Ercan Kumcu

Toz duman arasında görülenler

26 Haziran 2006
ORTAKLIK toz duman içinde. Böyle durumlarda neyin neden olduğunu anlamak da zorlaşıyor. Zorlaştıkça, her türlü açıklama akla yatkınmış gibi görünüyor. Finans piyasalarında yaşanan çalkantının en önemli boyutlarından biri Türk parası üzerinde oynanan spekülatif faaliyetlerdir. "Kurları yukarı çıkar, sat." oyunu para kazandırmaktadır. Aynı şekilde, "kurları indir, al" oyunu da prim yapmaktadır.

Durumu hep beraber seyrediyoruz. Seyretmekle kalmayıp neden Türk parasının bir aşağı bir yukarı gitmesine güzel nedenler de buluyoruz. Örneğin, üç yıldır Türkiye ekonomisindeki cari işlemler açığı hiç kimseyi rahatsız etmemişken, Güney Afrika’da cari işlemler açığının artmış olması Türkiye’deki piyasaları alt-üst edebilmektedir!

Bu şekilde bahaneler bulunup finans piyasalarında yaşanan sorunun "dış kaynaklı olduğu" yönündeki açıklamalar çok akla yatkın görünüyor. Biz de buna inanıyoruz. Sonuçta, küresel sorun diye "yapılabilecek bir şey yok" görüşü yaygınlaşıyor. Galiba, kendimizi aldatıyoruz. Bu gerçeği haziran enflasyonun açıklanmasından sonraki gelişmelerle daha iyi görebileceğiz. Ama, bugünleri hafife aldığımızdan ileride toparlanma yine zor olacak.

ENFLASYON HEDEFLEMESİ

Finans piyasaları döviz kurlarını yükselterek Merkez Bankası’nın hangi düzeyde piyasaya müdahale edeceğini anlamaya çalışıyor
. Önce piyasalarca bu düzey dolar kurunda 1.60 sanıldı, cuma günü "acaba 1.70 mi?" sorusunu sordurdu. Merkez Bankası, en azından görüntü itibariyle, pek oralı olmadı. Piyasalar kuru bir üst düzeye taşıyarak yeni bir arayışa giriyorlar. Bu şekilde, ilginç bir oyun izleme olanağına kavuşuyoruz. Bir süre sonra piyasalarda oralı olmamaya başlayabilecektir.

Bütün bu görüntünün verdiği izlenim Merkez Bankası’nın kısa dönemde enflasyon hedeflemesini boşladığıdır. Sanki, "kurlar nerede istikrara kavuşacaksa, oraya kadar gitsin" denilmektedir. Kurlara müdahale edildiğinde müdahale edilip edilmediği dahi anlaşılamamaktadır. Bu bir yaklaşımdır. Ama, bu yaklaşım, enflasyon hedeflemesi olan bir merkez bankası için intihar etmek anlamına gelir.

Enflasyon artacaktır. Arttıktan sonra da hedefe varmak için yeniden çalışmaya başlanacak gibi görünmektedir. Çok geç kalınmış olacaktır. Bütün bu komedide "Merkez Bankası’nın itibarı" kavramı dışlanmaktadır, ya da pek önemli görülmemektedir.

Para politikası bir kez daha başarısız görülecektir. Bir kez daha, son dört yılda ekonomide izlenen olumlu gelişmelerin tek nedeni Türk Lirası’nın geçmişte değer kazanması olarak görülecektir. Merkez Bankası kamuoyunu bu yanlışa ikna etmeye çalışıyormuş gibi bir izlenim vermektedir. Yazık olmaktadır. İlerideki yıllarda gündeme gelecek istikrar önlemleri de bugünden sakatlanmaktadır.

Yaz tatili nedeniyle yazılarıma iki hafta kadar ara veriyorum.

Akla gelen sorular

ÖNÜMÜZDEKİ dönemde, enflasyon, kötümser beklentilerin dahi iyimser kalabileceği boyutta artabilecektir. İster istemez insanın aklını tırmalıyor:

Dolar kuru 1.40’dan 1.35’e inince kurların oynak olduğunu düşünerek müdahale eden Merkez Bankası için nasıl oluyor da altı haftada dolar kuru 1.30’dan 1.70’e çıkınca kurlardaki dalgalanma dolayısıyla müdahale gerekli görülmüyor?

60 milyon dolar döviz rezerviyle yüzde 20 enflasyon içinde debelenmeyi mi yoksa 50 milyar dolar döviz rezerviyle tek haneli enflasyonla istikrar içinde yaşamayı mı tercih etmeliyiz? Biz bu döviz rezervlerini neden biriktirdik?

Bir ülke döviz rezervlerine ne zaman ihtiyacı olur?

İhtiyaç olduğunda döviz rezervleri kullanılmayacaksa, döviz rezervi biriktirmenin parasal genişleme yoluyla neden olduğu ekonomik maliyeti nasıl haklı kılabiliriz?

Geçmiş dönemde döviz kurları daha fazla düşmesin diye döviz rezervleri biriktirdiysek, aynı duyarlılığı döviz kurlarının yükselmesi durumunda neden gösteremiyoruz? Yoksa, 2001 yılı şubat ayında olduğu gibi, IMF yine elimizi mi tutuyor?

Merkez Bankası’nın döviz kurlarındaki çıkışa "dur" diyeceği bir döviz kuru düzeyi mevcut mudur? Mevcutsa, bu düzey biraz yüksek tutulmamış mıdır? Mevcut değilse, Merkez Bankası para politikası uyguladığını mı sanmaktadır?

Kısa vadede enflasyon hedefini tutturamayan bir merkez bankasının orta vadeli hedeflerine itibar etmek mümkün müdür?

Yabancıya kıyak yerliye dayak

YATIRIM araçları arasında vergi mevzuatından doğan bir kayırma yaratmamak için devlet bonolarından elde edilen kazançlara yüzde 15 stopaj getirildi. Bu vergiyi yerli ve yabancı demeden tüm yatırımcılar ödemek durumundaydı. Verginin konması bence yanlıştı. Ama, Maliye Bakanlığı’nın bu konudaki geleneksel takıntısı aşılamadı. Devletin kendi çıkardığı yatırım araçlarını vergi yoluyla daha çekici hale getirmesi kadar doğal bir durum olamaz. Dünyanın birçok ülkesinde uygulama bu yöndedir.

Yabancı yatırımcılar duruma tepki verdiler. Devlet dayanamadı. Bir ilk gerçekleşti. Yabancı yatırımcılar vergiden muaf tutuldu. Yerli yatırımcıların vergi yükümlülüğü yüzde 10’a düşürülerek devam ettirildi. Yani, ilk kez ülke içinde yerleşiklere göre yurt dışında yerleşiklere avantaj sağlandı. Genellikle bunun tersi olur. Uluslararası kuruluşlar itiraz ederler. Kendi yatırımcısına "enayi" gözüyle bakan ilk devlet biz olduk galiba.
Yazının Devamını Oku

Geç kalındıkça sorunlar katlanıyor çözüm zorlaşıyor

25 Haziran 2006
EKONOMİK görünüm, bugün ve yakın gelecekte bu köşede "eğitim" konularında ahkam kesmeye pek izin vermeyecekmiş gibi görünüyor. Bu köşeyi pazar günleri "eğitim" yazıları için izleyen okurlardan özür dilerim.

20 Haziran günü Merkez Bankası Para Politikası Kurulu (PPK), tarihindeki ilk olağanüstü toplantısını takiben olağan aylık toplantısını yaptı. Toplantıdan sonra yapılan açıklamada olağanüstü toplantıda alınan faiz artırım kararının önemi vurgulandı ve ekonomik gelişmelerin şimdilik orta vadeli enflasyon hedeflerini tehdit etmediği yorumu yapıldı. Faiz artırımının döviz kuru artışlarını durdurulabileceği düşünüldü.

23 Haziran günü Merkez Bankası bugün için PPK’yı yeniden olağanüstü toplantıya çağırdı. Üç günde ne değişmişti?

KORKUYOR GÖRÜNTÜSÜ

20-23 Haziran tarihleri arasında
iki haber piyasaların ilgisini çekti. İlki, Güney Afrika ekonomisinde cari işlemler açığının artmasıydı. İkincisi ise Amerika’da enflasyon kaygılarının artmasıyla FED’in bu ay sonunda faizleri 0.25 değil, 0.5 puan artırabileceğiydi. Her ikisi de küresel sermayeyi ilgilendiren konulardı. Bizi daha da fazla ilgilendirdi. Bizim piyasalar çok daha fazla sallandı.

Nisan ayı enflasyonu mayıs ayı başında herkesi şaşırtmıştı. Enflasyon rakamları açıklanmadan bir hafta evvel her şeyin yolunda gittiği gerekçesiyle Merkez Bankası faizleri düşürmüştü. Açıklanan rakamlar her şeyin yolunda gitmediğine işaret etti. Ardından, küresel rahatsızlıklar oluşmaya başladı. Türkiye ekonomisi hem kendi dalgasının hem de uluslararası dalgaların etkisi altına girdi.

Merkez Bankası kısa vadeli faizleri piyasa beklentilerinin üzerinde artırdı. Köşesine çekildi. Dolar kuru 1.3’ten 1.6’ya tırmanırken Merkez Bankası seyirci kaldı. Dolar kuru 1.6’yı gördüğünde belli belirsiz bir müdahale yapıldı. Müdahale fikri doğruydu, ama piyasa dinamiklerini değiştirmekten çok uzaktı.

Geçen cuma günü dolar kuru 1.7’yi geçince Merkez Bankası yine belli belirsiz bir müdahalede bulundu. Piyasa dinamikleri kötüleşmeye devam ederken, bu müdahale hem yetersiz hem de anlamsız oldu. Saat 17.30’dan sonra yapılan müdahalenin ise en iyi ihtimalle "artık ben ciddileştim" yolunda bir mesaj değeri olabilir. Bu duruşun testi yarın yapılacaktır.

Merkez Bankası döviz satmak istemiyor. Belki de, Merkez Bankası’nın döviz satmasına IMF izin vermiyor. Daha da kötüsü, Merkez Bankası piyasalara döviz satmaktan korktuğu izlenimini veriyor. Verdiği bu izlenimle, Merkez Bankası faizleri ne kadar artırırsa artırsın, döviz piyasasındaki dinamikleri değiştirebilmesi mümkün değildir.

KAYBEDİLEN MAÇ

Bugün yapılacak PPK toplantısında büyük bir olasılıkla kısa vadeli faizlerin artırılması kararı verilecektir
. Geçen defa 1.75 puan artırılmıştı. Diyelim ki, bu kez de 3.75 puan artırıldı. Giderek bozulan dinamiklerle kısa vadeli faizlerin 3.75 puan artması önümüzdeki 3-5 hafta içinde döviz piyasasını durduramayacaktır. Piyasa döviz istemektedir. Piyasa Merkez Bankası’nın piyasaya müdahale etmeye muktedir olup olmadığını görmek istemektedir. Çünkü, bugüne kadar piyasalar Merkez Bankası’nın bu gücünü göremedi.

Dolayısıyla, PPK madem ki para politikası konularında karar veren bir organdır, o halde, Merkez Bankası’nın döviz piyasasına müdahale etmesi kararını da almalıdır. Bu alanda bir mertebe zikretmeden idareye açık bir biçimde yetki vermelidir. Bunun da piyasalar için bir mesaj değeri olacaktır.

Belli ki, Merkez Bankası İdaresi böyle bir kararı tek başına almak istememektedir. Belki de haklıdır. Çünkü, geçmişte kime, ne kadar, hangi kurdan döviz sattı diye Merkez Bankası yöneticileri mahkemeye verilmişlerdir. Para politikası mahkemeye düşmüştür!

Geç kalındıkça sorunlar ağırlaşmakta, piyasa dinamikleri daha fazla bozulmaktadır. Dolayısıyla, çözüm zorlaşmaktadır. Bozulan dinamikleri tamir etmenin maliyeti daha ağır olmaktadır. Enflasyon hedeflemesi yapan bir merkez bankası açısından dolar kurunun 1.3’ten 1.45’e gelmesine seyirci kalınarak maç kaybedilmiştir. Şimdi, enflasyon hedeflemesi açısından para politikası madara olmuş durumdadır. Bunu kısa vadede tamir etmenin olanağı da yoktur.

Yarın bu konulara yine gireceğim.
Yazının Devamını Oku

Kalıp kalmamaya karar vermek istiyorlar

23 Haziran 2006
YABANCI yatırımcıların Türkiye ziyaretleri genellikle ilkbahar ve sonbahar aylarında yoğunlaşır. Bu kez, olağandan daha yoğun bir biçimde, küresel hareketlilikle mayıs ayının ortasından bu yana yabancı yatırımcılar Türkiye’ye akın etti. Ellerinde sayfalarca sorular var. Soruların yanıtları ise o denli kolay değil.

Geçenlerde Erdal Sağlam da bu konuya değindi. Yatırımcıların Türkiye’ye gelip sorularına yanıt aramalarının nedeni yeniden Türkiye’ye girmekten çok Türkiye’de kalıp kalmamaya karar vermeye yönelik olduğu düşüncesindeyim.

Yabancı yatırımcıların risk iştahı radikal bir biçimde değişti. Dört-beş yıldır Türkiye gibi gelişmekte olan piyasalardan uluslararası yatırımcılar çok büyük paralar kazandılar. Bu aşamada, daha çok para kazanmak yerine kazandıklarını korumak daha önemli hale geldi. Dolayısıyla, bizim gibi ülkelerin de kısa vadedeki hedefi finans piyasalarına yeni yabancı yatırımcılar çekmek değil, gelenlerin kalmasını sağlamak olmalı. Bu yaklaşım çok daha gerçekçi görünüyor. Ama, işimiz kolay değil.

EKONOMİK

Yabancı yatırımcılar ekonomik konularda sırasıyla soruyorlar.

1. Özellikle nisan ayında, sonra da mayıs ayında enflasyon neden şaşırtıcı çıktı?

2. Merkez Bankası buna ne diyor?

3. Merkez Bankası’nın faiz artırımı zamanlama ve büyüklük açısından doğru muydu? Yeni faiz artırımları gündeme gelebilir mi?

4. Yeni Merkez Bankası yönetimi güven veriyor mu?

5. Merkez Bankası hükümetten ne kadar bağımsız?

6.
Merkez Bankası gerçekten fiyat istikrarına odaklanmış görünüyor mu?

7. Merkez Bankası’nda kurumsallaşmanın düzeyi nedir? Yeni Başkan ile birlikte para politikasına bakış açısının değişmesi ne kadar olasıdır?

8. Cari işlemler açığını azaltmaya yönelik olarak hükümet ne gibi önlemler düşünmektedir?

9. Yeni bir kemer sıkma politikası (fiscal austerity) gündeme gelebilir mi?

10.
Kamu borç stoku faiz ve kur artışlarından nasıl etkilenir? Bu gelişmelerin bütçe üzerindeki etkileri neler olabilir?

11. Ekonomik büyümenin düşmesi hükümeti ne kadar rahatsız eder?

SİYASİ

Sonra siyasi konulara geçiyorlar.

12. Siyasi belirsizlikler ne kadar sürer?

13.
Yeni Cumhurbaşkanı bir uzlaşma ile seçilmezse, ne olur?

14. Yeni Genel Kurmay Başkanı’nın atanması siyasi bir soruna dönüşür mü?

15. Hükümet neden erken seçim istemiyor? Seçimin olası sonuçlarından mı çekiniyor?

16. Seçim havasına girildiğinde, Türkiye IMF programına ne kadar bağlı kalır?

17.
Avrupa Birliği ile ilişkilerin bu yıl sonunda koması olası mıdır?

18. Ekonomik istikrar için IMF mi yoksa AB mi daha önemlidir?

19.
Hükümet için IMF mi, AB mi daha önemli?

Sorular devam ediyor. Bunların hiçbirine "Türkiye’ye bir şey olmaz" diye cevap verilemiyor. Aynı şekilde, yatırımcılar, şimdiye kadar bu sorulara cevap olabilecek açıklamalara da pek değer vermiyorlarmış gibi bir izlenim veriyorlar. Galiba, sözden çok hareket ve bağlayıcılık bekleniyor. Özellikle siyasi konularda, hükümetten belli konularda kendisini bağlayacak adımlar atması bekleniyor.

Önümüzdeki bir buçuk yıl, seçimlerin zamanında yapılacağı varsayımıyla, yabancı yatırımcıların Türkiye’de kalıp kalmama arasında gidip geleceği bir dönem olacak gibi görünüyor.
Yazının Devamını Oku

Karışık bir ruh hali içindeyiz

22 Haziran 2006
ORTAKLIK biraz karışık. Piyasalar bizde de, yurt dışında da kaygılı. Galiba, piyasalar bizde biraz daha kaygılı. Hiç kimse birbirinin moralini bozmak istemiyor. Ama, "nereye gidiyoruz?" sorusunu kendine sormadan da yapamıyor. Durumun düzelmesi için gözler Merkez Bankası’na odaklanıyor. Örneğin, Merkez Bankası’nın faizleri daha da artırıp artırmayacağı sorgulanıyor. Döviz kuru biraz kıpırdasa, Merkez Bankası’nın döviz piyasasına müdahale edip etmeyeceği merak ediliyor. Kısacası, çalkantıların nedeni "yurt dışı kaynaklı" deniyor, çözüm Merkez Bankası’ndan bekleniyor. Merkez Bankası dışındakiler "bizim yapabileceğimiz bir şey yok" demek istiyorlarmış gibi bir tavır sergiliyorlar.

Merkez Bankası’nı içinde yaşanan çalkantılara çözüm bulabilecek tek merci olarak görmek çok büyük haksızlıktır. Ama, Merkez Bankası’nın da hem piyasalarda aktif olarak hem de entelektüel düzeyde yapabileceği şeyler vardır.

AÇIKLAMA BORCU

Bugün Türkiye ekonomisinin ihtiyacı olduğu en önemli şey ekonomik ve siyasi konularda önünü görebilmektir
. Yani, ekonomik birimler, yerlisi de yabancısı da, ekonomik ve siyasi aktörlerin oyun planları konusunda bir fikir sahibi olmak istemektedirler. Çünkü, her konuda belirsizlikler çok artmıştır. İyi ya da kötü, kimler ya da hangi kurumlar, hangi şartlarda, ne yapmak istemektedirler?

Bu alanda Merkez Bankası’nın yapabileceği hareketler vardır. Bunlardan birincisi ve en önemlisi, nisan ve mayıs ayına yönelik enflasyon rakamlarının arkasındaki dinamiklerin Merkez Bankası tarafından tutarlı bir biçimde irdelenmesidir. Konuya ayakkabı ve giysi fiyatları çerçevesinde bakmak piyasaları ikna için yeterli olamamaktan da öte, Merkez Bankası’nın söyleyecek fazla bir şeyi olmadığı izlenimi vermektedir.

Sorunu tespit edemeyen çözüm üretemez. Bu açıdan, Merkez Bankası’nın şaşırtıcı enflasyon rakamlarının hangi makro ekonomik dinamiklerin zamanında ve doğru olarak görülememesi nedeniyle şaşırtıcı gerçekleştiklerini anlatabilmesi gerekmektedir. Tutarlı ve inandırıcı bir açıklama getirilmeden, "enflasyon çıkıyorsa, biz de faizleri artırırız" tavrı durumu bir süre idare eder, ama para politikası konusundaki belirsizlikleri dağıtmaz. Yeni belirsizliklerin tohumu haline gelir.

Şu ana kadar, piyasalardaki çalkalanmaların başlamasından sonra yapılan iki Para Politikası Kurulu toplantılarından sonra böyle bir açıklama yapılmamıştır. Acilen yapılmalıdır. Çünkü, şu ana kadar yapılan bu konudaki açıklamalar yetersiz kalmışlardır. Aksi taktirde, "Merkez Bankası da neler olup bittiğini pek anlayamıyor" izlenimi daha da yaygınlaşacaktır. Bu anlamda, Merkez Bankası’nın piyasalara bir açıklama borcu vardır.

BİR IŞIK GEREKİYOR

Siyasi alanda da bazı yol haritalarının kamuoyu ile paylaşılması öngörülebilirlik açısından yardımcı olacaktır
. Özellikle, Cumhurbaşkanlığı seçiminde geniş bir yelpazede uzlaşma arayışı, seçim olasılıkları ve Avrupa Birliği ile ilişkilerin netleşmesi konuları gündemi işgal etmektedir.

Kafaların karışıp değişik bir ruh hali içinde olan ekonomik birimlerin önlerini görebilmeleri için şeffaflık ve hesap verilebilirlik bugün her zamankinden daha önemli hale gelmiştir. Ekonomide ya da siyasi alanda yol haritası iç açıcı olmayabilir. Ama, bir yol haritası ekonomik birimlerin önünü aydınlatacaktır. Piyasaların ışığa ihtiyacı vardır. Karanlıkta yol kazalarının olasılığı her zaman artar.
Yazının Devamını Oku

Kriz edebiyatı

21 Haziran 2006
SON haftalardaki finans piyasalarındaki çalkantılar ekonomik birimlerin "kriz" anılarını yeniden depreştirdi. En sık sorulan sorulardan biri yeniden "krize mi giriyoruz?" oldu. Öyle bir geçmişten geliyoruz ki, "kriz" kelimesini dahi doğru kullanamıyoruz. Otuz beş yıl yüksek enflasyon içinde yaşadık. Bunun adına "kriz" demedik. Kriz denince aklımıza ya malların ya da dövizin yokluğu geliyor. Bizlerin kafasında, kriz olması için sonunda da IMF’ye gitmek gerekiyor.

Aksi taktirde, döviz bitmedikçe, mal kıtlıkları yaşanmadıkça, enflasyonun yüzde 50’ye çıkması hiç kimseyi rahatsız etmiyor. Dolayısıyla, bunun da adına "kriz" denmiyor. Halbuki, Türkiye 1970’lerden beri iktisadi anlamda ciddi bir kriz içinde yaşadı.

KAZANIMLARDAN KAYIP

Piyasalardaki son çalkantılar sinirleri bozdu
. Giderek Türkiye ekonomisinin kalıcı bir istikrara doğru yol aldığı düşünülürken, "acaba yanılıyor muyuz?" düşünceleri gündeme geldi. Tüm ekonomik birimler beklentilerini yeniden revize etmek durumunda kaldılar. Beklentiler olumsuza dönüşünce "kriz" kelimesi yeniden gündeme geldi. Çünkü, beklentilerde ne kadar radikal bir değişikliğe gidilmesi gerektiği konuşulmaya başlandı.

Son yaşananlara "kriz" tanımlaması yapmak yanlış olur. Bundan sonra da anladığımız anlamda "kriz" çıkacağını beklemek de aynı şekilde hatalıdır. Yaşadıklarımızın en önemli sonucu enflasyonu indirme hedefinde bir yol kazasına uğramış olmamızdır. Bunun da nedeni, her ne kadar yurt dışından kaynaklanmış olsa da, dalgalı kur sistemi içinde döviz kurlarının aniden yukarı yönde tırmanmasının ekonomi üzerindeki tahribatını küçümsememizden kaynaklanmıştır.

Ekonomik büyümeden ödün vermeden, hatta ekonomik büyümede gaza basarak göreli olarak çok hızlı indirdiğimiz enflasyon yüzde 7-9 aralığında bir katılık göstermişti. Üzerinde yoğunlaşmamız gereken alan bu katılığı yenecek yeni önlemleri devreye sokmaktı. Bu aşamada, döviz kurlarının kısa süre içinde yukarı yönde hareketine seyirci kalarak çok önemli bir kazanım kaybedilmiş oldu. Şimdi, üç-beş adım geriye düşmüş olarak enflasyonu indirme çabalarımıza devam etmek zorundayız.

ŞARTLAR

Ne geldiğimiz nokta ne de normal şartlar altında gelmemiz beklenen nokta "kriz" olarak tanımlanabilir
. Enflasyon bir süre yüzde 10 civarında debelenecektir. Enflasyonun daha sonra yeniden yüzde 7’lere mi geri döneceği yoksa yüzde 10’ları aşacağı;

1. Siyasi risklerin azalıp azalmayacağına,

2. Avrupa Birliği ile olan ilişkilerin normalleşip normalleşmeyeceğine,

3. Seçim ekonomisi sarhoşluğuna kapılıp kapılmayacağımıza,

4. İç talep artışını azaltmaya yönelik önlemlerin cesaretle alınıp alınmayacağına,

5. Faiz takıntımızı bırakıp bırakmayacağımıza ve

6. Döviz kuru dalgalanmalarına ne denli seyirci kalacağımıza bağlıdır.

Kısacası, kazanımlardan kayıplar söz konusudur. Asıl hedefe varmada gecikmeler yaşanacaktır. Zaten gözlenen katılıklar biraz daha artmış olacaklardır. Dolayısıyla, yeni bir şevkle enflasyonla mücadeleye devam etme mecburiyeti vardır. Bunları yapamazsak, enflasyon daha da yükselecektir. Ama, toplum olarak bizler yüksek enflasyon ortamına zaten "kriz" demiyoruz. Aksine, kendimizi rahatlamış hissediyoruz!
Yazının Devamını Oku

Yerli yatırımcılar kızdırılmamalı

20 Haziran 2006
BİR aydır finans piyasasında yaşanan çalkantılara "yurt dışı kaynaklı" deyip kayıtsız kalamayız. Sorun artık bizim sorunumuz olmuştur. Çözümleri de bizler üreteceğiz. Bugüne kadar "sorun yurt dışı kaynaklı" deyip sorumluluğu üzerimizden atmaya yönelik bir tutum izlendi. "Biz her şeyi yaptık, ne yapalım, yurt dışında piyasalar bozuldu" yaklaşımı sorunların yaratacağı sıkıntıları hafifletmez.

Konuyu yalnızca Merkez Bankası’nın sorunu olarak görmek de yanlıştır. Merkez Bankası’nın yapabileceklerinin sınırı vardır.

YATIRIM PSİKOLOJİSİ

Finans piyasalarındaki rahatsızlıklar bulaşıcı hastalık gibidir
. Yatırımcıdan yatırımcıya geçer. Farklı yatırımcıların beklentileri farklı da olsa, bir grup yatırımcının rahatsızlık hissedip portföy tercihlerini değiştirmesi, başka grup yatırımcıların da portföy tercihlerinin değişmesine neden olur.

Oyunun kuralı, fiyatların düştüğü ortamda, beklentiler ne olursa olsun, önce satıp çıkmaktır. Bir noktadan sonra, hedef, zarar etmemek değil, zararı asgaride tutmaktır. O nedenle, dolar kuru 1.3 YTL’den 1.6 YTL’ye geldiğinden dolayı zaten zarar eden yabancı yatırımcıların çıkışlarının duracağını beklemek yanlıştır.

Yanlışın bir başka boyutu yabancı yatırımcılarda görülen rahatsızlıkların yerli yatırımcılara bulaşmayacağı görüşüdür. Aksine, finans piyasalarında belli bir istikrar sağlanamaz ise, yerli yatırımcıların da sürü psikolojisi içinde yabancı yatırımcılara katılması olağandır. Bu noktada, işler daha da zorlaşacak demektir.

Dikkat edilirse, istikrarlı ortamlarda, döviz kurları hafif dalgalansa da, bono faizlerinde önemli sıçramalar yaşanmadı. Son çalkantılarda ise, döviz kurlarının göreli olarak sakin olduğu günlerde dahi, bono faizleri yukarı doğru tırmanmaya devam etti. Bu gelişme önemlidir ve dikkatle takip edilmesi gerekir.

Finans piyasalarında yatırımcı tercihlerinin değişmesi bir süreçtir. Sürecin çeşitli aşamaları vardır. Örneğin, Türk Lirası üzerinden olan yatırımlarınızdan memnun değilseniz, önce yatırımların vadesini kısaltırsınız. Üç aylık mevduat yerine bir aylık mevduata kayarsınız. Bir aylık mevduatı seven biriyseniz, günlük repoya yönelirsiniz. Sinirleriniz daha da bozulduğunda, repodan dövize geçersiniz.

Bono ve mevduat faizlerinin tırmanışa geçmesi yatırımcıların Türk Lirası yatırımlarından pek memnun olmadığına işaret etmektedir. Yatırımcılar daha radikal portföy tercihleri yapma yönünde kendilerini hazır tutmak istemektedirler. Böyle bir ortamda, döviz kurlarındaki istikrarsızlık yatırımcıların radikal portföy değişmelerini tetikleyebilecektir.

DAVETİYE ÇIKARMAYALIM

"Dalgalı kur sistemi" kavramı oldukça muğlak bir kavramdır. Aynı isim altında farklı ülkelerde farklı uygulanır. Bizdeki, uygulanmak istendiği biçimiyle "kura müdahale edilmez, risk alan cezasını görür" anlayışıyla oldukça uç bir uygulamadır. Bu uygulama içinde yerli yatırımcıların dövize dönme şeklinde radikal portföy tercihleri yapmaları kolaylaşmakta ve neredeyse teşvik edilmektedir. Çünkü, döviz piyasasındaki belirsizlikler bu dönemlerde katlanarak artmaktadır.

Dolar kuru 1.3 YTL’den 1.6 YTL’ye gelirken kur artışlarının enflasyon üzerindeki olumsuz etkileri küçümsendi. Kur artışları bir anlamda seyredildi. Ama, bu noktadan sonra, kur artışları, enflasyon üzerindeki olumsuz etkileri yanında yerli yatırımcıların portföy tercihlerini de olumsuz etkileyebilecektir. Buna izin verildiğinde, Türkiye ekonomisinin çok daha derin çalkantılara girmesine davetiye çıkarılmış olacaktır.
Yazının Devamını Oku

Amerika faizleri artırdı, önce herkes seyretti

19 Haziran 2006
AMERİKA Birleşik Devletleri Merkez Bankası (FED) iki yıldır kısa vadeli faizleri artırıyor. FED ne yapacağını da önceden söylüyor. Durumdan piyasalar daha önceden haberdar oluyorlar. Yani, FED’in yaptığında hiçbir sürpriz yok. Önceleri, FED’in faiz artırımları gelişmekte olan ülkelere giden sermayeyi ürküteceği düşünüldü. Ama, beklenen hemen olmadı.

Diğer ülkeler FED’in faiz artırımlarını ilgi ile izlediler. Büyük merkez bankalarından Bank of England geçmişte, FED’e paralel olmasa da, faiz artırımları gerçekleştirdi. Avrupa Merkez Bankası bu süre içinde üç aşamada kısa vadeli faizleri toplam 0.75 puan artırdı. Gelişmekte olan ülkelerin çoğu durumu son dakikaya kadar seyrettiler.

TEK PARA OTORİTESİ

Özellikle gelişmekte olan ülkeler durumu seyretmekle yetindiler
. Hatta, gelişmekte olan piyasalara akan sermayenin de verdiği cesaretle, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu birçok ülke, kısa vadeli faizleri indirdi. Daha geçenlerde Brezilya faizleri 0.75 puan indirdi. Türkiye son olarak nisan ayında aynı şeyi yaptı.

Gelişmiş ülkelerdeki faizlerin artıp gelişmekte olan ülkelerdeki faizlerin aynı paralelde artmaması hatta azalması yatırımcı tercihlerini bir aşamada doğal olarak değiştirecekti. FED faiz artırımlarına başladığında bu konu oldukça fazla vurgulandı. Ama, yatırımcı tercihlerindeki değişme FED faizleri yüzde 4.25’i geçince daha ciddi konuşulmaya başlandı.

FED son olarak kısa vadeli faizleri yüzde %5’e yükseltti. Çeşitli çevrelerden alınan izlenim FED’in faizleri artırmaya devam edebileceği yönünde yoğunlaşıyor. Büyük bir olasılıkla bu ay sonunda FED faizleri yüzde 5.25 olacak. Bu beklentilerle uluslararası yatırımcıların tercihlerindeki değişme daha belirgin hale geldi.

Sermayenin serbest dolaşımının mümkün olduğu ortamda ülkeler arasındaki faiz farkını (risk primi dahil) ancak belli bir noktaya kadar küçültebilmek mümkün olabiliyor. "Amerika faizleri artırsın, benim iç ekonomik şartlarım faizlerin aynı kalmasına ya da düşmesine olanak vermektedir" gibi bir sav bir süre sonra geçerliliğini yitirmektedir. Sermaye, riski daha az ama getirisi artmakta olan ülkeye doğru akmaya başlamaktadır. Hatta, kayıtsız kalmak riskleri daha da artıran bir etken oluyor.

Euro Bölgesi oluşturulmadan önce, Avrupa bu olgunun çok önceden farkına varmış bir kıtadır. Ne zaman Almanya Merkez Bankası (Bundesbank) faizleri değiştirse, on beş dakika sonra Hollanda, Avusturya Belçika ve Danimarka Merkez Bankaları da aynı yönde karar alırlardı. Göreli olarak diğer merkez bankası başkanlarından daha düşük ücret alan Bundesbank başkanları "asıl kararı biz alıyoruz, onlar bizi takip etmekten başka bir şey yapmıyorlar, ama onlar daha fazla ücret alıyorlar" diye samimi ortamlarda şaka yollu durumdan şikayet ederlerdi.

Uluslararası sermaye akımlarının ulaştığı düzey ekonomik dengeleri artık merkez bankalarının da birbirlerinden bağımsız kararlar alamayacağı bir noktaya getirdi. Geçmişte bu durum gelişmiş ülkeler için geçerliydi. Şimdi, sermaye hareketlerini serbestleştirmiş ve uluslararası sermayenin ilgisini çeken tüm ülkeler için geçerli olmaya başladı. Er ya da geç, gelişmekte olan ülkeler de dahil olmak üzere uluslararası sermaye akımlarının serbest olduğu ülkeler FED kararlarını izlemek zorunda kalacaklardır. FED neredeyse küresel ekonomide tek para otoritesi durumuna gelmektedir. Son gelişmeler bu gerçeği açıkça göstermiştir. Amerika’da ve Avrupa’da enflasyon riski varsa, bu risk küresel olmaktadır.

TEK PARA

Bir anlamda, uluslararası sermaye akımları dünyayı "tek para" ekonomisine doğru götürmektedir. Aksi taktirde, kurlardaki oynaklığa razı olmak gerekmektedir. Orta-uzun dönemde kurlardaki oynaklığın sonucu ekonomik kayıp yaratmaktan başka bir şey değildir. Ya FED’i (veya liderlik yapan başka büyük ülkelerin merkez bankalarını) takip edeceksiniz ya da daha yüksek enflasyona razı olacaksınız.

İçeride enflasyon tehdidinin olmaması nedeniyle, FED, kendi ülkesindeki enflasyonist baskılarla faizleri artırıyor diye olayı seyretmek mümkün olmamaktadır. Çünkü, FED in faiz artırımlarının neden olacağı kur oynamalarıyla bir başka yoldan enflasyon tehdidi altına girilebilmektedir. Daha açık bir ifadeyle, FED’in Amerika için öngördüğü enflasyon tehdidi bir süre sonra bütün ülkeler için geçerli olabilmektedir.

Gelişmekte olan ülkeler bu gerçeği çok geç gördüler. İşler karıştıktan sonra, içlerinde Türkiye de olmak üzere, onlar da faizleri arttırmaya başladılar. Ama, çalkantılardan kendilerini kurtaramadılar.

Galiba, gelişmekte olan ülke tanımının bir boyutu da "gelişmeleri önceden göremeyip işler sarpa sardıktan sonra, yumurta kapıya geldiğinde önlem almak" olmaktadır. Bu yaklaşım da ciddi ekonomik kayıplara yol açmaktadır.
Yazının Devamını Oku

Eğitim üzerine düşünceler (6)

18 Haziran 2006
EĞİTİM sürecinin üç önemli bacağı vardır: çevre, eğitilenler ve eğitenler. Daha önce "çevre" üzerinde durmuştum. En geniş anlamıyla, çevre, eğitimin gerçekleştiği fiziksel çevreyi, eğitim teknolojisini ve eğitim yaklaşımlarını (metodoloji) kapsar. Zaman içinde, çevrenin önemi eğitimde daha iyi anlaşılmaya başlamıştır. Yapılan araştırmalar sayesinde, insan beyninin nasıl çalıştığı öğrenildikçe, eğitim teknolojileri de, eğitim yaklaşımları da değişmektedir.

YAKLAŞIMLAR

Her alanda olduğu gibi, eğitimde yaklaşımlar da çok hızlı değişmektedir. Eğitim teknolojisi değiştikçe eğiticinin rolü daha da önemli hale gelmektedir. Eğiticilerin eğitilmesi çocukların eğitilmesinin kaçınılmaz bir ön şartı haline gelmektedir.

Öğretmen diploması almak tek başına yeterli olmamaktadır. Diplomayı aldıktan sonra da eğiticilerin eğitilmesi önemli olmaktadır. Normal okul eğitimini bitirip başka hiçbir eğitim sürecinden geçmemiş yirmi yıllık bir öğretmen artık "eski" olmaktadır. Öğretmenlerimiz de devamlı olarak eğitilme ihtiyacı içindedir. Aksi taktirde, eski neslin yeni nesli eğitmesi sakat kalmaktadır.

Eğitim bir yatırımdır derken, yatırım yalnızca eğitilme sürecindeki çocukları değil, onları eğitme durumunda olan eğiticileri de kapsamaktadır. Eğiticiler modern teknolojilerin ve eğitime yeni yaklaşımların farkında olmalıdırlar. Yenilikleri uygulayabilme yeterliliğine getirilmelidirler. Kısacası, bir kez öğretmen olunduğunda, artık otuz yıl öğretmen kalınamamaktadır.

Okullarınızı bilgisayarlarla doldurabilirsiniz. Ama, bilgisayarları kullanamayan öğretmenlerle çocuklara bilgisayar öğretemezsiniz. Bilgisayar dersleri koyup bilgisayar uzmanlarınca çocuklara bilgisayar öğretebilirsiniz. Ama, çocukların tarih, coğrafya, fen veya matematik alanlarında bilgisayar kullanarak eğitilmesini sağlayamazsınız. Bilgisayarlar amaç değil, araçtırlar. Dolayısıyla, tüm eğiticiler kendi alanlarında bilgisayar kullanabilmelidirler. Aksi taktirde, bilgisayarlar daktilo olarak kullanılır.

NESİL DEĞİŞMESİ

Bizim toplumumuzda geleneksel yaklaşım okula giden çocuğun öğretmenine teslim edilmesi ve veli tarafından öğretmene "eti senin, kemiği benim" yetkisi verilmesidir. Böyle bir yetkiyle donatılmış eğiticiler çocuğun görünürde eğitilmesi açısından dayak dahil her türlü yaklaşımı uygulamakta kendini yetkili görmektedir. Bu yaklaşımın eskimiş olması bir yana, arzulananın tersine sonuçlar verdiği de artık iyi bilinmektedir.

Eğitim sürecinde eğitilenlerin yönlendirilmesi artık yanlışların cezalandırılması yoluyla değil, doğruların ödüllendirilmesi yoluyla yapılmaya başlanmıştır. Sonuçlar, eski sisteme göre çok daha etkilidir. Bu çeşit yaklaşımları eğitim teknolojilerinin bir parçası yapmış eğiticilere ihtiyaç vardır. İhtiyaç ancak eğiticilerin eğitilmesiyle giderilebilecektir.

Yeni nesiller yeni nesil öğretmenlerle kaliteli eğitime kavuşabileceklerdir. Öğretmenlerimizin eğitimi için nesillerin değişmesini beklemeye zamanımızın olmadığının farkında olmamız gerekiyor.

Eğitim konusunda yazılacak, tartışacak daha çok konu var. Altı yazı süren seriyi bu yazıyla kapatıyorum. Başka haftalarda eğitimin başka boyutlarını gündeme getirmeye devam edeceğim.
Yazının Devamını Oku