirci

10 Eylül 2002
<B>TELEKOM </B>Üst Kurulu diye bir kurul var ise ve eğer bu kurul kendini yasalara bağlı hissediyorsa, burada yazacaklarımla ilgili girişimde bulunmak zorundadır. Konumuz belli. Telsim'in abonelerine yolladığı mesajlar.

Cem Uzan siyasete girdi gireli, gazeteleri ve televizyonlarının yanı sıra Telsim adlı GSM operatörü de, Cem Uzan'ın propaganda araçlarından biri haline geldi.

Telsim kullanan bir okurum yazıyor. Okuyalım:

‘‘Son iki günde cep telefonuma tam 10 mesaj geldi.

1. Bilmem ne partisi lideri Cem Uzan saat 14.00'te bilmem nerede halka hitap edecek.

2. Bilmem ne partisi lideri Cem Uzan saat 16.00'da halka hitap edecek.

3. Bilmem ne partisi lideri Cem Uzan'ın halka hitap edeceği Türkiye Geliyor şöleninde şarkıcılar bilmem ne ve bilmem kim de halkla bulaşacak.

4. Cem Uzan'ın da katılacağı şölen saat 14.00'te.

5. Yarın Cem Uzan'ın bilmem nerede yiyeceği öğle yemeğine bütün bilmem nereliler davetlidir.

6. Bilmem ne partisi lideri Cem Uzan'ın da katılacağı şölen yarın saat 16.00'da.

Ve bunlara benzeyen on mesaj.

Okurumun telefonunun mesaj kapasitesi bu kadar. O sildikçe yenisi geliyor.

Bu nedenle de, işiyle ilgili gelen mesajlar bir türlü eline ulaşamıyor.

Okurum da, çareyi mesajları silmemekte buluyor ki, yeni ve asap bozucu başka mesajlar gelmesin.

Bu rezaleti TELSİM Müşteri Hizmetleri'ne iletince ‘‘Haklısınız efendim’’den başka bir ilerleme de kaydedemiyor.

Olay gerçekten rezalet.

Telekom Üst Kurulu rezaletin ‘‘hukuki vahameti’’nin herhalde farkında değil.

Çünkü burada yapılan iş Lisans Sözleşmesi'ne tamamen aykırı.

Telsim, müşterileri hakkındaki ‘‘çok özel’’ bilgileri satıyor.

GSM operatörünün uhdesinde kalması gerekli bilgiler bir siyasi partiye pazarlanıyor.

Benim telefon numaramı, kimliğimi birilerine vermeye, bundan maddi manevi çıkar sağlamaya kimsenin hakkı yoktur.

Telsim'in yaptığı budur.

Ve bu Telsim'in lisans sözleşmesine aykırıdır.

Telekom Üst Kurulu eğer Uzanlar'ın bir uzantısı haline gelmediyse bu rezalete el koymak zorundadır.

NOT: Cep telefonlarından siyasi propaganda yapmak isteyenlerin Turkcell'den talepte bulunmamış olmaları imkánsız. Bu konuda son derece ilkeli hareket eden ve menfaat uğruna müşteri bilgilerini siyasi partilere peşkeş çekmeyen Turkcell'i kutlarım.

Cem Uzan niye vatandaşlıktan atılmıyor?


BİR okur soruyor: ‘‘Cem Uzan'ın Türk vatandaşlığından çıkarılması söz konusu idi. Ancak bu işlem her nedense yapılmadı. Neden?’’

Soru çok hoş.

Nedenini ben de bilmiyorum.

Son öğrendiğimde iki imza eksikti.

Biri Devlet Bakanı Devlet Bahçeli'ninki, diğeri ise dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk'ünkiydi.

O günlerde Star Gazetesi Hikmet Sami Türk aleyhine yayınlar yapıyordu.

Sayın eski Bakan bunların etkisinde kalıp imzalamamış olabilir.

Devlet Bahçeli'nin niye imzalamadığı konusunda hiçbir fikrim yok.

Ancak kulislerde Cem Uzan'ın MHP ile bir seçim işbirliğine hazırlandığını, Bahçeli'nin de bu nedenle Uzan'ın vatandaşlıktan çıkarılması ile ilgili kararnameyi imzalamadığı fısıldanıyor.

Yarın öbür gün MHP ile Cem Uzan arasında böyle bir anlaşmaya varılırsa, nedeni hep birlikte öğrenmiş olacağız.

Olması gerekene kutlama


MEKTUP bir okurdan. Trafik terörürün her gün onlarca can aldığı bir ülke için ilginç bir mektup:

‘‘Son günlerde şehirlerarası otobüs şirketleri için hep kötü şeyler yazıldı. Ama iyilerin de hakkını yememek lazım. Geçen ay Ankara'ya gitmem gerekiyordu. İş için gittiğimden, biletimi Ulusoy firmasından şirketim aldı. Gece saat 02.30'da Harem'den yola çıktığımızda non-stop yolculuk yapacağımızı anons ettiler. Beş saatlik yolculuk boyunca araçta bulunan 3 şoför sırayla birer saat araç kullanarak bizi Ankara'ya ulaştırdılar. Kendi adıma bize verilen değerden çok mutlu oldum. Firmanın yönetici ve sahiplerini kutluyorum.’’

İlginç bir toplum olduk.

Yapılması gerekeni yapanı kutluyoruz. Hata yapandan ise hesap sormuyor, soramıyoruz.

Sonra da gelişmişlikten söz ediyoruz.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Kurumlar kafalarına göre değil, yasalara göre hareket ettiği zaman.
Yazının Devamını Oku

Hayat uzun, yasak kısa

9 Eylül 2002
<B>ÜLKEDE </B>konu yine <B>Tayyip Erdoğan. </B>Seçime girebilecek mi, giremeyecek mi? Girse ne fark eder, girmese ne?

Ne olur yani.

Türkiye'nin makus talihi mi değişir.

Tayyip Erdoğan seçime sokulmaz ise memleket mi kurtulacak!

Bir adam, bir parti eğer yüzde 30'lara varan oranlarda oy almayı beceriyorsa, onu bugün seçime soksanız ne olur, sokmasanız ne?

İşte Demirel, işte Ecevit.

Darbeyle düşürüldüler, parlamentodan atıldılar. Seçime sokulmadılar. 7 yıl yasaklı yaşadılar.

Sonunda biri cumhurbaşkanı oldu, biri başbakan.

Yasaklı oldukları sürece yüceldiler, seçilip işbaşına geldikten sonra gözden düştüler.

Tayyip Erdoğan'ı da yasakladıkça, uzağa attıkça yüceltecekler.

İşbaşına geldikten sonra ne olacağını ise kendisi belirleyecek.

Tayyip Erdoğan'ı şu veya bu şekilde seçime sokmamak tek bir halde fayda sağlar.

Erdoğan bu seçime girmez.

O girmediği için partisi kazanamaz.

Ve öyle birisi kazanır ki, ülkeyi 5 yıl içinde mutlu, müreffeh, zengin bir ülke haline getirir, bir daha kimse ‘‘intikam’’ için veya ‘‘başka nedenlerle’’ alternatif aramaz.

Peki siz bu seçimden böyle bir sonuç çıkacağını düşünüyor musunuz?

Düşünüyorsanız amenna.

Ama düşünmüyorsanız ve yine de Tayyip Erdoğan bu seçime giremezse, birkaç yıl sonra tek başına iktidar olur.

Haberiniz olsun.

Ben Galatasaray büyüktür diyorum Galatasaray'ın avukatı yalanlıyor!


BENİM cuma günü yazdığım yazıya Fatih Terim yerine Galatasaray Spor Kulübü bir ‘‘basın açıklaması’’ ile yanıt verdi.

Yöneticilerin bu açıklamadan haberi var mı, bilmiyorum ama çok ilginç bir açıklama.

Ben Galatasaray'ın ‘‘büyüklüğünü’’ yazıyorum, Galatasaray Spor Kulübü'nün avukatı Mahinur Dengiz'den yalanlama geliyor.

Açıklama Terim'den gelse normal ama imza kulübün avukatına ait.

Terim'in isteği üzerine kaleme alındığı anlaşılan açıklamada Terim'in Galatasaray'ın ‘‘teknik direktörü’’ olması nedeniyle değil, ‘‘Fatih Terim’’ olması nedeniyle UEFA tarafından Seçkin Teknik Direktörler Forumu'na davet edildiği belirtiliyor.

Ve Terim'in geçen yıl da aynı foruma davet edildiği söyleniyor.

Doğrudur, davet edilmişti.

Ama Terim o zaman da Langaspor'un değil, Milan'ın başındaydı.

Ayrıca da Sevgili Terim, boş yere alınganlık yapıyor.

Ben ‘‘Terim seçkin bir teknik direktör değildir’’ demiyorum. Tam aksine Terim'in orada olmayı hak ettiğini biliyorum.

Ben sadece ‘‘Galatasaray'ın başında ben olsaydım, beni davet edeceklerdi’’ diyorum. Geçen yıl Lucescu'yu davet ettikleri gibi.

Bunu da işkembeden atmıyorum.

UEFA'nın kendi açıklamasına dayanıyorum. UEFA resmi açıklamasında geçen yılın Şampiyonlar Ligi finalisti takımların teknik direktörlerinin ve bu kupada üst seviyeye çıkmış takımların teknik adamlarının, bunların yanı sıra Avrupa'da başarılı olmuş takımların teknik direktörlerinin de bu foruma çağrıldığını söylüyor.

Ben de buna dayanarak diyorum ki: ‘‘Galatasaray'ın başında kim olursa olsun bu foruma çağrılacaktı.’’

Terim,
daha doğrusu onun isteği üzerine kulüp avukatı ise diyor ki: ‘‘Biz anlamayız. Galatasaray olmasa da Terim oraya çağrılacaktı.’’

Olabilir.

UEFA, Terim'in 4 yıl önce Galatasaray ile elde ettiği UEFA Şampiyonluğu nedeniyle Terim'i zaten çağırıyor olabilir.

Ama bu kim olursa olsun Galatasaray'ın teknik direktörünün buraya zaten çağrılıyor olması gerçeğini değiştirmez.

Burada her iki hak edişin üst üste geliyor olması söz konusu ise, bu sadece Galatasaray'ın, Galatasaray'ı yönetmeyi hak eden bir teknik direktör tarafından yönetildiğini gösterir o kadar.

Benim haksız olduğumu değil...

Bu arada UEFA da, bir kişi eksik çağırmış, bir kişilik eksik masraf etmiş olur o kadar...

Şiirden mi battık hırsızlıktan mı?


TAYYİP Erdoğan'ı siyasette görmekten rahatsız olanlar, Cem Uzan'ı siyasette görmekten niye rahatsız değiller?

Biri rejim karşıtı imiş!

Peki diğeri ne?

Asıl rejim karşıtı olan o değil mi?

Bu ülkenin hukuk kurallarını ayaklar altına alacaksın.

Milyonlarca dolarlık yatlarla, uçaklarla gezecek, tek kuruş vergi ödemeyeceksin.

Vergi yüzsüzleri olarak tanımlanan listenin tepelerinde yer alacaksın.

Bütün paranı yurtdışında mala mülke yatıracaksın.

Kamu kuruluşları tarafından yöneltilen çeşitli suçlamalarla hakkında açılmış yüzlerce dava olacak.

Amerika Birleşik Devletleri'nde bile ‘‘Mafya Yasası’’ ile yargılanacaksın.

Sonra Türkiye'de siyaset yapacaksın.

Asıl rejim karşıtlığı bu.

Eğer Türkiye'de rejim aleyhtarlığı yükseliyorsa, bunlar gibiler rejimi yozlaştırdığı için yükseliyor.

Bu ülke bir meydanda şiir okunduğu için batmadı. Binlerce ahlaksız tarafından soyulduğu için battı.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Anıtkabir gibi, Çanakkale Abidesi de şehitlere yakışır hale getirildiği zaman.
Yazının Devamını Oku

Girmeli mi girmemeli mi yoksa hiç bulaşmamalı mı?

7 Eylül 2002
<B>ZAFER Çağlayan,</B> reklam peşinde koşmayan, temiz iş dünyası ve temiz siyaset mesajları verip, arkasından <B>‘‘ilişkiler ağı’’</B> ile iş götürmeyen, pırıl pırıl bir <B>‘‘Anadolu sanayicisi’’.</B> Sıkı bir ‘‘sivil toplum’’ önderi.

Çağlayan'a geçtiğimiz haftalarda Deniz Baykal'dan ‘‘Siyasete gir’’ önerisi geldi.

Ankara'da Gölbaşı'nda bir restoranda buluştular.

Çağlayan'ın yanında tertemiz bir başka işadamı, bir dostu vardı.

Çağlayan düşündü taşındı.

Bir türlü karar veremedi.

Ama sonunda bir açıklama yaparak ‘‘Girmeyeceğim’’ dedi.

Bunun, onun gönlünde yatan karar olduğunu zannetmiyorum.

Ama karar vermeye çalışırken, neler düşündüğünü tahmin edebiliyorum.

Bir tarafta rahatı yerinde.

Kurulu bir işi, Türkiye'nin çalkantılarına rağmen yürüyen bir düzeni var.

Siyasetin vereceği güce ihtiyacı yok.

Zaten öyle bir gücü kullanma niyeti de yok.

Siyasete girerse işine ayırdığı zamandan çalacak.

İşini devredebileceği biri de yok.

Siyasetteyken işi kuvvetle muhtemel zorlanacak, hatta bozulacak.

Hatta seçimi kazanamazsa, taraf olduğu için rakip partilerin de şimşeklerini üzerine çekecek.

Yarın öbür gün işini yürütmekte zorlanacak.

Böyle bakınca, ‘‘Ne işi var siyasette’’ demek mümkün.

Diğer taraftan da, kapasitesi, bilgisi, deneyimi, reel sektörün sorunlarına hakimiyeti, dürüstlüğü, kimsenin adamı olmaması, çağdaş düşünceleri ile de Türk siyasetinin ihtiyaç duyduğu insan profiline tam uyuyor.

Bütün bunları eminim ki o da hesapladı.

Sonunda önünde ikiye ayrılan bir yol kaldı. Siyasete girmeyecekti.

Ama benim çocuğumun, komşusunun çocuklarının, Deniz Baykal'a birlikte gittiği arkadaşının çocuklarının geleceğini düşünüyorsa o zaman siyasete girecekti.

O tercihini kendi çocuklarının geleceğinden yana kullandı.

Kızabilir miyiz?

Hayır.

Türkiye'de on binlerce ‘‘işe yarar adam’’ aynen böyle düşünüp siyasetten kaçıyor.

Ama sonra kalkıp siyaseti eleştirme hakkını da kaybediyor.

Zafer Çağlayan da, bundan böyle siyaseti eleştirme hakkını kaybetti.

Çağlayan benim geçen yıl Galatasaray yönetimine, ‘‘kulüp yöneticiliği yapmaya bayıldığım için’’ mi girdiğimi düşünüyor?

Sağlık haberi sorumluluk ister


SABAH Gazetesi, ‘‘Ecevit'i ayağa kaldıran doktor’’ diye bir manşet patlatmış.

Sonra da ‘‘büyük bir cehalet’’ örneğiyle her biri ayrı uzmanlık dalı gerektiren çok önemli hastalıkların tümünü tek bir doktora, bir ortopediste ‘‘iyileştirmiş’’.

Bu haberden söz konusu doktor Mücahit Pehlivan'ın bile çok rahatsız olduğunu düşünüyorum.

Nörolojinin, geriatrinin, endokrinolojinin alanına giren komplike pek çok sorunu, bir ortopedistin ‘‘çorap giymek için eğilmemesini’’ sağlayarak tedavi ettiği gibi bir hava yaratılıyor.

Belli ki, haberle doktorun alakası yok.

Adam ne bir tek kelime etmiş, ne fotoğraf çektirmiş.

Fotoğrafları bile yolda yürürken çekilmiş.

Ama haber yakışıksız.

Çünkü tıp palavra değil.

Binlerce insanı yanlış yönlendirmek, kulaktan dolma bilgilerle tedavi uydurup yazmak iş değil.

Genelkurmay: Geleneğin dışına çıkılmadı


GENELKURMAY Başkanlığı, dünkü yazım üzerine hemen aradı. ‘‘Bu yılki 30 Ağustos törenlerinde geçmiş yıllardan farklı herhangi bir uygulama yapılmamıştır’’ mesajı iletildi. Her yıl olduğu gibi, TRT'nin törenler için ‘‘sabit’’ kamerasını kurduğu ve bu kameranın görüş açısı içindeki her şeyin ekrana yansıtıldığı, bunun dışında bir görüntü alınmasının geçmişte de vuku bulan bir şey olmadığı söylendi. Tayyip Erdoğan'ın karargáha gelmesinden kaynaklanan bir rahatsızlığın, bunun görüntülenmesini engellemek için özel bir önlemin söz konusu olmadığı vurgulandı.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Bizi seven ve güvenen insanların iyi niyetlerini yalanlarla sömürmediğimiz zaman.
Yazının Devamını Oku

Anketler, partileri hizaya sokuyor

6 Eylül 2002
<B>MECLİS </B>1 Ekim'de toplanacak ve bu toplanmaya ilişkin çok ciddi hazırlıklar var.<br> Bu hazırlıklardan ilki barajla ilgili.

Öncülüğü ANAP ile Yeni Türkiye yapıyorlar.

‘‘Daha adil temsil, daha demokratik Türkiye’’ sloganıyla yola çıkarak ülke barajının yüzde 5'e indirilmesi için bir teklif verecekler.

Düne kadar buna karşı çıkanlar, benim köşede ‘‘Doğan Grubu Yayın İlkeleri’’ doğrultusunda yazdığım, kimi gazetelerin ise detaylı bir biçimde duyurduğu anketler sayesinde bu girişime destek verecek gibiler.

Çünkü dün yayınladığımız anket sonucuna göre sadece AKP ve CHP barajı aşıyor.

Seçmenin en az yüzde 40'ının desteklediği partiler ise Meclis dışı.

Bu durumda barajın inmesi için geniş bir uzlaşma çıkması muhtemel.

Bunun dışında Ankara'da üzerinde çalışılan bir başka formül hálá ‘‘ittifak’’.

Anket sonuçları, ‘‘çatı’’ olma iddiasındaki partilerin ‘‘çatı’’ değil, ‘‘sundurma’’ dahi olamayacağını gösterdikçe, ‘‘ittifak’’lara bakış da giderek yumuşuyor.

Bu yumuşak bakışın seçim yasasında bir değişiklikle sonuçlanması artık ‘‘daha’’ muhtemel görünüyor.

Seçimin ertelenmesi ise ‘‘çoğunluğun’’ gönlünde yatan aslan.

Ama bunu yüksek sesle söylemeye cesaret eden yok.

Meclis'e indirilecek bir ‘‘seçimlerin ertelenmesi’’ önergesine ‘‘erken seçim’’ kararına verilen destek kadar destek çıkması çok ama çok muhtemel.

Tokalaşma fotoğrafı yok mu?

NE kadar terbiye edilip yumuşatılsa da, AKP özellikle kışlada mideye oturuyor.

İster sade, ister soslu AKP, asker karavanasında pişecek yemek değil.

Askeri kanattan sızan bilgiler, askerin, AKP iktidarından pek mutlu olmayacağını gösteriyor.

Olası bir AKP hükümetinde İçişleri ve Milli Savunma Bakanlarının ‘‘yaverliğini’’ yürütecek ‘‘ordu mensubu’’, şimdiden ‘‘askerlerin’’ uykusunu kaçırıyor.

Bu arada bilmem dikkatinizi çekti mi; Recep Tayyip Erdoğan'ın 30 Ağustos'ta Genelkurmay Karargáhı'na davet edilmesi epey bir haber olmuştu.

Ancak daha sonra bununla ilgili bir haber, bir fotoğraf basına yansımadı.

Nedenini merak edip soruşturdum.

Erdoğan'ın katılığı töreni görüntülemek için Anadolu Ajansı bile salona sokulmamış.

Böylelikle, Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanlarıyla Erdoğan'ın tokalaşırken görüntüsünün alınması da engellenmiş.

Görülüyor ki, asker çok hassas.

AKP Genel Başkanı ile el sıkışırken fotoğrafının çekilmesini bile istemiyor.

Anlaşılan yine ‘‘gerilimli’’ günlere doğru gidiyoruz.

İnşallah herkes ‘‘haddini’’ bilir ve ‘‘gerilime’’ gerek kalmaz.

Ben şahsen ‘‘hadlerin’’ bilineceği kanaatindeyim.

Hoca değil, takım davetli

SPOR basını ya cahil, ya da okuru yanıltma peşinde. Fatih Terim'in UEFA Elit Teknik Direktörler Forumu'na katılmasını haber yapıyorlar.

Başlık ‘‘Terim'in gurur tablosu’’.

Oysa tablonun Terim'le alakası yok.

Terim o tabloda yer alıyor, çünkü Galatasaray'ın teknik direktörü.

Geçen yıl aynı tabloda yer alan kişi Mircae Lucescu.

Galatasaray'ın Avrupa'daki yerinden ötürü, Galatasaray'ın teknik direktörü orada.

Fatih Terim orada olmayı hak ediyor mu?

Sapına kadar ediyor.

Galatasaray'ın hocasının bu foruma davet edilecek noktaya gelmesinde Terim'in payı az mı?

Hayır, çok büyük katkısı var.

Ama mesele o değil.

Mesele o foruma teknik direktörlerin ismen değil, takım adına davet edilmeleri gerçeğinin Türk spor basını tarafından görmezden gelinmesi. Galatasaray'ı onurlandırmak istemiyorlar. Sorun bu.

Fenerbahçe geçmişte Galatasaray'ın başarılarını elde etmiş olsaydı, bu yıl orada Lorant da olurdu.

Ne demek istediğimi bilmem anladınız mı?

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Demokratik önseçimler, demokratik soytarılık haline getirilmediği zaman.
Yazının Devamını Oku

Seçime daha çoook var!

5 Eylül 2002
<B>ANKETİ </B>yaptıran Avrupa menşeli bir banka. Yapan Türkiye'nin en önemli araştırma kuruluşlarından biri. Avrupalılar ve özellikle de yatırımcılar, Türkiye'de seçimden ne çıkacağını bizden daha çok merak ediyorlar.

Haklılar da.

Onlarda para var, bizde yok.

Onların kaybedeceği şey var, bizim çoğumuzun yok.

Bu yüzden bir ‘‘banka’’ araştırma yaptırıyor.

Temmuz ve ağustos aylarında peş peşe.

Sonuçlar ilginç.

Temmuz ayı içinde AKP birinci parti.

Ama oy oranı hiç de o zaman tahmin edildiği gibi değil.

Ama ne zaman ki, AKP'nin çok güçlü olduğu yolunda gazete ve televizyon haberleri başlamış, AKP'ye ciddi bir kayış var.

Ağustosta yani bir ayda AKP, oy oranını yüzde 25'in üzerinde artırmış.

Temmuzda anti AB ve idamcı tavrı nedeniyle MHP ikinci sırada. Yasalar çıkınca MHP, ağustosta gözden düşmüş ve neredeyse yarı yarıya oy kaybetmiş.

Temmuzun 3'üncü partisi DYP. Ağustosa girince yaklaşık 1 puan kaybediyor.

ANAP temmuzda dördüncü sırada. Ağustosta ise yarı yarıya oy kaybıyla müthiş bir düşüşte.

Aynı durum Yeni Türkiye için de geçerli.

Temmuzda ANAP'la aynı oy oranına sahip Yeni Türkiye, ağustosta ciddi kayıpta ama ANAP kadar değil.

CHP temmuzda ANAP ve Yeni Türkiye'nin de gerisinde. Ağustosta ise müthiş bir sıçramayla oylarını yüzde 200 oranında artırarak AKP'nin ardından ikinci sırada. Bunun nedenini bilmek için alim olmaya gerek yok.

Kayda değer oy oranına sahip son parti ise HADEP. O da ağustosta yükseldiği için.

Gerisi ‘‘fasa fiso’’.

Kararsızlar ise temmuzda yüzde 25.4, ağustosta yüzde 20.4.

Kararsızları katmadan iki parti dışında hepsi baraj altı.

Bir ayda müthiş değişimler olmuş.

Seçime daha iki ay var.

Demek ki, henüz çok erken.

Şenol kötü de, Örs mü iyi?


SPOR yazarları futboldan başka bir şeyle ilgilenmediği için, Aydın Örs çok şanslı.

Aydın Örs çok şanslı olduğu için de Türkiye çok şanssız.

12 Dev Adam olarak anılan Türk Basketbol Milli Takımı, büyük bir hayal kırıklığı yarattı.

Takım tanınmayacak halde.

Peki neden?

Pek çok neden var ama bence en önemlisi ‘‘kenar yönetim’’.

Milli takımın kenar yönetimi yok.

İlk Porto Riko maçında olay kendini gösterdi.

Oyunun en stresli anları.

Kameralar Aydın Örs'ü izliyor.

Örs bitik.

Müthiş bir panik. Yüzünde çaresizlik ifadesi.

Hadi ilk maç, ilk stres.

Sonrasında aynı durum devam.

Hatalı 5'ler sürekli sahada.

Tunçeri dökülüyor, en büyük sorumluluk hálá onda.

Sahada etkili ve ‘‘yetkili’’ adam yok.

Kenarda hiç yok.

Aydın Örs takımı taşıyamıyor.

Bazen oyuncular kendi içlerinden geldiği gibi oynamaya başlıyorlar, takım yürüyor.

Örs devreye giriyor, takım duruyor.

Örs takıma iki beden küçük geliyor.

İşin kötüsü, bu durum biliniyor.

Çünkü Örs, aynı ‘‘kabızlığı’’ Efes Pilsen'e de yaşattı.

Efes, Örs'le defalarca Final Four kapısına geldi giremedi.

Örs gitti, Ergin Ataman geldi, Efes Final Four'a kaldı.

Örs'ün ‘‘bir yere kadar’’ olduğu biliniyor.

12 Dev Adam da ‘‘bir yere kadar’’ gidebiliyor haliyle.

Ama kimsenin sesi çıkmıyor.

Yazık!..

İftira ile dürüst olunur mu?


HÜSAMETTİN Özkan'ı severseniz veya sevmezsiniz.

Ama bir insana yapılan haksızlığa tepkinizi, sevginize orantılı olarak gösteremezsiniz.

Başbakan Ecevit'in yakın çevresi, Hüsamettin Özkan'ın kontrolündeki örtülü ödenekten para götürdüğünü ima eden bir tutum takındı birkaç gün önce.

İyi plandı. Çünkü yasa gereği buradan yapılan harcamaların belgeleri yok edilmiş olacağı için, Özkan kendini savunamayacaktı.

Kanıtlanamayan bir çamur olarak bu Özkan'a yapışacaktı.

Ama iftiracıların şanssızlığına bakın ki, Özkan yasaya uymamış, belgeleri saklamıştı.

Şimdi kendini aklayabiliyor.

Peki ya Özkan ‘‘uyanık’’ olmayıp, Türkiye'yi ve Türk siyasetçisini iyi tanımayıp yasaya uysaydı ne olacaktı?

Hepimizin gözünde hırsız.

Bu son hamle ‘‘dürüst’’ Ecevit'e doğrusu hiç yakışmadı.

İftira ile dürüstlüğün örtüşür yanı yok.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Köprüyü geçenler, dayıya ayı demediği zaman.
Yazının Devamını Oku

AKP, aday bağışlarını iade edecek

4 Eylül 2002
<B>AKP'</B>nin adaylardan 60 milyarı bulan <B>‘‘bağış’’</B> aldığını yazınca AKP yönetiminden hemen <B>‘‘tepki’’</B> geldi. Tepki deyince yanlış anlamayın.

Olumlu bir tepki.

Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır, sabah erken saatte aradı.

‘‘Yazınız temiz siyasete yönelik son derece olumlu bir mesajdır’’ dedi.

Benim yazıma konu olan ‘‘bağışlar’’la ilgili olarak aday adaylarından da çok sayıda şikáyet almışlar.

Yalçınbayır, ‘‘Bunlar Türk siyasetinin hastalıkları’’ dedi ve anlattı:

‘‘Şikáyetler bize de ulaştı. Genel Başkan Erdoğan, bu konuda şifahi olarak bütün yöneticileri uyardı. 22 Ağustos günü de genel başkan imzalı bir yazıyla bütün illere, bu uygulamanın hukuka ve parti tüzüğüne aykırı olduğunu bildirdik. Hukuka ve Anayasal gerekliliklere uygun olarak bütün adaylara eşik muamele yapılmasını istedik.’’

Yalçınbayır, ‘‘eşit muameleden’’
kasıtlarının ne olduğunu da aktardı.

‘‘Zoraki bağış olmaz. İrade zorlaması olamaz. Tam aksine menfaate dayalı bir unsur haline gelir. Bu da daha başlangıçta ahlaki ilkelere zarar verir’’ diyen Yalçınbayır, milletvekili adaylarını, bağış isteyen il yönetimlerini şikáyet etmeye de davet etti.

Yalçınbayır, ‘‘Meclis'in, dolayısıyla milletvekillerinin en önemli yetkisi ve işlevi denetimdir. Bizim milletvekillerimiz, yarın ülkedeki kurumları ve kendi içlerinden çıkan bakanların icraatını denetleyecekler. Yarın bu denetimi yapmasını beklediğimiz arkadaşlarımız, bugün kendi il yönetimlerini denetleyemiyorsa, bunların yanlışlarını bize bildirmiyor ve menfaat için susuyorsa, yarın bunlara milletvekili olarak da güvenemeyiz’’ dedi.

Yalçınbayır'ın hesabına göre, bir kişinin partiye yapabileceği yıllık bağışın ‘‘yasal’’ üst tavanı 7 milyar 230 milyon lira.

‘‘Bunun ötesi her şeyden önce yasal değildir. Ayrıca tarifeli bağış mı olur? Böyle başlayarak temiz siyaseti sağlayacağımızı iddia etmek doğru olmaz. Böyle temiz siyaset olmaz’’ dedi.

Diğer partilerden farklı olarak Hazine'den alınan yardımın yüzde 30'unu illere aktardıklarını belirten Yalçınbayır, bağış aldığı tespit edilen ile bu parayı vermeyeceklerini de söyledi.

Yalçınbayır, bütün bunlara rağmen kendisinden ‘‘zorunlu bağış’’ alınan adayların genel merkeze başvurmaları halinde, alınan paranın kendilerine iade edileceğini aktardı.

Ertuğrul Yalçınbayır, imzalatılan taahhütnamelerin de bir geçerliliğinin olmadığını vurguladı.

Geyik geyiği


ANATOLİA Rallisi'nde milli parktaki geyiklerin ‘‘rahatsız’’ edildiği haberi aylar önce gazetelere yansıyınca, hemen Motorsporları Federasyonu Başkanı Mümtaz Tahincioğlu'nu aradım.

‘‘Ralli parkurunu geçirecek başka yer mi bulamadık?’’ diye.

Anatolia Rallisi son derece önemli bir olay.

Türkiye'nin tanıtımına önemli katkılar sağlıyor.

Daha da sağlayacak.

Ama doğayı rahatsız etmeye hak sağlayacak kadar önemli hiçbir şey yok bence.

Mümtaz Tahincioğlu'nun da benimle aynı fikri paylaştığını gördüm.

Aslında yapılan iş ‘‘anlamsız bir fırtına’’ yaratmaktan ibaret.

Çünkü geçen yıl parkur hazırlanırken, Milli Parklar Müdürlüğü ile uzun bir çalışma yapılmış.

Ve parkur ona göre hazırlanmış.

Buna rağmen gelen eleştiriler üzerine, parkur yeniden gözden geçirilmiş ve hiçbir rahatsızlık yaratmayacak hale getirilmiş.

Fakat, ‘‘her şeye karşı’’ olan kafalar, buna da karşılar.

Tahincioğlu, ‘‘Bu konuyla doğrudan ilgili kişilerin hiçbir itirazı yok. Tam aksine, onların belirlediği güzergáhta yarış yapılıyor. Onlardan bir itiraz gelmiyor ama bazıları nedense muhalefet ediyor. Biz ona da saygılıyız. Ama ne olur önyargı ile hareket etmesinler. Doğayı da, geyikleri de en az onlar kadar düşünüyoruz’’ diyor.

Milli Parklar Genel Müdürlüğü eğer bu ‘‘muhalif kafalar’’ ile aynı fikirdeyse, hemen parkuru değiştirsinler.

Yok eğer değillerse, lütfen bir açıklama yapsınlar.

Türkiye için iyi bir organizasyon yapmak isteyen insanlara ayıp ediliyor.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Basının uyarılarını komplo olarak algılamayıp, gerekeni yaptığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Tayyip Erdoğan, bu hesabı biliyor mu?

3 Eylül 2002
<B>‘‘SAYIN aday adayı, ekte sunulan tablo uyarınca 3 Kasım 2002 tarihli seçim çalışmalarına yönelik Samsun İl Teşkilatımızın tahmini ASGARİ gideri, toplam 415 milyar TL'dir. İşbu tabloya göre, dışardan maddi destek olmaksızın, il teşkilatlarımızın seçimin bu maddi yükünü karşılayabilmesi imkánsızdır.

Bu gerçekten hareketle,

1. milletvekili aday listesine dahil edildiğiniz takdirde, aşağıda belirtilen meblağı ödemeyi kabul ediyor musunuz?

EVET Hayır

Vereceğiniz cevap evet ise aşağıdaki taahhütnameyi imzalamanızı rica ederiz.’’

AKP'den Samsun milletvekili adayı olmak için başvuran bir okurum yollamış bu taahhütnameyi.

Rakamlar sıkı.

İlk üç sıra için 60 milyar ödemek gerekiyor.

4. sıra için 55, 5. sıra için 50.

Galiba sonrasında umut yok ki, 6. sıra 20 milyar.

Son üç sıra ise sudan ucuz, 10 milyar.

‘‘Halka hizmet için’’ milletvekili olmak istiyorsanız, önce partiye bir 60 milyarı bastıracaksınız.

Sonra halkın karşısına çıkıp oy isteyeceksiniz.

Seçilmek için yapacağınız harcamalar da bunun dışında.

Peki milletvekili maaşıyla bu paralar çıkar mı?

Bence çıkmaz.

O halde bu durum, Tayyip Erdoğan'ın verdiği sözlere ve anlattıklarına pek uygun düşmüyor.

Tayyip Bey'e sormak istiyorum: Bu tarife her il için geçerli mi, her yerde rakamlar aynı mı, yoksa il il değişiklik mi gösteriyor ve bu işler genel başkanın bilgisi dahilinde mi yapılıyor?

Bu taahhütname gösteriyor ki, AKP'nin diğer partilerden hiçbir farkı yok.

Var mı Tayyip Bey?..

RTÜK'e soru


LİBERAL Parti, Radyo D'ye reklam bantları yolladığı zaman RTÜK'e açıp sorduk, ‘‘Yayınlayabilir miyiz?’’ diye.

‘‘Bekleyin, biz de YSK'yı bekliyoruz’’ dediler.

Önemli bir geliri kaybetme pahasına bekledik.

Karar açıklandı: ‘‘Yayınlayamazsınız.’’

Fakat bu arada pek çok radyo ve televizyon, Genç Parti'nin reklamlarını yayınladılar.

Şimdi RTÜK'e sormak istiyorum: Kurallara ve yasalara saygılı olanlar yine mi kaybetti?

Yoksa Genç Parti'nin reklamlarını sizin uyarınıza rağmen yayınlamış olanlara yönelik bir şey yapılacak mı?

Şükür'ün gerçek hikáyesi


HAKAN Şükür'ün Galatasaray'a gelemeyişiyle ilgili değişik gazetelerde, birbirinden yüz seksen derece farklı senaryolar üretilmiş.

Kimine göre Terim istedi, yöneticiler Saraçoğlu ve Elmas istemedi; kimine göre ise Saraçoğlu ve Elmas istedi, Terim istemedi.

Bu hikáyelerin hepsi ‘‘yalan’’.

Başkan Canaydın, belki de haklı gerekçelerle, yöneticilere basınla konuşma yasağı getirdiği için yöneticiler bilgi vermiyor. Galatasaray muhabir ve yazarları da habersiz kalmaktansa ‘‘uydurma’’ yolunu seçiyorlar.

İşin aslını ben size anlatayım.

Eski yönetici Yurdaşen Karahasan, Galatasaray yöneticilerini arayarak Hakan Şükür'ün dönmek istediği söyledi.

Karahasan'ın bu talebi Malatya'da futbol şubesine ulaşınca, şube yöneticileri durumu başkana haber verdiler.

Başkan, yöneticilerden konuyu Terim'e sormalarını ve onun isteği doğrultusunda hareket etmelerini istedi.

Saraçoğlu ve Elmas, konuyu Terim'e ilettiler.

Terim, önce kendi ekibiyle toplanıp meseleyi ele aldı. Ardından yöneticilere fikirlerini sordu.Saraçoğlu ve Elmas, karar mercii olmadıklarını, ancak kendilerince bu transferin gereksiz olduğunu söylediler. Terim ve yardımcıları da aynı kanaatte olduğu için bu transfer gerçekleşmedi. Modern kulüp yöneticiliğine son derece uygun bir şekilde yapılan bu işlem, basına ‘‘farklı’’ bir şekilde yansıdı.

İşin aslı budur.

NOT: Bazı Galatasaraylılar, Şükür'ün dönmesi olasılığına tepki gösterdiler. Oysa Hakan Şükür, bu kulüpten giderken Galatasaray'a 8 milyon dolar kazandırmıştır. Galatasaray'ın halka açılması sırasında yüzde 20 hissenin 20 milyon dolara satıldığı göz önüne alınırsa, Hakan tek başına Galatasaray'a yüzde 8'i kadar getiri sağlamıştır. Bu adama tepki göstermeye hiçbirimizin hakkı yoktur.

YSK'ya soru


CEM Uzan, sahibi olduğu GSM şirketini bir reklam aracı olarak kullanıyor.

Telsim hatlı telefonlara sürekli olarak Genç Parti'nin mesajları, kısa mesaj, yani SMS olarak geliyor.

Partinin toplantıları, Cem Uzan'ın mitingleri, Telsim abonelerine mesaj olarak yollanıyor.

Televizyon ve radyodan reklam yapmak yasak.

Peki cep telefonundan, daha doğrusu parti genel başkanının sahip olduğu cep telefonu sistemi üzerinden reklam yapmak serbest mi?

Bu rezilliğe YSK izin verecek mi?

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Meslektaşlarımız, eleştirdikleri pis kokunun çalıştıkları binadan kaynaklandığını idrak ettikleri zaman.
Yazının Devamını Oku

Verheugen, MHP'yi iktidar yapmak istiyor

2 Eylül 2002
<B>MECLİS'</B>in AB yasalarını çıkardığı gün Kanal D Haber'in canlı yayınında anlattım, <B>‘‘Şimdi biz AB'yi sınıyoruz, AB bizi. Beklemedikleri bir adım attık. Şaşkınlar. Şimdi </B>‘Uygulamayı görmek istiyoruz' <B>diyeceklerdir. Orada da başarılı olursak, bu kez hiç yapmadıkları bir şey yaparak ‘Derinleştirilmiş Arama Süreci'ni önceden başlatıp bizi yormak isteyebilirler.’’

Tam da öyle oluyor.

AB şaşkınlığını attı ve şimdi Türkiye'yi ‘‘bozmak’’ istiyorlar.

Biz ise AB yolundaki kararlılığımızla gerekenleri yerine getiriyoruz.

AB'nin ‘‘hayır’’ deme gerekçesi kalmıyor.

Şimdi yapabilecekleri tek şey var.

Türkiye'nin AB hedefinden vazgeçmesi.

Bunun için olması gereken şey ise MHP benzeri AB karşıtı partilerin güçlenmesi.

Bunu sağlamanın yolu da, AB yandaşlarını güç duruma düşürecek demeçler vermek ve Türkiye'de bir AB tarafından aldatılmışlık hissi uyandırmak.

‘‘Çipil’’ Verheugen işte tam bunu yapmaya çalışıyor.

Türkiye'nin AB'den tarih alamayacağını söylüyor.

Hatta yakında Türkiye'nin AB'ye girmesinin çok zordan daha zor olduğunu bile söyleyebilir.

Çünkü onun amacı, Türkiye'de AB karşıtlığını tırmandırıp, Türkiye'nin AB hedefinden sapmasına neden olmak.

Tabii bir yandan şeytan diyor ki, ‘‘Çıkarıp Apo'yı İmralı'dan, beyaz önlüğü giydirerek Taksim'e getirecek ve boynuna Verheugen'e armağandır’’ diye yazacaksın.

Ama şeytana uymamak lazım.

Çünkü şeytan, Verheugen'in ta kendisi.

Nerede yayın ilkeleri?


HÜRRİYET başta olmak üzere Doğan Medya Grubu üyeleri ilkelerini açıkladı.

İlke dediğimiz aslında ‘‘evrensel gazetecilik’’ kuralları.

Dünyadaki bütün gazete ve gazetecilerin uymaya çalıştığı, ama bazen ipin ucunu kaçırdıkları ilkeler.

Hiçbiri yeni değil.

Bazıları biraz çağa ve gereklere uyarlanmış o kadar.

Biz bu ilkeleri açıklayınca, hayatında ‘‘ilke nedir bilmemiş’’ bazı ‘‘sürüngen ruhlu’’ zavallılar saldırdılar.

‘‘Daha önce ilkeniz yok muydu?’’ diye.

Elbette vardı ama uymaya söz verdik ve ‘‘kontrol edilebilmek için’’ de açıkladık.

Kendileri böyle bir ‘‘açıklık’’ yapamayacakları için bize sövdüler.

Takmıyoruz onları.

Ama ilkeleri de ‘‘duvar yazısı’’ yaptırmak niyetinde değiliz.

Bakın, mesela dün bizim grubun gazeteleri ‘‘açıkladıkları’’ ilkeleri ne hale getirmişler.

Dedik ki, ‘‘Kesinleşmedikçe kimseyi suçlu ilan etmeyeceğiz’’.

Dün grubun neredeyse bütün gazeteleri, ‘‘dolandırıcılık zanlısı’’ vatandaşı net ve kesin bir dille ‘‘suçlu’’ ilan etmişler.

Bir başkası, bir sanatçımızın ‘‘çocuk aldırdığını’’ yazıyor.

Hani biz, kamu yararı olmadıkça insanların özel hayatlarını haber yapmayacaktık?

Ama düzeleceğiz.

İlkelere her gün daha çok bağlanacağız.

İlkelerin çizdiği yolumuzdan her gün biraz daha az çıkacağız.

Ve ‘‘ilkelerin takipçiliğini’’ ilkesizlik abidesi zavallılara bırakmayacağız.

Sizin de desteğinizle bunu biz takip edeceğiz.

Karayolları, halka eziyet çektiriyor


İKİ ay süreceği söylenen ‘‘Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’’ tamiratı iki ay geçmesine rağmen bitmedi.

Şimdi de Asya'dan Avrupa'ya geçiş yönünü yapıyorlar.

Ben size söyleyeyim, en az bir aylık daha iş var.

Çünkü baştan beri söylüyoruz, çalışma yapılmıyor.

Karayolları ‘‘palavra’’ atıyor.

Cumartesi günü öğle saatlerinde köprüden geçiyorum.

Tam 1 saat 10 dakika alıyor, 2-3 kilometrelik yolu almam.

Köprüden geçerken çalışmayı izliyorum.

Daha doğrusu izleyemiyorum.

Çünkü çalışma yok.

İki işçi, ellerinde ne olduğunu anlamadığım bir hortum tutuyorlar.

Başka kimse yok.

Topu topu iki işçi.

Gerisinde oraya buraya saçılmış aletler, boyaya benzer bir şeylerin bidonları, bir iki kompresör.

Hiçbir çalışma yok.

Medeni bir ülkede 10 günde bitecek iş, bizde 2 aydır sürünüyor.

Daha da sürüneceğe benziyor.

Sonra da ‘‘Büyük ve modern Türkiye’’.

Hadi canım siz de.

Modern ülkede zamanın kıymeti olur.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Hákimler, tekzip kararı vermeden önce önlerine konulan belgeleri iyice inceledikleri zaman.
Yazının Devamını Oku