Emre Özpeynirci

Yeni yatırımlar rafa kalktı mevcutlardaki sıkıntı büyük

17 Haziran 2009
BİLİYORSUNUZ Türk otomotiv sektörünün ileriye dönük planlarında yeni yatırımların büyük önemi var. 2015 yılında 2 milyon adet üretim ve 50 milyar dolarlık ihracat hedefleyen sektörün bunu gerçekleştirmesi için mevcut yatırımların dışında yeni otomotiv yatırımlarını çekmesi şart. Bu noktada son yıllarda sektörü umutlandıran iki önemli yatırım beklentisi vardı. Bunlardan biri Peugeot diğeri de Magna. Çinlileri ve diğerlerini saymıyorum bile.

Peugeot, Türkiye’de orta sınıfta bir sedan araç üretmek, Magna’da Türkiye’de yedek parça üretimi yapmak istiyordu. Yatırım konusunda Magna oldukça büyük aşamalar kaydetmiş, arsalar bulunmuş yatırım için son aşamaya gelinmişti. Peugeot’nun ciddiyeti de geçtiğimiz Mart ayında Cenevre fuarında yeni CEO’sunun açıklamalarıyla yeni bir boyut kazanmıştı. Türkiye’de orta sınıfta sedan bir otomobil üretmek istediklerini net bir şekilde dile getirmişlerdi.

Ama malumunuz küresel krizle birlikte bu iki yatırımın da seyri şu anda tam bir belirsizlik içinde. Sektöre yakın kaynaklardan edindiğim bilgiye göre her iki firma da şu an Türkiye’yi askıya almış. Aslında bir çok kişi Peugeot’nun Avrupa’daki fabrikalarında büyük kapasite boşluklarının olduğunu belirterek, Türkiye’ye ilişkin yatırım planını iptal ettiğini kaydediyor. Bu beni inanın hiç şaşırtmaz. Magna ise Türkiye yatırımı konusunda süresi belli olmayan bir erteleme yapmış. Malumunuz Magna bu aralar tamamıyla Opel’e yönlenmiş durumda. Yani sonuçta iki yatırımda Türkiye’ye ilişkin projelerini rafa kaldırmış durumda. Tabi bu noktada Türk hükümetinin yeni yatırım teşviklerinin etkisi olacak mı onu bu yıl sonuna kadar göreceğiz.

FORD’DA YENİ YATIRIM GÖZÜKMÜYOR

Böyle olunca Türk otomotiv sektörünün en büyük kozu yine mevcut yatırımları. Yani yeni yatırım gelmeyecekse hiç olmazsa eldeki yatırımları tutup, büyütmek gerekiyor. Sırayla Türkiye’de fabrikaların durumuna bakalım. Ford Otosan, Transit ve Transit Connect üretimiyle son yılların en önemli üreticisi pozisyonunda. Ama krizle birlikte hem Avrupa hem de Türkiye’deki talebin düşmesiyle, Ford Otosan üretimde ciddi kayıplar yaşamaya başladı. İşte tam bu sırada devreye giren Amerika ihracatı şirkete bu yıl için bir nebze de olsun nefes aldırdı. Ama biliyorsunuz Ford kriz nedeniyle 2011 yılında devreye girecek yeni Transit yatırımını süresiz bir şekilde erteledi. Bunun olumsuz etkileri önümüzdeki süreçte net olarak ortaya çıkmaya başlayacak. Ama önümüzdeki 1-2 yıl içinde Ford Otosan’da yeni bir yatırım gözükmüyor.

TOFAŞ’IN EN BÜYÜK KOZU DOBLO

Tofaş, içinde bulunduğumuz bu kritik dönemde en iyi durumda yer alan üretecilerden biri. Bu da hem otomobil hem de ticari araç üretmesinden kaynaklanıyor. Talebe göre esnek üretim şekli Tofaş’a büyük avantaj yaratırken, Fiat, Peugeot ve Citroen için alım garantili Minicargo üretimi de elini kuvvetlendiriyor. Tofaş’ın krize rağmen 400 milyon Euro’luk yatırımla yeni Doblo projesini devreye sokması da gücünü net olarak gösteriyor. Tamamen yepyeni bir araç olarak geliştirilen yeni Doblo bu yıl sonuna doğru gün ışığına çıkacak ve Tofaş için büyük koz olacak.

YENİ CLIO BURSA’YA GELECEK Mİ

Tofaş gibi Türkiye’deki güçlü üreticilerden biri olan Oyak Renault da krize rağmen hem üretimini devam ettiriyor hem de yeni yatırımlar yapıyor. Yatırım kararı kriz öncesinde verildiği ve devreye girdiği için Yeni Megane Sedan’ın geliştirilme süreci ara verilmeden sürüyor. Yeni araç Eylül ayında dünyaya tanıtılacak. Ancak Oyak Renault’un şu an halihazırda ürettiği diğer modellerinin seyri ise belirsizliğini koruyor. Elde ettiğim bilgilere göre Bursa’da üretilen Clio 3’ün 2011 yılında devreye girecek yeni jenerasyonunun Türkiye’de üretilip üretilmeyeceği henüz belli değilmiş. İmzalar atılmamış. Fransız şirketin aynı Peugeot gibi kendi ülkesindeki fabrikalarında kapasiteler boşken, bu modeli Türkiye’de üretmeyebileceği konuşuluyor. Ne kadar doğru göreceğiz ama böyle bir riskin olduğu çok net. Yani Oyak Renault’un önünde de kolay bir süreç yok.

HYUNDAI’NIN UMUDU i20

Gelelim Hyundai Assan’ın durumuna. Biliyorsunuz Türkiye’de Accent Era ve Matrix’i üreten şirket küçük sınıfta yer alan yeni i20 modelini de üretmek istiyor. Karar Koreli şirketin merkezinden geleceği için bu konuda Türk hükümetinden yeni model üretimi için destek bekleniyor. Hyundai Assan, 75 milyon dolarlık yatırımla bu modeli üretebileceğini söylüyor ama karşısında yine en büyük rakip Çek Cumhuriyeti. Bu modelin seyrinin ne olacağı belirsizliğini korurken, Matrix’in yeni jenarasyonun da artık İzmit’te üretilmeyeceği söyleniyor. Yani sonuçta, Hyundai Assan i20 üretimini alsa bile Matrix gideceği için ürettiği model sayısını artıramayacak. Bu da İzmit’teki fabrikanın daha uzun bir süre mevcut kapasitesinin üstüne çıkamayacağı gösteriyor. Eğer i20’de alınmazsa o zaman kapasite yarı yarıya düşmüş olacak.

TOYOTA’NIN TİCARİ PROJESİ YOK

Türkiye’deki fabrikasında ürettiği Auris ve Verso’nun yüzde 98’ini Avrupa’ya ihraç eden Japon Toyota ise en kapalı kutulardan bir tanesi. Mevcut modellerinin üretimine tüm hızıyla devam eden Toyota, uzun zamandır gündemde olan hafif ticari araç üretimi konusunda ise belirsizliğini koruyor. Yine şirkete yakın kaynaklardan elde etitğimiz bilgilere göre yakın zamanda ticari araç konusunda bir yatırım ve üretim planı yokmuş. Ama hiç olmazsa Verso ve Auris üretiminin uzun bir süre daha Türkiye’de üretileceğine kesin gözüyle bakılıyor.

HONDA İYİCE KÜÇÜLDÜ

Türkiye’de iyiden iyiye küçülen Japon Honda ise 50 bin adetlik üretim kapasitesini 26 bin adede çekerek tehlike sinyalleri veriyor. City’nin gitmesiyle yoluna sadece Honda Civic’le devam eden Japon şirketin ihracatı da önemli ölçüde azaldı. Honda’nın Türkiye’deki mevcudiyeti bu yıl sonuna kadar netlik kazanacak.

Yani bugün Türkiye’deki 6 önemli uluslararası otomotiv markasının mevcut yatırımlarını önümüzdeki bir kaç yıl içinde büyütmeyeceği ortada. Zaten şu an bırakın büyütmeyi mevcut kapasiteyi nasıl doldururuz onun telaşındalar. Bu nedenle yeni yatırımlarda eğer gelmezse Türkiye mevcut yatırımlar ve kapasiteyle otomotivde inanın 2008 yılı seviyelerine bile 3-4 yıldan önce ulaşamaz. Bu da 2015 yılındaki 2 milyon adetlik üretim hedefini neredeyse imkansız hale getiriyor.
Yazının Devamını Oku

Otomotive desteğin devamı yine bir gece ANSIZIN olacak

10 Haziran 2009
ÖTV indiriminin hem sektöre, hem hükümete hem de tüketicilere olan faydalarını artık anlatmayacağım. Başbakan Erdoğan bile yarattığı olumlu havanın etkisinin çok net farkında. Bu noktada tekrar tekrar söylüyorum, ÖTV indiriminin devam etmemesi veya ekstra bir teşviğin yürürlüğe girmemesi, yönetimsel bir hata olur. Geçtiğimiz hafta Başbakanı dinledikten sonra böyle bir hata yapmayacaklarını çok net anladım. Beklenti yaratmamak için mevcut ÖTV indiriminin bitmesini bekledikleri anlaşılıyor. Bence doğrusunu da yapıyorlar. Sebebi açık... Şimdi çıkıp destek sürüyor deseler, hemen yurtdışına siparişler verilecek, ithalatın payı artaracak, Türk otomotiv sanayi son 2 aydaki çıkışını sürdüremeyecek. Eğer hükümet 15 Haziran’da ’bir gece aniden’ devam karanın açıklarsa, bu işten kuşkusuz yerli sanayi kárlı çıkacak. ÖTV indiriminin açık ara şampiyonu olan Tofaş’ın CEO’su Ali Pandır da, "Hükümet desteğe devam edecekse son ana kadar açıklamamalı" diyerek, yerli üretimdeki artışın devam etmesi gerektiğini söylüyor.

Şimdi tabi ÖTV indiriminin ilk çıktığı 15 Mart’a baktığımızda hükümetin yerli veya ithal ayrımı gibi bir düşüncesi yoktu. Amaç sektörün üzerindeki stok baskısını azaltmaktı. Bu amaç daha ilk ay sonunda gerçekleşti. Stoklar eridi. Bu noktadan sonra devreye Türkiye’deki fabrikalar girdi. Çünkü 15 Mart’ta sipariş düğmesine basılsa bile yurtdışından araçların gelmesi en az 1.5-2 ay sürüyor. Bu bile iyimser bir süre. Birde Avrupa’daki teşviklerin de etkisiyle yurtdışında araç sıkıntısı yaşanınca, ithalatçılar satacak araç bulamadı. Bu da Tofaş ve Renault gibi binek otomobil üreten fabrikaların, piyasaya yerli araç bombardımanı yapmasını sağladı. Hükümet stok eritmek için devreye soktuğu ÖTV indirimiyle, çok daha önemli bir şeyi gerçekleştirdi. Fabrikalar çalışmaya, vardiyalar artmaya, işçiler geri çağrılmaya başladı. Şimdi hükümet bunu kesmemek için desteği son anda açıklayıp noktayı koyacak.

FABRİKASI OLMAYANLAR

Bu noktada ÖTV indiriminin devreye girdiği Mart-Mayıs dönemine ilişkin sonuçlara baktığımızda, Tofaş’ın 27 bin 491 adetlik satışla açık ara lider olduğunu görüyoruz. Tofaş’ın toplam satışlardaki yerlilik oranı ise tam yüzde 88. Renault, 3 ayda 21 bin 935 adetlik satışla ikinciliği göğüslerken yerlilik oranı da yüzde 75’e yükseldi. Bu noktada sadece Tofaş ve Renault’un bile toplam satışlarda ithal oranını düşürdüğünü görebiliyoruz. Ford, Mayıs ayındaki atağıyla 21 bin 457 adetlik satışla üçüncü sıraya yükselirken, Türkiye’de sadece ticari araç ürettiği için yerlilik oranı yüzde 48’de kalmış. Hyundai ise yüzde 62’lik yerlilik oranı ile 3 ayda toplam 18 bin 665 adet satış gerçekleştirerek 4’üncü marka oldu.

3 aylık döneme baktığımda ilk 10 marka arasında sadece Volkswagen ve Opel, sadece ithalat yapan marka olarak öne çıkıyor. Tabloda en ilginç olanı ise Türkiye’de fabrikası olmayan Peugeot’nun yerlilik oranında fabrikası olan Toyota ve Honda’yı geçmiş olması. Peugeot, hem Karsan’dan hem de Tofaş’tan aldığı araçlarla yerlilik oranını yüzde 24’e çıkartırken, Toyota’nın fabrikası olmasına rağmen yerlilik oranı 20, Honda’nın ise 12. Bu da Japonların ÖTV indirimi konusunda diğer fabrikalar kadar esnek olmadığını ortaya koyuyor.

Durak, Mart’a kadar OSD Başkanı

Koç Holding’in Mart ayında yeni CEO’su olacak Turgay Durak’tan boşalan Koç Holding Otomotiv Grup Başkanlığına geçtiğimiz hafta Otokoç’un Genel Müdürü Cenk Çimen atandı. Öncelikli olarak Çimen’e yeni görevinde başarılar dilerim. Bu atamadan sonra şimdi gözler son 5 yıldır Turgay Durak’ın Başkanı olduğu Otomotiv Sanayi Derneği’ne (OSD) çevrildi. Durak, kuşkusuz yeni görevi nedeniyle bu koltuğunu da bırakacak. Geçtiğimiz günlerde Durak’a bu konuyu sorduğumuzda cevabı çok netti: "OSD’nin Genel Kurulu Mart’ta. O zaman belli olacak." Yani bir olağan genel kurul olmazsa OSD Başkanlığı için büyük mücadele Mart ayında yaşanacak. Yeni başkanı bekleyip göreceğiz.

Türklüğünden gurur duyanların sayısı artacak

GEÇTİĞİMİZ haftalarda Türkiye’ye gelip çalışan ve burda kazandığı tecrübelerle yurtdışında çok yüksek pozisyonlara geçen bir çok yabancı yöneticinden bahsetmiştim. Türkiye’nin onların mesleki yaşamlarında önemli bir basamak olduğunu ama asıl önemlisinin bu kişilerin bizim dünyadaki en büyük gönüllü elçilerimiz olduğunu yazmıştım. Türkiye’ye gelip çalışanların gerçekten döndükten sonra tam bir Türkiye fanatiği ve aşığı olduğunu verdikleri mülakatlarda bile artık çok net görebiliyoruz.

MADOLYONUN DİĞER YÜZÜ

Tabi bir de madalyonun diğer yüzü var. Yurtdışında Türk veya Türk kökenli (annesi veya babası Türk) olmasına rağmen Türkiye’yi tanımayan, Türkçe bilmeyen, Türk olduğunu saklayanlar da karşılaşıyoruz. Halbuki bugün Türkiye artık dünyanın en önemli ülkelerinden biri olma yolunda hızla ilerliyor. Uluslararası markaları satın alıyor, büyük yatırımları çekiyor, dünyaya yönetici ihraç ediyor. Düşünsenize bugün dünyanın en değerli markalarından biri olan Coca Cola’nın en tepesinde Muhtar Kent isimli bir Türk var. Yani artık ’Türk’ olduğumuzu dünyada gururla söyleyeceğimiz bir dönemdeyiz.

İşte böylesine bir ortamda son dönemde otomotiv sektöründe Türk kökenli iki önemli yöneticiyle görüştüm. Yaptığımız görüşmelerin ardından ikisi hakkında da haber yazmadım. Aynı şekilde bir çok meslektaşım da yazmadı. Çünkü bu iki kişinin Türk olmaktan çok mutlu olmadığı izlenimini edindik. Bu bizi rahatsız etti. Benzer bir elektriği yıllar önce Volkswagen Grubu’nun Tasarım Başkanıyken Murat Günak’tan da almıştım. Günak ilk dönemlerinde, Türkçe bilmesine rağmen konuşmak istemiyor, Türkiye’yle ilgili sorulan sorulardan rahatsızlık duyuyordu. Biz ise bir Türkün böylesine önemli bir pozisyona gelmesinden gurur duyuyorduk. Günak, VW’den ayrılmadan kısa bir süre önce, herhalde bu konuda Türk yöneticilerden uyarı almış olmalı ki, bize daha yakın davranmaya, en azından bizimle Türkçe konuşmaya başladı. Kendi aramızda, "Günak ne kadar değişti’ bile dediğimizi hatırlıyorum.

TÜRKİYE DEĞİŞİK BİR YERMİŞ

İşte bu noktada geçtiğimiz günlerde yine VW’nin İtalya’da gerçekleşen yeni Polo lansmanı sırasında karşımıza Türk kökenli bir yönetici çıktı. Aslen Manisa Turgutlulu (hemşehrim) olan Aykut Günderen, Volkswagen’in Araştırma-Geliştirme Bölümü’nde Avrupa’daki Polo model ailesinden sorumlu direktör olarak görev yapıyormuş. Bir Türk’ün üst düzey görevlerde olması gerçekten bizi heyecanlandırıyor. Günderen’le aynı masaya da oturunca, doğal olarak Türkiye’yle ilişkisi hakkında sorular sormaya başladık. Günderen’in artısı iyi Türkçe bilmesiydi. Almanya’da doğup büyümesine rağmen, ailesi Türkçe konusunda etkili olmuş. Ama Günderen daha ilk sorumda beni hüsrana uğrattı. ’Türkiye’ye sık sık geliyormusunuz’ diye sorunca, "Çoçuklarım Türkiye’yi çok değişik buluyor o yüzden bazen yazları tatile geliyoruz" oldu. Ben tabi bu cevaptan kısa süre sonra masadan kalktım. Bazı arkadaşlar, ’Yeni Polo’ya Türk eli değdi’ tarzı başlıklar atmasına rağmen, benim açıkçası vatanını sadece değişik olduğu için ziyaret eden biri hakkında yazı yazmak içimden gelmedi.

ANNE DOMİNANT DEĞİLMİŞ

Günderen’le böylesine bir tecrübe yaşadıktan sonra geçtiğimiz hafta Formula 1 için Türkiye’ye gelen Ferrari’nin Başkan Yardımcısı Dany Bahar’la kısa bir görüşme imkanı bulduk. Soyadından da anlayacağınız gibi Dany Bahar, Türk kökenli. Daha doğrusu annesi Türkmüş. Soyadını annesinden aldığı için ben kendi adıma Türk olmayı önemsediğini zannetmiştim. Bahar’la konuşmaya başladığımızda böylesine önemli bir markada ikinci adam olmuş birinin Türk kökenini sordum. Annesi Türkiye’den 1960’lı yılların sonlarında İsviçre’ye göç etmiş. Kendisi İsviçre’de doğmuş. 5 dil biliyor. Ama ne yazık ki bu dillerin arasında Türkçe yok. İşin daha komik tarafı, Dany Bahar, ne Türkiye’yi ne İstanbul’u tanıyor. Tek söylediği, "İstanbul güzel bir şehir.’ Ben de bunun üzerine sorumu patlattım: "Annen aile içinde anladığım kadarıyla pek dominant değilmiş." Cevap bile vermedi.

MERAK BİLE ETMİYORLAR

Bu soru da aklıma, 2-3 yıl önce bugün Audi, Lamborghini, Bentley ve Bugatti’nin Türkiye Genel Müdürü olan Gino Bottara’yla yaptığımız söyleyişiden geldi. Babası İtalyan annesi Türk olan olan Bottara espriyle karışık, "Annem o kadar dominant ki vallahi tek kelime İtalyanca öğrenemedim" demişti. Bende bunun üzerine Gino hakkında ’İtalyanca bilmeyen İtalyan Genel Müdür’ başlığını atmıştım. Bahar’ın durumu ise görülüyor ki tam tersi. Hatta Bahar, Türkiye ve kökeni ile ilgili sorularımızdan hiç mutlu olmadı. Halbuki annesi Türk olan ve Türk soyadı taşıyan birinin en azından İstanbulla veya Türkiye’yle ilgili bir takım şeyleri bana göre merak etmesi gerekir di diye düşünüyurum. Aşırı milliyetçi biri değilim ama yanlış mıyım.

Not: Bu arada yanlış anlaşılmasın. Yurtdışında doğup, orda büyüyen ve Türklüğünden gurur duyan önemli kişilerin sayısı da oldukça fazla. Benim ilk aklıma Ford Avrupa’nın Tasarım direktörü Murat Güler geliyor. Güler, tamamen bizden birisi. Ailesiyle ilişkileri, fırsat buldukça Türkiye gelmesi, Türkçe hakimiyeti olağanüstü. Ben Güler gibi Türklüğünden gurur duyan kişilerin sayısının artacağına inanıyorum.

İlk mezuniyet

Bu hafta ilk defa köşemde sektör dışında benim için çok özel bir konuya yer vermek istedim. Dünyadaki en değerli varlığımız ve gurur kaynağımız ’Deniz’imiz Bahçeşehir Bilfen Anaokulu’ndan mezun oldu. ’Anaokulundan da mezun mu olunur muş’ demeyin. Artık günümüz çocukları, okumayı, yazmayı, İngilizce’yi anaokulunda öğrendiği için mezun olup, kep ve cüppe bile giyiyorlar. Okulun başarılı yöneticisi Ayşe Nur Avcı’nın elinden diplomasını alan kızımı inşallah üniversiteden mezun olurken de görürüz. Başlama saatine kadar içeriği tamamen süpriz olan töreni adeta ağzımız açık seyrettik. 5.5-6 yaşındaki çocukların yaptıkları inanılmazdı. Tüm okul yöneticilerini ve öğretmenleri emeklerinden dolayı tebrik ederiz.
Yazının Devamını Oku

Nahum olsaydı F1 ateşi söner miydi

3 Haziran 2009
İlki 21 Ağustos 2005’te gerçekleşen Formula 1 İstanbul Grand Prix’inin beşincisi bu cuma ısınma turlarıyla başlıyor. Ancak hepinizin de yakından şahit olduğu gibi ilk iki yıldan sonra Türkiye’de Formula 1 rüzgarı kesildi. Yollara asılan bir iki afişin dışında tanıtımlar neredeyse tamamen sona erdi. Özellikle bu yıl Türkiye’de F1 tamamen unutuldu. Bunda kuşkusuz global krizin payı büyük. İstanbul Park İşletme Müdürü Can Güçlü, çok açık bir şekilde zarar ettiklerini bu yüzden belediyenin kendilerine tahsis ettikleri alanlara afiş asmak dışında başka bir tanıtım yapamadıklarını söylüyor. Güçlü, tanıtım adına tek suçlunun kendileri olmadığını, taşın altına elini sokmayan şirketlerinde bunda payı olduğunu belirtiriyor.
/images/100/0x0/55ea6618f018fbb8f87d5b1d
200 MİLYON KİŞİ İZLEDİ

Gerçekten bu yıl küresel kriz de olunca, Türkiye’deki şirketler F1 adına yatırım yapmaktan adeta kaçınıyor. Düşünün geçtiğimiz yıl hiç olmazsa çalışanları için 2-3 bin bilet alan şirketler bu yıl bu biletleri bile almaktan vazgeçmiş durumdalar. Bunun sonucunda Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e tribünlerdeki boşluğu gösterip dert yanan Ecclestone, bu yıl ne yapacak merak ediyorum. Halbuki geçtiğimiz yıl İstanbul’daki yarışları tüm dünyada tam 200 milyon kişi izlemiş. Böyle bir fırsat varken ve bu yıl rekabet daha yoğunken, firmaların krizi bahane edip bir köşeye çekilmesi, böylesine önemli bir değerin avucumuzun içinden uçmasını sağlayacak. Can Güçlü’yle konuşurken konu dönüp dolaşıp ’şansa’ geldi. Güçlü, ’Gerçekten şansımız yok. Şansımız olsaydı karşımıza Jan Nahum gibi biri daha çıkardı" diyerek, Türkiye’de F1’in Nahum döneminde nasıl zirveye çıktığını hatırlattı.

NAHUM DÖNEMİ BİR YIL SÜRDÜ

Jan Nahum, Tofaş ve Fiat’ın en tepesinde yöneticilik yaptıktan sonra 2005 yılında Petrol Ofisi’nin başına getirilmişti. Görevine çok hızlı başlayan Nahum, otomotivdeki tecrübesiyle birlikte Türkiye’nin akaryakıt devini uluslararası marka yapmak için kolları sıvamıştı. Formula 1, Nahum’un bu hedefi doğrultusunda büyük bir şans olmuştu. Adeta kısmet ayağına gelmişti. Nahum hemen harekete geçip 2006 yılı başında İstanbul Grand Prix’inin 3 yıllığına isim hakkını almıştı. Bu sayede Formula 1, Türkiye’de ikinci yılında Petrol Ofisi’yle birlikte büyük bir tanıtım atağına kalkmıştı. Yer gök adeta Petrol Ofisi ve Formula 1 tanıtımlarıyla kaplanmış, dünyaca ünlü isimlerin geldiği F1 partileri düzenlenmişti.

HONDA’YA SPONSOR OLDU

Nahum, sadece bununla yetinmeyip Formula 1’in alt kategorisi olan GP2’de takım sponsoru olmuş, takıma da bir Türk pilot yerleştirmişti. Formula 1’de yer alan bir takımı almak veya sponsor olmak için GP2’yle ısınma turları yaptığının mesajlarını veriyordu. Zaten İstanbul yarışında da Petrol Ofisi’nin Honda Racing takımına sponsor olduğunun açıklanması bunu doğrular nitelikteydi. O yarışta tüm dünya Honda takımının aracında Petrol Ofisi logosunu görmüş, Türkiye adına bir ilk gerçekleşmişti. Nahum, bu işbirliğinin sadece Türkiye’deki yarışta değil tüm yarışlarda süreceğinin mesajını da vermişti. Bugün bildiğiniz gibi o zamanki Honda Takımının ismi Brawn oldu ve Formula 1’de adeta fırtınalar estiriyor. Düşünsenize Petrol Ofisi’nin Brawn takımının sponsoru olduğunu. Sonuçta, Jan Nahum yönetimindeki Petrol Ofisi, kabul edin etmeyin, F1’in İstanbul’daki ikinci yılında büyük işler yaptı.

ING BANK KRİZE TAKILDI

Zaten Nahum’un bu başarısının ardından bir çok şirketin patronu da dünya markası olmak adına aynı yolu izlemek gerektiğini söylemiş, Efes Pilsen, Beko, Vestel, Temsa gibi Türk markalarından oluşan bir takımın kurulabileceğini ifade etmişlerdi. Ama Nahum, Formula 1’in üçüncü yılında Petrol Ofisi hakkında yürütelen vergi incelemeleri yüzünden görevinden istifa edince, Türkiye’nin Formula 1 macerası da adeta sona ermişti. Şöyle bir son 3 yıla baktığımda Nahumsuz Petrol Ofisi, isim hakkını 3 yıllığına aldığı için son iki yıl adeta zorla F1’de kaldı. Zaten kontrat bitince de hemen ayrıldı. Şimdi Petrol Ofisi’nin yerine isim hakkını ING Bank aldı. Ama kriz nedeniyle ING’nin de daha ilk yılı olmasına rağmen tanıtım adına hiç bir şey yapmadığını görüyoruz.

ADAM GİBİ ADAMLAR

Kıssadan hisse, Formula 1 ateşinin yeniden alevlenmesi için Jan Nahum gibi vizyoner yöneticilere veya patronlara ihtiyaç var. Dünya markası olma adına F1 gibi dünya çapında bir organizasyonu kullanmamak bence büyük bir kayıptır. İspanya, 10 yıl önce F1’e evasahipliği yapmaya başladığında bizden farklı bir durumda değilmiş. İlk 5 yıl çok fazla destek görmemiş. Ama şimdi F1 sayesinde pisti 140 milyon Euro, ekonomisi ise 300 milyon Euro’dan fazla gelir elde ediyor. Başbakan Erdoğan ne demişti; "Krizi fırsata çevirmek adam gibi adamların işidir." İnşallah F1 fırsatını görebilen adam gibi adamlar çıkarda bizde İspanya gibi sonradan açılırız.

Otomotivde son trend krizde çocuk yapmak

Son dönemde otomotiv sektöründeki bayan arkadaşlarımız sırayla çocuk doğurmaya başladı. Ekim ayında küresel krizi fırsat bilip, ’Nasılsa yoğunluk azalacak’ diye düşünüp hamile kalan arkadaşlardan adeta yarış yapar gibi doğum haberleri gelmeye başladı. Geçtiğimiz hafta ilk doğum haberi motosiklet yazarımız Ayşe Şule Bilgiç’ten geldi. Şarkıcı Kıraç’la evli olan Bilgiç’in ’Iraz Elif’ isimli kızı oldu. Arkasından Çelik Motor’un Basın ve Halkla İlişkiler Yöneticisi Nil Evin’den doğum mesajı geldi. Nil’in de ’Lila isimli bir kızı oldu. Her ikisini de canı gönülden kutluyorum. Bu aralar Çelik Motor’un Pazarlama Müdürü Örgen Atlan’dan da doğum haberi bekliyoruz. Eli kulağındadır. Nil Evin’le arasında bir iki hafta olduğunu hatırlıyorum. Ayrıca Ford Otosan’ın Ürün İletişim Müdürü Gonca Sofuoğlu da hamilelikte son döneme girdi. 1-2 ay içinde ikinci çocuğunu doğurmuş olacak. Atladığım başkaları varsa özür diliyorum. Ama kriz döneminde iş yoğunluğu düşecek diye çocuk yapmak otomotivde son trend. Kızmayın şaka yapıyorum...
Yazının Devamını Oku

Sektörü zor duruma sokan bazı haberler hükümet desteğinin seyrini belirler

27 Mayıs 2009
ÖTV indirimi aksi bir açıklama olmazsa 15 Haziran’da sona erecek. Geçtiğimiz hafta yazdım, ÖTV indiriminin hem sektöre, hem devlete hem de Türk halkına sağladığı getiriler ortadayken sürmemesi büyük bir yönetimsel hata olur. ÖTV indiriminin sürmesi veya hurda teşviği gibi başka bir desteğin verilmesi için tüm sektör seferberlik halinde. Dernekler yeni kabineyi ziyaret ediyor, her ortamda desteğin devam etmesi gerektiğini anlatıyor. Bizlerde basın olarak bu konuda üstümüze düşeni yapmaya çalışıyoruz.

Geçtiğimiz hafta Ford Transic Connect’lerin Amerika’ya ihracat töreninde Ford’un Avrupa Başkanı John Fleming bile çıkıp Başbakan Erdoğan’a "Teşvikleriniz çok etkili oldu ama uzamalı. Ayrıca ticari araçları da kapsamalı’ diyerek bu durumun sadece Türkiye’yi ilgilendirmediğini, Türkiye’de yatırımı olan uluslararası markaların da yakın takibinde olduğunu net bir şekilde gösterdi. Erdoğan da bu mesajı aldığını belirtir nitelikte, "Verdiğimiz teşviklerin etkisini görüyoruz. Bu konuda hassasiyetimiz devam ediyor ve uzatılması konusunda arkadaşlarımız incelemeler yapıyor" açıklamasını yaptı. Yani sonuçta hükümet ÖTV indiriminin nasıl etkili olduğunu, kriz psikolojisinden nasıl kurtulunulduğunun farkında.

Burda hükümetin düşündüğü tek nokta bazı istismarlar. Aslında baktığımızda firmalar veya bayiler istismar yapmadı, bazı kendini bilmez, sektörden anlamayan basın kuruluşları veya gazeteciler ’ÖTV fırsatçılığı’ diye manşetler atıp, sektörü zor durumda bıraktı. Arada otomotiv firmalarından veya bayilerinden kendini bilmezler olmadı mı oldu ama çoğunluğa baktığımızda kimse bindiği dalı kesmedi. Sadece bazı firmalar zorunluluktan ÖTV indirimi sonrasında ithal ettikleri araçlara yüzde 2 veya 3 gibi oranlarda cüzzi döviz farkını ekledi. Bu da çok normal değil mi. Yani kimse çıkıp yüzde 14’lük indirim sağlayan ÖTV teşviği oranında fiyatlarına zam yapmadı. Eğer yaptı diyorsanız o zaman sizde o markanın aracını almak yerine zam yapmayan firmaya yönelseydiniz.

Burdan şuraya gelicem, bir çok otomotiv yetkilisi 15 Haziran sonrasını bu haberlerin etkileyeceği görüşünde. Şunu da belirtmeden geçemiyeceğim, Türkiye’nin en büyük gazetelerinde bu tip haberler çıkmadı. Bu tip haberleri yapanlar sektörü bilmeyen, tanımayan, kulaktan duyma bilgilerle haber yapan gazeteler veya internet siteleri oldu. Bu konuda sektörün yapması gereken şey, bu tip maksatlı haberleri hazırlayanları uyarmaktı. İnşallah şimdi hükümet çıkan ’ÖTV fırsatçıları’ veya ’Hemen zam yaptılar’ haberlerini dikkate almaz da, sektöre desteğini devam ettirir. Aksi takdirde o haberleri yazanlar bu sektörden ekmek yiyen yüzbinlerce insanın ahını alacak.

ABD ihracatının benim için ayrı bir önemi var

Gölcük’te üretilen Ford Transit Connect’in geçtiğimiz hafta Amerika’ya ilk ihracatıyla ilgili düzenlenen törenin, benim için ayrı bir önemi vardı. Çünkü bundan yaklaşık 2.5 yıl önce 29 Aralık’ta Hürriyet’in birinci sayfasında ’Ve ABD’ye otomobil ihraç ediyoruz’ başlığıyla bu haberi ilk yazanlardan biriydim. Ekonomi safyasının manşetine ise ’Ford’un anavatanına Ford satıyoruz’ başlığını atmıştık. Aradan geçen 2.5 yılın ardından geçtiğimiz Cumartesi günü Hürriyet’in birinci sayfasına bu kez ’Amerikalı Ford görsün’ başlığıyla Amerika’ya Transit Connect ihracatının başlaması manşet oldu.

Tören öncesi bir çok otomotiv yetkilisi ’2.5 yıl önce yazdığın haberin bir çıkışını alıp Turgay Durak’a hediye etsene’ diye espiri yapıp, yaptığım işin ne kadar doğru olduğunu net bir şekilde ortaya koydu. Tabiki böyle bir şey yapmadım ama söyledikleri biranda 2.5 yıl öncesine geri dönmemi sağladı. Koç Holding’e CEO olmaya hazırlanan Turgay Durak o dönem Ford Otosan’ın Genel Müdürüydü. 29 Aralık’taki Amerika ihracatı haberinden bir hafta sonra Ford Otosan’ın 2006 yılını değerlendirme toplantısında Durak, bu haberle ilgili soruları geçiştirmek için bize atıfta bulunarak, "Yazanlara sorun" şeklinde espri yapınca olanlar olmuştu. Ertesi gün bazı gazetelere ’Amerika’ya ihracat yapılmayacak’ şeklinde haberler yansıyınca hem haberi yazan biz zor durumda kalmış, hem de ihracatın olmayacağını söyleyenler doğru haberi yalanlamak zorunda kalmıştı. Sonuçta bizim 2.5 yıl önce yazdığımız haber Turgay Durak’la aramızın açılmasını sağlamış, otomotiv basınında gruplaşma yaşanmasına sebep olmuştu. Şimdi tabiki o günleri hatırlayıp gülüyoruz. Ama sonuç olarak ben bugüne kadar doğruluğuna inanmadığım hiç bir habere imza atmadım, atmamda. 2.5 yıl önce yazdığım haberin bugün törenine katılmak bu yüzden benim için çok anlamlı.
Yazının Devamını Oku

Bir taşla 3 kuş vurulmuş ÖTV indirimi devam etmezse ÇOK BÜYÜK HATA OLUR

20 Mayıs 2009
HÜKÜMETİN otomotiv pazarını canlandırmak için 16 Mart’ta yürürlüğe koyduğu ÖTV indiriminin bana göre son iki ayda çok önemli 3 olumlu etkisi oldu. Türk otomotiv sektöründe yüzler yeniden gülmeye başladı. Fabrikalar harıl harıl çalışıyor, işçi çıkartmaları durdu hatta geri alımlar başladı, bayilerin yüzü gülüyor.

ÖTV desteğinin ikinci ve bana göre en önemi etkisi ise psikolojik. Farkındamısınız bilmiyorum ama son iki aydır otomobil rüzgarıyla Türkiye’de adeta kriz unutuldu. Kimsenin kriz haberlerini taktığı yok. Herkes otomobil fırsatını yakalamaya çalışıyor. Bu hükümet adına çok önemli bir avantaj. Çünkü otomotiv sektörü sayesinde, Türkiye’de moralleri yeniden yerine getirdiler.

3’üncü önemli etki ise devletin kasasına giren vergi gelirinin yapılan indirimine rağmen önemli ölçüde artması.

Bugün eğer ÖTV indirimi yapılmamış olsaydı, sektör temsilcilerinin beklentileri doğrultusunda Ocak-Nisan ayları arasında 55 bini otomobil olmak üzere en fazla 85 bin araç satılabilecekti. Ocak ve Şubat’ta toplam 40 bin adet araç satıldığı düşünülürse 85 bin bile bana göre iyimser bir rakam. Mart’ta ÖTV indiriminin devreye girmesiyle bildiğiniz gibi bu sayı 4 ayda 160 bine ulaştı. Bunun da 104 bin 489 adedi otomobil satışlarından oluştu.

Bu noktada indirimli ve indirimsiz olmak üzere hükümetin 4 aylık vergi gelirlerini hesapladığımızda ortaya çıkan sonuçlar çok çarpıcı. Eğer indirim olmasaydı hükümet 4 aylık dönemde 540 milyon TL civarında bir ÖTV geliri toplayacaktı. Bunun 480 milyon TL’si otomobil satışlarından, 60 milyon TL’si ise ticari satışlarından gelecekti. Aynı dönemde satış adetlerine göre KDV geliri de 400 milyon TL civarında olacaktı. Yani hükümetin destek vermemesi halinde 85 bin adetlik toplam otomotiv satışından elde edeceği ÖTV ve KDV geliri 940 milyon TL civarında olacaktı.

Şimdi gelelim işin gerçek boyutuna. ÖTV indirimiyle birlikte toplam satış son iki ayın etkisiyle Ocak-Nisan’da 160 bin adet olarak gerçekleşti. Devletin bu satış artışı sonrası yaptığı vergi indirimine rağmen kasasına giren ÖTV geliri bir anda 675 milyon TL’ye çıktı. Bunun yaklaşık 640 milyon TL’si otomobilden alınan ÖTV, geri kalan 35 milyon TL ise ticari araçtan alınan ÖTV’den oluştu. Aynı dönemde toplam KDV tutarı da otomobilde 470 milyon TL’ye ticari arata ise 214 milyon TL’ye çıktı. Yani 4 aylık dönemde ÖTV indirimine rağmen devletin kasasına giren ÖTV ve KDV gelir toplamı yaklaşık 1 milyar 355 milyon TL’ye ulaştı. Yani bu ne demek, hükümet ÖTV indirimine rağmen kasasına 4 ayda en az 415 milyon TL ek gelir koymuş oldu. Şimdi bu noktada hükümetin bu indirimi devam ettirmesinden başka bir seçenek ben göremiyorum. Zaten devam ettirmesse ortada yönetimsel bir sorun var demektir. Ben kabaca bu rakamları çıkardıysam, herhalde otomotiv sektörü veya sektörle ilgili bakanlıklarda bundan haberdardır. ’Bir taşla 3 kuş’ vurulan bir sonuç ortadayken ben hala ’ÖTV indirimi devam edecek mi etmeyecek mi’ tartışmalarını çok anlamsız buluyorum.

Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu

GEÇTİĞİMİZ hafta hem Türkiye’de hem de dünyada basına Rusya Başbakanı Vlamidir Putin’in kullandığı Rus malı Lada Niva’yla görüntüleri yansıdı. Putin’in aracıyla görüntülenmek istemesi ve hatta basın mensuplarına test bile /images/100/0x0/55ea9fedf018fbb8f88c36c6ettirmesinin tek bir amacı vardı. O da Rus otomotiv sektörünü desteklemek. Bilmeyenler için geçtiğimiz günlerde krizin etkisinin çok fazla hissedildiği Rusya’da hükümet en büyük yerli üreticisi Avtovaz’a 540 milyon dolar (20 milyar ruble) finansal destek sağladı. Putin buna ek olarak bu firmanın modeli olan Niva’yı kullanıp desteğini farklı bir boyutta devam ettiriyor.

Şimdi bu noktada Amerika ve Avrupa ülkelerine bakıldığında da hepsinde benzer desteklerin olduğunu net olarak görüyorsunuz. Bugün Amerika iflasın eşiğindeki otomotiv markalarına destek için adeta seferberlik ilan ederken, Başkan Obama kendi ülkesinin ürettiği bir otomobili makam aracı olarak kullanıyor. Keza Avrupa’da Fransa, İtalya ve Almanya’da da durumlar aynı. Ülkeleri yönetenler kendi halklarına yerli otomobil kullandıklarını gösterip açıkça ’Sizde ülkeniz için yerli araç tercih edin’ mesajı veriyorlar. En azından Putin’in bunu yaptığı çok net.

Şimdi ben Türkiye’ye bakınca bugüne kadar sadece Erdal İnönü ve Bülent Ecevit’in makam aracı olarak yerli tercih ettiğini hatırlıyorum. Belki arada kaçırdıklarım vardır ama genelde Cumhurbaşkanı, Başbakan ve bakanların hatta valiler, kaymakamlar ve belediye başkanlarının bile tercihinin hep ithal ve özellikle Mercedes olduğu aşikar. Eğer Mercedes olmazsa makamına göre Audi ve VW de tercih edilebiliyor. Ama Türkiye’de üretilen Renault Megane, Fiat Linea, Toyota Verso, Ford Transit Connect ve Fiat Doblo’nun kullanılmadığı açık.

’Transit Connect veya Fiat Doblo da makam aracı mı olur’ diye düşünebilirsiniz. Bugün Amerikan Ford’un ikinci adamı olan Lewis Booth bile makam aracı olarak kendine İzmit’te üretilen Transit Connect’i seçmişse çok rahatlıkla Başbakanımız da dahil olmak üzere tüm üst düzey bürokratlar Transit Connect’e veya Fiat Doblo’nun VIP modeline binebilir. Bu araçları tercih etmeyenler için ise yukarıda saydığım gibi bir sürü seçenek var. Yani hükümetin sadece ’kamuda yerli araç tercih edin’ söylemleri yetmiyor, örnek olmak için kendilerinin de yerli araca binmesi gerekiyor. Bu takdirde otomotiv sanayine bence en büyük desteği vereceklerdir.

En garibime giden ise başta eski Maliye Bakanı Kemal Unakıtan olmak üzere bir çok hükümet temsilcisinin ithal otomobilleri düşman gibi gösterip ardından makam aracı olarak çok rahat bir şekilde ithal araçlara binmesi. Bu noktada ’Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu’ dedirten bir örnek de vermeden geçemeyeceğim. Biliyorsunuz eski bakanımız Unakıtan, ÖTV indirimi öncesinde her konuşmasında ’Benden vergi indirimi beklemeyin, ithalatı artırır’ diyordu. Kendisi bunları söylerken makam aracı olarak ithali seçmesini geçtim girişimci oğlu bile yıllardır en pahalı ithal otomobillerden biri olan Ferrari 430 Spyder’a biniyor. Şimdi bu noktada durup düşünülmesi lazım. Ya Putin gibi yerli araca binip sanayiyi destekleyeceksin, ya da çıkıp oğlunun otomobilini değiştireceksin."
Yazının Devamını Oku

OSD’de Koç geleneği devam edecek mi

13 Mayıs 2009
Bugün Türk otomotiv sektörünün gelişiminde, hem içerde hem dışarda ekonominin lokomotifi olmasında Otomotiv Sanayi Derneği’nin (OSD) payı büyük. 1974 yılında kurulan ve 14 Haziran’da 35’inci yılını kutlamaya hazırlanan OSD, Türk otomotiv sanayini hem yurtiçinde hem de yurtdışında yıllardır başarıyla temsil ediyor. Kurulduğunda 11 firmayla, bugün ise 15 firmayla temsil edilen OSD, bir taraftan üretim ve sanayinin gelişmesi için büyük çaba harcarken diğer taraftan üretimde kullanılan her türlü parça ve aksam ile bunları yapacak araç ve gereçlerin Türkiye içinden sağlanması için çalışıyor.

35 YILDA 5 BAŞKAN

OSD’nin 35 yıllık tarihinde 5 başkanı oldu. Hatırlayamayanlar için derneğin ilk başkanı Mustafa Yalman’dı. Yalman o dönem şimdi Askam ismini alan Chrysler Kamyon’u yönetiyordu. Yalman’dan görevi Otosan’ın Genel Müdürü Ahmet Binbir devralırken, Binbir’in ardından ise Uzel Makine’nin Genel Müdürü Ziya Özkan OSD’nin üçüncü başkanı oldu. 1989 yılına gelindiğinde derneğin 15’nci Genel Kurulu’nda başkanlığa Otosan’ın Genel Müdürü Ali İhsan İlkbahar seçildi. Söktörün duayenlerinden İlkbahar 15 yıllık görev süresiyle adeta rekor kırdı. 2004 yılında 15 yıllık başkanlığını tamamlayan İlkbahar görevini o dönem yine Ford Otosan’ın Genel Müdürü olan Turgay Durak’a bıraktı.

Bunları anlatmamın sebebi, Turgay Durak yıl sonunda Koç Holding’in CEO’su olacağı için OSD başkanlığını muhtemelen bırakacak. Bu da yeni başkan seçimini gündeme getirecek. Bu değişim şimdiden sektörde konuşulmaya başlanırken, tartışılan konu ise OSD başkanının yine Koç Holding bünyesindeki şirketlerden mi seçileceği yönünde. Çünkü OSD’nin 35 yıllık tarihine baktığımızda 25 yılında başkanlar Koç Holding bünyesinden seçilmiş. Ahmet Binbir, Ali İhsan İlkbahar ve Turgay Durak’ın ortak özelliği üçünün de Koç Holding’in bünyesindeki Ford Otosan’ın başında olmaları.

4 ŞİRKETİN PAYI YÜZDE 50

Bunun sebepleri de rakamlara bakıldığında çok açık ortada. Koç Holding’in OSD’ye üye şirket sayısı 4. Bu şirketler Tofaş, Ford Otosan, Otokar ve Türk Traktör. 4 şirketin 2008 yılı sonu itibariyle toplam araç üretimi 588 bin 535. Türkiye’de geçtiğimiz yıl toplam otomotiv üretimi ise 1 milyon 171 bin adet. Böyle olunca Koç Holding şirketlerinin toplam üretimdeki payı yüzde 50’yi aşıyor. Bu ihracat rakamlarında da aynı oranda. Yani OSD’ye üye 15 şirketin 11’ü toplam üretimin yüzde 50’sini sahipken 4 Koç şirketi geri kalan yüzde 50’yi üretiyor. Bu da OSD’de Koç ağırlığının artmasına sebep oluyor.

Tabi yeni başkan seçilirken, sadece üretim adetleri belirleyici olmayacak. Seçimde üyelerin oylarını kime vereceği önemli. Baktığımızda Koç Holding dışında OSD’de birden fazla şirketi temsil eden başka grup yok. Koç’un en büyük rakibi Sabancı’yı temsil eden bir tek Temsa bulunuyor. Ama geçmişte Sabancı bünyesinde yer alan Toyota’nın yönetim kademesinde Sabancı kökenli kişilerden oluşması, seçimde etkili olabilir. Ama diğer taraftan yine OSD’ye üye Karsan’ın da Koç Holding kökenli olduğunu unutmamak lazım. Yani Toyota’nın Sabancı, Karsan’ın da Koç Holding bünyesinden bir başkan seçilmesini isteyeceğini farzetsek bile oylar 5’e 2 oluyor.

RENAULT ODD’NİN BAŞINDA

Bu noktada geriye kalan 8 şirketin ne yapacağı çok önemli. Şöyle bir diğer şirketlere baktığımda Koç’un dışında başkan çıkartabilecek en büyük şirket olarak Oyak Renault gözüküyor. Ancak Otomotiv Distribütörleri Derneği’nin (ODD) Başkanı Renault Mais Genel Müdürü İbrahim Aybar olduğu için, bir diğer derneğin başkanlığı Renault için olasılık gözükmüyor. Diğer OSD üyesi şirketler ise Hyundai Assan, Honda, Anadolu Isuzu, Mercedes, MAN, BMC, Hattat. Açıkçası bu şirketlerin vereceği oylar yeni başkanı seçecek.

Bu noktada dernek yine çoğunluğu temsil eden bir gruptan mı başkan çıkaracak yoksa, ’Koç 25 yıldır derneğin başında, biraz da başkası olsun’ mantığıyla mı hareket edecek. Eğer Koç Grubu içinden başkan seçilecekse en büyük adaylar Tofaş CEO’su Ali Pandır ve Ford Otosan’ın seçim dönemi Genel Müdürü olacak kişi olarak öne çıkıyor. (Ford Otosan’da Mike Flewit’in yerine o dönem Baş Genel Müdür yardımcısı Nuri Otay’ın Genel Müdür olma olasılığı çok yüksek). Ama eğer Sabancı Grubu bastırırsa tek adayları kuşkusuz Temsa CEO’su Mehmet Buldurgan olacaktır.

TEZER DEVAM EDECEK Mİ

Açıkçası OSD’nin yeni başkan seçimi çok çetin mücadelelere sahne olacak gibi gözüküyor. Ya bir dönem kapanacak ya da aynı yapı devam edecek. Tabi kim başkan olursa olsun, OSD’nin temel direği, otomotiv sektörünün duayeni olan Ercan Tezer’in durumu bana göre çok daha kritik. Tezer yeni dönemde kalırsa, başkan kim olursa olsun herşey aynı çizgide yüreyecektir. Eğer Tezer, ’Benden bu kadar biraz dinlenmek istiyorum’ deyip ayrılırsa, o zaman yeni Genel Sekreter’in kim olacağı başkandan bile daha büyük önem kazanabilir.
Yazının Devamını Oku

Tofaş’ın eski CEO’su Altavilla Chrysler’in başına geçecek mi

6 Mayıs 2009
BİR şirket düşünün; yaklaşık 4-5 yıl önce batmak üzereyken bugün dünyanın en büyük şirketlerini alacak duruma geldi. Bu şirket hepinizin tahmin etttiği gibi İtalyan Fiat. 2002-2005 yıllarında iflas noktasına gelen ve bir çok fabrikasını kapatıp binlerce işçi çıkartan Fiat, 2005 yılında General Motors’la ortaklığını bitirip, Amerikan şirketten 1.6 milyar Euro para alınca herşeyi tersine çevirmeyi başardı. Fiat’ı bugünkü durumuna getiren 1.6 milyar Euro’luk GM parasının hikayesi de ilginç... GM İTTİFAKI 2005’TE BİTTİ

Ekonomik sıkıntı içinde bulunan Fiat ve GM, 2000 yılında imzaladıkları anlaşma (Master Agreement) ile uluslararası arenada rekabet şanslarını arttırmak için bir ittifak kurmuşlardı. Anlaşmayla GM, Fiat’ın yüzde 10’luk hissesini alırken, Fiat’a 2005 yılı içinde şirketin yüzde 90’ını GM’e satma hakkı veren satış (put) opsiyonu da bulunuyordu. Ancak 2005 yılında mevcut şartların elverişsizliği nedeniyle anlaşmaya itiraz eden GM, bir anlamda Fiat’ın tamamını satın almamak için sahip olduğu yüzde 10’luk Fiat hissesini 1.6 milyar Euro ödeyerek geri vermek zorunda kaldı.

Bu parayla birlikte yeniden yapılanan Fiat, başta yeni CEO’su Sergio Marchionne ve prensleri Luca De Meo ve Alfredo Altavilla ile hızlı bir yükselişe geçti. Sektörün ihtiyacı olan doğru ürünler ve akıllı ortaklıklarla kárlılığını hızla artıran Fiat, adeta bir Amerikan şirketinden aldığı paranın da gücüyle başka bir Amerikan şirketinin ortağı oldu. Bu noktada son 10 yılda Amerikan şirketlerin nasıl kötü yönetildikleri, Avrupalı şirketlerin ise akıllı yönetim manevraları çok net olarak ortaya çıkmış oldu. GM, 2000 yılında Fiat’a ortak olurken 5 yıl sonrasını bile öngörmezken, Fiat ise Chrysler ortaklığında her türlü olasılığı çok net bir şekilde hesaplayarak yola çıktığını ortaya koyuyor.

OBAMA DESTEKLİ ORTAKLIK

Biliyorsunuz yaklaşık 1 yıllık görüşmelerin ve incelemelerin sonunda İtalyan Fiat’ın iflas başvurusunda bulunan Amerikan Chrysler’e Başkan Obama’nın da tam desteğiyle ortak olacağı açıklandı. İtalyan Fiat, Chrysler’in borçları sonrasında oluşturulacak yeni şirkete ilk etapta yüzde 20 ile ortak olacak. ABD hükümeti Chrysler-Fiat ortaklığının yeniden yapılanması süreci için ise 6 milyar dolar ek kredi sağlayacak. Fiat, hükümet kredilerini geri ödedikçe hisse payını yüzde 5’lik üç dilim halinde artırabilecek. Böylece hisse payı yüzde 35’e çıkacak. Kuşkusuz Fiat’ın Chrysler ile birleşme fikrinin ardında ABD pazarına girmek bulunuyor. Chrysler ise bu birleşme sonucu yakıt tasarruflu araç teknolojisine sahip olacak.

ORTAKLIĞIN MİMARI ALTAVILLA

Fiat’ın Amerikan Chrysler ile ortaklığın mimarı ise Marchionne’nin prenslerinden Afredo Altavilla. 2005-2007 yıllarında Tofaş’ın CEO’su olan, Fiat’ın PSA Grubuyla ortak Bursa’da üretmeye başladığı üçüz Minicargo projesine hayata geçiren Altavilla, bugün ise İtalyan Grubun Uluslararası İş Geliştirme Bölümü Başkanı. Yani Fiat’ın dünyadaki tüm işbirliklerini, ortaklıklarını yöneten kişi olan Altavilla, yaklaşık 1 yıldan bu yana da ağırlıklı olarak Amerika operasyonuyla ilgileniyordu. Mart ayında Cenevre fuarında bu konuda görüştüğümüz Altavilla, "Biz uzun yıllardır Amerika pazarında yer almadığımız için bu pazarla ilgili tüm seçenekleri Chrysler’e bıraktık. Onlar pazar koşullarını ve hangi modelin uygun olacağını çok daha iyi biliyorlar. Hangi modeli isterlerse o modeli Amerika pazarına sokacağız. Eğer Doblo ve Fiorino’yu isterlerse tabiki Tofaş devreye girecek. Ama şu an onların istediklerine bağlıyız" açıklamasını yapmıştı.

CHRYSLER’DE 3 FIAT YÖNETİCİSİ

Zaten bugün bütün dünya gazeteleri Fiat- Chrysler ortaklığının perde arkasındaki kişi olarak Altavilla’yı gösteriyor. Fiat Grubu’nun Marcihonne’den sonraki CEO adayı olarak da gösterilen Altavilla’nın Chrysler ile yapılan ortaklık sonrası yönetime girecek 3 Fiat yöneticisinden biri olacağını kesin. Biliyorsunuz, yeniden yapılan Chrysler’in 9 kişilik yönetim kurulunda Birleşik Otomotiv İşçileri Sendikası’nın (UAW) bir, ABD hükümetinin 4, Kanada hükümetinin ise bir bağımsız yöneticisi olacak. Fiat ise yönetim kurulunda 3 koltuğa sahip olabilecek. Bu da diğer üyelerin bağımsız olmasından dolayı Chrysler’in yeni CEO’sunun Fiat tarafından seçileceğini net olarak ortaya koyuyor. Fiat Grubu’nun diğer ortaklıkları ve Opel’e olan ilişkisi de düşünüldüğünde Marchionne’nin adı geçse de CEO olmayacağı kaydediliyor. CEO’luk görevi için ortaklığın mimarı Altavilla’nın ağır bastığı gelen haberler arasında. Bekleyip göreceğiz.

GM ortaklığı da onun eseriydi

1963 yılında İtalya’nın Toronto şehrinde doğan Alfredo Altavilla, 1990 yılında Fiat Auto’ya Uluslararası Ortaklık Geliştirme Departmanında analist göreviyle katıldı. 1992-1995 yılları arasında stratejik planlama ve ürün gelişimi alanlarında sorumluluk aldı. 1995 yılında, Çin Halk Cumhuriyeti Fiat temsilcisi, 1999 yılında Asya ülkeleri Müdürlüğü, 2000 ile 2004 yılları arasında başta General Motors ve Peugeot Citroen ile ortaklıkların kurulması ve geliştirilmesi olmak üzere pek çok projeden sorumlu olarak görev alan Alfredo Altavilla Eylül 2004’de, İş Geliştirme Başkan Yardımcılığı ve Fiat-GM Powertrain Yönetim Kurulu Başkanlığı görevlerine getirildi. 2005 yılında bu görevlerinin yanı sıra Tofaş’ın CEO’su olarak Türkiye’ye gelen Altavilla, 2007 yılında Fiat’taki görevinin yanısıra Powertrain şirketinin CEO’su oldu.

Luca De Meo Eylül’de VW’de işbaşı yapacak

Fiat’ın CEO’su Sergio Marchionne’nin Altavilla’yla birlikte prenslerinden biri olan ve adı CEO adayları arasında da geçen 41 yaşındaki Luca De Meo ise Alman Volkswagen Grubu’ndan gelen teklifle bu yılın başında Fiat’taki görevinden ayrılmıştı. Hem Fiat Grubu’nun Pazarlamadan sorumlu başkanı hem de Alfa Romeo’nun CEO’su olan De Meo, İtalyan şirketle yaptığı kontrata bağlı olarak VW’deki yeni görevine hemen başlayamamıştı. Ancak geçtiğimiz hafta yapılan açıklamayla De Meo’nun Eylül ayında düzenlenen Frankfurt otomobil fuarıyla birlikte VW Grubu’ndaki görevine başlayacağı açıklandı.

Bünyesinde Volkswagen’in dışında Audi, Seat, Skoda, Lamborghini, Bugatti ve Bentley gibi markaları barındıran VW Grubu’nun CEO’su Martin Winterkorn, "Biz De Meo’yu dünyadaki en iyi ürün pazarlama yöneticisi olarak görüyoruz. Onun için oda hazırlıyoruz" açıklamasın yaptı. Winterkorn, VW’nin bugüne kadar ağırlıklı olarak mühendis kökenli bir yapısı olduğunu belirterek, pazarlama konusunda daha iyi olmaya ihtiyaçları olduğunu kaydetti. Fiat’ın 2005 yılından itibaren yükselişe geçmesinin mimarlarından biri olan De Meo, Grande Punto, Bravo, Fiat 500 ve son olarak Alfa Romeo MiTo projelerinin başındaydı.
Yazının Devamını Oku

Ne para ne pul kimse Türkiye’yi onlar gibi dünyaya tanıtamaz

29 Nisan 2009
FRANSIZ Laurent Lepine. Bir çoğunuz bu ismi belki ilk defa duyuyor olabilirsiniz. Kendisi şu anda Nissan’ın Avrupa Başkan Yardımcısı. Ama Türkiye’yle olan ilişkisi bundan tam 15 yıl öncesine dayanıyor. Lepine, 1994 yılında Oyak Renault’un ürün planlama ve iletişim direktörlüğü görevine atanmıştı. 6 yıl bu görevini sürdürdükten sonra 2000 yılında Renault merkeze geri dönmüş ve 2006 yılında Renault’un ortak şirketi olan Nissan’a geçmişti. Lepine, aynı yılın Haziran ayında da Nissan’da satış sonrasından sorumlu Avrupa Başkan Yardımcısı oldu.

MEGANE EN BÜYÜK BAŞARIM

Geçtiğimiz günlerde internette dolaşırken, Laurent Lepine ile yapılan bir söyleyişi dikkatimi çekti. Daha çok özel hayatıyla ilgili soruların sorulduğu bu söyleyişiyi okuyunca Lepine’nin nasıl bir Türkiye hayranı olduğunu çok daha iyi anladım. Türkiye’nin dışında Fransa, İsviçre ve Portekiz’de yaşayan Lepine’nin en unutamadığı anıları ise hep Türkiye’yle ilgiliydi. Söyleyişi de gazetecinin, ’Bugüne kadar ki en büyük kişisel başarınız nedir?’ sorusuna ’Çocuklarım’ cevabını veren Lepine, "Bugüne kadar ki en büyük profesyonel başarınız nedir’ sorusuna cevabı ise hiç tereddütsüz, "1998 yılında ürün planlamanın başındayken Bursa fabrikasında üretilen Megane Sedan’ın piyasaya çıkışıdır. Araç, Türkiye’de iç pazara ve ihracata yönelik üretilen ilk modern otomobildir" olmuş.

Beğendiği 3-4 yazar arasında Orhan Pamuk’un olduğunu söyleyen Lepine, Türkiye’den aldığı kilimlerin ise en büyük koleksiyonlarından birini oluşturduğunu kaydediyor. ’Hayatınızda en unutamadığınız anınız’ sorusuna ise Lepine’nin cevabı yine İstanbul’la ilgili; "1994 yılında ailemle birlikte ilk İstanbul’a gidişimizi hiç unutmam. Boğazı ilk gördüğümüz anki şaşkınlığımızı hala hatırlıyorum. Ayrıca, birçok egzotik kokuyu ve camiden gelen müezzinin sesini duyunca yaşadığımız şaşkınlık hep aklımda. İstanbul’da tam 6 muhteşem yıl geçirdik."

TÜRKİYE’NİN KARİYER ETKİSİ

Tüm bunları yazmamın sebebi, aradan 9 yıl geçmiş olmasına rağmen, İstanbul’un Lepine’in yaşamında ne kadar derin izler bıraktığını göstermek. Lepine, Türkiye’de çalışmış yüzlerce yabancı yöneticiden sadece biri. Bugün Türkiye’nin ekonomik yapısı ve farklı pazar dinamikleri ile yabancı yöneticiler için inanılmaz tecrübeler kazandıkları bir ülke olduğu bir gerçek. Şöyle bir otomotiv sektörüne baktığımda, Türkiye’ye gelip çalışan ve burda kazandığı tecrübelerle yurtdışında çok yüksek pozisyonlara gelen bir çok yabancı yönetici olduğunu görüyorum. Türkiye kesinlikle onların mesleki yaşamlarında önemli bir basamak. Ama diğer taraftan bu yöneticiler bizim dünyadaki en büyük gönüllü elçilerimiz durumunda. Düşünsenize Lepine’nin bu söyleyişisini tüm dünyadan bir çok kişi okumuş veya okuyacaktır. İnanın İstanbul’u bilmeyen biri olsam ve bu yazıyı okusam bir an önce gitmek için can atardım.

GÖNÜLLÜ ELÇİLERİMİZ

Küreselleşen dünyada bugün uluslararası ortaklıklar, Türkiye ekonomisi adına çok önemli. Ama bu ortaklıklar sayesinde ülkeye giren paradan çok yukarıda bahsettiğim gönüllü elçiler bizim geleceğimizi şekillendirecek. Bir çoğunun bulundukları şirketlerin en üst noktalarında olduğunu düşünürseniz, onların anlatacağı İstanbul ve Türkiye yapılacak milyarlarca dolarlık tanıtımlardan daha etkili olacaktır. Yanlış mı düşünüyorum.

Denklemi 2 yıl önce çözmüştüm

Geçtiğimiz hafta Koç Holding Otomotiv Grubu Başkanı Turgay Durak’ın Grubun CEO vekili olduğu, yıl sonunda ise CEO olacağı açıklandı. Bu gelişmeleri duyunca 2 yıl öncesine döndüm. Turgay Durak, henüz Ford Otosan’ın Genel Müdürlüğünden Koç Holding’in Otomotiv Grubu Başkanlığına atanmadan önce ’Koç Holding yeni CEO’yu bu kez Ford’dan mı seçecek’ başlığıyla bir yazı yazmıştım. Bir gazeteci olarak ’bunu ben 2 yıl önce yazmıştım’ demek gerçekten önemli. Ama bunun için müneccim olmanıza da gerek yok. Eğer Koç Holding’in yönetim şeklini doğru okursanız, bu sonuca çok rahat ulaşabilirsiniz. Benim 2 yıl önce Turgay Durak’ın CEO’luğa giden yoluyla ilgili kurduğum denklemi, geçtiğimiz hafta bir çok gazeteci internetten bulup haberlerine çeşni yapmış. Onlar içinde bir kaynak oldum, ne mutlu bana.

Denklemim ise çok basitti. Koç Grubu’nun bundan önceki CEO’larına baktığımızda hepsinin otomotiv kökenli olduğunu görüyordunuz. (Bir tek Bülent Bulgurlu’yu Bülent Özaydınlı’nın ani istifasının ardından Mustafa Koç’un tabiriyle geçici olarak atandığı için ayrı tutuyorum) İnan Kıraç, Temal Atay ve Bülent Özaydınlı Koç Holding’in başına geçmeden önce Tofaş’ın başındaydı. Koç Grubu, CEO’larını otomotiv sektöründen daha doğrusu Tofaş’ı yönetenlerin içinden seçiyordu. Bu kararın ardında da o

dönem Tofaş’ın başarısı ve Türkiye otomotiv sektöründeki gücü geliyordu. Ama son 5-6 yıldır Koç Grubu’nun amiral gemisi Ford Otosan olunca işler otomotiv olarak aynı kaldı ama şirket olarak değişti. Ford Otosan’ın son yıllardaki başarısının ardındaki en önemli pay ise 2002-2007 yılları arasında Genel Müdürlüğünü yapan Turgay Durak’ındı. Ford Otosan’ı dünyanın en iyi Ford fabrikası, satışlarda ve ihracatta lider şirket yapan Turgay Durak’ın ismi de haliyle en büyük CEO adayı olarak öne çıkıyordu.

Şimdi merak edilen Durak’ın CEO olmasının ardından hem Koç Holding’in Otomotiv Grubu Başkanlığına hem de Otomotiv Sanayi Derneği’nin (OSD) başkanlığına kim gelecek. Durak yıl sonuna kadar CEO vekili olduğu için iki görevini de sürdürecek. Ama CEO olunca bu görevlerini bırakmak zorunda. Yerine kimlerin geleceğini ise bekleyip göreceğiz.
Yazının Devamını Oku