AMERİKA Birleşik Devletleri Merkez Bankası (FED) iki yıldır kısa vadeli faizleri artırıyor. FED ne yapacağını da önceden söylüyor. Durumdan piyasalar daha önceden haberdar oluyorlar. Yani, FED’in yaptığında hiçbir sürpriz yok.
Önceleri, FED’in faiz artırımları gelişmekte olan ülkelere giden sermayeyi ürküteceği düşünüldü. Ama, beklenen hemen olmadı.
Diğer ülkeler FED’in faiz artırımlarını ilgi ile izlediler. Büyük merkez bankalarından Bank of England geçmişte, FED’e paralel olmasa da, faiz artırımları gerçekleştirdi. Avrupa Merkez Bankası bu süre içinde üç aşamada kısa vadeli faizleri toplam 0.75 puan artırdı. Gelişmekte olan ülkelerin çoğu durumu son dakikaya kadar seyrettiler.
TEK PARA OTORİTESİ
Özellikle gelişmekte olan ülkeler durumu seyretmekle yetindiler. Hatta, gelişmekte olan piyasalara akan sermayenin de verdiği cesaretle, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu birçok ülke, kısa vadeli faizleri indirdi. Daha geçenlerde Brezilya faizleri 0.75 puan indirdi. Türkiye son olarak nisan ayında aynı şeyi yaptı.
Gelişmiş ülkelerdeki faizlerin artıp gelişmekte olan ülkelerdeki faizlerin aynı paralelde artmaması hatta azalması yatırımcı tercihlerini bir aşamada doğal olarak değiştirecekti. FED faiz artırımlarına başladığında bu konu oldukça fazla vurgulandı. Ama, yatırımcı tercihlerindeki değişme FED faizleri yüzde 4.25’i geçince daha ciddi konuşulmaya başlandı.
FED son olarak kısa vadeli faizleri yüzde %5’e yükseltti. Çeşitli çevrelerden alınan izlenim FED’in faizleri artırmaya devam edebileceği yönünde yoğunlaşıyor. Büyük bir olasılıkla bu ay sonunda FED faizleri yüzde 5.25 olacak. Bu beklentilerle uluslararası yatırımcıların tercihlerindeki değişme daha belirgin hale geldi.
Sermayenin serbest dolaşımının mümkün olduğu ortamda ülkeler arasındaki faiz farkını (risk primi dahil) ancak belli bir noktaya kadar küçültebilmek mümkün olabiliyor. "Amerika faizleri artırsın, benim iç ekonomik şartlarım faizlerin aynı kalmasına ya da düşmesine olanak vermektedir" gibi bir sav bir süre sonra geçerliliğini yitirmektedir. Sermaye, riski daha az ama getirisi artmakta olan ülkeye doğru akmaya başlamaktadır. Hatta, kayıtsız kalmak riskleri daha da artıran bir etken oluyor.
Euro Bölgesi oluşturulmadan önce, Avrupa bu olgunun çok önceden farkına varmış bir kıtadır. Ne zaman Almanya Merkez Bankası (Bundesbank) faizleri değiştirse, on beş dakika sonra Hollanda, Avusturya Belçika ve Danimarka Merkez Bankaları da aynı yönde karar alırlardı. Göreli olarak diğer merkez bankası başkanlarından daha düşük ücret alan Bundesbank başkanları "asıl kararı biz alıyoruz, onlar bizi takip etmekten başka bir şey yapmıyorlar, ama onlar daha fazla ücret alıyorlar" diye samimi ortamlarda şaka yollu durumdan şikayet ederlerdi.
Uluslararası sermaye akımlarının ulaştığı düzey ekonomik dengeleri artık merkez bankalarının da birbirlerinden bağımsız kararlar alamayacağı bir noktaya getirdi. Geçmişte bu durum gelişmiş ülkeler için geçerliydi. Şimdi, sermaye hareketlerini serbestleştirmiş ve uluslararası sermayenin ilgisini çeken tüm ülkeler için geçerli olmaya başladı. Er ya da geç, gelişmekte olan ülkeler de dahil olmak üzere uluslararası sermaye akımlarının serbest olduğu ülkeler FED kararlarını izlemek zorunda kalacaklardır. FED neredeyse küresel ekonomide tek para otoritesi durumuna gelmektedir. Son gelişmeler bu gerçeği açıkça göstermiştir. Amerika’da ve Avrupa’da enflasyon riski varsa, bu risk küresel olmaktadır.
TEK PARA
Bir anlamda, uluslararası sermaye akımları dünyayı "tek para" ekonomisine doğru götürmektedir. Aksi taktirde, kurlardaki oynaklığa razı olmak gerekmektedir. Orta-uzun dönemde kurlardaki oynaklığın sonucu ekonomik kayıp yaratmaktan başka bir şey değildir. Ya FED’i (veya liderlik yapan başka büyük ülkelerin merkez bankalarını) takip edeceksiniz ya da daha yüksek enflasyona razı olacaksınız.
İçeride enflasyon tehdidinin olmaması nedeniyle, FED, kendi ülkesindeki enflasyonist baskılarla faizleri artırıyor diye olayı seyretmek mümkün olmamaktadır. Çünkü, FED in faiz artırımlarının neden olacağı kur oynamalarıyla bir başka yoldan enflasyon tehdidi altına girilebilmektedir. Daha açık bir ifadeyle, FED’in Amerika için öngördüğü enflasyon tehdidi bir süre sonra bütün ülkeler için geçerli olabilmektedir.
Gelişmekte olan ülkeler bu gerçeği çok geç gördüler. İşler karıştıktan sonra, içlerinde Türkiye de olmak üzere, onlar da faizleri arttırmaya başladılar. Ama, çalkantılardan kendilerini kurtaramadılar.
Galiba, gelişmekte olan ülke tanımının bir boyutu da "gelişmeleri önceden göremeyip işler sarpa sardıktan sonra, yumurta kapıya geldiğinde önlem almak" olmaktadır. Bu yaklaşım da ciddi ekonomik kayıplara yol açmaktadır.