16 Haziran 2006
KAMUDA çalışan işçilere enflasyon farkı verilecek. Sosyal açıdan bu uygulamanın hiçbir olumsuz tarafı yok. Çalışanların ücretlerinin enflasyon karşısında eritilmemesi kadar doğal bir uygulama olamaz.
Sosyal açıdan doğru olan her şey iktisadi açıdan doğru olduğu anlamına gelmiyor. Fiyat istikrarını hedeflemiş toplumlarda enflasyonun kendi kendini besleyen mekanizmalarını kırmaları birinci önceliktir. Örneğin, çeşitli fiyatların geçmiş enflasyona endekslenmeleri enflasyonu indirmenin önündeki en büyük engellerdendir. Enflasyonu indirmede başarılı olmuş tüm ülkeler endekslemeyi ortadan kaldırmak zorunda kalmışlardır. Geriye dönük değil, ileriye dönük enflasyon, endekslemenin parçası olmuştur.
YAYGINLAŞMA
Sosyal açıdan kabul edilebilir olduğu, hatta tercih edilmesi açısından, ücret ayarlamalarının enflasyona endekslenmesi dünyada çok yaygın uygulamalardandır. Çok düşük enflasyon düzeylerinde bu uygulama iktisadi açıdan çok sorun çıkarmasa da, yüksek enflasyon düzeylerinde enflasyonda katılıklara yol açmaktadır.
2000 yılı ile birlikte enflasyonla mücadelenin bir parçası olarak geçmiş enflasyona göre değil, hedeflenen enflasyona göre fiyat ve ücret ayarlamaları gündeme geldi. O dönemlerde hedeflenen enflasyon konusunda inandırıcı olamayan hükümetler kolay bir çözüm buldular. Günü kurtardılar. Ama, bugünün zorluklarının temellerini attılar. Ücret ayarlamaları hedeflenen enflasyona göre yapılacak, ama gerçekleşen enflasyon hedeflenenden yüksekse ücretler fark kadar ayarlanacak.
Bu sistem bugüne kadar çok kötü çalışmadı. 2001yılından sonra enflasyon düşme eğilimine girdi. Hedeflenen enflasyondan daha yüksek bir gerçekleşme yaşandıysa dahi, geçmiş enflasyondan daha düşük çıkan bir enflasyon yoluyla ücret ayarlamaları geçmiş enflasyona önceden endekslenme riskinden kurtarıldı.
Bu yıl enflasyon hedeflenenden yüksek çıkacak. Çalışanlar doğal olarak sözleşme gereği enflasyon farkı alacaklar. Ama, bu kez, ücret ayarlamaları geçmiş enflasyondan daha yüksek olacak. Yani, ücretler nominal olarak geçmiş enflasyondan daha fazla artmaya başlayacak. Enflasyonun yükselmesi konusunda bir baskı unsuru olabilecekler.
Konu, sözleşme yapan çalışan kesimle sınırlı da kalmayabilir. Devletle toplu sözleşme yapamayan kamu çalışanları aynı işverenin kendilerine de aynı uygulamayı yapmasını talep edebileceklerdir. Bu aşamada hem Hazine’den sorumlu Bakan hem de Maliye Bakanı bu konuda doğru bir tavır sergilemişlerdir. Ama, siyasi baskılarla devletin ileride nasıl bir tavır alacağı henüz belli değildir.
KAZANIMLARDAN KAYIP
Özellikle, bir seçim atmosferine girilmesi durumunda, bu konuda IMF’nin de baskıları fazla anlam ifade etmeyebilecektir. Daha da tehlikelisi, bu çeşit bir uygulama özel sektörde de yaygınlaşabilir. Tüm ekonomide ücret ayarlamaları yeniden geçmiş enflasyona açık ya da zımni bir biçimde endekslenme yoluna girebilir. Enflasyonun kontrolü ve aşağı çekilmesi açısından, tehlikeli bir eğilim başlamış olur.
Türkiye ekonomisinin son yıllardaki kazanımları içinde en önemlilerinden biri geriye dönük endeksleme alışkanlığının kırılma noktasına gelmiş olmasıydı. Şimdi önümüzdeki risk bu noktadan geriye düşmektir. Geriye düşüldüğünde, Türkiye ekonomisi açısından iktisadi kayıpların yanında önemli bir zaman kaybı da söz konusu olmuş olacaktır.
Yazının Devamını Oku 15 Haziran 2006
EKONOMİ alanında standart yaklaşımımız "günü kurtarmak" biçiminde özetlenebilir. İlk kez, 2001 sonrasında "günü kurtarmak" yerine "yılları kurtarmak" yaklaşımı benimsenmiştir. O da bir yere kadar yapılabilmektedir. Günü kurtarmaya yönelik politikalar genellikle çabuk çözümleri getirebilirler. Ama, günün sıcaklığı bitip işler yoluna girdiğinde, geçmişte çözüm olan yaklaşımlar sorun olmaya başlarlar. Yani, günü kurtaran çoğu politikalar aslında sistemi bir ölçüde çarpıtan politikalardır. Çoğu zaman da, geri dönüşü çok zor ya da olmayan politikalardır.
ÖRNEKLER
İkinci Dünya Savaşı sonrasında çıkarılan varlık vergisi belki günü kurtarmıştır. Ama, verginin tabiatı ve uygulama biçimiyle, Türkiye’de vergi verme ahlakını alt-üst etmiştir. Bu vergi sayesinde "devletten kaçmak" ya da "devlete hiç görünmemek" bir iş stratejisi haline gelmiştir. Daha sonraki yıllardaki farklı uygulamalarla birlikte varlık vergisi olayının olumsuz sonuçları bugün dahi yaşanmaktadır.
Döviz kıtlığı döneminde yurt içinde oturanların bankalarda döviz hesabı açmalarına olanak verilmesi aslında günü kurtaran politikalara iyi bir örnektir. 1984 yılında Türkiye’de oturanların bankalarda döviz hesabı açabilmesiyle döviz kıtlığı bir ölçüde önlenmiştir. Sistem dışındaki dövizlerin önemli bir bölümü sisteme girmiştir. Bu olgu "ceplerdeki dövizler ekonomiye kazandırıldı" diye tanıtılmıştır.
Bu yolla "para ikamesi" olgusu hem kolaylaşmıştır hem de teşvik edilmiştir. Döviz tutmanın getirisi azaltılacağına, Türk Lirası tutanların getirileri artırılacağına, ki ikisi bir arada ancak fiyat istikrarını sağlayarak olur, döviz hesapları devreye sokularak enflasyonla yaşamak kolaylaştırılmıştır. Gün kurtarılmıştır, ama bugünler için engeller yaratılmıştır.
Halbuki, şimdi istikrar için çabalarken, önümüzdeki en büyük engellerden biri "para ikamesi" olgusunun ortadan kaldırılamamış olmasıdır. Fiyat istikrarına giden yolda, "para tabanı" artık Merkez Bankası’nın tam kontrolünde değildir. Dövizin para tabanının önemli bir parçası olmasıyla Merkez Bankası açısından taban kayganlaşmıştır.
Günü kurtaran bir başka örnek 1994 yılında birkaç bankanın zor duruma düşmesiyle sistemi rahatlatmak için bankalardaki tasarruf mevduatlarına sınırsız devlet güvencesi verilmesidir. Bu yolla sistem rahatlamıştır. Ama, mevduat sahipleri açısından "banka riski" diye bir şey ortadan kalkmıştır. 2001 yılına gelirken bankacılık sektöründe yaşanan komikliklerin ardında "mevduatlara sınırsız güvence" olgusunun katkısı herhalde fazla abartılamaz. Bankacılıkta bir ahlak çöküntüsü yaşanmasına yol açılmıştır.
Örnekler çoğaltılabilir. Günü kurtaran politikaların en büyük özelliklerinden bazıları zamanında kolay devreye girmesi, sorunlara çözümmüş gibi görünmesi ve kısa dönemde olumsuz görünen sonuçları olmamasıdır.
GEÇMİŞ ENFLASYON
Benzer bir olguyla bugünlerde karşılaşmak üzereyiz. Enflasyonun inme eğiliminde olduğu günlerde ileriye dönük beklentiler paralelinde ücret ayarlamalarına karar verilen toplu iş sözleşmelerinde geçmiş enflasyonun ücret ayarlamalarından yüksek olması durumunda "enflasyon farkı" verilmesi kolay bir çözüm olmuştu.
Şimdi, işlerin biraz karışmasıyla, bu şart devreye girmek üzere. Ama, geçmişte kolay gibi görünen bir çözümün bugün yaratacağı olumsuzluklar yalnızca toplu iş sözleşmelerinin taraflarıyla kısıtlı kalmayabilecektir.
Devam edeceğim.
Yazının Devamını Oku 13 Haziran 2006
PARA politikasının "aspirin" olmadığı daha önce vurgulanmıştı. Her derde deva bir para politikası yaklaşımı yoktur. Merkez Bankası faizleri artırdı diye işlerin yolunda gideceğini düşünmek yanlıştır. Para politikası diğer önlemlerle tamamlanmalıdır. Aksi taktirde, sonuç hüsran olur. Fatura bir kez daha para politikasına çıkar.
"Maliye politikalarında disiplin devam edecektir" açıklaması yeterli değildir. IMF ile 3. ve 4.gözden geçirmelerin tamamlanacak olması olumludur, ama yetersizdir. Türkiye’nin ve ekonomisinin iki çapası Avrupa Birliği ve IMF perspektiflerinden sapmalar olmamalıdır. Siyasi riskler asgariye indirilmelidir.
RİSKLER
Bugünkü ekonomik gündemin en karanlık noktası en geniş anlamda siyasi risklerdir. Siyasi riskler devam ettiği, hatta arttığı sürece piyasalarda bir istikrarı yakalayabilmek mümkün değildir. Yatırımcıların tercihlerindeki radikal değişme olasılıkları "Demokles’in kılıcı" gibi başımızın üzerinde duracaktır.
Piyasalardaki istikrarsızlık enflasyonun artma eğiliminin (enflasyonist baskıların) devam edeceği anlamına gelir. Yani, hem nominal hem de reel faizlerin yükselmesi kaçınılmazdır. Bu süreçte, Merkez Bankası’nın durumu "aşağı tükürse sakal, yukarı tükürse bıyık" haline gelecektir. Ama, her durumda, Merkez Bankası enflasyonla mücadele etmek durumunda kalacaktır. Bunun anlamı Merkez Bankası’nın faiz artırımlarına devam etmesi demektir.
Piyasalardaki belirsizliklerin derinleşmesi ve artan enflasyon bir yandan Merkez Bankası politikalarını başarısız kılarken, diğer yandan ekonomik faaliyetler düşecektir.
Bugün için görünen risk zaten yüksek olan ekonomik büyümenin düşmesidir. Ama, para politikasını tamamlayıcı önlemlerin alınmaması durumunda, karşılaşacağımız risk ekonominin küçülmesidir.
SEÇENEKLER
Faiz politikası yoluyla enflasyonla mücadele bir yere kadar yapılabilir ve bu politikanın işlevi sınırlıdır. Dolayısıyla, "parasal önlemler alındı" ya da "bağımsız Merkez Bankası fiyat istikrarının teminatıdır" gibi savlar tek başlarına çok geçerli değildir. Bağımsız Merkez Bankası’nın tek başına yapabileceği enflasyonist baskıları önleme çabasıyla ekonomik durgunluğu derinleştirmek olur.
Son dört yılda ilk kez Türkiye enflasyon ile ekonomik büyüme arasında bir seçime zorlanmaktadır. Uluslararası sermaye hareketlerindeki olumsuz hava bu seçimi zorunlu kılmaktadır. Bu açıdan, uluslararası şartlar olumlu yönde değişmediği taktirde, önümüzdeki dönemde enflasyonun kontrolü için daha az ekonomik büyüme ile yetinmek bir zorunluluk haline gelmektedir. Ama, piyasaları sakinleştirici ve ileriye dönük beklentileri olumlu hale getirecek para politikası dışı girişimler yapılmadığında, ekonomik büyümeden yapılacak fedakarlığın boyutları artacaktır.
Alternatif, geçmişte çok yaptığımız gibi, "biraz enflasyondan zarar gelmez" yaklaşımını benimsemektir. Böyle bir yaklaşım uygulamaya konulduğunda, ya Merkez Bankası’nın bağımsızlığı rafa kalkacaktır ya da ortalık biraz daha karışacaktır. Aslında, Türkiye’nin fazla bir seçeneği yoktur.
Yazının Devamını Oku 12 Haziran 2006
BİRÇOK kez vurguladığım gibi, Türkiye’de siyasetçilerin ekonomik çalkantılara standart bir yaklaşımı vardır: "Merkez Bankası parasal önlemleri alsın, biz gerekeni yaparız." Uygulamada ise, Merkez Bankası parasal önlemleri alır, siyasetçiler olayı seyretmekle yetinirler. Parasal önlemler bir işe yaramaz. Merkez Bankası’nın son faiz kararı parasal önlem paketinin önemli ve güçlü bir parçasıydı. Başka ülkelerde bu çeşit kararlar siyasetçiler tarafından acımasızca eleştirilir.
Türkiye’de tam tersi oldu. Ekonomiyle ilgili her Bakan Merkez Bankası’nın son kararının çok yerinde olduğunu vurguladı. Bu yaklaşım biraz şüphe uyandırıcıdır. Siyasetçiler faiz artırımıyla işlerin artık yoluna gireceği gibi bir izlenim verdiler. Siyasetçilerin neyi neden beğendikleri pek anlaşılamadı.
SİYASİ RİSKLER
Merkez Bankası’nın kısa vadeli faizleri arttırmasıyla içinde yaşanan ekonomik çalkantıdan kurtulmak mümkün değildir. Siyasi risklerin azaltılması gerekir. Ekonomik birimler Cumhurbaşkanlığı seçiminin siyasi tansiyonun artmasına neden olmayacak bir süreç olmasını ummak istemektedirler. Bu yolda kanıt ve kararlılık görmek istemektedirler.
Ekonomik birimler Avrupa Birliği ile ilişkilerde Türkiye’den kaynaklanan sorunların yaşanmamasını arzu etmektedirler. Nedeni ne olursa olsun, AB ile ilişkilerin belirsizliğe sürüklendiği haberleri beklentileri bozmaktadır.
İktisadi alanda yapısal reformların devamı ve uygulamaları konusunda kafalar karışıktır. Torba Kanun denilen uygulamalarla mali politikalarda gevşeme sinyalleri verilirken mali disipline uyacağız açıklamaları inandırıcı olmamaktadır. İhale Kanunu’nun kapsamı olumsuz yönde değiştirilmeye çalışılırken, yapısal reformlar önceliğimizdir söylevleri kuşku ile karşılanmaktadır.
Böyle bir ortamda, Merkez Bankası’nın kısa vadeli faizleri artırıp siyasetçilerin alkış tutarak olayı seyretmesi ekonomik istikrarı tesis etmeye yaramaz. Çözümün en önemli parçalarından biri siyasi gerginliği ve siyasi belirsizlikleri azaltmaktır. Siyasi riskler azaltılmadan kısa dönemde Türkiye ekonomisinin istikrara doğru yol alması mümkün değildir. Mümkün olan, faiz kararı bir işe yaramadı inancının ekonomik birimler gözünde güçlenmesidir. Bu olgu Merkez Bankası’nı ve para politikasını yaralar. Yazık olur.
MÜDAHALE
Merkez Bankası’nın faiz kararından sonra piyasalarda yeni bir beklenti oluşmaya başlamıştır. "Merkez Bankası faizleri artırdığına göre, döviz kurlarına müdahalesi söz konusu olamaz" gibi bir görüş yaygınlaşmaktadır. Bu beklenti yanıltıcı olabilir.
Kısa dönemde ekonomik istikrarın en önemli parametresi döviz kurlarındaki istikrardır. Piyasalara borç veren değil, piyasalardan borç alan Merkez Bankası döviz kurlarındaki istikrarın sağlanması yönünde döviz piyasalarına da müdahale edebilir. Faiz kararının beklenen sonuçlarını bu yolla tamamlayabilir. Bilanço büyüklüğünü kontrol etmeye yönelik olarak Merkez Bankası’nın elinde döviz operasyonlarından başka bir araç yoktur. Özellikle, döviz piyasasında az hacimle kurların yukarı yöndeki hareketleri döviz müdahaleleri yoluyla törpülenebilir.
Kısacası, ekonomik istikrar kolay sağlanan bir olgu değildir. İstikrarı korumak çoğu zaman istikrarı sağlamaktan daha zordur. İstikrar bozulduğunda istikrarın yeniden tesisi çok daha zor olabilmektedir. Bu alanda Merkez Bankası’ndan bir mucize beklemek hem yanlıştır hem de yanıltıcıdır. Özellikle siyasetçiler açısından, daha yapılacak çok iş vardır.
Para politikası önlemleri istikrarı sağlayacak başka önlemlerle tamamlanmadığı taktirde, daha zor bir dönemin bizleri beklediği düşünülmelidir. Devam edeceğim.
Yazının Devamını Oku 11 Haziran 2006
SON dört pazar günü "Eğitim üzerine düşünceler" başlığı ile yazı yazdım. Bugün beşincisini okuyorsunuz. Son dört yazıdaki ana fikirleri özetlersek, şöyle bir liste çıkıyor: 1. Okullarımızın çok büyük bölümünde doğru dürüst kitap yoktur, kütüphane yoktur. Eğitimin gelişmesi için okullarımıza kütüphaneler yapıp buraları kitaplarla doldurmak zorundayız.
2. Eğitimin kalitesi açısında sınıflardaki öğrenci sayısının düşük tutulması gerekir. Öğretmen başına düşen öğrenci sayısı azaltılmalıdır.
3. Çocukların gelişmesi farklılıklar gösterir. Bu nedenle, eğitim sürecinin özellikle başlarında müfredat odaklı değil, öğrenci odaklı eğitim önemlidir.
4. Eğitimde teknolojinin kullanımı kaçınılmazdır.
MALİYETE ORTAK OLMAK
Bu tespitleri yaptıktan sonra düşünmemiz gereken eğitimin maliyetidir. Toplum olarak eğitimin maliyetini çok fazla düşünmeye alışık değiliz. "Eğitim devletin görevidir" diyerek işin içinden sıyrılma eğilimi içindeyiz. Her şeyi devletten beklemek gibi bir alışkanlığımız var. Bu alışkanlığımızı değiştirmek zorundayız.
Eğitim devletin görevi de olsa, devlet de eğitim için kaynaklar bulmak zorundadır. Devletin tek kaynağı bizlerden topladığı vergilerdir. Vergi vermeye alışık olmayan bir toplum olarak eğitime giden kaynakları kabul edilebilir düzeylerin altında sınırlandırmak kaçınılmaz olmaktadır. Eğitimde en büyük sorunlarımızdan biri kaynak eksikliğidir.
Okulları kitaplarla doldurmak para ister. Sınıflardaki öğrenci sayısını azaltmak daha çok dersliklerin yapılmasını ve daha çok öğretmenin yetiştirilip istihdam edilmesini gerektirir. Yani, para lazımdır. Öğretmen başına düşen öğrenci sayısını azaltmak daha fazla öğretmen gereksinimi yaratır. Öğrenci odaklı eğitim öğretimde ihtisaslaşmayı gerektirir. Yani, öğretmene yatırım yapmayı gerektirir. Okullarımızı en son teknoloji ile donatmak da para ister. Kısacası, eğitim para ister, hem de çok para ister.
Eğitim bir yatırımdır. Yatırımların içinde getirisi en geç gelen ve en pahalı yatırımdır. Eğitime yeni yaklaşımlar geliştirildikçe, teknoloji ilerledikçe eğitim aynı zamanda hızla pahalılaşan bir yatırım olmaktadır.
Bu şartlar altında, eğitim devletin görevidir diyerek eğitimin tüm yükünü vergi verenlerin üzerine yıkmak eğitime ayrılan kaynaklarda doğal bir sınırlandırma getirmek anlamına gelir. Mali durumu yeterli olan ailelerden eğitimin maliyetine ortak olmalarını talep etmek giderek kaçınılmaz hale gelmektedir. Buna da alışmak zorunda kalacağız.
FİYAT ARTIŞLARI
Özel okulların açılmasını ve mali durumu olanak veren ailelerin çocuklarını özel okullara göndermelerini teşvik etmek bu yönde atılmış bir adımdır. Ama, yeterli değildir. Kalite devlet okullarında da artırılmalıdır. Aileler devlet okulu kötü diye çocuklarını özel okullara göndermemelidirler. Bu yolla teşvik yanlış teşviktir.
Devlet okulları da mali durumu olanak veren ailelerden belli bir ölçüde eğitimin maliyetini alabilmelidir. Aksi taktirde, artan maliyetlerle devletin başa çıkması olanaksız hale gelecektir. Eğitimin kalitesi kaçınılmaz olarak düşecektir. Zaten de, öyle olmaktadır.Özel okulların fiyatının da giderek artması kaçınılmaz olacaktır. Okul ücretlerinin enflasyon oranında artmasını beklemek eğitimin kalitesinden ödün vermek olacağını toplum olarak idrak etmek zorundayız.
Yazının Devamını Oku 9 Haziran 2006
MERKEZ Bankası kendine yakışanı yaptı. Kısa vadeli faizleri beklentilerin üzerinde artırdı. Öncelikli hedefinin fiyat istikrarı olduğunu, söyleyerek değil, uygulamalarıyla gösterdi. Tebrik edilecek bir tutum gösterdi. Piyasalar her zamanki gibi eline göre beklenti yaratmaya çalıştı. Faizler her halde artmalı ama yüzde 0.5 puan artış da iyidir söylevleri geliştirildi. Biraz daha gerçekçi olmaya çalışanlar faizlerin en fazla yüzde 1 puan artabileceğini düşündü. Merkez Bankası’nın faizleri yüzde 1.75 puan artırması piyasalara "soğuk duş" gibi geldi..
Soğuk duş iyidir. Bunaltıcı dönemlerde insanı kendine getirir. Önce çarpar, sonra rahatlatır. Piyasalar ve genelde tüm ekonomi için Merkez Bankası’nın faiz artırımı rahatlatıcı olacaktır. Fiyat istikrarı için atılmış önemli bir adım olacaktır. Güvenin tazelenmesidir. Bu açıdan, tarihi bir hareket yapılmıştır.
DOĞRU MESAJ
Merkez Bankası’nın hatırı sayılır boyuttaki faiz artırımı elbette her derde deva bir ilaç olarak algılanmamalıdır. İşler hemen düzelecek diye de beklenmemelidir. Yaratılan maliyetlerin düşmesi söz konusu değildir. Ama, ileriye dönük olarak, işlerin daha iyiye gideceği yönünde bir ortamın yaratılmaya çalışılması olarak düşünülmelidir.
Her şeyden önce, Merkez Bankası son kararı ile fiyat dinamiklerinin bozulduğunu kabul etmiştir. Para politikasının itibarı açısından olumsuzluğu görüp doğru tespiti yapmak önemlidir. Olumsuzlukları kabullenmek olumlu havayı yaratmanın ilk basamağıdır. Göz boyama ile değil, gerçekleri görerek hareket etmekle Merkez Bankası sorgulanmaya başlayan itibarını yeniden kazanma yolunu açmıştır.
Önümüzdeki bir kaç ayda yıllık bazda enflasyon artmaya devam edecektir. Hatta, bir kaç ay daha şaşırtıcı aylık enflasyon rakamları görebiliriz. Bunların hiçbiri faiz artırılmasının gereksiz olduğuna ya da çalışmadığına işaret etmez. Aksine, ileride sayısı ve boyutu daha fazla olabilecek şaşırtıcı gelişmelerin gerçekleşme olasılığı bu yolla azaltılmıştır.
Özellikle yurt dışında beklenmedik başka olumsuz gelişmeler olmadığı taktirde, döviz kurlarında daha istikrarlı bir döneme gireceğiz. Olmazsa, Merkez Bankası’nın elinde kurları istikrara getirecek mekanizmalar da vardır. Genel faizler önce artacaktır. Ama, ileride faizlerin düşme olasılığı artma olasılığına göre şimdi çok daha fazla artmıştır. Ekonomik büyüme yavaşlayacaktır. Son dönemlerde çok konuşulan ekonomik riskler (cari işlemler açığı gibi) de azalma eğilimine girecektir.
Son gelişmeler ışığında, tahminler enflasyonun yıl sonunda yüzde 10’u aşabileceğini gösteriyordu. Merkez Bankası’nın son çıkışıyla yıl sonunda enflasyonun yüzde 10’un altında kalma olasılığı artmıştır. Kısacası, verilen mesaj doğrudur.
DİĞER RİSKLER
Doğru ve güçlü bir mesaj verilmiştir. Ama, farklı riskler yok edilmemiştir. Çalkantıların neden olduğu maliyetler yok olmamıştır. Ekonomi üzerindeki bulutlar kaybolup her şey güllük gülistanlık olmamıştır.
Ekonomik beklentileri esir almış durumda olan "siyasi riskler" olduğu gibi karşımızda durmaktadır. Hükümetin yapısal reformlar konusundaki isteksizliği henüz değişmiş değildir. Avrupa Birliği ile olan ilişkilerin ne yönde gelişeceği bilinmemektedir. Ekonomiyi yönlendiren iki çapanın (IMF ve AB) sağlamlığı konusundaki kaygılar devam etmektedir.
Merkez Bankası’nın son faiz artırımı ancak bu risklerin azalmasıyla kendinden bekleneni verebilecektir. Aksi taktirde, başka faiz artırımları kaçınılmaz olabilecektir. Merkez Bankası son hareketiyle şartlara göre ileride de gerekenlerin yapılacağı konusundaki inancı güçlendirmiştir.
Yazının Devamını Oku 8 Haziran 2006
EKONOMİK yaşamda "bedava" diye bir şey yoktur. Bedava gibi görünen her şeyin ardında mutlaka bir fiyat vardır. Yalnızca ödeyenler farklıdır. Türkiye ekonomisinde son yaşanan çalkantıların da mutlaka bir maliyeti olacaktır. Maliyetin asgariye indirilmesi ekonomi politikalarının tek amacı olmalıdır. Buna yönelik olarak da üzerinde durulması gereken iki konu enflasyonun kontrolü ve döviz kurlarındaki istikrardır.
Bu amaç yönünde hareket edilirken, işleri zorlaştıracak yapı değişiklikleri ve bugünlerden kalan tortuların engellemeleri söz konusu olabilecektir.
GELİRLER POLİTİKASI
Ekonomik birimlerin fiyatlandırmaları geriye dönük gerçekleşmelere göre değil, ileriye dönük hedeflere ve olumlu beklentilere göre oluşmaya başlamıştı. Ekonomik birimler geçmiş enflasyondan kaynaklanan kayıpların telafi edilmesine değil, gelecekte beklenen enflasyonun yaratacağı kayıpların telafisine odaklanmaya başlamışlardı. Şimdi, durum değişti. Çünkü, geçmişteki beklentiler ve şimdiki gerçekleşmeler birbirlerinden kopma noktasına geldiler.
2006 yılında enflasyonun yüzde 5 civarında olacağı varsayımı ile ücret ayarlamaları bu çerçevede düşünülüp artık ücret ayarlamaları altı aylık değil, bir yıllık olmaya doğru ilerliyordu. Enflasyon hedeflemesinin daha ilk yılında bu kontrat bozuldu. Yılın ilk beş ayında tüm yıl için hedeflenen kayıp neredeyse gerçekleşmiş oldu.
Doğal olarak, ileriye dönük enflasyon hedeflemesine göre geçmişte yapılan ücret ayarlamaları şimdiden yetersiz kaldı. Daha da vahimi, ücret ayarlamaları yılda bir yapılamaya başlamışken yeniden altı aylık ücret ayarlamaları talepleri artacaktır. İleriye dönük olarak reel ücretler azalsa dahi, nominal ücretlerdeki artış bir başka düzeye taşınacaktır. Bu olgu hem enflasyonu hem de enflasyondaki katılığı artırıcı bir rol oynayacaktır. Bu değişme çok önemli bir kayıptır.
Bir başka ifadeyle, istikrar politikalarının önemli bir bacağı olan "gelirler politikası" şimdilik bir sakatlanma riski içindedir.
PARA POLİTİKASI
"Bu yıl geçmiştir, 2007 yılı enflasyonuna odaklanmalıdır" görüşü bir yere kadar doğrudur. Ama, 2006 yılında son aylarda gözlenen eğilimlerin değiştirilememesi durumunda, 2007 enflasyon hedefini tutturabilmek de çok ciddi risk altında olacaktır.
Bu nedenle para politikası bugünden inandırıcı bir tutum almak zorundadır. Para politikası, tavrı kesin, beklentileri makul, açıklamaları inandırıcı ve yeniden söyledikleri gerçekleşen bir konuma gelmelidir.
Aksi taktirde, ilerideki dönemlerdeki ücret artışı talepleri inandırıcı olamayan enflasyon hedefinden kabul edilemeyecek boyutlarda sapabilecektir. İnandırıcı olmanın yolu Merkez Bankası’nın para politikasında alacağı tutum ve tutumun kararlılıkla ekonomik birimler ile paylaşılmasıdır. Bu yaklaşım Merkez Bankası’nın piyasaların beklentileri doğrultusunda karar alması olarak anlaşılmamalıdır.
Bu dönemde "fırsatçılık" olarak tanımlanabilecek ve fiyat istikrarını tehdit eden girişimler olabilecektir. Fiyat istikrarına odaklanmış ekonomi politikalarının görevi "fırsat" olarak nitelendirilebilecek ekonomik şartları "risk" haline sokmak olmalıdır. Yani, uygulama öne çıkmaktadır.
İşler bir süre sonra iyiye de gitse, toplum olarak bir maliyet yüklenmek zorundayız. En azından, fiyat istikrarını oluşturmak ilk tahminlerden daha uzun bir zaman alacaktır. Çünkü, olumsuz dinamikler devreye girmiştir.
Yazının Devamını Oku 7 Haziran 2006
TÜRKİYE ekonomisinde son bir aya yakın gözlenen gelişmeleri "yurt dışı" kaynaklı deyip geçemeyiz. Başımıza gelenlerin ve geleceklerin ihmal edilemeyecek bir bölümü iç dinamiklerden kaynaklanmaktadır.
İyi dönemlerde "yurt dışı" koşullar bir ölçüde bir örtü görevini görüyordu. Yurt dışı piyasalar biraz karıştı. Örtü kalktı. Örtünün altındakiler açığa çıktı. Şimdi, ortalığı temizlemek zorundayız. Temizlerken de biraz toz kalkacak. Buna da hazır olmalıyız.
Bu aşamada bir "kabahatli" aramak yanlıştır. Az ya da çok, genelde hükümet de dahil ekonomi yönetimindeki kuruluşların tümü kabahatlidir. Olumlu gelişmelerin yarattığı bir "körlük" söz konusu olmuştur. Gelişmeler doğru değerlendirilmemiştir. Riskler yeterince erken görülememiştir. Bazı veriler yanlış okunmuştur. En önemlisi, ekonomi yönetimine "dokunmayalım, bozarız" anlayışı hakim olmuştur.
YENİ HEDEF
"Dokunmayalım, bozarız" anlayışı son bir aydır da hüküm sürmüştür. Döviz piyasalarına müdahale etmek yabancı yatırımcıların çıkışlarını ucuz kurdan sağlamak olarak algılanıp işe yaramayacağı düşünülmüştür. Buna karşılık, TMSF’nin çıkıp "4 milyar dolarım var, istediğim zaman satarım" beyanatı döviz kurlarına fren olabilmiştir.
Bu nasıl bir döviz piyasasıdır ki, Merkez Bankası’nın elindeki 60 milyar dolardan korkmuyor, ama TMSF’nin elindeki 4 milyar dolardan korkuyor? Burada bir yanlışlık yok mu?
Gelinen noktada, artık nasıl bir politika uygulanırsa uygulansın, ekonomik beklentiler bir süre bozulmaya devam edecektir. "Hiçbir şey yapmaya gerek yoktur" anlayışı devam ederse, bozulma daha hızlı ve daha derin olabilecektir. Olayları önceden görüp (ya da göremeyip) hareket etmemenin maliyeti olacaktır.
Örneğin, Merkez Bankası’nın faiz artırımı işlerin bozulduğunun tescili olacaktır. Ama, Merkez Bankası bu durumu tescil etse de etmese de durum değişmeyecektir. O halde, Merkez Bankası’nın faizleri artırması, hem de piyasaları şaşırtıcı bir boyutta artırması, bir süre sonra göreli fiyatların ekonomik dengelere yansımasını hem kolaylaştıracaktır hem de hızlandıracaktır.
Bir başka ifadeyle, bozulma yaşanacaktır, ama bozulmanın boyutunu sınırlandırmak ve zamanını kısaltmak bundan sonraki politikaların ilk hedefi olmak zorundadır. Gelişmeleri önden görüp (ya da göremeyip) zamanında önlem almaktan kaçınan bir ekonomi politikası anlayışının başka bir seçeneği kalmamıştır.
SONUÇLAR
Önümüzdeki dönemde ekonominin yeniden rayına oturmasının iki önemli parametresi olacaktır: enflasyonun kontrolü ve döviz kurlarında istikrar. Enflasyonun kontrolü biraz zaman alacaktır, ama döviz kurlarında istikrarı sağlamak ivedilik arz etmektedir. Yalnızca bekleyişler açısından değil, fiyat istikrarı açısından da konunun bu yanı önemlidir.
Ekonomi politikaları bu iki noktaya odaklanmışken, ekonomik büyüme yavaşlayacaktır. Özel kesimin tasarrufları artacak, yatırımları düşecektir. Dış ticaret ve cari işlemler açıklarında daralmalar söz konusu olacaktır.
Bir başka ifadeyle, daha önce ekonomi politikalarının hedefi yapmadığımız olgular şimdi bir sonuç olarak karşımıza çıkacaklardır. Bundan kaçış yoktur. Bütün bu çalkantılar ise bir maliyet olarak üzerimize çökmüştür. Kazanımlarımızın bazıları kaybedilme noktasına gelmiştir.
Devamı var.
Yazının Devamını Oku