Fatih Altaylı

CHP'nin konsolidasyon planı AKP'ye yaradı

28 Eylül 2002
<B>CHP'</B>nin iki turlu seçim havası yaratarak çağdaş seçmenin oylarını <B>‘‘konsolide etme’’ </B>hesabı ters tepecek gibi duruyor. Çünkü anketler gösteriyor ki, seçimin CHP ile AKP arasında geçeceği şeklindeki izlenim oluştuktan veya oluşturulduktan sonra oylarında ‘‘dramatik’’ artış kaydeden taraf AKP oldu.

İki parti arasındaki fark kapanacağına açıldı.

Çünkü CHP'nin ‘‘çağdaş seçmenin konsolidasyonu’’ planı, sadece kentlerde, hatta kentlerin belirli bölgelerinde geçerli olabilecek bir plandı.

Bu plan ‘‘muhafazakár’’ seçmenin yoğunlukta olduğu yerlerde tam ters bir etki yarattı.

DYP, ANAP ve hatta MHP'nin ‘‘baraj altı’’ kalacağı ve barajı sadece AKP ile CHP'nin aşacağı yolundaki ‘‘kampanya’’ sağda daha büyük bir ‘‘konsolidasyon’’ yaptı.

DYP'li ve MHP'li ve hatta ANAP'lı olan ama nihai hesapta ‘‘solcular geleceğine AKP gelsin’’ diyen geniş bir kesimin oyları AKP'ye kaydı.

Derviş rüzgárı da dinince CHP yine ‘‘yavaşladı’’.

Deniz Baykal acilen ‘‘şapka numarası’’ yapmak zorunda.

İçinden ister ikinci bir Derviş çıksın, isterse tavşan.

AKP tehlikesine güvenerek konsolidasyon olmayacak çünkü.

Zararına satışlar da bitiyor


PAZARTESİ günü Milliyet'te Güngör Uras'ın müthiş bir yazısı vardı.

Kısa bir alıntı yapayım da, vaziyeti görün:

‘‘1994 yılında 100 birim mal ihracatından 100 dolar gelir elde eden Türkiye, 2002 yılında 241 birim mal satarak 82.8 dolar ihracat geliri elde eder duruma düşmüş. Yani daha çok malı daha ucuza satıyoruz.’’

Eskiden bir birim malımız 1 dolarmış.

Şimdi 1 birim malımız 34 sent.

Sattığımız malın neviinde büyük bir değişiklik olmadığına göre bu tablo korkunç.

İhracatta durum bu da, turizmde farklı mı?

Orada da gelen turist sayısına oranla gelir artışı çok düşük.

Bu gelişmenin anlamı şu.

Türkiye tam batık tüccar durumunda.

Ayakta kalabilmek için aslında ‘‘zararına’’ satış yapıyor.

‘‘Zararına satış’’ yaptıkça daha çok batıyor.

Bundan bir sonraki aşama ‘‘tasfiye nedeniyle büyük indirim’’ olabilir ancak.

Onun ne anlama geldiğini ise düşünmek bile istemeyiz herhalde.

Maşirket seçime giriyorlar ama alacaklılar kapıda


ZANNEDERSİNİZ ki, Uzanlar adına ‘‘tediye’’ yapıyorum.

Aileye ait şirketlerden parasını alamayan beni arıyor.

‘‘Fatih Bey evimin çatısını Telsim'e kiraya vermiştim aylardır paramı alamıyorum!’’

‘‘Vermeseydinz kardeşim, bana ne?’’

‘‘Tek güvencemiz sizsiniz Fatih Bey...’’

‘‘Daha önce parayı kim ödüyorsa ona git.’’

‘‘Bölge müdürü öderdi ama gidemem.’’

‘‘Niye?’’

‘‘Cem Uzan'ın partisinden aday oldu. Bulamıyorum.’’

Her gün benzer bir diyalog, en az 10 kişiyle.

Telsim bayii, boyacı, yemekçi, çimento bayii, televizyon program yapımcısı...

Uzanlar'la iş yapan ve parasını alamayan yüzlerce kişi arıyor.

Tam imajı düzeltmeye çalışırlarken, bu ‘‘borç takma’’ işi nereden çıktı diye şöyle bir araştırdım.

Ortaya çıktı.

Uzan Grubu, varıyla yoğuyla seçime hazırlanıyor.

Gruba giren bütün para ‘‘seçim işlerine’’ harcanıyor.

Grupta kafası çalışan, iş gören, iş bilen kim varsa Cem Uzan'ın partisi için çalışıyor.

Bunların daha az işe yarayanları ise zaten partinin çeşitli illerden adayı.

Siyasi yapılanma müthiş.

Şirketteki rütbeye göre, adaylık sırası verilmiş.

Bölge müdürü liste başı.

Ofis boy son sırada.

3 Kasım'a kadar her türlü iş askıya alınmış vaziyette.

Varsa yoksa Cem Uzan ve partisi.

Milletine hizmet aşkıyla yanıp tutuşan bu Aslan Parçası meydan meydan geziyor.

Müdürler, amirler peşinde.

Paralar seçimde.

Alacaklılar kuyrukta.

Kazanırlarsa ‘‘Hazine Müsteşarlığı’’ ödemeyi yapar.

Kazanamazsa... Motorola tarifesi...

Borcum borç... Zor alırsınız...

NOT: Dün Hürriyet'te Cem Uzan'ın partisinin ilanı vardı. Umarım reklam servisi parayı peşin almıştır. Yoksa yukarda yazdığım gibi olabilir.

Protesto için değil ambiyans içinmiş


BİR grup Galatasaray taraftarının yönetimi protesto etmek ve zor durumda bırakmak için Barcelona maçında meşale yaktığını yazınca kendilerini ‘‘Galatasaraylı’’ zanneden bazılarından hakaret dolu mesajlar geldi.

Bana Galatasaraylılık öğretmeye kalkıştılar.

Onlar suya bu derken Galatasaraylı olduğumuz ve bir avuçtan buralara geldiğimiz için güçleri bana bunu öğretmeye yetmez onu bir bilsinler. Ultraslan içinden aklı selim gençler de terbiye çerçevesinde aradılar.

Onlarla konuştum elbet.

Niyetlerinin yönetimi protesto değil, önemli bir maç öncesi iyi bir ambiyans, yani ortam yaratmak olduğunu söylediler.

İyi niyetle yapılan bu eylemi yanlış değerlendirmişim.

Öyle diyorlar.

Bu iyi niyetli çocuklar şimdi kapalıyı boşaltıp, yeni açığa taşınacaklarmış.

Bu nasıl iyi niyetse!

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Kendi inanmayacağımız yalanı, başkasına söylemediğimiz zaman.
Yazının Devamını Oku

Kanal D Haber'den durum raporu

27 Eylül 2002
<B>BAZEN </B>insan kendini anlatmak ister, ya da yaptığı işi. Bugün izninizle böyle bir şey yapacağım. <br> Büyük bir olasılıkla biliyorsunuz, bundan üç ay kadar önce Kanal D Haber'in Genel Yayın Yönetmeni oldum.

Daha önce yapmadığım, açıkçası yapmayı da düşünmediğim bir işti. Ama kitabımızda işten kaçmak yoktu. Kolları sıvayıp başladık.Üç ayda neler yaptık anlatayım:

Öncelikle ‘‘kamera şakası’’ adı verilen ve haberle uzak yakın hiç alakası olmadığı halde reyting getirdiği iddiasıyla haberlere salça yapılan garabeti Kanal D Haber'den çıkardık.

Yurtdışı kaynaklı eski aksiyon görüntülerini çöpe attık.

Ardından magazin adı altında yapılan ama aslında televole tipi programlardan apartma görüntülerden ibaret olan ve gerçek magazinle hiçbir ilgisi olmayan manken haberlerini haber bülteninden uzaklaştırdık.

Anlamsız, içeriği olmayan hayvan haberlerini kesip attık.

Siyasi haberleri gerçek ve tam bir tarafsızlık içinde yapmaya gayret ettik.

Hangi saatte olursa olsun, haberleri menkenlere değil, haber spikerlerine ve habercilere sundurduk.

1 saati aşan haber süresini önce 50, ardından da 45'ya dakika indirdik.

Bütün bunları yapınca reyting kaybetmek bir yana, reyting artırdık.

Hem tüm izleyicilerde, hem de AB sosyo ekonomik grubunda ilk sıraya yerleştik.

Eylül ayı ortalamalarında da farklı öndeyiz ve ayı önde kapatacağız.

İşin güzel tarafı biz böyle yapınca, rakiplerimizin büyük bölümü de haberlerine bizim gibi çekidüzen verdiler. Kamera şakaları ve palavra aksiyon görüntüleri artık onlarda da yok. Onlar da haber süresini bizimkine indirdiler.

Parlak sözlerin arkasına saklanmadan tarzımızla ayrıcalığımızı gösterdik.

Bu yazı bizi izleyenlere bir teşekkürdür. Kalitesizliğin toplum tarafından istendiğini öne süren ‘‘palavracılara’’ inat.

Partilerden yasadışı ahlaksız teklifler

RADYO D Reklam Servisi'ni önceki gün bir partinin üst düzey bir yöneticisi aradı ve şu teklifte bulundu:

‘‘Siyasi parti reklamları yayınlamanıza kısıtlamalar getirildi. Ancak bu yasağı aşan radyolar var. Acaba belirli bir fiyat üzerinden anlaşırsak, haberlerinizde ve özel programlarınızda partimizin bildirilerini habermiş gibi yayınlayabilir misiniz?’’

Bu konudaki kesin tavrımı bilen arkadaşlarım, ‘‘Yasal olmayan bir şeyi yapmamız mümkün değil’’ yanıtı verince şöyle karşılık almışlar:

‘‘Anlaşmayı birçok radyoyla yaptık. Niye hayır diyorsunuz?’’

Reklam piyasasının durumu pek parlak olmadığı için bazı meslektaşlarımız bu işe balıklama atlamışlar.Peki burada kim suçlu? Yasal olmayan bir işi ‘‘kılıfına uydurup’’ yapan radyolar mı, yoksa para karşılığı yasalara aykırı iş yapılması için teklifte bulunan partiler mi?

Radyolara ‘‘yasadışılık’’ teklifinde bulunanların, yarın yasalara saygılı bir şekilde bu ülkeyi yönetmelerini nasıl bekleyeceğiz!

Cezalar geliyor

YÜKSEK Seçim Kurulu, seçim yasaklarını hiçe sayan radyo ve televizyon kanallarına ceza yağdırmaya hazırlanıyor.

RTÜK'ten gelen raporlar doğrultusunda, geç de olsa harekete geçen Yüksek Seçim Kurulu bazı televizyonlara ceza yağdıracak.

Üstelik bu cezalar RTÜK'ün verdiklerinden ve verebileceklerinden daha ağır.

Çünkü Seçim Yasası'nın 149/A maddesi gereği öngörülen bu cezaların alt sınırı üç gün.

Bana gelen bilgilere göre ilk etapta YSK üç günlük cezaları verecek.

Ancak tekrarı halinde bu cezaların 15 güne kadar çıkması mümkün.

Yerel radyo ve televizyonlara il ve ilçe seçim kurulları zaten bu cezaları veriyordu.

Şimdi Yüksek Seçim Kurulu ülke çapında yayın yapan televizyonlara cezayı veriyor.

Anlaşılan bizim yayınlar ‘‘mekanizmaların’’ hızlanmasında etkili oldu.

Umarım bundan sonra uyarmaya gerek kalmaz.

Çünkü RTÜK sadece geçtiğimiz çarşamba günü ulusal televizyonlarda 20'yi aşkın ihlal belirleyip, durumu Yüksek Seçim Kurulu'na bildirmiş.

Bakalım cezalar nasıl gelecek.

Ve daha önemlisi nasıl devam edecek.

En kötü fiili yüceltenler!

YAZIM, Ahmet Altan'a değil, gazetelere. Kimse yanlış anlamasın.

Nedense son dönemlerde, Ahmet Altan'ın kitabıyla arşı alaya çıkan bir ‘‘aldatma’’ mevzuu var.

Bununla ilgili filmler övülüyor, kitaplar parlatılıyor, haberler yayınlanıyor.

Sanki ‘‘aldatmak’’ büyük bir marifetmiş gibi sunuluyor.

Yahu ‘‘aldatmanın’’ marifet mi olur?

Hangi anlamda olursa olsun, ‘‘aldatma’’nın yüceltilmesi mümkün mü?

Ama bizde oluyor.

Marjinal yaşam tarzını, modernitenin ‘‘olmazsa olmaz’’ şartıymış gibi sunmaya çalışan kimileri eşler arasındaki ‘‘aldatma’’yı sanki bir ‘‘vakai adiye’’ymiş gibi gözümüze sokuyorlar.

Sanki verilmek istenen mesaj şu:

‘‘Rahat olun, herkes aldatıyor.’’

Size ne yahu!

Bu lükede başımıza ne geliyorsa aldatmaktan ve aldatılmaktan gelmiyor mu?

Aldatan siyasetçiye kızıyoruz, aldatan tüccara kızıyoruz, aldatan bürokrata kızıyoruz.

Ama ‘‘en sevdiğimizi’’ ve ‘‘en yakınımızı’’ aldatmayı neredeyse bir ‘‘marifet’’ haline getirmeye çalışıyoruz.

Öyle bir hava yaratılıyor ki: ‘‘Aaa, sen aldatmıyor musun? Yapma be, bu da hayat mı!’’

Hatta bazen tam tersi: ‘‘Ne! Hiç aldatılmadın mı? İnanmam. Çok sıkıcı’’

Durum neredeyse buna getirilmeye çalışılıyor.

Ayıptır yahu.

‘‘Aldatmanın’’ legalize edilmesinden daha büyük bir ayıp olabilir mi?

Aldatmak hep oldu.

Ama bırakın yerinde kalsın.

Her kabahat, her ayıp gibi gizli.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Hırsızlıkla edinilen servet, çıkar için meydanlarda dağıtılmadığı zaman.
Yazının Devamını Oku

Takke sonunda düştü

26 Eylül 2002
<B>GALATASARAY-</B>Barcelona maçından önce Kanal D'de kimisi eski Galatasaray yöneticisi kimisi hálá yönetimde olan dostlarla buluştuk. Herkes maçla ilgili tahminini söylüyor. 2-0 diyen var, 3-1 diyen var. Galibiyet olsun bizim olsun diyen var. Bir puan bile idare eder diyen var.

Yönetimden bir arkadaşım ‘‘Beraberlik iyi sonuç’’ deyince, biri sordu, ‘‘Sen ne diyorsun Fatih?’’ diye.

‘‘İstediğimi mi söyleyeyim, gerçeği mi?’’ dedim.

‘‘Gerçeği’’ dediler.

‘‘O zaman bilin ki, bu maçta fark yemeden mağlup olmak iyi sonuç!’’

Şaşırdılar. Hiç böyle demezdim çünkü.

Ama görünen köy de kılavuz istemezdi. Galatasaray hep söylediğim gibi ve hep yazdığım gibi bu sezon başından beri ‘‘iyi top oynamıyor’’. Ama ‘‘zayıf ve korkak’’ rakipler karşısında ‘‘kötü oynayarak’’ da kazanabiliyor.

Moskova'da da olan buydu.

Galatasaray ‘‘en kötü’’ oynadığı anlarda golü bulmasa, oradan da yenilgi ile ayrılabilirdi.

Ama gol olunca maç koptu.

Fakat bu kez rakip ne Malatyaspor'du, ne ne Lokomotiv.

Dünya devi, tecrübeli, korkusuz Barcelona.

İlk on beş dakika Galatasaray'ı tarttı.‘‘Kof’’ olduğunu gördü.

Üzerine geldi ve yendi.

Galatasaray'ın Barcelona karşısında ortaya koyduğu futbol son yıllarda Avrupa Kupaları'nda oynadığı en utanç verici toptur.

Terim'in de fark ettiği gibi takım ilk kez ‘‘yenilmeyi umursamadı’’.

Ayıp olan yenilmek değil, bunu umursamamaktır.

Bu ‘‘hava’’ başka yenilgilerin de hazırlayıcısı olur. Terim'in bu havayı dağıtacağını düşünüyorum.

Oyundaki ‘‘taktik’’ hatalara gelince.

Oyundan Sarr değil, Ümit çıkarılmalıydı. Hatta oyunla ilgi derecesine bakılırsa, stattan bile çıkarılabilirdi. İşin kötüsü o çok sevdiğimiz Ümit sezon başından beri böyle. Tanınmaz halde.

Christian'ın yerine giren oyuncu da Suat değil, Ümit Karan olmalıydı. Takımda kazanmayı düşünen tek adam girdikten sonra o oldu.

Peki bunlar kaderi değiştirir miydi?

Sanmam. Çünkü çok kötüydük ve kazanmamaya motiveydik.

Ama kimse üzülmesin.

Bu maçın sonucu Galatasaray'ın şansını etkilemeyecek.

Brugge ve Lokomotiv'i burada yenmek şartıyla.

Tabii bu oyunla, korkmadığı müddetçe Langaspor'u bile yenmek hayal o ayrı.

Yönetime ceza veren taraftar


GALATASARAY-Barcelona maçında Galatasaray'ın Avrupa adabını bilen taraftarı değil, bir grup ‘‘kaçkın’’ vardı sanki.

Takım ceza alsın diye ‘‘inadına’’ meşaleler yaktılar, meşaleleri ‘‘inadına’’ sahaya attılar.

Bunu niye mi yaptılar!

Çünkü kendi küçük beyinlerince yönetimi protesto ettiler.

Deplasmana taraftar götürmeme kararı alan yönetime ‘‘Sen bizi deplasmana götürmezsen biz sana böyle ceza ödetiriz. Daha inat edersen sahayı kapattıracak şeyler de yaparız’’ mesajıydı.

Bu ‘‘kaçkınlar’’ kapalı tribünün kapısını da kırıp indirdiler.

Tabii bütün bunlar olur, sahaya tonlarca yanıcı madde sokulurken güvenlik neredeydi onu da ayrıca sormak lazım.

Galatasaray yönetimi bu ‘‘kaçkınlara’’ acil çözüm getirmeli.

RTÜK: Gereğini yapmayan YSK


RTÜK'ten aradılar, ‘‘Yetki bizde değil. Seçim döneminde, seçim yasaklarının ihlalinden ötürü televizyonlara ceza verme yetkisi Yüksek Seçim Kurulu'nda’’ dediler.

Biliyorum.

Zaten yazımda da bu durumu belirtmiştim.

Televizyonlara ve radyolara ceza vermeyenin, yasaya ve Yüksek Seçim Kurulu'nun kararlarına aykırı davrananın Yüksek Seçim Kurulu olduğunu biliyorum.

RTÜK'ün buradaki sorumluluğu ‘‘izleme ve bildirme’’den ibaret.

Gerisi YSK'nın görevi.

RTÜK'ten gelen bilgiye göre RTÜK seçim yasaklarına uymayan radyo ve televizyonları YSK'ya düzenli bir biçimde bildirmiş.

Ancak YSK ‘‘kılını bile kıpırdatmamış’’.

RTÜK'ten bana iletilen bilgiye göre Radyo Televizyon Üst Kurulu da bu durumu ‘‘şaşkınlıkla’’ izliyormuş.

Başta Uzan Grubu televizyon ve radyoları olmak üzere, Cem Uzan'ın propaganda çalışmaları kapsamında delik deşik edilen seçim yasakları konusunda YSK'nın harekete geçmemesi ilginç.

Acaba önceki günkü ‘‘kritik itiraz’’ kararı öncesinde olduğu gibi Uzanlar'la ilgili meseleler gündeme geldiğinde de YSK Başkanı Sayın Algan ‘‘rapor’’ mu alıyor?

Zarafet


GEÇTİĞİMİZ yıllarda Cine 5'te benim önce Tuluğhan Tekelioğlu, ardından da Buket Dereoğlu ile birlikte yaptığım Başka Yerde Yok adlı programı, şimdi Mehmet Barlas ile Deniz Akkaya sunuyorlar.

İlk bölümü izledim.

Barlas'ın kültürü, Akkaya'nın görüntüsü ekranı dolduruyor. Giderek daha iyi olacakları kesin.

Üç hafta önce Cine 5 Genel Müdürü İrfan Şahin Başka Yerde Yok'la ilgili olarak aradı.

‘‘Fatih Bey, Başka Yerde Yok'u bu yıl da yapmak ister misiniz?’’ diye sordu.

‘‘İrfan Bey biliyorsunuz artık Kanal D Haber'in başındayım. Mümkün değil. Kabul edecek olsam bir miktar acayip olmaz mı?’’ dedim.

‘‘Biliyorum Fatih Bey ama yine de önce size teklif etmeden başkasına öneremezdik. Ayrıca Başka Yerde Yok ismi de sizle çok özdeşleşti. Kullanmamıza izin verir misiniz?’’ diye sordu.

Bu benim medyada karşılaştığım en nazik tavırdı.

‘‘Elbette. Sormanıza bile gerek yoktu’’ dedim.

Barlas ve Akkaya'ya başarılar diliyorum.

Çocuğuma iyi baksınlar...

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Tek yargımız önyargı olmayınca.
Yazının Devamını Oku

İzmir'deki A class gizli toplantı

25 Eylül 2002
<B>AMERİKA </B>Birleşik Devletleri'nin savunma konseptindeki değişiklik tartışılıyor. ABD geçmişte ‘‘önleyici vuruş’’ olarak tanımlanan bir savunma stratejisine sahipti.

Bu strateji bir ülkede ABD çıkarlarına karşı bir tehlike başgösterdiği zaman buraya müdahale etmeyi gerektiriyordu.

Bush yönetimi bunu değiştirdi.

Şimdi ‘‘ön vuruş stratejisi’’ uygulanmak isteniyor.

Bu da ‘‘tehlikeli olabileceği sezilen ülkeye tehlikeli hale gelmeden müdahale etme’’ anlamına geliyor.

ABD, Irak'ı bu yeni strateji dahilinde vurmayı planlıyor.

Bölgede ise bu yeni ‘‘stratejiye’’ büyük tepki var.

ABD ile müttefik olan Arap ülkeleri aynı konsept içinde kendilerinin de İsrail'e karşı harekete geçme hakkına sahip olacaklarını söylerken, en ciddi itiraz Türkiye'den geliyor.

Türkiye tam bu noktada ABD'ye çok önemli bir soru soruyor:

‘‘Güney Kıbrıs'a yerleştirilen füzeler Türkiye açısından çok ciddi bir tehdit unsurudur. Bu çerçevede biz de Güney Kıbrıs'ı vurabilir miyiz?’’

Bütün bu meseleler geçtiğimiz ayın başında İzmir'de yapılan çok gizli bir toplantıda ortaya konuldu.

‘‘A class gizlilik’’ derecesindeki toplantıya 16 Arap ülkesinden üst düzey generaller, İsrail'den iki general ve 1 deniz albay, NATO Güney Kanat komutan yardımcısı, ABD Dışişleri Bakanlığı uzmanları, ABD Büyükelçiliği'nden görevliler, Türkiye'den ise Milli Savunma Bakanlığı'ndan uzmanlar, generaller ve bazı üniversite öğretim üyeleri katıldılar.

ABD tarafı bu toplantılarda olası Irak harekátına destek bulmaya çalışırken, Türkiye de bölge ülkelerine önderlik ederek, ABD politikasındaki ‘‘tutarsız’’ tarafları ortaya kokuyor.

Bu arada Kürt grupların Kuzey Irak'taki ‘‘şımarık’’ tavrına karşılık olarak bu hafta sonunda Avanos'ta ‘‘Irak Türkmenleri Derneği’’ önemli bir toplantı yapıyor. Bütün bu hareketlilik, ABD'nin Irak operasyonuna doğru koşar adım gittiğini gösteriyor gibi.

Bu yanıt Altan soyadına yakışmadı


AHMET Altan'ın bu kadar ‘‘saçmalayacağını’’ ummazdım. En azından ‘‘o’’ babadan doğmuş bir evladın bu kadar saçmalama hakkı olmamalıydı.

Kitabı üzerine bir tartışmaya girmek istemiyorum.

Ama kendini ‘‘savunuş’’ biçimi ve beni ‘‘suçlayış’’ biçimi ‘‘Altan’’ soyadına yakışmadı.

Görüştüğü muhabirlere ‘‘Benden nefret etmesi için bir neden yok’’ anlamına gelecek sözler söylemiş ve benim ‘‘düşmanlık’’ yaptığımı öne sürmüş.

Yazık...

Sığ bir bakış açısı.

Bir gazeteci eleştiri yaparken kriteri ‘‘düşmanlık veya sevgi’’ değildir.

Benim de Ahmet Altan'ı veya herhangi başka birini eleştirmek için onun ‘‘düşmanı’’ olmam ya da o kişi veya kurumdan ‘‘nefret’’ ediyor olmam gerekmez. Tam aksine işime duygularımı karıştırmamam gerekir. Zaten hiçbir zaman da karıştırmadım.

‘‘Andıç’’ benzetmesi de yapıyor Ahmet Altan.

Güldüm...

‘‘Andıç’’ nedeniyle Sabah Gazetesi'nin iki önemli yazarının işine son verdiği günü hatırladım.

Cengiz Çandar ve Mehmet Ali Birand'ın.

Birand ve Çandar o ‘‘bulanık’’ günlerde işlerinden olmuş ve ‘‘yakın dostları’’ kuyruklarını sıkıştırmış saklanırken, Türk basınında bu iki ‘‘gazeteciye’’ tek desteğin bu köşeden verildiğini beni okuyan herkes hatırlar.

Neredeyse tek bir fikrimin bile örtüşmediği Çandar ve Birand'a destek veren ve Sabah'ta yazamadıkları yazılara sütununda yer açan ‘‘tek’’ kişiye ‘‘andıç’’ benzetmesini yapan kişinin bana ‘‘düşmanlık’’ suçlaması yapması ilginç.

Asıl ‘‘kin’’in kimde olduğunu da gösteriyor.

Yazık doğrusu.

Altan soyadlı birinden daha tutarlı ve daha samimi açıklamalar beklerdim.

Basit, sıradan, Türk işi bir ‘‘düşmanlık’’ ve ‘‘kıskançlık’’ edebiyatı yapmasını değil.

Ahmet Altan niye kızgın?


AHMET Bey benim suçlamama biraz aşırı tepki verdi. Bunun içinde bir miktar telaş seziyorum. Yok yok yanlış anlamayın.

Suçluluk telaşı değil. Her ne kadar Milliyet Gazetesi iki kitabın benzeyen ve ayrılan yönlerini yazarak, benim haklılığımı ortaya koyduysa da ben Ahmet Altan'ın bu etkilenmeye ‘‘bilmeden’’ de maruz kalmış olabileceğini düşünüyorum.

Belki de kitabı okumadı, filmi izledi ve yıllar sonra bu filmden kalan kırıntılar ona bu kitabı yazdırdı ve o bu kırıntıların nereden kaldığını hatırlamadı bile.

Olabilir.

Bilmiyorum.

Ama Ahmet Altan'ın öfkesi bence bundan değil. O çevresine ördüğü kozanın ‘‘çatlamasına’’ bozuk. Goygoylanmaya alışmış egosunun ve onu koruyan çevresindeki halkanın zedelenmesinden rahatsız. Fatih Altaylı'dan sonra, Engin Ardıç'ın ve kim bilir daha nicelerinin o çatlaktan girmesinden rahatsız.

Edebiyat eleştirmenlerinden bana gelen faksların, e-postanın içeriğini o da tahmin edebiliyor.

Buna öfkeli...

Bu yüzden de beni ‘‘gazeteciliği bırakmaya’’ davet ediyor.

Haklı da. Gazeteci dediğin Ahmet Altan'ın en müthiş kadın yazarı olduğunu söyleyendir.

Onun ‘‘etkilenmiş’’ ve hatta ‘‘yürütmüş’’ olabileceğini yazan değil. Ama merak etmesin.

Ben aslında dün bitirmek istediğim tartışmayı noktalıyorum.

Artık hakkında bir tek satır yazmam. Çok sevgili Çetin Abimin ‘‘hatırı’’ var.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Seviyemizi öfkemiz kontrol etmediği zaman.
Yazının Devamını Oku

İzmir'deki A class gizli toplantı

25 Eylül 2002
AMERİKA Birleşik Devletleri'nin savunma konseptindeki değişiklik tartışılıyor. ABD geçmişte ‘‘önleyici vuruş’’ olarak tanımlanan bir savunma stratejisine sahipti. Bu strateji bir ülkede ABD çıkarlarına karşı bir tehlike başgösterdiği zaman buraya müdahale etmeyi gerektiriyordu.Bush yönetimi bunu değiştirdi. Şimdi ‘‘ön vuruş stratejisi’’ uygulanmak isteniyor. Bu da ‘‘tehlikeli olabileceği sezilen ülkeye tehlikeli hale gelmeden müdahale etme’’ anlamına geliyor. ABD, Irak'ı bu yeni strateji dahilinde vurmayı planlıyor. Bölgede ise bu yeni ‘‘stratejiye’’ büyük tepki var. ABD ile müttefik olan Arap ülkeleri aynı konsept içinde kendilerinin de İsrail'e karşı harekete geçme hakkına sahip olacaklarını söylerken, en ciddi itiraz Türkiye'den geliyor. Türkiye tam bu noktada ABD'ye çok önemli bir soru soruyor: ‘‘Güney Kıbrıs'a yerleştirilen füzeler Türkiye açısından çok ciddi bir tehdit unsurudur. Bu çerçevede biz de Güney Kıbrıs'ı vurabilir miyiz?’’Bütün bu meseleler geçtiğimiz ayın başında İzmir'de yapılan çok gizli bir toplantıda ortaya konuldu. ‘‘A class gizlilik’’ derecesindeki toplantıya 16 Arap ülkesinden üst düzey generaller, İsrail'den iki general ve 1 deniz albay, NATO Güney Kanat komutan yardımcısı, ABD Dışişleri Bakanlığı uzmanları, ABD Büyükelçiliği'nden görevliler, Türkiye'den ise Milli Savunma Bakanlığı'ndan uzmanlar, generaller ve bazı üniversite öğretim üyeleri katıldılar. ABD tarafı bu toplantılarda olası Irak harekátına destek bulmaya çalışırken, Türkiye de bölge ülkelerine önderlik ederek, ABD politikasındaki ‘‘tutarsız’’ tarafları ortaya kokuyor. Bu arada Kürt grupların Kuzey Irak'taki ‘‘şımarık’’ tavrına karşılık olarak bu hafta sonunda Avanos'ta ‘‘Irak Türkmenleri Derneği’’ önemli bir toplantı yapıyor. Bütün bu hareketlilik, ABD'nin Irak operasyonuna doğru koşar adım gittiğini gösteriyor gibi. Bu yanıt Altan soyadına yakışmadıAHMET Altan'ın bu kadar ‘‘saçmalayacağını’’ ummazdım. En azından ‘‘o’’ babadan doğmuş bir evladın bu kadar saçmalama hakkı olmamalıydı. Kitabı üzerine bir tartışmaya girmek istemiyorum. Ama kendini ‘‘savunuş’’ biçimi ve beni ‘‘suçlayış’’ biçimi ‘‘Altan’’ soyadına yakışmadı. Görüştüğü muhabirlere ‘‘Benden nefret etmesi için bir neden yok’’ anlamına gelecek sözler söylemiş ve benim ‘‘düşmanlık’’ yaptığımı öne sürmüş. Yazık... Sığ bir bakış açısı. Bir gazeteci eleştiri yaparken kriteri ‘‘düşmanlık veya sevgi’’ değildir.Benim de Ahmet Altan'ı veya herhangi başka birini eleştirmek için onun ‘‘düşmanı’’ olmam ya da o kişi veya kurumdan ‘‘nefret’’ ediyor olmam gerekmez. Tam aksine işime duygularımı karıştırmamam gerekir. Zaten hiçbir zaman da karıştırmadım. ‘‘Andıç’’ benzetmesi de yapıyor Ahmet Altan. Güldüm... ‘‘Andıç’’ nedeniyle Sabah Gazetesi'nin iki önemli yazarının işine son verdiği günü hatırladım. Cengiz Çandar ve Mehmet Ali Birand'ın.Birand ve Çandar o ‘‘bulanık’’ günlerde işlerinden olmuş ve ‘‘yakın dostları’’ kuyruklarını sıkıştırmış saklanırken, Türk basınında bu iki ‘‘gazeteciye’’ tek desteğin bu köşeden verildiğini beni okuyan herkes hatırlar. Neredeyse tek bir fikrimin bile örtüşmediği Çandar ve Birand'a destek veren ve Sabah'ta yazamadıkları yazılara sütununda yer açan ‘‘tek’’ kişiye ‘‘andıç’’ benzetmesini yapan kişinin bana ‘‘düşmanlık’’ suçlaması yapması ilginç. Asıl ‘‘kin’’in kimde olduğunu da gösteriyor.Yazık doğrusu. Altan soyadlı birinden daha tutarlı ve daha samimi açıklamalar beklerdim. Basit, sıradan, Türk işi bir ‘‘düşmanlık’’ ve ‘‘kıskançlık’’ edebiyatı yapmasını değil. Ahmet Altan niye kızgın?AHMET Bey benim suçlamama biraz aşırı tepki verdi. Bunun içinde bir miktar telaş seziyorum. Yok yok yanlış anlamayın. Suçluluk telaşı değil. Her ne kadar Milliyet Gazetesi iki kitabın benzeyen ve ayrılan yönlerini yazarak, benim haklılığımı ortaya koyduysa da ben Ahmet Altan'ın bu etkilenmeye ‘‘bilmeden’’ de maruz kalmış olabileceğini düşünüyorum. Belki de kitabı okumadı, filmi izledi ve yıllar sonra bu filmden kalan kırıntılar ona bu kitabı yazdırdı ve o bu kırıntıların nereden kaldığını hatırlamadı bile. Olabilir. Bilmiyorum. Ama Ahmet Altan'ın öfkesi bence bundan değil. O çevresine ördüğü kozanın ‘‘çatlamasına’’ bozuk. Goygoylanmaya alışmış egosunun ve onu koruyan çevresindeki halkanın zedelenmesinden rahatsız. Fatih Altaylı'dan sonra, Engin Ardıç'ın ve kim bilir daha nicelerinin o çatlaktan girmesinden rahatsız. Edebiyat eleştirmenlerinden bana gelen faksların, e-postanın içeriğini o da tahmin edebiliyor.Buna öfkeli... Bu yüzden de beni ‘‘gazeteciliği bırakmaya’’ davet ediyor. Haklı da. Gazeteci dediğin Ahmet Altan'ın en müthiş kadın yazarı olduğunu söyleyendir. Onun ‘‘etkilenmiş’’ ve hatta ‘‘yürütmüş’’ olabileceğini yazan değil. Ama merak etmesin. Ben aslında dün bitirmek istediğim tartışmayı noktalıyorum. Artık hakkında bir tek satır yazmam. Çok sevgili Çetin Abimin ‘‘hatırı’’ var. NE ZAMAN ADAM OLURUZ?Seviyemizi öfkemiz kontrol etmediği zaman.
Yazının Devamını Oku

Yasaklar delik deşik YSK seyirci

24 Eylül 2002
<B>YÜKSEK </B>Seçim Kurulu ve Radyo Televizyon Üst Kurulu daha ne bekliyor anlamıyorum.Cem Uzan, partisi ve kontrolündeki yayın organları her türlü yasağı dele dele, parçalaya parçalaya seçim propagandası yapıyorlar.

Yüksek Seçim Kurulu ve RTÜK ise ‘‘izlemekle’’ yetiniyor.

Uzanlar'a ait televizyonlar Cem Uzan'ın partisinden başka haber neredeyse vermiyorlar.

Maç aralarında ‘‘Haber’’ adı altında Cem Uzan propagandası yapılıyor.

Uzanlar'a ait radyolarda şarkıdan çok Cem Uzan'ın seçim konuşmaları yayınlanıyor. Uzan radyoları, 2 Kasım'a kadar reklam bile almıyorlar.

Siyasi reklamlar yasaklandığından beri Uzanlar'dan mangırı alan radyolar ‘‘haber bülteni’’ adı altında Cem Uzan ve partisinin haberlerini veriyorlar.

Cep telefonlarına Cem Uzan'ın ‘‘Yapmazsam Allah belamı versin’’ türünden mesajları geçiliyor.

Bir medya patronu elindeki bütün medya olanaklarını kendisi ve partisi için kullanarak propaganda yapıyor.

Üstelik bu propagandanın büyük bölümü ‘‘seçim yasağı’’ diye açıklanan ‘‘kriterlere’’ uygun değil.

Ne yayınlarda tarafsızlık ve eşitlik ilkesine uyuluyor, ne de bir başka kritere.

Yüksek Seçim Kurulu'nun koyduğu kurallar değil, Cem Uzan ve reklamcısı Ali Taran'ın kurallarınca bir oyun oynanıyor.

Ama oyun oynayanın yanına kár kalıyor.

YSK izlemekle yetiniyor.

Harekete geçmek için herhalde seçim sonunu bekliyorlar.

Atı alan Üsküdar'ı geçsin diye.

Cem Uzan hálá telefonumda


TELEKOMÜNİKASYON Üst Kurulu Başkanı arayınca ‘‘Herhalde bir şeyler olacak’’ diye ummuştum.

Anladım ki, bu ülkede hiçbir şey olmaz.

Telsim hálá elimizdeki cep telefonlarına ‘‘siyasi mesaj’’ geçiyor.

Hálá bir ‘‘Dur’’ diyen yok.

Cep telefonlarında Cem Uzan'ın yemini: ‘‘Namusum ve şerefim üzerine söz veriyorum.’’

İnandırıcı mı, yoksa komik mi?

Acaba şimdilerde Cem Uzan'dan alacaklarını tahsile çalışan Motorola da böyle bir yemine güvenip çırak mı çıktı?

Motorola'nın avukatları acaba ABD mahkemelerinde ‘‘Vallahi numusu şerefi üzerine söz vermişti, şimdi ödemiyor’’ mu diyorlar.

Mesele sözün niteliği değil.

Bu sözün benim evimde ne işi var?

Benim devletle anlaşması olan bir şirketin namusuna teslim ettiğim telefon numaram, bir partide ne arıyor?

Bu mantıklı soruyu Telekomünikasyon Üst Kurulu nedense sormuyor.

Soruyorsa da gereğini yapmıyor.

Çünkü bu ülkenin insanları güce, daha doğrusu gücünü kötüye kullanana biat etmeyi seviyor.

Öyle oldukça da layığımızı buluyoruz.

Üzüntüm, kurunun yanında yaş da yanıyor.

Fenerbahçe yazmayayımmış!


ERCAN Saatçi aradı, ‘‘Abi lütfen Fenerbahçe ile ilgili yazma. Fenerliler çok bozuluyor’’ demek için.

‘‘Ercan kötü yazmıyorum ki...’’ diyecek oldum, sözümü kesti: ‘‘Abi kötü olan da o ya... Kötü yazsan sorun yok. Ama iyi yazınca daha fena oluyor. Bir Galatasaraylı bize akıl mı verecek durumu oluyor.’’

Güldüm...

Bana da Fenerbahçeli okurlardan çok faks ve e-posta geliyor.

Çoğu hak veren, bir kısmı da Ercan gibi düşünen.

Madem öyle, yazmam.

Ama onlar da bir an önce Fenerbahçe'ye layık bir duruma gelsinler.

Çünkü artık Galatasaraylılar kendi internet sitelerini bıraktılar, eğlenmek için antu.com'a giriyorlar..

Bu da benim hoşuma gitmiyor.

NOT: antu.com Fenerbahçe taraftarlarının internet sitesidir.

Cühelanın başyapıtı böyle eleştirilir


AHMET Altan'ın kitabı ile ilgili yazdıklarımdan Ahmet Altan'ı eleştirdiğim yönünde bir anlam çıkmış.

Ben Altan'ı eleştirmedim. Yazıyı sonuna kadar dikkatli okuyanlar bunu anlayacaktır.

Ben Altan'ın kitabının ana hatlarının ve omurgasının esinlenmeden öte bir yürütme havası taşadığını belgesiyle yazdım.

Bu eleştiri değil, ‘‘suçlamadır’’.

Eleştiri ise başka bir şeydir ki, ben onu yapamam.

Ben bir edebiyat eleştirmeni değilim.

O işi bilenler yapsın.

Ben yazımda Altan'ı değil, ‘‘gazeteci’’leri eleşirdim.

Son haftalarda Ahmet Altan ile röportaj yapıp, onu gazetelerin, dergilerin manşetlerine taşıyıp, Altan'ın bu sıradan öyküsüne ‘‘başyapıt’’ diyenleri.

Sıradan bir best seller yazarının, yan öyküsünden farklı içerik taşımayan bir kitabını ‘‘başyapıt’’ zanneden‘‘cühela’’yı eleştirdim.

Çünkü Altan kendi kendine çıkıp da ‘‘Bu bir başyapıttır’’ dememişti zaten.

Bu arada Ahmet Altan ‘‘Ben Tekerlekler'i okumadım’’ demiş.

Kim bilir, belki de okumamıştır.

Belki de filmini izlemiştir ve hatırlamadan esinlenmiştir.

Olabilir.

Umarım bundan sonra bir kitabı ‘‘başyapıt’’ ilan etmek ‘‘cühela’’ya kalmaz.

O zaman kitap eleştirmenliğini de ben yapmam.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Aklın dost veya düşmandan geldiğine değil, işimize yarayıp yaramadığına baktığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Ahmet Altan Aldatma'yı yürüttü mü?

23 Eylül 2002
<B>AHMET Altan'</B>ın ilk günden <B>‘‘best seller’’ </B>olan kitabı <B>‘‘Aldatma’’,</B> eşim vasıtasıyla bizim eve de girdi.İhsan Oktay Anar dışındaki Türk yazarların okuma keyfi değil, ıstırabı verdiğini fark ettiğim günden beri fazla seçici davrandığımdan Hande'nin bir akşamda bitirdiği kitapla ilgili fikrini sordum.

‘‘Fena değil. Ama müthiş de değil... Yine de iyi sayılır’’ dedi.

‘‘Hikáye ne?’’ diye sordum.

Anlatmaya başladı.

Sorunlu sayılmayacak bir evliliği olan kadın, komşuları olan yakışıklı mimarla hiç nedensiz bir ilişkiye giriyordu. Genç, yakışıklı, uçarı mimar bir süre sonra kadından sıkılınca, heyecan tutkunu haline gelen kadın bu heyecanını çalarak gidermeye başlıyor ve sonunda yakalanıyordu.

Hikáyeyi dinleyince kahkahayı patlattım.

‘‘Sizin Ahmet Altan bu hikáyeyi yürütmüş kızım’’ dedim.

Hande çok bozuldu.

‘‘Daha neler!’’ dedi.

‘‘Yürütmemişse bile çok fena halde esinlenmiş’’ dedim.

‘‘Amma da münafıksın. Herkesin aklına gelebilir bu hikayeler!’’ diye Ahmet Altan'ı savundu.

‘‘Haklısın. Arthur Hailey'nin aklına da bu hikaye Ahmet Altan'dan önce gelmiş zaten’’ dedim.

Ve galiba ilkokul, bilemedin ortaokul sıralarında okuduğum kitabı anımsadım.

Arthur Hailey'nin ‘‘The Wheels’’ yani ‘‘Tekerlekler’’ adlı kitabını.

1972 yılında Milliyet Yayınları tarafından yayınlanmıştı. Daha sonra 3-4 baskı yapmış, son baskısı da 1978'de E Yayınları'nca yapılmıştı.

Otomotiv endüstrisini konu alan işte bu kitabın içinde bir ‘‘yan hikayeydi’’ Ahmet Altan'ın ‘‘Aldatma’’sı.

Bir otomotiv firmasının başarılı ve yakışıklı yöneticisi Adam Tenton'ın , görünürde eşiyle hiçbir sorunu olmayan eşi Erica, otomobil yarışçısı Peter Flodenhale ile tanışıp onunla müthiş bir seks ilişkisi içine girmişti.

Ancak uçarı otomobil yarışçısı sıkılıp Erica'yı, terk etti. Gerçi Erica için otomobil yarışçısını heyecan verici yapan onun uçarı haliydi ama terk edilmek kolay değildi. Hayatındaki tek heyecanı kaybedince sarsılan ve ne yapacağını şaşıran kadın heyecan için hırsızlığa başlıyordu. Kentin ünlü mağazalarından küçük ve pahalı şeyler çalan Erica sonunda yakalanıyordu. Yakalandıktan sonra bütün olanları kocasına itiraf ediyor, kocasının da yardımıyla rezaletten sıyrılıyor ve evliliğini kaldığı yerden sürdürüyordu.

Yani Hailey'nin kitabındaki bu yan hikáye, Ahmet Altan'ın kitabının omurgasını ve tüm fikrini oluşturuyordu.

Üstelik Arhur Hailey ‘‘kadınları çok iyi tanıdığı ve kadın ruhunu çok iyi bildiği’’ için bu kitabı yazmamıştı. İmajdan ibaret Amerikalı gazeteciler bu kitabın reklamını yapmak için sıraya girmemişlerdi.

Hiçbir edebi iddiası olmayan best seller yazarı Hailey için bu, basit bir öykü içinde daha basit öyküydü.

Bana acı geleni, bunun Türkçeleştirilmiş ya da fazlaca esinlenilmiş halinin bize ‘‘kadınlar üzerine bir başyapıt’’ olarak sunulması .

NOT: Bu kitap daha sonra televizyona da uyarlanmış ve dizi film olarak TRT'de yayınlanmıştı.

Oğuz ve Lorant tepişiyor olan Fener'e oluyor


ZANNEDERİM Aziz Yıldırım'ın parası kendi parası değil. Ya da en azından o parayı kendisi kazanmadı.

Çünkü bu kadar başarısız bir yöneticinin işinde başarılı olup çok para kazanması ‘‘ekonomi teorisine’’ hakaret.

Fenerbahçe futbol takımı içerden dinamitleniyor.

Oğuz ve Lorant'ın birlikte olması mümkün değil.

Birbirlerinden nefret ediyor ve birbirlerinin başarısız olması için her türlü sabotajı yapıyorlar.

Başkan ikisini de görevde tutuyor.

En doğrusu ikisini de kovmak.

Ama hiç değilse birinden biri olmamalı.

Aziz Yıldırım bunu idrak edemiyor. Koca Fenerbahçe, bir Alman köylüsü ile Fenerbahçe'ye hizipçiliği futbolculuğunda sokan adamın oyuncağı oluyor.

Yazık...

Beşiktaş'ı karıştırmak istiyorlar


GALATASARAY'ın başarıları ‘‘mikser’’leri durdurunca, Türk spor basını adıyla pazarlanan ‘‘karıştırıcılar’’ hızla Beşiktaş'ın üzerine atladılar.

Sportif başarıyla değil, sportif başarısızlıkla beslenen Türk spor basını şimdi de Beşiktaş'ın kanını içmeye hazırlanıyor.

Bu konularda tecrübeli olması gereken Beşiktaş menajeri Sinan Engin ise bu tuzağa balıklama atlıyor.

Ligin belki de en iyi top oynayan takımlarından biri olan Beşiktaş karıştırılmak isteniyor.

Sinan da alet oluyor.

Oysa ortada büyük kıyametler koparacak bir durum yok.

Deplasmanda bir beraberlik alınmış, UEFA'da şanssız bir sonuçla sahadan ayrılınmış.

Beşiktaş, futbolunu oynarsa Sarajevo'yu deplasmanda yenip tur atlayacak güçte, bunun farkında olan yok.

Tam kritik anda karıştırılmak isteniyorlar.

Bu aslında bilinçli bir uğraş.

Hedeften Fenerbahçe'yi çekmek.

Hedefe başkasını koymak.

Galatasaray'ı denediler olmadı, Beşiktaş oldu.

Beşiktaş yönetimi sakin olsun.

İyi yoldalar.

Yüzüncü yılda şampiyonluk sabırla, inatla gelir.

Kulüp içinde kavga ve tartışmayla değil...

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Politika sıkıcı adamlar tarafından sıkıcı hale getirilmediği zaman.
Yazının Devamını Oku

Ahmet Altan Aldatma'yı yürüttü mü?

23 Eylül 2002
Satış rekorları kıran "Aldatma" ile, Amerikalı yazar Arthur Hailey'nin "The Wheels-Tekerler" kitabında işlenen konu aynı. AHMET Altan'ın ilk günden ‘‘best seller’’ olan kitabı ‘‘Aldatma’’, eşim vasıtasıyla bizim eve de girdi.

İhsan Oktay Anar dışındaki Türk yazarların okuma keyfi değil, ıstırabı verdiğini fark ettiğim günden beri fazla seçici davrandığımdan Hande'nin bir akşamda bitirdiği kitapla ilgili fikrini sordum.

‘‘Fena değil. Ama müthiş de değil... Yine de iyi sayılır’’ dedi.

‘‘Hikáye ne?’’ diye sordum.

Anlatmaya başladı.

Sorunlu sayılmayacak bir evliliği olan kadın, komşuları olan yakışıklı mimarla hiç nedensiz bir ilişkiye giriyordu. Genç, yakışıklı, uçarı mimar bir süre sonra kadından sıkılınca, heyecan tutkunu haline gelen kadın bu heyecanını çalarak gidermeye başlıyor ve sonunda yakalanıyordu.

Hikáyeyi dinleyince kahkahayı patlattım.

‘‘Sizin Ahmet Altan bu hikáyeyi yürütmüş kızım’’ dedim.

Hande çok bozuldu.

‘‘Daha neler!’’ dedi.

‘‘Yürütmemişse bile çok fena halde esinlenmiş’’ dedim.

‘‘Amma da münafıksın. Herkesin aklına gelebilir bu hikayeler!’’ diye Ahmet Altan'ı savundu.

‘‘Haklısın. Arthur Hailey'nin aklına da bu hikaye Ahmet Altan'dan önce gelmiş zaten’’ dedim.

Ve galiba ilkokul, bilemedin ortaokul sıralarında okuduğum kitabı anımsadım.

Arthur Hailey'nin ‘‘The Wheels’’ yani ‘‘Tekerlekler’’ adlı kitabını.

1972 yılında Milliyet Yayınları tarafından yayınlanmıştı. Daha sonra 3-4 baskı yapmış, son baskısı da 1978'de E Yayınları'nca yapılmıştı.

Otomotiv endüstrisini konu alan işte bu kitabın içinde bir ‘‘yan hikayeydi’’ Ahmet Altan'ın ‘‘Aldatma’’sı.

Bir otomotiv firmasının başarılı ve yakışıklı yöneticisi Adam Tenton'ın , görünürde eşiyle hiçbir sorunu olmayan eşi Erica, otomobil yarışçısı Peter Flodenhale ile tanışıp onunla müthiş bir seks ilişkisi içine girmişti.

Ancak uçarı otomobil yarışçısı sıkılıp Erica'yı, terk etti. Gerçi Erica için otomobil yarışçısını heyecan verici yapan onun uçarı haliydi ama terk edilmek kolay değildi. Hayatındaki tek heyecanı kaybedince sarsılan ve ne yapacağını şaşıran kadın heyecan için hırsızlığa başlıyordu. Kentin ünlü mağazalarından küçük ve pahalı şeyler çalan Erica sonunda yakalanıyordu. Yakalandıktan sonra bütün olanları kocasına itiraf ediyor, kocasının da yardımıyla rezaletten sıyrılıyor ve evliliğini kaldığı yerden sürdürüyordu.

Yani Hailey'nin kitabındaki bu yan hikáye, Ahmet Altan'ın kitabının omurgasını ve tüm fikrini oluşturuyordu.

Üstelik Arhur Hailey ‘‘kadınları çok iyi tanıdığı ve kadın ruhunu çok iyi bildiği’’ için bu kitabı yazmamıştı. İmajdan ibaret Amerikalı gazeteciler bu kitabın reklamını yapmak için sıraya girmemişlerdi.

Hiçbir edebi iddiası olmayan best seller yazarı Hailey için bu, basit bir öykü içinde daha basit öyküydü.

Bana acı geleni, bunun Türkçeleştirilmiş ya da fazlaca esinlenilmiş halinin bize ‘‘kadınlar üzerine bir başyapıt’’ olarak sunulması .

NOT: Bu kitap daha sonra televizyona da uyarlanmış ve dizi film olarak TRT'de yayınlanmıştı.

Oğuz ve Lorant tepişiyor olan Fener'e oluyor


ZANNEDERİM Aziz Yıldırım'ın parası kendi parası değil. Ya da en azından o parayı kendisi kazanmadı.

Çünkü bu kadar başarısız bir yöneticinin işinde başarılı olup çok para kazanması ‘‘ekonomi teorisine’’ hakaret.

Fenerbahçe futbol takımı içerden dinamitleniyor.

Oğuz ve Lorant'ın birlikte olması mümkün değil.

Birbirlerinden nefret ediyor ve birbirlerinin başarısız olması için her türlü sabotajı yapıyorlar.

Başkan ikisini de görevde tutuyor.

En doğrusu ikisini de kovmak.

Ama hiç değilse birinden biri olmamalı.

Aziz Yıldırım bunu idrak edemiyor. Koca Fenerbahçe, bir Alman köylüsü ile Fenerbahçe'ye hizipçiliği futbolculuğunda sokan adamın oyuncağı oluyor.

Yazık...

Beşiktaş'ı karıştırmak istiyorlar


GALATASARAY'ın başarıları ‘‘mikser’’leri durdurunca, Türk spor basını adıyla pazarlanan ‘‘karıştırıcılar’’ hızla Beşiktaş'ın üzerine atladılar.

Sportif başarıyla değil, sportif başarısızlıkla beslenen Türk spor basını şimdi de Beşiktaş'ın kanını içmeye hazırlanıyor.

Bu konularda tecrübeli olması gereken Beşiktaş menajeri Sinan Engin ise bu tuzağa balıklama atlıyor.

Ligin belki de en iyi top oynayan takımlarından biri olan Beşiktaş karıştırılmak isteniyor.

Sinan da alet oluyor.

Oysa ortada büyük kıyametler koparacak bir durum yok.

Deplasmanda bir beraberlik alınmış, UEFA'da şanssız bir sonuçla sahadan ayrılınmış.

Beşiktaş, futbolunu oynarsa Sarajevo'yu deplasmanda yenip tur atlayacak güçte, bunun farkında olan yok.

Tam kritik anda karıştırılmak isteniyorlar.

Bu aslında bilinçli bir uğraş.

Hedeften Fenerbahçe'yi çekmek.

Hedefe başkasını koymak.

Galatasaray'ı denediler olmadı, Beşiktaş oldu.

Beşiktaş yönetimi sakin olsun.

İyi yoldalar.

Yüzüncü yılda şampiyonluk sabırla, inatla gelir.

Kulüp içinde kavga ve tartışmayla değil...

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Politika sıkıcı adamlar tarafından sıkıcı hale getirilmediği zaman.
Yazının Devamını Oku