Fatih Altaylı

AB'den bir parmak bal diplomasisi

30 Ekim 2002
<B>AVRUPA </B>Birliği açıkça Türkiye ile <B>‘‘kafa buluyor’’</B>. Türkiye de bunu eli kolu bağlı izliyor.

Avrupalıların bizi aralarına alacağı falan yok.

Müthiş bir oyalama taktiği içindeler.

Türkiye'de bunu anlayıp tepki gösterenlerin sayısı arttıkça ağzımıza bir parmak bal çalıyor, sonra bizimle ‘‘kafa bulmaya’’ devam ediyorlar.

Son İlerleme Raporu'nda Türkiye'ye tarih verilmeyince Türkiye'de artan tepkiler üzerine yine bir ‘‘bir parmak bal operasyonu’’ başlatıldı.

Hemen ‘‘düzmece’’ ve hiçbir resmi önemi olmayan bir haber saygın bir finans gazetesine sızdırıldı.

AB'nin beş büyük ülkesinin devlet veya hükümet başkanları Kopenhag'da, Türkiye'ye bir tarih verilmesi için anlaşmaya varmışlar.

Yeni bal bu.

Üstelik de cumhurbaşkanı ve başbakan düzeyinde beş parmak tarafından veriliyor.

Bu haber üzerine tepkiler azalacak, Türkiye sakinleşecek.

Sonra tarih marih verilmeyecek.

Çünkü ortada bir gazeteye ‘‘yazdırılmış’’ yalan dışında bir resmi belge yok.

Haydaaa, Türkiye'de bir daha kıyamet kopacak.

Tepkiler iyice artınca bir parmak bal daha.

Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girdiğini değil ben, torunlarım görsün dişimi kırarım diyeceğim ama o zamana ben kalsam ağzımdaki dişler kalmaz.

Star takmıyor, YSK bu işe bakmıyor


YÜKSEK Seçim Kurulu'nu dava etmek lazım. Çünkü göz göre göre büyük bir haksızlığa göz yumuyorlar.

Sözde seçim yasakları başladı.

Yasaklar size, bana.

Star televizyonu, aynen daha önce uyardığım gibi sabahtan akşama Cem Uzan propagandası yapıyor.

Dakikalarca Cem Uzan haberleri.

Ne eşitlik, ne adalet.

Hiçbir şey yok.

Varsa yoksa Cem Uzan var.

YSK bütün bunları sesini soluğunu çıkarmadan izliyor.

Öylesine izliyor ki, Uzanlar sahip oldukları kanallardan sürekli partilerinin reklamını yapıyorlar.

Öyle bir reklam yapılıyor ki, beş ay önce var olmayan bir parti, şimdi pek çok köklü partiyi aşıyor.

Utanmasalar barajı geçecekler.

Bütün bunlar oluyor ama YSK'ya göre seçim yasakları ihlal edilmiyor.

Kurallara uygun, eşitlik anlayışı içinde bir yayın yapılıyor ama nedense Uzan'ın partisine yarıyor.

Ve ‘‘eşitliği sağlayan’’ bu kurul hákimlerden oluşuyor.

Bu hákimlerin ‘‘eşitlik anlayışını’’ anlayan varsa bana da anlatsın.

Ya da seçimlerden sonra birisi ‘‘tez elden’’ bu kurulun icabına baksın.

Çünkü olan biten ‘‘normal’’ değil.

Futbol sahada mı oynanır?


FUTBOLDA hakemlerin dağıtmadığı adalet, sonuçta daha büyük adaletsizliklere neden oluyor.

Galatasaray-Diyarbakırspor maçında Felipe yüzde yüz kırmızı kartlık bir hareket yaptı.

Hakem hakem olmadığı için kartı gösteremedi. Gösteremeyince maçın altında ezildi. Ve Diyarbakırspor'a göstermesi gereken kartları da gösteremedi. Maç çığrından çıktı. Daha sonra PFDK hakemin atmadığı Felipe'ye ceza verdi. Hakem kırmızı kartı gösterse Felipe bir, belki iki maç ceza alacaktı. Ama Disiplin Kurulu üç maç gibi ‘‘abes’’ bir ceza verdi. Şimdi Felipe Fenerbahçe maçında oynayamayacak (bence iyi de olacak o ayrı). Kuddusi Müftüoğlu adlı genç hakem ise bu hafta sonunda bir başka ‘‘abes’’e neden oldu.

Fenerbahçeli Johnson Gençlerbirliği maçında en az bir sarı, belki de ikinci sarıdan bir kırmızı kart görebilirdi.

Bir sarı kart görse 4. sarı kartı olacağı için Galatasaray karşısında oynayamayacaktı. Hakem Müftüoğlu bunu bildiği için kartı göstermedi. Hakemler tarafından gösterilmeyen iki kart. Ve bu iki kartın etkisine bakın. Bütün bunlara rağmen Ankara'da federasyona sövülüyor.. Bir de bunlar olmasa acaba federasyonu ne yapacaklar?

NOT: Galatasaray maçında ‘‘I love you Şenol’’ tezahüratından dolayı, o berbat yönetim gösteren hakemin sadece bu anonsta ne kadar haklı olduğunu yazacaktım. Ama Ankara'da dakikalarca ‘‘.... federasyon, ...... çocuğu hakemler’’ diye bağrıldı, tek bir anons yapılmadı. Bu neyin standardı.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Cumhuriyet'i kuranlara, saat kuranlara gösterdiğimizden daha fazla saygı gösterdiğimiz zaman.
Yazının Devamını Oku

Narkotik, sentetik uyuşturuculara karşı uyarıyor

29 Ekim 2002
<B>GEÇTİĞİMİZ </B>günlerde bir narkotik uzmanı ile konuştum. Duyduklarım bir yandan sevindirdi, bir yandan da bir <B>‘‘baba’’ </B>olarak uykularımın kaçmasına neden oldu. Sevindirdi, çünkü Türkiye'de gençler arasında uyuşturucu kullanımı AB ortalamasının karşılaştırılmayacak kadar altında.

Korkuttu, çünkü yine de büyük bir sorun.

Narkotik uzmanları, ana babaları en fazla ‘‘yeni nesil’’ uyuşturucular hakkında bilinçlendirmek istiyorlar.

Esrar, eroin gibi Türkiye'de genel olarak bilinen ve ‘‘toplum dışı’’ kabul edilen uyuşturuculardan daha tehlikeli olarak görülen uyuşturucu tipi ‘‘sentetik’’ uyuşturucular.

Ucuz ve gençler arasında yaygın olan uyuşturucu türü bu. Tanesi 15-20 milyona satılan bu ‘‘sentetik’’ uyuşturucuların en bilinen adı Ecstasy.

PARTİLERE DİKKAT

Bu sentetik haplar en çok ‘‘party’’ adı verilen ve daha çok techno müzik çalan ortamlarda pazarlanıyor.

Bu partiler, bilinen yerlerin çeşitli kişilerce kiralanmasıyla organize ediliyor.

Bu bazen saygın bir otel, bir ‘‘beach’’ ya da bir gece kulübü veya bir dağ başı bile olabiliyor.

Buralar gençleri sentetik uyuşturuculara alıştırmak için uygun yerler haline getiriliyor.

Ve gençler buralarda ‘‘kafa bulmak’’ için içkiden daha ucuz olan bu uyuşturucuları tercih edebiliyorlar.

İÇKİ KOKMUYORSA TEHLİKE VAR

Eğer partiden eve dönen çocuk içki ve sigara kokmuyorsa tehlike daha büyük olabilir. Dikkatli olmakta fayda var diyor narkotik uzmanları.

Çünkü sentetik uyuşturucuları kullanan gençler, alkollü içki kullanmıyorlar. Sentetik uyuşturucu ile alkol birlikte alınınca öldürücü olabiliyor. Bu nedenle ‘‘hapı’’ alan alkole dokunmuyor. Ve sadece su veya meyve suyu içiyor. Bu gibi partilere giden ve içki içmeyen her genç uyuşturucu kullanıyor demek değil elbet ama böyle bir durum var ise dikkatli olmak lazım diyor uzmanlar.

BİLE BİLE ÖLÜM

Bu uyuşturucular fabrikasyon değil. Zehir tacirleri tarafından küçük atölyelerde üretiliyorlar.

Bu nedenle de içlerindeki doz değişken. Bazısı ‘‘çok kafa yapıyor’’ bazısı ‘‘az’’.

Bu hamuru yoğuranın elinde.

‘‘Çok kafa yapan’’lar bir süre sonra piyasada tutuluyor. Ve herkes o ‘‘markalı’’ hapı aramaya başlıyor.

Ve piyasayı ‘‘o hap’’ ele geçiriyor.

Bu haplara verilen adlar genellikle otomobil markaları.

Bunlardan biri pazar payını artırınca rakipler devreye giriyor. Ve hemen o marka hapın ‘‘sahtesi’’ hazırlanıyor ve içine ‘‘öldürücü’’ maddeler koyuluyor.

Bir müşteri o haptan gidince hapın piyasa hákimiyeti de sona eriyor.

Narkotikçiler ‘‘sentetik’’ uyuşturucuların gittikçe daha yaygın ve tehlikeli olduğunu söyleyerek ana babaları uyarıyorlar.

Daha pahalı ayakkabılar var


30 milyarlık ayakkabı Türkiye'yi karıştırdı.

Ben ise gülüyorum.

Ve diyorum ki: ‘‘O ayakkabı pahalı değil.’’ Çünkü ayakkabı eskiyince üzerindeki taşlar yine para.

Ayakkabıyı at, taşlar sende.

Ama Türkiye'de gerçekten daha pahalı ayakkabı giyenler var.

Bunlardan biri Türkiye'den IMF'yi kovacağını söyleyen ünlü ‘‘yeni yetme siyasetçi’’.Bu delikanlı sonradan arkadaş olduğu ‘‘rafine’’ arkadaşlarından yurtdışında ısmarlama ayakkabı yapan bazı yerleri öğrenmiş.

Arkadaşları oralara gidince bu ayakkabıcılara uğrayıp bu ‘‘özel’’ ayakkabıları yaptırıyormuş.

Bizim ‘‘anti IMF'ci’’ vatansever dostumuz herkesten farklı olacak ya, o ayakkabıları gidip ısmarlamıyormuş. Özel uçağını yollayıp ayakkabıcıyı buraya getirip, ofisinde ölçü aldırıp yaptırıyormuş.

Ayakkabı yaklaşık bin dolar. Ama uçağın geldisi, gittisi derken bir ayakkabı 8-10 bin dolara mal oluyormuş.

Bu siysetçimiz de IMF'ye sövdüğü kürsülere işte ayağında bu ayakkabılarla çıkıyormuş.

Kutlama


Değerli okurlarımın Cumhuriyet Bayramı'nı kutluyorum. İnşallah Cumhuriyetimiz'e sahip çıkmanın önemini anladığımız bir bayram olur.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Bir kurulu adil yapmak için o kurula hákimleri doldurmanın yetmediğini anladığımız zaman.
Yazının Devamını Oku

Havanda su dövme tartışmaları

28 Ekim 2002
<B>‘SEÇİM Arenası’ </B>adlı program cuma akşamı pek çok kişiyi ekran başına kilitledi. Program tam benim beklediğim gibi oldu.

Sıkıldığım için tamamını izleyemedim ama izleyenlerin de benden daha fazla tatmin olduğunu zannetmiyorum.

Ne olacaktı yani, Baykal Erdoğan'ı ‘‘rezil etse’’ AKP'ye oy vermeyi düşünenlerden bir bölümü ‘‘Baykal bizim genel başkanı fena benzetti. Bizimki de pek bir kofmuş. Ben en iyisi oyumu AKP'ye değil, CHP'ye vereyim’’ mi diyecekti.

Elbette ki demeyecekti.

Tam tersi zaten hiç mümkün değildi.

Erdoğan yılların Baykal'ını ezip yoğursa herhangi bir CHP'li çıkıp da, ‘‘Vallahi bu Tayyip Erdoğan da yaman adammış. Ben en iyisi oyumu ona vereyim’’ mi diyecekti.

Bu ikilinin karşı karşıya gelmesi tam anlamıyla ‘‘abesle iştigal’’di çünkü bu ikilinin partileri ve tabanları arasında bir ‘‘geçirgenlik’’ yoktu.

Bu ikilinin açıkları ve zaafları ortaya çıksa bile bu tartışmanın diğer tarafına değil, o sırada orada bulunmayan partilere yarayacaktı.

Yani Baykal'ın Erdoğan'ı hırpalaması halinde Erdoğan'ı beğenmeyen oylar Baykal'a gelmeyecek, belki Saadet'e, belki ANAP'a, belki de DYP'ye veya BBP'ye gidecekti.

Aynı şekilde Erdoğan'ın Baykal'ın açıklarını ortaya koyması halinde Baykal'ın CHP'sinden kaçması muhtemel oylar YTP veya DSP'ye, bilemediniz İP'ye gidebilirdi.

Baykal ile Erdoğan bu durumun farkında oldukları için karşı karşıya gelmeyi kabul ettiler.

Ve yine bu durumu bildikleri için de, birbirlerine karşı hamleler yapmadılar.

O hamlelerin kendilerini hırçın gösterirken, bu hamlelerin olası getirilerinden faydalanacak olanların o sırada orada bulunmayan liderler olduğunu biliyorlardı.

Bu tartışmaların bir işe yaraması için tabanları arasında geçirgenlik olan partilerin aynı ekranı paylaşması gerek. Zaten onlar da bunu bildikleri için paylaşmıyorlar.

Asıl patron Ali Taran'mış


UZAN Grubu'nun ‘‘asıl patronunu’’ buldum. Patron Ali Taran'mış.

Diğerleri onun ‘‘emrinde’’.

Çünkü epey zamandır bana sataşmayan Uzan ‘‘kuçukuçuları’’ Ali Taran hakkındaki yazılarımın ardından yine ‘‘ulumaya’’ başladı.

Galiba Ali Taran içindeki bazı ‘‘kalmış’’ unsurları Uzanlar'ın parasıyla hayata geçirmeye çalışıyor.

Uzanlar'da babadan oğula kalan bir para, Ali Taran'da ise kötüye çalışsa da bir zeká var.

Bu ikisi bir araya geldi.

Ama görülüyor ki, asıl kontrol parada değil, zekádaymış.

Ona dokununca zıpladılar...

Röportaj


PAZAR günü vakit bol olunca abuk sabuk demeden gazetelerde ne varsa okuyor insan.

Bu pazar da öyle oldu.

Okudum ama okudukça öfkem kabardı.

Okuduğum röportajlardan ilki Cumhuriyet Gazetesi'ndeydi.

Leyla Tavşanoğlu, Mehmet Emin Karamehmet'le konuşmuştu.

Okudum. Okudukça UTANDIM.

Cumhuriyet Gazetesi adına utandım.

Kendimi hálá bir parçası saydığım, bir zamanların o harika gazetesi adına utandım ve o güzelim gazetenin neden bugün yerlerde süründüğünü bir kere daha anladım.

Tavşanoğlu, Karamehmet'le konuşmuş. Ama tek bir soru yok.

Karamehmet kendi anlatıyor, Tavşanoğlu aktarıyor.

Daha önceki röportajlarında ‘‘şahin’’ kesilen Leyla Hanım kuzu.

Bankadan uçurulan 2.5 milyar dolar sorulmuyor.

Wall Street'teki halka arz sırasında yapıldığı ileri sürülen üçkáğıtlar nedeniyle New York'ta açılan dava sorulmuyor.

Karamehmet efendinin yıllarca Türkiye'ye gelememesinin nedenleri sorulmuyor.

Kaçakçılık davası nedeniyle İsviçre'de neden yıllarca sıkışıp kaldığı sorulmuyor.

Karamehmet ‘‘Ben elimdeki medyayı silah gibi kullanmadım’’ diyor, Leyla Tavşanoğlu ‘‘Peki o zaman niye her gün Derviş'e ve BDDK'ya saldırıyorlar. Bankanıza el konmadan önce pek bir Dervişçiydiniz şimdi ise düşmansınız. Bankanıza el konulmasını engellemedi diye Ecevit'e bile hakaretler ettiniz’’ diye sormuyor.

Olan koskoca Cumhuriyet'e oluyor.

Bu kafalar yüzünden basında ‘‘gruplar dışı’’ bir gazete arandığı zaman bile tirajını artıramayan Cumhuriyet'e.

NOT: Yadırgadığım bir röportaj da Hürriyet’teydi. Bir yazarımız kendisiyle iki sayfa röportaj yapmıştı. Komik bile değildi.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Ruslar kurtarma operasyonu yapmadığı zaman.
Yazının Devamını Oku

Liderler turunun ardından

26 Ekim 2002
<B>GÖREN </B>soruyor. <B>‘‘Biri hariç tüm liderlerle konuştun. En donanımlı, sorunlara ve çözümlere en vakıf kimi buldun?’’ </B>diye. Doğru.

Bütün liderlerle konuştum.

İzlenimlerim var.

Deniz Baykal'ı beğendim. Çok sermaye biriktirmiş. Konulara hákim. Sinirini dizginlemiş. Olgunlaşmış.

İkinci sıramda Mesut Yılmaz var. Devlet adamı olmaya başlamış. Partisi barajı aşamazsa yazık.

Tansu Çiller de geçmişteki hatalardan ders almışa benziyor. One girl show yapmıyor. Ekibinden söz ediyor. Hazırlıklı.

Tayyip Erdoğan iyi bir siyasetçi ama çok ham. Devlet yönetmek için zayıf. Abdullah Gül daha iyi ama onda da karizma eksik.

Recai Kutan ‘‘Keşke o görüşün başında Erbakan değil de, başından beri o olsaydı’’ dedirtiyor.

Hiçbir fikrine katılmasam da Muhsin Yazıcıoğlu'nu çok samimi, çok içten bulduğumu itiraf etmeliyim.

Doğu Perinçek iktidar olamayacağının farkında olduğu için rahat ve dilinin kemiği yok.

Besim Tibuk'tan ise her partiye bir tane lazım. Bin fikir üretecek, belki biri işe yarayacak.

Devlet Bahçeli'yle ise görüşmediğim için bir şey söylemem mümkün değil.

AKP ve CHP'nin barajı aştığını anketler söylüyor.

Bana göre ANAP ve DYP de barajı aşacaklar.

Çiller ve Yılmaz'dan edindiğim izlenim aşmaları gerektiğini söylüyor.

Çok büyük ayıp


İSTANBUL Üniversitesi İktisat Kulübü yazar Ahmet Altan'ı bir konuşma yapmak için davet etmiş.

Bir başka grup öğrenci de Altan'ın geleceğini duyup hazırlık yapmışlar. Ve Altan salona girerken bu grubun yumurtalı saldırısına uğradı. Bu görüntüler Ahmet Altan'ın konuşmasını çekmeye hazırlanan öğrenci kamerası aracılığıyla Kanal D Haber'e de yansıdı. Benim şimdiye dek gördüğüm en çirkin görüntülerdi.

Seversiniz veya sevmezsiniz ama bir adamı ‘‘davet edip’’ ardından saldıramazsınız. Oturur konuşursunuz, derdiniz var ise, beğenmediğiniz yönleri var ise söylersiniz, tartışırsınız. Ama konuşmacı olarak davet ettiğiniz birine ‘‘sokak serserileri’’ gibi saldıramazsınız. Saldırırsanız üniversiteli olamazsınız. Ve bundan sonra hiç kimseyi de üniversitelerde konuşmacı olarak bulamazsınız.

Derin bir Galatasaray analizi


GALATASARAY'ın Diyarbakır ile oynadığı maçın ikinci yarısında, tribünde çevremdeki Galatasaraylılara bir bahis teklif ettim.

‘‘Bu takım Brugge'den 5 yer. Var mı iddiaya giren.’’ Kimse girmedi. Girmeyenlerin isimlerini vermeyeyim ama her biri en az benim kadar Galatasaray'a inanan kişiler. Galatasaray 5 değil, 3 yedi. Ama beni şaşırttı. Çünkü bence sezonun en iyi futbolunu oynadı. Rakip çok pozisyon buldu diye eleştirenler var.

Gülüyorum.

Geçen yıl Mondragon ‘‘yangında kalmış bir çocuğu kurtardığı için’’ kahraman olmadı.

Geçen yıl da rakipler çok pozisyona giriyordu.

Bana sorarsanız, Galatasaray Brugge karşısında gerçekten ‘‘sezonun en iyi futbolu’’nu oynadı.

İlk kez takım gibiydiler.

Mehmet Polat maç eksiği nedeniyle yarım devre dayanabildi ama o bile iyiydi.

Brugee karşısında Galatasaray ‘‘en kötü Avrupa maçı’’nı oynamadı.

Geçen yıllardan çok farklı bir futbol da ortaya koymadı. Emre o ‘‘basit’’ hatayı yapmasa beraberlik ve hatta galibiyet bile gelebilirdi.

Ve şimdi Terim'e sövmek için yıllardır gizlendikleri inlerden çıkanlar, o zaman Terim'i övmeye devam ederlerdi. Galatasaray belki Şampiyonlar Ligi'nden elenir ama toparlanır. O süreç başlamış. Brugge'de bunu gördük.

Ama bence Galatasaray bu yıl çok önemli bir ‘‘yönetim hatası’’ yaptı.

Transfer işi tamamen Terim'e bırakıldı. Oysa çok büyük bir Avrupa kulübünün başkanı bir gün bana şöyle demişti: ‘‘Transfer teknik direktöre bırakılmayacak kadar önemli bir iştir.’’ Ben de sormuştum: ‘‘Teknik direktörün istediği adamları almak gerekmez mi?’’

‘‘Alabilirsiniz ama yönetim de kendi istediklerini alır. Oynatıp oynatmamak teknik direktörün işidir. Almak değil.’’

Galatasaray işte bu büyük hatayı yaptı. Bu hata Terim'i sıkıştırdı.

Yüzde yüz yetkili olmak, Terim'e çıkış yolu bırakmadı. Aldırdığı adamları oynatsa, iyi değiller. Oynatmasa niye aldırdın diye soracaklar.

Terim sıkıştı.

Oysa yönetim de birkaç oyuncu takviyesi yapmış olsa, Terim ‘‘Sizin aldıklarınızı oynatıyorum’’ veya ‘‘Sizin aldıklarınızdan verim alamıyorum’’ diyecek. Terim düne kadar bunun altında ezildi.

Oysa Effenberg Galatasaray'ın kapısında yatıyordu. Alınabilirdi. O zaman orta sahada kurtarıcı arandığında Suat'a dönülmezdi.

Sergen hiçbir şekilde satılmamalıydı bence. Geçen yıl Sergen olmasa bir üst tura çıkılamazdı. Sergen olsaydı çeyrek final kapısında kalınmazdı. Bu iki isim bile Galatasaray'ın bugünkü çehresini değiştirebilirdi.

Unutulmamalı ki, Hagi, Terim istemediği halde alınmıştı. Başkan Süren buna şahadet edecektir.

Ama bütün hatalara rağmen Brugge maçı dönüm noktasıdır. Şampiyonlar Ligi'nden elenmeye mal olmuş olabilir. Ama Galatasaray'ın doğruyu bulmaya başladığını göstermiştir.

Çoook gerilerden gelip büyük başarılar elde etti.

Yeter ki hatalardan dönülsün.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Araştırma şirketleri parası olan şirketlere seçim barajını atlatmadığı zaman.
Yazının Devamını Oku

Taran'ın müşterilerinden biri batmamış

25 Ekim 2002
<B>AZMÜSEBAT </B>Ticaret'ten aradılar. Dün <B>Ali Taran'</B>a <B>‘‘reklam’’ </B>yaptırıp batan ya da <B>Ali Taran'</B>dan kaçıp kurtulan firmaları sıralamıştım. <br> Derby'nin üretimini yapan Azmüsebat Ticaret'ten aradılar.

‘‘Biz batmadık. İyi durumdayız. Yalnızca Türkiye'de değil, Irak'ın tıraş bıçağı ihtiyacının yüzde 50'sini karşılıyoruz. İngiltere, Almanya, Ürdün, Libya, Cezayir gibi ülkelere de ihracat yapıyoruz. Krizden etkilenmedik. İşçi çıkarmadık. Yabancı firmaların satın alma tekliflerini kabul etmedik’’ dediler.

Sevindim.

Bu arada şirketler için pazar araştırmaları yapan bir kamuoyu araştırma şirketinden aradılar ve ilginç bilgiler verdiler.

Ali Taran'ın reklamları hatırlanıyor, ancak ürün hatırlanmıyor.

Yani reklam, kendi reklamını yapıyormuş.

Bunu, ajans arayan bir müşterileri için yaptıkları araştırma sonucundan bulmuşlar.

İxir reklamı, kamuoyunda yüzde 97 oranında hatırlanmasına rağmen, İxir'in ne olduğunu çok düşük bir yüzde biliyormuş.

Ali Desidero reklamında da aynı durum söz konusu olmuş.

Yüzde 80'i aşan hatırlanma oranına rağmen, reklamın neyi tanıttığını hatırlayan çok fazla değilmiş.

Kamuoyu araştırma şirketinin başkanı, ‘‘Tespitiniz çok doğru. Müthiş reklamlar ancak reklam kendi kendinin reklamı gibi. Ürünü ön plana çıkarmıyor, satışı tetiklemiyor. Türkiye'den başka bir yerde hiçbir bilinçli firma böyle reklamlar yaptırmıyor. Zaten bakın, Taran'ın hiç uluslararası müşterisi yok. Çünkü bu reklamların pazar payı veya satış olarak bir getirisi olmadığını biz belgeledik’’ diyor.

Fakat yine de Ali Taran'ı tebrik etmek lazım.

Çünkü yine araştırmalara göre Taran ve ekibi, alım gücü olmayan sosyoekonomik gruplara hitap eden reklamlarda çok başarılı.

Milli duyguları, zaafları, toplumsal sorunları ve bu gruba hitap edecek tiplemeleri iyi biliyor.

Ama şurası açık ki, bunun ‘‘ticarette’’ bir faydası yok.

Hiçbir hesabın, kitabın olmadığı ve sınırsız bir bütçeyle çalıştığı ‘‘siyasette’’ olup olmadığını ise birlikte göreceğiz.

Toprak Holding hissesi hediye edilen gazeteci var mı?

NECATİ Doğru'nun son ‘‘saçmalığına’’ yanıt vermek gibi bir niyetim yoktu doğrusu. Ama önceki gün uçakta karşılaştığım bir okurum, ‘‘Necati Doğru'nun son yazısına cevabınızı çok bekledim’’ deyince alındım. Anladım ki ‘‘boş bırakmamak’’ gerekiyor. Necati Bey art arda golleri yiyince ‘‘yalana’’ sarıldı. Tuncay Özkan'ın söylediğini iddia ettiği sözlerle bana saldırdı.

‘‘Ben havlıyormuşum.’’

Köpeksiz köyde değneksiz gezip kendini adam zannedenleri ‘‘ısırdığım’’ doğru. Necati Bey'in de maskesini düşürünce canı yanmış olmalı. Ama ‘‘yalan’’ söylemekle sıyıramaz. Tuncay Özkan hemen arayıp ‘‘Doğru'nun yazdıklarının külliyen yalan olduğunu, kendisiyle böyle bir konuşma yapmadığını’’ iletti.

Necati Bey'i de arayıp ‘‘gerekeni’’ söylemiş. Bilemem.

Umurumda da değil. Ama şimdi Necati Bey'e daha güzel bir sorum var. Necati Doğru Bey.

Toprak Káğıt'ın halka arzı sırasında, fabrikasını ziyaret ettiğiniz Halis Toprak'tan hediye hisse aldınız mı? Ya da başka bir deyişle Halis Toprak size şirketinin hisselerinden hediye etti mi?

Ettiyse bu hisseler kaç adetti?

Siz bu hisseleri ne yaptınız?

Hediye edilen bu hisseleri sattınız mı, yoksa hálá saklıyor musunuz?

Sattıysanız kaça sattınız?

Hadi bakalım Necati Bey, bu soruya yanıtınızı kimin ağzından bana hakaret ederek vereceksiniz.

Bekliyorum.

Hadi...

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Terim yalakaları, skora göre Terim düşmanı olmadıkları zaman.
Yazının Devamını Oku

Kime el atsa batıran Goebbels

24 Ekim 2002
<B>GEÇTİĞİMİZ </B>günlerde <B>Cem Uzan'</B>ın siyasi reklam kampanyasını yürüten <B>Ali Taran'</B>ı, Nazilerin <B>‘‘propaganda kampanyasını’’ </B>yürüten <B>Goebbels </B>ile karşılaştıran bir yazı yer aldı bu köşede.Ali Taran büyük bir ihtimalle Nazilerin yükselişini incelemiş ve benzer bir kampanya organize etmişti.

Ali Taran aslında Türk reklamcılığının ‘‘dáhi’’ çocuklarından biri.

Ama ilginç bir dáhi.

Taran'ın yaptığı reklamlar nedense hep ‘‘Taran’’a yaramış.

Reklamlar, reklamcıyı meşhur etmiş, reklamcısına para kazandırmış ama nedense reklamı yapılan ürüne pek iyi gelmemiş.

Taran'ın akıllarda yer eden ilk kampanyası Ali Desidero'lu ‘‘Derby tıraş bıçakları’’ kampanyasıydı.

Günlerce ortalık Ali Desidero diye inlemişti. Akıllı biri çıkıp Ali Desidero diye bir ürün çıkarmadığı için kampanya yürümüş ve bu merak kampanyasının sonundan Derby tıraş bıçakları fırlamıştı.

O meşhur Derby bugün ne yapıyor dersiniz?

Batık... Şaka değil. Batık...

Ali Taran'ın bir başka büyük kampanyası İxir'di.

Meşhur kestaneci ile mısırcı reklamları.

Kampanya çok müthişti.

Reklam çok tutmuştu.

Ama İxir tutmadı.

Türkiye'nin en büyüğü olma iddiasındaki İxir de battı.

Ali Taran'ın bir başka kampanyası Tadelle oldu. Türkiye bu tadı sevdi ama Tadelle'nin de sonu pek iyi olmadı.

Patronu Kamuran Çörtük battı gitti.

Aynı Taran bir ara da Yapı Kredi'nin reklamlarını yaptı.

Meşhur ‘‘bankacılık üssü’’ hikáyesi.

Yapı Kredi de bugün artık patronunun kontrolünde değil.

Taran bir ara müthiş bir fikirle Cine 5'in patronuna gitti.

Temiz ekran diye bir kampanya başlatmasını sağladı.

Cine 5, Playboy'u kapattı ve erotik film göstermemeye başladı.

Hızla müşteri kaybeden Cine 5 batmadı ama Taran'ın şirkete girmesi bile yasaklandı.

O Taran şimdi Cem Uzan'ın partisinin reklamlarını yapıyor.

Kiralık anket şirketleri Uzan'ı parlatıyor.

Ama ben Taran'ın reklamcılığını biliyorum.

Eninde sonunda batarlar.

Çelikel: Yanlış anlaşıldım


ADALET Bakanı Prof. Dr. Aysel Çelikel ile konuştuk. Derya Tuna'nın vurulması ve Tatlıses'le ilgili iddialar için ‘‘Magazin olayı’’ dediği için ağır bir şekilde eleştirdiğim Çelikel ile.

‘‘Haksızlık ettiniz’’ dedi.

‘‘Yanlış konuştunuz’’ dedim.

‘‘Ne dediğim tam yansımadı ya da ayaküstü olunca tam istediğimi ifade edemedim’’ dedi.

‘‘Bu benim hatam değil. ‘Adalet'i temsil ediyorsunuz. Daha ölçüp biçip konuşmanız lazım’’ dedim.

‘‘Haklı olabilirsiniz ama size bir izahta bulunmak istiyorum’’ dedi ve anlattı:

‘‘İki ayrı cümle kurdum. Basının konuya yaklaşım biçimiyle ve hadisenin çıkış noktasıyla ilgili olarak ‘Magazin olayıydı' dedim. Tatlıses'in gözaltı süresinin uzatılmamasıyla ilgili olarak da ‘Savcının takdiridir' yaklaşımında bulundum. Ama ikisi tek bir cümle ve tek bir soruya yanıt olarak gösterildi. Oysa iki ayrı soruya birlikte verdiğim yanıttı.’’

‘‘Aysel Hanım, ben okuduğumu anlarım. Sizin nasıl dediğinizi bilemem ama yansıyış biçimi benim anladığım gibiydi. Ben bu biçime tepki gösterdim. Keşke daha dikkatli konuşsaydınız veya hiç konuşmasaydınız’’
dedim.

‘‘Haklısınız ama üzüldüm. Çünkü böyle vahim bir olaya magazin olayı demem mümkün değil. Hele hele bir kadın bakan olarak hiç mümkün değil’’ dedi.

Yanlış anlaşıldığı için üzgündü.

Ünlem gözden kaçtı


ÇEV'in kamuoyunda iyi tanınan bir vakıf olduğundan hareketle, bu vakıf için ironi yaparak Fethullahçı deyip sonuna ünlem koymuştum. Yazımı gazeteye uzaktan yolladığım için ünlem gözden kaçmış. Vakfın durumu da benim düşündüğüm kadar net değilmiş. Yanlış bir anlaşılma olmuş.

Kusura bakmayın...

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Siyasete tarafsız yaklaşmak, aşırı taraflılar tarafından, taraflılık gibi algılanmadığı zaman.
Yazının Devamını Oku

600 milyon doları öde sonra ders ver

23 Ekim 2002
<B>SABAH </B>Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni <B>Ergun Babahan ‘‘Aradabir’’ </B>yazdığı köşesinden <B>‘‘gazetecilik etiği’’ </B>üzerine dersler veriyor ve <B>‘‘Medya-Holding’’ </B>ilişkileri konusunda ahkám kesiyor. Yaptığı aslında ‘‘laf salatası’’.

Babahan'
ın ders verdiği gazetenin ‘‘patronlarından birinin’’ devlete ve vergi verenlere 600 küsur milyon dolar borcu var.

Gazeteye ve kendi lüks yaşamına kaynak yaptığı bankasından hortumladığı paranın miktarı bu.

Maliye'ye taktığı borç miktarı ise 60 trilyona yakın.

Babahan'ın yazdıklarını okuyanlar zannediyor ki, ‘‘Ha, galiba bu Sabah Gazetesi Etibank'tan hortumladığı 600 milyon doları ödeyecek, Maliye'ye taktığı 60 trilyonu da verecek’’.

Ama nerdeeee...

Onlar BDDK'nın kontrolündeki şirketin içini, BDDK'nın gözü önünde boşaltmayı tercih ediyorlar.

Babahan ise gırtlağa kadar battığı yerden ‘‘ders’’ veriyor.

Ders iyidir. Kim verse alınır da.

Babahan ilk dersi kendi kurumuna verse iyi olacak.

Şu 600 milyon doları ödeme dersi...


Odunu mebus seçtirenlerden kütüğü başbakan yaptıranlara



BİR doktor var. Methini çok duydunuz. İyi ameliyat yaptığı söyleniyor.

Zaten o da bunu saklamıyor.

Her yerde, ‘‘Ben müthiş ameliyat yaparım’’ diye ahkám kesiyor.

Hastalar peşinde, kapısında kuyruk.

Sizin de önemli bir derdiniz var.

Bu ‘‘meşhur’’ operatör doktora kendinizi emanet etmek istiyorsunuz.

Gidiyorsunuz anlaşıyorsunuz.

Size bir ameliyat günü veriyor.

O gün hastaneye gidiyorsunuz.

Sizi soyup ameliyat masasına yatırıyorlar. Tam narkoz verilirken anlaştığınız doktor geliyor.

‘‘Kusura bakmayın, ameliyatınızı ben yapamayacağım. Tabip Odası benim ameliyat yapmamı yasakladı. Sizi bu delikanlı ameliyat edecek’’ diyor.

Son ana kadar böyle bir şeyden haberiniz yok.

Sizi ameliyat edecek delikanlının kim olduğunu dahi bilmiyorsunuz. Hatta ehil bir doktor olup olmadığı, daha da ötesi doktor olup olmadığı konusunda bile bir fikriniz yok. Siz ameliyat masasında böyle bir durumla karşılaşmak ister misiniz?

Ben şahsen istemem.

Ameliyatımı yapacak doktorun kim olduğunu bilmek isterim.

Kendi doktorumu kendim seçmek isterim. Oldubittiye kurban gitmek istemem.

Ama Türkiye'de böyle bir ameliyat yapılmak isteniyor.

AKP liderinin başbakan olamayacağı, çok ustayım dediği işi yapamayacağı kesin.

Peki kim yapacak?

AKP, anketlerin dediği gibi seçimden 1'inci parti olarak çıkarsa başbakan kim olacak? Bu bir sır. AKP'liler dahi bilmiyor.

İsim Erdoğan'ın kafasında.

Seçimden sonra açıklayacak.

4 Kasım'da Erdoğan'ın açıklayacağı başbakanı beğenmezseniz yapabileceğiniz bir şey yok.

Adnan Menderes, ‘‘Ben odunu bile mebus seçtiririm’’ demişti.

Tayyip Erdoğan daha iddialı, ‘‘Ben kütüğü bile başbakan yapabilirim’’ diyor.

Sizce yapmalı mı?


Kimlerin seks bantları kimin elinde?



NUH Mete Yüksel, DGM Savcılığı görevinden alındı. Dört dörtlük müthiş bir savcı mıydı, yaptıklarının tamamı hukukun içinde miydi bunlar tartışılır. Ancak tartışılmayacak bir şey var, o da Yüksel'in görevden alınmasına bir ‘‘seks kasedinin’’ neden olduğu.

Devlete ‘‘mukayyet’’ olan bir mahkemenin savcısının ‘‘uçkuruna’’ mukayyet olamaması acı.

Bu kaset gerçek veya montaj. Çok da önemli değil.

Önemli olan özel hayata yapılan tecavüz. Savcı Yüksel'den rahatsız olan birileri ona komplo kuruyor.

Bir kadın peşkeş çekiliyor ve bu durum kayda alınıyor.

Burada vahim olan Savcı Yüksel'in yaptığı değil, Savcı Yüksel'e yapılandır.

Birileri bir savcıya tuzak kurmuş, o da tuzağa düşmüş.

Burada önemli olan savcının bu şantaja karşı ne yaptığıdır.

Savcı Yüksel'in seks bandının ele geçirildiği yer, Fethullah Gülen cemaatine yakınlığıyla bilinen bir vakıftır.

Burada savcı ‘‘uçkurunu’’ tutamadığı için suçludur.

Ama ya savcıya bu tuzağı kuran?

Nuh Mete Yüksel'e bu tuzağı kuran kimdir? Kadını kim bulmuş, yatağı kim ayarlamış, kasedi kim kaydetmiştir?

DGM Savcısı'na şantaj tuzağını kuran kimdir? Savcının ‘‘uçkuru tutamaması’’ ayıptır ama diğeri de ‘‘suçtur’’.

Bu suçun faili bulunmak zorundadır.

Bu arada da Savcı Yüksel'in bu cemaatle ve lideriyle ilgili davalarda aldığı tavır da artık tartışmalı hale gelmiştir.

Savcı Yüksel'in ilgilendiği ‘‘Gülen Cemaati’’ davaları baştan sona gözden geçirilmek durumundadır.

Ve tabii daha önemlisi, başka hangi yargı mensupları hakkında buna benzer kasetlerin bu cemaatin elinde bulunduğudur. Bazı ‘‘yeni yetme meslektaşlarımızın’’ cansiperane savunduğu Adnan Hocacıların da yargı ve idare çevrelerinde böyle bantlarla çalıştığı hep öne sürülmüştür. Bu bant önemli bir kanıttır.

Ama savcının görevden alınması yetmez. Bandın üzerine gitmek şarttır.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Bir konuşursam yer yerinden oynar diyenler konuşmadıklarında şerefsizliklerinin ortaya çıktığını anladıkları zaman.
Yazının Devamını Oku

Turkcell de mesajlardan rahatsız

22 Ekim 2002
<B>TURKCELL,</B> gece yarısı gelen siyasi parti mesajıyla ilgili yazımın ertesi günü hemen bir yanıt yolladı. Yanıt uzun ve detaylı. Detaya gerek yok.

Birincisi Turkcell hiçbir siyasi partiye böyle bir hizmet vermiyor. Yani bizim numaralar siyasi partilere peşkeş çekilmiyor.

Siyasi partilerin Turkcell üzerinden propaganda yapma talepleri de Turkcell tarafından reddedilmiş.

Buna karşın, Turkcell üzerinden SMS yollamak mümkün. Bunu yapan bilgisayar programları ve internet siteleri var. Siyasi partiler işte bu yolu kullanmışlar.

Bir bilgisayar programı ile verilen bütün numaralara sırayla internet üzerinden SMS yollanıyor.

Milyonlarca telefona yollandığı için de zaman zaman gece yarısı, sabaha karşı geliyor mesajlar. Çünkü program durmadan mesaj yolluyor.

Turkcell böyle bir hizmet vermediği gibi bu işten bir kazanç da elde etmiyor. Ancak böyle bir işlem başladığı zaman Turkcell olayı hemen fark ediyor.

Bu durumda ne yapmaları gerektiği konusunda Telekom Üst Kurulu'na başvurmuş Turkcell. Ancak bir yanıt alamamış.

Turkcell'ciler de sistemlerini bu şekilde kullanmaya başlayanı fark edince hemen sistem dışı bırakmaya başlamışlar. Ancak yetişebildiklerini.

Anlayacağınız siyasi mesaj bombardımanından, bizim kadar Turkcell de rahatsız.

Ama bu kuralsız ülkede, kurallara uyarak yaşamak isteyenlerin rahatsız olmasından daha normal bir şey olabilir mi?

Bazı haberleri yapmamak gerek


ESKİ Türkiye güzeli, manken Ahu Paşakay'ın intihar haberi Kanal D haber merkezine dün öğle saatlerinde geldi.

İlginç bir öyküsü vardı talihsiz genç kızın.

Haber müdürümüz Bülent Çöltekin'le kısa bir değerlendirme yaptık.

Bu haber çok izlenecek bir haberdi ve elimizde her türlü bilgi vardı.

Ancak diğer elimizde çok net bilimsel veriler bulunuyordu.

İntihar haberlerinin medyada yer alması, intiharları körüklüyordu.

ABD kaynaklı araştırmalar gösteriyordu ki, intihar haberlerinin gazetelere yansıyış büyüklüğüne göre, intihar olaylarında dramatik artışlar meydana geliyordu.

Haberi ne kadar büyük kullanırsan, intiharları o kadar körüklüyordun.

Bülent Çöltekin'le aynı anda elimizdeki haber listesinden bu haberi çizdik.

Kanal D Haber ‘‘toplum yararını düşünerek’’ intihar haberlerini yayınlamama kararı aldı.

Haberi yayınlamadık.

Ve Ahu Paşakay'ın intiharını haberleştirmedik.

Bunun sonucunda haftalardır ana haber bültenleri sıralamasında her gün ilk sırayı alan Kanal D Ana Haber dün ilk kez çok az farkla da olsa birinciliği kaptırdı.

Kanal D Haber'in geriye düştüğü bölüm ise diğer haber merkezlerinin ‘‘Ahu Paşakay'ın haberini uzun uzun verdiği’’ bölüm oldu.

Ama buna hiç üzülmedik.

Dünyanın bütün reytingleri bir araya gelse, bir genci olası bir intihara sürükleyecek haberi yapmamızı sağlayamaz.

Sağlayamayacak da.

Kanal D Haber, pazar gecesi 1. olamadığına çok sevinçli.

Aslan mı zincirlenir, yoksa...


İBRAHİM Tatlıses'in pazar gecesi gözaltında tutulduğu Akmerkez'den çıkarken söylediği sözler, bir ‘‘hukuk devleti’’nde soruşturma konusu olur.

Tatlıses Akmerkez'den çıkarken şöyle diyordu:

‘‘Bana kelepçe vurmuşlar. Vursunlar. Bizim bildiğimiz kelepçe aslanlara vurulur.’’

Nereden nereye değerli okurlar.

Koluna kelepçe takıldı diye ar edip intihar eden insanların ülkesi Türkiye, şimdi kola kelepçeyi ‘‘aslanlık simgesi’’ olarak gören ‘‘hukuk tanımazların’’ diyarı oldu.

Bu sözleri duyan çoluk çocuk ne düşünür sizce?

Türkiye'nin herkesi peşinden koşturan, kadınların kapısında sıraya girdiği, servet içinde yüzen ‘‘sanatçısı’’ kelepçeyi ‘‘Aslanlara takılır’’ diye yorumluyor.

Hırsıza, uğursuza, katile, ahlaksıza takılan ve bir çocuğa takılması ‘‘rezalet’’ olarak nitelenen ‘‘kelepçe’’ Tatlıses tarafından ‘‘aslanlık’’ simgesi olarak nitelendiriliyor.

Benim bildiğim Türkiye'de ‘‘utanç’’ simgesi olan kelepçe ‘‘hukuk tanımaz’’ bir bilekte aslanlık göstergesi oluyor.

Türkiye'nin savcıları yok mu?

İbrahim Tatlıses'in bu yaptığı suça övgü değil mi?

Bir yandan ‘‘kabadayılarla’’ buluşup hakkında haber yapanlara ‘‘gözdağı’’ vereceksin, bir yandan da suçu ve suçluyu öveceksin.

Ve yaptığın yanına kár kalacak.

Yoooo İbrahim Tatlıses, Urfa'da Oxford yoktu diye bunu da bilmiyor olamazsın. Zincir aslana takılmaz.

Sizin oraları bilmem ama bizim memlekette nedensiz yere ‘‘sağa sola saldıranları’’ zincirlerler.

Edebiyle oturup işini yapanları değil.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Hiç değilse kadınlar kadının halinden anladığı zaman.
Yazının Devamını Oku