Ercan Kumcu

Banknot kupürleri ve enflasyon

11 Ocak 2005
<B>MERKEZ </B>bankaları, <B>ulusal parayı</B> (banknot) basma konusunda tekel konumundadırlar. Eskiden kalma alışkanlıklarla, madeni parayı <B>Hazine</B> basar. Banknotların kupür büyüklükleri ülkeden ülkeye değişebilir. Ama, banknotların kupür yelpazesi genelde ekonomideki ortalama fiyat düzeyinin bir sonucudur. Yine, ekonomideki ortalama fiyat düzeyine bağlı olarak kupür yelpazesindeki bir ya da iki banknot kupürü en fazla kullanılan kupür olur.

Piyasadaki banknot kupürlerinin dağılımına karar veren merkez bankaları değil, piyasadır. Kullanıma göre, bankalar merkez bankasından belli kupürleri belli sayılarda talep ederler. Merkez bankaları, piyasanın istediği kupürleri verir.

Merkez bankaları hangi kupürde banknot basacağına karar verir. Ama, piyasada hangi kupürden ne kadar banknot olacağına piyasa karar verir. Bu açıklamalardan, merkez bankalarının aslında emisyon üzerinde çok fazla bir kontrolü olmadığı da anlaşılmaktadır.

ABD

Amerika Birleşik Devletleri
’nde en küçük dolar kupürü 1 dolardır. En büyük kupür ise 10 bin dolardır. Arada, 2, 5, 10, 20, 50, 100, 500, 1000 ve 5000 dolarlık kupürler vardır. Piyasa 500, 1000, 5000 ve 10000 dolarlık kupürlere rağbet etmez. Toplam emisyon içinde bu kupürlerin payı sıfıra çok yakındır. Ama, 1, 5, 10, 20, 50 ve 100 dolarlık kupürler emisyon içindeki en popüler kupürlerdir.

100 dolarlık banknot da Amerika’dan çok Amerika dışında dolaşmaktadır. Bir tahmine göre, Amerika dışında 300 milyar dolarlık banknot dolaşmaktadır. Toplam emisyonun 700 milyar dolar olduğu düşünülürse, dolar emisyonunun neredeyse yarısının Amerika dışında olduğu daha iyi anlaşılacaktır.

Grafikte, 1989 ve 2003 yıllarında, Amerikan dolar banknotları kupürlerinin sayısal dağılımının toplam içindeki payları verilmektedir. En küçük kupür ve 100 dolar dışarıda bırakılırsa, dolar kupürlerinin dağılımı çan eğrisi biçimindedir. Beklenen de bu şekilde bir dağılımdır. Bir paranın kupür yelpazesine karar verilirken kupür dağılımının bir çan eğrisi olacak şekilde oluşması hedeflenir.

1989’dan 2003 yılına gelirken Amerika’da doların kupür çan eğrisi biraz bozulmuştur. Yani, küçük kupürlerin payı düşerken büyük kupürlerin payı artmıştır. 100 dolarlık banknotların payındaki artış daha çok Amerika dışındaki dolar miktarının artmasından (Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla) kaynaklandığı düşünülebilir. Kısacası, yıllık bazda küçük oranlarda da olsa, Amerikan ekonomisindeki on dört yıldaki ortalama fiyat artışları, dolar banknotlarının kupür dağılımını büyük kupürlere doğru kaydırmıştır. Yine de, 20 dolarlık banknot en çok tedavül eden banknot unvanını korumuştur.

TÜRKİYE

Türkiye’de ise komik bir durum ortaya çıkmaktadır. Enflasyon yüksek oranlarda gerçekleştiği halde, siyasi otorite Merkez Bankası’nın büyük kupürleri piyasaya çıkarmasını hiçbir zaman hoş karşılamamıştır.
Hatta, kupürlerin büyümesinin enflasyonu azdırdığı yönünde teoriler dahi üretilmiştir. Sonuçta, Türkiye’de TL banknotlarının kupür dağılımı bir çan eğrisi şeklinde değil, tam tersi bir şekil almıştır. En küçük ve en büyük kupürler piyasada en fazla dolaşan kupürler olmuşlardır.

Yeni Türk Lirası’na geçmeden önce, 31 Aralık 2003 tarihindeki kupür dağılımı bunu çok iyi göstermektedir.

Yeni Türk Lirası banknotlarda 50 ve 100 YTL’lik kupürlerin olması, bu açıdan çok doğru bir karar olmuştur. Hatta, kupür yelpazesine 500 ve 1000 YTL’lik kupürlerin dahi eklenmesi olabilirdi. YTL kupür dağılımını biraz zaman geçtikten sonra sizlerle de paylaşacağım. En azından kısa dönemde, YTL’nin kupür dağılımı da çan eğrisi şeklinde olacaktır.
Yazının Devamını Oku

Reel faizler ne zaman düşer?

10 Ocak 2005
<B>ANKETLERE </B>göre, ekonomide ileriye dönük beklentiler iyi. Gerçekten de, geçmişte enflasyon hedefi yüzde 20 dendiğinde, enflasyon beklentileri yüzde 30’un üzerindeydi. Şimdi, enflasyon hedefi yüzde 8 dendiğinde, beklentiler yüzde 8-10 arasında değişiyor.

Son ankete göre, tüketici fiyatlarındaki yıl sonu enflasyon beklentisi hedefin 0.2 puan üzerinde. Enflasyonda hedef ile beklentiler arasındaki marj azaldı. Marjın azalmasının gerçekten anketlerin söylediği kadar olup olmadığını bilmiyoruz. Çünkü, enflasyon beklentileri konusunda, anketlere verilen cevaplarla ekonomik birimlerin aldıkları iktisadi kararlara baz olan düşünceleri farklı olabilir.

Makro ekonomik verilerden, hedefle beklentiler arasındaki marjın azaldığı belli oluyor. Bir başka deyişle, enflasyon konusunda ileriye dönük olarak verilen hedeflerin kredibilitesi arttı. Bu artış Merkez Bankası’nın ekonomik birimler gözündeki kredibilitesiyle çok yakından ilgilidir. Bu anlamda, Merkez Bankası’nın söylediğini yapması konusundaki üzerinde hissetmesi gereken baskı artmaktadır.

TALEP YETERSİZLİĞİ

Enflasyon hedefiyle enflasyon beklentileri arasındaki fark azalsa da, reel faizler arzulanan düzeylere düşmekte zorlanmaktadır. Türk parası üzerindeki risk primi arzulanan ölçüde düşmemektedir. Enflasyonun geldiği yer itibariyle, Türk parası ile borçlanmak göreli olarak hala pahalıdır.

Geçen yıl Merkez Bankası dört kez ikişer puan kendi borçlanma faizlerini (çünkü Merkez Bankası piyasadan borçlanma durumundadır) indirmiştir. Büyük ölçüde devlet iç borçlanma senetlerinin faizleri de aynı paralelde düşmüştür. Ama, Türk Lirası mevduat faizleri ortalamada aynı paralelde düşmemiştir. Yıl içinde Merkez Bankası faizlerini 8 puan düşürdüğü halde, en çok talep edilen vadedeki mevduat faizleri 4 puanın biraz üzerinde düşmüştür. Yatırımcılar Türk parasına belli bir çekingenlik göstermektedir.

Geçen yılın aralık ayı başı verilerine göre, döviz mevduatlarının da dahil olduğu toplam mali sistem milli gelirimizin yüzde 61’inden yüzde 64’üne gelmiştir. Aynı şekilde, TL mevduatlarının milli gelir içindeki payı da yüzde 21’den yüzde 24’e çıkmıştır. Ama, bu rakam enflasyonun çok daha yüksek olduğu 2001 yılı sonunda yüzde 25 idi.

Bankacılık sistemi TL mevduat yaratmada göreli olarak zorlanmaktadır. Mali sistemin rahatlaması, bankaların kredileri artırması ve kredi faizlerinin nominal düşmesi yurt içinde TL mevduatlarının reel olarak artmasından çok döviz arzının (borçlanma yoluyla) artmasından ve yabancıların TL talebinden kaynaklanmaktadır. En azından, rakamlar böyle bir izlenim vermektedir. Dalgalı kur sisteminin yarattığı belirsizlikler yatırımcıları dövize yönlendirmeye devam etmektedir.

GÜVEN EKSİKLİĞİ

Döviz kurlarının artması yoluyla getiri elde etmenin söz konusu olmadığı bir ortamda yurt içi yerleşiklerin döviz mevduatları artmaya devam etmektedir. Yani, yatırımcılar beklenenin tersine bir pozisyon almaya devam etmektedirler. Yalnızca bu gelişme yatırımcıların risk algılamasında henüz ciddi bir değişme olmadığını vurgulamaktadır. Döviz kurları düştüğü halde, yatırımcılar dövizden çıkmamakta, aksine döviz varlıklarının Türk parası cinsinden değerini sabit tutmaya çalışmaktadırlar.

Türk parasına karşı yurt içindeki yatırımcıların belli bir güvensizliğinin olması ‘kriz hatıralarının’ henüz yeni olmasına ve ‘dalgalı kur sistemi’nin getirdiği belirsizliklere bağlanabilir. Bu güvensizliği üzerimizden atmadan reel faizlerin arzulanan düzeylere gelmesi zor görünmektedir. Çünkü, güven eksikliği, Türk parası üzerindeki risk priminin yüksek kalmasına neden olacaktır.
Yazının Devamını Oku

Rekabet ve mülkiyet

9 Ocak 2005
<B>REKABET </B>kavramının temelinde ‘<B>mülkiyet hakkı</B>’ vardır. Ekonomide mülkiyetin farklı ve çok sayıda kişi ve kurumlara dağılmış olması rekabet kavramını önemli kılar. Tüm mülkiyetin devletin elinde ya da bir kişinin elinde toplanmış olması rekabet kavramını iktisadi açıdan hem bulandırır hem de anlamsızlaştırır.

Bu bakış açısından, mülkiyet haklarının kayıtsız ve şartsız korunması rekabetin temelini teşkil eder. Oturduğunuz eve girip sizi atan ve yerinize yerleşenler olabiliyorsa, rekabetten söz edilemez. Aynı şekilde, sizin başkalarının mülkiyetine tecavüz etmeniz suç sayılıp başkalarının tecavüz etmesini göz yumulduğu zaman da rekabetten söz edilemez.

KAMU MALI

Genelde, mülkiyet ya devletin elindedir ya da özel kişi ve kurumlara aittir. Devletin yasaları mülkiyet sahibinin haklarını korumak zorundadır
. Yani, devletin yasaları hem devletin hem de özel kişi ve kurumların mülkiyet haklarını korumak durumundadır. Devletin mülkiyet haklarını koruyup özel kişi ve kurumların mülkiyet haklarının korunmadığı bir yasal sistem olamaz. Olduğunda, ‘mülkiyet hakkı’ kavramından söz edilemez.

Mülkiyet hakkı, en geniş anlamda, mülk üzerinde istenilen tasarrufu yapabilme serbestisidir. Alırsınız, satarsınız, kullanırsınız, hatta başkalarının sizin mülkünüzü kullanmasını engelleyebilirsiniz.

Kamu mülkiyetinde de benzer özellikler vardır. Tek fark, kamu sektörünün, mülkiyetinde olduğu mallar üzerindeki tasarrufunu yine yasal bir çerçeve içinde gerçekleştirmesidir. Yani, kamu, mülkiyetindeki bir binayı sokaktan geçen ilk kişiye satamaz. Satacaksa, belli kurallara uymak zorundadır. Bir anlamda, ‘kamu mülkiyeti’ özel kişi ve kurumların mülkiyetine göre daha sınırlı bir kavramdır.

Kamu mülkiyeti dışında, iktisat düşüncesinde ve uygulamada ‘kamu malı’ (public goods) diye bir kavram vardır. Kamu malı, malın herhangi bir kişi tarafından kullanılmasının başkalarının kullanımını sınırlamayan mallar olarak tanımlanır. Örneğin, kamu sektörü de üretse, diş fırçası bir kamu malı değildir. Çünkü, diş fırçasını ben satın almışsam, başkalarının aynı diş fırçasını satın almasını engellemişimdir. Buna karşılık, mahalledeki çocuk parkı bir kamu malıdır. Çünkü, o parkta benim çocuğumun oynaması başkalarının çocuklarının oynamasını engellememektedir. Bir şekilde, engelleniyorsa, engeller kaldırılmak zorundadır. Çünkü, bir ayırımcılık söz konusudur.

Kamu malının mülkiyeti devlette de, özel kişi ve kurumlarda da olabilir. Örneğin, bir özel kişi de çocuk parkı yapabilir. Bir belediye de çocuk parkı yapmış olabilir. Esas olan malın kullanım biçimidir.

KAVRAMLAR

Tanımlandığı şekli ile, kamu malını kamu malı olmaktan çıkarılabilmesi de rekabeti engelleyen etkenlerdendir
. Örneğin, kamu malı özelliğindeki bir malın kullanımına devletçe ya da özel kişilerce imtiyaz getirip kullanımının sınırlandırılması rekabeti engeller.

Rekabetin altyapısı kurulurken ‘mülkiyet’ ve ‘kamu malı’ kavramlarının iyi oturtulması ve tanımlar çerçevesinde korunmalarının özel bir önemi vardır. ‘Fırsat eşitliği,’ ‘girişim özgürlüğü’ ve ‘serbest piyasa’ gibi kavramlar da bu temel üzerinde oturmaktadır.

Bu kavramların yanında, bir de ‘kamu hizmeti’ kavramı tartışılmalıdır. Kamuya hizmet vermek ‘kamu hizmeti’ olarak mı algılanmalıdır? Gelecek hafta devam edeceğim.
Yazının Devamını Oku

2005 yılının iyi olacağının anlamı

7 Ocak 2005
<B>EKONOMİDE </B>neyin iyi olup neyin iyi olmayacağı göreli bir kavramdır. Dolayısıyla, ‘<B>2005 yılında ekonomi iyi olacak</B>’ dendiğinde farklı kesimler farklı şeyler anlatıyor olabilirler. Ekonomide her şey herkes için iyi olacak diye bir şey yoktur. Örneğin, Merkez Bankası’nın para basıp enflasyonu azdırması tüccarlar tarafından işlerin iyi gittiği yönünde yorumlanabilir. Çünkü, tüccar ağzıyla ‘piyasada para vardır’ ve mallarını istediği fiyattan satabiliyordur. Ama, tüccarın iyi durumda olması başkalarının iyi olduğu anlamına gelmemektedir.

Ekonominin büyümesi sanayici tarafından memnunlukla karşılanır. Çünkü, sanayici daha fazla üretip daha fazla satmaktadır. Ama, ekonomi büyüdüğü halde, işsizlerin hala iş bulamamış olması halinde, üretim arttı diye işsizlerin sevineceği bir durum yoktur.

İYİLER

Ekonomik programdan sapılmadığı ve yapılması gerekenlerin yapılıp risklerden kaçınıldığı sürece, 2005 yılı 2004 yılı kadar, hatta daha da iyi olabilir
. Ekonominin dış finansman yaratma kabiliyeti çok fazladır. İleriye dönük beklentiler olumludur. Üretimde verimlilik arttığı sürece ve hükümet kamu finansmanındaki iyileşmeleri kalıcı yapacak yapısal reformları yaptığı taktirde, bir olumsuzluk beklenmemelidir. Riskler elbette vardır. Ama, siyasi iç ve dış şoklar yaşanmadığı taktirde, işler iyi gidecek gibi görünmektedir.

İşlerin iyi gitmesinden anlatılmak istenen şeyler şunlardır:

1. Enflasyondaki düşüş sürecektir.

2. Faizler enflasyona paralel düşecektir.

3. Beklenen reel faizler düşecek, en azından yükselmeyecektir.

4. Ekonomide üretim artacaktır.

5. İhracat artacaktır.

6. Döviz rezervlerimiz artacaktır.

7. Döviz kurları istikrarlı bir seyir izleyip yerli para reel olarak değer kazanacaktır.

8. Ekonomik açıdan istikrarlı bir ortam oluşacaktır.

9. Ekonomik birimler daha uzağı görebilme olanağına kavuşacaklardır.

İYİ OLMAYANLAR

Bu iyiler elbette herkesin karnını doyurmuyor. İşlerin iyi gitmesinin ön şartı olarak belirtilen, üretimde verimliliğin artışı
, ekonomi büyüdüğü halde, istihdamın aynı paralelde artmayacağı anlamına gelmektedir. O halde, işlerin iyi gideceği dendiği ortam kısa dönemde iş bulamayanlara fazla bir umut vermemektedir.

Gündemdeki yapısal reformların hayata geçirilmesi bazı alışkanlıklarımızın değişmesi anlamına gelecektir. Gelirleri daha istikrarlı olsa dahi, çiftçinin eline geçen fiyatlardaki oynaklıklar artabilecektir. Genç yaşta emekli olup çalışmaya devam ederek çift maaş alma olanakları tıkanabilecektir.

Her üç ayda ya da altı ayda ücret ayarlamasına alışmış çalışanlar artık yılda bir kez ücretlerinin ayarlandığı göreceklerdir. Elbette, bu uygulama hiç kimsenin hoşuna gitmeyecektir. O halde, ‘2005 yılında belli şartlara bağlı olarak ekonomi iyi olacak’ dendiğinde ekonomi kim için iyi olacak?

Orta dönemde, ekonominin iyi gitmesi herkes için iyi olacak. Çünkü, şimdi iyi olarak tanımlanan işler iyi gitmediği taktirde, hiç kimse için işler iyi olmayacak. Şimdi iyi gitmesi beklenen işler gerçekten iyi gittiklerinde, belli bir süre sonra herkes kazanacak.

Herkesin durumunun bir anda iyi olması mümkün değildir. Öyle sanıp farklı hareket edildiğinde, kazanımlar da kaybedilebilecektir.
Yazının Devamını Oku

Enflasyon dinamiği

6 Ocak 2005
<B>ARALIK </B>ayı enflasyonu tahminlerin ötesinde çok iyi çıktı. <B>Tüketici fiyatlarındaki</B> artış 2004 yılı aralık ayı itibariyle yıllık bazda tek haneli (yüzde 9.3) rakamlara indi. 2003 yılı sonuna (yüzde 18.4 idi) göre <B>tüketici enflasyonu 2004 yılında yarı yarıya azaldı</B>. Toptan eşya fiyatlarındaki artışta ise aynı paralelde bir gelişme görülmedi. 2003 yılı sonunda yüzde 13.9 olan toptan eşya fiyat enflasyonu 2004 yılı sonunda 13.8 oldu. Petrol fiyatlarındaki artış olmasaydı toptan eşya fiyat endeksindeki artış belki birkaç puan aşağıda olabilecekti. Ama, düşen reel kurlara rağmen, üretici fiyatlarında bir katılık görülüyor.

ZAM BASKISI

Toptan eşya ve tüketici fiyat endeksleri farklı fiyatların ortalamasını alan iki ayrı endeks olmasına rağmen, birbirlerinden tamamen bağımsız değillerdir
. Toptan fiyatların artması durumunda, perakendeciler de, eğer mallarını satabiliyorlarsa, kár marjlarını korumak için fiyatlarını aynı paralelde artıracaklardır.

Aksi bir durum da söz konusu olabilir. İç talebin artmasına paralel olarak tüketici (perakendeci) fiyatlarının daha hızlı artması durumunda, toptancılar da fiyatlarını artırarak artan perakendeci kar marjlarına ortak olmak isteyeceklerdir. Dolayısıyla, bu iki fiyat ortalamasının uzun dönemde paralel hareket edeceğini düşünmek yanlış olmayacaktır.

2004 yılında yıllık ortalamalar bazında toptan fiyatlar yüzde 11.1 arttı. Madencilik ve imalat sanayi fiyatlarındaki artışlar yüzde 10-11 civarındaydı. İki farklı yönde hareket eden fiyatlar ise tarım ve enerji fiyatlarıydı. 2004 yılında ortamla olarak tarım fiyatları yüzde 13.6 artarken, enerji fiyatları yüzde 1 düştü. Grafikte toptan eşya fiyatlarının alt kalemlerindeki değişmeler açıkça görülmektedir.

Endeks bazında, 2004 yılı sonundaki ortalama enerji fiyatı 2003 yılının yaz aylarından daha düşüktür.

Ortalama enerji fiyatının içine giren kalemler devletin ya da mahalli idarelerin fiyatlarını tespit ettiği kalemlerdir. Ortalama enflasyonun yaklaşık yüzde 25 olduğu bir ortamda bu fiyatlar sabit kalmıştır. O halde, 2005 yılı içinde kamu kesiminin bu fiyatları artırması yönündeki baskılar giderek artacaktır. Bu konuda gazetelerde çeşitli haberler çıkmaya başlamıştır. Göreli olarak enerjinin ucuzlaması enerji üreten birimlerin zarar etmesiyle gerçekleşmektedir. Üretici fiyatlarındaki artışta gözlenen katılık en önemli girdilerden biri olan enerji fiyatlarındaki düşüşe rağmen olmuştur.

RİSKLER

2005 yılı enflasyonu konusunda en büyük risk buradadır. Enerji fiyatlarına yüksek oranda yapılacak ayarlamalar üretici fiyatlarını zıplatacağı gibi, dolaylı olarak tüketici fiyatlarını da olumsuz etkileyecektir
. Bu olumsuzluk, iç talebin oldukça hızlı bir biçimde arttığı bir dönemde daha fazla olabilecektir. Üretici fiyat artışlarının tüketici fiyatlarına yansıması hem kolaylaşabilecektir hem de hızlanabilecektir.

Bu yıl sonu için tespit edilen yüzde 8 enflasyon hedefi ulaşılamayacak bir hedef değildir. Hatta, şartlar uygun olduğu taktirde, yıl sonunda, enflasyon hedefinin altında dahi kalınabilir. Ama, riskler yok değildir.

Hedeften şaşıldığı taktirde, normal şartlar altında, iki alanda yapılabilecek hataların bedeli ödenmiş olacaktır: iç talep yönetiminde pasif kalınması ve kamu fiyat ayarlamalarındaki gecikme. Kısacası, bu yıl enflasyon hedefine ulaşmak daha ince ayarlar gerektirecektir.
Yazının Devamını Oku

Sağlık ve eğitim

5 Ocak 2005
<B>TÜRKİYE</B>’nin ihmal ettiği en önemli alanlardan ikisi <B>sağlık</B> ve <B>eğitim</B> olmuştur. Bir anlamda, devlet, asıl yapması gereken işleri savsaklamış, normalde üzerine vazife olmayan konulara girmiştir. Ne yapmış olursa olsun, devlet önceliklerini iyi tespit edememiştir.

Uluslararası karşılaştırmalar Türkiye’nin bu konuları ihmal etmesinin nedeninin gelir düzeyindeki düşüklük olmadığını göstermektedir. Örneğin, kişi başına geliri bizden 5-6 kat büyük olan ülkeler sağlık ve eğitime kişi başına bizden 10-20 kat fazla para harcamaktadırlar. Sorun, galiba, konuyu önemsememekten ve öncelikleri karıştırmaktan kaynaklanmaktadır.

Önümüzdeki dönemde bu konulara kaçınılmaz olarak ağırlık vermek durumunda kalacağız.

RAKAMLARIN SÖYLEDİKLERİ

Dünya Sağlık Teşkilatı
’nın verilerine göre, kişi başına sağlık harcaması en fazla olan ülke 4.900 dolarla Amerika Birleşik Devletleri olmuştur. Bu ülke milli gelirinin yüzde 14’ünü sağlık konusuna harcıyor. Amerika’yı Japonya (2.627 dolar), Almanya (2.412 dolar), Kanada (2.163 dolar) ve Fransa (2.109 dolar) izliyor.

Aynı verilere göre, Türkiye’de kişi başına sağlık harcaması 109 dolar. Milli gelirimizin yüzde 5’inin altında bir bölümünü sağlık harcamalarına ayırıyoruz. Milli gelirin bir yüzdesi olarak sağlık harcamaları bizim düzeyimizde olan Nepal, Afganistan, Cezayir, Gana, Vietnam gibi ülkeler var. Sağlık konusunda, aynı bazda, Brezilya, İran, Polonya, Romanya, Güney Afrika, Güney Kore ve Uganda gibi ülkelerin durumu bizden daha iyi.

Eğitim konusunda da durumumuz sağlık konusundan çok farklı değil. Öğrenci başına devletin yaptığı eğitime yönelik harcamanın en düşük olan ülkelerin başında Türkiye geliyor. Milli Eğitim Bakanlığı’na bütçeden ayrılan paya bakıldığında, Türkiye’de öğrenci başına 1000 doların altında harcama yapmak üzere bir ödenek ayrıldığı anlaşılıyor.

OECD istatistiklerine göre, dünyada 1000 doların altında öğrenci başına harcama yapan devletler arasında Brezilya, Hindistan, Endonezya, Jamaika, Ürdün, Filipinler, Peru Zimbabwe gibi ülkeler var. Bu rakam, Amerika Birleşik Devletleri’nde 7.500 doların üzerinde, İtalya’da 7.000 dolar, Norveç’te 9.000 dolar yaklaşıyor, İzlanda’da 6000 doların üzerinde, İspanya’da 4.000 dolar, Polonya’da 2.300 dolar ve Meksika’da 1.400 dolar.

GENÇ NÜFUS

Bir ülkede sağlık ve eğitim önemli olmadığında, nüfus planlaması da doğal olarak iktisadi açıdan önemini kaybediyor
. Çünkü, çocuk sahibi olmanın maliyeti düşük sanılıyor. Halbuki, genç nüfus sahibi olmak eğitim ve sağlık açısından son derece maliyetlidir. Genç ancak nüfus emeklilik programları için bir avantajdır. Biz her iki konuda da küçümsenemez bir çarpıklık yaşıyoruz.

ABD Tarım Bakanlığı verilerine göre, 2003 yılında Amerika’da doğan bir çocuğun maliyeti düşük gelirli aileler için ilk yıl 6.800 dolar civarında. Bu çocuğun ilk 17 yılında ailenin üstleneceği toplam maliyetin 172 bin dolar olacağı tahmin ediliyor.

Sağlık ve eğitim düzeyi belli bir yere gelince, nüfus planlaması da belli bir aşamaya geliyor. Türkiye’de de sağlık ve eğitim kaçınılmaz olarak önemli bir hale gelecektir. Bu konulara daha fazla para harcayacağız. Daha fazla para harcadıkça, sağlık ve eğitimde birim fiyatlar kaçınılmaz olarak artacaktır.

AB’ye üye olmak yalnızca demokratikleşme ile olmayacak. Hayat standardı da belli bir yere gelecek. Standardın en önemli iki parametresi eğitim ve sağlık olacak.
Yazının Devamını Oku

Vadeli piyasalar

4 Ocak 2005
<B>TÜRKİYE</B>’de finans sisteminde çeşitli piyasalar oluştukça, <B>spot piyasaların</B> tamamlayıcısı durumundaki <B>vadeli piyasaların</B> oluşması da çok arzulandı. Spot piyasalar alışverişin hemen olduğu, vadeli piyasalar ise alışverişe ya da alışverişin yapılabileceğine bugün karar verilip alışverişin belli bir vadede gerçekleştiği piyasalardır.

Türkiye’de finans sisteminde vadeli piyasalar oluşamadı. Oluşamamasının nedeni devletin bu piyasaları elinden tutmadığı için değil, vadeli piyasalarda hem alıcı hem de satıcı olarak işlem yapmak isteyen ekonomik birimlerin olmamasıydı. Çünkü, bu birimlerin oluşması için gerekli makro ekonomik şartlar mevcut değildi.

Mal piyasasında vadeli işlemler oluyor. O piyasada devlet hiçbir rol oynamıyor. Hatta, mümkünse, mal piyasasındaki vadeli işlemler devletten saklanmaya çalışılıyor. Zaten piyasa denen olguda devletin rolü yoktur. Devletin rolü, alışverişin olduğu yeri dört duvar ve bir çatı ile kapatılmasını isteyip (bunun adına borsa deniyor) alışverişin herkes tarafından bilinen kurallar çerçevesinde oluşmasını sağlamaktır.

ALICI-SATICI

Vadeli piyasaların işleyiş mantığının temelinde paranın belli bir vadedeki getirisi
vardır. Bu piyasalarda, fiyatlama, formülü ne kadar karışık olursa olsun, faiz oranı ile ilgilidir. O halde, vadeli piyasalarda fiyatlama yapabilmek için söz konusu vadedeki faiz oranının bilinmesi gerekir. Belirleyici olan faiz oranıdır.

Belli vadelerde faiz oranı oluşabilmesi için yatırımcıların o vadelerde yatırım yapmak istemesi gerekir. Aksi taktirde, faiz oranı bilinemez. O vadede herhangi bir vadeli işlem fiyatlandırılamaz.

Fiyat, satıcının malını satmak istediği, alıcının da o malı almak istediği düzeyde oluşur. Yani, ‘benim evim 100 bin YTL ediyor’ demenin bir anlamı yoktur. Anlamlı olan, birilerinin çıkıp evinizi 100 bin YTL’ye almak istemesidir. Türkiye’de finans piyasasında vadeli işlem olmamasının nedeni de bu gerçekte yatmaktadır.

Piyasanın kurulmuş olması (dört duvar, bir çatı ve kuralların tespiti) fazla bir anlam taşımaz. Önemli olan, vadeli işlem yapmaya niyetli hem alıcıların hem de satıcıların olmasıdır. Alıcı ve satıcı olduğunda, dört duvar, bir çatı ve yazılı kurallar olmadan da piyasa çalışır. Yıllarca, hatta şimdi dahi, altın piyasası Kapalı Çarşı’da böyle çalışmadı mı?

ORTAM

Vadeli piyasaların çalışmasının önündeki en büyük engel yıllarca yüksek enflasyon içinde yaşamamızdır
. Şimdi, enflasyon yüzde 10’lara düştü diye ileriye dönük tutumumuz hemen değişmeyecektir.

Değişme, beş yıl vadeli mevduat yaptığımızda gerçekleşecektir. Hazine YTL üzerinden yirmi yıl vadeli sabit faizli bono çıkarıp peynir-ekmek gibi sattığında vadeli piyasaların önü açılacaktır. Türkiye’de oturanlar servetlerini taşa toprağa değil, mali sistemde değerlendirdiğinde ekonominin önü açılmış olacaktır. Mali sistemdeki yatırımların döviz değil, yerli para olduğunda vadeli işlemlerin bir anlamı olacaktır.

Bütün bunlar olmadan vadeli işlem piyasalarının yapacağı tek şey üç-beş spekülatörün kendi arasında oyun oynayıp, eğer bulurlarsa arada bir ağa takılan başka işlemcileri avlamaları olacaktır. Borsa kavramından bunu anlamamalıyız.

Vadeli işlem piyasalarına ihtiyaç vardır. Ama, piyasada işlem görecek ekonomik birimlerin rahatlıkla işlem yapabilecekleri, hesaplanabilen makul riskler alabilecekleri ortam henüz oluşmamıştır.
Yazının Devamını Oku

2005 yılında Türkiye ekonomisi

3 Ocak 2005
<B>BEKLENENDEN </B>daha iyi bir performansla 2004 yılını geride bıraktık. <B>2005 yılı da</B>, bir şok yaşanmadığı taktirde, <B>2004 yılına benzeyebilir</B>. Enflasyonun kontrol altında tutulduğu, ekonomik büyümenin sürdürüldüğü ve istihdamın çok fazla artmayacağı bir yıl geçirebiliriz.

Riskler de vardır. Irak’taki gelişmeler Türkiye ekonomisini ve beklentileri radikal bir biçimde etkileyebilir. IMF’nin bu yıldan itibaren üzerimize baskı koyacağı yapısal reformların savsaklanması söz konusu olabilir. Avrupa Birliği ile ilişkiler beklentiler yönünde ilerlemeyebilir. Her şeyden önce, ileriye dönük iyimser de olsalar, beklentiler iyi yönetilemeyebilir.

Fren yapılması gerekirken, gaza daha fazla basılabilir. Hafif gaz vermek gerekirken, frene abanılabilir. Siyasi alanda hükümetin başarılı sonuçlar alması iktisadi alanda zor kararların alınmasını kolaylaştıracaktır. Siyasi alanda yaşanabilecek beklenmedik olumsuzluklar iktisadi alanda doğru, ama zor kararların alınmasını engelleyecektir.

2005 yılının sorunsuz ve başarılı geçmesi için iki önemli ön koşulun sağlanması gerekiyor: Yapısal reformların hayata geçirilmesi ve üretimde verimlilik artışının devam etmesi. İkisinin de bir arada gerçekleşmemesi durumunda ekonomide sıkıntılar yaşanması kaçınılmaz olacaktır.

Yeni Türk Lirası’na kısa sürede alışırız

YENİ
yıla Yeni Türk Lirası ile girdik. Doğal olarak kafalar biraz karışacak. Ama, kısa zamanda yeni paramıza alışacağız. Alışma döneminde dikkat etmek gerekecek.

Dikkat etmemiz gereken en önemli nokta, mutlak olarak daha küçük rakamlarla konuştuğumuza aldanmayıp aldığımız mal ve hizmetlerin ucuzladığını sanmamak olacaktır. Yeni paraya geçtik diye mallar ucuzlamayacaktır. Aksine, kandırmaya yönelik olarak malların göreli pahalılaşma olasılığı vardır.

Özellikle, temel ihtiyaç maddeleri fiyatlarında titiz davranmalıyız. Gerektiğinde, ilk gördüğümüz yerden değil, birden fazla yerden fiyat alarak ihtiyaçlarımızı gidermeliyiz. En çok aldatmaca bu alanda olacaktır.

Kısacası, YTL’ye alışana kadar iyi hesap yapmalıyız.

Ekonomi bu yıl yüzde 6-8 büyüyebilir

2005
yılında ekonomik büyümenin son üç yıla göre çok daha yavaş olacağını beklemek çok gerçekçi değildir. Normal şartlarda, ekonomi bu yıl da yüzde 6-8 gibi bir büyüme performansı gösterebilecektir.

Beklentilerin aksine, AB üyeliği beklendiği yolda ilerliyor diye Türkiye’ye yabancı sabit sermaye yatırımları akmayacaktır. Bu alanda, 2005 programının beklentileri fazla iyimserdir. Program 3 milyar doların üzerinde yabancı sabit sermaye geleceğini öngörmektedir. Türkiye’den sabit sermaye çıkışı olabileceği göz ardı edilmektedir.

Ama, AB ile ilişkilerin yolunda gitmesi Türkiye’nin dış borçlanma kapasitesini artıracaktır. Dolayısıyla, dış finansman kısıdı belli şartlarda ekonomik büyümenin önünde ciddi bir engel olmayacaktır.

Ekonomik büyüme doğal olarak ithalat artışını getirecektir. Cari işlemler açığı bu yılın da üzerinde gerçekleşebilecektir. Dış finansman darboğazının olmaması ileriye dönük riskleri artırsa da, büyümeyi körükleyebilecektir.

Artan dış ticaret açığının dış piyasalarca daha riskli bir durum olarak algılanmaması için ihracat artışının devam etmesinin özel bir önemi vardır. Artmayan ya da düşen ihracatla beraber artışa devam eden ithalat yoluyla daha da büyüyen dış ticaret açığı dış piyasaların risk algılamasını olumsuza çevirebilir. Bu açıdan, üretimde verimlilik artışının devam etmesiyle ihracatın artış eğiliminde olması önemlidir. Normal şartlarda kurlar yoluyla ihracatı karlı hale getirmek mümkün görünmemektedir.

Yüzde 8’lik enflasyon ciddi çaba istiyor

2005
yılı için tespit edilen yüzde 8’lik enflasyon hedefine ulaşmak için küçümsenmeyecek bir çaba gerekecektir. Sıkı maliye ve para politikalarının yanında yapısal reformların kararlılıkla hayata geçirilmesi enflasyon hedefine ulaşmak için önemlidir.

Yapısal reformların hayata geçirilmesi enflasyon beklentilerinin kırılması açısından önemlidir. Kamu sektörünün finansman açıklarının azaltılmasının kalıcı olup olmayacağı yapısal reformların hayata geçirilip geçirilmeyeceği ile yakından ilgilidir. Dolayısıyla, yüzde 10 civarında katılaşabilecek enflasyon eşiğini aşabilmenin tek yolu yapısal reformları hayata geçirmektir. Kalıcı istikrarın tesis edilmesi yönünde ekonomik birimlerin ikna edilebilmesi yapısal reformlar yoluyla gerçekleşecektir.

Enflasyon konusunda iki önemli risk tarım fiyatlarındaki oynaklık ve geciktirilmiş kamu sektörü fiyat ayarlamalarının 2005 yılı içinde yapılmalarının zorunlu hale gelmesidir. Bütün dünyada enerji fiyatları artarken, Türkiye’de doğal gaz ve elektrikte gerekli olan fiyat ayarlamaları geciktirilmiştir. Bu yıl elektrik ve doğal gaza yapılabilecek zamlar enflasyon hedefinden sapmaya neden olabilir.

2005 yılında, enflasyon yüzde 8’e kadar inmekte zorlansa dahi, yüzde 10’un çok üzerinde gerçekleşme olasılığı zayıftır.

Para politikasında şeffaflık kredibilite getirecek

PARA
politikasının kurumsallaşması ve şeffaflaşması yönünde atılan adımlar Merkez Bankası’nın para politikası konusunda alacağı kararların kredibilitesini artıracaktır. Enflasyon beklentilerinin hedeflenen enflasyonla tutarlı olarak oluşması açısından atılan adımlar çok önemlidir.

Spekülatif dalgalanmaların dışında, enflasyondaki gidişe göre faizlerin son üç yılda gözlenen biçimde hızla düşmesi olasılığı artık kalmamıştır. Reel faizler büyük bir olasılıkla yüzde 8-10 düzeyinde dalgalanacaktır. Bu alanda, faizlerin gereksiz dalgalanmalar göstermemesi için beklentilerin iyi yönetilmesi gerekmektedir.

Yurt dışı piyasaların Türkiye ekonomisine bakış açıları doğrultusunda, iç talep büyümesini yavaşlatmaya yönelik olarak ekonomiyi soğutma ihtiyacı doğabilecektir. Maliye politikaları ile ekonomi soğutulamadığı taktirde, para politikasının devreye girmesi kaçınılmaz olabilir. Böyle bir durumda, 2005 yılı içinde Merkez Bankası’nın faizleri 1-3 puan arası artırması gündeme gelebilir.

Ekonomide iç ya da dış şok olmadığı taktirde, Lira’nın reel olarak değer kazanması 2005 yılında da devam edecektir. Paramızın ne kadar değer kazanacağı beklentilerle çok yakından ilgilidir. 2005 yılı içinde ortalama olarak Euro ve dolardan oluşan bir sepetin nominal olarak yüzde 5 civarında artması normal karşılanmalıdır. Artış çok daha düşük de kalabilir.

İhracatın teşvik edilmesi amacıyla kurların artması gerektiği yönünde son üç yıldır verilen demeçler kurlarda gereksiz istikrarsızlıklar yaratarak yapıcı olmaktan çok yıkıcı olmaktadır. İhracatın kurlardan dolayı yaşayabileceği olumsuzluklar ancak üretimde verimlilik artışı ile tersine çevrilebilecektir.
Yazının Devamını Oku