AYLARDAN marttı. “İlkbahar müjdecisi son cemrenin düşmesi” beklenirken toprağa düşen kar oldu.
4 Mart’ta aniden başlayan kar nedeniyle daha ilk günden İstanbul’un çevre illerle bağlantısı kesildi. Tren, otobüs ve uçak seferleri iptal edildi. Sadece Türkiye ile değil dünyayla da bağlantısı yoktu İstanbul’un.
Karla birlikte rüzgarın hızı 70 kilometreye ulaştı. Minareler yıkıldı, çatılar uçtu.
İstanbul bu kadar büyük ve kalabalık değildi o yıllarda. Ona rağmen Haramidere’de binlerce araç mahsur kaldı.
Hemen hemen kimse işine gidemedi. Kamu kuruluşlarında bile iş başı yapılamadı.
5 MART 1987
Yolda mahsur kalanlar arasında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Bedrettin Dalan da vardı. Hasanpaşa’da kaldı, kıpırdayamadı.
En önemli sorunlardan biri Ömerli Barajı’ndan su pompalanamaması oldu.
Tam 59 yıl önce, 1963’ün ocak ayında, tıpkı Nazım’ın bu şiirindeki gibi bir telgraf geldi Hürriyet’e.
Hürriyet’in en acı günlerinden biriydi 24 Ocak 1963 Perşembe.
O yıl ocak ayı yine çok karlıydı.
23 Ocak günü Trakya’da 3 tren kara saplanmıştı. Onları kurtarmak için gönderilen “imdat trenleri” de kara yenik düştü.
Telgraf hatları bozuktu, trenlerden haber alınamıyordu.
Günlerden çarşambaydı. Muhabir Yüksel Kasapbaşı, “Yüzlerce insan, kara saplanmış trenin içinde ölümle pençeleşiyor” diyerek Hürriyet Umumi Neşriyat Müdürü Necati Zincirkıran’ın yanına gitti. “Gazetecilik yapacağımız gün bugün” diyordu.
Ona foto muhabiri Abidin Behpur Tapaner de eklendi.
Gazetedeki yazısında
Dijital platformlardı, YouTube’du, internet yayınlarıydı derken, bugün istenilen her şeyi izlemek mümkün.
Oysa 1990’ların başına kadar Türkiye’de sadece TRT yayınları vardı.
Hem radyoda hem de televizyonda TRT kanalları dışında hiçbir ses ve renk yoktu.
Önce 1989’da Star TV kuruldu. Ardından başka kanallar izledi onu.
Ama esas yaygara 1990’ların ilk yıllarındaki özel radyo furyası ile koptu.
Hemen her şehirde onlarca özel radyo kuruldu.
O güne kadar sadece devletin sözlerinin duyulduğu Türkiye, bir anda çok seslilikle tanıştı.
‘İSTEMİYORUM BABA’
Kar fırtınası vardı. Tipi nedeniyle yol çok kaygandı.
Henüz 1.5 saat olmuştu ki Havza çıkışında karşı yönden gelen bir kamyon ters şeride girdi. Samsunspor’u taşıyan otobüse tam karşıdan çarptı.
Otobüsün şoförü Asım Özkan ile ön tarafta oturan Teknik Direktör Nuri Asan olay yerinde can verdi.
Asan’ın yan koltuğundaki futbolcu Muzaffer Badalıoğlu ile Mete Adanır hastaneye götürülürken kaybettiler hayatlarını.
Beyin travması geçiren Yugoslav futbolcu Tomiç de 6 ay komada kaldıktan sonra vefat etti.
İlk müdahaleyi Diyarbakır deplasmanına giderken kazayı gören Çarşambasporlu futbolcular yaptı. Eğer o anda orada olmasalardı belki ölü sayısı daha da artacaktı.
Üç futbolcu dışında bütün kafile ağır yaralıydı.
Herkes onu Yavuz Turgul’un Eşkıya filmi ile tanıdı.
“Nice bu hasreti dildar ile giryan olayım/Yanayım aşkın ile büryan olayım.”
Asıl mesleği kazancılıktı. “Kazancı” lakabı da oradan geliyordu.
Bedih Yoluk aynı zamanda Şanlıurfa’nın en önemli gazelhanıydı.
2005’te Gülden Aydın Hürriyet’te onun için “Okuduğu gazellerin sayısını hiç bilmedi. Yüz, yüz elli, üç yüz” diye yazıyordu.
“Gece mektebindeniz. Bizim konservatuvarımız sıra geceleri” diyordu. 2001’de Hürriyet’in Geleceğe Aşk Mektupları ekinde aynı adı taşıdığı torununa, “En güzel aşkları gazel söylerken, cümbüş çalarken yaşadım” diye yazıyor ve şöyle bitiriyordu:
“Aşkı bul, o seni terk edince başka Leylalar bul. Deden senden ümitli. Okurken de aşkla oku. Diplomalı olman, usûl, eğitim alman beni gururlandırıyor. Biliyorsun ben, nota nedir bilmem. Hayatta başarılı olmanı temenni ve niyaz ederim.”
Henüz öğrenciyken kurdukları müzik grubuyla uzun yıllar sahnelerin tozunu attılar.
İsimlerine uygun bembeyaz kıyafetleri, yakalarındaki kelebek broşları, sahnedeki danslarıyla bir dönemin en sevilen, sempatik müzisyenleriydiler. Ender Akacan’ın renkli gözlüğü grubun ikonu haline gelmişti. Akacan o meşhur gözlükleri Karaköy’de seyyar tezgâhtan üç kuruş paraya onlarca adet almış, tüm sahne hayatı boyunca teker teker kullanmıştı.
Kurucu üyeler Rıfat ve Altan Eke kardeşler, Ender Akacan, Behzat Kutlubağ ve Bülent Ortaç’a daha sonra Ercüment Ateş katıldı. Ama grubu İstanbul’un bilinen sahnelerine taşıyan, hepsinin Turgut abisi, Turgut Akyüz oldu. O yıllarda sinemalarda film gösterilmeden küçük şovlar yapılırdı. Beyaz Kelebekler henüz lisedeyken filmlerden önce bu şovlara çıkıyordu. Daha sonra Kazablanka Gazinosu ile başlayan sahne hayatları dönemin en önemli gece kulüplerinden Maksim’de sürdü. Grubun kaderi tam 52 yıl önce bugün değişti.
MÜZİK DÜNYASI SARSILDI
19 Ocak 1970 günü Maksim’deki programlarının ardından konser için iki otomobille İzmit’e hareket ettiler. Eke kardeşler ayrı araçlardaydı. Mola verdikleri bir benzinlikte aynı otomobile geçtiler. İki kardeş birlikte ön koltuğa oturdu. Behzat Kutlubağ, Bülent Ortaç ve solistleri Ülkü Üst de arka koltuktaydı. Hepsi yorgundu, uykuya daldılar. Gece yarısından sonra otomobil yalpalamaya başladı. Kayan otomobile bir kamyon sağ tarafından vurdu. Araç şarampole yuvarlandı.
Otomobilin ön tarafı yanmaya başladı.
Arka camdan
Suudi Arabistan’dan kalkan ABD jetleri Irak’a bomba yağdırdı. Hürriyet, savaşın başladığı gece ve ertesi gün, yaptığı iki yıldırım baskıyla bu haberi okurlarına duyurdu.
1. Körfez Savaşı, Saddam’ı devirmedi ama dünyada pek çok şeyi değiştirdi. Bir de hafızamıza bazı kelimeleri kazıdı. İşte onlardan bazıları.
Çöl Ayısı: Bombardımanın ardından başlayan kara savaşlarının simge ismiydi ABD kuvvetlerinin komutanı General Norman Schwarzkopf. Saddam’ı Kuveyt’ten çıkaran, Çöl Fırtınası Operasyonu’nun kumandanıydı. İri cüssesi nedeniyle bu lakapla anılıyordu.
Canlı yayında savaş: Irak harekâtı her saniyesi televizyondan canlı yayınlanan ilk savaştı. Bu yayınlar Türkiye’de de yakından takip edildi.
Scud ve Patriot: Savaşın kulaklarda çınlayan ikilisi. Irak’ın Scudları vs ABD’nin Patriotları. Gece yarılarında “Patriotlar geliyoooorrr” sesiyle uyuduk, uyandık. Gerçi sonra önlenen Scud füzesi sayısının çarpıtıldığı anlaşıldı.
Gaz maskesi: Saddam’ın kimyasal silah tehdidi, birçok kişiyi gaz maskesiyle tanıştırdı.
Karabatak:
Casus filmlerine malzeme olan bu müthiş kaçışlardan biri de 1981’de İstanbul’da yaşandı.
Sovyetler Birliği’nin meşhur Bolşoy Bale Topluluğu gösteri için İstanbul’a geldi.
Sanatçılar İstanbul’da sıkı kontrol altındaydı. Tüm hareketleri takip ediliyordu. Ünlü Rus balet Barışnikov’un 1974’te turnedeyken iltica etmesinden sonra önlemler daha da sıkılaştırılmıştı.
26 yaşındaki balerin Galina Vurşina Churşina, 4 Temmuz 1981 günü öğlen saatlerinde Marmara Etap Oteli’nden, oda arkadaşı İrina Shostak ile birlikte Taksim’e çıktı.
Galina Vurşina Churşina
BİR DAHA DÖNMEDİ
İki arkadaş İstiklal Caddesi’nde yürüyüş yaparken Shostak bir gözlükçüye girdi. Churşina ise dışarıda bekliyordu. Ne olduysa o anda oldu, Churşina kaşla göz arasında ortadan kayboldu.
İrina Shostak