24 Aralık 2008
Geçtiğimiz Cuma günü, Hürriyet Gazetesi İcra Kurulu Başkanı Vuslat Doğan Sabancı ve Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök’ün evsahipliğinde, Hürriyet Medya Towers’da önemli bir otomotiv zirvesi düzenlendi. Otomotiv sektörünün önde gelen 50’ye yakın temsilcisinin katıldığı zirvenin amacı Hürriyet üst yönetiminin otomotiv sektörüne bu günlerde basın olarak nasıl destek olunabileceğini birinci ağızdan öğrenmek istemesiydi. Ama otomotiv sektörü yine yaptı yapacağını ve bu zirvede de her kafadan farklı bir ses çıktı. Bazı firma temsilcileri acil vergi indirimi isterken, bazıları hurda indirimi, bazıları ÖTV ötelemesi, bazıları emisyona göre vergi düzenlemesi bazıları ise parasal destek isteklerini iletti. TAYSAD Başkanı Ömer Burhanoğlu’nun ’Siz bir kaç otomobil daha nasıl satarız onun derdindesiniz. Biz ise bir kaç adam daha nasıl az çıkartırız onu düşünüyoruz" yorumuna diğer yetkililer hemen müdahale etti: "Bugün iç pazar olmazsa ne üretimden, ne de yan sanayiden bahsedebilirsiniz. Bizim sorunumuz birlik olamamamızdan kaynaklanıyor. Herkez kendi derdinin peşinde."
Zirvenin artık bir noktasında dayanamadım ve söz aldım: "Bu konuşmalardan da net olarak anlaşılıyor ki, biz sektörü kendi içindeki firmalardan çok daha fazla destekliyoruz. Diğer sektörler birlik olup hareket ederken siz hala ortaya somut çözümler çıkartamıyorsunuz." Otomotiv temsilcilerini dinlerken kendimi bir an hükümet yetkililerinin yerine koydum ve onlara hak verme durumuna kadar geldim. Çünkü otomotiv sektörü bu kritik günlerde bile halen yerli, ithal, üretici, distribütör ayrımı yapıyor ve tek bir ortak paydada buluşamıyor. Böyle olunca hükümet de kimin isteğine öncelik vereceğine şaşırıyordur. ÖTV indirimi yapsa, üreticilere çok uymuyor, fabrikalara destek olsa bu kez distribütörler isyan edecek. Ana sanayiyi desteklese, yan sanayiciler de devreye girecek. Yani anlayacağınız bu sektör ortak bir noktada buluşmadan bence hükümetten hiç bir şey istememeli. Çünkü istek haklarını boş yere kullanıyorlar. Zirveye katılanları uğurlarkan, ’Sizden somut bir öneri çıkmadı ama ben çözüm yolunu buldum’ diyerek şu espriyi yaptım: "Madem vergi indirimine ilişkin söylenti haberleri beklenti yaratıyor ve satışları düşürüyor. O zaman bizde yılbaşında vergi artışı yapılacağına ilişkin duyum aldığımızı yazalım. Böylece Türk halkı hemen otomobil almaya koşacaktır. İş sadece hükümetten adını vermeden bu açıklamayı yapacak birilerini bulmakta." Nasıl fikir ama....
İflas haberleri yüzünden bankalar kredi vermiyor
Cuma günkü otomotiv zirvesine katılan General Motors’un (GM) Türkiye Genel Müdürü Özcan Keklik’le ayak üstü sohbet ettik. Konuşurken henüz ABD hükümeti 17.4 milyar dolarlık desteği daha onaylamamıştı. Keklik, GM’in Amerika’daki durumunun kendilerini hiç bir şekilde etkilemediğini belirterek, "Biz GM Avrupa’nın bünyesindeyiz. Amiral gemimiz Opel ve Chevrolet. Opel Avrupa’da, Chevrolet’in Avrupa’da satılan modelleri ise Kore’de üretiliyor. Zaten Opel denince Türk halkının aklına GM veya Amerika gelmiyor. Chevrolet’te bu etki daha fazla ama yine de çok etkilemedi. Bizim iç pazarda yaşadığımız sıkıntı diğer markaların yaşadığıyla aynı" dedi. Tüm planlarına aynen devam ettiklerini söyleyen Keklik, "Önümüzdeki hafta Opel Insignia’yı bayilere açıkladığımız fiyatın altında dağıtmaya başlıyoruz. 2009 yılının ilk çeyreğinde de Chevrolet Cruze’yle model atağımız sürecek" açıklamasını yaptı.
Keklik, bu dönemde tek sıkıntılarının GM’in iflasına ilişkin haberler olduğunu belirterek şunları söyledi: "Her ne kadar markalarımız Amerika’daki durumdan etkilenmese de ticari olarak iflas haberleri bizi etkiliyor. Ticari ünvanımız GM Türkiye olduğu için gazete ve televizyonlarda iflas haberleri çıktıktan sonra bizimle iş yapanlar biraz terüddüt ediyor. En basiti bankadan kredi almaya kalsak, ’Siz batıyormuşsunuz veremeyiz’ yanıtı alıyoruz. Bu yüzden Türk basının biraz daha hassas olması lazım."
Keklik’le konuşurken, Chrysler Türkiye Genel Müdürü Uğur İrfanoğlu geliyor. İrfanoğlu’na Amerika’daki durumu sorunca, Keklik’in söylediklerine katılıyor. İrfanoğlu, "Bizim işimiz daha zor. GM’in elinde Avrupalı Opel markası var. Kimse Amerikan olduğunu düşünmüyor. Chrysler ve Dodge ise tam Amerikalı. Doğal olarak tüketiciler Amerika’daki sıkıntıdan etkileniyor. Bir tek Jeep bundan etkilenmiyor" diye konuştu.
İngilizler benzer kazayı Türkiye’de yapsa bizi yarışlardan men ederlerdi
Koray Muratoğlu. Meslektaşım ve sevdiğim bir arkadaşım. Birlikte dünyanın bir çok yerine gittik, güldük eğlendik, bazen şiddetli fikir ayrılıkları yaşadık. Koray, bir taraftan aylık otomobil dergisi Auto Car’ın Yayın Yönetmenliğini yaparken diğer taraftan ralli tutkusu nedeniyle parkularda tozu dumana katıyordu. Sürüş stili ile beğeni toplayan, hırsı ile dikkat çeken Koray, bu yıl Castrol Fiesta Rally Cup yarışlarında Türkiye şampiyonu olduktan sonra bu başarısını uluslararası arenaya da taşımak istemişti. Dunya Ralli Şampiyonası’nın (WRC) altı ayağından oluşan ’Fiesta Sporting Trophy’ organizasyonunda Türkiye’yi temsil eden Koray’ın şansızlık ise bir türlü yakasını bırakmadı.
5 YARIŞTAN İKİSİNİ TAMAMLADI
WRC’nin İtalya’da gerçekleşen ilk ayağında süspansiyon ve fren problemi yaşamasına rağmen yarışı üçünçü sırada tamamlayan Koray, şampiyonanın Türkiye’deki ikinci ayağında ise takla atarak yarış dışı kaldı. Finlandiya’daki üçünçü yarışta ise şanssızlığını kırarak ikinciliği elde etti. Ama Almanya’da yoldan çıkıp kaza yaptı ve yarışa veda etti. Organizasyonun 5’inci ayağı olan İspanya’da ise ilk etaptan itibaren fren problemi yaşayayan daha sonra lastiği patlayan Koray, lastik değiştirmeden normal etepta yol aldığı için yarıştan diskalifiye edildi. Yani gördüğünüz gibi talihsizlikler yakasını bir türlü bırakmadı.
İngiltere’deki son yarışa da iddiası olmadan şampiyonadaki üçüncülüğünü garantilemek için giden Koray, co-pilot’u Çağlar Süren’le birlikte çok ciddi bir kaza yaptı. Kaza yarış sırasında değil, bir etaptan diğerine gitmek üzere yola çıktıklarında yarış dışı bir araçla kafa kafaya çarpışmadan kaynaklanmıştı. İngiltere’de ilk müdaheleleri yapılan Muratoğlu ve Süren çifti daha sonra ambülans uçakla İstanbul’a getirildi. Yaklaşık 1 hafta yoğun bakımda kalan ikili bir çok ameliyata girdi. Koray’ın sağ ayak bileği, sağ dizi, sağ kalca kemiği, sol kaburga kemiği ve kafatasında sünüs bölgesinde kırık var. Süren’in ise durumu daha ciddi. Kaburgalarında 9 kırık, sağ diz kırık, sağ kol kırık, köprücük kemiğinde kırık var. Ama şunu söylemeleyim ikiside hayati tehlikeyi atlattı ve durumları gayet iyi.
3’ÜNCÜ ETAP KISALMIŞ
Bugüne kadar yaşadığı talihsizlikler ve kazalar yüzünden Koray hakkında olumsuz bir imaj olduğu bir gerçek. Sanki bu kazalara o davet çıkartıyor gibi bir görüş hakim. İşin aslının böyle olmadığını bildiğim için kazanın aslını ondan dinlemeyi tercih ettim. Anlattıkları inanılır gibi değil. Bakın İngiltere’deki bu üzücü kaza neden ve nasıl yaşanmış:
"İngiltere’de 3’üncü etap normalde 35 km’ydi ama daha sonra 18 km’ye çekildi. Bizde eski start alanından yeni starta doğru gidiyorduk. Normalde etap alanı olduğu için notları okuyarak yol alıyorduk. Yeni starta gelmeden 3-4 km kala sol tekerlek çamura saplandı. İndik ve aracı çıkarttık. Araca tekrar bindiğimizde az mesafa kaldığı için ben emniyet kemeri takmadım. Çağlar’da sadece alt bölümünü taktı. Bu kesinlikle bizim hatamızda kabul ediyorum. Ama artık 1 km yolumuz kalmıştı ve yokuş tırmanıyorduk. İki motosikletin zor geçeceği bir yoldu. 60 km hızla gidiyorduk ki sağ virajı dönerken birden karşımıza 80-90 km hızla kayarak rampa inen bir Land Rover Discovery çıktı ve bizi altına aldı."
ORGANİZASYONUN BASİRETSİZLİĞİ
Koray sonrasını hatırlamıyor. Ama şimdi şunu söylüyor: "Burası özel bir etaptı ve tek şeritli yoldu. Nasıl oluyor da böylesine önemli bir etapa özel bir araç girebiliyor. Organizasyonun basiretsizliği ortada. Organizasyon yetkilileri de zaten bu aracın aradan kaçtığını kabul ediyor. Tabi kimsenin bizim sağlık durumumuzdan bunlarla ilgilenecek hali yoktu. Ama bu işin peşini bırakmayacağız. Böyle bir kaza Türkiye’de İngiliz bir ekibin başına gelseydi, Türkiye’yi uluslararası yarışlardan men ederlerdi."
Gerçekten de inanılır gibi değil. Nasıl Formula 1 pistine tellerin altından kaçarak köpekler girip kazalara sebep olmuşsa, Koray ve Çağlar’ın başına gelen de tamamen aynı şey. Bir 4X4 aradan gizlice kaçarak, yarış parkuruna tersten giriyor. Başta Türkiye Otomobil Sporları Federasyonu (TOSFED) Başkanı Mümtaz Tahincioğlu ve Castrol Ford Team Türkiye’nin patronu Serdar Bostancı olmak üzere bu işin peşi bırakılmamalı.
Koray’a son olarak durumunu ve ralliyle ilgili gelecek planlarını sorunca, "1.5 ay sonra ayağımın üstüne basabileceğimi 2 ay sonra da normal hayatıma döneceğim söylendi. Ama inan hem fiziksel hem de psikolojik olarak bir daha yarışıp yarışmayacağı mı bilemiyorum. Büyük ihtimalle bir daha ralli parkurlarına dönmem" cevabını verdi. Karar kendisinin ama ben yarışmamasını destekliyorum. Ailesini ve sevenlerini bu kadar üzmenin gereği yok.
Allahtan 50 binlik yatırımı yapmışız
Honda, bundan iki ay önce Rusya’daki talep artışına bağlı olarak Türkiye’deki üretimini önce 50 bine çıkartmış, 2009’da da 70 bine çıkartacağını açıklamıştı. Ancak ekonomik kriz tüm dünyayı ve buna bağlı olarak Rusya’yı da vurunca, Japon şirket tüm yatırım planlarını ya erteledi ya da iptal etti. Böyle olunca Türkiye’deki fabrikanın 70 bine çıkma planı da yapılmadan ortadan kalkmış oldu. Hürriyet’teki toplantıda Honda Türkiye Genel Müdür Yardımcısı Ümit Karaarslan’a "Krizden bir tek siz etkilenmemiş gibi görünüyordunuz ama sizi de sonunda vurdu" dedim. Karaarslan’ın yanıtı ilginçti: "Doğru söylüyorsun ama olaya iyi tarafından bakıyoruz. Biz bu yıl 50 bin adetlik kapasiteye de ulaşamayabilirdik. Allahtan onu etkilemedi. Yatırımlarımızı yaptık, press makinalarını ve boyahaneyi kurduk. Bunlar bizim için büyük avantaj. Kriz iki ay önce patlasaydı bunlarda olmayacaktı. Şimdi bunlar yapıldığı için piyasalar normal haline geldiğinde üretim artışı yine yapılabilir."
Yazının Devamını Oku 17 Aralık 2008
Geçtiğimiz ay Hindistan’a giderken aslında aşağıda yazacaklarımı önceden biliyor gibiydim... Hintli Tata’nın Türkiye temsilcisi İsotlar Grup’tan davet geldiğinde ilk şartım ’Nano’yu kullanmak’ ikinci şartım ise ’Tata’nın Başkanı Ratan Tata’yla röportaj yapmak’ olmuştu. Ekonomik krizin tüm dünyayı etkisi altına aldığı bir dönemde tüm otomotiv sektörünün merakla beklediği dünyanın en ucuz otomobilini kullanmak ve bu projeyi hayata geçiren kişiyle görüşmenin mesleki olarak bana çok fazla değer katıp, vizyonumu genişleteceğini biliyordum. Tabi bir de Nano’yu dünyada ilk kullanan gazeteciler arasına girecektim.
Pazarlama Müdürü Banu Eresen’e şartlarımdan birinin yerine getirilmemesi halinde seyahate katılamayacağımı üzülerek söylemiştim. Çünkü ne Hindistan’ı merak ediyor, ne de o günlerdeki tempom nedeniyle böylesine uzun bir seyahate katılma fikri aklıma yatıyordu. Ama Banu Hanım uzun uğraşlar sonunda Hintlileri Nano’yu test etmeye ikna ettiğini, Ratan Tata’nın ise seyahati nedeniyle yetişemese bile, Tata’nın ikinci adamının bizi hazır beklediğini söyleyince, böyle bir fırsatı kaçırmak istemedim. Adeta haber kollarını açmış beni bekliyordu.
Gerçekten de Hindistan’a gidip önce Tata’nın ikinci adamıyla görüşüp ardından Nano’yu ilk test eden gazeteciler arasına ismimi yazdırdım. Nano’yla ilgili sürüş izlenimim Hürriyet Gazetesi’nin manşetinde yer alınca, grubumuzun bünyesindeki haftalık otomobil dergisi Auto Show’un Yayın Yönetmeni Sümer Demirciler aradı. Sümer, Nano’yla ilgili sürüş izlenimini ve resimlerimi kullanmak istediklerini söyledi. Nano haberim, Auto Show’un da kapağına çıkmıştı. 1 hafta sonraSümer’le karşılaştık ve Nano’yla ilgili sürüş izlenimimi ve fotoğraflarımı Auto Bild’in de istediğini söyledi.
Auto Bild, Türkiye’de Auto Show dergisinin bağlı bulunduğu daha doğrusu lisansını verdiği Alman menşeli dünyanın en saygın ve büyük otomobil dergilerinden biri. Dünya çapında 32 ülkede yayınlanan Auto Bild, sadece Almanya’da 1 milyon tiraja sahip. Auto Bild’in Auto Show gibi lisans verdiği dergilerle birlikte dünyada tirajı 2.5 milyonu aşıyor. Bir çok yeni modeli dünyada ilk kez yayınlayan, önemli test ve karşılaştırmalara imza atan Auto Bild’in benim yazı ve fotoğraflarımı kullanmak istemesi açıkçası gururumu okşadı.
Auto Bild, yazı ve fotoğraflarıma iki tam sayfa ayırmıştı. İş bununla bitse iyi. Nano rüzgarı tüm Avrupa’yı ele geçiriyordu. Haberimin yer aldığı Auto Bild, Almanya ve Avusturya’da yayınlandıktan sonra bu kez derginin İspanya ve İtalya’daki temsilcileri arayıp yazıyı kendi dergilerinde kullanmak istemişler. Auto Bild de dönüp Sümer’i aramış. Yani, önümüzdeki hafta Avrupa’da 2.5 milyon dergide Nano izlenimlerim ve fotoğraflarım yer alacak. Şöyle kaba bir hesapla, bir dergiyi haftada en az 4 kişi okusa, Avrupa’da en az 10 milyon kişi demek. Vay be. Bir de Hürriyet Gazetesinde manşet olduğum gün 500 bin tirajı 4’le çarparsak, 2 milyon kişinin de Türkiye’de okuduğu sonucu ortaya çıkıyor. Efendim 10 milyon artı 2 milyon da tam 12 milyon kişinin dünyanın en ucuz otomobiliyle olan maceramı okuduğu sonucunu çıkartıyor.
Espri bir yana kriz ortamında Nano haberinin bu kadar ilgi çekmesi aslında çok önemli bir gerçeği ortaya koyuyor. Dünya otomotivi krizden kurtulmak için nasıl ucuz otomobilleri çözüm olarak görüyorsa, tüketici de alım gücünün düştüğü bu günlerde beklentisini Nano gibi araçlara yönlendirmiş durumda.
Hürriyet gazetesinde büyük otomotiv zirvesi
Hürriyet Gazetesi İcra Kurulu Başkanı Vuslat Doğan Sabancı ve Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök, kriz nedeniyle sıkıntılı günler yaşayan otomotiv sektörünün üst düzey yöneticilerini Cuma günü gazetede ağırlayacak. Türkiye’de faaliyet gösteren tüm otomotiv markalarının genel müdür ve genel müdür yardımcılarının davet edildiği bu önemli zirvede, Hürriyet üst yönetimi sektörün durumunu, sıkıntılarını ve beklentilerini birinci ağızlardan öğrenme fırsatı bulacak. Toplantıya Ekonomi Müdürü Vahap Munyar ve yazarımız Şükrü Kızılot’la birlikte ben de katılıp önümüzdeki hafta neler konuşulup, tartışıldığını sizlere aktaracağım.
Yazının Devamını Oku 3 Aralık 2008
OTOMOTİV sektörü hükümetin içinden birilerini bence fena kızdırmış. Baksanıza önce adını açıklamak istemeyen hükümet yetkilileri ’ÖTV indirimi geliyor’ söylentisi yayıp, satışları durma noktasına getiriyor. Ardından devletin ajansına, ekonomik önlem paketi çerçevesinde tüketici kredi faizlerinin bir bölümünün Hazine tarafından üstlenileceği haberi veriliyor. Hem de bu desteğin yerli araçlar için verileceğinin üstüne basılıyor. Beklenti yaratan bu açıklamalar zaten dibe vuran satışları iyice düşürüyor. Sonuçta ekim ayında yüzde 40’ı bulan düşüşler, Kasım ayına gelindiğinde yüzde 50’yi bile aşıyor.
HABERİ KULLANMAMA LÜKSÜMÜZ YOK
Ama nedendir bilinmez hükümet tarafından ortaya atılıp, yine hükümet tarafından yalanlanan bu açıklamalar sonucunda günah keçisi hep basın oluyor. Geçtiğimiz hafta Lütfü Kırdar’da düzenlenen automotivİST kongresinde, eline sazı alan medyaya yüklendi. Efendim, satışların düşmesi basında çıkan haberlerden dolayı pskilojikmiş de, aslı olmayan açıklamaları sayfalara koyuyormuşuz da. Biz derdimizi anlatamadık bu gidişle anlatamayacağız da. Hemen bu konuya bir açıklık getirmek lazım. Birincisi otomotiv editörleri dışında basında sektörü çok tanımayan, hassas noktaları bilmeyen gazeteciler ve yöneticiler var. Bunu kabul ediyorum. Özellikle televizyonlarda bu sayı daha da artıyor. Aslında bir bakıma suçlanan televizyonlar ama yazılı basında arada kaynıyor. Yapılan, "Sanki krizden tek etkilenen otomomotivmiş gibi gösteriliyor" eleştirilerine kısmen katılıyorum. Çünkü televizyonlar bu konuda hassas davranmıyor, kriz haberi verirken arkaya görüntü olarak hemen otomobil montaj hatlarını koyuyor. Doğal olarak da insanlar bundan etkileniyor.
Ama son dönemde beklenti yaratan açıklamalar eğer devletin resmi kurumlarına resmi ağızlardan yapılıyorsa, gazete ve televizyonların bunları kullanmama gibi bir lüksü yok. Biz bu konuda üzerimize düşeni yapıyor, uyarılarda bulunuyoruz. Ama Anadolu ajansının geçtiği bir habere ne kadar müdahele edebiliriz ki. Bu noktada otomotiv sektörüne büyük iş düşüyor ama ne yazık ki, kritik noktalarda sektörün en yetkili ağızlarına ulaşmak ve onlardan görüş almak bazen mümkün olmuyor. Bu kişilere soru sorsak cevap alamıyoruz. Zor durumda kalmak, temsil ettikleri kurumları zora sokmak istemiyorlar. Halbuki, yapılan asılsız açıklamalar sonrasında bu kişiler çıkıp işin doğrusunu söyleyip, sektörü biraz olumlu mesajlar verse belki tansiyonu düşürecekler.
Yakın zamanda bu konuda yaşadığım bir örneği vermek istiyorum. Biliyorsunuz geçtiğimiz hafta Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın ÖTV kaybıyla ilgili bir yazı yazdım. Yazımın tek amacı, sektörü desteklemek için geç kalınmadığı, biran önce önlemler alınması gerektiğiydi. ÖTV, hükümetin sektörü desteklemediği takdirde neler kaybedebileceğine ilişkin sembolük bir göstergeydi. Yani illa ÖTV indirimi yapılsın şeklinde bir düşüncem yok. Yeter ki, adil bir şekilde sektöre destek olunsun düşüncesindeyim.
HÜKÜMETİ BİLE KARŞIMA ALDIM
Yazıyı yazmadan önce sektörü temsil eden üst düzey yetkililere ulaşmaya çalışmama rağmen sonuç alamadım. Açıkçası yaşanan bu kritik süreçte, sanayinin durumunu, çözüm önerilerini ve yapılması gerekenleri en etkili ağızdan öğrenmek ve bunları haber haline getirmek istiyordum. Ben de kendi bildiğim yolda ilerleyip, hükümete ÖTV üzerinden bir mesaj vermeye çalıştım. Sektöre destek için karşıma hükümeti bile almama rağmen, ertesi gün bir yetkili şakayla karışık; "Sadece otomobil satışları düşmüyor, ticari araç satışları da düşüyor. Ama siz sadece otomobili destekleyici haberler yapıyorsunuz. Siz basın olarak otomobilcisiniz" yorumunda bile bulundu. Biraz afalladıktan sonra, "Valla bu dönemde siz sukunetinizi koruyorsunuz. Siz hükümet nezdinde birtakım girişimlerde bulunuyorsanız da bunlardan bizim haberimiz yok. Hiç bir açıklama yapmıyorsunuz. Bu dönemde yapılmayacaksa ne zaman yapılacak" dediğimi hatırlıyorum.
Arkasından hemen sordum: "Peki sizin hükümete sunduğunuz bir çözüm önerisi var mı. Ne yapılması gerekiyor." Yetkili kişi çok fazla cevap vermek istemedi ama finansman desteğinin şart olduğunu söyledi. Ertesi gün ajanslar hükümetin ekonomik önlem paketini açıklayınca, neden bu kadar sesiz kalındığını daha iyi anladım. Çünkü pakette, hükümetin yerli ürün alımı halinde, tüketici kredi faizlerinin ilk yıl yüzde 50’sinin Hazine tarafından üstlenileceği yer alıyordu. Dikkatinizi çekerim, ’yerli otomobil’ değil ’yerli ürün.’ Yani ticari araçta bu paketin kapsamında. Henüz resmileşmeyen bu paketin en çok kimin işine yarayacağı çok açık. Hem yerli araçları destekliyor hem de kapsamı içine ticari aracı da alıyordu.
Sonuç olarak biz otomotiv editörleri sektörün yaşadıklarını kamuoyuna aktarmaya çalışsakta, birilerine bir türlü yaranamıyoruz. Herkes bizi günah keçisi ilan edip, işin içinden sıyrılmaya çalışıyor. Ya bir kerede çuvaldızı kendilerine batırsalar inanın bu sektör çok daha hızlı gelişecek.
Ya Avrupa da kendi araçlarını korursa o zaman ne olurGelelim hükümetin resmi olarak açıklamadığı ama resmi kurumu olan Anadolu Ajansının yayınladığı ekonomik önlemler paketine. Paketin otomotiv sektörünü ilgilendiren bölümü, "Hükümet yerli ürün alımı halinde, tüketici kredi faizlerinin ilk yıl yüzde 30 ila 50’sini Hazine tarafından üstlenecek." Yani anlamı şu, "Yerli otomobil veya yerli hafif ticari araç almak için bankadan aldığınız 20 bin YTL’lik kredinin ilk yıl yaklaşık 2-2.500 YTL’lik faiz yükünü hükümet ödeyecek." Gerçi bu bile belirsiz ama sektörü desteklemek adına ilk başta önemli bir uygulama gibi gözüküyor. Ama sonuçlarının daha yıkıcı olabileceği olasılığı hiç düşünülmüyor.
İlk olarak paket hazırlanırken her ne kadar Türk otomotiv sanayisi düşünülse de tüketiciyi yerli araç almaya zorlayıp, rekabet kanunlarını ihlal ediyoruz. Tüketici yerli araç almaması halinde cezalandırılacak. Unutulmaması gereken bugün, Türkiye’de yerli üretim yapan markaların bile iç pazarda sattığı araçların yüzde 70’inden fazlası ithal. Yani bu paket onların da çok işine gelmiyor.
Paketin ikinci ve yıkıcı etkisi ise Avrupa Birliği (AB) ülkelerinden gelebilir. Düşünsenize Türkiye’de üretilen araçlara yönelik böylesine imtiyaz karşısında, otomotiv ihracatı yaptığımız ülkeler buna tepki olarak Türkiye’ye ne gibi zorluklar çıkarabilir. Avrupa Birliği sürecindeki Türkiye’nin böylesine haksız rekabet yaratacak bir uygulama karşısında ya Avrupa ülkeleri, "Bizde sizden aldığımız araçlara farklı bir kota koyuyoruz" derse, o zaman hem Türkiye’nin hem de otomotiv sektörünün durumu daha içler acısı olmayacak mı. Bugün otomotiv dünyanın en küresel sektörü. Markalar sadece kendi ülkelerinden değil dünyanın her yerinde üretim yapıyor, işbirliklerine gidiyor.
Böylesine bir çözüm, sektöre yarardan çok zarar verir. Bence biran önce sektör yetkilileri hükümete bu pakete ilişkin eleştirilerini iletip, resmileşmeden başka çözüm arayışlarına itmeli. Yerli üretim desteklenmeli amla bunun inanın bir çok farklı yolu var. Bence hükümete bu yollar anlatılmalı. Maliye Bakanı’nın otomotiv yetkililerine önerdiği "Hafif ticari araç gibi yeni bir segment bulun, vergisini düşüreyim" teklifi bile çok daha iyi bir çözüm gibi geliyor.
Yazının Devamını Oku 26 Kasım 2008
Amerika ile başlayıp Türk otomotiv sektörünün ihracatının yüzde 65’ini gerçekleştirdiği Batı Avrupa ülkelerine sıçrayan ve Eylül ayından itibaren ülkemizdeki üreticileri de son derece olumsuz etkileyen kriz neticesinde üretimde ve satışta yüzde 50’lere varan düşüşler yaşanıyor. Türk otomotiv sektörü ilk defa böyle büyük bir krizle karşı karşıya kalırken, ekonomik kriz tüm sektörü tam anlamıyla sarmış durumda. Bugüne kadar moraller bozulmasın diye, basın olarak üzerimize düşeni yapıp, kriz tellallığı yapmamaya özen gösterdik. Çıkarılan işçileri, kapanan veya tatil edilen fabrikaları iflas eden yan sanayi şirketlerini sayfalara taşımamaya özen gösterdik. Ama bugün itibariyle ortaya çıkan tablo çok üzücü. Hükümetin bir an önce Avrupa ve Amerika’daki gibi otomotiv sektörüne hem finansman hem de vergi desteği vermesi gerekiyor. Aksi takdirde ekonominin lokomotifi olan otomotiv çökerse tüm ülke bir domino taşı etkisiyle çökecektir. Çünkü bugün otomotiv sektörünün yakalandığı kriz dolaylı olarak tüm sektörleri etkiliyor.
PAZAR YÜZDE 50 DÜŞÜYOR
Krizin etkilerinin tam anlamıyla hissedilmeye başlandığı Ekim ayında biliyorsunuz, ortaya ÖTV indirimi yapılacağı yönünde söylentiler atıldı. Ama bir hafta sonra Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, hükümetin çıkardığı bu söylentiyi yalanladı. Tüketiciler indirim beklentisine girdiği için alımı durdurdu. Sonuç Ekim ayında satışlar yüzde 40 düştü. Sektör yetkilileri Kasım ayında durumun daha da içler acısı olduğunu belirterek, düşüşün yüzde 50’yi bulacağını söylüyor. Ben de bunun üzerine oturup sektör yetkililerine danışarak kayıpları ortaya koymaya karar verdim. Ekim ayına kadar tüm otomotiv sektörü pazarın 2007 yılıyla aynı seviyede kapanacağını tahmin ediyordu. Ama Ekim ayındaki düşüşle birlikte pazar durma noktasına geldi. 2007 yılının son iki ayında Türkiye’de 100 binin biraz üzerinde otomobil satılmış. Şu anki öngörü ise pazarın son iki ayda yüzde 50 daralacağı yönünde. Yani Kasım ve Aralık’ta satılacak otomobil sayısı 50 bin civarında olacağını tahmin ediliyor.
Pazarda satılan otomobillerin vergilerinin farklı olduğu düşünülürse Sayın Unakıtan’ın her bir otomobilden aldığı ortalama ÖTV tutarı yaklaşık yüzde 44’e denk geliyor. Ortalama bir otomobilin baz fiyatını 20 bin YTL olarak aldığımızda, Unakıtan’ın bugün araç başına ortalama ÖTV tahsilatı 8 bin 800 YTL. Sayın Unakıtan geçtiğimiz yıl Kasım Aralık ayında satılan 100 bin otomobilden toplam 880 milyon YTL ÖTV tahsil etti. Bu yıl ise satışların yüzde 50’ye yakın düşeceği öngörüldüğünden toplam tahsilat biranda 440 milyon YTL’ye gerilecek. Bu da Unakıtan’ın ’7’i veren gül’ olarak adlandırdığı otomotiv sektöründeki ÖTV kaybının 440 milyon YTL olacağını net olarak ortaya koyuyor.
Eğer Unakıtan Ekim ayında müdahale edip ÖTV oranını yüzde 10 indirseydi tablo bir anda hem hükümet hem de otomotiv sektörü adına değişecekti. Nasıl mı. ÖTV, Kasım ve Aralık ayı için geçici olarak yüzde 10 indirilseydi, bu etkiyle satışlar geçtiğimiz yılla aynı seviyede kalır hatta üzerine bile çıkardı. Hem indirimin etkisi hem de dövizde artışı firmaların fiyatlarına yansıtmaması sonucu son iki ayda 100 bin adedin üzerinde otomobil satılabilirdi. Yüzde 10’luk indirimle her bir otomobilden alınan ortalama ÖTV tutarı yüzde 34’e gerileyeceği için araç başına ÖTV tahsilatı otomatik olarak 8 bin 800 YTL’den 6 bin 800 YTL’ye inecekti.
240 MİLYON YTL KAZANIRDI
100 bin araçtan hesapladığımızda hükümet son iki ayda 680 milyon YTL ÖTV tahsil edecekti. Yani özetle devlet son iki ayda ÖTV’yi yüzde 10 indirseydi, 240 milyon YTL ek ÖTV geliri toplayacaktı. Böyle bir ortamda hiç de yabana atılacak bir para değil. Sonuçta, Amerika ve Avrupa’nın otomotivi için cebinden milyarlarca dolarlar çıkarken, bizim hükümet para kazanarak sektöre destek olacaktı. Hükümetin kazancı dışında otomotiv şirketleri stoklar nedeniyle finansal sıkıntıya girmeyecek, işten adam çıkarmak durumunda kalmayacaktı.
’ÖTV yüzde 10 inse satışlar geçtiğimiz yılı bile geçerdi’ dememin iki nedeni var. Birincisi yüzde 10’luk indirim araç başına ortalama en az 2 bin YTL’lik bir indirim yaratacaktı. Zaten otomotiv firmaları içinde bulundukları kriz ortamında dövizde yaşanan artışı fiyatlarına yansıtamadılar. Bunun da 20 bin YTL’lik bir araçta 4 bin YTL olduğunu varsayarsak, tüketicinin ÖTV indirimiyle birlikte son iki ayda kazancı en az 6 bin YTL olacaktı. Ocak ayında fiyatların artacağını ve ÖTV’nin yine eski seviyesine geleceğini düşünürsek, hiç kimse bu fırsatı kaçırmazdı diye düşünüyorum.
Tabi bu yazdıklarımın hiç biri gerçekleşmedi. Unakıtan, ithalatı artırmamak için vergi indirimi yapmadı. Sonuç ortada. Çöken bir sektör, vergi gelirleri düşen bir hükümet. Ama tabi suç biraz da sektörün kendisinde. Eminim hiç bir dernek veya firma yukarıdaki bu hesaplamayı yapıp, Maliye Bakanı’nın önüne koymadı. Eminim Unakıtan bunu görseydi daha farklı bir tutum sergilerdi. Yine de hiç bir şey için geç değil. Önümüzde Aralık ayı ve bizi zor günlerin beklediği 2009 yılı var. Sektörün hükümetle temaslarını hızlandırıp, bir an önce farklı çözüm yollarını bulmalı.
Yan sanayi hükümetten 1 milyar dolar istiyorGlobal kriz nedeniyle Amerikan hükümeti, iflasın eşiğine gelen 3 büyük üreticisine (GM, Ford, Chrysler) 25 milyar dolarlık destek olup, bir diğer 25 milyar dolar için görüşmeler yaparken, Avrupa’da da otomotiv sektörüne yönelik benzer destekler gündemde. Almanya Başbakanı Angele Merkel bile Opel’e 1 milyar Euro’luk destek sözü verdi. Bizim tarafta ise sektörden bu konuda ses seda yok. Sadece geçtiğimiz haftalarda Taşıt Araçları Yan Sanayicileri Derneği (TAYSAD) Başkanı Ömer Burhanoğlu, Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen, Sanayi ve Ticaret Bakanı Zafer Çağlayan ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’a ayrı ayrı mektup göndererek, yan sanayi şirketleri için 1 milyar dolarlık destek istedi. Burhanoğlu, üç bakana yazdığı mektupta krizin aşılması için şu taleplerde bulundu:
" Kriz öncesi şartların geçerli olması koşuluyla 2009 yılında işletme ve yatırım kredisi olarak 1 milyar dolarlık bir fonun sadece otomotiv yan sanayiye ayrılması,
Asgari ücretten 12 ay süreyle vergi alınmaması,
SSK primlerinin 2009 yılının ilk 6 ayında yüzde 3 yıllık faizle 12 ay ötelenmesi,
Petroldeki düşüşün akaryakıt fiyatlarına yansıtılması,
Sanayi enerji maliyetlerinde 2009 yılı boyunca artış olmaması,
Vadeli ithalatta yüzde 3 KKDF’nin kaldırılması."
Yazının Devamını Oku 19 Kasım 2008
Yazıma yine son günlerin en moda cümlesiyle başlamak istiyorum. "Amerika’dan yayılan finansal kriz dalga dalga tüm dünyayı etkisi altına alıyor." Bugün global krizin en fazla etkilediği sektör de kuşkusuz otomotiv. Bir taraftan tüm dünyada otomobil satışları hızla gerilerken diğer taraftan Amerika’nın simgesi otomotiv devleri iflasın eşiğine gelmiş durumda. Şöyle bir Ekim ayına baktığımız zaman Amerika’da otomobil satışları 25 yıl öncesine gerileyip yüzde 32 düşerken, Türkiye’deki düşüş de yüzde 40’ları buldu. Keza Avrupa’da da satışlarda tarihi düşüşler söz konusu. Küresel finansal krizin etkilerinin hissedilmeye başlamasıyla Ağustos’ta yüzde 14.5, Eylül’de yüzde 8.2 daralan otomobil pazarı Ekim ayında da yüzde 14.5 geriledi. Avrupa’da otomobil satışları Ekim ayında sadece Avusturya, Çek Cumhuriyeti, Polonya ve Slovakya’da artarken kalan 24 ülkede geriledi. Geçen ay oto satışlarındaki gerileme, küresel finansal krizden en fazla etkilenen İzlanda’da yüzde 86’ya ulaşırken Letonya ve İrlanda’da yüzde 55, İspanya’da yüzde 40, Estonya’da yüzde 34, Litvanya’da yüzde 24.5, İngiltere ve İsveç’de yüzde 23 düştü. Otomobil satışlarındaki düşüşler Amerika ve Avrupa’nın dışında tüm dünyada yaşanıyor. Sonuç, iflasın eşiğine gelen dev firmalar, kapanan fabrikalar, çıkartılan işçiler anlamına geliyor. Satışların tüm hızıyla düşmeye devam etmesinin yaratacağı sonuçlar tüm dünya ekonomilerini yakından ilgilendiriyor ve endişelendiriyor.
SUZUKI HİNDİSTAN’DA GÜÇLENDİ
Gelişmiş ülkeler krize karşı otomotiv sektörlerini ve firmalarını korumak için çözümler ararken, tüm gözler uzun bir süredir nüfusu milyarı aşan Çin ve Hindistan’a çevrildi. Çünkü otomotiv sektöründeki bugün en büyük sorun likidite. Yani kimsede para yok. Suzuki, geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamayla Hindistan pazarının bu anlamda gücünü net olarak ortaya koydu. Hindistan’da en fazla satılan otomobil markası olan Suzuki, bu ülkede ürettiği Alto modeliyle Avrupa’ya meydan okuduğunu açıkladı. Sebebi açık. Hindistan’da ucuz üretimi öğrenen, maliyetlerini minimum seviye indiren Suzuki, Avrupa’da hiç bir rakibinin küçük sınıfta kendilerini yakalayamacağını belirtiyor. Suzuki’nin en büyük avantajı ise Hindistan gibi nüfusundan dolayı inanılmaz bir potansiyele sahip bir ülkede, pazar lideri olması. Yani Suzuki, Hindistan’dan büyük paralar kazanıyor ve şimdi bu ülkede geliştirip ürettiği ucuz otomobilleri Avrupa’ya satıp pazar payını hızla artırmaya çalışıyor. Suzuki’nin ardından bir çok uluslararası otomotiv üreticisi de Hindistan’a girerek araç üretip, para kazanmaya çalışıyor. Bunların başında Hyundai, Renault, Fiat ve hatta Mercedes bile yer alıyor. Tek amaç bu ülkede para kazanıp, diğer ülkelerdeki kayıpları telafi edebilmek.
Ama bugüne kadar uluslararası hiç bir marka Hindistan pazarını çok fazla büyütemedi, dolasıyla büyük paralar kazanamadı. Bir tek Suzuki ve biraz da Hyundai bunu başardı. Ülkenin 1.2 milyar nüfusu olmasına rağmen yılda satılan otomobil sayısı 1.2 milyon. 1000 kişiye düşen araç sayısı ise 65 civarında. (Türkiye’nin de altında)
TATA BÜYÜK PARA KAZANACAK
Uluslararası markaların yapamadığını şimdi Hindistan’ın en büyük markalarından biri olan Tata yapmaya hazırlanıyor. Tata, motosiklet sahipliğinin otomobil sahipliğinden daha fazla olduğu ülkede, yeni bir dönemi başlatacağa benziyor. 5 yıllık çalışmanın sonucundan halkı motosikletten kurtarmak için ortaya 2 bin 500 dolar fiyatından bir araç çıkartan Tata, 2009 yılında önce Hindistan’da düğmeye basacak. Ratan Tata önderliğindeki şirketin, yılda 1.2 milyon adet otomobil satıldığı bir ülkede ilk yıl için 500 bin adet Nano satmayı hedeflediğini söylemem işin ciddiyetini ortaya koyuyor. Ülkede motosiklet satışı düşerken otomobil pazarının yılda ilk etapta 2 milyona, çok kısa sürede de 3-4 milyon adetlere ulaşması bekleniyor. İşte bu da kriz ortamında tüm gözlerin Hindistan’a çevrilmesini sağlıyor. Tata, milyonlu adetlere ulaşırsa, elinde şu an kimsenin olmadığı büyük paralar olacak. Bu paralar, istediği teknoloji geliştirip, istediği şirketi alması anlamına geliyor. Zaten 2.3 milyar dolara İngiliz Land Rover ve Jaguar’ı Nano projesinin yaratacağı güçle satın almadı mı.
Şimdi tüm uluslararası şirketler Nano projesini yakından takip ediyor. Çünkü Hindistan ve Çin gibi nüfusu yüksek ama gelir seviyesi düşük ülkelere girmek ve büyük adetlere ulaşmak için tek alternatif ucuz otomobil geliştirmekten geçiyor. Aksi takdirde şu anki konjoktörde hiç bir şirketin para kazanması söz konusu değil. Tabi Hintli ve Çinli otomotiv markaları da ülkelerinin sahip olduğu potansiyelin farkındalar. Hiç birisi kendi ülkelerini doyurmadan dünyaya açılmak istemiyor. Zaten kendi ülkelerini doyurdukları zaman dünyanın onları doyuracağını biliyor.
Sefalet=Bombay
İşte bu ruh haliyle önce Çin sonra Hindistan’a giderek gelecekte otomotiv sektörünü kontrol edecek iki ülkeye yakından inceleme fırsatım oldu. İlk Çin tecrübemi 1.5 yıl önce yaşamış, hem otomotiv firmalarının vizyonlarını ve stratejilerini, hem ülkenin otomotiv potansiyeline yakından tanık olmuştum. Ekim sonunda ülkeye ikinci gidişimde ise yaşanan hızlı gelişimin nasıl son sürat devam ettiğine bir kez daha şahit oldum. Hindistan’a ise ilk gidişim olacağından neyle karşılaşacağımı bilmiyordum. Tek söylenen şey, "Yanına bisküvi’ al olmuştu. Sonuçta Çin’e tüm dünyanın kafamızda yarattığı olumsuz imajla gitmiş, ama Şangay gibi dünyanın en gelişmiş şehriyle karşılaşıp hayran kalmıştım.
Hindistan için de söylenenlere kulağımı tıkamış, kendi kendime ’Kesin farklıdır’ diye düşünmüştüm. Ama geçtiğimiz hafta daha THY’nin Bombay uçağına bindiğimde söylenenlerin doğru olduğunu anladım. Çünkü THY, Çin’e en yeni uçaklarını koyarken, Hindistan’a 20 yıllık uçaklarını vermişti. İnanılır gibi değil. Uçaklar dökülüyordu. Böylesine kötü bir tecrübenin ardından sabahın 4.30’unda Bombay (Mumbai) havalimanına indik. O da ne, havalimanı değil şantiye. Meğerse yenileniyormuş ve işletmeyi de Çelebi Holding almış. ’Umarım Türkler düzeltir’ diye söylenerek otobüsümüze bindik.
UTANILACAK SEFALET
Bombay’a inişimiz sabahın körü olduğu için trafik yoktu ve kısa sürede otelimize yerleştik. Ertesi gün Tata’nın genel merkezine yaptığımız yolculuk sırasında gördüklerimiz ise inanın bizi o gün akşama kadar şoka soktu. Kelimelerle anlatılamayacak, bir fotoğrafçının deklanşöre basmaktan utanacağı bir sefaletle karşı karşıyaydık. Yol kenarlarında yatan, ölü mü canlı mı olduğu anlaşılmayan insanlar, caddenin ortasında pis suyla yıkanan çırılçıplak çocuklar, 10-12 yaşlarında ellerinde bebekleriyle dilenen kızlar, kanalizasyon olmadığı için yol kenarlarına tuvaletlerini yapan insanlar ve ev demeye dilimizin varmadığı 10 metrekarelik derme çatma yerler. Bu sefaletin önce kenar mahalle sefaleti olduğunu sandık ama o sefaletin şehrin her yerinde devam ettiğini görünce kendi kendimizi ’Allahın şanslı kullarıymışız’ demekten alamadık.
Evet Hindistan’daydık... Bu dünyaya ve bu ülkeye hükmeden güçlere bir kez daha lanet ettik ve kendimizi otele kapattık. Hayır Bombay’ın bir de dünyanın mega-kentlerinden biri olduğu söyleniyor ya. Sanki dalga geçiyorlar. Ama şu bir gerçek, Bombay ekonomisi son yıllarda hızla büyüyen Hindistan’ın ticari kalbi. Yani finans merkeziymiş. Ama görüntü hiç bunu göstermiyor. Bombay’ın yaklaşık 18 milyon nüfusla Hindistan’ın üçüncü büyük ve yaygın şehri olduğunu söylendi. Ne 18 milyonu, kesin 100 milyon insan yaşıyor ama sokaktaki insanlara köpekten veya herhangi bir hayvandan fazla değer verilmediği için herhalde resmi kayıtlara sokulmuyor. Bombay’da köyden şehre önemli bir göçün yaşandığı ortada. Taşı toprağı altın diye herkes bu şehre hücum etmiş. Çoğu günde 1 dolara çalışıyor veya dileniyor. Erkeklerin çoğu geçimini çamaşır yıkamaktan sağlıyor. Çok büyük bir gecekondu hayatı ve sefalet var. Hindistan nüfusu 1.2 milyar olduğundan mı nedir hükümet halkın üzerinden elini ayağını çekmiş. Kimsenin sosyal bir hakkı veya geliri yok. Yani sağlık sigortası, işsizlik sigortası gibi güvenceler hakkında Hindistan kapılarını kapamış. Tek gerçek, sefalet içindeki insanların o gün 2 veya 3 öğün yemeğini bulması. Eğer 2 öğün bulurlarsa yüzlerinde bir tebessümle sokaktaki köşelerine çekilip, bir sonraki hayatlarıyla ilgili planlarını yapıyorlar.
KAFA YIKANIYOR
Rehber yolculuğumuz sırasında bazı derme çatma evlerin içinde televizyonların bile olduğunu söyledi. Evet işte Hindistan gerçeği. O televizyonlarda ise tek seyredilen Bolllywood filmleri. Sürekli gündeme gelen ama kimsenin büyüme sebebini anlatmadığı film endüstrisi. Sebebi çok açık değil mi. İnsanlar dünyadaki tüm gelişmelerden bir haber şekilde yaşıyor. Tek eğlenceleri Hindistan sınırını aşamayan Bollywood filmleri. Yani hem filmlerle hem inanışlarla kafalar yıkanıyor, hiç kimse de bu sefalete baş kaldıramıyor. İnsanlık için çok ama çok üzücü...
Gelelim Hindistan’ın otomotiv sektörüne ve trafiğine. Bombay’da trafikte üç tip ulaşım aracı var. Birincisi ve en yaygını motosiklet, ikincisi eski taksiler, üçüncüsü ise kağnı arabaları. Bu üçünün dışında en çok gördüğünüz araçlar ise Suzuki ve Hyundai. İnanın bu iki markanın küçük modelleri, Hindistan’ın en lüks otomobilleri. Yıllarca İngiliz sömürgesi olduğu için sağdan direksiyonun kullanıldığı Hindistan’da ’ehliyeti manavda mı dağıtıyorlar’ lafı yerini bulmuş oluyor. Bombay’da bu sefaleti gördükten sonra ülkenin başkenti Yeni Delhi’ye uçtuk. Yeni Delhi, hükümetin ve dünyanın en büyük ikinci ordusunun genel merkezi olduğu için Bombay’dan çok daha iyi durumda. Sokakta mideniz bulanmadan dolaşabiliyorsunuz. Anlayacağınız ülkeyi yönetenler kendi çöplüklerini temizlemişler.
4 günlük Hindistan macerasından sonra Türkiye’de doğmuş ve yaşıyor olmaktan dolayı çok şanslı olduğumu anladım. Ama 1.2 milyar nüfuslu Hindistan yine de sahip olduğu potansiyelle başta otomotiv sektörü olmak üzere dünyaya hükmetmeye hazırlanıyor.
Yazının Devamını Oku 12 Kasım 2008
Evet ortada dünyayı saran finansal bir kriz var. Daha doğrusu kredi krizi var. Ama inanın bu kriz Türkiye’ye önce psikolojik olarak geldi. Gerçek anlamda bizi nasıl etkileyeceğini, neler yapacağını şu an kimse bilemiyor. Biliyorum diyen varsa da yalan söylüyordur. Türk halkının dünyadaki gelişmelerle birlikte güveni azalıp morali bozulunca kendini korumaya çekti. Bu korumanın açılımı, "Gereksiz masraflardan kaçın, acil ihtiyacın dışındakileri ötele." Acil ihtiyaçlar kuşkusuz, gıda, sağlık eğitim gibi kesemeyeceğiniz ama masrafını düşürebileceğimiz gereksinimleriniz. Yemek yemeyi, çocuğunuz okula göndermeyi veya sağlıkla ilgili ihtiyaçlarınızı kesemezsiniz. Peki neyi kesebilirsiniz veya erteleyebilirsiniz? Çok açık, eğer otomobil almak veya değiştirmek istiyor, yahut ev almak istiyorsanız bunları öteleyebilirsiniz. Buna giyim kuşam, elektronik eşya gibi daha onlarcasını ekleyebilirsiniz. Sonuçta siz içinde bulunduğumuz belirsizlikte önce olup bitenleri görmek ve beklemek istiyorsunuz.
Allahtan fuar varmış
Ama emin olun içinde bulunduğumuz bu sıkıntılı günlerde, moral bozucu açıklamalar yapmak ve medyanın da bunları süzgecinden geçirmeden yayınlaması tüketicelerin öteleme sürecini artıran en önemli etken olarak ortaya çıkıyor. Sonuçta, döviz fiyatları artmış olsa da bugün hiç bir firma otomobil fiyatlarına zam yapmadı, yapamadı. Ama buna rağmen Ekim ayında otomobil satışları bıçak gibi kesilerek yüzde 40’lık bir kayıp yaşandı. Hem de 10-19 Ekim tarihlerin arasında Autoshow fuarının yarattığı canlılığa rağmen. Demek ki Ekim’de fuar da olmasaymış, otomobil satışları 2001-2002 yılındaki büyük kriz dönemine inecekmiş. Fuarın etkisiyle birlikte 10 günlük süreçte Türkiye genelinde 10 bine yakın aracın satıldığından yola çıkarsak, Ekim’de geriye satılan 9 bin 788 otomobil kalıyor. Ekim 2001’de 7 bin, Ekim 2002’de ise 9 bin 381 adet otomobilin satıldığını hatırlatırsam durumun vahameti daha net anlaşılır herhalde.
Herkese büyük iş düşüyor
Şimdi güvenin bu denli düştüğü bir ortamda hepimize büyük işler düşüyor. Öncelikli olarak otomotiv sektörünü temsil eden iki önemli derneğin başkanı artık çıkıp sektöre moral verecek birşeyler söylemeli, gazetecilerle de neler yapılabileceği konusunda konuşmalı. Ben sürekli kriz tellalığı yapmamak gerektiğini savunsam da, gerekli gereksiz birileri çıkıp sektörü etkileyen şeyler söylüyor ve bunlar birşekilde medya da yer bulabiliyor. En basitinden ÖTV indirimi haberleri. Sırf o haberler çıktığı için ekim ayının son haftasında otomobil satışları durmadı mı. Yani yüzde 40’lık düşüşte, indirim beklentisinin etkisi çok ama çok fazla. Emin olun, bu beklenti olmasaydı Ekim’de yine düşüş olurdu ama yüzde 40’ı bulmazdı. En fazla otomobilin satıldığı Kasım ve Aralık’ta işler bu gidişle daha kötüye gidecek gibi görünüyor. Bu yüzden acilen bir şeyler yapılmalı.
Ben açıkçası son 3 haftadır, bu köşede yazdıklarımı OSD ve ODD’nin açıklamasını isterdim. Bir çok firma yetkilisi de benim görüşümde. Bazı yetkililerin off-the record (haber yazmamak) şartıyla gazetecilerle sohbet etmesini anlayamıyorum. Halbuki tam da mesaj verecek zaman değil mi?
Krediyi kendiniz verin
OSD ve ODD başkanından artık biran önce ortak bir basın toplantısıyla kararlı ve moral verici bir açıklama bekliyorum. İbrahim Aybar, geçtiğimiz hafta sorularımız üzerine otomotiv kredilerine ilişkin bir açıklama yaptı ama bence yeterli değil. Kendisi de söylüyor, bugün otomobil alacak müşteri var ama kredi veren banka yok. Yani tüm otomobil firmalarıyla oturup, tüketiciye güven verecek yeni formüller aranmalı. Bankalar vermiyorsa siz verin. Bir çok firmanın kendi finans şirketi yok mu? Nasıl gayrimenkul şirketleri zor durumlarda kendi finansmanını sağlıyorsa siz de sağlayın. Sonuçta, bu zor günlerde herkes üzerine düşeni eksiksiz yapmaya çalışmalı.
Yazının Devamını Oku 5 Kasım 2008
Biliyorsunuz ’ÖTV indirimi büyük beklenti yaratmasın’ diye geçtiğimiz hafta yazdım. Bu tip indirim haberlerinin resmiyet kazanmadan yayınlanmasını hiç doğru bulmadığımı, tüketici nezrinde beklenti yarattığını ve satışları bıçak gibi keseceğini söyledim. Bugün her ne kadar Sanayi ve Ticaret Bakanı Zafer Çağlayan kendisini ’Otomotiv Bakanı’ olarak ilan edip, Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen, sektörün yanında olduğu mesajlarını verse de, Türkiye’de tek bir gerçek var o da Maliye Bakanı Kemal Unakıtan. Unakıtan istemediği sürece hiç bir Allahın kulu vergi indirimi yaptıramaz. Hele hele ’7 veren gülü’ olarak yorumladığı otomotiv sektöründe.
Geçtiğimiz hafta bunu çok net olarak bir kez daha yaşadık. Adını açıklamak istemeyen hükümet yetkilileri, Reuters’e ve Ankara bürolara ’ÖTV indirimi geliyor’ haberlerini uçurunca, ertesi gün gazete ve televizyonlarda koca koca haberler yayınlandı. Bu Hürriyet içinde geçerliydi. Otomotiv editörü olarak ’kullanmayın’ uyarımı yapmama rağmen akşam Ankara’dan geldi diye haberi geniş bir şekilde kullandılar. Birinci sayfadan bile ’Otoda ÖTV indirimi geliyor’ başlığı atılmıştı. Ama ne oldu bir hafta sonra bu kez Unakıtan’ın ’Kimse otoda vergi indimi beklemesin’ haberini manşete taşımak zorunda kaldık. Bundan sonra uzman gazetecilerin söyledikleri umarım daha fazla ciddiye alınır.
Benim açımdan Unakıtan’ın açıklamaları süpriz olmadı. Ama Unakıtan’ın yaklaşık iki haftadan beri üzerine basa basa ithalata yüklenmesini ise anlamıyorum. Unakıtan diyor ki, "Bugün Türkiye satılan arabaların yüzde 75’i ithal, (Doğrusu yüzde 68) dışarıdan sağlanıyor. Arabaya yaptığımız bir indirim, teşvik ne sonuç verecek? Bizim ithalatımızı daha da fazla artıracak. Otomotivde bizden ithalatı azdıracak bir şey beklemeyin. Otomotivde vergi indirimi, ithalatı ve döviz ihtiyacımızı artıracağı için biz buna sıcak bakmayız. Otomotivde böyle bir vergi indirimi yok." Bu durumda Unakıtan’a şunun sorulması veya anlatılması gerekiyor;
"Sayın Unakıtan,
Bugün Türkiye’de satılan ve üretilen araçların yaklaşık yüzde 55’i otomobil yüzde 45’i ise ticari araçlardan oluşuyor. Ticari araçların yüzde 95’i de hafif ticari sınıfında. Biliyorsunuz bu tip araçların ÖTV oranı yüzde 10’la sınırlı. Yani otomobillerin ÖTV oranları yüzde 37 ile 80 arasında değişirken hafif ticariler üzerinden yerli üretime önemli bir destek zaten veriyorsunuz. Bu destek kesinlikle çok önemli ve kesilmemesi lazım. Çünkü bu destek olmasa bugün Türkiye’de otomotiv üretimi 1.3 milyon adete ulaşmaz, ihracatta ise 25 milyar dolarlar hayal olurdu. Verilen bu destekle birlikte bugün toplam üretimin yüzde 45’ini oluşturan ticari araçların oranı 2009 yılında yeni yatırımlarla yüzde 60’a çıkacak. Bu çok ama çok önemli.
Ama unutulmaması gereken nokta, hafif ticari araçların ÖTV oranı yüzde 10 olunca, üretim ve ihracata paralel olarak ithalatta da artış yaşandı. 2007 yılında Türkiye’de satılan 283 bin 850 adet ticari aracın 135 bin 336’sı ithal edildi. Eğer ÖTV oranı yüzde 10 olmasaydı ortada ne 283 bin adetlik bir ticari araç pazarı ne de 135 bin adetlik ithalat olurdu. Yani gördüğünüz gibi yerli üretim desteklenirken, ithalat da otomatik olarak artıyor. Bu da çok doğal.
Burdan şuna gelmek istiyorum. Otomobil vergilerinde yapılacak olası bir indirim söylediğiniz gibi ithalatı artıracaktır. Ama önümüzde çok net bir şekilde ticari araç örneği var. Vergi indirimiyle birlikte yerli üretimi ve iç pazardaki yerli araç satışı, ithalattan çok daha fazla olacaktır. Dolayısıyla ithal araçları günah keçisi yapmak çok doğru değil. Bugün yapılacak vergi indirimi, iç pazarı büyütür, bu da yeni yatırımların gelmesini, mevcutların da büyümesini sağlar. Nasıl ticari araç yatırımları ÖTV desteğiyle artıp Türkiye’yi Avrupa’nın ticari üssü haline getirdiyse, otomobil vergilerinde yapılacak olası bir indirim de bizi dünya üretiminde üst sıralara çıkartacaktır. Bu durumda hem Türkiye kazanacak, hem de siz daha fazla vergi geliri elde edeceksiniz.
Sayın Unakıtan, Türk ekonomisinin lokomotifi olan otomotiv sektörü bugün doğrudan ve dolaylı olarak 4 milyon kişinin ekmek kapısı. Olası kriz dönemlerinde bu sektöre yapılacak desteği, ithalatı azdıracak bir uygulama olarak görmek doğru değil. Çünkü bugün otomotiv pazarı küçülürse bu doğrudan istihdamı ve ekonomiyi etkileyecektir. Şöyle yuvarlak bir hesapla iç pazar yüzde 10 düşse, sektörden ekmek yiyen sayısı da bu oranda düşecektir. Bu da en az 400 bin kişi demektir.
Sayın Unakıtan umarım bu açık mektubumu okur ve dikkate alırsınız. Saygılarımla."
Yazının Devamını Oku 29 Ekim 2008
AMERİKA’dan bir salgın gibi yayılıp Avrupa ve Asya’yı etkisi altına alan küresel kriz Türkiye’ye de ulaştı. Daha doğrusu geçtiğimiz haftaya kadar ’Krizden az yara alırız’ görüşleri piyasalarda daha hakimdi. Başbakan Erdoğan bile "Hamdolsun kriz teyet geçti" yorumunu yapmıştı. Global kriz finans sektöründen yayıldığı için Türk bankalarının 2001 yılındaki krizden sonra güçlendiği, bu yüzden çok fazla etkilenmeyeceği söyleniyordu. Ama döviz kurları bu iyimser tabloyu çok fazla takmadı ve geçtiğimiz hafta serbest (hedge) fonların gelişmekte olan ülkelerden çıkması sonucu dolar ve euro fiyatları uçuşa geçti. İşte o an bizim içinde kriz kapıdan içeriye girdi.
Efendim dolar bir haftada neredeyse yüzde 40, Euro ise yüzde 25 arttı. Sonuçta, Türkiye’de satılan otomobillerin yüzde 70’ine yakının ithal otomobillerden oluştuğu, üretilenlerin ise parçalarının ithal edildiği düşünülürse sektör için tehlike çanları çalmaya başladı. Dövizin seyrinin ne olacağını görmek isteyen otomotiv firmaları şu an için fiyatlara yaşanan artışı henüz yansıtmasa da bu yansıtmayacağı anlamına gelmiyor.
Ama bana göre içinde bulunduğumuz bu günler otomobil almak isteyenler için bir fırsat. Neden mi. Otomobil firmaları için yılın son 3 ayı en fazla satışın yapıldığı dönemdir. Geçmişte yeni yılla birlikte hem vergiler hem fiyatlar arttığı için herkes yıl sona ermeden otomobil alırdı. Bu alışkanlık vergi düzenlemesinin değişmesine rağmen psikolojik olarak aynen devam edince, otomobil firmaları da en fazla satışı yılın son üç ayında yapar oldular. Aralık ise firmalar için en çok otomobil satışını yaptıkları ’12 ayın sultanı’ oldu.
Bu yüzden firmalar en çok satış yapacakları son 3 aya hazırlıklı girmek isterler. Yurtdışından siparişlerini son çeyreğe göre yapıp, bu döneme stoklarında bol araçla girerler. Bu yıl haziran ayından itibaren satışlarda düşüş yaşandığı için de son 3 ay, sektör için her zamankinden daha önemli bir hale geldi. Dolayısıyla, otomotiv firmaları Eylül ayı itibariyle araç ithalatını hızlandırdı, stoklarını artırıp bayilere otomobil yığdı. Aldıkları fiyatlarda o zamanki kur üzerinden olduğu için geçen hafta yaşanan develüasyon şu an için firmaların birçoğunu etkilemedi. Bu yüzdendir ki şu an otomobil almak için bir fırsat. Çünkü firmaların ithal edecekleri bir sonraki partide fiyatlar artan döviz kurlarıyla olacağı için fiyatların yükselmemesi mümkün değil. Eğer otomobilinizi değiştirmek istiyorsanız bugünlerde elinizi çabuk tutmanızı öneririm. Aksi takdirde fiyatlar en az yüzde 10 ila 20 arasında artabilir. Zaten dövizle satış yapanlarda bu artış net olarak gözüküyor.
ÖTV indirimi büyük beklenti yaratmasın
Geçtiğimiz hafta yaşanan develüasyondan dolayı, herkes büyük bir panik içindeydi. Sonuçta, sadece bu yıl değil 2009 yılının da otomotiv sektörü için kara bir yıl olabileceği endişesi hakimdi. Bu yüzden otomotiv yetkilileri, hükümetten destek istiyorlardı. Önce Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen, daha sonra Maliye Bakanı Kemal Unakıtan otomotive destek vereceklerinin sinyalini verdi. Sonra ortaya adını açıklamayan hükümet yetkilileri girdi ve ÖTV indiriminin planlandığını açıkladılar. İndirim oranının ise yüzde 5 civarında olduğu konuşuluyordu. Ama dikkatinizi çekerim henüz hükümetten resmi bir açıklama yapılmamıştı. İndirim kararı çıkmadan, böyle bir haberin gazeteye girmesine karşıydım ama bakanlıktan böyle bir plan olduğu haberi gelince geçtiğimiz cumartesi günü haber Çiğdem Toker imzasıyla gazetede yayınlandı.
Böyle bir habere resmiyet kazanmadan karşı olmamın sebebi, ’Otoda ÖTV indirimi’ başlıklı haberler tüketici nezrinde bir beklenti yaratacaktı. "A bak indirim geliyormuş, bekleyelim bari’ dendiği an satışlar bıçak gibi kesilecekti. İndirim olursa sorun yok ama ya hükümet bütçeyi inceliyip indirim kararından son anda vazgeçerse ne olacaktı. Bunun vebalini haberi yazan biz mi yoksa, bu söylentiyi yayan adını açıklamayanlar mı ödeyecekti. Ne yazık ki tüm bunlara rağmen tüm gazetelerde ÖTV indirimine ilişkin haberler çıktı. Şimdi tek umudumuz hükümetin verdiği bu sözü tutması.
Bu arada ÖTV indirimiyle ilgili beklenti de öyle fazla yüksek olmasın. ÖTV’de yüzde 5 indirim demek, 23-24 bin YTL’lik bir otomobilde 700-800 YTL’lik bir indirim anlamına geliyor. 30 bin YTL’de bu 1000 YTY’yi buluyor. Aracın fiyatı arttıkça indirim artıyor. Mesala, 90 bin YTL bir 4X4’te yüzde 5’lik ÖTV indirimi yaklaşık 2 bin 500 YTL bir indirim anlamına geliyor. Sonuçta dövizde yüzde 40’ları bulan bir artışın yaşandığı ortamda yüzde 5’lik indirim pek de tatmin edici değil. Ama olsun hiç yoktan iyidir.
Şentürk sadece şov yaptı rekoru ise Belçikalı kırdı
Espirili mizacıyla tanıdığımız görme engelli şarkıcımız Metin Şentürk geçtiğimiz yıl Başbakan Erdoğan’a kadar ulaşarak, ’Otomobille 300 kilometre hıza ulaşarak görme engelliler arasında dünya rekoru kırmak istiyorum. Ne olur bana destek’ diyerek gündeme oturmuştu. Hatırlıyorum, Şentürk’ün bu isteğini ciddiye alan büyük bir gazete bu konuyu manşetine bile taşımıştı. Düşünün Ergenekon, küresel kriz, AKP’yi kapatma davası, terörizm olmayınca ülkeyi kimler meşgul ediyormuş.
Hayır işin komik tarafı Başbakan Erdoğan, Şentürk’ün bu isteğine karşı kayıtsız kalmayıp ’Ne gerekiyorsa yapılsın’ talimatı bile vermişti. Jet-ski’ye binen, tavla oynayan Şentürk, bu konuyla gündeme damgasını vurmuş, Ferrari’li reklam filmleri bile çekmişti. Eminim bu haberlerle ilgili Metin Şentürk’ün işleri açılmış, konser sayıları artmıştır. Ama aradan neredeyse 2 yıla yakın bir zaman geçmesine rağmen bu konuda Şentürk’ten hiç bir açıklama veya rekor gelmedi. Şentürk denedi ama rekoru kıramadığı için mi açıklamıyor yoksa, ’Bu kadar gündem de kalmak yeter’ diyerek sadece işi şov kısmıyla mı sınırlı tuttu bilemiyorum. İyi niyetli düşünürsem rekor kıracak otomobil veya alan da bulamamış olabilir.
Herneyse, Şentürk işin sadece şov kısmıyla sınırlı kalırken iki hafta önce 43 yaşındaki Belçikalı görme engelli Luc Costermans, meşhur rekoru kırdı. Costermans, Lamborghini Gallardo marka otomobiliyle saatte 308,780 kilometre hıza ulaşarak bu alanda yeni rekora imza attı ve Guiness’e girdi. Geçirdiği bir kazanın ardından 4 yıl önce görme yetisini kaybeden ve 1989`dan bu yana Fransa’nın güneyinde yaşayan Costermans, rekorunu, 1989`da Brezilya Grand Prix`sinde geçirdiği kazanın ardından omurilik felci olan eski Formula 1 pilotu Philippe Streiff`e ithaf ettiğini söyledi. Bundan önceki rekor, saatte 268 km hızla Mike Newman adlı görme engelli bir İngiliz sürücüye aitti. Newman, özel yapım BMW M5 model araçla bir havaalanı pistinde üç yıl önce bu hıza ulaşmıştı. Şentürk’te açıklamalarında Newman’ın rekorunu kıracağından bahsediyordu. Şimdi ise işi daha zor. Tam 308 km’yi geçmek zorunda.
Trafik bilinci okulda başlıyor
Son yıllarda Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri trafik. Terörden bile daha fazla can alıyor. 1998 yılından bu yana Türkiye’de meydana gelen trafik kazası sayısı motorlu taşıt sayısında yaşanan artışa bağlı olarak tam iki kat artmış. Bugün Türkiye ne yazık ki, ölümlü trafik kazalarında dünya şampiyonu. İşte böylesine önemli bir sorunu çözmek için hem Cumhurbaşkanlığı nezrinde hem de otomotiv firmaları tarafından bir çok kampanya düzenlense de trafik kültürünü yerleştirmek için sorunu temelden çözmek gerekiyor. Bunun içinde okullara büyük iş düşüyor. İşte bu noktada soruna Türkiye’nin ve İstanbul’un en başarılı okullarından biri olan Bilfen el attı. Bilfen Okulları trafik kurallarını küçük yaştan öğrencilerine öğretmek için bir proje başlattı. Anaokulundan başlayarak öğrencilerine uygulamalı trafik eğitimi dersi veren Bilfen, dersi başarı ile tamamlayan öğrencilere trafik sertifikası veriyor.
Trafikte yaşanan sorunları en aza indirmenin çocukların eğitimi ile mümkün olacağının bilincinde olan Bilfen Okulları, bu eğitimi "oyun" a dönüştürerek öğrencilerini eğlenirken eğitiyor. Okul binası, trafik eğitimine uygun olarak tasarlandı. Bahçedeki araç ve yaya yolları, trafik lambaları ve diğer işaretler ile kavşakların kullanıldığı eğitimde, öğrencilerden bazıları mobil araçlara binerek sürücü olurken, bazıları da yaya oluyor. Öğretmenleri eşliğinde karşıdan karşıya geçme, yayaya yol verme, kavşakta geçiş önceliği gibi konuları uygulamalı olarak öğreniyor. Sadece bahçede değil okul koridorlarında da trafik lambası ve trafik işaretleri ile sık sık karşılaşan öğrenciler, bu bilinçle büyüyor.
Trafik eğitimi ile ilgili çok olumlu geri dönüşler aldıklarını belirten İlköğretim Okulları Koordinatörü Nurşen Kayatürk, "Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri olan trafik sorununun çözümüne katkıda bulunmak amacı ile okullarımızda uygulamalı trafik eğitimi dersi vermeye başladık. Amacımız, geleceğin sürücülerine trafik eğitimi vermek ve ailelerinin konuya dikkatini çekmekti. Velilerimizden de olumlu geri dönüşler alıyoruz. Özellikle çocukları ile trafiğe çıktıklarında çok daha dikkatli olduklarını söylediler. İki yıldır süren uygulamalı trafik eğitimimiz önümüzdeki yıllarda da devam edecek" diye konuştu.
Yazının Devamını Oku