Otomotivde paranın yolu Hindistan ve Çin’den geçiyor
Paylaş
LinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
Yazıma yine son günlerin en moda cümlesiyle başlamak istiyorum. "Amerika’dan yayılan finansal kriz dalga dalga tüm dünyayı etkisi altına alıyor." Bugün global krizin en fazla etkilediği sektör de kuşkusuz otomotiv.
Bir taraftan tüm dünyada otomobil satışları hızla gerilerken diğer taraftan Amerika’nın simgesi otomotiv devleri iflasın eşiğine gelmiş durumda. Şöyle bir Ekim ayına baktığımız zaman Amerika’da otomobil satışları 25 yıl öncesine gerileyip yüzde 32 düşerken, Türkiye’deki düşüş de yüzde 40’ları buldu. Keza Avrupa’da da satışlarda tarihi düşüşler söz konusu. Küresel finansal krizin etkilerinin hissedilmeye başlamasıyla Ağustos’ta yüzde 14.5, Eylül’de yüzde 8.2 daralan otomobil pazarı Ekim ayında da yüzde 14.5 geriledi. Avrupa’da otomobil satışları Ekim ayında sadece Avusturya, Çek Cumhuriyeti, Polonya ve Slovakya’da artarken kalan 24 ülkede geriledi. Geçen ay oto satışlarındaki gerileme, küresel finansal krizden en fazla etkilenen İzlanda’da yüzde 86’ya ulaşırken Letonya ve İrlanda’da yüzde 55, İspanya’da yüzde 40, Estonya’da yüzde 34, Litvanya’da yüzde 24.5, İngiltere ve İsveç’de yüzde 23 düştü. Otomobil satışlarındaki düşüşler Amerika ve Avrupa’nın dışında tüm dünyada yaşanıyor. Sonuç, iflasın eşiğine gelen dev firmalar, kapanan fabrikalar, çıkartılan işçiler anlamına geliyor. Satışların tüm hızıyla düşmeye devam etmesinin yaratacağı sonuçlar tüm dünya ekonomilerini yakından ilgilendiriyor ve endişelendiriyor.
SUZUKI HİNDİSTAN’DA GÜÇLENDİ
Gelişmiş ülkeler krize karşı otomotiv sektörlerini ve firmalarını korumak için çözümler ararken, tüm gözler uzun bir süredir nüfusu milyarı aşan Çin ve Hindistan’a çevrildi. Çünkü otomotiv sektöründeki bugün en büyük sorun likidite. Yani kimsede para yok. Suzuki, geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamayla Hindistan pazarının bu anlamda gücünü net olarak ortaya koydu. Hindistan’da en fazla satılan otomobil markası olan Suzuki, bu ülkede ürettiği Alto modeliyle Avrupa’ya meydan okuduğunu açıkladı. Sebebi açık. Hindistan’da ucuz üretimi öğrenen, maliyetlerini minimum seviye indiren Suzuki, Avrupa’da hiç bir rakibinin küçük sınıfta kendilerini yakalayamacağını belirtiyor. Suzuki’nin en büyük avantajı ise Hindistan gibi nüfusundan dolayı inanılmaz bir potansiyele sahip bir ülkede, pazar lideri olması. Yani Suzuki, Hindistan’dan büyük paralar kazanıyor ve şimdi bu ülkede geliştirip ürettiği ucuz otomobilleri Avrupa’ya satıp pazar payını hızla artırmaya çalışıyor. Suzuki’nin ardından bir çok uluslararası otomotiv üreticisi de Hindistan’a girerek araç üretip, para kazanmaya çalışıyor. Bunların başında Hyundai, Renault, Fiat ve hatta Mercedes bile yer alıyor. Tek amaç bu ülkede para kazanıp, diğer ülkelerdeki kayıpları telafi edebilmek.
Ama bugüne kadar uluslararası hiç bir marka Hindistan pazarını çok fazla büyütemedi, dolasıyla büyük paralar kazanamadı. Bir tek Suzuki ve biraz da Hyundai bunu başardı. Ülkenin 1.2 milyar nüfusu olmasına rağmen yılda satılan otomobil sayısı 1.2 milyon. 1000 kişiye düşen araç sayısı ise 65 civarında. (Türkiye’nin de altında)
TATA BÜYÜK PARA KAZANACAK
Uluslararası markaların yapamadığını şimdi Hindistan’ın en büyük markalarından biri olan Tata yapmaya hazırlanıyor. Tata, motosiklet sahipliğinin otomobil sahipliğinden daha fazla olduğu ülkede, yeni bir dönemi başlatacağa benziyor. 5 yıllık çalışmanın sonucundan halkı motosikletten kurtarmak için ortaya 2 bin 500 dolar fiyatından bir araç çıkartan Tata, 2009 yılında önce Hindistan’da düğmeye basacak. Ratan Tata önderliğindeki şirketin, yılda 1.2 milyon adet otomobil satıldığı bir ülkede ilk yıl için 500 bin adet Nano satmayı hedeflediğini söylemem işin ciddiyetini ortaya koyuyor. Ülkede motosiklet satışı düşerken otomobil pazarının yılda ilk etapta 2 milyona, çok kısa sürede de 3-4 milyon adetlere ulaşması bekleniyor. İşte bu da kriz ortamında tüm gözlerin Hindistan’a çevrilmesini sağlıyor. Tata, milyonlu adetlere ulaşırsa, elinde şu an kimsenin olmadığı büyük paralar olacak. Bu paralar, istediği teknoloji geliştirip, istediği şirketi alması anlamına geliyor. Zaten 2.3 milyar dolara İngiliz Land Rover ve Jaguar’ı Nano projesinin yaratacağı güçle satın almadı mı.
Şimdi tüm uluslararası şirketler Nano projesini yakından takip ediyor. Çünkü Hindistan ve Çin gibi nüfusu yüksek ama gelir seviyesi düşük ülkelere girmek ve büyük adetlere ulaşmak için tek alternatif ucuz otomobil geliştirmekten geçiyor. Aksi takdirde şu anki konjoktörde hiç bir şirketin para kazanması söz konusu değil. Tabi Hintli ve Çinli otomotiv markaları da ülkelerinin sahip olduğu potansiyelin farkındalar. Hiç birisi kendi ülkelerini doyurmadan dünyaya açılmak istemiyor. Zaten kendi ülkelerini doyurdukları zaman dünyanın onları doyuracağını biliyor.
Sefalet=Bombay
İşte bu ruh haliyle önce Çin sonra Hindistan’a giderek gelecekte otomotiv sektörünü kontrol edecek iki ülkeye yakından inceleme fırsatım oldu. İlk Çin tecrübemi 1.5 yıl önce yaşamış, hem otomotiv firmalarının vizyonlarını ve stratejilerini, hem ülkenin otomotiv potansiyeline yakından tanık olmuştum. Ekim sonunda ülkeye ikinci gidişimde ise yaşanan hızlı gelişimin nasıl son sürat devam ettiğine bir kez daha şahit oldum. Hindistan’a ise ilk gidişim olacağından neyle karşılaşacağımı bilmiyordum. Tek söylenen şey, "Yanına bisküvi’ al olmuştu. Sonuçta Çin’e tüm dünyanın kafamızda yarattığı olumsuz imajla gitmiş, ama Şangay gibi dünyanın en gelişmiş şehriyle karşılaşıp hayran kalmıştım.
Hindistan için de söylenenlere kulağımı tıkamış, kendi kendime ’Kesin farklıdır’ diye düşünmüştüm. Ama geçtiğimiz hafta daha THY’nin Bombay uçağına bindiğimde söylenenlerin doğru olduğunu anladım. Çünkü THY, Çin’e en yeni uçaklarını koyarken, Hindistan’a 20 yıllık uçaklarını vermişti. İnanılır gibi değil. Uçaklar dökülüyordu. Böylesine kötü bir tecrübenin ardından sabahın 4.30’unda Bombay (Mumbai) havalimanına indik. O da ne, havalimanı değil şantiye. Meğerse yenileniyormuş ve işletmeyi de Çelebi Holding almış. ’Umarım Türkler düzeltir’ diye söylenerek otobüsümüze bindik.
UTANILACAK SEFALET
Bombay’a inişimiz sabahın körü olduğu için trafik yoktu ve kısa sürede otelimize yerleştik. Ertesi gün Tata’nın genel merkezine yaptığımız yolculuk sırasında gördüklerimiz ise inanın bizi o gün akşama kadar şoka soktu. Kelimelerle anlatılamayacak, bir fotoğrafçının deklanşöre basmaktan utanacağı bir sefaletle karşı karşıyaydık. Yol kenarlarında yatan, ölü mü canlı mı olduğu anlaşılmayan insanlar, caddenin ortasında pis suyla yıkanan çırılçıplak çocuklar, 10-12 yaşlarında ellerinde bebekleriyle dilenen kızlar, kanalizasyon olmadığı için yol kenarlarına tuvaletlerini yapan insanlar ve ev demeye dilimizin varmadığı 10 metrekarelik derme çatma yerler. Bu sefaletin önce kenar mahalle sefaleti olduğunu sandık ama o sefaletin şehrin her yerinde devam ettiğini görünce kendi kendimizi ’Allahın şanslı kullarıymışız’ demekten alamadık.
Evet Hindistan’daydık... Bu dünyaya ve bu ülkeye hükmeden güçlere bir kez daha lanet ettik ve kendimizi otele kapattık. Hayır Bombay’ın bir de dünyanın mega-kentlerinden biri olduğu söyleniyor ya. Sanki dalga geçiyorlar. Ama şu bir gerçek, Bombay ekonomisi son yıllarda hızla büyüyen Hindistan’ın ticari kalbi. Yani finans merkeziymiş. Ama görüntü hiç bunu göstermiyor. Bombay’ın yaklaşık 18 milyon nüfusla Hindistan’ın üçüncü büyük ve yaygın şehri olduğunu söylendi. Ne 18 milyonu, kesin 100 milyon insan yaşıyor ama sokaktaki insanlara köpekten veya herhangi bir hayvandan fazla değer verilmediği için herhalde resmi kayıtlara sokulmuyor. Bombay’da köyden şehre önemli bir göçün yaşandığı ortada. Taşı toprağı altın diye herkes bu şehre hücum etmiş. Çoğu günde 1 dolara çalışıyor veya dileniyor. Erkeklerin çoğu geçimini çamaşır yıkamaktan sağlıyor. Çok büyük bir gecekondu hayatı ve sefalet var. Hindistan nüfusu 1.2 milyar olduğundan mı nedir hükümet halkın üzerinden elini ayağını çekmiş. Kimsenin sosyal bir hakkı veya geliri yok. Yani sağlık sigortası, işsizlik sigortası gibi güvenceler hakkında Hindistan kapılarını kapamış. Tek gerçek, sefalet içindeki insanların o gün 2 veya 3 öğün yemeğini bulması. Eğer 2 öğün bulurlarsa yüzlerinde bir tebessümle sokaktaki köşelerine çekilip, bir sonraki hayatlarıyla ilgili planlarını yapıyorlar.
KAFA YIKANIYOR
Rehber yolculuğumuz sırasında bazı derme çatma evlerin içinde televizyonların bile olduğunu söyledi. Evet işte Hindistan gerçeği. O televizyonlarda ise tek seyredilen Bolllywood filmleri. Sürekli gündeme gelen ama kimsenin büyüme sebebini anlatmadığı film endüstrisi. Sebebi çok açık değil mi. İnsanlar dünyadaki tüm gelişmelerden bir haber şekilde yaşıyor. Tek eğlenceleri Hindistan sınırını aşamayan Bollywood filmleri. Yani hem filmlerle hem inanışlarla kafalar yıkanıyor, hiç kimse de bu sefalete baş kaldıramıyor. İnsanlık için çok ama çok üzücü...
Gelelim Hindistan’ın otomotiv sektörüne ve trafiğine. Bombay’da trafikte üç tip ulaşım aracı var. Birincisi ve en yaygını motosiklet, ikincisi eski taksiler, üçüncüsü ise kağnı arabaları. Bu üçünün dışında en çok gördüğünüz araçlar ise Suzuki ve Hyundai. İnanın bu iki markanın küçük modelleri, Hindistan’ın en lüks otomobilleri. Yıllarca İngiliz sömürgesi olduğu için sağdan direksiyonun kullanıldığı Hindistan’da ’ehliyeti manavda mı dağıtıyorlar’ lafı yerini bulmuş oluyor. Bombay’da bu sefaleti gördükten sonra ülkenin başkenti Yeni Delhi’ye uçtuk. Yeni Delhi, hükümetin ve dünyanın en büyük ikinci ordusunun genel merkezi olduğu için Bombay’dan çok daha iyi durumda. Sokakta mideniz bulanmadan dolaşabiliyorsunuz. Anlayacağınız ülkeyi yönetenler kendi çöplüklerini temizlemişler.
4 günlük Hindistan macerasından sonra Türkiye’de doğmuş ve yaşıyor olmaktan dolayı çok şanslı olduğumu anladım. Ama 1.2 milyar nüfuslu Hindistan yine de sahip olduğu potansiyelle başta otomotiv sektörü olmak üzere dünyaya hükmetmeye hazırlanıyor.