Fatih Altaylı

AB beni şaşırtmadı AB yalakaları da

11 Ekim 2002
<B>AVRUPA Birliği'</B>nin İlerleme Raporu kimilerini şaşırttı. Ben onlardan biri değilim.

Rapor benim beklediğim gibi.

Hatta ben, bizi ‘‘dışlarken’’ biraz daha ‘‘yalakalık’’ yapacaklarını, biraz daha ‘‘pohpohlayacaklarını’’ düşünüyordum.

Onu bile yapmamışlar.

İyimser AB'ciler, ‘‘Kopenhang'ı bekleyelim. Orada bazı şeyler değişebilir’’ diyorlar.

AB ‘‘yalakaları’’ ise ‘‘Yazılanlar yalan mı?’’ diye soruyorlar.

Mesele yazılanların yalan olup olmadığı değil, mesele AB Komisyonu'nun çifte standardı.

Türkiye ile aynı durumda, hatta pek çok açıdan ‘‘beter’’ durumda olanlara tarih var, ‘‘gayretli’’ Türkiye'ye ise ‘‘kol böreği’’nin yoğurda bulanmışı.

Mesele bu.

Rapor diyor ki, ‘‘Baba siz bize yaramazsınız, ama kalbinizi de kırmak istemiyoruz’’.

Gerisi ise laf salatasıdır.

Avrupalı gazeteciler bile Türkiye'ye haksızlık yapıldığını ‘‘en ağır’’ ifadelerle yazıp AB'yi suçlarken, bizdeki bazı ‘‘AB yalakalarını’’ dinlemek abestir.

Türkiye'nin yapması gereken şey aralığı beklemektir.

Aralık ayında Kopenhag'da da tavır değişmezse, ki bence değişmesi muhtemel değildir, Türkiye, AB ilişkilerini ‘‘kökten’’ gözden geçirmek ve kendine ‘‘yeni bir dünya’’ kurmak zorundadır.

Bunun aksi ‘‘köpekleşmektir’’.

Yasayla şaka olmuyorsa RTÜK ne yapsın

RTÜK'e yapılan saldırılardan bir miktar kendimi sorumlu hissediyorum.

Burada günlerce ‘‘Yüksek Seçim Kurulu, seçim yasaklarını niye uygulamıyor’’ diye yazdım.

YSK en sonunda yasayı uyguladı ve cezaları verdi. Fakat işin ilginci, fatura ‘‘hiç günahsız’’ RTÜK'e çıkarıldı.

Oysa yasa çok net bir biçimde seçim yasaklarına uyulmaması halinde Yüksek Seçim Kurulu'nun kapatma kararını vereceğini, RTÜK'ün ise bunu uygulayacağını belirtiyor. Ve Türkiye'de iki kurum, yasayı uyguladıkları için eleştiriliyor.

Kimse dönüp de Uzanlar'a ait televizyonların ne yaptığına, ellerindeki araçları kendi siyasi çıkarları uğruna nasıl kullandıklarına bakmıyor.

Habertürk'ün kapatılması ise ne yazık ki Türk hukukunun ‘‘espri kaldırmadığının’’ göstergesi.

Cezayı Habertürk çekiyor ama hepimize ders olur.

Yasayla şaka olmazmış!

NOT: RTÜK'ün takip etmesi gereken bir önemli olay var. Kapatılan Star televizyonunun programlarının büyük bölümü Star Haber adı altında yayın yapan bir başka kanalda aynen yayınlanıyor. Bu da 3984 sayılı yasaya aykırı bir durum oluşturuyor.

Ali Taran Goebbels mi oluyor?

BOLU Gündem Gazetesi'nde Süha Alparslan ‘‘müthiş’’ bir yazı yazmış.

Satırına dokunmadan bir bölümünü aktarmak istiyorum:

‘‘Açın Almanya'nın önünü Almanya geliyor. Hitler ve sağ kolu Goebbels'in Faşist Nasyonal Sosyalist Parti'yi iktidara taşırken kullandıkları sloganlardan bir tanesi bu idi.

Bilir misiniz, itfaiyeci Hitler, Führer olmadan önce katıldığı mitinglerde halkla teması son zamanlarda bizde de moda olan tokalaşma şekli
‘çak' hareketiyle yapardı.

İtalyan faşist lider Benito Mussolini'nin en çok kullandığı slogan
‘Milli devlet, güçlü iktidar'ın vardığı teorik zemin, devletin yüceliği, devletin kutsallığı, ululuğu, dokunulmaz, eleştirilmez bir mekanizma olduğu idi.

Her iki faşist lider de, çokça namus, şeref ve haysiyetten bahsederdi. Son zamanlarda yükselme trendi içinde olduğu anketörlerce iddia olunan bir partimizin(!), yukardaki argümanlara sıkı sıkıya sarılması acaba bir tesadüf mü?

Tesadüf değilse, kitlesel mobilizasyonun bu yeni türünün en rafine örneği olan C.Uzan organizasyonunun teorik altyapısı bu düşüncelerden mi esinlenmektedir..

Bu soruları yanıtlamak gerek... Ama yanıt ne olursa olsun anketlerde gösterilen oy yüzdesinin yarısını alması bile C.Uzan organizasyonunun çalgılı, davullu, yemekli seçim faaliyetleri kendileri açısından başarıdır.’’

Son derece doğru tespitlerle kaleme alınmış bir yazı. Anadolu'nun bir küçük kentinden şerefli bir gazetecinin ‘‘haykırışı’’.

Oysa ‘‘koca koca’’ kalemler, ‘‘haysiyetli’’ olduğunu iddia eden köpekleşmiş yazarlardan ses yok.

Hani belki bir gün kapısında iş ararız alçaklığı içinde bir ‘‘suskunluk’’.

Eline sağlık Süha Alparslan.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Avrupa Birliği yanlılarımız, kendilerinin Türk olduğunu unutmadığı zaman.
Yazının Devamını Oku

Halis Toprak'a yanıtı Necati Doğru vermeli

10 Ekim 2002
<B>İŞADAMI Halis Toprak,</B> gazetelere verdiği <B>‘‘sayfa sayfa’’ </B>ilanlarla, geçmişle ilgili olarak Milliyet Gazetesi'ne suçlamalar yöneltiyor. Belki hatırlıyorsunuzdur, Halis Toprak geçmişte de ‘‘ani bir zenginleşme’’ süreci yaşamış, fakat 1980'li yılların ikinci yarısında şimdilerde olduğu gibi tepetaklak gitmişti.

İşadamları için ‘‘olağan sayılabilecek’’ bir durumdu bu.

Hele hele Halis Toprak gibi ‘‘riskli’’ bir büyüme yöntemi olan işadamları için hayli olağandı.

Nitekim o ‘‘batıştan’’ bir süre sonra Halis Toprak yine ‘‘fazlasıyla’’ hızlı bir biçimde zenginleşmiş, ama geçtiğimiz aylar bankasına el konulmuştu.

Halis Toprak şimdilerde yeni bir iddiayla ortaya atıldı.

O zamanki batışından Milliyet Gazetesi'ni sorumlu tutmaya başladı.

Halis Toprak'ın ‘‘nedense’’ 15 yıl sonra ortaya attığı iddialara göre o dönem Milliyet Gazetesi, kendisini batırmak için ‘‘komplo’’ düzenlemiş, ‘‘yanlı ve kasıtlı’’ yayınlar yaparak Halis Toprak'a ait Paktaş'ın batışını sağlamış.

Önemli bir iddia.

Hemen o yıllara geri döndüm.

Milliyet ekonomi servisi o günlerin ‘‘en etkili’’ ekonomi sayfalarından birini yapıyordu.

Çünkü müthiş bir ekip vardı. O ekibin büyük bölümü bugün çeşitli gazetelerin ekonomi müdürü veya ekonomi gazetelerinin yönetiminde. Kimileri de etkili ekonomi yazarı olmuşlar.

Ve o ekibin başı da çok önemli bir isimdi.

Necati Doğru.

Ekonomi gazeteciliğinin duayenlerinden.

Eğer Halis Toprak'ın iddiaları doğruysa, o zaman hepimizin Necati Doğru hakkındaki fikirlerini gözden geçirmesi gerekecek.

Çünkü hepimiz Necati Abi'yi ‘‘doğru düzgün’’ bir adam, bir gazeteci olarak tanıyıp biliyoruz.

Eğer o dönemde Milliyet ekonomi sayfaları ‘‘çıkar amacıyla’’ Halis Toprak hakkında kasıtlı haberler yaptıysa, bu işin başında olan Necati Doğru'nun bunu bilmemesi olanaksız.

Ve işin güzeli, Necati Doğru bugün Sabah Gazetesi'nde.

Yani bu konuda tarafsız bir biçimde ‘‘gerçekleri’’ açıklayabilir.

Halis Toprak'ın iddialarına yanıt vermek, bence Necati Doğru'nun işi.

Çünkü Toprak bir yandan Milliyet'e sövse de, aslında Necati Doğru'nun da ‘‘geçmişine’’ dil uzatıyor.

Benim bildiğim Doğru ise ‘‘geçmişine’’ laf söyletmez.

Buluşma ters tepti


TAYYİP Erdoğan'ın batık banka patronlarıyla ‘‘gizli’’ görüşmesinin Hürriyet tarafından ortaya çıkarılması, Türkiye açısından son derece ‘‘yerinde’’ oldu.

Dün de yazdığım gibi, Tayyip Erdoğan bu görüşmeyi ‘‘kirli maksatlarla’’ yapmamış olabilir.

Bilemeyiz.

AKP'den gelen bilgiler, randevunun Halis Toprak adına alındığı, diğer batıkların randevuya sonradan dahil oldukları yönünde.

Öyle veya böyle. Sonucu değiştirmeyecek bir görüşme oldu.

AKP gibi ‘‘tepki partisi’’ olarak nitelenebilecek bir partiye ‘‘yakışmayan’’ bir görüşme.

Tayyip Erdoğan'ın ‘‘yakışıksız’’ tepkisi de zaten bu görüşmenin ‘‘içe sindirilememiş ve olmaması gereken’’ bir buluşma olduğunu kanıtlıyor.

Erdoğan, yıllarca ‘‘mazbut’’ havası yaratıp ‘‘çapkınlıkta’’ yakalanmış aile babası gibi davranıyor. Onlar magazin muhabirini dövüyorlar, Erdoğan ise bizi dövmeye çalışıyor.

Ama yaptığının doğru olmadığını da biliyor.

Fakat dediğim gibi bu görüşmenin Hürriyet tarafından ‘‘yakalanmış’’ olması herkes açısından bir şanstır.

Görüşme iyi niyetli bir görüşme ise mesele zaten yoktu.

Ama kötü niyetli bir buluşma ise artık gözler üzerinde. Bundan böyle hiçbir kayırma, kurtarma, aparma yapamazlar.

Batık bankacılar açısından ‘‘organizasyon’’ ters tepti.

Bence ‘‘iyi ki medya var’’ diyebileceğimiz bir gün daha yaşadık.

Sizce de öyle değil mi?

Benim için bu mesele kapandı.

Ama AKP iktidar olursa gözüm üzerlerinde.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Parti liderleri ‘‘akım’’ derken ‘‘b...m’’ demedikleri zaman.
Yazının Devamını Oku

Milli geliri hükümet değil banka batıranlar düşürdü

9 Ekim 2002
<B>GEÇEN </B>yıl Türkiye'nin <B>‘‘kişi başına düşen geliri’’ </B>yaklaşık yüzde 20 oranında geriledi. Bunu hepimiz biliyoruz. Bir ülkede yaşayan 65 milyon kişinin gelirlerinden kişi başı yaklaşık 750 dolar kayıp olması az bir şey değil. Peki bu para nerede? Para kaynayıp buharlaşan bir madde olmadığına göre, bu paranın nerede olduğu da sır değil. Bu para hortumcuların cebinde. Hesap çok basit. Bankaları hortumlayan patronların bu ülkeye maliyeti 17 milyar dolar. 17 milyar doları 65 milyona bölerseniz, bu paranın bu ülkede kişi başı maliyetini bulursunuz. O da yapıyor mu yaklaşık 246 dolar.

İşte hesap. Türkiye'nin geçen yıl kişi başına yaklaşık 750 dolar azalan gelirinin, 246 doları bankasını ‘‘çarpan’’ların cebinde, kendilerine emanet edilen paraları hortumlayanların gizli hesaplarında. Ve bu yüzsüzler şimdi ortalıkta dolaşıyorlar. Cebe indirdikleri milyarlarca doları unuttuğumuzu zannedip kendilerine ‘‘mağdur’’ havası veriyorlar. Onlar devletin içine yeniden milyarlarca dolar koyduğu eski bankalarını yeniden ele geçirip, tekrar boşaltmak için siyasetçilerle odalara kapanıyorlar. Hesabı ise havaalanında bize soruluyor.Biz de onlar adına burada soruyoruz. Ama duyan yok.

Hortumcularla villada buluşan Yılmaz veya Çiller olsaydı ne derdiniz Tayyip Bey?


TAYYİP Erdoğan ‘‘Hesap soracağız’’ dediği ‘‘hortumculara’’ hesap sormaya erken başladı.

Daha seçilmeden Bozüyük'te bir villada kendi bankalarını içini boşaltmak suretiyle batırmış üç ‘‘hesapsız’’ işadamından hesap soruyor.

Daha önce başka partilerden ‘‘kiraladıkları’’ siyasetçilerle iş götürenler, AKP'de ‘‘Kim kimdir’’ henüz belli olmadığı için doğrudan ‘‘tepeden inme’’ iş takibindeler.

Tayyip Erdoğan ne derse desin, dışardan bakınca görüntü budur. Düne kadar 2.5 milyar dolarını buharlaştırdığı Pamukbank'ı için ‘‘hükümetle ilişki kodu’’ arayan M.E. Karamehmet seçim yaklaşınca istikametini ‘‘anketlere göre’’ belirliyor. Olası iktidara şimdiden yakın olmaya çalışıyor. Yanında ‘‘her devrin adamı’’ Halis Toprak ve ANAP zengini Süzer... Tayyip Erdoğan'ın ‘‘banka tulumbaları’’ ile bu görüşmeyi ‘‘iyi niyetle’’ yapmış olduğunu ummaya çalışıyorum. Ama ‘‘devlete yüz milyonlar takmış’’ bir adamın helikopteri ile dolaşmasını da doğrusu ‘‘iyi niyetin ötesinde’’ bir ‘‘acemilik’’ olarak görüyorum.

Açıkçası Erdoğan'ın geçmişte ANAP ve DYP'ye yamanarak ‘‘ekonomik fayda’’ sağlamış ve bu faydayı ‘‘millet aleyhine kullanmış’’ kesimlerle‘‘şimdiden’’ yakın ilişkiye girmesi Erdoğan için olumlu bir puan getirmiyor. Fakat bir yandan da bu görüşme ile AKP Lideri'nin verdiği mesaj açık:

‘‘Değiştik, biz de artık ANAP'ız, DYP'yiz.’’

Erdoğan
bu görüşmenin basına yansıyış biçiminden ise rahatsız. Bizi suçluyor. Ve diyor ki: ‘‘Sadece bir grup bu haberi verdi.’’

Tayyip Erdoğan
Allah aşkına elini vicdanına koysun ve söylesin, banka hortumcularıyla bir villada buluşan Mesut Yılmaz veya Tansu Çiller olsaydı, kendisi bunu diline dolamaz mıydı?

Bu haberin haberliği tartışılmayacağı gibi, bunu verenin Doğan Grubu olması da çok normal. Çünkü bu grup bankasını hortumlamadı. Milyarlarca dolar batıkla devletin sırtına yüklenmiş bankası da yok bu grubun. Herhalde ‘‘pazarlık masasında’’ karşısına aldığı kişiler ve onların ‘‘dava arkadaşlarının’’ bu görüşmeyi haber yapmasını beklemiyordu. Siz Karamehmet'in ve aynı dertten mustarip Bilgin'in gazetelerinde ‘‘Tayyip Bey ile görüştük. Seçilirse bizi kurtaracak. Galiba yırtıyoruz’’ demesini herhalde beklemiyordunuz.

Tayyip Erdoğan bu haberi yapanlara değil kendisine bu çok ciddi hatayı yaptıranlara kızmalı bence.

Ben bitirdim, Ahmet sürdürüyor


AHMET Altan yine ‘‘haddini aşmış’’... Babasına olan saygımdan dolayı kendisine yanıt vermeyeceğimi söylemiştim. Vermemeye de devam ediyorum. Çünkü ben söyleyeceğimi söyledim. Bu kitap bir başka kitaptaki bir hikáyeye çok benziyor dedim haklı çıktım. Emin Çölaşan'ın yazdıklarının veya Milliyet'in iddialarının sorumlusu ben değilim. Bu arada Ahmet Bey kitabı okumamı tavsiye etmişti. Keşke etmeseymiş. Bir daha yazarsa aklında bulunsun, beyin cerrahları (nöroşirurji uzmanı), nöroloji kliniğinde görev yapmazlar. Beyin cerrahisi ile nöroloji farklı alanlardır. Aynen kardiyologlarla, kalp damar cerrahları arasında fark gibi. Cerrah bir okurum ‘‘Kalp krizi geçirdiğiniz zaman Ahmet Bey'e kanıp sakın kalp damar cerrahına gitmeyin’’ diye uyarıyor. Ahmet Bey'in babası kadar bilgili olmasını elbet beklemiyorum ama en azından kitap yazacaksa, bu basit şeyleri sorup öğrenebilir.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Meydanlarda IMF ve Amerika'ya söven Cem Uzan, çocuğunu Amerikan vatandaşı olması için Amerika'da doğurtmadığı zaman.
Yazının Devamını Oku

25 milyar doları lüpleten mazlumlar

8 Ekim 2002
<B>BU </B>yıl <B>‘‘uzun süreli’’ </B>izin yapamayınca bir iki günlük kaçamaklar için sizden müsaade isteyip kaçıyorum. Bazıları <B>‘‘İzindeyken de yazamaz mısın?’’ </B>diyorlar ama yazınca izin izin olmaktan çıkıyor. Hele yurtdışındayken.

Pazar günü memlekete dönmek üzere Milano Malpensa Havalimanı'nda THY'nin ‘‘check in’’ kuyruğundayım. Arkamda bekleyen bir okurla selamlaştık ve muhabbet başladı:

‘‘Fatih Bey ne diyorsunuz bu rezalete?’’

Hangi rezalet olduğunu bilsem bir şey diyeceğim elbet ama memlekette rezalet o kadar çok ki, hangisi?

Aynen sordum, ‘‘Hangisine?’’

‘‘Bu batık bankaların patronlarının rezaletine.’’

Ve başladı anlatmaya:

‘‘Türk halkının mağdur durumdakine olan acıma duygusunu biliyor ve öylesine sömürüyorlar ki, katil olmamak işten değil. Milyarlarca doları iç etmişler, memleketin dış borcunun yarısı bunların cebine gitmiş, geçen yılın tüm ihracat gelirine 10 milyar dolar ekleseniz bunların açtığı demliği yamamıyor. Bir de şimdi çıkmış kendilerine acındırıyorlar.’’

‘‘Kimi kastediyorsunuz?’’
diye sordum.

‘‘Kimi kastetmiyorum ki, hepsi. Mehmet Emin Karamehmet yıllarca kaçak yaşadığını unuttuğumuzu mu zannediyor? Neden Türkiye'ye gelemiyordu da işlerini yıllarca İsviçre'den yönetti? Şimdi devletten alacaklıyım pozlarında. Ona mı kalmış bu devletten alacaklı olmak. Halis Toprak 15 yıl önce beş parasız batıktı. Sonra birden dağa taşa fabrika kurdu. Nereden, kimin kaynağıyla? Yaşım 40. Bunların geçmişini biliyorum. Dinç Bilgin, İstanbul'a üç otuz parayla geldi. Beş sene sonra 70 milyon dolarlık yata bindi. Kimin parası bunlar Fatih Bey, kimin?’’

Allah'tan bu arada biniş kartımı aldım da öfkeli okurun kızgınlığından biraz olsun uzaklaşabildim.

Haklıydı.

Hem de çok.

Kendi bankalarını batıran ‘‘sözde işadamlarının’’ Türkiye'ye son iki yılda verdiği zarar tam tamına 40 milyar dolardı.

Bunlar yaklaşık 25 milyar doları hortumlamışlar, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, yani sizlerin bizlerin vergileri bunların ‘‘lüplettiği’’ bu parayı ödemek için üzerine bir 20 milyar dolar daha finansman gideri yapmıştı.

Bu ‘‘hortumcuların’’ ülkeye zararı en az 40 milyar dolardı.

Etibank'ı lüpleten Dinç Bilgin, sizin benim vergilerimle alınmış 70 milyon dolarlık yatla dolaşıyordu.

Yakalanıp hapse atıldığında siz ona acırken, oğlu yüz elli bin dolarlık Hummer arazi aracında, yanında gariban işi 75 bin dolarlık cipe doldurduğu korumalarıyla hafta sonları ‘‘doğa gezilerine’’ çıkmakta bir sakınca görmüyordu.

Diyarbakırlı Halis Toprak bir yandan içini boşalttığı bankasına el koyan devlete sövüyor, bir yandan da Londra'da 50 milyon dolarlık malikanesini kurtarmanın hesaplarını yapıyordu.

Ve ortalıkta ‘‘mazlum’’ pozlarıyla dolaşıyorlardı.

Sevgili okurlar, bakmayın siz bunların ‘‘mazlum’’ numaralarına.

Hapisteyken kuzu gibi olmuşlardı.

Ama şimdi ‘‘kuşlar’’ gibi hürler.

Sizin ve benim cebimden götürdükleri 40 milyar doları geri ödemeden kurtulmanın ve İsviçre'de uygun hesaplara ‘‘park ettikleri’’ paraları yavaş çıkarıp tatlı tatlı yemenin hesaplarını yapıyorlar.

Ama zannederim boğazlarında kalacak.

En azından inşallah.

İngiliz tipi milliyetçi


SİYASETİN ‘‘parlak’’ çocuğu Cem Uzan, en milliyetçi siyasetçi pozlarında meydanlarda esip gürlüyor.

Türkeş mezardan çıksa, ‘‘İşte yeni başbuğ’’ diyecek.

Adam o kadar ‘‘ilerde’’.

Milliyetçi ‘‘genç kardeşimizin’’ devlete borcu varmış. Uçan kuşla davalıymış, uçan uçmayan her türlü kuşla alacak verecek davasından birbirine girmiş, bunlara değinmeyeceğim.

Ancak bu ‘‘milliyetçi’’ vatandaşın işlerine bakıyorum da, oralarda pek bir milliyetçi değil.

Gazetesi var, adı ‘‘Star’’.

İngilizce yıldız demek.

Televizyonu ha keza. O da kendi çapında bir yıldız.

Eskiden televizyonun adı ‘‘Magic Box’’tı. Yani sihirli kutunun İngilizcesi.

Gazetesinin eki ‘‘Star Box’’ İngiliz dilinde yıldız kutusu demek.

Telefonunun hizmetleri bile yarı İngilizce.

My Cep. Cebimin melezi.

Cep to cep. Cepten cebenin İngiliz kırması.

Ve bu adam meydanlarda ‘‘milliyetçi’’.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Ağaç gölgesinde yatanlar, ağacın gölgesini kendi gölgeleri zannetmediği zaman.
Yazının Devamını Oku

IMF şimdi tehlike haline geldi

3 Ekim 2002
<B>İŞTE </B>geldik IMF'nin en kritik olayına. Türkiye'nin bütün harcamalarını kısması için büyük baskı yapan IMF'nin şimdi hedefi <B>‘‘eğitim harcamaları’’</B>. Eğitim alanındaki kapasite artışlarının yol açacağı yeni harcamalar IMF heyetinin bütçe görüşmelerinde gündeme getireceği önemli konulardan biri olacak.

IMF'nin Türkiye açısından ‘‘büyük tehlikesi’’ işte burada başlıyor.

IMF'nin Türkiye'yi sömürgeleştirme programının ‘‘en temel’’ maddesine böylece gelmiş bulunuyoruz.

IMF'nin Türkiye'ye şimdiye dek yaptığı dayatmalar Türkiye'nin geleceği açısından çok büyük sakıncalar içermiyordu.

Tamamı zaman içinde alışılabilecek, hatta bazıları Türkiye'nin kendi kendine yapması gereken ekonomik reformlardı.

Ancak bu IMF gemisi tehlikeli sulara girdi.

Eğitimimize el attı.

Türk gencinin eğitim hakkına sınırlama getirmek, Türkiye'nin geleceğine koyulmuş en büyük ipotektir. Bu toplantıda alınacak kararlarla, IMF Türkiye için gerçek bir tehlike haline gelebilir.

Eğer IMF memurları, Türkiye'nin eğitime ayırdığı bütçeleri kısmaya kalkar ve zaten kısıtlı olan eğitim hakkımızı elimizden almaya çalışırsa, o zaman yarından tezi yok IMF ‘‘denize dökülmelidir’’.

İzmir'e kadar gitmeye gerek yok. Ankara'ya en yakın limandan olabilir.

Yapmayın Tansu Hanım, yaparsınız!


TANSU Çiller ‘‘Tayyip'le hükümet ortaklığı yapmam. Çünkü o yeşil elmanın yarısı’’ dedi.

İlginç bir benzetme. Diğer yarısı da Saadet oluyor herhalde.

Gidişata bakılırsa zaten AKP'nin böyle bir işbirliğine gereksinimi olmayacak ama eğer olursa Tansu Çiller'i bir kez daha sınama olanağı da bulmuş olacağız.

Çünkü geçmişte aynı sözleri Erbakan için söylemiş sonra da koşa koşa ortak olmuştu.

Eğer barajı geçerse ve ihtiyaç olursa yine olur.

‘‘Beni değiştiklerine ikna ettiler’’ diyen Çiller'i duyar gibiyim.

İlkemize taş atan ilkesizlik abideleri


HÜRRİYET Gazetesi ilkelerini yayınlayınca, ‘‘ilke nedir bilmeyen’’ rakiplerimizin ağır saldırısına maruz kaldı. Biz ‘‘Hatalarımızdan arınmak için çaba gösteriyoruz’’ dedik, ‘‘varlıkları hata olan’’ bazı rakiplerimiz ‘‘İşte bakın hatalılar’’ diye üzerimize saldırdılar. Açıkçası ben kendi adıma bunları ciddiye almıyorum ama bazen de insanı çileden çıkarıyorlar.

İşte Star Gazetesi'nden bir haber.

‘‘Dadı'dan Hülya'ya ikinci tokat. Ekrandaki müthiş cumartesi savaşında Dadı, Hülya Avşar'ın şov programına bir kez daha fark attı.’’

İlkesizlik karakter hali olunca böyle oluyor. Oysa o günün rating raporları bu haberin ‘‘baştan sona yalan’’ olduğunu gösteriyor.

O gün Hülya Avşar 4. olurken, Dadı 9. olabilmiş.

Ama ilkesizler için fark etmiyor.

Herkesin elinde rating raporu olmadığı için uyduruyorlar.

Bir programın sıralaması gibi son derece önemsiz bir konu için yarım sayfa yalan yazan, başka yerde ne yapar varın siz hesaplayın. Sabah Gazetesi'nde de benzer bir olay televizyon sayfasında.

Gazetenin televizyon eleştirmeni ‘‘Pazartesi gecesi AB grubunda atv ana haber bülteni en çok izlenen ana haber bülteni oldu’’ diye yazmış.Bu da kuyruklu yalan. Pazartesi günü AB grubunda en çok izlenen ana haber bülteni Kanal D Ana Haber. Hem de açık ara. O gün Kanal D Ana Haber 3. sırada. ATV ana haber ise 12. sırada.Anlaşılan haberi yazan dostumuz ya kötü niyetli, ya da bir ana haber bülteninin bu kadar yüksekte olacağını düşünmeyip, yukarılara bakmamış ve ‘‘diğerleri arasında’’ en iyi olanı birinci yapmış. Biz Hürriyet'te ‘‘böyle hatalar’’ yapmamaya çalışıyoruz. Yapınca da uyarılınca düzeltiyoruz. Bakalım bu ‘‘meslektaşlarımız’’ ne yapacaklar.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Herkesin parası ve herkesin duasına aynı değeri vermediğimiz zaman...
Yazının Devamını Oku

Anlamayanlar olmayanı tartışıyor

2 Ekim 2002
<B>TÜRK </B>basını <B>Yaşar Nuri Öztürk'</B>e büyük haksızlık yapıyor.Yaşar Hoca bas bas bağırıyor, ‘‘Ben ezan Türkçe okunsun demiyorum’’ diye, dinleyen yok.

Benim gazetem dahil manşetten ‘‘Türkçe ezan tartışması’’ diye veriyor. Oysa kitapta Yaşar Nuri Öztürk'ün bakışı çok net.

35. sayfada aynen şöyle diyor:

‘‘Arapçacılık pazarının bir oyunu da, namazla niyazla ilgisiz takımın ‘Türkçe ezan isterük' saçmalığını ha bire öne çıkarıp bu saçma istekle anadilde ibadeti birbirine katmak olmuştur.’’

Yani Yaşar Nuri Öztürk diyor ki: ‘‘Türkçe ezan istemek saçmalıktır.’’ Saçmalıktır veya değildir. Bu başka bir tartışmadır ama bir adamı ‘‘söylemediği’’, ‘‘ima dahi etmediği’’ hatta ‘‘karşı çıktığı’’ bir şeyin taraftarı gibi gösterip ‘‘yargılamak’’ büyük haksızlıktır.

Yaşar Nuri Öztürk çok net bir şekilde ‘‘Türkçe ezan olmaz. Bu evrensel bir çağrıdır. Kelime anlamının anlaşılmasına gerek yoktur. Ezanı duyan anlamını bilmese de bunun namaza çağrı olduğunu bilir’’ demeye çalışıyor, Türk basını hálá ‘‘Türkçe ezan tartışması’’ diyor. Eğer gazetelerin dediği gibi bir ‘‘Türkçe ezan tartışması’’ var ise de, bu tartışmanın sahibi Yaşar Nuri Öztürk değil. Ama zaten mesele Yaşar Nuri Öztürk’ün ne dediği değil ki!

Mesele seçime doğru giderken CHP'yi zedelemek. CHP'nin inançlı kesimle ‘‘barışma çabasını’’ baltalamak. CHP Yaşar Nuri Öztürk'ü saflarına katarak ‘‘Bizim dinle bir sorunumuz yok’’ mesajı vermeye çalışıyor. Bundan rahatsız olan kitleler ise Öztürk'e saldırarak, ‘‘Sizin adamınızın dinle sorunu var’’ havası yaymaya çalışıyorlar. Buna bir de geleneksel Türk hastalığı olan ‘‘yükselene vurun’’ mantalitesi eklenip, Yaşar Nuri Öztürk'e halkın duyduğu sevgiden rahatsız olanların ‘‘garezi’’ de eklenince ortaya bu ‘‘olmayan’’ tartışma çıkıyor. Bu müthiş tartışmanın sona ermesini umutla bekliyorum.

Çünkü ezan Arapça okunursa kişi başı milli gelir 16 bin dolara çıkacak. Türkçe okunursa ise adalet sistemimizdeki çarpıklıkların yanı sıra, milli eğitimdeki sorunlar da sona erecek. Yaşar Nuri Öztürk böyle bir şey dememişse ne gam. O onun sorunu.

Fatih'in yiğitleri cennette


GALATASARAY'dan sınıf arkadaşım Mustafa Özbek yolladı fıkrayı.

Fazla ciddi gündem içinde paylaşmak istedim:

‘‘Bir gün cennetin kapıları şiddetle vurulmuş.

- Güm, güm, güm...

İçerden seslenmişler:

- Kim o

Dışardan gökgürültüsü gibi bir ses:

- Biz İstanbul'u fetheden Fatih'in yiğitleriyiz...

İçerden hoş geldiniz diyerek kapıları ardına kadar açmışlar ve yiğitleri içeri buyur etmişler.

Her şey çok güzel gidiyormuş.

Ta ki, 40 yıl geçinceye kadar.

40 yıl sonra bir gün yine kapılar şiddetle çalınmış.

- Güm, güm, güm...

İçerden sormuşlar:

- Kim o?

Dışardan yine gökgürültüsü gibi bir ses:

- Biz İstanbul'u fetheden Fatih'in yiğitleriyiz.

İçerden hemen cevaplamışlar.

- Hadi len, onlar 40 yıl önce geldi.

Dışardan yine ses gelmiş:

- Biz mehter takımıyız abi. Anca gelebildik...’’

Bizi turizm kurtarır medya farkında değil


CHP'den sonra ANAP, DYP, Yeni Türkiye partileri de seçim bildirgelerini ilettiler. Turizmle ilgili bölümleri de işaretlemişler. Açıkçası son derece mutlu oldum. Türkiye'yi yönetmeye talip bu partilerin, turizm sektörünün önemini anlamış olmaları önemli. ‘‘Herkese ev vereceğim, otomobil vereceğim, bedava yemek vereceğim’’ palavraları dışında bir şeyler yazmışlar. Bu sevindirici. Ancak üzücü olan bir taraf benim mesleğimle ilgili. Bu bildirgeleri özetleyerek sütunlarına taşıyan gazeteler ne yazık ki, bildirgelerde turizmle ilgili bölümleri özetlere ‘‘dahil’’ etmeye gerek duymamışlar. Daha açık bir deyişle, siyasi partiler Türkiye için turizmin öneminin farkında ama gazeteler ve gazeteciler farkında değil. Otomotiv sektörü 1 milyar dolar ihracat barajını aştı diye alkışlıyoruz. Turizm ‘‘kayıtlı’’ 11 milyar dolar getiriyor farkında olmuyoruz. Oysa bu iş Türkiye'nin geleceğinin işi. Türkiye 15 yılda turizm sektöründe yaklaşık 35-40 milyar dolar yatırım yaptı. Buna karşılık yılda 10 milyar dolar girdi sağlıyor. Var mı bu kadar ‘‘avantajlı’’ bir başka sektörümüz. Yok ama Türk basını bunun farkında değil. Oysa Türkiye'nin zorlaması, yatırımlarını artırması gereken en önemli sektör bu. Yeterince yüklenirsek sadece turizm Türkiye'yi kurtarır. Türkiye 30 milyar dolar ihracat yapıyor. Oysa turizm potansiyeli 50 milyar dolar. Yani turizmi istenilen seviyeye çekersek, gerisi olmasa bile olacak. Ama bunun farkında değiliz. En azından ‘‘medya’’ değil.

Üzücü...

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Öncülüğe soyunanlar önünü görebilenler olduğu zaman.
Yazının Devamını Oku

CHP turizmi unutmamış

1 Ekim 2002
<B>‘PARTİLERİN turizm politikası yok mu?’ </B>diye sordum dün. Partilerin seçim bildirgelerinin basına yansıyan bölümlerinde turizmden satır söz edilmiyordu.

Acaba bu seçim bildirgelerini özetleyen gazeteci arkadaşlarımızın hatası mıydı, yoksa partilerin mi?

Öyle ya, turizm Türkiye'nin büyümeye en uygun sektörüydü ve Türkiye'nin döviz açığı sadece turizmle kapanabilirdi.

Bu soruyu sorarken, öncelikle Antalyalı Deniz Baykal'ı hedef aldım.

Sağolsun Deniz Bey sabahın köründe aradı.

‘‘Olmaması mümkün mü Fatih, son derece kapsamlı bir biçinde turizmden söz ediyoruz. Senin de dediğin gibi abukluk bildirgeyi kısaltanda’’ dedi ve CHP'nin turizmle ilgili seçim bildirgesine aldığı unsurları sıraladı.

Baykal'ın açıklamasına göre turizm CHP'nin öncelikli üç alanından biri.

CHP yönetimi Bilişim ve Turizm konularına çok önem veriyor ve bu iki konunun kısa vadede Türkiye'nin önünü açacak potansiyele sahip olduğunu düşünüyor.

CHP'nin ilk hedefi ‘‘2. turizm hamlesi’’ni başlatmak. Bunun birincisi Turgut Özal zamanında başlatılmış ve Türkiye bir anda Akdeniz çanağının sayılı ve kaliteli yatak kapasitelerinden birine sahip olmuştu. CHP şimdi 2. hamleyi başlatacak.

Bu atılım planı sektördeki sivil toplum kuruluşlarının fikirleri alınarak oluşturulmuş.

Turizm alanı tahsislerini saydamlaştırmayı ve bu konuda uzman tercihan yerli ya da yerli yabancı ortaklıklara tahsis yapmayı planlıyorlar. Ancak temel ilke saydamlık. Hangi arazi kime, niçin, hangi şartlarla verildi herkes bilecek.

İspanya'nın turizmde hamle yapmasına ve yüksek gelir grubuna mensup turistleri çekmesine neden olan yabancılara mülk edinme hakkı veren yasal düzenleme hızla yapılacak.

Ulusal Tanıtma Konseyi hemen kurulacak.

Yurtdışında yapılacak tanıtımlara devlet desteği verilecek.

Sektörün uluslararası rekabette karşılaştığı sorunları çözmek ve sektörü rekabete hazır tutmak için gerekirse vergi indirimleri başta olmak üzere her türlü kolaylık sağlanacak.

Türkiye'ye turist getiren ulusal havayolu şirketlerinin ayakta kalması için her türlü destek verilecek.

Baykal çok daha detaylı bilgiler de verdi.

Yıllardır turizm yazan biri olarak konuya hákim olduğunu ve sorunları iyi bildiğini anladım ve sevindim.

Antalyalı bir genel başkana da böylesi yakışırdı zaten.

Cem Uzan MHP'den çalıyor


AKP'nin önde gelen isimlerinden biriyle anketler üzerine konuşuyoruz.

‘‘Biz de düzenli anket yaptırıyoruz. Ama bize gelen sonuçlar medyaya gelenlerden biraz farklı’’ diyor.

AKP'nin kendi yaptırdığı anketlere göre parti ‘‘tek başına iktidar’’ meselesini neredeyse garantilemiş gibi.

Şimdi hedef değiştirmişler ve Anayasa'da değişiklik yapacak bir çoğunluk istiyorlar.

Ancak bu değişiklikler Türkiye'nin rejimini değiştirmeye yönelik değil.

Rejimle dertleri yok.

Daha fazla özgürlük için Anayasal değişiklik istediklerini söylüyorlar.

Özgürlük ortamının sorunları çözeceğine inanıyorlar.

AKP'deki verilere göre de takipçileri CHP.

Ancak kendilerini zorlayacak çapta değil.

MHP'nin barajı aşacak durumdayken, son haftalarda dramatik bir düşüş yaşadığını gözlemlemişler.

‘‘Niye düşüyor sizce?’’ diye soruyorum.

‘‘Genç Parti yükseldikçe MHP düşüyor. Aynı tabana sesleniyorlar. Tabii Genç Parti daha iyi seslendiği için MHP'nin oyunu çalıyor. Çünkü MHP'nin televizyonları ve gazeteleri yok’’ diyor. Bu durum her ikisinin de baraj altında kalmasına neden olacak gibi.

AKP kendinden emin görünüyor. Meclis'te üç parti olacak diye düşünüyorlar. İktidar AKP, ana muhalefet CHP.

Bir de küçük muhalefet partisi. Gerisi baraj.

‘‘Bu kadar partinin baraja takılması demokratik olur mu?’’ soruma yanıt öz:

‘‘Bu üç parti oyların yüzde 60-70'ini alırlar. Bu da bir meşruiyet sorunu yaratmaz.’’

Anketlerden seç beğen al!


ELİMDE bir anket var. Müttefikimiz bir ülkenin Dışişleri Bakanlığı için yapılmış bir anket.

Anketi yapan kuruluş Türkiye'de hiçbir partiyle bağlantılı değil, hiçbir parti için anket yapmıyor.

Bu anket ağustos ayının son haftasında yapılmış.

Ankete göre AKP yüzde 37 ile birinci parti.

CHP ikinci sırada. Oyu yüzde 11.64.

MHP yüzde 10.19 oy oranı ile üçüncü.

HADEP (DEHAP) 8.42 ile dördüncü.

DYP 5.5 ile beşinci.

Gerisi yüzde 5'in altında.

Kararsızlar ise yüzde 11.22.

Barajı zorladığı iddia edilen Cem Uzan'ın partisi yüzde 2.81 görünüyor.

Anketi yapan kuruluşun başkanına soruyorum: ‘‘Uzan'ın partisi için barajı zorlar diyorlar. Sizde sonuç farklı.’’

Gülüyor.

‘‘Parayı veren barajı zorlar.’’

‘‘Yalan mı söylüyorlar?’’

‘‘Hayır. Cem Uzan'ın güçlü olduğu yerlerde anket yaparsanız sonuç öyle çıkar. Gerçek anket yaparsanız böyle çıkar. Kırsalda anketörlerimize Kemal Derviş kim diye soruyorlar, Derviş kim diye soran Cem Uzan medya bombardımanına mı takılacak?’’
diyor.

Bu arada 1999 seçimlerinden sonra kimin seçmeni kime kaymış onu da araştırmışlar. Asıl eğlenceli sonuçlar orada.

Ama onu yarın yazacağız.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Kendimizi medyada görmekten gizli gizli zevk aldığımızı kendimize itiraf edebildiğimiz zaman.
Yazının Devamını Oku

Fatih ALTAYLI: Erdoğan Anayasa'yı tek başına değiştirmek istiyor

30 Eylül 2002
<B>RECEP Tayyip Erdoğan'</B>ın Mardin mitingindeki bir talebi son derece önemli geldi bana. <B>Erdoğan,</B> <B>‘‘Tek başına iktidar değil, yasaları değiştirecek güçte bir iktidar istiyoruz’’ </B>diyor.Erdoğan'ın burada ‘‘yasa’’dan kastı, hiç kuşkusuz Anayasa.

Çünkü tek başına iktidar olan, yasaları değiştirecek gücü her halükárda elde ediyor.

Ancak Anayasa değiştirmek için biraz daha fazlası, Meclis'te üçte ikilik bir çoğunluk gerekiyor.

Tayyip Erdoğan Mardin'de ‘‘Anayasa'yı değiştirme’’ talebini açıklıyor.

Türkiye'de siyasete giren herkes ve her parti gibi Erdoğan ve partisi de Anayasa'yı değiştirmek isteyebilir. Anayasa'nın ‘‘değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek’’ ilk üç maddesi ve bu güvenceyi veren 4. madde dışında tamamı değişime açıktır.

AKP de bu değişimi isteyebilir.

Ancak Tayyip Erdoğan, Türk milletine Anayasa'da değiştirmeyi düşündüğü maddeleri açıklamak zorundadır. Kendisinden oy istenen her seçmen, Anayasa'yı değiştireceğini söyleyen bir partinin Anayasa'da hangi değişiklikleri yapacağını bilme hakkına sahiptir.

Erdoğan ve AKP değişiklik talep taslaklarını seçimden önce halkın beğenisine sunmak zorundadır.

Bu açıklık AKP'ye zarar vermez, tam aksine fayda sağlar.

Bu nedenle Erdoğan bundan sonraki mitinginde bu gücü ‘‘ne için’’ istediğini netleştirmelidir.

Hatta bir Anayasa taslağını şimdiden tartışmaya açmak son derece demokratik olacaktır.

Marjinal siyasetin tabanı


RECEP Tayyip Erdoğan'ın Hakkári mitinginde bir grup HADEP'li veya ‘‘DEHAP'lı genç olay çıkardı.

Olaylara sebep olan slogan çok ilginç:

‘‘İdama hayır!’’

Şaka değil.

Erdoğan'ın mitingini fırsat bilip ortaya atılan gençler, idamın kaldırılmasını istiyorlar.

İşte size Türkiye'de ‘‘marjinal’’ siyasetin ‘‘kimin üzerinden’’ yapıldığının göstergesi.

İster sağda olsun ister solda, ister bölücü olsun ister birleştirici, ‘‘marjinal siyasetin’’ tabanı ortak: CEHALET.

Türkiye'de idam cezası Meclis kararıyla kaldırılmış, HADEP'lilerin veya DEHAP'lıların çok sevdiği Apo'nun bile asılmayacağı ‘‘yüzüne okunmuş’’.

Ama partili gençler ‘‘İdam kaldırılsın’’ diye bağırıyorlar.

Birkaç hafta evvel Murat Bozlak'a ‘‘Sizin programınızda yer alan her şeyi bu hükümet, daha doğrusu bu parlamento hak olarak verdi. Şimdi ne üzerinden siyaset yapacaksınız’’ diye sormuştum.

Görülüyor ki, ‘‘eski tas’’ üzerinden siyaset yapıyorlar.

Güvendikleri dağın adı ise ‘‘cehalet’’.

İdamın kaldırıldığından bile habersiz bir grup genç Hakkari'yi birbirine katıyor: İdama hayır!

İdamın çoktan kaldırıldığını, idama parlamentonun onlardan önce hayır dediğini söyleseniz ‘‘eşekten düşmüşe’’ dönecekler.

Hayalleri yıkılacak.

O yüzden ‘‘abileri’’ bu çocukları uyandırmıyor.

En güzel taban çünkü bu.

Adı cehalet.

Türkiye'nin en geniş tabanı.

Partiler turizmi unuttular


PARTİLERİN seçim bildirgelerine, basına yansıdığı kadarıyla şöyle bir göz attım. Hayretler içinde kaldım.

Eğer meslektaşlarım ‘‘abuk’’ kısaltmalar yapmadıysa, hemen hiçbir partinin seçim bildirgesinde ‘‘turizm’’den söz edilmiyor.

Türkiye'nin en büyük sektörü, yıllık 10 milyar dolarlık döviz potansiyeli olan tek sektör ve kimsenin umurunda değil.

Hepsini anladım da, CHP'nin bu konuyu atlamasını anlayamadım.

Genel Başkanı turizm başkenti Antalyalı.

Yıllarca Antalya milletvekilliği yapmış.

Ama partisinin seçim bildirgesinde turizmden tek satır yok.

Eğer bugün Türkiye'nin sorunlarını çözebileceğini söyleyen bir parti turizmden söz etmiyorsa, o parti ya ciddi değildir, ya da akıllı kişilerce yönetilmiyor ve Türkiye'nin gerçeklerini bilmiyordur.

Turizm olmazsa, Türkiye iki küme birden düşer.

Bunu anlamayan ise iktidar olsa bile bu ülkeyi düze çıkaramaz.

Yol kesmeyin bayramı zehir etmeyin


ALLAH rızası için İstanbul'un bayram ve kurtuluş günü kutlamalarını Vatan Caddesi'nde yapmayın.

Yapmayın ki, bu millet milli bayramlarını sevsin.

Yapmayın ki, millete bayram zehir olmasın.

İstanbul'un yolları zaten kentin barındırdığı araçlara yetmiyor.

Koskaca kente 1990'lı yıllarda eklenen tek bir yol yok.

İki ‘‘çevre yolu’’ kenti kurtarmıyor.

Tek bir arterdeki tıkanıklık, İstanbul'da gün boyu sürecek bir çilenin başlangıcı oluyor.

Kentin trafiği öylesine kritik noktada ki Mecidiyeköy'de bir sürücü frene basınca, Aksaray'da trafik kitleniyor.

Bu kadar hasas bir denge üzerine kurulu İstanbul trafiği zaten yol yetersizliği nedeniyle kıvranırken, bir de başımızda ‘‘kutlamalar’’ var.

Kutlama denince Vatan Caddesi trafiğe kapatılıyor.

Vatan Caddesi trafiğe kapanınca, buna bağlı olan Bağcılar-Edirnekapı arasındaki yol da kapanıyor.

Bu iki yol kapanınca çevre yolları arası bağlantı en kritik noktadan kesilmiş oluyor.

Hal böyle olunca da İstanbul trafiği saatlerce kilitleniyor.

Kent yaşanmaz hale geliyor.

İş güç hiçbir şey yapılamıyor.

İstanbullular, İstanbul'u yönetenlerden rica ediyorlar.

Lütfen yollarımızı kesmeyin.

Bayramı ya gece kutlayın, ya da hipodromda veya stadyumda.

Hiç değilse trafik olmayan bir meydan veya hayati önemi oymayan bir tali yolda.

İstanbullular bunu yıllardır rica ediyorlar.

Ama dinleyen ne yazık ki yok.

Sevgiyle kutlayacağımız bayramı, trafiğe söverek kutlamak zorunda kalalım diye herhalde.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


En sevilen ve aranan siyasetçilerimiz toprak altında olanlar olmadığı zaman.
Yazının Devamını Oku