Ercan Kumcu

Rakamlarla Türkiye ekonomisi

2 Ocak 2005
<B>2004 </B>yılı bitti. Yıl sonuna yönelik ekonomik verilerin tamamlanması doğal olarak zaman alıyor. Ama, <B>şimdiye kadar derlenen rakamlardan geçen yıl hakkında genel bir izlenim elde etmek mümkündür</B>. Yılın başındaki beklentilerle karşılaştırıldığında, 2004 yılı çok iyi geçti. Böyle olmasının arkasında iki büyük neden vardı: Dış borçlanma olanaklarının açıklığı ve AB’ye yönelik olumlu beklentiler. Bu arada, hükümet ve genelde ekonomi yönetimi eğilimleri tersine çevirebilecek ciddi hatalar yapmadı. Çizilen rotadan çok sapılmadı.

Önceleri ‘IMF ile işimiz bitti’ gibi demeçler verildiyse de, IMF ile yıl sonuna doğru üç yıllık yeni bir stand-by düzenlemesine gidilmesi 2005 yılı ve sonrası için çok olumlu bir girişim oldu. Gelinen noktada, ekonomik birimler uygulanmakta olan istikrar programının devamlılığından belli bir ölçüde emin olmak istiyorlar.

Tablo makro ekonomik gidişatı ve riskleri bütün açıklığı ile anlatıyor. Çok fazla yoruma da ihtiyaç yok. Ekonomide aşırılıklar daima riskleri artırır. Risklerin azalması aşırılıkların törpülenmesiyle olacaktır. 2005 yılında yapılması gereken işlerden biri de istikrar yolunda ilerleyebilmek için ekonomideki aşırılıkların törpülenmesi olacaktır.

2005 yılındaki temel makro ekonomik büyüklükler konusundaki öngörülere yarınki yazıda yer verilecek.
Yazının Devamını Oku

Yıl biterken Türkiye ekonomisi

31 Aralık 2004
<B>2004 </B>birçok açıdan çok iyi olurken, bazı açılardan zor geçti. İyi giden işler beklentilerden daha iyi oldu. Kötü taraflar beklentilerden daha kötü oldu. Ekonomi beklenenden hızlı büyüdü. Enflasyon (tüketici fiyatlarında), hedeflenen doğrultuda, ama beklenenden daha hızlı düştü. Kamu finansmanında beklentilerden daha disiplinli hareket edildi. Faizler beklentilerden hızlı düştü. Türk Lirası beklendiği gibi reel olarak değer kazanmaya devam etti.

Üretimde verimlilik, çeşitli göstergelere göre, bu yıl da artmaya devam etti. Üreticiler yalnız işgücünden değil, enerji gibi girdilerden de tasarruf etti. Grafikte görüldüğü gibi, 2002'nin son çeyreğinden beri elektrik üretimindeki artış imalat sanayi üretimi artışının altında kalmaktadır.

Cari işlemler açığı beklenenin çok üzerinde gerçekleşti. İç talep artışının önüne geçilemediğinden ithalat patlaması devam etti. Üretimdeki verimlilik artışı, TL’nin reel olarak değer kazanmasına rağmen, ihracatın beklenenin üzerinde artmasına yardımcı oldu.

Ekonomik büyümeye paralel olarak istihdam artmadı. Hatta, 2001'den bu yana istihdam hiç artmadan ekonominin yüzde 25 kadar büyüdüğü söylenebilir. Dolayısıyla, işsizlik sorunu bu yıl da devam etti.

Toplam istihdam 2002'de 21 milyon 350 bin iken, 2003'de 21 milyon 300 bin ve bu yılın ilk dokuz ayında ortalama 21 milyon 650 bin oldu. Halbuki, kaba bir hesapla, işsizliğin artmaması için ekonominin yılda ortalama 550 bin kişiye istihdam yaratması gerekiyor.

Tüm okurların yeni yılını kutlarım.

Yapısal reformlarda hiç yol alınamadı

2004
'e damgasını vuran en önemli olaylardan biri yapısal reformlar konusunda ekonomide genel eğilimleri değiştirecek nitelikte hiçbir yol alınamamış olmasıdır. Sosyal güvenlikte finansman açıkları artmaya devam etmektedir. Tarımın desteklenmesinde yapı değişimi beklenen hızda gerçekleşememiştir. Kamu kesiminde personel verimliliği konusunda yol alınamamıştır.

Sonuçta, devlet bütçesi, personel harcamaları, sosyal güvenlik sübvansiyonları ve faiz harcamalarından oluşmaya devam etmiştir. Bu üç kalem toplam harcamaların dörtte üçüne dayanmıştır.

Sosyal güvenlik harcamaları milli gelirimizin yüzde 4.5’ini aşmıştır. Bütçenin hedefler doğrultusunda gerçekleşmesini en önemli nedeni bu üç kalem dışındaki harcamaların durdurulmuş olmasındandır.

Tüketici fiyatları iyi indi toptan fiyatlar inat etti

2001
krizinden sonra uygulamaya konan istikrar programı sayesinde enflasyon beklentilerin üzerinde hızlı düşmüştür. 2003 sonunda enflasyon, toptan eşya fiyatları bazında yüzde 13.9, tüketici fiyatları bazında yüzde 18.4 olmuştur.

2004'te tüketici fiyatları bazında enflasyon düşmeye devam etmiş ve kasım ayı itibariyle yüzde 9.8’e kadar gerilemiştir. Bu yıl için önceden hedeflenen yüzde 12 düzeyinin altında kalınacağı artık kesinleşmiştir.

Toptan eşya fiyatları bazında ise enflasyon biraz daha inatçı tavır sergilemiştir. Kasım itibariyle yıllık enflasyon yüzde 14.4 olmuştur. Büyük bir olasılıkla yıl sonunda toptan eşya fiyatlarındaki artış yüzde 15 civarında gerçekleşerek geçen yılın üzerinde olacaktır.

Tarım fiyatlarındaki oynaklık toptan eşya fiyatlarındaki gelişmeleri çok yakından etkilemektedir. Yılın ikinci yarısında hızla artan petrol fiyatları da toptan eşya fiyatlarındaki artışı olumsuz etkilemiştir.

Devamı var.

Dışarda rahat borçlandık büyümede rekor kırdık

2004,
üst üste yüzde 5’in üzerinde ekonomik büyüme gerçekleştirilen üçüncü yıl olmuştur. Yılın ilk dokuz ayında geçen yılın aynı dönemine göre Gayri Safi Milli Hasıla artışı yüzde 9.7 olmuştur. Yıllık büyüme büyük olasılıkla yüzde 9 civarında olacaktır. Büyümenin tamamı iç talep artışından kaynaklanmıştır. Büyüme ile beraber dış ticaret açığı da 35 milyar dolara yaklaşarak tarihi bir rekor kırmıştır.

Gelişmekte olan ülkelere giden yabancı mali sermaye artışından Türkiye ekonomisi de olabildiğince yararlanmıştır. Bu yılın ekim ayı itibariyle dış ödemeler dengesinde sermaye hesabı 13 milyar doların üzerinde fazla vermiştir. 2002'den bu yana ödemeler dengesinin sermaye hesabının fazlası 31 milyar doları geçmiştir.

Son üç yıldır uluslararası sermaye piyasalarından (IMF’den gelen paralar dahil) rahatlıkla borçlanabilen Türkiye grafikten de görüldüğü gibi ekonomik büyümede de rekorlar kırmıştır.

Son dönemde milli gelir büyümesi yavaşlamış gibi görünse de, iç talep artışında henüz bir yavaşlama gözlenmemektedir.
Yazının Devamını Oku

Yıl biterken: Avrupa ekonomileri

30 Aralık 2004
<B>GELENEKSEL </B>olarak Amerika <B>resesyondan</B>, Avrupa <B>enflasyondan</B> korkar. Amerika 1929’da başlayan <B>Büyük Ekonomik Buhran</B>’ı unutmamıştır. Avrupa da Birinci Dünya Savaşı sonrasında yaşadıkları hiperenflasyon dönemini unutmamıştır.

Bu deneyimlerle, Avrupa ekonomik durgunluğa daha dayanıklıdır. Düşük enflasyon ile büyüme arasında seçim yapmak zorunda olduklarında, düşük enflasyonu tercih ederler. Bu tercihleri çoğu zaman ekonomik durgunluk olarak karşılarına çıkar.

Aslında, uzun dönemde böyle bir tercihin olmayabileceği iktisat yazınında en fazla işlenen konulardandır. Fakat, birçok büyük Avrupa ekonomilerinin yapısal sorunlarını çözememiş olması kendilerini böyle bir tercihe zorlamaktadır.

FAİZ VE KUR

Fransa
ve Almanya gibi ülkeler şimdi uzun süren bir durgunluk dönemi içindedirler. Avrupa’nın birçok ülkesinde işsizlik oranı yüzde 6 ya da altındayken, Almanya ve Fransa’da işsizlik yüzde 10’a dayanmıştır.

İşsizlikle beraber Avrupa’nın en fazla bütçe açığı veren ülkeleri de yine Fransa ve Almanya’dır. Bu ülkelerin bütçe açıkları milli gelirlerinin yüzde 4’ünü geçmiştir. AB kriterlerinin dışına çıkmışlardır. Üretimde verimlilik düşmektedir.

Sosyal güvenlik sistemi çökmüştür. Nüfus yaşlanmıştır. Sağlık ve işsizlik gibi sosyal yardımlar birçok ülkenin altından kalkabileceği boyutları aşmıştır. Bütçe açıklarının büyük bir bölümü de sosyal içerikli harcamalardan kaynaklanmaktadır.

Siyasi olarak arzulanmasa da, Almanya’da sosyal yardımların kısılması gündeme gelmiştir. Yılbaşından itibaren ücreti ne olursa olsun, bir iş teklifi alan işsiz bir Alman’ın işsizlik primi alması durdurulacaktır. Bir anlamda, Almanya, birleşmenin getirdiği sorunları aşmakta zorlanmaktadır.

Avrupa’nın büyük ekonomileri arasında en iyi performans gösteren ülkelerden biri İngiltere’dir. Enflasyon düşüktür. Ekonomik büyüme Avrupa ortalamasının üzerindedir. Kıta Avrupa’sı ile karşılaştırıldığında, verimlilik sorunu yoktur.

İspanya ve İtalya gibi güneydeki ülkeler ekonomik açıdan Avrupa’nın yıldızı olmaya adaydırlar. Kuzey Avrupa ülkeleri ise sorunlarını aşmakta güçlük çekmektedirler.

Ekonomik büyümenin başlatılması için Avrupa Merkez Bankası üzerinde faizleri indirmesi yönünde baskılar artarken, anti-enflasyonist bir şöhret yapabilme uğruna Avrupa Merkez Bankası faizlerle oynama konusunda çekingen davranmaktadır.

Euro’nun dolar karşısında oldukça kısa bir sürede ciddi boyutlarda değer kazanması ekonomilerini canlandırmaya çalışan birçok Avrupa ülkesi için sorunlar yaratmaktadır. Özellikle, ekonomik faaliyetlerinin önemli bir bölümünü ihracat yoluyla gerçekleştiren Almanya için ek güçlükler söz konusudur.

FAYDA YOK

Kısa dönemde Avrupa ekonomilerinin canlanmasını beklemek çok gerçekçi değildir. Aynı şekilde, Avrupa’da enflasyon riski yok denecek azdır
. Amerika’nın aksine, Euro bölgesinde faizlerin çok daha istikrarlı olacağı beklenmelidir. İngiltere’de, Amerika’ya paralel olarak, faiz artışları devam edebilir.

Bu şartlarda, gelişmekte olan ülkeler Avrupa ekonomilerinden çok şey beklememeliler. Ayrıca, Avrupa Birliği’ne yeni katılan on ülkenin neden olacağı ek mali yükler de Avrupa ekonomilerini bulundukları yer itibariyle ek sıkıntılara sokabilecektir.
Yazının Devamını Oku

Yıl biterken: Avrupa ekonomileri

30 Aralık 2004
GELENEKSEL olarak Amerika resesyondan, Avrupa enflasyondan korkar. Amerika 1929’da başlayan Büyük Ekonomik Buhran’ı unutmamıştır.Avrupa da Birinci Dünya Savaşı sonrasında yaşadıkları hiperenflasyon dönemini unutmamıştır.Bu deneyimlerle, Avrupa ekonomik durgunluğa daha dayanıklıdır. Düşük enflasyon ile büyüme arasında seçim yapmak zorunda olduklarında, düşük enflasyonu tercih ederler. Bu tercihleri çoğu zaman ekonomik durgunluk olarak karşılarına çıkar.Aslında, uzun dönemde böyle bir tercihin olmayabileceği iktisat yazınında en fazla işlenen konulardandır. Fakat, birçok büyük Avrupa ekonomilerinin yapısal sorunlarını çözememiş olması kendilerini böyle bir tercihe zorlamaktadır.FAİZ VE KURFransa ve Almanya gibi ülkeler şimdi uzun süren bir durgunluk dönemi içindedirler. Avrupa’nın birçok ülkesinde işsizlik oranı yüzde 6 ya da altındayken, Almanya ve Fransa’da işsizlik yüzde 10’a dayanmıştır. İşsizlikle beraber Avrupa’nın en fazla bütçe açığı veren ülkeleri de yine Fransa ve Almanya’dır. Bu ülkelerin bütçe açıkları milli gelirlerinin yüzde 4’ünü geçmiştir. AB kriterlerinin dışına çıkmışlardır. Üretimde verimlilik düşmektedir.Sosyal güvenlik sistemi çökmüştür. Nüfus yaşlanmıştır. Sağlık ve işsizlik gibi sosyal yardımlar birçok ülkenin altından kalkabileceği boyutları aşmıştır. Bütçe açıklarının büyük bir bölümü de sosyal içerikli harcamalardan kaynaklanmaktadır.Siyasi olarak arzulanmasa da, Almanya’da sosyal yardımların kısılması gündeme gelmiştir. Yılbaşından itibaren ücreti ne olursa olsun, bir iş teklifi alan işsiz bir Alman’ın işsizlik primi alması durdurulacaktır. Bir anlamda, Almanya, birleşmenin getirdiği sorunları aşmakta zorlanmaktadır.Avrupa’nın büyük ekonomileri arasında en iyi performans gösteren ülkelerden biri İngiltere’dir. Enflasyon düşüktür. Ekonomik büyüme Avrupa ortalamasının üzerindedir. Kıta Avrupa’sı ile karşılaştırıldığında, verimlilik sorunu yoktur.İspanya ve İtalya gibi güneydeki ülkeler ekonomik açıdan Avrupa’nın yıldızı olmaya adaydırlar. Kuzey Avrupa ülkeleri ise sorunlarını aşmakta güçlük çekmektedirler.Ekonomik büyümenin başlatılması için Avrupa Merkez Bankası üzerinde faizleri indirmesi yönünde baskılar artarken, anti-enflasyonist bir şöhret yapabilme uğruna Avrupa Merkez Bankası faizlerle oynama konusunda çekingen davranmaktadır.Euro’nun dolar karşısında oldukça kısa bir sürede ciddi boyutlarda değer kazanması ekonomilerini canlandırmaya çalışan birçok Avrupa ülkesi için sorunlar yaratmaktadır. Özellikle, ekonomik faaliyetlerinin önemli bir bölümünü ihracat yoluyla gerçekleştiren Almanya için ek güçlükler söz konusudur.FAYDA YOKKısa dönemde Avrupa ekonomilerinin canlanmasını beklemek çok gerçekçi değildir. Aynı şekilde, Avrupa’da enflasyon riski yok denecek azdır. Amerika’nın aksine, Euro bölgesinde faizlerin çok daha istikrarlı olacağı beklenmelidir. İngiltere’de, Amerika’ya paralel olarak, faiz artışları devam edebilir.Bu şartlarda, gelişmekte olan ülkeler Avrupa ekonomilerinden çok şey beklememeliler. Ayrıca, Avrupa Birliği’ne yeni katılan on ülkenin neden olacağı ek mali yükler de Avrupa ekonomilerini bulundukları yer itibariyle ek sıkıntılara sokabilecektir.
Yazının Devamını Oku

Yıl biterken: Gelişmekte olan ekonomiler

29 Aralık 2004
<B>GELİŞMEKTE </B>olan ekonomiler (<B>emerging markets</B>) kavramından Latin Amerika, Doğu Avrupa ülkeleri, Güneydoğu Asya ülkeleriyle Rusya ve Türkiye anlaşılıyor. Yani, <B>yabancı mali sermayenin ilgilendiği ekonomiler bu kategoride değerlendiriliyor</B>. Daha önce dünyanın en fazla yabancı sermaye çekerken, 1997 yılında Güneydoğu Asya ülkelerinde yaşanan krizler yabancı mali sermayeyi ürkütmüştü. 1998 yılının ortasında yaşanan Rusya krizi konun üzerine tuz biber ekti.

Gelişmekte olan ülkelere giden yabancı mali sermaye krizlerle tersine döndü. Bu ülkeler büyük sermaye çıkışları yaşadılar. Ekonomik büyümeden çok ciddi fedakarlık yapmak zorunda kaldılar.

Doğu Avrupa ülkeleri bir anlamda bu kargaşadan en az zararla kurtuldular. Çünkü, bu aşamada Avrupa Birliği’ne tam üye olma sürecine girmişlerdi.

ÇİN OLGUSU

Birçok gelişmekte olan ülke artık krizlerden derslerini almış
görünüyorlar. Özellikle, Güneydoğu Asya ekonomileri büyük boyutta cari işlemler açığı verip gelen yabancı mali sermayeyi harcamıyor. Aksine, cari işlemler fazlası veriyorlar. Yabancı sermaye girişleri döviz rezervlerinin artmasına neden oluyor. Cari işlemler fazlasına rağmen, ekonomik büyümeleri de tatminkar düzeyde. Halbuki, krizlerden önce bu ülkeler ekonomik büyümeyi yabancı sermaye girişleri yoluyla gerçekleştiriyorlardı.

Çin bir çok açıdan Asya’nın yıldızı. Döviz rezervleri 400 milyar doların üzerine çıktı. Dünya Ticaret Örgütü’nün kuralları çerçevesinde birçok malda kotaların gevşemesiyle Çin’de üretilen malların rekabet gücünün artacağı düşünülüyor. Çin dünyanın üretim merkezi olma yolunda.

Çin’de ekonomik büyümenin resmi rakamlara göre yüzde 8’i geçeceği anlaşıldığında, ekonomiyi soğutacak önlemler almaya başladılar. Banka kredileri kısıtlandı. Faizler artırıldı. Ama, Wall Street Journal gibi Çin ekonomisini yakından takip edenlere göre, Çin ekonomisi yılda yüzde 10’un üzerinde büyümeye devam etmekte. Paralarının değerlenmesi konusunda gelişmiş ülkelerden yoğun bir baskı altındalar.

Latin Amerika ülkeleri arasında Brezilya herkesi şaşırtan bir ekonomik performans gösteriyor. Sol eğilimli iktidar sağ iktidarların başaramadıklarını başarıyor. Köklü sayılabilecek bir sosyal güvenlik reformu gerçekleştirdiler. Enflasyon iniş eğiliminde. Reel faizler düşüyor. Büyüme kıpırdanıyor.

Latin Amerika’da Venezuella, Uruguay ve Arjantin kendilerini toparlayamıyorlar. Alacaklılarıyla bir türlü anlaşamadılar. Dolayısıyla, yabancı sermaye akımlarından yararlanmaları mümkün olmuyor. Halbuki, bu bölgeye giden toplam yabancı sermaye akımları yılda 60 milyar doları geçti. Meksika, Şili ve Brezilya yabancı sermaye pastasının büyük bir bölümünü kapıyorlar.

BÜYÜMENİN KALİTESİ

Rusya
artan petrol fiyatıyla beraber geçmişe göre çok daha istikrarlı bir ekonomiye kavuştu. Ekonomik büyüme yüzde 7’lere yaklaştı. Dış ticaret fazlası veriyorlar. Yapısal reformlarda çok istekli görünmüyorlar. Bankacılık sektörü hala Rusya ekonomisinin yumuşak karnı olarak görülüyor. Enflasyonu tek haneli rakamlara indirmekte zorlanıyorlar.

Gelişmekte olan ülkelere giden sermaye akımları yıllık bazda bu yıl 200 milyar doları geçerek tüm zamanların rekoru kırıldı. Amerika’da faizlerin artma eğilimine girmiş olması yabancı sermaye akımlarını kısa dönemde tersine çevirecek gibi görünmüyor.

Uluslararası sermaye akımları azalsa dahi, gelişmekte olan ekonomilerden kaynaklanabilecek küresel bir rahatsızlığın oluşması olasılığı yok denecek kadar az görünüyor. Gelişmekte olan ülkelerin birçoğu eskiye göre çok daha sağlıklı bir ekonomik büyüme gerçekleştiriyor.

Güney ve Güneydoğu Asya’da geçen gün yaşanan doğal afet bazı ülkelerde ekonomik faaliyetleri yavaşlatabilir. Ama, bu nedenle dünya ekonomilerini rahatsız edecek bir gelişme beklenmemeli.
Yazının Devamını Oku

Yıl biterken: ABD ekonomisi

28 Aralık 2004
<B>Amerikan </B>ekonomisi tarihinin <B>en uzun ve kesintisiz ekonomik büyüme süreçlerinden birini</B> devam ettiriyor. Galiba, bundan önceki uzun büyüme süreci <B>İkinci Dünya Savaşı</B> ertesinde olmuştu. Bazı dönemler büyüme düşüşler gösterse de, son yirmi yıldır büyüme sürecinde keskin kesintiler olduğu söylenemez.

Amerika Birleşik Devletleri’nin milli geliri (gayri safi yurtiçi hasıla) 11 trilyon dolar civarındadır. Yıllık yüzde 2 büyüme gerçekleştirildiğinde, Amerikan ekonomisine bir yılda bir Türkiye ekonomisi kadar büyüklük eklenmiş gibi oluyor. Son verilere göre, Amerika ekonomisindeki büyüme yüzde 4 civarında gerçekleşiyor.

Avrupa ve Japonya ekonomilerinin büyüme konusunda sıkıntılar çektiği bir ortamda Amerika dünya ekonomilerinin lokomotifi durumunda. Lokomotifin kendi sorunları da ciddi boyutlara geldi.

İKTİDARLAR

Geleneksel olarak Amerika’da Demokrat iktidarlar büyümeye önem verip
bütçe açıkları verirler. Cumhuriyetçi iktidarlar ise mali (fiskal) açıdan daha disiplinlidir ve fiyat istikrarına öncelik verirler. Son dönemlerde bu eğilim tam tersine döndü.

Clinton İdaresi çok ciddi bir mali disiplin örneği vererek 1980’lerde Cumhuriyetçi İktidarların büyüttüğü bütçe açığını kapattı. Hatta, bütçe dengesi fazla verme eğilimine girdi. Aynı dönemde, Reagan İdaresi’nin başlattığı ekonomik büyüme süreci de kesintiye uğramadı. Bush İdaresi ile her şey tepe taklak oldu.

Bütçe açıkları hızla büyüyor. Borçlarını düşüreceğini hesaplayan Amerika yeniden borçlanmayı hızlandırdı. Son dört yolda Amerika’nın borç stoku yüzde 30’a yakın büyüdü.

Aynı zamanda dış ticaret açıkları da artmaya başladı. Zaten tasarruf eğilimi (milli gelirlerinin yüzde 1-2’si civarında) çok düşük olan Amerika ancak dış tasarrufları ithal etmek yoluyla ekonomik dengeleri sağlayabiliyor.

Sonuç olarak, Amerika’nın dış borçlanmasını artırmasıyla, Amerika’ya borç veren ülkelerin döviz rezervleri hızla artmaya başladı. Bir anlamda, dünyada dolar arzı arttı. Bütçe ve dış ticaret açıklarına (ikiz açıklar) kalıcı bir çözüm üretemeyince, Amerikan dolarının geleceği konusunda kaygılar arttı. Dolar hızla değer kaybetmeye başladı.

Asya ve Rusya Krizleri’nden sonra o ülkelerden çıkıp anavatanlarına dönen mali sermaye nedeniyle düşen faizler yeniden yükselmeye başladı. Amerika’da iç talep artışı, düşen dolar ve mali sermaye çıkışları nedenleriyle artan enflasyon baskıları hafifletmek için Amerikan Merkez Bankası (FED) 2004 yılı içinde beş kez faizleri 0.25’er puan artırdı. Gelecek yılı da faiz artışlarının devamı bekleniyor.

FAİZLER

2005 yılında olmasa dahi, 2006 yılında Amerika’da FED faizlerinin yüzde 6’ya kadar artması şaşırtıcı olmayacaktır
. Asya ve Rusya Krizleri’nden önce de Amerika’da faizler bu düzeydeydi.

Amerika’da faizlerin artması ekonomik büyümeyi olumsuz etkileyebilir. Ama, Bush İdaresi’nin ikinci ve son dört yıllık döneminde, bütçe açıkları konusunda ciddi önlemler alındığı taktirde, faiz artışları beklendiği ölçüde olmayacağı gibi, ekonomik büyüme performansında da ciddi olumsuzluklar yaşanmayabilir.

Irak sorunun Amerika için kısa dönemde çözülemeyeceği dikkate alındığında, Amerika’da mali disiplinin kısa sürede sağlanması zor görünüyor.

Bu şartlarda, Amerika belli bir süre daha yükselen faizler ve düşük dolarla yaşamak zorunda kalacaktır. Bütün bu gelişmeler Amerikan dolarının dünyada artık önemsiz bir para haline geldiği anlamına alınmamalıdır.
Yazının Devamını Oku

Yıl biterken: ABD ekonomisi

28 Aralık 2004
Amerikan ekonomisi tarihinin en uzun ve kesintisiz ekonomik büyüme süreçlerinden birini devam ettiriyor. Galiba, bundan önceki uzun büyüme süreci İkinci Dünya Savaşı ertesinde olmuştu. Bazı dönemler büyüme düşüşler gösterse de, son yirmi yıldır büyüme sürecinde keskin kesintiler olduğu söylenemez.Amerika Birleşik Devletleri’nin milli geliri (gayri safi yurtiçi hasıla) 11 trilyon dolar civarındadır. Yıllık yüzde 2 büyüme gerçekleştirildiğinde, Amerikan ekonomisine bir yılda bir Türkiye ekonomisi kadar büyüklük eklenmiş gibi oluyor. Son verilere göre, Amerika ekonomisindeki büyüme yüzde 4 civarında gerçekleşiyor.Avrupa ve Japonya ekonomilerinin büyüme konusunda sıkıntılar çektiği bir ortamda Amerika dünya ekonomilerinin lokomotifi durumunda. Lokomotifin kendi sorunları da ciddi boyutlara geldi.İKTİDARLARGeleneksel olarak Amerika’da Demokrat iktidarlar büyümeye önem verip bütçe açıkları verirler. Cumhuriyetçi iktidarlar ise mali (fiskal) açıdan daha disiplinlidir ve fiyat istikrarına öncelik verirler. Son dönemlerde bu eğilim tam tersine döndü.Clinton İdaresi çok ciddi bir mali disiplin örneği vererek 1980’lerde Cumhuriyetçi İktidarların büyüttüğü bütçe açığını kapattı. Hatta, bütçe dengesi fazla verme eğilimine girdi. Aynı dönemde, Reagan İdaresi’nin başlattığı ekonomik büyüme süreci de kesintiye uğramadı. Bush İdaresi ile her şey tepe taklak oldu. Bütçe açıkları hızla büyüyor. Borçlarını düşüreceğini hesaplayan Amerika yeniden borçlanmayı hızlandırdı. Son dört yolda Amerika’nın borç stoku yüzde 30’a yakın büyüdü. Aynı zamanda dış ticaret açıkları da artmaya başladı. Zaten tasarruf eğilimi (milli gelirlerinin yüzde 1-2’si civarında) çok düşük olan Amerika ancak dış tasarrufları ithal etmek yoluyla ekonomik dengeleri sağlayabiliyor.Sonuç olarak, Amerika’nın dış borçlanmasını artırmasıyla, Amerika’ya borç veren ülkelerin döviz rezervleri hızla artmaya başladı. Bir anlamda, dünyada dolar arzı arttı. Bütçe ve dış ticaret açıklarına (ikiz açıklar) kalıcı bir çözüm üretemeyince, Amerikan dolarının geleceği konusunda kaygılar arttı. Dolar hızla değer kaybetmeye başladı.Asya ve Rusya Krizleri’nden sonra o ülkelerden çıkıp anavatanlarına dönen mali sermaye nedeniyle düşen faizler yeniden yükselmeye başladı. Amerika’da iç talep artışı, düşen dolar ve mali sermaye çıkışları nedenleriyle artan enflasyon baskıları hafifletmek için Amerikan Merkez Bankası (FED) 2004 yılı içinde beş kez faizleri 0.25’er puan artırdı. Gelecek yılı da faiz artışlarının devamı bekleniyor.FAİZLER2005 yılında olmasa dahi, 2006 yılında Amerika’da FED faizlerinin yüzde 6’ya kadar artması şaşırtıcı olmayacaktır. Asya ve Rusya Krizleri’nden önce de Amerika’da faizler bu düzeydeydi.Amerika’da faizlerin artması ekonomik büyümeyi olumsuz etkileyebilir. Ama, Bush İdaresi’nin ikinci ve son dört yıllık döneminde, bütçe açıkları konusunda ciddi önlemler alındığı taktirde, faiz artışları beklendiği ölçüde olmayacağı gibi, ekonomik büyüme performansında da ciddi olumsuzluklar yaşanmayabilir. Irak sorunun Amerika için kısa dönemde çözülemeyeceği dikkate alındığında, Amerika’da mali disiplinin kısa sürede sağlanması zor görünüyor.Bu şartlarda, Amerika belli bir süre daha yükselen faizler ve düşük dolarla yaşamak zorunda kalacaktır. Bütün bu gelişmeler Amerikan dolarının dünyada artık önemsiz bir para haline geldiği anlamına alınmamalıdır.
Yazının Devamını Oku

Mali sistemde vergilendirme

27 Aralık 2004
<B>VERGİ ç</B>oğunlukla gelirden alınır. ‘<B>Bazı tasarruf araçları vergilendiriliyor</B>’ denildiğinde, ‘<B>mali sistem vergilendirildi</B>’ demek yanlış olur. Vergilendirilen tasarruf araçlarından kazanılan gelirlerdir. Ücretlerin vergilendirildiği gibi, tasarruf araçlarından elde edilen kazançların da vergilendirilmesi doğaldır. İlke, her türlü gelirin (ücret, faiz, kira, temettü gibi), farklı oranlarda da olsa, vergilendirilmesidir.

Çeşitli tasarruf araçlarından elde edilen gelirlerin aynı bazda vergilendirilmeleri de doğaldır. Bu yolla, devlet çeşitli tasarruf araçları arasında herhangi bir ayırımcılığa neden olmaz. Mevduatların getirisi üzerinden alınan vergi ile bir şirket hissedarının elde ettiği temettü gelirleri aynı oranda vergilendirilmelidir. Risk algılamasına ve beklenen getirilere göre, tasarruflarını isteyen mevduat yoluyla, isteyen şirket hissesi alarak değerlendirebilir. Ancak, bu şekilde risk ve getiri ilişkisi kaynakların en verimli şekilde tahsisi mümkün olur.

Mali sistemdeki getirilerin vergilendirilmesi konusunda hükümetin aldığı son kararların bazıları yerindedir. Ama, eksiktir. Çeşitli mali araçlardan elde edilen gelirlerin vergilendirilmesinin yeknesak olabilmesi için bu vergilerin yalnızca stopaj yoluyla toplanması yeterli değildir. Vergi mükellefleri beyan usulüne göre vergi vermek durumunda kalmalıdırlar. Aksi taktirde, temettü kazançları ile faiz kazançları farklı vergilendirilecektir. Çeşitli gelirlerden alınan vergi ile gelir düzeyinin ilişkilendirilmesi mümkün olmayacaktır.

Son tahlilde, tasarruf araçlarından elde edilen gelirler de adı üstünde gelirdir. Doğal olarak gelir vergisi içinde ele alınmalıdırlar. Yani, faiz kazançları da, temettü gelirleri de toplam gelirin bir oranı üzerinden alınmalıdır.

Aksi takdirde, Yılda 100 milyon lira faiz geliri olup yıllık geliri 1 milyar olan vergi mükellefi ile aynı miktarda faiz geliri olup yıllık geliri 100 milyar olan vergi mükellefi aynı miktarda vergi vereceklerdir. Ama, geliri düşük olanın gelirine göre ödediği faiz vergisi çok daha yüksek olacaktır.

Tasarrufların değerlendirilmesinden kaynaklanan kazançların yatırım enstrümanına göre eşit vergilendirilmesi beyanname usulüne geçilmedikçe mümkün değildir. Mümkün gibi görünse de, adil değildir.

Hisse senedinin vergilendirmesi’ denen durum ise biraz daha farklıdır. Hisse senedi yatırımcısı iki çeşit gelir elde edebilir. Birinci çeşit gelir, hissedar sıfatıyla, şirketin kar dağıtımından aldığı temettüdür. İkinci çeşit gelir ise hisse senedinin fiyatının artması yoluyla elde edilen sermaye kazancı (capital gain) denen gelir türüdür.

Temettü gelirleri faiz gelirleri gibi vergilendirilmelidir. Beyanname usulünün getirilmesi faiz ve temettü gelirlerinin aynı şekilde vergilendirilmesinin tek yoludur. Sermaye kazançları ise bir başka vergi çeşididir. Gerçek kişiler için sermaye kazançları vergisi uygulanmamaktadır. Örneğin, 30 milyar liraya aldığınız bir evi iki ay sonra 50 milyar liraya sattığınızda, iki ay beklemekle elde ettiğiniz 20 milyar lira tutarındaki sermaye kazancı vergilendirilmemektedir. O halde, hangi ilkeye göre hisse senedinden elde edilen sermaye kazançları vergilendirilecektir?

Yanlış anlaşılmasın. Hisse senetlerinden elde edilen sermaye kazançları ister kısa dönemli olsun, ister uzun dönemli olsun vergiye tabi olmalıdır. Ama, tüm sermaye kazançları vergiye tabi olmalıdır. Sermaye kazançları vergisi gerçek kişiler için yalnızca hisse senedi yatırımcılarına uygulandığında asıl amaca ters düşülmektedir. Ev satan bir yatırımcıyla hisse senedi satan arasında ne fark vardır?

Dünyanın birçok yerinde devlet kendi borçlanmasından elde edilen faiz gelirlerini ya hiç vergilendirmez ya da çok düşük vergilendirir. Çünkü, devlet tahvil ya da bonosu üzerinden elde edilen faiz gelirlerinin vergilendirilmesi devlet açısından paranın bir cepten diğerine gitmesidir.

Vergi sisteminde devlet borçlanma senetleri bir anlamda kayrılarak devlet bir avantaj elde etmektedir. Bu da devletin borçlanmasını daha kolaylaştırmaktadır. Birçok ülkede bu yöntem vergilendirme gücünün bir yansıması olarak algılanmaktadır. Bizde vergi ayrıştırmasıyla devletin borçlanmasında ayırımcılık yapılacağına kol bükerek ayırımcılık yapılması nedense tercih edilmektedir. Bu yolla vergi gelirlerinin artıyor gibi görünmesi yoluyla prim yapıldığı sanılmaktadır.

Bir yıl daha biterken

YILIN
son haftasına girdik. Dünyada ve Türkiye ekonomisinde çok hareketli bir yıl yaşandı. Genelde, tüm dünyada ekonomik gelişmeler beklentilerin ötesinde olumlu oldu.

Amerikan ekonomisi uzun dönemli bir durgunluğa gidebilir yönünde yorumlar yapılırken, faizlerin daha da artacağı beklentisine rağmen, Amerika’da büyüme göreli olarak hızını koruyor. Bütçe ve dış ticaret açıkları artıyor. Dolar düşmeye devam ediyor.

Avrupa kendini daha toparlayamadı. Ama, daha da kötü olmadı. Avrupa’nın büyük ülkelerindeki artan bütçe açıkları ve üretimde verimlilik düşüşlerine rağmen, bir daralma yaşanmadı. Enflasyon ciddi bir tehdit olarak görülmedi. Euro’nun dolar karşısında değer kazanması ise ekonomik toparlanmanın önünde engel olabilir.

Gelişmekte olan piyasalar ömürlerinde görmedikleri sermaye akımları aldılar. Yılda 200 milyar doları aşan sermaye girişleri ile, içlerinde Türkiye de dahil olmak üzere, birçok gelişmekte olan ülke ekonomik büyümede rekorlar kırdılar. Döviz rezervleri hızla artıyor.

Petrol fiyatının kısa sürede çok hızlı artmasına rağmen, ne enflasyonda ne de ekonomik büyümede dünyanın hiçbir bölgesinde (en azından şimdilik) olumsuz bir gelişme olmadı. Aksine, petrol fiyatının artmasıyla Rusya gibi petrol ihraç eden ülkeler önemli kazanımlar elde ettiler.

Gelişmekte olan ülkeler içinde bu yıl iki tane yıldız vardı: Brezilya ve Türkiye. Brezilya sarsılan ekonomisini göreli bir istikrara kavuşturup zor denilen yapısal reformlar konusunda kararlı adımlar atarak herkesi şaşırttı.

Türkiye de enflasyonu indirme yönündeki kararlılığı ve aynı zamanda gerçekleştirdiği yüksek ekonomik büyüme ile dikkatleri üzerine çekti. Avrupa Birliği ile ilişkilerimizin bir adım daha ilerlemiş olması herkesin dikkatine çekti.

Arjantin, Venezuella ve Uruguay gibi ülkelerle Afrika’nın fakir ülkeleri ekonomik sorunlarını çözebilmiş değiller.

İşlerin dünyanın bir çok yerinde iyi gitmiş olması ekonomilerde sorunların ve risklerin olmadığı anlamına gelmiyor.

Bir yıl daha biterken haftanın geri kalan günlerinde bütün bu konulara daha ayrıntılı yer vereceğim.

İstihdam dostu büyüme

REKOR
düzeyde ekonomik büyüme gerçekleştirip işsizlik konusunda neredeyse hiçbir mesafe alınamamış olması doğal olarak toplumun tüm kesimlerini rahatsız ediyor. Herkesin bu durumdan rahatsız olması çözümlerin kolay olacağı anlamına gelmiyor.

İstihdam dostu büyüme’ ortalama üretimin istihdam yaratabilecek potansiyele sahip sektörlerde yoğunlaşması olarak algılanıyorsa, büyük bir yanılgıya düşülüyor. Çünkü, ekonominin tüm sektörlerinde verimlilik artışı gerçekleştirmek ve sürdürmek hayati bir önem taşımaktadır.

Verimlilik artmadığında, ekonomik istikrar büyük bir risk altına atılacaktır. Üretimde verimlilik arttığı halde, istihdam artışı sağlamak durumundayız. Çözüm, yalnızca büyümede olabildiğince gaza basmak değildir. Aynı şekilde, istihdam yaratmak için verimlilikten taviz vermek de sorunu çözmemektedir.

Çözüm uzun dönemli olmak zorundadır. Gençlerimize ‘istihdam dostu eğitim’ sağlamak zorundayız. Bu yolda ilerlemediğimiz sürece, işsizlik sorununa kalıcı bir çözüm üretebilmemiz mümkün görünmemektedir.
Yazının Devamını Oku