Fatih Altaylı

200 milyon doları siyasete yatıran işadamı ne bekler?

21 Ekim 2002
<B>DEMOKRATİK </B>rejimler <B>‘‘şeffaf’’</B>lık üzerine kurulur. Yeterince <B>‘‘saydam’’ </B>olmayan demokrasiler, bazen az, bazen de çok <B>‘‘bulanık’’ </B>olurlar. Bizim demokrasimiz de öyle.

Bazen az, bazen çok bulanık.

Türkiye'nin seçime gittiği bu günlerde ortalık her zamankinden biraz daha bulanık.

Siyasetten intikam almayı planlayan ama asıl intikamı kendinden alacağının farkında olmayan geniş halk kitleleri ‘‘bulanık suda’’ balık avlayanların oltasına takılmak için uygun görünüyorlar.

‘‘Bulanık su balıkçıları’’nın oltalarında taktıkları yemler çok parlak.

Ama aslında plastik.

Olmayacak şeyler vaat edip, bulanık sudan gözü kararmışları kandırmaya çalışıyorlar.

Bunların başında Cem Uzan'ın partisi geliyor.

Şirket kadrolarını ve bayilerini siyasi parti havasına sokup, çengili, yemekli şölenlerle oy avcılığı yapılıyor.

Sadece bu kadarla kalsa iyi.

Başta Adapazarı olmak üzere neredeyse tüm illere büyük paralar gönderiliyor.

Oy satın alınıyor.

Hadi bu paralar kayıt dışı ve gizli diyelim.

İşin şölen kısmı apaçık ortada.

Her konserinde on binlerce dolar alan sanatçılar Uzan'la beraber sahnede.

Bir yandan da halka yemek dağıtılıyor.

Televizyonlarda, gazetelerde çarşaf çarşaf reklamlar.

Peki bu değirmenin suyu nereden geliyor?

Siyasi Partiler Yasası partilerin gelir kaynaklarını belirliyor ve sınırlıyor.

Partilerin bilançoları da ‘‘şeffaf’’ olmak zorunda ki, Anayasa Mahkemesi de bu durumu denetliyor.

Yani ortada bir yasa var.

Yasa var ama takan yok.

Cem Uzan'ın partisinin seçim için 200 milyon dolar bütçe ayırdığı söyleniyor.

İçerde ve dışarda herkese borç takan Uzanlar'ın 200 milyon dolar harcadığı seçimden ne beklediği malum.

Bunu bir yatırım gibi görüyorlar.

200 milyon dolar yatır, işi kaparsan devlet kaynaklarından 20 milyar dolar götürürsün.

Bir yandan da geçmiş rezaletlerinin üzerini örtersin.

Onlar böyle düşünebilir. Onlar Uzan ama bu devlet ne yapıyor.

Bu yasalar uygulamak için değil mi?

Kimse Cem Uzan'a ‘‘Kardeş bu partinin bu paraları nereden geliyor. Şu hesaplara bir bakabilir miyiz?’’ demeyecek mi?

Yanıtı belli.

Demeyecek.

Baksanıza YSK bile ‘‘Seçime kadar ceza yok’’ demiş.

Eeee, bu ülkede harcayacak 200 milyon doların var ise hesap soracak kimsen de olmaz.

Maliye Bakanı'na yönelik yalan haberin nedeni


GEÇEN hafta Maliye Bakanı ile ilgili bir haber vardı bir gazetede.

Maliye Bakanı Sümer Oral, çoğunluğu öğretim üyesi olan bir kooperatife üye yapılmış.

Kooperatif vilları yapmış.

Ancak kooperatifin arazisinin bir bölümü orman arazisiymiş.

Orman Bakanlığı da kooperatife dava açmış.

Gazete de bu durumu ‘‘Bakan Sümer Oral'ın rezaleti’’ diye vermiş.

Haberi okuyunca şaşırdım.

Çünkü ortada Oral'ın bir rezaleti yoktu.

Tam aksine Maliye Bakanı Sümer Oral, eğer bakanlığını kullanıp Orman Bakanı'na baskı kursa ve bu davayı engellese o zaman rezalet olurdu.

Ama Sümer Oral böyle bir şey yapmamış, yasaların uygulanmasına sıradan bir vatandaştan daha seyirci kalmıştı.

Yani durum aslında Oral için ‘‘rezalet’’ değil, ‘‘şeref madalyası’’ idi.

Oysa Bakan'ın bir ayıbı var ise o bu villayla ilgili değil.

Batırdığı bankayla Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne vergi ödeyenlerin sırtına 600 küsur milyon dolar yük bindiren bir grubun yaptıklarına seyirci kalması.

Bu grubun yaklaşık 60 trilyon lirayı bulan vergi borcu var.

Bu grup bu borcu yıllardır ödemiyor.

Maliye Bakanlığı geçtiğimiz günlerde bu borcu tahsil edebilmek için girişimler başlattı. Ancak bu girişimler sadece görüntüde.

Çünkü vergi daireleri bu grubun gelirlerine sözde haciz uyguluyorlar. Ancak şirketlerin adlarını değiştirerek hem Maliye'den vergi, hem de BDDK'dan mal kaçırıyorlar.

Maliye Bakanlığı ise bilerek veya bilmeyerek bu yağmadan mal kaçırma operasyonuna seyirci kalıyor.

Bakan Oral, eğer bir ayıp yapıyor veya bir ayıba ortak oluyorsa o ayıp bu ayıptır.

Villasını kurtarmak için nüfusunu kullanmamış olması değil.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Adından başka hiçbir yerinde doğruluk olmayanlar cephe genişletmek için yalana başvurmadığı zaman.
Yazının Devamını Oku

Geç kalmış bir uyarı

19 Ekim 2002
<B>ERTUĞRUL Özkök'</B>ün üç gün önceki yazısından anladığım kadarıyla Milli İstihbarat Teşkilatı, medyanın üst düzey yöneticilerini Ankara'ya davet etmiş. Orada bir toplantı yapılmış, televole ve benzeri magazin programlarının yanı sıra magazin tipi habercilikten şikáyet edilmiş.

Bu iş bundan birkaç ay önce olmuş. MİT'in bu uyarıyı devlet adına yaptığı belli.

Aslında bu işi MİT'in değil, konuyla ilgili olan en uygun bakanın veya bizzat Başbakan'ın yapması daha uygun olurdu ya konumuz o değil. Konumuz ‘‘uyarının’’ bu kadar ‘‘geç’’ yapılmış olması.

Bu köşeyi düzenli okuyanlar bilecektir. 7-8 yıldır bu tip televizyon programcılığıyla ‘‘savaşıyorum’’.

Sadece televizyon değil, kendi gazetem dahil gazetelerin de ‘‘magazin’’ ilavesi adı altında her eve ‘‘pazarlama’’ dergisi sokmasına da burada karşı çıktım. Sonunda bunların ‘‘bedavadan’’ her eve verilmeyip, para karşılığı satılmasında ve tirajlarının düşmesinde payım oldu ama televizyonlarda bununla ilgili yazdığım yazılar, yaptığım programlar hiçbir işe yaramadı. Oysa ben bu programların, İstanbul ve bir iki büyük kentte yaşayan en kabadayısından 500-600 kişilik bir ‘‘paralı lumpen’’ grubunun ve bunlardan geçinen ‘‘kevaşelerin’’ yozlaşmış hayatını, Türkiye'nin geri kalanına ‘‘modern ve zengin insanların yaşam tarzı’’ gibi sunduğunu...

Bunun Türkiye'nin sosyal, kültürel ve nihayetinde siyasal yapısına büyük zarar vereceğini söyledim.

Bu yazılarımdan dolayı pek çok magazin gazetecisi hálá benden nefret eder. Benim ve aklı başında herkesin yıllar önce gördüğü bu ‘‘gidişatı’’ devletin ya da Milli İstihbarat Teşkilatı'nın yıllar sonra fark edip uyarıda bulunması son derece ‘‘elimdir’’. Türkiye'yi bekleyen diğer tehlikelerde de ‘‘uyanma’’ durumumuz bu ise vah bu memleketin haline.

Yoz magazinle mücadele RTÜK’ün işi


MİT uyarmış: ‘‘Magazin programları toplum düzeni için tehlike.’’

Ve televizyon yöneticilerinden ‘‘önlem’’ almalarını istemiş.

Televizyon yöneticisi önlem falan almaz. Program izleniyorsa, reklam veren reklam veriyorsa televizyon yöneticisi için o programdan iyisi yoktur. Bu anlayış yüzünden ‘‘beş para etmez’’ pek çok adam dolar milyoneri oldu. Yatlar, katlar, yalılar aldılar. Rezillik reyting getiriyordu. Reyting de para. Bu hesapla en rezil, en zengin oldu. Yıllar sonra uyanan devlet, yönetimleri uyardı. Oysa RTÜK tam da bu işleri düzenlemek için kurulmuştu. Bu konuda uyarılması gereken yer yönetimler değil RTÜK olmalıydı. Rezillik kaynağı bu programlar, her yayınlandıklarında hassasiyetle cezalandırılsalardı, işler bu hale gelmezdi. Ancak RTÜK başlangıçta bu rezalete dur demedi.

İlk yıllarında magazinlerde her türlü rezilliğe göz yuman RTÜK, haberlere ve haber programlarına siyasi iktidarların da etkisiyle ceza yağdırdı. Çizgi film yüzünden bile televizyon kapatıldı ama magazin programlarına dur diyen olmadı. Umarız artık magazin programları ve magazin tipi faydasız haberciliğe birileri dur der.

Derya Tuna'nın vurulması bu işin fitilini ateşlemiştir diye umuyorum.Çünkü bu fitil ateşlenmemişse, magazin sayesinde içten içe yanan bir başka fitilin bombası zaten 3 Kasım'da patlayacak. Bir sonraki seçim ise tam bir felaket olacak.

Bu ne cüret


BUGÜNLERDE televizyonda içimiz kan ağlayarak haber yapıyoruz.

Kanal D Haber'de adının geçmesi mümkün olmayan kişilerin haberlerini ‘‘ilk haber’’ olarak veriyoruz.

Bunun tek bir nedeni var.

‘‘Bu rezaleti gündemde tutmak.’’ Bu işin peşini bırakmamak. Türkiye'yi eşkıyaya teslim etmemek. Zaten İbrahim Tatlıses şimdi de ‘‘bizi’’ tehdit ediyor. Pazartesi gününe kadar Derya Tuna'nin açıklamaları ve yaptıkları onu tahrik ediyordu.

Tuna'nın işi halloldu, şimdi de ‘‘medyanın yaptıkları türkücüyü tahrik etmeye başlamış’’.

Mesaj açık: ‘‘Sizi de vurdururum.’’

O imparatormuş. Ayağa sıkmaz, başından vurdururmuş.

Fütursuzluğa bakın.Cürete bakın. Perşembe akşamı Kanal D Haber'de türkücünün gizli bir kasedini gündeme getirdik.

Orada net bir şekilde ‘‘Vur’’ emri verdiğini itiraf ediyor.

‘‘Orada öldürün dememiştim ama namus için öldürtürüm de’’ diyor.

Bu kadar net, bu kadar açık tehdit. Ne bir savcıdan ses çıkıyor, ne de başkasından.

‘‘Kısa dönem Adalet Bakanı’’ ise ‘‘magazin’’ diyor.

Yaralamanın, cinayetin, silahın, mafyanın magazini nasıl oluyor bir anlatsa da anlasak diyeceğim ama gereksiz. Tatlıses gibi sanatçıların olduğu ülkede, ‘‘bakan’’ dediğin de böyle oluyor.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Tabansız mafya bozuntularının kendilerini bir şey zannetmelerine izin verilmediği zaman.
Yazının Devamını Oku

Yazmaya bile değmezler

18 Ekim 2002
<B>NECATİ Doğru'</B>ya <B>‘‘Gazeteci namusunu korumak sana düşer’’</B> diye yazmıştım.<br>

Çünkü Halis Toprak tarafından ‘‘satılmışlıkla’’ suçlanıyordu.

Tipik olarak ‘‘kıvırdı’’ ve ‘‘Ben o zaman orada değildim. Suçlanan ben değilim’’ deme ve beni yalancı durumuna düşürme yoluna gitti.

Soyadına uygun davranmadığını yazdım. Ve tokat gibi belgesiyle ‘‘yalancının’’ ben olmadığımı gösterdim.

Yaladı yuttu.

Yazının Devamını Oku

Kürdistan, Türkiye'nin uydusu olur mu?

17 Ekim 2002
<B>ERTUĞRUL Özkök,</B> Güneydoğu sınırımızda bir Kürdistan kurulmasının Türkiye'nin aleyhine olmayabileceğini, bunun tartışılabilecek bir konu olduğunu yazdı dün. Bu düşünce ne ilk kez bu şekliyle ele alınıyor, ne de Ertuğrul Özkök bu konuyu ilk kez yazıyor.

Doğrudur.

Türkiye ‘‘bir büyük ülke’’ olarak, arka bahçesinde ‘‘dependent’’ yani bağımlı bir ülke yaratabilir ya da böyle bir oluşuma katkı sağlayabilir.

Böylelikle, komşusunun kim olacağına da karar vermiş olur. Ve komşusunu da bir miktar kontrol edebilir.


Fikir olarak kulağa hoş gelen, hele hele ‘‘imparatorluk’’ geleneğinden gelen bir ulus için ‘‘cazip’’ sayılabilecek bir yaklaşım.

Ama arka bahçeyi ‘‘hakkıyla’’ kontrol edebilmek için ‘‘büyük devlet’’ olmak, hatta bırakın büyüğü ‘‘devlet gibi yönetiliyor’’ olmak gerek.

Türkiye hangi ‘‘uzak görüş’’ ve ‘‘strateji üretme mekanizmasıyla’’ Kuzey Irak'ta kurulacak bir Kürt devletine hakim olacak.

Burnunun dibindeki Sovyetler'in çökeceğini göremeyen, bağımsızlaşan Türki cumhuriyetlerde ne yapacağını bir türlü kestirip politika üretemeyen, Bulgaristan'da Jivkov sonrasına doğru düzgün hazırlanamayan, Balkanlar'daki Türk ve Müslüman toplumlarla bile ‘‘sağlıklı diyalog’’ kurup, güç odağı haline gelemeyen Türkiye mi, Kuzey Irak'taki Kürt devleti üzerinde etkin olacak?

Bahçesini, bırakın bahçesini evinin salonunu toparlamayan biz mi, Kürt devletini arka bahçemiz olarak görüp sahip çıkacağız?

Tam aksine kurulması muhtemel bir Kürdistan'ın bizim topraklarımızı ‘‘arka bahçe’’ olarak görmesi daha büyük olasılık olabilir.

Geçtiğimiz günlerde gazetelere yansıyan bir fotoğrafta Kuzey Irak'ta bir kavşak açılışı vardı.

Kavşağın adı ‘‘François Mitterrand Kavşağı’’ olarak yazılmıştı tabelaya (Bizim gazeteler bunu, Kuzey Irak'ta Carrefour mağazası açıldı diye haber yaptılar. Oysa ‘‘carrefour’’ Fransızca ‘‘kavşak’’ anlamına gelir.) Mitterrand adına kavşak inşa edilen Kürdistan'da, bir Türk adına yapılmış değil kavşak ‘‘sokak’’ bile yok biliyor musunuz?

Kuzey Irak'ta Türkiye'nin uydusu bir Kürt devleti kulağa hoş gelir.

Ama IMF kapısında her yıl 13 milyar dolar dilenene, değil uydu, ‘‘köpek bile besletmezler’’. O nedenle komşunun tapulu bahçesine gecekondu yaptırmaya gelmez. O gecekondu yarın senin bahçene de taşarsa, o işe belediye bakmaz.

Tapu tahsisi veriverirler.

Mesajınız var


UYKUNUN derinliklerindeyim. Komodinin üzerindeki cep telefonu canhıraş bir biçimde haykırdı.

Yataktan fırlayıp saate baktım.

Saat sabahın 2'sini geçmiş.

Panikle fırladım yataktan.

Bu saatte diri mesajı gelmez.

Mutlaka bir felaket var.

Karanlıkta yerdeki terliğe basmışım.

Bileğim döndü.

Yana devrilirken bir şeylere tutunmak istedim. Sehpayı kavramaya çalıştım.

Ancak sehpa 90 kiloyu tutamadı.

O da devrildi.

Üzerindeki bardak ve tabakla beraber.

Yer ıslak.

Ben emekleyerek kalkmaya çalışırken kırılan bardağın parçası dizime battı.

Binbir güçlük içinde kendimi telefona kadar attım. Çünkü eminim ki, gece yarısı 2'de arayanın durumu, benim durumumdan daha beter.

Telefonun ekranında bir zarf ve yazı: Mesajınız var. Eyvah, eyvah!

Kimbilir nasıl bir felaket ki, mesaj atmış.

Hemen açtım. İçim rahatladı.

Bir felaket falan yok.

Mesajı yollayan Tansu Çiller ve DYP.

Benden oy istiyorlar. Gece yarısı 2'de.

Mesajla.

Olur veririm.

3 Ekim'i 4 Ekim'e bağlayan gecenin sabahında saat 2'yi az geçe bizim de size mesajımız var.

Hem de Turkcell üzerinden değil.

Canlı canlı...

Sandıktan çıkacak...

Turkcell'e uyarı


BU uyarım Turkcell'e. Sayın Turkcell yetkilileri.

Ailece GSM şebekenizi kullanıyoruz.

Allah'a şükür düne kadar bir şikáyetimiz de yoktu. Ancak bundan böyle gece yarısı saat 2'de veya günün herhangi bir saatinde tanımadığım birinden, numaramı vermediğim birinden bir mesaj alırsam sizi dava ederim.

Çünkü benim mahremiyetimi satıyorsunuz, pazarlıyorsunuz demektir.

Kimi ahlaksız firmalar bunu yapıyor olabilir, ama ben Turkcell'i onlarla bir tutmadığım için tercih etmiştim.

Farkınız olduğunu bana gösterin.

Ya da mahkemede hesap verirsiniz.

Telekom Üst Kurulu'nun bu rezalete ‘‘neden’’ seyirci kaldığını anlayamıyorum. Ama ben kalmayacağım.

Şaka yapmadığımı biliniz.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Öğrencilerin bakanlara attığı fırça, vatandaşın yüreğini haklı olarak ferahlatmadığı zaman.
Yazının Devamını Oku

İbrahim Tatlıses sanatçı mıdır?

16 Ekim 2002
<B>DERYA Tuna </B>vuruldu. Şaşıran yok. Bekleniyordu. Şimdi ne olacak? Birileri ortaya çıkacak veya ihbar edilecek.

Yakalanacak. Ve muhtemelen şöyle bir ifade verecek:

‘‘Davranışlarını yakışıksız buluyordum. Türk kadınına kötü örnek oluyordu, dayanamadım vurdum.’’

Ya da ‘‘İbrahim Tatlıses hayranıyım. Abime hakaret eder gibi davranıyordu, sinirlendim çektim vurdum’’ diyecek.

Yaralamadan dolayı 6 ay yatacak, çıkacak.

Aynen geçmişte olduğu gibi.

Hatırlayın Urfa'da çarşıda olan olayı.

Zavallı bir esnaf, İbrahim Tatlıses'le tartışığı için öldürülmüştü.

Tek suçu Tatlıses'e laf atmaktı.

Canıyla ödedi.

Ne oldu?

Hiiiiç!

Birisi çıktı, ‘‘İbrahim Abime laf söyledi temizledim’’ dedi, olay bitti.

Şimdi de aynısı olacak.

Bir ‘‘varoş çocuğu’’, nedensiz bir nedenle Derya Tuna'yı vurmuş olacak.

Ve ‘‘İbrahim Tatlıses Efsanesi’’ biraz daha büyüyecek.

Dün Kanal D Haber muhabirleri, ‘‘Bu durum İdo'yu nasıl etkiler?’’ diye sormak üzere psikolog aradılar.

Bir tek kişi bile konuşamadı.

Nedeni korku.

Daha önce Tatlıses'le ilgili Kanal D'ye hukuki görüş bildiren bir avukat ertesi gün arayıp, ‘‘Ben bunun Tatlıses'le ilgili olduğunu bilseydim konuşmazdım’’ dediğinde korkudan titriyordu.

Peki bu kadar korku salan adam kim?

Mafya babası mı?

Hayır.

Türkücü...

Ya da ‘‘Türk tipi sanatçı’’.

Sanatından çok olaylarıyla anılan birisi.

Kurşunlar, delik deşik olmuş otomobiller, ölü esnaf. Bacağından vurulmuş sevgili.

İbrahim Tatlıses coşturuyor hepimizi. O söylüyor, biz eğleniyoruz.

Şarkımızın adı ‘‘Seni sevmeyen ölsün’’.

Dış gelişmeler MHP’ye yarıyor


DEVLET Bahçeli, Allah'ın sevgili kullarından olmalı.

Türkiye seçime giderken, Türkiye'nin dışındaki gelişmelerin tamamı Bahçeli'nin ekmeğine yağ sürüyor.

‘‘MHP baraj sorunu yaşar mı?’’ diye sorulurken birdenbire yanıbaşımızda bir Kürt devleti tehlikesi beliriyor. Uyum yasaları çıkıp, AB yolu açılınca MHP'nin aldığı yara, Avrupa Birliği Komisyonu'nun Türkiye'yi adam yerine koymayan raporuyla onarılıyor, hatta tam aksine MHP'nin ‘‘AB karşıtı’’ tavrında haklı olduğu yolunda en iyimser kesimlerde bile bir düşünce oluşuyor.

MHP saflarında 4 yıllık iktidar sırasında oluşan tüm gedikler, uluslararası politikada Türkiye aleyhine gelişmelerle kapanıyor.

Bu kafayla tribün güvenliği olmaz


GALATASARAY Başkanı Özhan Canaydın aradı.

‘‘Biz sözümüzün arkasındayız ama herkes de arkasında olmalı’’ dedi.

Fenerbahçe ile oynanan basketbol maçında bir avuç Galatasaraylı izleyicinin salondan atılmasını eleştirmiş, ‘‘Hani kendi biletini alıp gidene bir yasak yoktu’’ diye sormuştum.

Canaydın, ‘‘Ben de şaşırdım. Konuşulanlar böyle değildi’’ diyor.

Canaydın, Aziz Yıldırım'dan telefon bekliyordu.

‘‘Çok beklersiniz’’ dedim.

Ayrıca olaylarda Aziz Yıldırım'ın da suçu yok. Suçlu Vali ve İstanbul Emniyeti.

Taraftarları koruyacağına salondan atıyor.

Bu kez sayı azdı atabildin.

Ya yarın 500 kişi gelirse ne yapacaksın?

Atamayacaksın. Tam aksine arbede çıkacak. İnsanlar yaralanacak, belki de daha kötüsü.

Zaten atmaya hakkın da yok. Adam parasını verip salona girme hakkını satın almış.

Polis hangi hakla bu hakkı gasp edebilir.

Polis polisse hak gasp etmeyecek, tam aksine hak sahibini koruyacak.

Ama nerdeeee!

Spor müsabakalarının güvenliği konusunda İstanbul Emniyeti sezon başında varılan kararı uygulayacak güçte görünmüyor.

Bu yıl tribünlerde her şey olabilir.

Benden uyarması...

Cem Uzan’a darbe


DERYA Tuna'ya yönelik saldırı Cem Uzan'ın siyasi gücünü hayli etkileyecek. İbrahim Tatlıses'in bu saldırıyla birlikte anılması siyaset meydanlarında hoş karşılanmayabilir. Cem Uzan'ın mitinglerine olan ilgi hayli azalır.

Benim bildiğim Cem Uzan şimdi Mahsun Kırmızıgül'ün peşine düşmüştür bile.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Meydan, hukuka meydan okuyan magandalara bırakılmadığı zaman.
Yazının Devamını Oku

Kürdistan'da dönülmez akşamın ufkundayız

15 Ekim 2002
<B>AMERİKA </B>Birleşik Devletleri, 6 yıl önce Kuzey Irak'tan alıp Guam Adası'na götürdüğü <B>‘‘Kürt Coniler’’</B>i Kuzey Irak'a geri yolluyor. Hatta bir rivayete göre bunların ‘‘bir bölümü’’ çoktan Kuzey Irak'a dönmüş bile.

Bu da Türkiye ‘‘gerekli tepkiyi’’ göstermezken, ABD'nin, Kürdistan planını ‘‘adım adım’’ uyguladığının göstergesi.

Batı'nın 1900'lerin başından beri kurmak istediği ancak bir türlü kuramadığı Kürdistan, artık kuruluyor.

Bu yazdığım satırların benzerini son 10 yıl içinde pek çok kez tekrarladım.

‘‘Emperyalizm’’in Ortadoğu planı, petrolün hayatımıza girdiği günden beri değişmiyor.

Atatürk gibi ‘‘mucizevi’’ adamlar bazen bu planı bozuyor ve ertelenmesine neden oluyorlar ama plan hiçbir zaman yırtılıp atılmıyor.

Sadece rafa kaldırılıyor.

Amerika bu eski ‘‘İngiliz’’ planını raftan indirdi ve 1980'lerın ortasından bu yana uygulamaya koydu.

ABD, birleşemedikleri için yüz yıldır Kürdistan'ın kurulmasının önünde engel olan Kürt grupları Amerika'da defalarca bir araya getirip birleştirdi.

Kürt gruplar arasındaki rekabeti ‘‘ülke için siyasi rekabet’’ haline dönüştürdü.

Türkiye'nin yanı başında böyle bir şey yapması mümkün olmadığı için, binlerce Iraklı peşmergeyi Guam'a götürüp eğitti.

Böylelikle kuracağı bir Kürt devletinin ‘‘askeri ve bürokratik eliti’’ni yetişirdi.

PKK'yı durdurup, elebaşını da yakalayıp Türkiye'ye teslim ederek Kuzey Irak'a ‘‘sıcak takip’’ bahaneli girişleri engelledi ve Türkiye'nin bu bölgedeki hakimiyetini bitirdi.

Türkiye'de de büyük hatalar yapıldı.

ABD'nin Kürtleri birleştirme operasyonlarına yeterli tepki gösterilmedi.

Kuzey Irak'ta büyük deneyim kazanmış subayların büyük bölümü ordudan ayrıldı.

Ve şimdiki noktaya gelindi.

Burada yıllardır, defalarca yazdım.

‘‘Kürt devleti kuruluyor, siz daha hangi ‘casus belli'den söz ediyorsunuz’’ diye.

Şu anda son derece kritik bir noktada Türkiye sıkıştırıldı.

ABD’nin mesajı net:

‘‘Ya burada bekçim sen olursun, ya da ben kendi bekçimi buraya koyarım.’’

Türkiye, yılların biriken hatalarıyla buraya sürüklendi.

Bakalım nasıl çıkacağız?

Ancak ‘‘o arada’’ bir Kürdistan kurulursa, bu bölgede kurulacak ‘‘tek yeni devlet’’ olmayacak.

İlgilenenlerin haberi olsun.

Kulüp başkanları taraftara yalan mı söyledi?


KULÜP başkanları ve İstanbul Valisi bir araya gelip, benim de çok desteklediğim bir karar almışlardı.

Kulüpler deplasman maçlarına taraftar götürmek için ‘‘organizasyon’’ yapmayacaklardı.

Ancak yine aynı başkanlar ve vali, ‘‘İsteyen kendi biletini alır gider’’ diyordu.

Ki normal olan da buydu.

Aksi Anayasa'ya aykırı bir biçimde ‘‘özgürlüklerin kısıtlanması’’ anlamına gelirdi. Ancak başkanların ve İstanbul Valisi'nin ‘‘boş konuştuğu’’ bu hafta sonu ortaya çıktı. ‘‘Kendi imkánlarıyla’’ Fenerbahçe-Galatasaray basketbol maçına giden ‘‘Bir avuç Galatasaraylı’’ taraftar, salondan ‘‘güvenlik güçleri marifetiyle’’ yaka paça atıldılar.

Hani ‘‘isteyen kendi imkánlarıyla gidebilecekti’’.

Üç büyük kulübün başkanına ve İstanbul Valisi'ne ‘‘doğruları söylememek’’ ve ‘‘lafının arkasında durmamak’’ yakıştı mı?

Bu kafayla mı tribün terörü önlenecek? Bu kafa tribün terörünü önlemez, tam aksine artırır.

Tanrı Türk sporunu ve sporseverini bu iş bilmez başkanlardan ve mülki amirlerden korusun!

Sezer duruma el koymalı


YABANCI bir yatırımcı grubu, Akdeniz'de bir Türk turizm grubuyla ortak olmaya hazırlanıyordu. İlk etapta 50 milyon dolarlık bir yatırım yapılacak, ardından da yatırım miktarı 100 milyon dolarlar seviyesine çekilecekti. Dün yabancı yatırımcılarla Türk turizmci grup arasında bir MOU (Memorandum of Understanding) imzalanacak ve yılbaşında da nihai anlaşma yapılacaktı. Türk yatırımcı, anlaşmanın imzalanacağı saatlerde çok büyük şok yaşadı. Yabancı grup ‘‘imzayı erteleyelim’’ mesajını yollamış ve imzaya gelmemişti. Gerekçe ise çok basitti: ‘‘Irak'a yapılacak operasyonun boyutu ve Türkiye'ye etkileri belli olmadan bir imza atmak niyetinde değiliz. Biraz beklemek istiyoruz.’’ Sadece tek ve küçük bir turizm anlaşmasından Türkiye'nin ilk andaki kaybı 50 milyon dolar.

Şu andaki durum Türkiye açısından en kötüsü: Belirsizlik. Cumhurbaşkanı hızla bu duruma el koymak zorunda. Sezer liderleri ve askerleri toplayarak bu konuda ‘‘seçimi beklemeden’’ bir politika oluşturulmasına öncülük etmek zorunda. Saatlerin önemli olduğu günlerde Türkiye, seçimden başka bir şey düşünmeyen politikacıların keyfini bekleyecek durumda değil.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Hesap sormak, hesabı kaynatmak anlamına gelmediği zaman.
Yazının Devamını Oku

O zaman yazı yazmak lazım

14 Ekim 2002
<B>ZOR </B>iştir gazetecilik... Karşınızda hep birileri vardır. Yazarsınız. Yazdığınız için sizden nefret edenlerin sesi size kadar ulaşır. Hakkınızda yalanlar söylenir. Karalamaya çalışanlar olur. Bunlar bazen yanınıza, dibinize kadar gelirler. Karanlık, habis ruhların hedefi haline gelirsiniz. Huzurunuzu kaçırırlar. Tek nedeni ‘‘adam gibi’’ olmaya çalışmanızdır. Kimsenin adamı olmamanız, hiçbir ‘‘gruba’’ katılmamanızdır. Siz sırtınızı sevdiklerinize verip, yalnız ama dimdik durmaya çalıştıkça yüklenirler. Şerefsizce, onursuzca.

Onların yüklenmeleri, iftiraları ağır gelmez. Onların ‘‘hasta’’ ruhlarını tanırsınız.

Ağır gelen, zor gelen bu ‘‘iblislere’’ inanacak ‘‘adam gibi adamların’’ düşünceleridir.

Çünkü o düşünceler sizin için önemlidir. Takmaz gibi görünürsünüz ama üzülürsünüz.

‘‘Yeter artık!’’ dersiniz.

Eliniz daktilonun tuşlarına küser.

Yazmak istemezsiniz. ‘‘Bırakıp git’’ diye haykırır kulağınızın dibinde bir ses.

Karar verirsiniz bırakmaya.

Ama ‘‘hatırını kıramayacağınız’’ bir el tutar elinizi.

Ve bir ‘‘mektup’’ çıkar postadan.

Okursunuz.

İçiniz aydınlanır.

Vazgeçersiniz ‘‘her şeyi’’ bırakmaktan.

Yaptığınızın doğruluğuna olan inancınızın sağlaması yapılmıştır artık. İşte öyle bir mektup çıktı dün posta kutumdan.

Aşağılık, satılmış ruhlara ve belki de bedenlere inat.

İşte o mektup:

‘‘Merhaba, ben Gülden...

Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü mezunu bir oyuncuyum.

Mezunum ve bunda sizin de payınız var. İşte bunun için size teşekkür etmek istedim.

Geçen mart ayında Mimar Sinan Üniversitesi genelinde 200 öğrenci harç bedellerini vaktinde ödeyemedikleri için sınıfta bırakılmış, hatta bazıları okuldan atılma tehlikesi ile yüz yüze gelmişti.

İşte ben de o günlerde birkaç arkadaşımla birlikte sesimi duyurma çabasındaydım.

Bir şekilde size ulaştım. Siz de bize yardımcı olup, gazetedeki köşenizde sesimizi duyurmamıza aracı oldunuz.

Ben bu arada bir arkadaşımla birlikte hakkımı idari mahkemede de aramaya karar verdim.

Öncelikle mayıs ayı başında bir ara kararla harç bedelimi yatırdım ve bütün sınavlarımı verip haziranda mezun oldum.

Acele etmeliydim çünkü rektör yardımcılarından biri elimdeki mahkeme kararına rağmen parayı almak istemedi ve mahkeme başkanını aradı.

Bu arada biz de sizin ve birkaç gazetecinin daha ilgili yazılarının kupürlerini mahkeme başkanının otomobilinin sileceğine sıkıştırdık.

Neyse; sonunda ben mezun oldum.

Benim mahkeme kararını emsal gösteren pek çok öğrenci de sınıflarını geçtiler.

Temmuz ayında bir karar daha geldi. Mahkeme sonuçlanmıştı ve kararın başında büyük harflerle şöyle yazıyordu: TÜRKİYE CUMHURİYETİ SINIRLARI İÇİNDE HİÇBİR ÖĞRENCİNİN OKUMA HAKKI ELİNDEN ALINAMAZ.

Desteğiniz için binlerce kez teşekkürler.’’

İşte bu ‘‘Mesleği’’ çevredeki bütün ‘‘Aşağılık’’ ruhlara karşyı sürdürmek için müthiş bir neden.

Binlerce öğrencinin 1 yılı.

Binlerce yıl kazanıldı.

Bugün benden mutlusu yok.

Bazılara bundan müthiş bir mutsuzluk duysa da!

Seçimden sonra 3 ay kapansa umuru değil


‘‘UZANLAR Seçim Yasağı takmayacak’’ diye yazdığımda cuma günü öğle saatleriydi. Cuma akşamı ‘‘haklı olduğumu’’ gördüm. Star Haber'de 15 dakika katıksız ‘‘haber süsü verilmiş’’ Cem Uzan propagandası. Cem'in konserleri ve avanta yemekleri ardı ardına haber. Reha Muhtar bile bu ‘‘rezaleti’’ okumaya utandığı için, hiç değilse yarısını yanına oturttuğu kızcağıza sunduruyor. Cumartesi günü de durum farklı değil. Star televizyonu ve Kral FM, Metro FM, Süper FM, Joy FM gibi Uzan radyoları haber adı altında bitmeyen bir Cem Uzan propagandası.

Cem Uzan'ın planı belli.

Seçime az zaman var. Bu az zaman içinde televizyonlar bütün yasaklamalara rağmen Cem Uzan propagandası yapacaklar. RTÜK izleyip YSK'ya bildirecek. YSK oturup karar alacak. O zaman kadar seçim olacak. Cem Uzan ‘‘Seçimden sonra isterse 3 ay kapatsınlar umurumda değil’’ diyor. Bütün geleceğini kazanacağı bir ‘‘dokunulmazlığa’’ bağlamış birinin böyle düşünmesi çok normal.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Fahişe ruhluların evimizin içine sızmasına izin verilmediği zaman.
Yazının Devamını Oku

Kürdistan'a karşı devekuşu politikası

12 Ekim 2002
<B>BURADA </B>aylar yıllardır yazıyoruz, <B>‘‘Siz hangi Kürt devleti kurulma olasılığından söz ediyorsunuz. Kürt devleti kuruldu bile’’ </B>diye. Türk basını yeni uyanır gibi oldu.

Geçen bir gazetede ‘‘İşte sınırdaki tabela’’ diye Habur sınır kapısındaki ‘‘Welcome to Kurdistan’’ tabelasını gösteriyorlar.

O tabela orada en az 7 yıldır var.

Körfez Savaşı'ndan beri Kuzey Irak'ta Kürdistan adım adım kuruldu.

PKK'nın ‘‘sona erdirilmesi’’ bile bu kuruluşun son aşamaya geldiğinin göstergesiydi.

Türkiye ise hálá ‘‘devekuşu politikası’’ izliyor.

Türkiye ‘‘Yok’’ diye bağırıyor, Kürt devleti ise ‘‘Buradayım’’ diyor.

Parasıyla, anayasasıyla, parlamentosuyla her gün biraz daha ortaya çıkıyor, şekilleniyor.

Türkiye ise ‘‘yok’’ saydığı bir durum için politika da üretemediğinden duruyor.

Umarım ‘‘Aaa, varmış’’ dediğimiz gün, Türkiye açısından ‘‘çok geç’’ olmaz.

Soyadı hatası


PERŞEMBE günü köşemde gazeteci Necati Doğru'ya seslenmiştim.

Halis Toprak Milliyet Gazetesi ekonomi sayfasının kendisine hasmane tutum aldığını söyleyerek bu gazeteyi suçlarken iddiaların hedef aldığı dönemde gazetenin ekonomi servisinin başında Necati Doğru'nun olduğunu ve bu iddiaya ‘‘doğru düzgün bir gazeteci’’ olarak bilinen Doğru'nun yanıt vermesi gerektiğini belirtmiştim.

Necati Doğru dün ‘‘kaçak’’ bir yanıt veriyor Sabah'taki köşesinde.

Diyor ki: ‘‘Fatih Altaylı araştırmadan, arşivlere girip bakmadan, terleyip emek vermeden yazı yazmış. Paktaş olayı sırasında ben Milliyet'te değildim.’’

Aklınca benim yazımı yalanlıyor.

Aslında haklı. Farkında olmadan okuyucularımı yanlış bilgilendirmiş ve Necati Doğru için ‘‘doğru düzgün’’ tanımlamasını kullanmışım.

Yazımdaki tek hata bu.

Doğru'nun yanıtı, benim yanılgımın delili.

Çünkü Necati Doğru ‘‘doğru söylemiyor’’.

Yaşına başına saygım olmasa ‘‘yalan söylüyor’’ diyeceğim ama demeyeyim.

O bana ‘‘terlemeden, emek sarf etmeden’’ yazmış diyor, ona cevap vereyim de, Necati Doğru'nun ‘‘yeni kişiliği’’ hakkında siz fikir sahibi olun.

Benim bakma zahmetine katlanmadığım arşivlerde Doğru'nun hatırlanmasını istemediği çok şey var galiba.

Ama ben o arşivlere baktım..

Bakın Necati Bey, hafızanızı bir tazeleyelim isterseniz.

Tarih 13 Ocak 1990.

Gazete Milliyet.

Yer sizin köşeniz.

Başlık: ‘‘Müthiş... 10 puan’’

Ve yazınız şöyle başlıyor:

‘‘Mutlaka şu Paktaş olayı kulaklara tıkanan pamukları çıkaracaktır. Paktaş pamuk işler. Tekstil üretir...’’

Doğru mu Necati Doğru.

Yazıyı hatırladın mı?

Hadi söyle bakalım bu yazı sana emirle mi yazdırılmıştı.

Hatırlamadıysan, sana yazının gerisini de fakslayayım da arşive bakmış mıyım, bakmamış mıyım gör.

Sonra hálá ‘‘kıvırmaya, kaçmaya’’ çalışacaksan kaç.

Ayrıca çok da önemli değil.

Benim soyadım Altaylı. Ama ben Galatasaraylıyım.

Olur böyle şeyler.

Senin soyadın Doğru. Sen nerelisin!

NOT: Necati Doğru sadece Milliyet'te değil, o dönemlerde çalıştığı bütün gazetelerde Paktaş olayı ile ilgili yazılar yazmıştı. O gazeteler de elimde mevcut.

Uzanlar son hafta yasak takmayacak mı?


STAR televizyonu cezasını tamamladı ve yayına başladı. Star'ın ve grubun diğer iki televizyonunun kapalı olduğu süreçte bayrağı Star 24 adlı ‘‘yeni’’ haber kanalı devralmış ve Cem Uzan'ın partisinin tanıtımları buradan yürütülmüştü.

Bu arada Yüksek Seçim Kurulu bu grubun radyolarından bazılarını da kapatmıştı.

Fakat her nedense ‘‘kimi Uzan radyoları’’ kapatılmamışlardı.

Aynı grubun elinde bulunan Joy FM kapatılmamıştı.

Zannederim, YSK bundan sonra bu radyoları da ele alacaktır.

Bu arada bu gruba ‘‘yakın’’ kaynaklardan bilgiler de geliyor.

İddialara göre Uzanlar'a ait radyo ve televizyonlar son haftaya girilirken, her şeyi göze alıp, ‘‘propaganda’’ yayınlarına yüklenecekler.

Yüksek Seçim Kurulu'nun karar alma sürecinin biraz uzun olması nedeniyle böyle bir karar alındığı söyleniyor.

Seçime kadar her şey yapılacak.

Kapatma cezaları ise seçimden sonra gelecek.

Böylece ‘‘amaca’’ ulaşılmış olacak.

Bu sadece bir ‘‘duyum’’.

Ancak Uzanlar'ın üslubunu bilenler için böyle bir şey sürpriz olmaz.

YSK bu konuda ‘‘hazır ve hızlı’’ olmak zorunda.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


Pollyanna'nın iyi bir diplomat olmadığını anladığımız zaman.
Yazının Devamını Oku