2 Ağustos 2005
<B>AYNI </B>ekonomik terimler farklı çevrelerce farklı anlamlarda kullanılıyor. Dolayısıyla, kelime aynı olup da farklı şeyler anlatılmaya çalışılınca, kafalar karışıyor. Örneğin, ‘enflasyon’ kelimesi halk arasında ‘hayat pahalılığı’ olarak anlaşılıyor. Enflasyon düşüyor denildiğinde, hayat ucuzlamadığından, halk aldatıldığını sanıyor. Halbuki, enflasyonun düşmesi ortalama fiyat artışlarının düştüğü anlamına geliyor. Enflasyon ne kadar küçük olursa olsun, pozitif bir rakam olduğu sürece, hayat pahalılaşmaya devam ediyor demektir. Yani, fiyatlar artmaktadır.
Buna benzer bir kavram kargaşası da ‘piyasadaki para’ miktarı konusunda yaşanmaktadır. Esnaf, ‘piyasada para yok’ dediğinde, talep azlığını, alacaklarını arzuladığı hızda tahsil edemediğini, borçlarını zamanında ödeyemediğini anlatmaya çalışır. Halbuki, esnafın ‘piyasada para yok’ dediği durumla iktisatçıların kullandığı ‘piyasadaki para miktarı’ kavramının birbirlerinden ayrı şeylerdir. Para arzının hızla arttığı bir dönemde de esnafın deyimiyle piyasada para olmayabilir.
LİKİDİTE DARLIĞI
İktisatçılar ‘paranın çok’ olmasını para arzının para talebinden daha büyük olması olarak tanımlarlar. Piyasadaki para miktarı çeşitli nedenlerle talep edilen para miktarından çok olduğunda, fiyatlar artma eğilimine girerler. Böyle bir durumda da, esnaf deyimiyle ‘piyasada para yok’ durumu yaşanabilir. Ama, yaşanması da şart değildir.
Türkiye’de enflasyon yüzde 80’lerdeyken de bazı dönemlerde de esnaf ‘piyasada para yok’ olgusundan şikayetçi olurdu. Enflasyon yüzde 20’nin aşağısına geldiğinde de esnaf açısından bazen piyasada para olur, bazen olmaz.
Enflasyonun tek haneli rakamlara inmesiyle şimdi bambaşka bir olgu yaşanmaktadır. İktisatçı deyimiyle artık para eskisi gibi bol değildir. İlk kez, parasal büyüklükler ekonominin önünde ciddi bir kısıt haline gelmiştir. Enflasyonun yüksek olduğu dönemlerdeki gibi, farklı nedenlerle Merkez Bankası para hacmini büyütmemektedir. Dünkü yazımda bu konuyu işlemiştim.
Ama, piyasada para şimdi de boldur. İktisatçı deyimiyle, piyasa likit haldedir. Yani, bankacılık sistemi Merkez Bankası’ndan borç almadan işlerini çevirmektedir. Hatta, elindeki fazla parayı bankacılık sistemi Merkez Bankası’na borç vermektedir.
2001 yılı Krizi’nden bu yana bu anlamda piyasa likit durumdadır. Geçen şubat ayının birkaç günü dışında Merkez Bankası piyasadan net borçlanıcı konumundadır. Son günlerde de Merkez Bankası’nın açık piyasa işlemler yoluyla piyasadan çektiği para miktarı 10 milyar YTL civarındadır. Piyasa döviz kurlarını Merkez Bankası’nın hoşlanmadığı düzeylere getirerek YTL’de likit kalma tercihini sürdürmektedir.
Normal şartlarda, Merkez Bankası piyasaya borç veren bir kuruluş olmalıdır. O zaman dahi, mutlaka likidite sıkışıklığı olacak diye bir zorunluluk yoktur. Öyle olsaydı, enflasyon sorunu olmayan bütün Avrupa ekonomilerinde Merkez Bankaları her gün piyasaya borç vermek zorunda olduğu için likidite darlığı yaşanırdı.
LİKİDİTE TANIMI
Likidite konusunda önemli olan sistemin bütünüdür. Bazen bazı bankalar ek likidite ihtiyacı içine girebilirler. Likiditesi bol olan bankalardan fon kullanırlar. Tüm sistem Merkez Bankası’ndan borçlandığı halde, bazı bankalar hala borç verebilecek likidite fazlasına sahip olabilirler. Kısacası, likidite fazlası ya da sıkışıklığının tanımı faizler üzerine baskı olmadan mali sistemin kendisine ihtiyacı olduğu fonları bulup bulamamasıdır.
Merkez Bankası piyasadan düşen faizlerle borç almak durumunda kaldığı sürece, iktisadi anlamda piyasada para bol demektir.
Yazının Devamını Oku 1 Ağustos 2005
<B>BİR </B>malın fiyatının zaman içinde artması ya da azalması o malın piyasasındaki arz ve talep şartlarının sonucudur. Ama, bir ekonomideki ortalama fiyat artışları (enflasyon) parasal bir olgudur. Çok para basıldığında enflasyon hızlanır. Para basmayınca enflasyon da düşer.
Bu olguyu en iyi yaşayan ülkelerden biri Türkiye’dir. 1970’in ikinci yarısından sonra, 1980’li ve 1990’lı yıllarda yüksek enflasyon yaşadık, çünkü çok para bastık. 2001 Krizi ile beraber krizin faturasının bir bölümü de Merkez Bankası’na yazıldı. Ama, o noktadan sonra Merkez Bankası’nın para basması yavaşladı. Sonuçta enflasyon da düşme eğilimine girdi. Enflasyonun düşmesinin nedeni Merkez Bankası’nın para basmayı yavaşlatmasıdır.
KREDİ YOK
Tabloda Merkez Bankası’nın analitik bilançosunun ana kalemlerinin yıllık ortalamaları verilmektedir. 2005 yılına ait ortalamalar yıl başından 25 Temmuz gününe kadarki ortalamalardır. Tablo oldukça çarpıcıdır.
Merkez Bankası’nın bilançosu 1991-2001 döneminde 76 milyon YTL’den 42.3 milyar YTL’ye yükselmiştir. Bilanço büyüklüğündeki ortalama yıllık artış yüzde 88 olmuştur. 2001-2005 döneminde ise bilanço büyüklüğü 42.3 milyar YTL’den 75 milyar YTL’ye yükselmiştir. Bu dönemdeki yıllık artış yaklaşık ortalama yüzde 18 olmuştur.
Bankacılık sektörünün yeniden yapılandırılmasının Merkez Bankası üzerindeki yükü durduktan sonra, 2003 yılından bu yana bilanço büyüklüğü neredeyse sabit kalmıştır. Merkez Bankasının para basması bilançosunu büyütmesi demektir.
Merkez Bankası’nın bilançosunu büyütmesinin ana nedeni iç varlıklarını, yani TL kredilerini, büyütmesidir. Bu kredilerin neredeyse hepsi bir şekilde Hazine’ye açılan kredilerdir. 1991-2001 döneminde nakit işlemlerdeki artış yıllık yüzde 93 olurken, 2001-2005 döneminde aynı kalemdeki artış yıllık yaklaşık yüzde 10 olmuştur.
2001-2005 döneminde Merkez Bankası’nın nakit işlemler yoluyla bilançosunu büyütmesi 23.8 milyar YTL’ye çıkmışken, Hazine’nin borçlarını vadesi geldikçe ödemesi nedeniyle 2005 yılında ortalama 19.9 milyar YTL’ye kadar düşmüştür.
LİKİDİTE
Kısacası, Merkez Bankası Hazine’ye kredi vererek bilanço büyütmesini durdurmuştur. Bu yolla para basmamaktadır. Doğal olarak enflasyon da yavaşlama eğilimine girmiştir. Bilanço büyümesi döviz varlıklarının artmasından kaynaklanmaktadır. Yani, kurlar daha fazla düşmesin diye Merkez Bankası döviz almaya devam etmektedir.
Merkez Bankası’nın artık eskisi kadar para basmaması piyasada likidite (para) yok anlamına gelmemektedir. Aksine, piyasada likidite boldur. Likidite bol olduğu için Merkez Bankası açık
piyasa işlemleri yoluyla fazla likiditeyi çekmektedir. 2001 yılında Merkez Bankası ortamla 2.1 milyar YTL piyasaya borç verirken, 2005 yılında ortalama 3.6 milyar YTL piyasadan borçlanarak fazla likiditeyi çekmeye çalışmıştır.
Piyasada para boldur. Merkez Bankası’nın 27 Temmuz 2005 tarihinde açık piyasa işlemleri yoluyla mali piyasalardan borçlanması 9.4 milyar YTL’ye kadar çıkmıştır. ‘Para bol’ konusuna yarın devam edeceğim.
Yazının Devamını Oku 31 Temmuz 2005
<B>Bugüne </B>kadar <B>yabancı sermaye</B> ülkemize gelmiyor diye şikayet ediyorduk. Son dönemde <B>üç kuruş yabancı sermaye geldi, kuşkulanmaya başladık</B>. Birçok konuda olduğu gibi, yabancı sermaye konusuna toplum olarak bakış açımız tutarsız. Tutarsızlığımız konuyu yakından takip etmeyenlerin de kafasını karıştırıyor.
Gündem yokluğunda gündem yaratma çabası içindeyiz.
Bankalarımızı yabancı sermaye alınca pek sesimizi çıkarmıyoruz. Büyük kamu şirketlerinin özelleştirilme aşamasında yabancı sermaye teklif verince kamu malları altın yumurtlayan tavuk oluyor. Madem bu şirketler altın yumurtlayan tavuk da, neden yerli sermaye bu şirketleri piyasa fiyatından almaya razı olmuyorlar?
Kamu şirketleri altın yumurtlayan tavuklarsa, devlet de çıkan yumurtadan vergisini alıyor demektir. Bunun dışında tavuğun devlete ne faydası var? Nedense, altın yumurtayla yerli sermaye pek ilgilenmiyor. Bunun yanıtı aranmıyor.
Yabancı sermaye arazi almaya niyetlendiğinde, yine yabancı sermayenin karşısına dikiliyoruz. Sanki, yabancı sermaye aldığı arazileri cebine koyup yurt dışını çıkaracakmış gibi düşünüyoruz. Belki de, yabancı sermayenin topraklarımızı parsel bazında satın alıp ülkemizi işgal edeceğinden korkuyoruz! Bu fobiyle nereye kadar gidebiliriz?
TUTARSIZLIK
İktisadi analizde önemli ayrıştırmalardan biri ticarete konu olan malların ‘taşınır’ ve ‘taşınmaz’ mallar olarak ayrılmasıdır. Taşınır mallar (tradable goods) bir yerden alınıp bir başka yere götürülebilirler. Dolayısıyla, bu çeşit mallar uluslararası ticarete konu olabilirler. Dış ticaretin serbest olduğu ortamlarda, taşınır malların fiyatları dünya çapında üç aşağı beş yukarı aynıdırlar. Yani, taşınır mallar uluslararası şartlardan etkilenirler.
Taşınmaz mallar (non-tradable goods) da alınıp satılabilirler. Ama, bu çeşit mallar bir yerden alınıp bir başka yere götürülemediğinden, dış ticarete konu olamazlar. Dolayısıyla, taşınmaz malların fiyatları ülkeden ülkeye arz ve talep dengesine göre farklılık gösterirler. Örneğin, arazi ya da binalar taşınmaz mallar sınıfındadırlar. Bu çeşit mallar yabancılar tarafından da sahiplenilseler, olduğu yerde kalacaklardır.
Yabancıların ülkemizde mülk edinmelerini sınırlamaya çalışıyoruz. Neden korkuyoruz?
Buna karşılık, en kolay taşınabilir mallardan olan ‘para’ denilen malın ticaretini yapan bankaların yabancılar tarafından sahiplenilmesi yabancıların ülkemizde arazi almaları kadar bizleri rahatsız etmiyor. Burada bir tutarsızlık var.
YERLİ SERMAYE
Yabancı sermaye fobisinden kurtulmamız gerekiyor. Küreselleşen ticari ilişkilerde milliyetçi gibi nitelenebilecek tepkiler ülkenin dışlanmasından öte bir işlev görmez. Milliyetçi tepkiler vereceksek, bu tepkinin de piyasa kuralları içinde olması şarttır.
Türkiye’de bir mal yabancı tarafından satın alınıyorsa, bu malı satanın Türk olması gerekiyor. O halde, yabancının alımını değil, yerlinin satımının arkasındaki iktisadi nedenleri iyi araştırmamız gerekiyor.
Çeşitli nedenlerle yabancı sermaye girişlerinden çekincelerimiz varsa, yerli sermayenin çıkış nedenlerini ya da piyasa şartları içinde satışlara yabancı ilgi gösterirken neden yerli sermayenin ilgi göstermediğini iyi bilmemiz gerekmektedir. Konu, ‘yabancıların çok parası var’ yaklaşımıyla açıklanamayacak kadar derindir.
Yerli sermayesini küstüren yabancı sermayeye mahkum olur. Yerli sermayenin küstüğü bir ortamda yabancı sermaye fobisinin iktisadi bir anlamı yoktur.
Yazının Devamını Oku 29 Temmuz 2005
<B>BU </B>yılın başında yazdığım bir yazıda <B>piyasadaki banknot dağılımından</B> söz etmiştim. Artan fiyatlarla daha büyük kupür banknot basmaktan çekindiğimiz için <B>bu yılın başına kadar Türkiye’de en büyük kupür banknot piyasada en fazla dolaşan banknot oluyordu</B>. Örneğin, paramızdan altı sıfır atılmadan önce en büyük kupür banknot 20 milyon liralık banknottu ve piyasada en fazla 20 milyon liralık banknot dolaşıyordu. Halbuki, normal olan, en büyük banknot kupürünün emisyon içindeki ağırlığının daha küçük kupürlere göre daha az olmasıdır. Büyük kupürler büyük meblağlarda ödeme kolaylığı için vardırlar, her gün kullanılmak için değil.
Paramızdan altı sıfır atıldıktan sonra, çok doğru bir yaklaşımla, 20 YTL’lik kupürlere ek olarak 50 ve 100 YTL’lik banknotlar da piyasaya çıktı. Belki yeni banknotlara geçerken, 1 YTL’lik banknotlar basmak yerine 1 YTL yalnızca madeni para olarak kalıp daha büyük kupürler de piyasaya çıkmalıydı. Yine de, yeni kupür dağılımında 20 YTL’lik banknotların göreli olarak en fazla dolaşan banknotlar olacağı 50 ve 100 YTL’lik banknotların göreli olarak emisyon içindeki payının daha az olacağı beklenmekteydi. Öyle de oldu.
ÇAN EĞRİSİ
Grafiklerde daha önceki yazımda verdiğim 2003 yılı sonuna yönelik banknot dağılımı ile bu yılın Haziran sonu itibariyle banknot dağılımı verilmektedir. Beklenti paralelinde 20 YTL’lik banknotların (piyasada dolaşan 20 milyon TL’lik banknotlar dahil) toplam emisyon içindeki payı en fazladır (yüzde 38.6). Bunun yanında, 1, 5, 10, 50 ve 100 YTL’lik banknotların ağırlığı göreli olarak daha azdır. Bu şekilde, banknot kupürleri dağılımında bir çan eğrisi elde oluşturulmaktadır.
Ekonomide ortalama fiyatların artması banknot kupürlerinin dağılımını etkilemektedir. Fiyatlar arttıkça, banknot kupürlerinin ağırlığı daha büyük kupürlere kaymaktadır. Enflasyon düşük dahi kalsa, bir süre sonra 50 ve 100 YTL’lik banknot kupürlerinin ağırlığı artacaktır. Dolayısıyla, çan eğrisini kaybetmemek için daha yüksek kupürlü banknotların basılması kaçınılmaz olarak gündeme gelecektir. Ön yargılarla bu gelişme engellenmemelidir. Banknot kupür dağılımında çan eğrisini oluşturmak banknot stok maliyetini de asgaride tutan bir uygulamadır.
Yazının Devamını Oku 28 Temmuz 2005
<B>2001 </B>Krizi’nin en görülür sonuçlarından biri <B>devletin borçlarının</B> tüm çıplaklığı ile ortaya çıkmış olmasıydı. Bunun üzerine bir de <B>el konulan özel bankaların maliyetlerinden</B> kaynaklanan borçlar yığıldı. Bir dönem <B>devletin toplam borçları milli gelirimizin büyüklüğüne yaklaştı</B>. Borçların bir kısmı Hazine’nin kamu kuruluşlarına, kamu bankalarına ve Merkez Bankası’na olan borçlarıydı. Bu çeşit borçların faizi piyasa faizi değil, bir çeşit endeksleme yoluyla oluşan faizlerdi. Bazıları döviz cinsinden di. Bazıları ise dövize endeksliydi.
2001 Krizi’nin etkileri geçip mali piyasalar normalleştikçe devletin borç stokunun yapısı da değişiyor. Normale dönüyor. Kamu kuruluşlarına olan borçlar azalıyor. Hazine, vadeleri geldiğinde, kamu kuruluşlarına nakit olarak borçlarını ödüyor. Yerine, mali piyasalardan borç alıyor.
Dolayısıyla, iç borç stoku içinde döviz üzerinden ve dövize endeksli borçlar azalıyor. İç borç stokunun toplam maliyeti piyasa faizlerine giderek daha fazla yaklaşıyor. İç borç stokunda döviz üzerinden ve dövize endeksli borçlar kalmadığında, tüm borçlanmalar piyasa yoluyla yapıldığında, 2001 Krizi’nin zorladığı resim düzelmiş olacak.
RİSK AZALIYOR
Tablodan da görüldüğü gibi, bankacılık sektöründeki yeniden yapılanmanın getirdiği yükler de dahil olmak üzere 92.6 milyar YTL’ye kadar çıkan Hazine’nin kamu kuruluşlarına olan borcu bu yılın ortasında 79 milyar YTL’ye düştü. Bir anlamda, 2001 yılı sonundaki düzeye geri geldi. Buna karşılık Hazine’nin piyasaya olan borcu 2001 yılı sonunda 41 milyar YTL iken bu yılın ortasında 156 milyar YTL’ye fırladı.
2001 yılı sonunda toplam iç borçların kabaca yarısı nakit karşılığı, diğer yarısı eski borçların tahvile dönüşmesiyle oluşmuşken, bu yılın ortasında iç borçların yüzde 76’sı nakit karşılığı borç haline geldi.
Toplam iç borçların 2001 yılında yüzde 36’sı döviz ya da dövize endeksli iken, 2005 yılının Haziran ayında bu oran yüzde 16’ya düştü. YTL cinsinden olan iç borçlar içinde sabit faizli borçlar değişken faizli borçlara göre çok daha hızlı arttı. Bütün bunların anlamı iç borç idaresinde kur ve faiz riskinin giderek azalıyor olmasıdır. Yani, iç borçların yapısında olumlu bir gelişme söz konusudur.
Önümüzdeki öncelikli amaç toplam iç borç stokunun istikrara kavuşturulması (devletin dış borçları artırmadan) ve borç yapısındaki yapısal değişmedeki eğilimin devam ettirilmesi olmalıdır.
Yazının Devamını Oku 27 Temmuz 2005
<B>DÜNKÜ </B>yazımda, Çin’in parasını dolara bağlamaktan vazgeçip bir sepete bağlayarak <B>dar alanda dalgalanmaya bırakmasının</B> kısa vadede önemli bir sonucu olmayacağını vurgulamıştım. O halde, <B>orta vadede ne olabilir</B>? Çin, geleneksel olarak ekonomik büyümeyi yıllık yüzde 8’den düşük gerçekleştirmemeye çalışmaktadır. Çok kalabalık bir ülkedir. Kişi başına milli gelirleri yılda bin doların biraz üzerindedir. Çin’in politika yapıcıları açısından, kur politikası ekonomik büyümeyi teşvik eden önemli araçlardan biridir.
Çin mallarının dünya pazarlarındaki ucuzluğunu Batı dünyası küresel dengesizlik olarak yorumlamaktadır. Batılılara göre, Çin’deki emek maliyetinin düşüklüğünün önüne kur ayarlaması yoluyla geçilmelidir. Halbuki, küresel dengesizlik varsa, bunun ardında Çin’in kur politikasını sorumlu tutmak konuyu çok fazla basitleştirmek olmaktadır.
ENFLASYON BASKISI
Beklentilerin çok altında Yuan’ın dolara göre değerlenmesi yeni bir spekülatif hareket başlatabilecektir. Yuan daha fazla değerlenecek beklentisiyle, yabancı mali sermayenin Çin’e akımı hızlanabilecektir. Dolayısıyla, Çin’in döviz rezervleri eskiye göre daha hızlı artabilecektir. Uluslararası piyasalardaki genel kanı, ‘değerleme başladı, daha devam eder’ yönündedir.
Son yıllarda yıllık bazda yüzde 10’a varan büyüme gösteren Çin ekonomisinde bu yılın ilk yarısında göreli bir yavaşlama söz konusudur. İthalat geçmiş yıllardaki kadar artmamakta, ihracat ise yüzde 30’larda büyümeye devam etmektedir. Cari işlemler fazlası milli gelirlerinin yüzde 6’sına varmıştır.
Yuan’ın değer kazanmasının hızlanması Çin’de ekonomik büyümeyi daha da yavaşlatıcı bir etki yapabilecektir. Elden geldiğince, böyle bir duruma izin verilmeyecektir. Yani, Çin Merkez Bankası’nın sıkça piyasalara müdahalesi söz konusu olmaya devam edecektir. Çin Merkez Bankası Yuan basıp dolar alacaktır. Bastıkları Yuan’ları bir başka biçimde geri çekmeye (sterilizasyon) çalışacaktır. Aksi taktirde, enflasyonist baskılar söz konusu olabilecektir.
Şimdiye kadar Çin Merkez Bankası Yuan’ın değerini dolara karşı sabit tutup hızla döviz rezervi birikimi yanında enflasyonist baskıları da kontrol altında tutabildi. Bundan sonrası için, Çin Merkez Bankası’nın sterilizasyon kabiliyetinin azaldığı iddia ediliyor. Gerçekten durum böyleyse, Çin beklide tarihinde ilk kez enflasyon ve büyüme arasında bir seçim yapmaya zorlanabilecektir.
ÖNCE BÜYÜME
Batı, Çin hükümetini bugüne kadar Çin mallarına kota ve benzeri ticareti engelleyici önlemler koymakla tehdit etti. Bundan sonra Çin, Batı dünyasını sermaye hareketlerini kontrol etmekle tehdit edebilecektir.Enflasyon ve büyüme arasında bir tercih yapılması zorunlu olduğunda, ekonomik büyümeden feragat etmemek için bu tehdit daha da ciddi boyutlara gelebilecektir.
Batı dünyası Çin parasında bundan sonra yılda yüzde 8’lere varan değerlenmeler beklemektedir. Küresel dengesizliğin giderilmesi için Çin parasının yüzde 20-25 değerlenmesi gerektiğini iddia eden iktisatçılar vardır (Morris Goldstein ve Nicholas Lardy, Financial Times, 22.7.2005). Bu denli bir değerlemeye Çin ekonomisinin tahammülü olduğunu düşünmek biraz abartılıdır.
Önümüzdeki dönemde Batı dünyasında ticareti engelleyici önlemlerle Çin’de sermaye hareketlerini engelleyici önlemler daha sık gündeme gelecektir. Ama, şartlar ne olursa olsun, Çin’in ekonomik büyümeden çok fazla feragat etmeye niyeti yoktur. Dolayısıyla, ihracat için Çin’de üretim artarak devam edecektir.
Yazının Devamını Oku 26 Temmuz 2005
ÇİN, parasını (Yuan) dolara bağlamak yerine, doların da içinde olduğu bir sepete göre çok dar bir aralıkta dalgalanmaya bıraktı. Doğal olarak, bu kararın olası sonuçları tartışılmaya başlandı.Kısa cevap: Çin’in parası üzerindeki kararının kısa dönemde önemli bir sonucu olmayacaktır.Yuan dolara bağlı iken bir dolar 8.27 Yuan idi. Dolar Euro’ya ve Japon Yeni’ne göre değer kaybettiğinde Yuan da Euro ve Japon Yeni’ne göre değer kaybediyordu. Dolayısıyla, son üç yıldır Yuan, doların düşüşü nedeniyle, Euro ve Japon Yeni’ne göre çok daha değersiz bir para haline gelmişti. Çin, bu durumun da olumsuz sonuçlarını yaşıyordu. Çin’in dış ticaretinin yüzde 50’sinden fazlası bu paraları kullanan ülkelerle olduğunu unutmayalım.DÖVİZ KOMPOZİSYONUÇin’in parasını tek bir dövize bağlamaması yerinde bir karardır. Yeni dönemde, Yuan’ın değerinin bağlanacağı sepet, ayrıntıları bilinmese de, temelde dolar, Euro (belki Sterlin) ve Japon Yeni’nden oluşacaktır. Doların uluslararası piyasalarda diğer paralara göre değer kaybetmesi ya da değer kazanması Yuan’ın değerini aynı oranda etkilemeyecektir.Bütün bunlar Yuan’ın değerinin serbestçe dalgalanacağı anlamına gelmeyecektir. Sepete göre de Yuan’ın değeri uzun bir süre çok dar bir aralıkta kalacaktır. Piyasaların Yuan’ın değerini artırmaya yönelik bir baskısı söz konusu olamayacaktır. Olsaydı, aynı olgu Yuan dolara bağlıyken de yaşanırdı. Çin, her şartta Yuan’ın değerini belli bir çapa kullanarak istikrarlı tutmakta kararlı görünmektedir. Bu nedenle de, son yıllarda Çin’in döviz rezervleri hızlanarak artmış ve 700 milyar dolar civarına gelmiştir. Dolayısıyla, Yuan’ın değerinin düşmesi konusunda da piyasalardan gelecek bir baskının önlenmesi Çin açısından zor olmayacaktır.Çin’in parasını yalnızca dolara değil de, bir sepete göre ayarlayacak olmasının kısa dönemdeki en önemli sonucu döviz rezervlerinin para kompozisyonunda olabilecek olası değişikliktir. Daha önce parasının dolara endeksli olması Çin’in rezervlerinin çok büyük bir bölümünü dolar cinsinden tutmasını daha anlamlı kılıyordu. Yani, Çin, Amerika’ya en çok borç veren ülkeler arasındaydı.Yeni uygulama, Euro ve Japon Yeni’nin Çin’in döviz rezervleri içindeki payının artırılmasını gerektirecektir. Bu değişim çok hızlı gerçekleştirildiğinde, dolar, Euro ve Japon Yeni kurları sert oynamalar gösterebilecektir. Çin’in para piyasalarında böylesine bir çalkantıya neden olması olasılığı sıfıra yakındır. Böyle bir çalkantıdan herkes gibi kendisi de zarar görecektir.Aksine, Çin yeni uygulama altında çok daha sakin davranacaktır. Artan rezervlerini Euro ve Japon Yeni’ne kaydırarak rezervlerinde arzuladığı kompozisyonu oluşturmaya çalışacaktır. Bu stratejinin anlamı, artan bütçe açıklarıyla Amerikan Hazine’sinin yurt dışından borçlanma olanaklarının göreli olarak kısılmasıdır. Dolayısıyla, Amerika’da faizlerin artma eğilimi devam edecek gibi görünmektedir.KENDİ ÇIKARINAÇin’in parası üzerinde aldığı kararın reel ekonomiye yansımaları çok daha uzun zaman alacak bir süreçtir. Yuan dolara karşı yüzde 2.1 oranında değer kazandı diye ne Çin’in ihracatı olumsuz etkilenecektir ne de Türkiye Çin rekabetinden rahat bir nefes alabilecektir. Görünüşte uluslararası baskılara yönelik olarak alınmış bir karar gibi yorumlansa da, aslında Yuan’ın bir sepete bağlanmış olması Çin’in kendi çıkarları açısından akılcı bir hareket olmuştur. Başkalarının bu uygulamadan fazla bir yarar beklemeleri şimdilik çok fazla anlamlı değildir.
button
Yazının Devamını Oku 25 Temmuz 2005
<B>BANKALAR </B>arası rekabet <B>kár marjlarını</B> düşürdü. Düşen kárlılıkla mücadele etmek için bankalar <B>bireysel müşterilere</B> yöneldiler. Göreli olarak daha yüksek faizlerle bireysel müşterilerle kredi ilişkisi yoğunlaştı. Önce, kredi kartlarında kıyasıya bir rekabet başladı. Kredi kartlarını cazip hale getirmek için kredi kartı ile yapılan alımlarda faiz farkı ödemeden taksitli ödemeler gündeme geldi. Puanlar verilmeye başlandı. İpin ucu iyice kaçtı. Neredeyse, kredi kartına tanınan avantajlar kredi kartında pazar payını artırmak için verilen rüşvetin bir parçası haline geldi.
Ardından, tüketici kredilerinde yarış başladı. Çeşitli meslek gruplarına özel tüketici kredileri geliştirildi. Ekonomide faizler düştükçe, tüketiciye yönelik kredi faizleri, göreli olarak yüksek kalsalar da, daha hızlı düştü.
ŞARTLAR
Şimdi sıra konut kredilerine geldi. Konut kredilerine özel bir mevzuat henüz uygulamaya konmadığından, tüketiciyi koruma mevzuatı içinde bankalar konut kredileri veriyor. Ama, işin aslı konut kredisi adı altında konut ipoteği teminat kabul edilerek tüketici kredileri veriliyor.
Bu çeşit krediler oldukça cazip hale geldi. Konut kredilerine özel bir mevzuat yürürlüğe girdiğinde, belki konut kredileri bireyler açısından bu denli cazip olmayacak.
Bankaların reklamlarına bakılırsa, konut kredilerinde aylık faizler yüzde 1.30’lara düştü. Vade 25 yıla kadar çıktı. Dolayısıyla, gelirinize uygun kredi taksiti bulmak kolaylaştı. Bütün bunların yanında, reklamlara aldanmayıp imzalayacağınız dokümanları iyi okumak zorundasınız.
Bazen, küçük yazılarda reklamların verdiği izlenimin dışında şartlar konulabilir. Çeşitli sorular akla gelebilir. Örneğin;
1. Yüzde 1.30’lardaki faiz oranı vade sonuna kadar değişmeden devam edecek mi?
2. Siz istediğinizde, aldığınız krediyi vadesinden önce herhangi bir ceza ödemeden kapatabilme seçeneğiniz var mı?
3. Kredinin vadesi 20 yıl olduğu halde, banka üç-beş yıl sonra çeşitli nedenlerle kredi faizini değiştirebilir mi?
4. İleride sizi sıkıntıya sokabilecek başka şartlar ileri sürülüyor mu?
İlk iki sorunun cevabı evet, son iki sorunun cevabı hayır ise, krediyi kullanan açısından bir sorun yok demektir. İleride faizler arttığında, siz ucuz kredi kullanıyorsunuz anlamına gelecektir. Faizler ileride daha da düşerse, daha ucuz bir kredi bulup pahalı konut kredisini kapatabilirsiniz demektir. Bu seçenekleriniz açık olduğu sürece, konut kredisi kullanıcısı olarak bir risk almıyorsunuz.
BANKALARIN SORUNU
Döviz kredisi ile konut almayın. Dövize endeksli konut kredisi de almayın. Döviz kurları ileride değiştiğinde, bugün maaşınızla ödeyebileceğiniz kredi taksitleri ödenemez meblağlara ulaşabilir. Türk Lirası üzerinden konut kredisi alın. Arzuladığınız kredi vadesiyle aylık taksitlerinizin gelirinizle ödenebilip ödenemeyeceğine bakın. Ödeyebiliyorsanız, sorun yok demektir.
İleride değişebilecek ekonomik şartların yaratacağı bütün riskleri bankalar üstleniyorlardır. O da, sizin sorununuz değil.
Yazının Devamını Oku