30 Kasım 2005
MAALESEF, Başbakan’ın bile bir kez boşluğa düşerek ‘aydınlar toplantısında’ kullandığı ‘demokratik cumhuriyet’ sözcüğü PKK güdümünde yeni Kürt politikasını belirliyor ve yine Başbakan’ın kullandığı alt kimlik-üst kimlik tanımını tıkıyor. Kopenhag Kriterleri ile yetinmeyen bazı Kürt unsurlar yukarıdaki tanıma Uyum Yasaları dışında bir anlam yüklemeye çalışıyorlar.
Onlara göre ‘demokratik cumhuriyet’ iki milletin (Türk ve Kürt) kendi milli kimliklerini demokratik haklar çerçevesinde koruduğu bir cumhuriyet rejimi!
O zaman da mesele şu cümlede tıkanıyor:
‘Sorun bir ulus (milli) devlet olan Türkiye Cumhuriyeti tek milletli (Türk) mi yoksa çift milletli (Türk ve Kürt) bir ülke midir!’
* * *
Şimdi meselenin iç boyutunu burada donduralım ve biraz da dışarıya bakalım.
1999’da uykuya yatırılan PKK neden şimdi tekrar aktif hale geldi?
1999’da Türkiye’nin PKK’nın üzerine gitmesine yardımcı olan, hatta Apo’yu yakalayıp bize teslim eden ABD!
Ancak, 2004 sonlarına gelindiğinde aynı PKK’nın tamamen ABD denetimi altında olan Kuzey Irak’ta yeni koşullar altında, yeni bir strateji ile tekrar aktif hale geldiğini görüyoruz.
Açıkça ifade edersek; Kuzey Irak’ta yerleşik PKK’ya ABD engel olmuyor veya olamıyor!
ABD yetkilileri Irak’ta El Kaide, eski Baas unsurları ve hatta yer yer Şii militanlar ile uğraşırken, huzuru temin edebildikleri tek bölge olan Kuzey Irak’ta Kürtleri rahatsız etmek istemediklerini, üstelik PKK ile mücadele etmek için yeterli enerjilerinin olmadığını söylüyorlar.
* * *
Ancak, şahsi kanaatime göre ABD içinde bazı unsurlar, daha açık yazalım; Pentagon üzerinde kısmi etkisi olan neo-conlar ‘PKK kartını’ ceplerinde tutmak istiyorlar. Bu tavırları 1 Mart Tezkeresi’nin basit bir intikamı değil, pragmatik yaklaşımları ‘gelecek’ ile ilgili ‘Türkiye hesapları’ yapmalarını sağlıyor.
Neo-conlar ABD içinde çok sıkışmış vaziyetteler ve 2006 yılını bu gerçek çerçevesinde planlamak zorundalar.
Neo-conların kibirli ve kendilerini olduklarından daha bilgili/akıllı gören politikaları artık Pentagon ve Cumhuriyetçi Parti içinde dahi tartışılıyor.
Bazı ABD’li askerler neo-conların Pentagon’un tüm yerleşik planlarını kenara iterek, kendi bildikleri üzere Irak’ı işgal ettiklerini, örneğin büyük bir aymazlıkla Irak’ta kendi yanlarına çekmek üzere planlanmış Baas’a bağlı askeri ve güvenlik güçlerini yok ederek illegaliteye ittiklerini ve karşılarına aldıklarını düşünüyorlar.
Cumhuriyetçiler 2006’da Irak’tan kısmi asker çekmek için karar alıyorlar. Bush, rekor oyla tekrar seçildikten sadece 1 yıl sonra kamuoyunun desteği konusunda en düşük dönemini yaşıyor.
2006’nın ilk aylarında Bush’u istifaya zorlamak için ABD’de hazırlık yapıldığı biliniyor.
* * *
Neo-conlar 2006 yılında Irak’tan çekilmeye başlamak zorunda kalabileceklerini öngörerek, bölgede kendi menfaatlerine çalışan unsurları bir nebze olsun koruyabilmek için Türkiye’yi ‘işin içine’ sokmayı planlıyorlar.
PKK’nın son ataklarına Türkiye’ye ‘gel, gel’ yapmak için göz yumulmaktadır!
Yazının Devamını Oku 29 Kasım 2005
ISRARLA yazıyorum: Şemdinli-Hakkári-Yüksekova’da yaşananlar ile (Kuzey) Irak’taki son gelişmeler birbirinden hem bağımsız, hem de yakından ilgili gelişmelerdir.
Kürt meselesi, Türkiye’nin kendi vücudunda yerleşik bir cerahattir; ama genelde, hele hele son dönemde, dışarıdan kaşınmaktadır!Bu hafta üç yazıda yukarıda ifade ettiğim görüşü açacağım.
İlk önce ‘iç cerahat’ meselesini irdeleyelim:
* * *Türkiye; son dönemde vücuduna yerleşmiş cerahati fırlatıp atmak için Kopenhag Kriterleri (Uyum Yasaları) çerçevesinde kendinden beklenen hukuki edimleri yerine getirmiş ve ‘bireysel özgürlükler ve haklar’ açısından oldukça radikal adımlar atmıştır. Kürtler, ‘Uyum Yasaları’ çerçevesinde hak ettikleri hakları büyük çapta aldılar.
Ancak, özgürlükler lehine çıkarılan yasaların Kürtlerin çoğunluk olduğu bölgelerde uygulanması hususunda hálá çok büyük eksiklikler vardır.Hükümetin ‘Kürt meselesinde’ asli görevi, bizzat kendi elleriyle çıkardığı yasaları sivil ve askeri bürokrasiye benimsetmektir.
Yazının Devamını Oku 27 Kasım 2005
TAMAM; ‘alt-üst kimlik’ sarmalında, ‘Şemdinli’de ne olduğunu’ algılamada, ‘AİHM’nin türban kararını’ hazmetmede ve nice meselede anlaşamıyoruz; bari gelin ortak bir derdimizin üzerine gitme girişiminde, sağlığımız ile ilgili tedbir alma konusunda anlaşalım. Sigaranın kamu alanlarında büyük çapta yasaklanması konusunda Sağlık Bakanlığı’na, Sağlık Komisyonu’na, TBMM’ye ve sigara ile mücadele eden sivil toplum örgütlerine destek verelim.
* * *
Yazımın başlığındaki eksikliği de düzeltmem gerekir. Anladığım kadarıyla bir sürü konuda anlaşamayan TBMM’nin üyeleri ‘sigarayı yasaklayan kanun’ konusunda anlaşmışlar, onlar meselenin önemini görmüşler; ama maalesef biz medya olarak bu konuda gereken duyarlılığı göstermiyor, yasağı savunanlara yeterli desteği vermiyor ve kamuoyunu yeteri kadar bilinçlendirmiyoruz.
Sigarayla ilgili artık tartışılması dahi abes hale gelen iki korkunç gerçek var:
1) Sigara sadece akciğer ve doğrudan etkin olduğu dudak, dil, gırtlak, nefes borusu, mide, bağırsak vb. gibi organlarımızda oluşabilen kanserin ana nedeni (yüzde 80-85 nedeni) değil, içinde barındırdığı yüzlerce zehirle vücutta oluşan tüm kanserlerin başat etkenlerinden birisi!
2) Sigara; sadece içenleri değil, aynı zamanda sigara içenlerin yanında bulunarak dumandan etkilenenleri (pasif içicileri) de aynı oranda olumsuz etkiliyor. Onları da sağlıkları açısından risk altına sokuyor.
* * *
Keşke sigara üretimi, tıpkı esrar veya eroin üretimi gibi toptan yasaklansa!
Ancak, şu anda bu kadar radikal bir tavır almak mümkün olmadığına göre, bari sigarayı kamu alanında olabildiğince koparıp atalım.
Sigarayla yıllardır mücadele eden sivil toplum örgütleri elimizdeki yasa taslağının çok iyi olduğunu ve Batı’ya örnek dahi olabileceğini söylüyorlar. Ne mutlu bize!
* * *
Ancak, yasayla ilgili tartışmalarda bir konu beni rahatsız ediyor.
Bazıları ‘sigara içenlerin haklarından’ bahsediyorlar.
Bir liberal-demokrat olarak, benim bu haklara saygılı olmam gerektiğini düşünenler de var.
Herhangi bir bireyi dışlamak, hele hele kendini sigarayla cezalandırmış bir insana saygısızlık etmek haddim değil; ama kusura bakılmasın, herhangi bir doktrinde ‘bireyin kendi kendini zehirleme’ hakkının olduğunu kabul edemiyorum. Kaldı ki, sigara içenlerin ‘pasif içicileri’ zehirleme hakkı katiyen olamaz.
Peki, tiryakileri ortada mı bırakalım?
Asla! Onların tıpkı bir esrarkeş, eroinman, alkolik gibi ‘fizyolojik bağımlılık’ derdine düçar olduklarını göz önüne alarak, tıp otoritelerinin öngördüğü şekilde kendilerine ‘sigarayı tedricen bıraktıracak’ bir program uygulanması için yasa yardımcı olsun.
* * *
Sigara müptelaları sigarayı bırakmanın çok zor olduğunu düşünüyorlar!
Onlara basit bir mesajım var. Takriben 30 yıl sigara içtim. En son, günde 2.5 paket içiyordum. Sonunda bıraktım. İrademin güçlü olduğunu ise katiyen iddia edemem!
Ben bile sigarayı bırakabildiğime göre herkes sigarayı bırakabilir!
* * *
Bu yasa taslağına öncülük eden, destek veren herkese çok teşekkür ederim.
Yazının Devamını Oku 24 Kasım 2005
NETPIA-Türkiye’nin davetlisi olarak İstanbul’a gelen ve Güney (G) Kore’nin eski Enformasyon ve İletişim Bakanlığı’nı yapan Dr. Sang-Hyon Kyong ile kısa bir sohbet etme imkánı buldum. Bu köşeyi takip edenler bilir, her ne kadar bilişim teknolojisi konusunda fazla bir bilgiye sahip olmasam da; 21. yüzyılı kucaklayabilmek ve küresel dünya ile entegre olabilmek için bu yüzyılı peşinden sürükleyen iletişim/bilişim devriminin peşine takılmak gerektiğini hep yazarım.
G.Kore son 10 yıldır bu konuda dev adımlarla ilerliyor. Dr. Kyong, G.Kore’nin 1990’lı yılların son yarısında Uzakdoğu’da yaşanan ekonomik kriz ortamında ülkesini bilişim teknolojisi alanında 10 milyar dolar yatırım yapmaya ikna etmiş bir insan. G.Kore şimdi o dönemde bilişim teknolojisi uğruna yaptığı fedakárlıkların nimetlerini şimdi topluyor.
* * *
Kendisine G.Kore’de devletin bilişim alanındaki politikalarının ülkede bu sektörün gelişimine ne kadar katkıda bulunduğunu soruyorum.
- Başarının birçok nedeni var. Bunların arasında telekomünikasyon sektörünün serbestleştirilerek rekabet ortamının yaratılması, teknolojiye ve işgücü geliştirme programlarına mali destek sağlanması, kritik önem taşıyan faktörler oldu. Ayrıca mükemmel bir ağ altyapısı oluşturulması ve ülke içinde yeni bilişim teknolojisine (BT) dayanan hizmet türlerine talebi canlandırmak için doğru girişimlerde bulunulması da başarının çok önemli nedenleri arasında yer alıyor. Bunların ötesinde, özel sektörün dinamizmi BT sektörüne hızlı büyümesi için gereken enerjiyi sağladı.
Yine merak ediyorum:
- G.Kore’deki internetin kullanım oranı çok yüksek, bunda hangi etkenler rol oynadı?
- Tabii kesin sonuçlar çıkarmak için henüz erken; ama ben birçok etkenin bir araya geldiğini düşünüyorum. Bunların arasında, hazır ve yaygın bir yüksek hız omurgasının varlığı, ileriyi gören devlet politikaları, telefon şirketlerinin cüretkár ama akıllıca riskler almaları, tüketicilerin istekliliği ve demografik özelliklerin uygun olması sayılabilir. Elbette, şans da yabana atılamayacak bir rol oynadı.
* * *
- Sizce Türkiye ve G.Kore, BT sektöründe hangi alanlarda işbirliği yapabilirler?
- Netpia Türkiye’ye baktığımda, Türkiye ve G.Kore arasında, her iki ülke için de yararlı olacak işbirliğinin mükemmel bir somut örneğine şahit oluyorum. İki ülkeden uzmanların ve işadamlarının işbirliği açısından verimli alanları tespit etmek ve belirli işbirliği programlarını hazırlamak amacıyla daha kapsamlı ve sık bir şekilde temaslar yapmaları yararlı olacaktır.
- Türkiye’de BT sektöründe çalışanlara bir tavsiyeniz var mı?
- Genel olarak, nüfusun olabildiğince büyük bir bölümünün BT ürünleri ve hizmetlerinin bedelini karşılayabildiği, bunlardan yararlanabildiği ve bunları talep ettiği bir ortam yaratılması son derece önemli. Devlet, teknoloji çevreleri, fikir liderleri ve özel sektörün yakın bir işbirliğiyle çalışmaları gerekir.
* * *
Bilişim teknolojisinde radikal adımlar atabilmek için devletin bu konuda özel ve kapsamlı bir politika geliştirebilmesi şart!
Dilerim böyle bir devrimci politika geliştirmek bu hükümete nasip olur!
Yazının Devamını Oku 23 Kasım 2005
HÁLÁ iddia ediyorum. 1 Mart Tezkeresi TBMM’den geçse idi, o günlerden beri yazdığım gibi, Türkiye şimdi sınırları içinde karşıladığı ‘meseleleri’ sınır ötesinde göğüsleyebilirdi. Şurası muhakkak ki, Irak Savaşı PKK’ya yeni bir açılım şansı vermiştir. İşin daha acı yönü PKK’nın halk kitlelerine açıkça hükmetmesi imkánını tanımıştır.
* * *
Şemdinli, Hakkári, Yüksekova’da ‘yaşananlar’ uykuya yatmış iki unsurun birlikte harekete geçtiğini göstermektedir. Zaten, bunlar birbirini var eden, birbirinden beslenen unsurlardır. Biri olmadan diğeri hayatiyet kazanamaz.
Şu anda Türkiye yeniden iki unsurun etkisi altına giriyor:
1) Yukarıda belirttiğim gibi PKK yeniden hayatiyet kazanıyor. Üstelik, bu kez ‘siyasi’ zemine kaymaya çalışıyor.
2) Devletin, hukuk süreci ile tarif edilemeyen, derin refleksi de eşzamanlı olarak harekete geçmiş vaziyette.
* * *
1) Irak Savaşı’nın getirdiği ivme ve belki de fırsat ile PKK ‘Apo’ya af!’ sloganı çerçevesinde ‘siyasi sürece’ katılmak gayretine girmiş vaziyette. ‘Demokratik cumhuriyet’ sloganı ile şekillenen ve iki milletli cumhuriyeti öngören bir çözüm arayışı içinde.
2) Buna mukabil, PKK’nın salvosunu kullanarak, parlamento dışı güçleri tekrar etkin kılmak için gayret gösteren statükocu güçlerin tepkisel ve hukuk dışı hareketleri de hem içeride, hem de dışarıda bazı odaklarca destekleniyor.
* * *
2006 yılında; bölgeyi ateş içerisinde bırakarak, ABD’nin Irak’tan çekilmesi ihtimali her geçen gün artıyor.
ABD’de bazı kanatların böyle bir olasılık karşısında, hele hele ABD’nin Suriye ve İran politikaları da göz önüne alınınca, ‘çok fazla güvenmedikleri’ siyasi iktidar yerine, öteden beri işbirliği yapmaya alıştıkları derin devlet mekanizmasının ön plana geçmesini isteyecekleri aşikar.
Öte yanda, dün de yazdım, bu kargaşadan siyasi iktidarın galip çıkmasını isteyen ‘sivil duruş’ da ABD’de varlık gösteriyor. Onlar ise yeni dönemde sivil iktidar ile yeni bir ‘ortak anlayış’ geliştirme arzusu içindeler.
* * *
Böyle bir dönemde Başbakan’ın ‘sancılı bölgeyi’ ziyaret etmesi çok olumlu bir girişimdir. Başbakan’ın yazın gerçekleştirdiği Diyarbakır gezisi altyapısı olmadığı ve Başbakan’ın iradesi dışında şekillendirildiği için hiçbir hedefe ulaşamamıştı.
Ancak şimdi; ziyaretin bizzat gerçekleştirilmesi ‘sivil ve seçilmiş iradenin kendi denetimi dışına çıkmakta olan gelişmelere el koyması’ açısından çok anlamlıdır. Dilerim, ardı arkası gelir.
* * *
Başbakan’ın sivil inisiyatif kullanma çabasında kendisine tüm parlamenter güçlerin destek vermesi de gerekiyor. Bu açıdan TBMM’nin bugün ‘Şemdinli olayları’nı irdeleyecek oturumu çok önemlidir.
Eğer seçilmişler kendilerine emanet edilmiş yasama erkini başka bir güce teslim etmek istemiyorlarsa, Şemdinli’de yaşanan vahim gelişmelere bizzat yürütme erkinin el koyması için hep birlikte Hükümet’e destek vermek zorundalar.
Desteği iktidar milletvekilleri kadar muhalefet milletvekilleri de vermeli!
TBMM bugün sıkı bir imtihandan geçecek!
Yazının Devamını Oku 22 Kasım 2005
GEÇEN hafta Washington D.C.’de edindiğim bazı izlenimleri okurlarla paylaşmak istiyorum. Tabii ki, bu izlenimler görüşebildiğim insanlardan kazandığım görüşlerle sınırlıdır; ama değişik ortamlarda yapılan görüşmelerde bazı ortak paydalar belirince genelleme yapmadan duramadım. Edindiğim izlenimler ile Türkiye’deki bazı gelişmeler arasında da ister istemez irtibat kuruyorum.
ABD yönetimiyle ilgili iki ana tespitim şöyle:
1) Bush yönetiminin, rekor oyla yeniden seçilmesinin sadece 1 yıl ardından, halk desteğini en fazla kaybettiği dönemi yaşadığı açıkça gözlemleniyor.
2) Yönetim, birçok konuda olduğu gibi, Türkiye politikaları ile ilgili olarak ikiye bölünmüş vaziyette.
* * *
1) Bush yönetimine hayatiyet veren bazı ‘neo-con’larda (yeni muhafazakárlar) şimdi ne yapacağını bilemeyen insanların ruh hali hákim. Irak Savaşı’na destek veren Demokratlar açıkça Irak’tan çekilmekten bahsederlerken, Bush’un partidaşları Cumhuriyetçiler bile 2006 yılında Irak’ın güvenliğini Iraklılara bırakmayı öngören tekliflere destek veriyorlar. Kimse artık BOP’u ciddiye almıyor.
Irak’ın bölünme ihtimalini göz ardı etmeyenlerin sayısında ise büyük artış var.
Washington’da Ortadoğu ile ilgili konuşulan 2006 senaryoları, Türkiye açısından tüylerimi ürpertti.
* * *
2) ABD yönetiminde AKP hükümetinin ne zaman ne yapacağını tahmin edilemez bulanlar oldukça büyük ağırlık taşıyorlar. Örneğin, Abdullah Gül’ün geçen hafta yaptığı Şam gezisini, Türkiye’de yansıtılanın aksine, şaşkınlıkla karşıladıklarını belirtiyorlar. Sadece, Türk hükümetinin ziyaret konusunda ısrarlı davranması karşısında, ortak mesajlar verilmesi için destekte bulunulmuş.
Ancak, Başbakan’ın haziran gezisi sonrası ilişkileri değerlendirirken ABD yönetiminin ikiye bölündüğünü açıkça görüyorsunuz.
Bir bölüm (Dışişleri ağırlıklı) ilişkilerde bir nebze olsun haziran sonrası bir düzelme olduğu görüşünde.
Diğer bir bölüm ise (Pentagon ağırlıklı) adeta AKP hükümetini gözden çıkarmışlar. İlişkilerin sadece ‘diplomatik dilde’ düzeldiğini beyan ediyorlar.
Onlar, ABD’nin Ortadoğu politikalarında artık AKP hükümetinin yönettiği/yöneteceği Türkiye’nin fazla bir ağırlığı olamayacağı görüşündeler!
* * *
ABD’de Türkiye ile ilgilenenler ‘Şemdinli olayları’ çerçevesinde ortak bir gözlemde de bulunuyorlar. Bu kişiler:
Türkiye’de 28 Şubat dönemi benzeri ‘kapalı kapılar ardında görüşmelerin’ sayısının hızla arttığı görüşündeler!
Sanki, ‘Şemdinli olayları’ çerçevesinde hükümetin nasıl bir tavır alacağı mercek altına yatırılmış.
Kimileri AKP hükümetinin Şemdinli’de gün ışığına çıkan ‘hükümet-derin devlet’ çekişmesinde hükümetin atak davranıp demokrasi mücadelesinde olumlu puan almasını bekliyorlar.
Kimileri ise hükümet ile rahat çalışamadıkları varsayımıyla adeta ‘derin devlet’in tekrar ön plana geçmesini umut ediyorlar!
* * *
Onlara göre, ‘derin devlet’in ön plana çıktığı bir Türkiye, ABD’ye ‘Ortadoğu politikaları’nda daha fazla yardımcı olabilir!
(Yarın devam edeceğim.)
Yazının Devamını Oku 20 Kasım 2005
KÜRESELLEŞEN dünya ile entegre olmanın en basit ama etkin yolu internet! Artık dünyada internet kullanmayan insanı ‘gelişmiş insan’ saymıyorlar. İnsanlar yeni tanıştıklarında birbirlerinin adını öğrendikten hemen sonra birbirlerinin elektronik posta (e-posta) adreslerini soruyorlar.
Ancak, internetin gelişmesinin önünde büyük bir engel var: Dil sorunu!
İnternetin İngilizce’nin hákimiyeti altında olması, internetin potansiyelinin pek çok kişi tarafından tam olarak keşfedilmesine engel olabiliyor. Ancak, görülen odur ki bu sorun da artık aşılıyor: Ana Dilde İnternet Adresi (ADİA) bu sorunu çözüyor.
Güney Kore kökenli Netpia Şirketi bu alanda başarılı çalışmalar yapıyor.
Artık internette adresleri Türkçe arayacağız.
* * *
ADİA, anadili kullanarak yalın ve kolay tahmin edilebilir adresler kullanılmasını ve ayrım olmaksızın herkesin internetten yararlanabilmesini sağlıyor. Sistem, e-devlet ve e-ticaret uygulamalarından alınan verimi ve katılımı etkin şekilde artırıyor.
* * *
Geçen hafta Tunus’ta yapılan Uluslararası Bilişim Zirvesi’nden sonra Türkiye’yi Ana Dilde İnternet Adresi (ADİA) Sistemi ile tanıştıran Güney Kore kökenli Netpia Şirketi, İstanbul Swissotel’de 22 Kasım 2005 Salı günü bir seminer düzenliyor. Seminerde internette çok dilliliğin sunduğu çözümler incelenecek. Herkesin kendi dilinde adres yazma olanağının internetin geleceğini nasıl etkileyeceği tartışılacak.
Netpia’nın ADİA Sistemi sayesinde gerçek ve tüzel kişiler, herhangi bir adresin önüne (www) veya sonuna konan (com, org, net, vb.) eke gerek kalmadan Türkçe karakterleri de (ğ, ı, ü, ş, ö, ç) içerecek şekilde internet adresi alabiliyorlar. Örneğin, ‘www.basbakanlik.gov.tr’ yerine adres çubuğuna yalnızca ‘başbakanlık’ yazıldığında otomatik olarak başbakanlık sitesine ulaşmak mümkün oluyor.
Paralel olarak, e-posta adreslerinde de Türkçe karakterler kullanılabiliyor.
Vatandaşlık numarasını internetten öğrenmek için sadece ‘kafakáğıdı’ yazmak yeterli olsa hayat ne kadar kolaylaşır!
* * *
22 Kasım’da Swissotel’de yapılacak seminerin konuşmacıları arasında Louis Pouzin de var. Pouzin, bilgisayar iletişiminin öncülerinden biri. Bugün bilgiyi elektronik ortamda, bağımsız bir şekilde bir noktadan diğerine gönderebiliyorsak, bunu Pouzin’in geliştirdiği veri paketleri sistemiyle yapıyoruz.
Seminere ayrıca Güney Kore’nin eski Enformasyon ve İletişim Bakanı Dr. Sang-Hyon Kyong ve Netpia International Tepe Yöneticisi Byung Hun Lee de katılarak birer sunum yapacaklar.
Halen ‘Ana Dilde İnternet Adresi’nin kullanıldığı ülkeler arasında Malezya, Tayland ve Bulgaristan bulunuyor. Japonya, Yunanistan, Arjantin, Lübnan ve Mısır’da ise çalışmalar sürüyor. Sistemin yıl sonuna kadar 20 ülkeye yaygınlaştırılması hedefleniyor. Netpia, Türkiye’de de ‘anadilde internet’ hakkında bilinirlik sağlanması için gayret gösteriyor. İlk dönemde sisteme 15 bin başvuru gerçekleşti.
* * *
Anadilde internetin hayatı çok kolaylaştıracağına ve Türk insanının bu teknoloji harikasıyla yakınlaşmasını sağlayarak 21. yüzyıla entegre olma gayretinde ona büyük adım attıracağına inanıyorum!
Yazının Devamını Oku 17 Kasım 2005
AİHM’nin türbanla ilgili verdiği karar için Başbakan Recep Tayyip Erdoğan diyor ki:<br><br>‘...Mahkemenin bu (türban) konuda söz söyleme hakkı yoktur. Söz söyleme hakkı din ulemasınındır.’ Bu sözlerin basına yansımasından birkaç saat önce, kendisine ister din uleması deyin ister demeyin, Fethullah Gülen Pennsylvania-ABD’de, aralarında bulunduğum bir grup ile yaptığı sohbette, Türkiye’de yıllardır yaşanan ‘laik-Müslüman’ çelişkisi için, kendi özeleştirisini de yaparak, iki tarafı yanlışlarını artık birlikte kabul etmeye çağırıyor:
- Hep beraber tövbe edelim!
* * *
‘Türban yasağı’ konusunda tam 3 yıldır kılını kıpırdatmayan hükümet, tabanına (ilk karar çıkmadan önce) hep ‘AİHM kararının beklenmesi gerektiğini’ söyledi. Umduğu dağlara kar yağınca da, Başbakan iki arada bir derede, yukarıda nakledilen garabet sözleri söylüyor.
Belli ki Başbakan, AİHM’nin kararının özünü (‘tehdit algılaması’) anlamamakta ısrarlı ve üstüne üstlük şimdi de ‘laik alan’ ile ‘dini alan’ı birbirine karıştırıyor.
* * *
Statükonun kökten reddettiği Fethullah Gülen ise büyük bir vakarla, karşılıklı yapılan hataların günahını çıkarmaktan bahsediyor, kendisinin de taraf olarak görüldüğü meselelerde, iğneyi iki tarafa da batırmaya azami dikkat gösteriyor.
Şahsen yıllardır önermeye çalıştığım yaklaşımı o bir cümleyle özetliyor:
- Hep beraber tövbe edelim!
Yılların damıttığı tecrübesiyle Gülen, Türkiye’ye tarafları aşan ortak bir akıl öneriyor.
Türban için AİHM’ye başvurulurken, AİHM doğru dürüst incelenmeden, mesele enine boyuna irdelenmeden acil karar alındığını, şimdi hesapsız varılan son noktanın ‘meseleyi’ iyice tıkadığını ifade ediyor.
Ben kendisinden bir ‘orta yol’ bulmasını bekliyorum; ama o henüz her şeyin çok taze olduğunu düşünüyor. Dilerim, kısa sürede başını örtmeyi Kuran emri kabul eden genç kızlarımızı, çok önem verdiği eğitim konusunda okul dışı kalmaktan kurtaran ‘ortak kabul görecek teklif’ Fethullah Gülen’den gelir!
* * *
İsmi tarihe kazınan devlet adamları ile ismini buza yazan siyasetçiler, ölümden sonra bile akıl ve gönüllerde yaşamayı beceren mütefekkirler ile rüzgár önünde kelam etmeyi hüner zanneden ‘Münevver’in káğıt üzerindeki kocaları arasındaki fark hep birilerinin eylemlerini bilimin (tefekkürün) emrine vermeleri, diğerlerinin ise bilimi (tefekkürü) kendi eylemlerinde zıplama sopası olarak kullanmalarıdır.
Türkiye’de hazmedemediğimiz, ancak gönüldaşlarından da koparıp alamadığımız Fethullah Gülen, bu hafta diğer arkadaşlarla birlikte davetli olduğum iki ABD üniversitesinde ikişer günlük seminerlerde analiz edildi.
Bilimden nasiplerini alamayanlar, Rice Üniversitesi (Houston) ve Chicago Üniversitesi’nin bilimsel ciddiyet katsayısını katiyen kavrayamazlar. Varsın onlar, komplo teorilerini düz zihinlerinin pervasız komplo teorilerine teslim etsinler.
* * *
Eğer, bir insan hele hele sağlığında ‘bilimsel ameliyata’ yatırılarak fikri yönüyle didik didik ediliyorsa, hele hele o insan tefekkürün kuruduğu toprakların insanı ise, onun en büyük karşıtları dahi;
- Fethullah Gülen’i bilim çevreleri neden bu kadar ciddiye alıyorlar, diye sormak zorundalar.
Yazının Devamını Oku