Son yıllarda yönetim stratejisini net olarak çözemediğim bir otomotiv şirketi varsa o da Koreli Hyundai. Şöyle son 4-5 yıla baktığınızda şirketin Türkiye’deki performansından bunu net olarak görebilirsiniz. Aslında Hyundai’de işler 2003 yılı sonunda Kurthan Tarakçıoğlu’nun Opel’den transfer edilmesiyle yoluna girmişti. 2004 yılında başlayan çıkış 2005 ve 2006 yıllarında üst seviyeye yükselmişti. Hyundai markası en çok araç satan ilk 5 marka arasına girmiş, ilk kez 5 yıllık garanti vererek otomotiv sektöründe dikkatleri üzerine çekmişti. Tarakçıoğlu’nun agresif satış yöntemleriyle de 2006 yılında en çok satan markalar arasında 3’üncülüğe kadar yükselmişti.
KORE DE HEYECANLANDI
Hyundai’nin Türkiye’deki bu performansı Koreyi de heyecanlandırmış olmalı ki, 2006 sonunda Kibar Holding’le yüzde 50 ortak oldukları Hyundai Assan’daki çoğunluk hisseyi almaya karar verdiler. Hızlı yükseliş, yönetiminin Korelilere geçmesiyle birlikte 2007 yılında biranda yerini düşüşe bırakmıştı. Modellerinin çoğunun yeni olması ve 2007’de piyasaya yeni modeller sunmasına rağmen Koreli markanın satışları 2007 yılında tam 7 bin 690 adet düşmüştü. Hyundai, 2006 yılındaki 3’üncülükten 2007 yılında 7’inciliğe kadar gerilemişti. Bu düşüşte, kuşkusuz Koreli CEO’nun ipleri Kurthan Tarakçıoğlu’nun elinden almasının da etkisi vardı. Agresif yönetim yapısıyla tanınan ve bayilere büyük önem veren Tarakçıoğlu 2007 yılında adeta geri planda kalmıştı. Tabi bu benim yorumum. Ama 2008 yılındaki gelişmeler bu yorumumu doğrular nitelikte.
2008 yılına girildiğinde Hyundai gibi tüm otomotiv firmaları için herşey iyi başlamıştı. Satışlar iyi gidiyor, Hyundai yeniden yükselişe geçeceğinin sinyallerini veriyordu. Ağustos ayında Hyundai Assan’daki CEO değişikliği ise adeta marka için yeniden çıkışın bir başlangıcı oldu. Yeni gelen Koreli CEO, Kurthan Tarakçıoğlu’nun önünü açmış ve daha fazla destek vermeye başlamıştı. Tam bu değişim sırasında dünyayı etkisi altına alan global kriz patlak verince, Tarakçıoğlu Korenin desteğiyle yeniden sahneye çıktı. Son 3 ayda pazarda yaşanan büyük kayıplara rağmen Hyundai, 2007’e göre satışlarını ciddi şekilde artırarak otomobil satışlarında ikincilik koltuğuna oturdu. Pazar payı yüzde 7’lerden yüzde 9.4’e kadar çıktı.
SÖYLENTİLER ARTTI
Tabi her başarıdan sonra ortada bir takım söylentilerde dolaşır. ’Hyundai zararına satış yapıyor’, ’Krize çok fazla stokla yakalandığı için fiyatları çok aşağı çekiyor’ şeklinde yorumlar ortada dolaşıyordu. Hyundai Assan Genel Müdürü Kurthan Tarakçıoğlu’nun bu yorumlara cevabı ise çok net: "Biz ne zararına satış yapıyoruz ne de söylendiği gibi elimizde büyük stoklar var."
2008’deki artışın ardından Ocak ayında da otomobil satışlarında yüzde 15’lik bir pazar payına ulaştıklarını söyleyen Tarakçıoğlu şöyle konuşuyor: "Ocak’ta yaklaşık 2 bin 700 araç sattık. Bu demek değil ki hep böyle gidecek. İlk çeyrekte benzer pazar paylarına ulaşabiliriz ama yıl toplamında 2008 yılı oranlarını hedefliyoruz. Bugün toplamda tüm sektörün elinde 150 bin adetlik stok olduğu söyleniyor. Hyundai’nin elindeki stok ise 15 bindir. Yani pazar payına paralel bir stoktan bahsediyoruz. Unutulmaması gereken nokta biz aynı zamanda üreticiyiz de. Yani ihracat stoklarını bir tarafa bırakırsak benim elimde iç pazara yönelik 7 bin 500 adetlik bir stok var. Bu stok söylenildiği gibi çok değil. Dolayısıyla bu büyük stoklar olduğu için agresif davranıyorlar tezini çürütüyor."
Araç fiyatlarının ise sektör ortalamasının altında olmadığını kaydeden Tarakçıoğlu, "Accent Era’nın fiyatını 19 bin TL’ye çekmişiz gibi gözüküyor. Ama bu tamamen boş bir araç. Bu fiyattan 3 tane bile araç satmadık. En çok sattığımız ve talep gören Accent Era’nın fiyatı 21 bin 500’den başlıyor. ABS’lisi ise 22 bin 500 TL. Yani agresif fiyatlama demek fiyatı rakiplerimizin altına çekmek demek değil. Fiyatlarımız piyasa ortalamasında. Biz gerçekten fiyatları söylenildiği gibi indirirsek piyasada başka araç satılmaz" yorumunu yapıyor. Haklarında yorum yapanların büyük markaların filo satışlarına bakmasını öneren Tarakçıoğlu, "Bugün Accent Era satışlarının sadece yüzde 30’u filo. Geri kalanı perakande satışlar. Rakiplerimizde ise oranlar tam tersine. Yani bir aracın fiyatını 100 TL baz alırsak, biz 70 aracı 100 TL’den 30 aracı da 95 TL’den satıyoruz. Rakiplerimiz ise 100 aracın 30’unu 100 TL’den 70’ini ise 80 TL’den satıyor. Kimin zararına satış yaptığı, kimin fiyatları aşağıya çektiği ortada değil mi" diye konuşuyor.
KORE MADDİ DESTEK OLDU
Koreli Hyundai’nin küresel stratejisine bağlı olarak bu dönemde Türkiye’ye büyük destek verdiğini de ifade eden Tarakçıoğlu, bu konuda şu açıklamayı yapıyor: "Biz kriz döneminde Kore’den hem maddi hem de manevi büyük destek gördük. Bu destekler sonucu hiç bir elemanımızı çıkarmadık. Bayilerimize destek olup, satış ekibini kaybetmedik. Onları maddi olarak destekledik. Biz açıkçası krize likit yakalanan tek markayız. Kore kendinin doğrudan yer aldığı diğer Avrupa ülkelerine de benzer desteği verdi. Krizde her ülke kaybedecek diye bir şey sözkonusu değil. Bu krizde Kore daha da güçlendi ve bu gücünü yer aldığı ülkelere de yansıttı. Bu nedenle bizimde krizde gücümüz diğer markalara göre arttı. Ayrıca bizim en büyük avantajımız bayi teşkilatına verdiğimiz önemden kaynaklanıyor. Türkiye’de çok güçlü bir altyapı kurduk. Bu yapıyı Kore’nin desteğiyle korumayı başardık."
Tarakçıoğlu’nun açıklamaları çok net. Öncelikli olarak Tarakçıoğlu’nun en büyük avantajı böylesine zor bir dönemde hem Kore’den hem de yeni CEO’dan maddi ve manevi destek alıyor olması. Bu destekle birlikte bayilerini güçlendiriyor, işçi çıkarttırmıyor. Bayiler güçlenince de ortaya satış başarısı çıkıyor. Açıkçası, Hyundai’nin önümüzdeki günlerdeki performansını çok merak ediyorum.
300 bin adetlik pazar karanlık dönem demektirTarakçıoğlu’yla konuşurken, 2009 yılı pazar tahminini soruyorum. Tarakçıoğlu, 375 bin adetlik bir pazar hedefleri olduğunu belirterek, "Bazıları pazarı 300-325 bin adet olarak öngörüyor. Eğer pazar 300 bin adet seviyelerine inerse bilin ki çok karanlık bir döneme girilmiştir. 300 bin adet demek pazarın bir anda 100 bin adede gerileyebileceğini anlamını da taşıyor. Biz bu kadar karamsar değiliz. Satışlarının ikinci yarıdan sonra açılacağını düşünüyoruz" yorumunu yaptı.
İnternet sorumluluk alanım değilGeçtiğimiz günlerde Mazda Türkiye’nin Genel Müdürü Bora Koçak’la konuşurken, konu internet sitelerine geldi. Japon marka, Türkiye’de internet sıkıntısı çekiyor. www.mazda.com.tr internet sitesi eski distribütörleri Mermerler Grubu’na ait olduğu için Mazda, Türkiye’de www.mazda-tr.com isimli siteden faaliyetlerini sürdürüyor Bugün otomobil müşterilerinin internet kullanımın oranının yüksek olduğunu düşünürsek, fiyatlara bakmak için ilk etapta internet sitesine giriyorlar. Mazda diye internette aradığınızda karşınıza Mermerler Grubu’nun internet sitesi çıkıyor. Yani fiyatların yüksek olduğu, yeni modellerin yer almadığı eski site. Tabi burdaki fiyatları görenler hemen başka markaya yöneliyor. Halbuki, gerçek Mazda sitesinden hem fiyatlar güncel hem de yeni modeller ve versiyonları var. Bora Koçak, bu noktada yapacakları birşey olmadığını belirterek, "Tek yaptığımız google’a para verip, bizim sitenin arama motorunda daha önce çıkmasını sağlamak " diyor.
Gerçekten günümüzde internet özellikle otomotiv sektörü için çok önemli bir mecra oldu. Firmaların internet siteleri adeta birer sanal shoowroom gibi. Modelleri inceleyip, fiyatları öğreniyor ona göre araç tercihi yapabiliyorsunuz. Ama diğer taraftan internet haberleri önemli bir bilgi çöplüğü de yaratıyor. Özellikle haber sitelerinde yer alan otomotiv haberleri kafaları karıştırıp, sizi yanlış yönlendirebiliyor. Ben Hürriyet Gazetesi’nin otomotiv editörü olmama rağmen hürriyet.com.tr internet sitesinde yer alan haberlere bir müdahelem sözkonusu değil. Daha doğrusu, bu siteyi hazırlayanlar sektörü o kadar iyi biliyorlar ki, bana danışma gereği duymuyorlar. Sonuçta hoşlarına giden her haberi pat diye yayınlayıveriyorlar. Doğru mu, yanlış mı, bu haber nasıl bir etki yaratır gibi düşünceleri veya kaygıları yok. Ama Hürriyet olduğu için otomotiv firmaları internetteki bu haberleri de benim sorumluluğumda zannediyor. Hayır arkadaşlar ne yazık ki benim sorumluluğumda değil. Yoksa ben, ’19 Ocak’ta otomotive destek geliyor’ ardından ’Otomotive ikinci destek geliyor’ gibi haberler yazar mıyım? Daha ortada birinci destek yokken, ikinci destek geliyor diye haber yapan arkadaşları da suçlamıyorum, internet böyle bir şey. Dikkatinizi çekip, sizi içeri çekmek durumunda.
Eminim ilerde bu tip aksaklıklar aramızdaki sinerjiyle çözülecektir.
Otomotivin durumu TEM’deki akaryakıt istasyonlarına benziyorOtomotiv sektörünün kriz nedeniyle çok zor günler geçirdiği malumunuz. Biz ne kadar bastırsakta hükümetten henüz bir destek görebilmiş değiller. Sektörü temsil eden dernekler, 3 aydır büyük bir sükunet içinde gelecek desteği bekliyor. Açıklama yaparak hükümetle ters düşmek istemedikleri için susmayı tercih ediyorlar. Derneklere göre hükümet şu an için otomotive destek konusunda yoğun bir çalışma içinde. Komisyonlar bu konu üzerine önemli bir yol katetmiş ve kısa süre içinde bir açıklama yapılacakmış. ’Mış’ diyorum çünkü ortada henüz bir destek yok. Kimse ne zaman olacağını da söyleyemiyor. Çünkü bilmiyor.
Geçtiğimiz hafta, hükümetin destek için çok geç kaldığını ama bu konuda otomotiv sektörünün de suçu olduğunu yazmıştım. Hükümetten sektörün çok fazla talebi olduğunu söylemiş, ortak bir noktanın bulunamadığından bahsetmiştim. Bu yazım bazı yetkililerin hoşuna gitmemiş. Bana, ortak noktanın olduğunu ama bu konuda açıklama yapamayacaklarını söylediler. Son olarak da, "Lütfen hükümetin destek için çalıştığı bugünlerde sanki otomotivle sektör arasında bir düşmanlık varmış gibi gösterme" diye de uyarıda bulundular.
Bu sektöre son 3 aydır kendilerinden fazla destek veriyorken, beni sanki otomotivle hükümetin arasını açan biri gibi görmelerine üzüldüm. Halbuki, ben sektöre destek verilmesi gerektiğini net olarak göstermek için karşıma hükümeti hatta Maliye Bakanını bile aldım. Aslında sektör temsilcilerinin unuttukları en önemli nokta, bizim de sektörün bir üyesi olduğumuz. Yani sektöre yapılacak destek aynı zamanda bize de yapılacak bir destektir. Nasıl binlerce insan kriz nedeniyle işten çıkartılıyorsa, düşen reklam ve ilan gelirleri sonrasında bizler de işsiz kalma tehlikesiyle karşı karşıyayız. Gelişmeleri sadece haber olarak gördüğümüz algısından kurtulup, bize çok daha açık olmaları gerekiyor. Bizi böyle kritik günlerde daha etkili kullanmaları gerekirken, eleştirmeleri anlaşılır gibi değil. Ben kendi adıma, böylesine kritik günlerde üzerime düşeni fazlasıyla yaptım ve yapmaya devam edeceğim. Eğer ortada bir sorun varsa yine üstüne basarak söylüyorum, otomotiv sektörünün tek bir ağız olmamasından kaynaklanıyor.
Bu noktada Oyak Otomotiv ve Çimento Grubu Başkanı Celal Çağlar’ın verdiği bir örnek çok önemli. Otomotiv sektörünü TEM otoyoluna benzeten Çağlar, "Biliyorsunuz TEM otoyolu açıldıktan sonra uzun bir süre üstünde akaryakıt istasyonu olmadı. Sebebi açık. İstasyon açmak için o kadar çok talep geldi ki, hükümette ne yapacağına karar veremediği için uzun bir süre bekledi. Çünkü birine verse, hemen ’Acaba hükümet ne çıkar sağladı’ yorumlarıda beraberinde gelecekti. Sonunda kararını verdi ve TEM’deki akaryakıt istasyonlarının işletmesini Mehmetçik Vakfı’na verdi. Sorun çözüldü."
Şimdi otomotiv sektörünün de aynı durumda olduğunu söyleyen Çağlar, "Herkes sektöre destek için farklı taleplerde bulununca hükümet ne yapacağını bilemiyor. Bu noktada hükümet TEM’deki akaryakıt istasyonları gibi otomotiv sektörü için kendi stratejisini belirlemeli" yorumunu yaptı. Gördüğünüz gibi otomotiv sektörünün tek bir noktada birleşemediği görüşü sadece bana ait değil. Türkiye’nin en büyük otomotiv şirketlerinden birini yöneten Celal Çağlar da aynı düşüncede. Mesaj umarım alınmıştır.
Otobil’de son oylama bugün
Bu yıl 5’incisini düzenlediğimiz ’Türkiye’nin en beğenilen otomobilleri yarışması’ Otobil’de 3 aylık oylama bu akşam itibarıyla sona eriyor. 16 segmentte yılın otomobil olacak modeller 5 Mart’ta düzenlenecek törende ödüllerini alacak, 11 Mart’ta ise Otoyaşam’da açıklanacak. Bildiğiniz gibi Otobil, son yıllarda Türkiye’de önemli bir boşluğu doldurarak, otomotiv firmaları için yoğun rekabatte önemli bir güç oldu. Dünyanın halk oylarıyla gerçekleşen tek otomobil yarışması olan Otobil’de birinci olmak, firmalar için artık çok önemli. Bunu reklam ve pazarlama çalışmalarında kullanarak, rekabette bir adım öne çıkabiliyorlar. Sonuçta, Avrupa’da ve dünyada yılın otomobilleri seçiliyor ama bunların hiç biri Türk halkının beğenisini yansıtmıyor. Otobil, gerçek anlamda Türk halkının beğendiği otomobillerden oluşuyor. Beğendiği diyorum çünkü herkes sahip olmak istediği modelleri oyluyor. Bu yüzden Otobil sonuçları, firmalar için çok ama çok önemli. Volvo’nun final oylaması sırasında müşterilerine yolladığı mesaj da bunu çok net ortaya koyuyor: "Sınıfının en gevenli adayı Volvo S40 ödül almak için desteğinizi bekliyor."