Emre Özpeynirci

Kriz tellallığı yapmak 4 milyon kişinin ekmeğiyle oynamaktır

22 Ekim 2008
Geçtiğimiz hafta önemli bir gazetemizin önemli bir ekonomi yazarı, küresel krizin Türkiye’ye yansımalarıyla ilgili tam sayfa bir değerlendirme yapmış. Doğal olarak ekonomi servisinin müdürü de yazarın Türkiye’nin en büyük iki sektörü hakkında söylediklerini manşete taşımış. Manşet aynen şöyle; "Arabayı ikinci el, evi oturacaksanız alın." Daha sonra alt tarafta otomobille ilgili geniş bir kutu yapılmış ve oraya da "Elinizdeki nakdi arabaya yatırmayın" başlığı atılmış.

İnanılır gibi değil. Türkiye’nin en önemli gazetelerinden biri okuyucularına açık açık, "Otomobil almayın’ diye çağrı yapıyor. Aslına bakarsanız yazarın değerlendirmesi içindeki bazı saptamaları doğru. Yazının sonunda bu dönemde ihtiyacı olanın lükse kaçmadan, makul fiyatlı araçlardan satın alabileceğini söylüyor. Ama belli ki başlık sırf dikkat çeksin diye atılmış. Bugün tirajı 200-300 bin civarında olan bu gazeteyi, en az 700-800 bin kişi okuyor. Bu kişilerin atıyorum yüzde 1’inin bile otomobil almayı düşündüğünü varsaysak bu 7 bin kişi eder. Ya bu başlıklar yüzünden otomobil almaktan vazgeçerlerse sorumlusu kim olacak.

GAZETELERİN EN ÖNEMLİ GELİRİ

Hayır ekonomi müdürünün atladığı şey, bugün gazetelerin en önemli ilan geliri otomotiv sektöründen geliyor. Bu çığırtkanlık sonucu otomobil satışları düşerse, doğal olarak gazetenin gelirleri de önemli ölçüde düşecek ve bunun sonucunda işten çıkartmalar ve bir sürü sıkıntı başlayacak. Bu yüzden böyle kritik günlerde kriz tellallığı yapıp, ’Otomobil almayın’ şeklinde başlıklar atmak çok doğru değil. Biz ekonominin lokomotifi olan otomotiv sektörünün krizden en az yarayı alması için mücadele edip, bu doğrultuda yazılar yazmalıyız. Aksi takdirde, ne bizim ne de otomotiv sektöründe çalışan milyonlarca insanın bir işi olur.

Tabi bu günleri aşmak için otomotiv sektörünün de güç birliği yapması gerekiyor. Geçtiğimiz günlerde bir televizyon kanalında otomotiv sektörünün 5 temsilcisinin yaptığı değerlendirmeye takıldım. Program sunucusunun krize ilişkin sorduğu sorulara bazıları ’Çok kötü olacak. Kriz bizi vuracak’ gibi değerlendirmeler yaparken diğerleri ise ’Morallerimizi yüksek tutup krizi fırsata çevirmeliyiz" yaklaşımını sergiliyordu. Şimdi öncelikli olarak sektör içindeki bu ayrımı bitirmek lazım. Evet ortada tarihi bir küresel kriz var ve bu kriz bizi de etkileyecek. Ama kriz tellallığı yapıp, insanların morallerini bozmak yerine, ’bu işten nasıl yara almadan kurtuluruz’un yollarını bulmamız lazım.

İÇ PAZARIMIZ İYİ OLMALI

Bildiğiniz gibi bugün kriz Avrupa’yı etkisi altına aldı. İspanya, İtalya, İngiltere gibi büyük Avrupa ülkelerinde satışlar yüzde 40’lara varan oranlarda düştü. Bu düşüşlere bağlı olarak bir çok uluslararası marka fabrikalarında üretimleri azalttı, işçi çıkartmalarına başladı. Bu ülkelerde satışlar düştüğü için Türkiye’nin otomotiv üretimi de bundan doğal olarak etkilenecek. Türkiye’de bazı üreticiler buna çözüm olarak yeni alternatif pazarlar bulsa da, dünyadaki talep düşüşünden etkilenmememiz mümkün değil. İşte bu noktada iç pazarımızın çok iyi olması gerekiyor. Çünkü kendi pazarımız güçlü olursa, ihracat düşse bile bunu amorti edebiliriz. Bu sayede fabrikalarda üretimler azalıp, işçi çıkartmalar yaşanmaz tam tersine yeni yatırımlar bile gelir. Ama hem iç pazar düşüp, hem de üretim ve ihracatın azalması durumunda, sektörü çok ama çok zor günler bekler.

Unutmayalım, bugün 25 milyar dolar ihracat gelirine, 1.5 milyon adetlik üretime koşan otomotiv sektöründen doğrudan ve dolaylı olarak 4 milyon kişi ekmek yiyor. Bizim yapacağımız kriz çığırtkanlığı bu kişileri ekmeğinden etmemiz, ekonominin çarklarını durdurmamız anlamına geliyor. Hepimize bugünlerde büyük işler düşüyor.

Yüce: İşadamları daha az gezsin işçi çıkartmasın

İçinde bulunduğumuz bu kritik günlere ilişkin, Skoda’nın Türkiye temsilcisi Yüce Auto’nun sahibi Orhan Yüce’nin yaptığı saptamalar oldukça dikkat çekici. Yaşıtları emekliliğin tadını çıkarmasına rağmen, 79 yaşındaki Orhan Yüce hala otomotiv sektörünün gelişimi için mücadele veriyor. 1985 yılında Otomotiv Distribütörleri Derneği’ni kurarak 5 yıl başkanlığını yapan, bugün ise derneğin Onursal Başkanı olan Yüce, yaşadığımız bu kritik günlere 2001 krizini örnek gösteriyor. Yüce, 2001 yılında yaşanan krizde çoğunluğu bankacı yaklaşık 60 bin kişinin işsiz kaldığını söyleyerek, "Bu insanların gözyaşlarını gördük, ne kadar zor bir şey olduğunu hep birlikte yaşadık. İnsanların ve çalışanların bir anda işsiz kalması bir ülke için en acı verici olaydır" yorumunu yapıyor.

TASARRUF YAPILMALI

Yüce’nin bunun önüne geçebilmek için çözümü ise şöyle: "Sanayicilerimizden, bizi yöneten insanlara kadar herkesin el birliği yapması, gereken kolaylıkların sağlanması gerekir. İşadamlarımız fedakarlık yapsınlar, tasarruf yapsınlar, gezileri azaltsınlar, hatta gereksiz lambaları kapatıp elektrikten bile tasarruf etsinler ama kimseyi işten çıkartmasınlar. İnsanlar zam değil iş istiyorlar. Bu dönemde ihracatımız, ithalatımız düşecek, sanayimiz yavaşlayacak, bu nedenle herkes omuz omuza vermelidir."

Otomotiv sektörünün bu krizden nasibini alacağını da söyleyen Yüce, "Çünkü yangın artık bize de sıçramıştır. Krizin etkileri 2009 yılında daha çok hissedilecektir. 2009 yılında yüzde 25’lik bir daralma bekliyorum. Çünkü otomotiv sektöründe kapasite rakamları çok büyüktür ve acımasız bir rekabet yaşanmaktadır. Gelecek sene bu rekabet daha da acımasızlaşacaktır. Hepimiz aynı gemideyiz, o yüzden el ele verip yüzdürmeye devam etmeliyiz" açıklamasını yapıyor.

HERKESİ OTO SAHİBİ YAPMAK İSTİYORUM

Temsilcisi olduğu Skoda’nın durumuyla ilgili ise Yüce şunları söyledi: "Skoda’yı 18 yıl önce Türkiye pazarına getirdim. Benim bütün arzum Türk halkını otomobil sahibi yapmaktı. Skoda’nın daha ekonomik fiyatlarda olması ve halka hitap etmesi bu markayı tercih etmemde etkin olmuştur. Bugün Skoda 2’inci el değeri yüksek bir araç. İnsanlar otomobillerini satarken, ödediği paraya yakın bir miktarda satmak isterler. Skoda’nın en büyük başarısı da bu. Çünkü bir markanın 2’nci el değerinin yükselmesi için 15-20 yıllık bir çalışma gerektirmektedir. Şimdi fuarda Türkiye tanıtımını yaptığımız Superb modeli 1936 yılında prestij aracı olarak üretilmişti. Yeni Superb otomotiv sektörüne birçok yenilik getirdi. Çift kademeli bagaj açma sistemi, çok geniş iç hacmi ile insanları rahat ettiren bir araç olarak dikkat çekiyor."
Yazının Devamını Oku

İki fuar arası yorgun düşmüş bir editörün günlüğünden

15 Ekim 2008
Fuar temposuyla geçen iki haftanın ardından ne yazayım diye düşünürken, aklıma olmayan günlüğüm geldi. Bende olmayan günlüğümden size son iki haftayı aktarayım istedim. İstedim ki zavallı ve yorgun bir otomotiv editörünün iki fuar arası neler yaşadığını sizde görün. "Ekim ayı başından itibaren inanılmaz bir fuar temposu içindeyim. Artık içim dışım, yeni model, konsept, kriz, dünya ve Avrupa prömiyerleriyle doldu ve taşıyor. Okuyuculara yeni modeller hakkında daha fazla bilgi vermek, dünyadaki yeni gelişmeleri aktarmak için neler çekiyorum neler.

Bu yıl malum Paris fuarıyla, İstanbul Autoshow çakıştı. Biri 2-19 Ekim, diğeri 9-19 Ekim arasında düzenleniyor. Bu otomobil meraklıları için yüzlerce yeni model, konsept, benim için ise hergün yazılacak haberler, geçilecek fotoğraflar, çöken internet bağlantları ve biten laptop şarjları anlamına geliyor.

Ve maceramız 1 Ekim'de başladı. 2 Ekim'de açılacak Paris fuarı için 1 Ekim sabahı havalanındaydım. Bayram seyran demeden yollara koyulduk. Paris'e öğlen vardığımızda otele sadece çantalarımızı attık. Vücudumuz o sırada fuar alanına doğru çoktan yola koyulmuştu. Maksat tabi ki fuar inşaasını seyretmek değil, bir an önce akreditasyon yapıp basın kartlarımızı almaktı. Aksi takdirde ertesi sabah uzunca bir kuyruğa girip bazı toplantıları kaçırabilirdik. Görüyorsunuz nasıl bir iş azmi. Bu işlemler bittiğinde hava neredeyse kararmak üzereydi. Hemen otele gidip, bir duş, bir traş ve ardından akşam mesaisi için kendimizi dışarı attık. İstikamet, fuar öncesi firmaların düzenlediği özel toplantılara uğramaktı. 'Belki bir haber çıkar' düşüncesindeydim. Bu toplantılardan son yıllarda çok ekmek yemiştim ama bu kez hiç gücüm yoktu.

Ertesi gün sabah 7'de fuara hareket edeceğimiz için araya yemeği de sıkıştırıp kendimizi otele attık. 2 ve 3 Ekim'de fuardaydık. Lansmanları takip et, basın toplantılarını izle ve ardından otur haber yaz, geç derken nefes alacak, yemek yiyecek zamanım yoktu. Bir de tabi hepimizin kafasında İstanbul'a dönünce hazırlamak zorunda olduğumuz Autoshow ekleri vardı.

3 Ekim gecesi İstanbul'a döndüğümde bir fuarı sonlandırmanın keyfiyle "Biri bitti sıradaki gelsin' diyerek moralimi yüksek tutmaya çalışıyordum. Ama ne mümkün. Matbaa ve işletme hazırlayacağım ve çarşamba günü yayınlanacak Autoshow ekini pazartesi sabahı basmamı istiyordu. İki gün zamanım ve dolması gereken 26 sayfam vardı. Cumartesi günü küçük test danışmanımın (kızım) doğum günü olduğu için bu süre otomatik olarak 24 saate inmişti. Pazar günü kabus günümdü. Allahtan 5 yıldır her hafta ek çıkardığım için soğukkanlıydım. Ama gece yarısı olmuş hala yazılar bitmemişti. (Ah o düzeltmesi saatleri bulan basın bültenleri yok mu) Gazetemizin Görsel Yönetmeni, aynı zamanda da benim biricik eşim olan Nilgün Özpeynirci (ona yalakalık yapmamayım da kime yapayım) imdadıma bir supergirl edasıyla yetişmişti. Ben yazıları bitirirken o çoktan sayfaları yarılamıştı. Herşey bitip sayfaları baskıya verdiğimizde insanlar işe gelmeye başlamıştı. 24 saatte koca eki devirmiştik. Kim tutar dı bizi. İşte 'birlikten güç doğar' cümlesinin cuk oturduğu bir an yaşıyorduk. Tabi o gün artık bizim için bitmişti. 3-4 saatlik uykudan sonra beynimi ben kendi adıma nadasa bırakmıştım. Çünkü iki gün sonra Autoshow başlayacaktı. Tabi fuar öncesi altta Daihatsu gibi araya sıkışan toplantıları da atlamayayım. Yoksa ayıp olur değil mi.

O uzun zaman su gibi akıp gitmiş Autoshow günü gelip çatmıştı. İbrahim Aybar'ın Otomotiv Distribütörleri Derneği (ODD) Başkanı olması bu yıl kendi adıma Autoshow fuarının iyi başlamasını sağladı. Çünkü ilk kez uluslararası fuarlar gibi Autoshow öncesi basın kartlarımız yollanmış, özel otopark alanlarımız belirlenmiş ve fuar alanı için kablosuz internet şifrelerimiz verilmişti. Bunda tabiki ODD kadar fuarın düzenlendiği CNR Expo'nun yetkililerinin de emeği büyük. Yani ortam haber almaya ve yazmaya çok müsaitti. Ama ya beynim. Beynim artık 'fuar' kelimesini duymak istemiyordu. Tüm modelleri görmüş tüm yöneticilerle görüşmüştüm. Ne yapacağımı bilmiyordum. Biranda yine o şimşekler çaktı ve devreye dünyayı saran finansal krizler girdi. 'Krize rağmen fuar...., Krize rağmen rekor ziyaretçi... Krize rağmen satış...' benzeri başlıklarla fuardan sürekli haber merkezine yazı göndermeye başladım. Keyfim yerine gelmeye başlamıştı. Kim tutar beni... İlk gün, ikinci, gün, üçüncü gün hatta dördüncü gün fuardan haberler akıyordu. Robot gibi olmuştum. Akşam geç saatte eve gittiğimde bile kendimi haber yazarken buluyordum. "12'ncisi düzenlenen....horrrrrr' Bir dur diyen de yoktu. Artık bu pazartesi kendi kendime yeter dedim. Uzunca bir süre ne bir fuara gitmek ne de fuarla ilgili yazı yazmak istiyorum. Tabiki bu isteğimin çok fazla sürmeyeceğini biliyorum (sürmesinde) ama olsun isteyenin bir istemeyenin iki yüzü kara."

İşte efendim bir otomotiv editörünün günlüğünden bu haftalık bu kadar. Gönül isterdi ki günlüğümden yararlanmadan daha dinç bir kafayla sektöre ilişkin daha iyi şeyler yazayım. Ama elden ne yazık ki bir şey gelmiyor. Hoşçakalın.

Otomotiv Bakanı ile ne izliyoruz

Sanayi ve Ticaret Bakanı Zafer Çağlayan'la ilk tanışmam daha doğrusu konuşmam, geçtiğimiz yıl bir bayram sabahı telefonda olmuştu. Elim ayağıma karışmıştı çünkü Bostancı sahilinde otomobil kullanıyordum ve aracın içinde ananem, annem, kızım ve eşim vardı. Aracı sahildeki balıkçıların önüne çekip, herkese 'Bakan arıyor sessiz' talimatı vermiştim. 80'ine merdiven dayayan ananem ve kızım çok da anlamış görünmüyordu ama Çağlayan, "Emre nasılsın' diye konuya girince onları bile susturmuştum. Yaklaşık 15-20 dakika balıkçı manzarasına karşı Çağlayan'la telefonla görüştüm. O günden sonra Çağlayan ve basın danışmanı Mehmet Sarı ile sık sık konuşmaya ve fikir alışverişi yapmaya başladık. Geçtiğimiz ay da Ankara'ya giderek Zafer Çağlayan'la makamında uzun uzun görüştük. Sonuçta Çağlayan kendisini 'Otomotiv Bakanı' olarak da gördüğü için otomotiv editörlerine de doğal olarak önem veriyor. Fikirlerimize ve düşüncelerimize saygı gösteriyor. Bu önem Autoshow fuarında da net olarak ortaya çıktı. Fuar öncesinde danışmanı arayarak sektördeki son gelişmeler hakkında bizden bilgi aldı. Fuarı açıp standları gezmeye başlayacakken beni görüp uzaktan "Emre nerdesin sen' diye seslenince önce bir çevreme baktım. Çünkü yanında Mustafa Koç, İTO Başkanı Murat Yalçıntaş, ODD Başkanı İbrahim Aybar, OSD Başkanı Turgay Durak ve CNR'in sahibi Ceyda Erem vardı. Herkesin yüzü bana döndü. Sadece 'Bakanım burdayım, nasılsınız' dediğimi hatırlıyorum. Beni yanındakilere ’Otomotivin duayeni’ diye tanıttığında İbrahim Aybar'la göz göze geldim. Kızarmıştım. Öyle bir iddiam yok sadece işimi iyi yapmaya çalışıyorum. Ama hoşuma da gitmişti. Sadece benim değil tüm otomotiv editörlerinin yaptığı işe devletin en üst kademesinin gösterdiği bu önem gerçekten beni onurlandırmıştı. Bu arada yukarıdaki fotoğrafta Çağlayan ve Ceyda Erem’le birlikte Honda’nın standında insansı robot Asimo’yu izliyoruz.

Dünya lansmanı halkı ne kadar ilgilendirir

Fuarla ilgili son bir şey yazmak istiyorum. Ama gerçekten bu kez son. Efendim bu yıl Autoshow ikinci kez uluslararası oldu ya, birçoğu 'Paris'le çakışmasaydı şu kadar dünya lansmanı olurdu' filan gibi laflar edip duruyor. Ya açıkçası fuarda dünya lansmanı olması halkı ne kadar ilgilendiriyor ki. Zaten Türk halkı bu yılki fuarda 74 yeni modeli ilk kez yakından görüyor. Hem de bunların 10 tanesi Paris'le eşzamanlı sergileniyor. Dünya lansmanı olması demek daha fazla yabancı basın ve daha fazla üst düzey yönetici gelmesi demek. Yani Türkiye ve Türk otomotiv sektörüyle ilgili dünyada daha fazla tanıtım demek. Ama para verip fuarı ziyaret edenler için değişen birşey olmaz. Düşünsenize, fuara gelen bir ziyaretçi tatilde Alman bir turiste, "Var ya ben şu modeli senden önce ilk kez İstanbul'da gördüm" der mi. Bence Autoshow, uluslararası takvime girmesinin getirisini bu yıl çok net olarak aldı. Böyle bir kimliği olmasıydı, kimse Paris'te ilk kez sergilediği modelleri eş zamanlı İstanbul'a göndermezdi. Umarım, Türk otomotiv sektörünün gelişimine paralel 2010 yılında düzenlenecek 13'üncü Autoshow fuarında daha çok yol katedilir. 28 Ekim-7 Kasım tarihleri arasında düzenlenecek fuar Paris'le de çakışmayacağı için kimsenin bahanesi olamaz.
Yazının Devamını Oku

Otomotivin tüm umudu bu fuarda

8 Ekim 2008
Amerika’da yaşanan finansal krizlere, Avrupa’da otomobil satışlarındaki düşüşe rağmen, Türkiye’de bu yıl toplam otomotiv pazarının geçen yılın aynı dönemi ile karşılaştırıldığında yüzde 6 oranında büyüdüğünü görüyoruz. Hele hele bu yılın ilk üç ayını yüzde 30’luk bir büyümeyle kapatınca, tüm sektör yetkilileri yıl sonu için umutlanmış, rekor senaryoları kurmaya başlamıştı. Ancak Nisan ayında bir taraftan siyasi belirsizlik bir taraftan da global ekonomideki dalgalanma nedeniyle Türk otomotiv pazarı da daralmaya başladı. Bu daralma Haziran ayıyla birlikte toplam pazara küçülme olarak yansımaya başladı. Pazarın, yaz aylarına girildiğinde daha fazla kan kaybetmeye başlamasıyla hemen hemen tüm otomotiv firmaları yıl sonu hedeflerini revize etmeye başladı. Yaz aylarının ardından Ramazan ayınında Eylül’e gelmesi satışlardaki düşüşü artırdı. Buna rağmen Türkiye, Avrupa’daki büyük çaplı düşüşlere oranla ilk çeyrekteki büyümenin etkisiyle açıkçası büyük bir kriz yaşamadı. Şimdi gözler son 3 ayda. Özellikle yarın kapılarını açacak Autoshow fuarının etkisiyle otomotiv sektöründe satışların son çeyrekte yeniden artışa geçmesi bekleniyor. Umarım dünyada yaşanan krizi lehimize çevirip, yılı hiç olmazsa geçtiğimiz yılla aynı seviyelerde kapatırız. Aksi takdirde 2009 yılı bizim için hem iç pazar satışlarında hem de yeni yatırımları çekmek için çok daha zor bir yıl olacak.

Paris’le çakışmasa 150 yeni model olurdu

Bu yıl dünya otomotiv devlerinin satışları canlandırmak için en büyük umudu olan Paris otomobil fuarında tam 90 yeni modelin dünya lansmanı yapıldı. Geçtiğimiz hafta kapılarını açan Paris fuarıyla çakışmasına rağmen İstanbul Autoshow’da ise 70’in üzerinde yeni model sergileniyor. Bu modellerden 10’u Paris’le eşzamanlı, yani bir bakıma dünya lansmanı gibi İstanbul’da yer alacak. İki fuar bu kadar yakın zamanlı olmasaydı, o zaman İstanbul’da sergilenecek model sayısı herhalde 150’yi bulurdu. Gerçekten, tüm olumsuzluklara rağmen sergilenecek yeni modeller bu yıl otomotiv firmalarının satışlarını canlandırmak için Autoshow’dan çok şeyler beklediğini net olarak ortaya koyuyor.
Yazının Devamını Oku

Yatırım haberleri marka satışlarını ne kadar etkiliyor

24 Eylül 2008
Geçtiğimiz hafta Peugeot Türkiye Genel Müdürü Jean Pierre Vieux’la akşam yemeğinde biraraya geldik. Türkiye’de başarılı olacağının sinyallerini çok net olarak veren Vieux, Peugeot’nun Türkiye’de pazar payını geri almaya başladığını belirterek, "Ben Türkiye’ye geleli 1 yıl oldu. Geçen yıl yaklaşık yüzde 3 pazar payımız vardı. Ağustos ayında ise payımız yüzde 5.7’ye çıktı" açıklamasını yaptı. Vieux’un bunları söylediği an kafamda şimşekler çakmaya başladı. Çünkü Peugeot’nun Türkiye’de yatırım yapacağına ilişkin haberler de aynı zamanda basında yer almaya başlamıştı. Hemen Vieux’a şu soruyu sordum: "Reklamın iyisi kötüsü olmaz diye bir tabir vardır. Bundan 3-4 yıl önce Hyundai’de Türkiye’de dev yatırım yapacağını açıklamış ve 1 yıldan fazla basında bu yatırımla ilgili çok geniş yer bulmuştu. Sonuç olarak 2005 yılında Hyundai’nin satışlarına baktığımız zaman ciddi bir artış görüyoruz. İlk 3 marka arasına yükseldiler. Şimdi benzer durum sizin içinde geçerli gibi gözüküyor. Peugeot’nun kısa sürede pazar payını 5.7’ye çıkarmasında yatırım ile ilgili gündemin etkisi ne kadar?"

Vieux’un bu soruya cevabı uzun oldu ama özetle şunları söyledi: "Bildiğiniz gibi bu haberler Peugeot tarafından yayınlanmıyor ve böyle bir misyonumuz yok. Bu tür haberlerin genel bir etkisi olmuş olabilir ancak Peugeot’nun bugün pazarda varmış olduğu noktada çok daha temel nedenler var. Birçok aksiyonda bulunduk. Pazarda daha agresif olduk. Yoğun bir şekilde dağıtım ağımızı geliştirmek ve kalitesi üzerinde çalıştık."

Şöyle Türkiye’de otomotiv sektörüne baktığımızda, son 5 yılda en az 10 otomotiv markasının Türkiye’de yatırım yapacağını yazdığımı hatırlıyorum. Bu konuda biz de sürekli yatırımı gündeme getiriyoruz diye eleştiriliyoruz. Ama biz gazeteciyiz ve uluslararası bir markanın yöneticisinin ağzından çıkan yatırım sözünü de dikkate almamak gibi bir şansımız yok. Şu bir gerçek ki, ’Yatırım haberleri’ basında geniş yer bulmaya başlayınca bir çok marka gazetelerde yer almak için bunu bir fırsat olarak değerlendirdi. Ama sonuç olarak Türkiye’de yatırımı olan markalar dışında son 5-6 yılda yatırıma gelen hiç ama hiç kimse olmadı. Böyle olunca da yatırım haberleri her geçen gün inandırıcılığını kaybetmeye başladı.

Yatırımla ilgili çıkan haberlere baktığımızda Türk halkının kafasında yerli üretimle ilgili bir imaj oluştuğunu net olarak görüyoruz. Çünkü Türk tüketiciler eğer bir otomobil ithalsa hala yedek parça bulmakta zorlanacağını düşünüyor. Ama eğer Türkiye’de üretilen bir aracı alırsa, ne serviste ne de yedek parçada sorun yaşamayacağını düşünüyor. Zaten yerli araçların satışları da bunu açıkça ortaya koyuyor. Bu noktada Türkiye’ye ilişkin yatırım haberlerinde sonra, yatırım yapacağını açıklayan markanın modellerine ilişkin bir sempati duyuluyor. Eğer bu marka yatırım haberlerinden sonra Türkiye’de doğru hamleleri de yapıyorsa, satışlarını artırıyor.

Ama şu gözden kaçıyor. Yatırım yapılsa da bir markanın tüm ürün gamını Türkiye’de üretmesi mümkün değil. Yani üretici markaların da ithal ürünleri bulunuyor. Herhangi bir modeli Türkiye’de üretiyorsa birçok parçasını ithal ediyor, tıpkı diğer markaların ürünlerini ithal ettikleri gibi. Peugeot Genel Müdürü Vieux, "Bu konuya açıklık getirmeliyiz" diyor ve ekliyor, "Şu an Türkiye’de Bipper ve Partner dışında bir üretim yapmıyoruz ancak Türkiye’de üretilen birçok parçayı dünyanın dört bir yanındaki üretim merkezlerinde kullanıyoruz. Hatta yedek parça stokladığımız merkezimize gelen parçaların birçoğu Türkiye’de üretiliyor. Dolayısıyla tıpkı Türkiye’de üretiyormuşuz gibi bir noktaya da gelinebiliyor."

Vieux’a bu konuda katılmamak mümkün değil. Yani illaki komple araç üreteceksiniz diye bir şey söz konusu değil. Başka fabrikalara yedek parça üretip ihraç etmekte bir o kadar önemli. Kıssadan hisse, artık hiç bir marka sadece basında geniş yer alıp satışlarını artırmak için olmayan bir yatırımı Türkiye’de yapacağından bahsetmemeli. Türkiye’nin artık laflara değil icraata ihtiyacı var.

Son 5 yılda Türkiye’de yatırım yapacağını açıklayan markalar

Türkiye’de şu anda yatırımı olan ve üretim yapan uluslararası markalar arasında Renault, Fiat, Toyota, Ford, Hyundai, Honda, Mercedes, MAN ve Isuzu yer alıyor. Bu markalar yıllardır Türkiye’de olan ve mevcut kapasitelerini artıran markalar. Yani bir tek yatırımı bu markalar yapıyor. Ama bu markalar dışında sürekli yatırım haberleriyle gündeme gelen ancak şu ana kadar hiç bir sonuç alınamayanlar da var. Şöyle bir düşündüğümde son 5 yılda en az 8 markanın Türkiye’ye yatırım yapacağını açıkladığını hatırlıyorum. Bunlar arasında Opel, Volkswagen, Peugeot, Chery, Subaru, Samand ve Mahindra gibi markalar var. Hyundai’nin de dev yatırım yapacağını açıklamasından yola çıkarsak bu listeye eklememiz gerekebilir. Bunlar benim ilk etapta aklıma gelenler. Eminim atladığımız markalar da vardır. Bu markalardan bazıları gerçekten Türkiye’de yatırım yapmayı düşünüyordu ama rakip ülkelerden daha cazip teklifler ve teşvikler aldıkları için yönlerini çevirdiler. Bazıları ise sadece gündemde yer alabilmek için ’Yatırımı’ kullandı. Ama bu markalar yüzünden gerçekten yatırım yapacakların bile inandırıcılığı kalmadı. Sonuçta Türk otomotiv sektörünün büyümesi için umarım önümüzdeki 5 yıllık dönemde bu markalardan hiç olmazsa 1-2’si Türkiye’ye gelir.

Trafik kazaları 7 ayda yüzde 16.4 düştü, aman şimdi BAYRAMA dikkat

RAMAZAN ayı bitiyor ve herkesi şimdiden 9 günlük bayram tatili heyecanı sardı. Bu yıl tatil süresi uzun olduğu için insanlar yakınlarını ziyaret etmek veya tatil gitmek için yollara çıkacak. Bugüne kadar Şeker Bayramı tatillerinde yollara çıkan otomobil sayısının artmasıyla birlikte kaza oranlarında da büyük bir artış yaşandı. Bu nedenle bu bayramda otomobilleri ile seyahate çıkacaklara geçmiş yılları düşünerek, tatillerini zehir etmemeleri için dikkatli olmalarını tavsiye ediyoruz.

Emniyet Genel Müdürlüğü’nde yapılan açıklamaya göre 2008 yılının ilk 7 ayında geçen yıla göre trafik kazalarında yüzde 16.4, ölü sayısında yüzde 15.8 azalma yaşanmış. Ramazan Bayramında da trafikte dikkatli olarak bu düşüşe destek olunabilir. Türkiye’de trafik kazalarında her yıl 10 bin insan hayatını kaybediyor. Bu üzücü durum Türkiye’yi dünya şampiyonu yapıyor ama inanın kimse böyle bir şampiyonluk istemiyor.

Bu gidişe dur demek için Cumhurbaşkanlığı himayesinde başlatılan "Trafikte Dikkat 10 Bin Hayat" adlı sosyal sorumluluk girişimi, kamuoyuna tanıtıldığı 5 ayda dikkat çekici çalışmalara imza attı. Kavşaklardan benzin istasyonlarına gümrük kapılarından otobüslere kadar Türkiye’nin birçok noktası proje afişleriyle donatılarak, kamuoyunun "dikkati" projeye çekildi. Son 7 ayda trafik kazalarında ve buna bağlı ölümlerde yaşanan azalma ise, projenin önemini bir kez daha ortaya koyuyor. Emniyet Genel Müdürlüğü’nde yapılan açıklamaya göre 2008 yılının ilk 7 ayında geçen yılın aynı dönemine göre trafik kazaları yüzde 16.4 oranında azaldı. Kazalarda ölü sayısındaki yüzde 15.8 azalma ise, projenin "10 bin hayatı yaşatmak" hedefinde umut veren bir gelişme olarak değerlendiriliyor.

Ülkemizin önde gelen kamu kurum ve özel kuruluşların oluşturduğu Trafikte Hayat Kurtarma Platformu, trafik kazalarındaki azalmanın dikkat çekici bir gelişme olduğunu ve projenin hedefleri için umut verdiğini kaydediyor. Proje ortakları, özellikle Ramazan Bayramlarında yaşanan trafik yoğunluğunu hatırlatarak, kamuoyunu trafik kurallarına uyarak bu düşüşe destek olmaya çağırıyor.
Yazının Devamını Oku

2 yıl sonra gelecek ucuz otoya günde 50 sipariş

17 Eylül 2008
Türkiye’de 1000 kişiye düşen otomobil sayısı 92, 1000 kişiye düşen toplam motorlu taşıt sayısı ise 138. Yani otomobilde 105, toplam motorlu taşıt sayısında 144 olan dünya ortalamasının bile altındayız. Girmek istediğimiz Avrupa Birliği’nin otomobil ortalaması ise 345. Kuşkusuz, bu durum Türkiye’yi potansiyeli olan bir ülke konumuna soksa da gelir seviyemiz artmadıkça, ağır vergi yükü azalmadıkça otomobil sahipliğinde daha uzunca bir süre dünya ortalamasının altında kalacağımız açık. Bu noktada Türk halkının otomobil hayalini gerçekleştirmek için iki önemli çözüm yolu var. İlki, hükümetin vergi politikasında yapacağı değişiklik. Yani otomobillerin üzerindeki ağır vergi yükü ne kadar düşerse, otomobil sahipliği de o kadar artar. Ancak hükümetin daha uzunca bir süre vergi indirimi yapmayacağı ortada. Bu durumda otomobil sahibi olmak için tek çözüm piyasaya ucuz ama gerçekten ucuz otomobiller sunmaktan geçiyor. Ucuzdan kastım hem günümüz standartlarını yerine getirecek hem güvenli olacak hem de 15 bin YTL’nin altında bir fiyatla satılacak.
/images/100/0x0/55eb32c3f018fbb8f8b1ba35
ÇİNDEN UMDUĞUMUZU BULAMADIK

Bu konuda açıkçası son 2-3 yıldır Türk halkında Çin bir beklenti yarattı. Otomobil sahibi olmak isteyenler Çin’den gelecek araçların hayalini kurmaya başladı. Ancak ilk gelen Çinli markanın lojistik maliyetleri artınca fiyatlar beklentinin çok üstünde kaldı. Şimdi sırada Türkiye’ye gelmeye hazırlanan diğer Çinliler var ama 15 bin YTL ve altına girmesi beklenmeyen bu modeller Türkiye’de otomobil satışını artıracak gibi gözükmüyor. Zaten böyle bir artışa sebep olsa piyasada 16 ile 20 bin YTL arasında bir çok model var. Benzer durum aslında Türkiye dışında gelişmekte olan diğer ülkelerde de yaşanıyor. Hindistan, Rusya, Çin ve Brezilya gibi gelişmekte olan büyük pazarlarda hep bir ucuz otomobil beklentisi var. Zaten bir taraftan petrol fiyatlarının artması diğer taraftan da global dalgalanma otomobil satışlarını vurduğu için herkes ekonomik ve ucuz otomobillere ilgi göstermeye başladı.

Bu noktada, Hintli Tata geçtiğimiz yıl çok önemli bir hamle yaparak öncelikli olarak Hintli vatandaşlarını motosikletten kurtaracağı 2 bin 500 dolar fiyat etiketli dünyanın en ucuz otomobilini geliştirdiğini açıkladı. Sonra bu modelin prototipini Hindistan’da ve ardından Cenevre’de dünyaya tanıttı. Hindistan’a özel olarak geliştirilen Nano, tüm dünyada öylesine büyük bir ilgi gördü ki, bunun da etkisiyle Hintli Tata, Jaguar ve Land Rover markalarını bile hiç düşünmeden aldı. Çünkü, Nano’nun talebi öyle böyle değildi. Uluslararası basında yer alan haberlere göre Hindistan da dahil tüm dünyadan 8 milyon adetlik bir talep almışlardı. Tata hemen kolları sıvayıp Nano’yu üreteceği fabrikayı kurdu. Ancak Hindistan hükümetinin Nano üretimi için Tata’ya hibe ettiği arazi üzerine kurulan fabrikada üretim bir türlü başlayamadı. Sebebi, arazinin sahibi çiftçiler yok sayılıp, hükümetin Tata’ya araziyi bedava tahsis etmesiydi. Sonuçta, Tata o fabrika olsun olmasın Nano’yu en geç yıl sonunda üreteceğini açıkladı. Yani en fazla 2-3 aylık bir üretim kaybından bahsediliyor.

OTOMOTİVDE DEVRİM

Bir taraftan Amerikan otomotiv devlerinin iflas etme noktasına gelmesi, diğer taraftan dünyadaki ekonomik dalgalanmayla zor bir sürecin içine giren otomotiv sektöründe Nano’nun üretilmesinin bir devrim niteliği taşıdığı söyleniyor. Çünkü eğer Nano’nun açtığı kapıdan diğerleri de girerse; ki bir çoğu gireceğini açıkladı o zaman otomotiv sektörü farklı bir büyümenin içine girecek. Nedir bu büyüme; "Ucuz otomobil üretip, nüfusu fazla ama gelir seviyesi düşük ülkelerde büyük adetlerde satış yapılması anlamına geliyor. Buradan kazanılacak paralarda otomotiv şirketlerinin gelişmiş ülkelerde büyümesini sağlayacak teknolojilere yatırım yapması için finansman olacak."

Örneğin, bugün Hintli Tata, Land Rover ve Jaguar’ı aldı. Çünkü Nano’yla para kazanacağının ve buradan kazandığı parayla Land Rover ve Jaguar’a yatırım yapacağını farkında. Düşünün bir Nano’dan en az 100 dolar kazanılsa işi adete vurduğunuzda en az 1 milyar dolarlık bir kárdan bahsediyoruz. Bu para eğer Ar-Ge yatırımlarına dönerse, Tata’yı önümüzdeki 10 yılda kimse tutamaz. Bundan hareketle, Renault-Nissan, GM ve Toyota’da benzer ucuz modeller için düğmeye bastı.

Land Rover ve Jaguar, Tata’ya sınıf atlatıyor

Tata’nın Land Rover ve Jaguar’ı almasıyla Türkiye’de de imajını artırmaya başladığını söyleyen Tiryakioğlu, "Eskiden ucuz Hintli marka olarak algılanıyorduk. Şimdi iki dünya devini alan Hintli olarak algılanmaya başladık. Bayilerimize gelenler Tata’nın yeni modellerinin Land Rover ve Jaguar’ı benzeyip benzemeyeceğini soruyor. Açıkçası Tata markası sınıf atlıyor. Kısa sürede Avrupa’lı markalar arasına çıkacağız" dedi.

Tiryakioğlu, 2008 yılında Tata’nın 4 bin 200 adetlik bir satışa ulaşacağını belirterek, "Bu yıl en az yüzde 20’lik büyüme bekliyoruz. Toplam pazarda payımız yüzde 0.7. Yerli üretim Xenon’un da devreye girmesiyle birlikte Türkiye’de ilk etapta pazar payımızı yüzde 1’e çıkartmak istiyoruz. 2010 yılında Nano’yla birlikte çok daha güçlü bir pazar gücüne sahip olacağız" dedi.

Karsan’ı örnek aldık, 20 milyon dolara Xenon’u üreteceğiz

Tata’nın Türkiye distribitörü olan İsotlar Grup’un Adana’da Isoto şirketiyle otobüs ürettiğini hatırlatan Pazarlama Müdürü Banu Eresen, "Biz Isoto şirketinin aynı Karsan gibi aynı çatı altında farklı markalar üreten bir yapıya girmesini istiyoruz. Tata’ya yaptığımız teknik işbirliği ile Adana’da ürettiğimiz otobüslerin ardından şimdi de Tata’nın pick-up modeli Xenon’un üretimine hazırlanıyoruz" dedi. Eresen, 20 milyon dolarlık yatırımla kurdukları fabrikada, Xenon üretimi için 15-20 milyon dolarlık yeni bir yatırımı daha yapacaklarını belinterek şunları söyledi: " 2009 yılının ikinci çeyreğinde Xenon üretimine başlamayı planlıyoruz. Yüzde 100 İsotlar Grup tarafından üstlenilen yatırım sonrası Türkiye’de üretilecek Tata Xenon’ların ilk etapta yüzde 70’i iç pazar yüzde 30’u ihracat olarak satılacak. İlk etapta 4x2 Xenon’ları üreteceğiz. İhraç pazarlarının büyümesiyle 4x4’ü devreye sokacağız. Yılda kısa vadede 3 bin 500 adetlik bir üretim yapacağız. Bu rakamı hızla artırmak istiyoruz."

Gönlümüzden 8-9 bin YTL geçiyor

Nano’yla ilgili geçtiğimiz günlerde Tata’nın Türkiye Distribütörü İsotlar Grup’un Marka Direktörü Cengiz Tiryakioğlu ve Pazarlama Müdürü Banu Eresen’le biraraya geldim. Tiryakioğlu, Tata Nano’yla ilgili basında çıkan haberlerin ardından santrallerinin ve çağrı merkezlerinin kilitlendiğini belirterek, "Günde en az 50 adet Nano siparişi alıyoruz. Bu ayda 1000, 1 yılda 12 bin adetlik bir Nano talebi olduğunu ortaya çıkartıyor. Bu daha pazara çıkmadan oluşan talep" dedi.

Unutmayalım bu araçların Türkiye’ye ne zaman getirileceği ve fiyatının ne olacağı hakkında şu ana kadar resmi bir açıklama yapılmadı. Buna rağmen, basında gördükleri bu araç insanların otomobil sahibi olma hayallerini yeniden canlandırdı. Bu konuda Tiryakioğlu’na bu otomobili hayal edenler için "Ne zaman gelecek ve fiyatı ne olur?" sorusunu sordum. Tiryakioğlu, Nano’nun üretiminin 2-3 aylık bir rötarı olduğunu belirterek şöyle konuştu: "Yılbaşında üretime başlanması bekleniyor. Eğer bir sorun olmazsa Türkiye’ye gelmesi 2010 yılını bulacak. Fiyat konusunda ise net bir şey söylemek mümkün değil. Bizim gönlümüzden başlangıç fiyatının 8-9 bin YTL’yi aşmaması geçiyor. Bu konuda zamanı gelince pazarlığımızı yapacağız."

AUTOSHOW’A GELİYOR

2 bin 500 dolarlık fiyatla Hindistan’da satılacak Nano’nun en baz donanım olduğunu tekrarlayan Tiryakioğlu, "Biz bu donanımın üzerine ABS, havayastığı gibi güvenlik ekipmanlarını koyup aracın beygir gücünün de artırılmasını isteyeceğiz. Maksimum 70 kilometre hızla değil de 100 kilometre hızla gitmesini istiyoruz. Tabi bunlar önümüzdeki yılki süreçte konuşulacak. Şu an kesin bir şey var sa o da 9 Ekim’de açılacak Autoshow fuarı’nda 2 adet Nano’yu sergileyeceğiz. Tata, normalde aracı Cenevre dışında hiç bir fuara vermiyor. İsotlar Grup’la yıllara daşanan bir dosstluk ve ortaklıkları olduğu için bize böyle bir jest yapıyorlar. Ancak Nano için fuarda ön talep toplanması gibi bir şey sözkonusu değil. Biz sadece Türk halkına aracı yakından göstermek istiyoruz."

Sadece Nano için Almanya’da distribütörlük istendiğini kaydeden Tiryakioğlu şöyle konuştu: "Bugün Tata’nın Almanya ve Fransa’da distribütörlüğü yok. Almanya’da Nano projesinden sonra distribütörlük istiyor. Hem de sadece Nano distribütörlüğü olsun diyorlar. Biz de Türkiye’de belki Nano’yu Tata’dan bağımsız bayiler kanalıyla satabiliriz."

Otomotiv, televizyonlarda ikinci el pazarı aşamıyor

Otomotiv sektörü bugün tartışmasız Türkiye’nin ve ekonominin lokomotifi. Hem ihracat, hem üretim hem de sağladığı istihdamla, ardından gelen sektörlere fark atmış durumda. Yazılı basın bu gücün farkında ve bu önemli sektör için uzman gazetecilere sahip. Özel köşeler açıyor, haberlere ayrıntılı yer veriyor, otomobil ekleri yayınlıyor. Düşünün sektörde Otoyaşam gibi haftalık bir otomobil gazetesi bile var. Ama ya televizyonlar. Ben televizyonlarda özel otomobil programlarını filan geçtim. İsteyen otomobil programı yapar isteyen yapmaz. Bu ticari bir iş. Ama hiç olmazsa haber bültenlerindeki otomotiv haberlerinin doğru dürüst olması gerekmez mi. Ama ne yazık ki büyük kanalların haber bültenleri öylesine siyasete odaklanmış ki, ekonomiden ve otomotiv sektöründen anlayan muhabirleri bile yok. Tek bildikleri otomotivle ilgili ne haber olursa olsun, muhabir ve kameramanları ikinci el pazarlarına veya bir kaç otomobil bayisine göndermek. Tabi konuya hakim olmayan muhabirde, ikinci el pazarlarındaki vatandaşın söylediklerini doğru kabul edip haber yapıyor. Sonra da ortaya geçtiğimiz haftaki gibi ana haber bültenlerinde ’Otomobil satışları durdu. Herkes kan ağlıyor’ şeklinde haberler yayınlanıyor.

Geçtiğimiz hafta yaşanan ilk değil bu kafayla son da olmayacak. Haber de şu; "Ağustos ayında otomobil satışları geçtiğimiz yılın aynı dönemine göre yüzde 8 düştü. Ama toplamda ilk 8 ayda otomobil satışlarında ise yüzde 10’luk artış var. Şimdi televizyondaki arkadaşlar Ağustos’taki bu düşüşün sebebini öğrenmeden ikinci el pazarlara dalıp ordaki vatandaştan bunun cevabını öğrenmeye çalışıyor. Arkadaşlar, otomobil satışları yaz aylarında düşer. İnsanlar tatilde olduğu için otomobil almazlar. Buna bir de Avrupa’daki daralma eklenince satışlar bir önceki yıla göre yüzde 8 düştü. Yani 28 bin değil de 26 bin adet otomobil satıldı. Ama büyük bir kriz yok ortada. İkinci el pazarındaki abiler bunu nerden bilecek. O abiler araçlarını satamıyorlar çünkü sıfır otomobillerin fiyatları hem dövizin gerilemesi hem de kampanyalarla düştü. Haliyle bu ikinci el satışlarına yansıdı. Kimse de fiyatları düşürmek istemediği için ikinci el otomobiller elde kalıyor. Yani tablo bu. Ama televizyon kanalları bunu satışlar durdu, kepenkler iniyor diye bağıra bağıra bilmeden verince insanlar tedirgin oluyor."

Aslında yapılması gereken iş basit. Otomotiv sektöründe üretimi ve satışları temsil eden iki dernek var. Biri Otomotiv Sanayi Derneği (OSD) diğer Otomotiv Distribütörleri Derneği (ODD). Açıp burdaki yetkililere sorsalar daha düzgün haber yapabilecekler. Eğer burdaki yetkililere ulaşamıyorlarsa, bizi arayıp sorabilirler. Hemen hemen her gazetenin tüm detayları bilen otomotiv editörleri var.
Yazının Devamını Oku

Köpekbalığıyla ’Biz de otomobil satıyoruz’ mesajını veriyoruz

3 Eylül 2008
Otobüste uluslararası marka haline gelen kamyon üretiminde ise büyümeyi hedefleyen Temsa, bildiğiniz gibi geçtiğimiz günlerde yeniden yapılanmaya giderek, hem şirket hem de yönetim yapısında değişikler yaptı. Uluslararası bir marka olma yolunda hızla ilerlediği için ’Temsa Global’ ismini alan ve genel merkezini İstanbul’a taşıyan şirketin Genel Müdürü Mehmet Buldurgan yeni yapılanmada CEO’luk pozisyonuna yükseldi. Buldurgan’ın yardımcısı Yusuf Soner ise Kamyon ve Otomotiv İş Birimi’nin Genel Müdürü oldu. Yani Adapazarı’ndaki kamyon fabrikası ve Mitsubishi markalı ticari ve binek araç satış ve pazarlaması Soner’den sorulacak. Tüm bunları anlatmamın sebebi, Temsa’daki yeniden yapılanmaya bağlı olarak Mitsubishi markası için de düğmeye basılmış olması.

40 YILLIK PAZARLAMA STRATEJİSİ

Bildiğiniz gibi Temsa son yıllarda ağırlıklı olarak otobüs işine konsantre olduğu için, Mitsubishi markalı araçların imajına ve pazarlamasına yönelik öyle büyük bir çalışma yapmamıştı. Şimdi yeniden yapılanmayla birlikte harekete geçilmiş. Zaten son dönemde buna bağlı olarak heryerde karşımıza ’Köpekbalığı karaya çıktı’ sloganlı reklam ve ilanlar çıkıyor. Hemen konuyla ilgili olarak Yusuf Soner’i aradım. Soner, 40 yıllık standart pazarlama stratejisi olan AIDA’yı uygulamaya başladıklarını belirterek şunları söyledi: "AIDA, Attention (Dikkat çekmek), Interest (ilgi çekmek) Desire (Etkilemek) ve Action (harekete geçmek) kelimelerinden oluşuyor. Biz şimdi ’Köpekbalığı’ ile dikkat çekme aşamasındayız. Aslında yeni reklam kampanyamızla Lancer modelimize değil markamıza dikkat çekmek istiyoruz. Yani reklam yaptım, sattım durumu yapmıyoruz. Açıkçası Mitsubishi markası olarak tüketicinin aklına otomobil diye gelmiyoruz. Daha çok ticari araç markası olarak değerlendiriliyoruz. Bu yüzden biz ’Köpekbalığı karaya çıktı’ sloganıyla önce ’Biz de otomobil satıyoruz" mesajını vermek istedik. Ayrıca bu reklamla herkesi internet sitemize yönlendirerek, onlara kendimiz hakkında bilgi veriyoruz. Google desteğiyle kurduğumuz internet sitesine şu ana kadar 6 bin test sürüşü talebi geldi."

EVO’YLA DA ETKİLEYECEĞİZ

Soner, bir sonraki aşamanın ise Lancer Evo’yla gerçekleşeceğini belirterek, "Evo’yla da AIDA’nın Desire yani etkileme kısmını gerçekleştireceğiz. Evo, otomobilseverler tarafından çok beğenilen dikkat çecici bir araç. Yeni Evo’yla Mitsubishi markasının etkileyeceği olduğunu da anlatacağız" dedi. Yusuf Soner, Mitsubishi markalı ticari araçlarda yakaladıkları başarıyı otomobilde de yakalamak istediklerini belirterek şu açıklamayı yaptı: ""Bizim Mitsubishi Canter’deki pazar payımız yüzde 57’lere çıktı. Yılda 7 bin 500-8 bin adet Canter satıyoruz. Pick-Up sınıfında da L200 yüzde 30’lu pazar payı ile liderliğe ulaştı. Amacımız binek otomobillerden de bir Canter çıkartabilmek. Bu yıl 3 binli adetlerde binek otomobil satmayı hedefliyoruz. Amacımız ise 3 yıl içinde binek satışlarında 7-8 bin adetlere çıkmak.Yani satışlarımızı 2.5 kat artırmak istiyoruz. "

Yeni Evo’yu artık işe giderken de kullanacağız

Yusuf Soner, yıl sonuna kadar yeni Lancer’dan ayda ortalama 250 adet satmayı hedeflediklerini belirterek, "Yeni Lancer Evo’yu da Türkiye’ye getirmeye başladık. Yıl sonuna kadar alabildiğimiz kadar satmayı planlıyoruz. Bu yıl bu rakam 50 olur, 2009’da ise 120-150 arası Evo satarız" dedi. Evo’nun 75 bin Euro’ya 0’dan 100’e 5.4 saniyede çıktığını hatırlatan Soner, "2.0 litrelik 4 silindirli 16 supaplı 295 beygir gücünde turbo motorun bulunduğu yeni Evo’nun manuel vitesli baz versiyonunun fiyatı 62 bin Euro’dan başlıyor. Debriyaj pedalını ortadan kaldıran Twin Clutch SST 6 vitesli şanzıman sistemli Evo’nun ise iki farklı versiyonu var. Bunların fiyatları da 65 bin ila 75 bin Euro arasında" diye konuştu. Mitsubishi’nin motor sporlarındaki iddialı modeli Lancer Evolution’un son yıllarda Avrupa’da rakiplerinin çoğaldığını da hatırlatan Soner şunları söyledi: "Yeni Evo artık sadece sportif bir araç değil. İşe giderken de kullanabileceğiniz bir araç haline geldi. Yani eskiden bu aracı alıp, sadece haftasonları performans amaçlı kullanırlardı. Ama şimdi gelişen sportif yapısının dışında içinde konfor unsurları da var. 3-4 katı fazla fiyata Avrupalı rakipleri yerine Evo’yu rahatlıkla alabilirsiniz. Hem de Japon bir marka."

Aybar farkıyla SINIF atladık

Bugün Türk otomotiv sektörü, ekonominin lokomotifi olup, kamuoyu ve hükümet nezdinde çok önemli bir sektör haline gelmişse bundan bizim yani otomotiv basının da oldukça önemli bir payı olduğu bir gerçek. Düne kadar sadece firmalar tarafından gönderilen bültenler daha doğrusu onların istediği konular ve modeller haber yapılırken, bugün artık dünyadaki tüm gelişmeler, sektördeki değişimler ve yeni modellerin birbirinden ilginç hikayeleri gazete sayfalarında geniş yer buluyor. Ekonomi kökenli otomotiv editörlerinin de haberleri üretim, istihdam ve istatiksel verilerle birleştirmesiyle bugün hemen hemen her gün gazetelerin ekonomi sayfalarında otomotivle ilgili haberler okur hale geldiniz. Bunun sonucunda da sektör tüm kesimler tarafından daha fazla ilgi görmeye ve destek bulmaya başladı. Bu da sektörün gelişmesini sağladı.

Baksanıza dünü kadar hükümet tarafından çok fazla destek görmeyen otomotiv sektörünün bugün artık bir bakanı bile var. ’Ben Otomotiv Bakanıyım’ diyerek dikkatleri üzerine çeken Sanayi ve Ticaret Bakanı Zafer Çağlayan, sektörle ilgili hem bizle hem de yetkililerle sürekli irtibat halinde. Soruyor, öğreniyor araştırıyor. Özel kalemi bile, son dönemde en çok otomotiv sektörüyle ilgili çalışıyor. Zaten, hem Auto Show fuarı hem de automotiveİst’i evsahibi olarak açacak olması da Çağlayan’ın bu sektöre verdiği önemin net bir göstergesi. İnşallah bu destek artarak, sektörün hakettiği büyüklüğe kavuşmasını sağlar.

Beni en çok mutlu eden ise artık hem hükümet hem de otomotiv sektörü yetkililerinin basının öneminin farkına varmaları. Geçtiğimiz günlerde Otomotiv Distribütörleri Derneği (ODD) Başkanı İbrahim Aybar ve Genel Sekreteri Işık Dikmen’le biraraya gelerek, Auto Show fuarı hakkında bir görüşme yaptık. Aybar, fuarın yapılacağı CNR’ın yetkililerini de toplantıya çağırarak, bizim isteklerimizi onlara birinci ağızdan iletmemizi istedi. Ama önce otomotiv basınının önemi hakkında yukarıda yazdıklarıma benzer şeyler söyledi. Kendi kendime işte Aybar farkı dedim. Çünkü, günümüzde basının gücünü farkedemeyenler ne yazık ki, sektördeki büyük rekabette yok oluyorlar. Doğru iletişimle bizi kullanabilenlerin durumu ise çok net ortada. Sonuçta İbrahim Aybar, başkanlığının ilk yılında Türkiye’ye yakışır bir uluslararası otomobil fuarı düzenlemek istiyor. Bunun da yolununu önce basından geçtiğinin farkında. Bu yüzden CNR yetkilileriyle bizi biraraya getirdi. Biz konuştuk, onlar not aldı ve sonunda İbrahim Aybar CNR yetkililerine dönerek, "Arkadaşlar sorunları anladınız, bunları hemen çözüyoruz" açıklamasını yaptı. Evet, gerçekten bu toplantıyla otomotiv sektörünün ve otomotiv basınının artık sınıf atladığını net olarak gördüm. Artık, otomotiv basını sadece tüketiciyle sektör arasında bir köprü değil, otomotiv sektörünün en önemli oyuncularından biri. Bizim de artık bu sektörün gelişiminde önemli payımız olduğu gerçeği anlaşılmaya başlandı.

Vergi yüzde 13, benzin 1 dolar olunca, Rusya pazarı tabii ki patlar

Son dönemde uluslararası otomotiv üreticilerinin en önemli kurtarıcısı olan Rusya’da otomotiv pazarı hızla büyüyor. Bu yıl sonunda otomotiv pazarının 3.8 milyon adede ulaşması bekleniyor. Yani nerdeyse son 2-3 yılda 5 katlık bir büyüme anlamına geliyor. Peki Rusya pazarı nasıl oluyor da tüm dünyada otomobil satışları düşerken bu denli hızlı bir büyüme içinde. Cevabı çok açık. Bir kere potansiyeli çok yüksek. 143 milyon nüfuslu ülkede otomobil sahipliği daha yüzde 20’lerde. Enerji kaynaklarıyla ülkenin refah seviyesinin de hızla arttığı düşünülerse, büyüme hızının daha uzun yıllar süreceği ortada. İkinci en önemli etken ise otomobil vergilerinin yüzde 13’le sınırlı olması. Türkiye’de vergiler küçük otomobilde yüzde 60’lardan başlayıp, yüksek hacimli motorlara sahip araçlarda yüzde 125’lere çıktığı düşünülürse, yüzde 13 gibi sabit bir vergi satışlardaki artışının en önemli sebeplerinin başında geliyor. Diğer taraftan petrol fiyatları da pazarın büyümesini etkiliyor. Bugün Türkiye’de 1 litre benzinin fiyatı 3 doları aşarken Rusya’da 1 litre benzin 1 dolar. Yani bir taraftan ülkenin gelir seviyesi artarken diğer taraftan vergi oranları ve petrol fiyatları bu ülkeyi en cazip pazar haline getiriyor. Sonuçta iç pazar satışlarının artması demek, ülkeye giren otomotiv yatırımlarının sayısının ve hacminin de artması anlamına geliyor. Hükümet yetkilileri için acaba bu birşey ifade ediyor mu?

Geçtiğimiz hafta otomobil fuarı için Moskova’daydım. İnanın Moskova’nın trafiğini bizzat yaşadığım için bana artık İstanbul trafiği vız gelir. Biz boşuna trafikten dert yanıyoruz. Moskova’da 10-15 kilometrelik mesafeyi inanın 2.5 saatte zor katediyorsunuz. Rusya’da otomobil satışları patlıyor ama bence bu satışlar dengeli yayılmalı. Aksi takdirde, Moskova, trafik sıkıntısı nedeniyle büyük problemler yaşayacaktır.
Yazının Devamını Oku

Otomotiv Bakanı’nın 4 başkanla büyük zirvesi

27 Ağustos 2008
Soylu&Cengiz Danışmanlık tarafından geçtiğimiz yıl ilki düzenlenen ve büyük ses getiren ’Uluslararası İstanbul Otomotiv Kongresi’ automotiveİST’in ikincisi bu yıl 28 Kasım’da yine Lütfi Kırdar’da. Geçtiğimiz yıl Türkiye’nin en büyük otomotiv üreticilerinin CEO’larını ilk kez biraraya getirerek otomotivde birlik mesajının verilmesini sağlayan kongre, bu yıl çok daha fazla ses getireceğe benziyor. Çünkü ’Ben Otomotivin Bakanı’yım’ sözleriyle dikkatleri üzerine çeken Sanayi ve Ticaret Bakanı Zafer Çağlayan, hem açılış konuşmasını yapıp hem de Türk Otomotiv sektörünün en önemli 4 derneğinin başkanıyla birlikte özel bir panele katılacak. "Otomotivin geleceği ve Türkiye’nin üstleneceği rol" konulu panele Çağlayan’ın dışında Otomotiv Sanayi Derneği (OSD) Başkanı Turgay Durak, Otomotiv Distribütörleri Derneği (ODD) Başkanı İbrahim Aybar, Taşıt Araçları Yan Sanayicileri Derneği (TAYSAD) Başkanı Ömer Burhanoğlu, Otomotiv Yetkili Satıcıları Derneği (OYDER) Başkanı Tarık Taşar katılacak. Gerçekten bu panel oldukça dikkat çekeceğe benziyor.

"Shifting Future" konsepti ve "Otomotivin geleceği ve Türkiye’nin bu gelecekteki yeri" ana teması çerçevesinde gerçekleştirilecek olan ikinci automotivİST kongresinde, sektör adına bu çok önemli panel dışında, bir çok süpriz daha var. Ben açıkçası bu süprizleri öğrendim ama kesinleşmeden yazmak istemedim. Soylu&Cengiz Danışmanlık şirketinin ortaklarından Yusuf Soylu, diğer süprizleri 10 Eylül’de düzenleyecekleri basın toplantısında açıklayacaklarını söyledi. Gerçekten süprizler Türkiye’de bir otomotiv kongresinde ilki teşkil ediyor. Bekleyip göreceğiz artık.

Ama yukarıda bahsettiğim dev panelin dışında kongrede belli olan konuşmacılar ve konular şöyle. Son yıllarda lüks sınıfta Mercedes ve BMW’yi yakalayıp geçme noktasına gelen Audi’nin Uluslararası Pazarlama Başkanı Michael Renz "Gelecekte Müşteri Beklentileri ve Bağlılık" başlıklı bir sunum yapacakmış. Ayrıca kongrede sadece otomotiv sektörü liderleri ve çalışanlarına değil pazarlamadan insan kaynaklarına kadar birçok alanda çalışana ve ilgiliye hitap edecek konuşmacılar da olacakmış. Tribal DDB Worldwide EMEA Başkan Vekili Stephan Beringer, Adecco Group İnsan Kaynakları Başkanı Christian Vasino ve Volvo Cars Güvenlik Merkezi Direktörü Hans Nyth bu isimler arasında yer alıyor.

automotivİST’te ayrıca; yol ve yolcu güvenliği, yalın üretim, verimlilik, lojistik, inovasyon, teknoloji, satış kanallarının geleceği, alternatif yakıt ve çevre yatırımları, kalıcı olabilmek için markalaşmanın önemi, yetkili satıcılar için verimlilik ve karlılık, sosyal sorumluluk, bilgi teknolojileri, motor sporları, fuarlar ve tanıtım fırsatları, strateji ve planlama gibi farklı konular etrafında birçok panel ve oturum düzenlenecekmiş.

automotivİST, her geçen yıl Türkiye’nin hakettiği bir kongre olma yolunda hızla ilerliyor.
Yazının Devamını Oku

Okul servisi deyip geçmeyin onlar canlarımızı taşıyor

20 Ağustos 2008
2008-2009 Eğitim ve öğretim yılının açılmasına çok kısa bir süre kaldı. 8 Eylül’de ilk ve orta öğretim kurumları yeni ders yılına başlayacak. Bizde bundan yola çıkarak bu hafta sizin için Otoyaşam’da ’Okul Servisleri’ dosyasını hazırladık. En değerli varlıklarımızı, çocuklarımızı geleceğe taşıyan okul servisleriyle ilgili tüm ayrıntıları bu hafta Otoyaşam sayfalarında bulabilirsiniz. Okul servisleri bu yıldan itibaren benim için biraz daha fazla önem taşıyacak. Çünkü 5 yaşına basacak kızım 1 Eylül itibariyle anasınıfıyla okul serüvenine başlıyor. Sormayın bir heyecan bir heyecan bizde... Geçtiğimiz yıl problemli bir yuva tecrübemiz olduğu için okul seçerken kılı kırk yardık, araştırdık, sorduk, pedagoglarla görüştük. Ama iş sadece okul seçmekle bitmiyor. Ya okul servisleri. Çünkü seçtiğiniz okulda eğitim, öğretim kötüyse bir sonraki yıl şansınızı başka yerde deneyebilme şansınız var. Ama ya okul servisleri. Üstüne titrediğiniz yavrunuzu, okula götürüp getirmesi için yabancı ellere teslim ediyorsunuz. Allah göstermesin en küçük hatanın telafisi yok.

Bazen ’nasılsa okul çok yakın,bu kadar büyütmenin anlamı yok’ gibi cümleler duyuyorum. Evle okul arasındaki mesafenin kısa veya uzun olması hiç bir şeyi değiştirmez. Maalesef, bazıları bu rehavete kapılıyor. Bu konuda hiç taviz vermeden herşeyi sormanız gerekiyor. Ben açıkçası tüm detayları sordum ve öğrendim. Araç yeni ve standartlara uyuyor mu, emniyet kemeri var mı, servis şoförü bu görev için yeterli donanıma ve eğitime sahip mi, serviste bulunan rehber personel veya öğretmen, yolculuk esnasında çocukların sorumluluğunu alabilecek mi.

Herkesin okullar başlamadan önce bu soruların cevabını bizzat gidip görerek öğrenmeli. Gidin önce okul servisini inceleyin, daha sonra okul aile birliğiyle ardından şoför ve rehber personelle birebir diyalog kurun. İçinizde en ufak bir şüphe oluşursa da bunu hemen gerekli kurumlara şikayet edin. Çünkü okul servislerinin hizmet yönetmeliği hakkında yasal düzenlemeler var. Bu yönetmeliğe uymayanlar hiç bir şekilde bu işi yapamaz.

Yarış sevdası turizmciyi otomotiv yöneticisi yaptı

Yaklaşık 1 yıldır Volkswagen’in Ticari Araç Genel Müdürü olan Kerem Güven tam bir yarış tutkunu. Şu anki görevinden önce Seat Cup’ta adını duymuştum ama açıkçası detayları geçtiğimiz hafta öğrendim. 39 yaşındaki Güven, çocukluğundan bu yana motorsporlarına ve otomobillere meraklı olmasına rağmen ailesinin turizm şirketinde çalışmak için Bilkent Üniversitesi’nde turizm işletmeciliği eğitimi almış, Ardından da California Üniversitesi’nde işletme mastırı yapmış. Ancak çocukluk yıllarına dayanan yarış ve otomobil tutkusu nedeniyle turizm sektöründe yapamamış. Babası da oğlunun bu işi yapmak istemediğini görünce şirketi devretmiş. Güven kendi şirketini kurarak yurtdışından yarış otomobili parçaları getirmeye başlamış. 1999 yılında tesadüfen bugün FerMas’ın başında o dönem ise Genoto’nun Genel Müdürü olan Orhan Ülgür’le tanışmış. Ülgür, Güven’i önce Audi’nin Ankara’da satış şefi daha sonra satış müdürü yapmış. Güven, daha sonra bugün Doğuş Oto ismini alan Genoto’nun Ankara Bölge Direktörlüğü’ne getirilmiş. Geçtiğimiz yılda Vedat Uygun’dan boşalan VW Ticari Aracın genel müdürlüğüne atandı. Çok hızlı bir yükseliş değil mi. Ama Güven bu durumu şöyle özetliyor: "Otomotiv sektörü sevilmeden yapılacak bir iş kolu değil. Yaklaşık 8 yıl her kademede çalışarak edindiğim tecrübeye dayanarak bunu söylüyorum. Dolayısıyla Genel Müdürlüğe uzanan kariyer öykümde, sahada pişmenin büyük faydasını gördüm" diyor. Babası, oğlunun turizm sektörünü bıraktığında belki üzülmüştür ama insanın sevdiği işi yapması gördüğünüz gibi başarıyı da beraberinde getiriyor. Bu arada Güven, şu anki görevine rağmen yarışlardan vazgeçmemiş, Porsche Cup’ta yarış kariyerine de devam ediyor.
Yazının Devamını Oku