Cüneyt Ülsever

Mukayeseli Turgut Özal analizi

19 Nisan 2006
ÖLÜMÜNÜN 13. yılında "mukayeseli Turgut Özal" yazılarına devam ediyorum. Dün Özal’ın diğer tüm siyasi liderlerden farkının, onlar dünyaya Türkiye’den bakarken, Özal’ın Türkiye’ye dünyadan bakması olduğunu belirtmiştim. Bu bakış açısı ile o Türk insanının zihin haritasını/dünyayı algılama sistematiğini altüst/tersyüz etmişti.

Diğer liderler Türk insanından ya devlete ya da bir cemaate biat eden bir güruhun parçası olmasını beklerken o şahsiyet/birey yaratma derdine düşmüştü.

* * *

Dünyadan Türkiye’ye bakan Turgut Özal, millete kendi kendisini yönetebileceğini (cumhuriyet) öğreten Mustafa Kemal Atatürk’ten sonra, kendine dünya insanı olarak bakmayı (küresel dünya) da öğretme gayretine girerek insanımızın zihin haritasında ikinci büyük devrimi yapmıştır.

* * *

Dünyayı izleyen Turgut Özal, Süleyman Demirel’i bile kat be kat aşarak dünya lideri olma vasfını da kazanan nadir liderlerimizdendir.

O yaşadığı dönemde dünya politikasına aktif müdahalede bulunabilen bir Türk olma özelliğini kazanmıştır.

Bu savıma itiraz edecek olanlar, lütfen arşivlerden 1991-Körfez Savaşı sırasında Turgut Özal ile baba George Bush arasındaki diyaloğu, Özal’ın Bush’a yaptığı tavsiyeleri takip etsinler.

Bugün "çok eksenli politika" yaptıklarını iddia edenler onun Sovyet liderleri, Arap ülkeleri ile kurduğu yakın ilişkiyi irdelesinler.

Bugün Ortadoğu’da "neo-Osmanlı" hayalleri kuranlar, yine arşivlerden Ortadoğu liderlerinin Özal’dan nasıl akıl aldıklarını, ne gibi arabuluculuklar istediklerini araştırsınlar.

Kendi davet ettiği liderden (HAMAS) ABD’den zılgıt yediği için köşe bucak kaçan Başbakan aynı ülkenin başkanına Özal’ın:

- Saddam’ı yıkmadan Ortadoğu’dan çıkmakla yanlış yapıyorsunuz. En geç 10 yıl sonra geri gelmek zorunda kalacaksınız (1991), diyerek adeta geleceği anlattığını bilsin.

* * *

Turgut Özal’dan önce 2-2.5 milyar dolar olan ihracat hacmimiz onun döneminde ve 5-6 yıl içinde 10 milyar dolar seviyesine çıkarak 5 misli artmıştı.

Bu rakam devletin kasasına 5 misli fazla dövizin girmesinin çok ötesinde Türk insanının 50 yılda kat ettiği (1923-83) mesafeye göre sadece 10 yıl içinde (1983-93) 5 misli fazla dünya insanı olması demektir.

Yanında işadamı gezdirerek dış seyahatlere çıkan Özal dış politikayı bir devlet görevi olmaktan çıkarıp tabana yayıyordu.

Dünyaya devlet aygıtı yerine insanla yayılmak onun dünya insanı yaratma çabasının en akıllı ayağıdır.

Dünya ile dost olmanın da en basit ama en etkin yöntemi dünya ile ticaret yapmaktır.

Karşılıklı ekonomik çıkar yaratmak her türlü husumetin en etkin panzehiridir.

* * *

Bugün dış ticaretimiz yine dev adımlarla büyüyor. Ancak, dışarıda etkin ve yetkin olan devlet adamı artık bu topraklarda yetişmiyor.

Şimdiki siyasiler kafa tutuklarını beyan ettikleri devletlere arabulucular yollayarak "yanlış anlaşıldıklarını" tekrar tekrar anlatmayı hüner zannediyorlar.

Devamlı zikzaklar çizdikleri için de güveni tamamen yitirdiklerini, artık kaale alınmadıklarını üzülerek görüyoruz.

Maalesef, değil dışa açılmak, süratle içine kapanan, dünyadaki değişimi değil de tevekkülü tercih eden insan tipine tekrar geri dönüyoruz!
Yazının Devamını Oku

Mukayeseli Turgut Özal analizi

18 Nisan 2006
17 Nisan 1993’te Turgut Özal’ı kaybettik. Aradan tam 13 yıl geçti. Özal’dan sonra birçok başbakanımız, iki de cumhurbaşkanımız oldu. Ondan sonra gelen tüm başbakan ve cumhurbaşkanlarını elimizde olmadan hep Turgut Özal ile mukayese ettik. Son Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı da Turgut Özal ile mukayese edenlere rastladık. Ben bugün açıkça eleştirdiğim Erdoğan’a iktidar olmadan önce, mağdur döneminde sahip çıktım. Ancak, ilk günden beri onun Turgut Özal ile mukayese edilmesine hep karşı idim.

Ölümünün ardından 13 yıl geçtikten sonra bu haftayı "Turgut Özal Haftası" ilan ediyorum.

Zira bu hafta, bulduğuyla yetinen Türk milletine sadece 13 yıl önce nasıl bir dünya algılamasına sahip olduğunu hatırlatmayı bir görev bildim.

İnancım odur ki; ondan sonra gelen liderler, başta Süleyman Demirel ve en son Recep Tayyip Erdoğan da dahil olmak üzere, belki rakamlarla Türkiye’yi büyütüyorlar; ama ısrarla ve inatla Türk insanının akıl haritasını/düşünce sistematiğini küçültüyorlar.

* * *

Kanımca diğerlerinden en önemli fark:

Turgut Özal öncesi ve sonrası Türkiye’yi yöneten liderler dünyaya Türkiye’den bakarken, bir tek onun Türkiye’ye dünyadan bakmasıdır.

Bir tek o dünyayı izleyerek, analiz ederek, gidişatı takip ederek Türkiye’ye yön vermeye çalıştı. Bu gayreti sonucu da onun Türk insanına en büyük katkısı, Türk insanının o güne dek sahip olduğu dünyayı ve kendini algılama sistematiğini altüst/tersyüz etmesidir.

* * *

Turgut Özal öncesi ve maalesef şimdi tekrar; içine kapanık, ürkek, şüpheci, iktidarda olsa dahi bunu kavramaktan aciz, ufacık meseleleri mesele zanneden, ama devlete ama cemaate biat etmeyi var oluş gerekçesi addeden, birbirine dargın, gerilimi varlığının ispatı sanan ve en önemlisi edilgen bir "insan prototipi" toplumumuza egemen olmuştur.

Kendisine, ama devlet aygıtı ama cemaat tarafından "güruh" muamelesi yapıldığından, kendini benzemeye çalıştığı her kim ise aynen onun fotokopisi olarak gören "normal yurdum insanı" prototipini zamanında altüst/tersyüz ettiği için Turgut Özal, Mustafa Kemal Atatürk’ten sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin yetiştirdiği en önemli liderdir.

* * *

Lideri lider yapan sadece çıkardığı müspet kanunlar, arz ettiği olanaklar ve hatta bir yerden sonra ülkenin ulaştığı ekonomik rakamlar değildir.

Lideri lider yapan özellik, yönettiği insanların zihniyetine yaptığı katkıyla ölçülür.

Menkıbeye göre Hz. İbrahim, Cenab-ı Allah ile görüştüğünde O’na öyle sualler sorar ki Allah, "Yoksa bana inanmıyor musun?" diye irdeler.

Hálá suallerine cevap arayan Hz. İbrahim de Allah’a;

- Önce aklıma yer et ki, gönlüme yerleşesin, cevabını verir.

Asıl olan, büyüğü büyük yapan, onun yönettiğinin duygu dünyasına bile zihin/akıl haritasına nüfuz ederek yerleşmesidir.

* * *

Türkiye’ye dünyadan bakan Turgut Özal, kendine en büyük gayret olarak Türk insanını dünya insanı yapmayı seçmişti.

O güne dek kendine "güruh" muamelesi yapıldığı için üzerindeki otorite her ne ise sadece ona biat ederek var olacağını sanan insanımıza kendisinin bir şahsiyet/birey olduğunu öğretme gayreti en fazla Turgut Özal’da tezahür etmiştir.

Girişken, kendi farkını fark eden, rekabete açık, dünyaya nüfuz etmeye çalışan, bilim ve teknolojiyle barışık, diğerlerinin farkını kabul eden, uzlaşmanın erdemini benimsemiş, devletin/cemaatin salt emrinde olmayı hazmedemeyen insan prototipi bu ülkede 1983-1993 yılları arasında zuhur etmişti. (Yarın devam edeceğim.)



Yazının Devamını Oku

Alavere dalavere Kürt Memet nöbete

16 Nisan 2006
ÖNCE gazeteden bir alıntı:<br><br>"Başbakan Erdoğan, Tunceli’deki konuşmasında Kürt kökenli vatandaşların devlete sahip çıkmasını istedi.

Erdoğan, ’Etnik kimliği Kürt’tür... Anayasa’da her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının tanımı vardır. Nedir o; Türk’tür’ dedi... ’Ben bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım, etnik kimliğim benim Kürt’tür, etnik kimliğim Laz’dır, Çerkez’dir, Gürcü’dür, Abaza’dır, Arnavut’tur, Boşnak’tır’ vesaire bunu der. Ama ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım. Anayasa’daki vatandaşlık olarak her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının tanımı vardır. Nedir o; Türk’tür. El ele, omuz omuza bizi kimse tutamaz, bu birliğimizi beraberliğimizi yaygınlaştırırsak kan, kin, ölüm bunu bozamaz." (Hürriyet-15.04.2006)

* * *Aynı Recep Tayyip Erdoğan, son 6 ayda aynı konuda neler demişti?

- Meseleleri demokratik cumhuriyet ile çözeriz.

- Kürt sorunu vardır!

Yazının Devamını Oku

Kakofonik dış politika

13 Nisan 2006
CÜNEYD Zapsu’nun ABD’de sarf ettiği sözlerin İngilizce metnini okuyunca, Türkçe tercümenin yanlış yapıldığı değil; ama ifadesindeki muhtevanın çarpıtıldığı zehabına kapıldım. Bir bütünün içinden belirli cümleleri alıp ayıklarsanız, pekálá muhteva başka bir havaya bürünebiliyor. Zapsu’nun cümleleri içinden çarpıcı olanlar seçilip sadece onlar basına yansıtılınca muhteva da yara almış.

Ancak, Zapsu’nun söylemek istediklerini İngilizce söylerken yanlış kelimeler seçerek kastını aştığı da aşikár.

Zapsu, Recep Tayyip Erdoğan’ın ABD’de neredeyse tüm kredisini yitirdiğini biliyor. Zaten gezinin amacı da bu hasarı bir nebze olsun tamir etmek. Ancak, orada karşılaştığı açık tepkiler de üzerine binince büyük bir ihtimalle kendini baskı altında hissediyor ve anladığım kadarıyla "Tamam, ona güvenmiyorsunuz ama o hem Müslüman dünyada büyük itibar görüyor, hem de Batı’ya en yakın Müslüman lider. Bu durumdan (iki dünyaya da yakın durma) yararlanmaya/faydalanmaya bakın" mealli sözlerle "kurtarma operasyonu"na niyetleniyor.

Ancak, kaş yaparken göz çıkarıyor!

"İtibarından yararlanma"yı vurgulamaya yönelik savunma mantığını kurarken kastını aşan ve Başbakan’a irtifa kaybettiren "exploit" (sömürme), "use" (kullanma) gibi talihsiz sözler kullanıyor. Sonunda da "take advantage of this man" sözleriyle "bu adamdan yararlanın/faydalanın" anlamına en yakın gelen sözleri yakalıyor.

Ancak, burada da durmayıp "pushing him down" (aşağı iterek/devirerek), "putting him to drain" (kanaldan akıtarak) türü garabet sözler de kullanınca sözleri şirazesinden tamamen çıkıyor.

Esasında bu sözlerle Zapsu, istemeden de olsa bilinçaltını ortaya çıkarıyor.

Zira, AKP’nin dış politika anlayışı hem ABD’nin gücünün reddiyesi, hem de ona karşı duyulan muazzam bir korku üzerine kurulu.

Önemle Başbakan’ın zihin haritasında ABD’nin onu devirebileceğine dair pekişmiş bir inanç var ve bu inanç son günlerde ruh halini bozacak seviyede.

* * *

"İşleri ehline değil, yakınına yaptırma" psikozu Başbakan’da çok güçlü. Zira insanlarla irtibatını çağdaş dünyanın yöntemi olan "akıl ilişkisi" üzerine değil "güven/bağlılık" kavramlarının özel anlam kazandığı "cemaat ilişkisi" üzerine inşa ediyor.

Yönetimi ehline teslim edemeyen Başbakan, son örnekte de görüldüğü gibi kendi kalesine gol atan bir duruma düşüyor.

Ne diyelim, kendi düşen ağlamaz!

* * *

Dış politikada Başbakanlık ofisi danışmanları var. Hükümet var. Dışişleri var. Ama, devlet politikası olan dış politikada bulunması gereken Cumhurbaşkanlığı, AB müzakerecisi, TSK vb. yok!

Politika oluştururken aktif rol alan aktörler, dışlanan aktörlerle hiçbir irtibata girmediği gibi, kendi aralarında da uyum içinde değiller!

Başbakanlık ofisi, hükümet, dışişleri birbirlerinden habersiz davranmakta ısrarlı!

* * *

Bunun içindir ki; daha ilk gün "ABD ilişkilerinde 1 Mart Tezkeresi’nden daha çok yara açacak" diye eleştirdiğim HAMAS ziyaretinde Dışişleri habersiz, hükümet çaresiz idi.

Başbakan’ın danışmanları maalesef Suriyeli gazeteci ile daha yakın irtibat içinde idiler.

Sonunda ortaya çıkan acı resim, Başbakan’ın kendi payitahtında kendi misafirlerinden an be an kaçırılması oldu! Zira, haberdar ettiklerini söyledikleri ABD’den ağır darbe yemişlerdi.

Esas garabet bu.

Cüneyd Zapsu’nun sözleri bunun yanında sade suya tirittir!
Yazının Devamını Oku

Türk kimliğini giderek AKP belirliyor

12 Nisan 2006
DÜN Tempo dergisinin Bilgi Üniversitesi ve Infakto Research Workshop’a yaptırdığı Milliyetçilik Araştırması’nın şahsi görüşüme göre çok önemli bir gelişmeye parmak bastığını vurgulamaya çalıştım. Özetle, tezim şu şekilde:

Türk milliyetçiliğinin kimlik tarifine AKP’ye kaynaklık eden "mili görüş" giderek daha fazla egemen olmakta! Türklerin kim olduğuna ve dünyayı nasıl kavradığına dair tanımlarda, insanımızın zihin haritasında "milli görüş"ün katkısı giderek büyüyor.

Dün, eldeki araştırmaya dayanarak Recep Tayyip Erdoğan’ın en büyük milliyetçi lider seçilmesini, AB uğruna vazgeçilmemesi gereken değerlerin başında "din" ile "örf ve adetlerin" sıralanmasını, vazgeçilmeyecek değerler arasında "egemenlik hakları"nın ancak üçüncü gelmesini, deneklerin Türkiye’den sonra kendilerini "Türk dünyası"na oranla "İslam dünyası"na iki misli yakın hissetmelerini gerekçelerim olarak sıraladım.

Bugün yine aynı araştırmaya dayanarak gerekçelerimi sıralamaya devam ediyorum:

* * *

1) Denekler Müslüman olmayanın Türk olabileceğini, hatta Türkçe bilmeyenin de Türk olabileceğini kabullendikten sonra "Türklükle bağdaşmayacak" unsurların en başına "dinsiz olma"yı koyuyor, "Yahudi veya Hıristiyan olmayı" da ikinci sıraya oturtuyorlar!

2) Benim karşı çıktığım ama Recep Tayyip Erdoğan’ın savunduğu "Türkiyelilik" kavramı "Bu sıfatlardan hangisi sizi en iyi tanımlar?" sorusunda "vatansever" (%50.4) kavramından sonra ikinci sıraya oturuyor. Elimde hiçbir ölçüm yok ama eminim ki R.T. Erdoğan bu kavramı ortaya atmadan evvel yapılacak bir "milliyetçilik araştırması"nda "Türkiyeli" kavramı ikinci sıraya oturamaz, hatta itici bulunurdu. İlginçtir, bir "milliyetçilik araştırması"nda insanlar kendilerini tanımlamak için "milliyetçilik" kavramını ancak üçüncü sırada kullanıyor. "Ülkücü" tanımı ise 7. sırada (%4.6) ve "ulusalcı" (%6.8) tanımının altında yer alıyor.

* * *

3) "Bir Türk milliyetçisi hangi unsurlara en çok önem vermelidir" sorusuna verilen "Türkiye’nin bölünmez bütünlüğü" cevabı %59.8 ile birinci geliyor ama "Müslümanlığa" (%13.6) cevabı "Türk dili" (%2) cevabının çok üzerinde puan alıyor.

4) "En milliyetçi parti" sıralamasında MHP (%41.9) birinci sırayı alıyor ancak hemen altında ikinci sırada AKP (%28.5) yer alıyor. AKP; BBP, DYP, CHP, SP, DSP ve Genç Parti’den çok daha milliyetçi bulunmuş.

* * *

"Milliyetçilik araştırması"ndan çok "kimlik tarifi" araştırmasına dönüşen çalışmanın bilimselliğinden zerre kadar şüphe etmiyorum.

Bu güvene dayanarak vurgulamaya çalıştığım husus AKP tarafından reforma uğratılmış "milli görüş"ün son yıllarda Türk insanının zihin haritasının düşünme sistematiğine büyük etki yaptığıdır.

Dindarlığın değil, milliyetçiliğin sorgulanması sırasında dini değerlerin kendi sınırını aşarak milliyetçilik alanına da bu derece güçlü nüfuz etmesi tüm siyasi aktörlerce dikkate alınması gereken bir olgu.

* * *

AKP’nin ideolojik alanda da, zihin yapılarına nüfuz ederek yükselmesi kendileri açısından büyük bir başarı. "İktidar olmaları" bu gelişmeyi açıklamaya tek başına yetmez. Ne iktidarlar gördük ki insanların zihin yapılarına zerre kadar nüfuz edemediler!

* * *

Çıkan neticeleri beğenip beğenmemekte serbestsiniz!

Ancak, kabul etmek durumundasınız ki Turgut Özal’dan beri bir siyasi akımın Türk insanının zihin haritasına bu kadar güçlü nüfuz etmesi oldukça önemli!
Yazının Devamını Oku

Türk kimliğini giderek AKP belirliyor

11 Nisan 2006
TEMPO Dergisi’nin Bilgi Üniversitesi ve Infakto Research Workshop’a yaptırdığı Milliyetçilik Araştırması, şahsi görüşüme göre çok önemli bir gelişmeye parmak basıyor. Araştırmayı yapan İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Doç. Dr. Umut Özkırımlı ve danışmanlar Yrd. Doç. Dr. Pınar Uyan ile Infakto Research Workshop’tan Dr. Emre Erdoğan ve Güçlü Atılgan, yorumlarında benim vardığım sonuçlara ulaşmıyorlar ama ben onların araştırmasından kendime göre çok önemli ve bir o kadar şaşırtıcı bir sonuç çıkarıyorum:

Türk milliyetçiliğinin kimlik tarifine, AKP’ye kaynaklık eden "milli görüş" giderek daha fazla egemen olmakta.

Diğer bir deyişle; Türklerin kim olduğuna ve dünyayı nasıl kavradığına dair tanımlarda "milli görüş"ün katkısı giderek büyüyor.

Kimlik tarifinde "milli görüş" kendi cemaatçi İslami kimlik anlayışını başka bir alanda, milli alanda da etkin kılmaya başlamış.

* * *

2000’li yılların başlarında dahi ideolojik alanda milliyetçiliği MHP ve değişik vurgular ile merkez sağ partiler temsil ederlerdi.

Milli görüş kaynağından beslenen Milli Nizam-Milli Selamet-Refah-Saadet Partileri ise İslami kimliği öne çıkaran bir anlayış sergilerlerdi.

Bu akımlar Türk insanının iki ana kimliğinden esinlenirlerdi; ama her iki "tarif" ortak noktaları olmasına rağmen özde ayrı kamplarda addedilirdi.

Sadece BBP marjinal bir parti olarak hem milliyetçiliği, hem de İslami kimliği eşit yakınlıkta kucaklıyordu.

* * *

2006 yılına ulaşıldığında ise milli görüş kendi alanındaki İslami kimliği korumaya devam etmekle beraber, geçirdiği evrim (AKP) ile birlikte milliyetçilik kimliğini de kapsamaya başlamış!

Kendi alanını (İslami kimlik) hem koruyor, hem de bir başka alana (milliyetçilik) sızıyor!

Bugün ve yarın sizlere bu kanaate nasıl ulaştığımı Tempo Dergisi’nin Milliyetçilik Araştırması’nda orta çıkan bazı bulgular çerçevesinde gerekçelendirmeye çalışacağım.

1) Denekler, Mustafa Kemal Atatürk’ten sonra "en büyük Türk milliyetçisi" olarak Mehmet Akif Ersoy’u görüyorlar. Ancak, daha da önemlisi "şu andaki siyasi liderlerin en milliyetçisi" olarak Devlet Bahçeli (% 30.5), Mehmet Ağar (% 17.6), Deniz Baykal (% 14.4) ve Erkan Mumcu’nun (% 7) önünde birinci sıraya Recep Tayyip Erdoğan’ı oturtuyorlar!

Üstelik Recep Tayyip Erdoğan, en yakın takipçisi ve dahi MHP’nin Genel Başkanı Devlet Bahçeli’ye 10 puan fark atıyor.

* * *

2) "AB’ye girmenin Türkiye’ye yapacağı en büyük katkı" sorusuna birinci sırada verilen "insan haklarına daha fazla önem verilmesi" cevabı tipik bir AKP’li bakış açısı.

3) AB üyeliği için vazgeçilmemesi gereken kimlik vasıfları arasında "din" % 37.2 ile en önde geliyor, "örf ve ádetler" % 14.6 ile ikinci. Klasik milliyetçi duruşu ifade eden "egemenlik hakları" ise % 14.6 ile ancak üçüncü sırada.

* * *

4) "Kendinizi en fazla hangi yere ait hissediyorsunuz?" mealli bir soruya verilen "Türkiye" cevabı, haliyle % 50.4 ile en büyük cevap kümesini oluşturuyor.

Ama denekler kendilerini "İslam dünyası"na (% 14.5), "Türk dünyası"ndan (% 7.3) neredeyse iki misli daha yakın hissediyorlar.

(Yarın devam edeceğim.)
Yazının Devamını Oku

ABD’ye açık uyarı!

9 Nisan 2006
GÜNDEMDE Türkiye’yi son dönemde kıskacına alan bir kavramın irdelendiği çok önemli bir araştırma var: Tempo Dergisi’nin Bilgi Üniversitesi ve Infakto Research Workshop’a yaptırdığı Milliyetçilik Araştırması.

Araştırmanın yöneticiliğini İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Doç. Dr. Umut Özkırımlı yapmış. Projede yine aynı bölümden Yrd. Doç. Dr. Pınar Uyan, Infakto Research Workshop’tan Dr. Emre Erdoğan ve Güçlü Atılgan danışman olarak yer almışlar. Saha araştırması 18-28 Şubat 2006 tarihleri arasında Infakto Research Workshop tarafından yapılmış. Türkiye genelinde 15 ilin kentsel ve kırsal yerleşim birimlerinde yüz yüze görüşme yöntemiyle gerçekleştirilen araştırmada 18 yaş ve üstünü temsil eden 800 kişilik bir örneklem kullanılmış.

Bu ciddi araştırmanın bulguları çerçevesinde haftaya milliyetçilik kavramını irdeleyeceğim.

Ancak, bugün araştırmanın sadece bir bulgusu üzerinde duracağım ve bu bulguya dayanarak ABD’li dostlara ciddi bir uyarıda bulunacağım.

* * *

Araştırmanın bir bölümünde örneklemlere şu soru sorulmuş:

"Ülkemizin güvenliğine yönelik en büyük tehdit, şimdi sayacaklarımın hangisinden gelmektedir?"

Önce dikkat buyurun, soru bir başka ülkeyle ilgili "sevgiyi-nefreti" veya "takdiri-yermeyi" sorgulamıyor.

Bir ülkenin vatandaşları, hele hele kendini mazlum hisseden, kendi ülkesini daha güçlü ülkelerden etkilenmeye çok açık bulan bir ülkenin vatandaşları; kendileri açısından çok hassas olan bir konuda, "tehdit algılaması" konusunda sorgulanıyorlar.

Kaldı ki, "tehdit algılamasını" dünyanın en güçlü ülkesi ABD’nin vatandaşları da artık çok iyi tanıyorlar. Onlar da kendi vatanlarında bir türlü yenemedikleri "terör" ile tanıştıktan sonra özellikle bu kavramın yarattığı "korku" duygusunu çok iyi tanıyorlar.

Toplumların algılamalarında önemli olan gerçeğin ne olduğu değil, adı üzerinde gerçeğin nasıl algılandığıdır!

* * *

Türkiye halkının "tehdit algılaması"nda ortaya ortaya çıkan tablo şöyle:

1) ABD: % 35, 2) Irak’ta kurulabilecek bir bağımsız Kürt devleti: % 25.8, 3) Yunanistan: % 9.5, 4) AB: % 5.5, 5) İsrail: % 4, 6) Irak: % 3.5, 7) İran: % 1.5, 8) Rusya: % 0.3, 9) Diğer: % 1.1, 10) Hiçbiri: % 1.9, 11) Bilmiyor: % 8.2!

Türk halkının Irak’ta kurulabilecek "Bağımsız Kürdistan"ı tehdit olarak algılaması, ülkenin bölünme korkusunu körüklemesi kadar bunun sorumlusu veya kışkırtıcısı olarak yine ABD’nin görülmesi ile yakından ilgilidir.

Bu konuda da hesap ABD’ye çıkarılmaktadır.

Buna göre; ABD kökenli tehdit algılamasını % 60.8 olarak da okuyabilirsiniz!

* * *

Öte yanda "ezeli düşmanımız Yunanistan"dan algıladığımız tehdidin çok düştüğünü (% 9.5) ve diğer ülkelerle ilgili "tehdit algılaması"nın ciddiye alınmayacak seviyede olduğunu görüyoruz.

ABD için en büyük tehdit kaynağı İran ise komşusu Türkiye tarafından (% 1.5) neredeyse hiç kaale alınmıyor!

Abartalım ve diyelim ki, "kabahatin" yarısı bizde! Diğer yarısı ise haydi haydi ABD’de!

* * *

Dilerim; Ortadoğu politikalarında Türkiye’den beklentileri olan ABD’li yöneticiler, bu bulguları dikkatli değerlendirirler, doğru analiz ederler.
Yazının Devamını Oku

’Hükümetin ne Kürt ne de Ortadoğu politikası var’

6 Nisan 2006
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın yaz aylarında "aydınlar" ile yaptığı görüşme ve Diyarbakır’ı ziyaretinden sonra 23 Ağustos 2005 tarihinde yazdığım yazıda sorduğum soruları bugün aynı yazı başlığı ile tekrar ediyorum. Hatırlarsınız, o tarihte Başbakan’ın "Kürt meselesi"ne sahip çıkması(!) bazı "aydınlar" tarafından alkışlarla karşılanmıştı.

Aradan 7 ay 14 gün geçtikten sonra aynı soruları tekrar aynı "aydınlar"a soruyorum.

* * *

"1) Başbakan (aydınlara) ...’demokratik cumhuriyet’ten bahsetti. ’Demokratik cumhuriyet’ terimini Abdullah Öcalan kullanıyor ve mealen ’iki eşit milletin kurduğu cumhuriyetin aynı çatı altında ama iki ayrı kimlik olarak demokratik haklarını kullanmasını" kastediyor. Başbakan neyi kastediyor?...

2) Aynı Başbakan, iki gün sonra Diyarbakır’da klasik söyleme döndü ve ’tek bayrak, tek devlet, tek millet’ten dem vurdu. Ancak, sonradan tekrar çark etti ve aynen ’...Bunlar birer alt kimliktir. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı başlığı altında toplanmaktadır. Ülkemizde 30’a yakın etnik kimlik var. Bununla Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını birbirine karıştırmayalım’ dedi. (Radikal-22.08.05)

Başbakan ’demokratik cumhuriyet’ terimi ile ’tek millet’i mi kastediyor, yoksa ’alt kimliklerin, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı başlığı altında toplanmasını’ mı? Bu iki terim farklı anlamlar taşıyor. Ben hangisini kastettiğini bir türlü anlayamadım, siz ’aydınlar’ anladınız mı?

* * *

3) Başbakan’ı Diyarbakır’da 500-600 kişi dinledi. Halbuki seçimlerde AKP Diyarbakır’da % 34 oy almıştı. Bu insanlar AKP’ye oy vermekten korkmadılar da Başbakan’ı dinlemekten mi korktular? Üstelik, ’Terörü siz bitireceksiniz!’ diyen danışmanları bu kadar gürültüden sonra Başbakan’ın zor duruma düşeceğini, parsayı PKK’nın toplayacağını neden hesaplayamadılar? AKP örgütü, bu kadar önemli bir gövde gösterisi için, neden sadece 500-600 kişi toparladı?

4) Başbakan en son ’Kürt meselesi ayrı, PKK terörü ayrı’ dedi. ’Aydınlar’ olarak Başbakan’a, ’Hiçbir yazılı doküman alışverişi olmayan, hatta kalem bile verilmeyen Apo 1999’da 12, 2000’de 13, 2001’de 24, 2002’de 3, 2004’te 28 (rekor yıl, Erdoğan’ın başbakan olduğu yıl) ve 2005’te şimdiye dek 9 adet olmak üzere toplam 101 görüşme notunu İmralı’dan nasıl yayınlattı?’ diye sorar mısınız?

Başbakan bu konuda ne düşünüyor? Ne tedbir alıyor?

5) ...Başbakan’ın ele aldığı şekliyle ’Kürt sorunu vardır’ çıkışından sonra ’Sayın Abdullah Öcalan’ sözleri medyada çok daha rahat ve çok daha fazla sayıda yayınlanır hale geldi. Siz bu yargıma katılır mısınız?"

* * *

Bunlar cevabını hálá almadığım eski sorular. Başbakan’a da 7 ay 14 gün sonra soruyorum:

1) "Kürt meselesi"ni ortaya attığınız günden beri "demokratik cumhuriyet" adına ne yaptınız, ne gibi politikalar ürettiniz?

2) "Kürt meselesi ayrı, PKK terörü ayrı" dediğiniz günden beri terörle mücadele konusunda hangi somut adımları attınız?

* * *

Sanırım, bu sorulardan birincisine verilecek cevap sadece "Kürtçe TV yayını başladı ya!" olacak; ikinci soruya verilecek cevap ise kuru bir "Hiç!" olacaktır.

Ülke yanıp tutuşurken de "birileri":

- O halde sen çekil kenara, meseleye başkaları baksın! demezler mi?

Kenara çekilmesi için de koltuktan kalkması katiyen gerekmiyor!
Yazının Devamını Oku