Paylaş
Herkes onu Yavuz Turgul’un Eşkıya filmi ile tanıdı.
“Nice bu hasreti dildar ile giryan olayım/Yanayım aşkın ile büryan olayım.”
Asıl mesleği kazancılıktı. “Kazancı” lakabı da oradan geliyordu.
Bedih Yoluk aynı zamanda Şanlıurfa’nın en önemli gazelhanıydı.
2005’te Gülden Aydın Hürriyet’te onun için “Okuduğu gazellerin sayısını hiç bilmedi. Yüz, yüz elli, üç yüz” diye yazıyordu.
“Gece mektebindeniz. Bizim konservatuvarımız sıra geceleri” diyordu. 2001’de Hürriyet’in Geleceğe Aşk Mektupları ekinde aynı adı taşıdığı torununa, “En güzel aşkları gazel söylerken, cümbüş çalarken yaşadım” diye yazıyor ve şöyle bitiriyordu:
“Aşkı bul, o seni terk edince başka Leylalar bul. Deden senden ümitli. Okurken de aşkla oku. Diplomalı olman, usûl, eğitim alman beni gururlandırıyor. Biliyorsun ben, nota nedir bilmem. Hayatta başarılı olmanı temenni ve niyaz ederim.”
2001’de Cemal Reşit Rey Salonu’ndaki Türk Müziği Günleri’nde, Kazancı Bedih ve ekibi konser verirken sahnede çiğ köfte yoğrulması büyük eleştiri aldı.
Kazancı Bedih’in mütevazı evi
Doğan Hızlan, “Dinledim, sevdim de” dedikten sonra böyle bir sahnede çiğ köfte yoğrulmasını eleştiriyordu. “Bence özgürlüğün estetik sınırı vardır. Bazı yerlerde, bazı şeyler yapılmaz” diye yazdı:
“Benim gözümde birden canlanıverdi; o çiğ köftelerden birinin gidip Cemal Reşit Rey’in alnına yapıştığını hayal ettim. Çok üzülürdünüz Cemal Bey.”
Bundan bir yıl sonra bu sefer Sarıyer Fuad Paşa Yalısı’nda düzenlenen bir sıra gecesi haber oldu. Mönüde ıstakoz vardı, şampanyalar patlıyordu. Kazancı da bunu eleştiriyordu:
“Sıra gecelerinde amaç hafta sonlarında bir araya gelip kafa dinlendirmek, sohbet etmek ve müzik dinlemektir. Sıra gecelerinin yüzde sekseninde içki bile olmaz. Bir yörenin geleneğini bozmak doğru değil. Sıra gecesi adını kullanıp geleneği bozmasınlar.”
Akarbaşı’nda, Tahtacı Sokak’ta mütevazı bir evde yaşıyordu Bedih Yoluk. Ev katalitik sobayla ısınıyordu.
21 OCAK 2004
19 Ocak 2004’te, eşi Fatma Yoluk ile birlikte sobadan sızan gazla hayatını kaybetti. 75 yaşındaydı.
Kentteki tüm televizyonlar ve kasetçiler gün boyu Kazancı’nın gazellerini çaldı.
PARADAKİ ŞÖHRET FELAKET GETİRDİ
ARİF Hıralıç, o zamanlar Yugoslavya sınırları içindeki Zenica’da yaşayan Boşnak bir işçiydi. Çelik fabrikasında çalışıyordu. 1955’te örnek işçi seçildi. Yakışıklıydı. Ülkenin ilk “Emek Kahramanı” ilan edildi.
Yugoslavya’da en çok kullanılan banknot 1000 dinardı. Üzerine Arif Hıralıç’ın fotoğrafı basıldı. Artık, ülkenin lideri Tito’dan sonra Yugoslavya’nın en tanınan simasıydı.
Herkesin cebindeydi, elden ele dolaşıyordu.
1965 yılında yeni basılan 1000 dinarların üzerinde yine o vardı. Ama şöhret Arif’e şans getirmedi.
Önce çelik fırınlarının dumanıyla zehirlendi. Bir süre izne ayrıldı ama sağlığı düzelmeyince 45 yaşında zorunlu emeklilik kapıyı çaldı. 11 çocuğu vardı, emekli maaşı yetmiyordu. Her kahıra düşen gibi o da kendini içkiye verdi.
Bazı ruhsal problemler de yaşamaya başladı.
17 ŞUBAT 1968
Birkaç kez tedavi gördü.
Belgrad televizyonu Arif’in başına gelenleri haber yaptı, röportajları yayınlandı. Arif o kadar çökmüştü ki, paraların üstündeki fotoğrafıyla alakası kalmamıştı. Hürriyet’teki haberde, “Türk asıllı örnek işçi Arif: Şöhret bana felaket getirdi” başlığı vardı.
Hastalıklar birbirini kovaladı, 1971’de henüz 49 yaşındayken aşırı yoksullukla yaşama veda etti.
Ama Arif’li banknotlar 1981’e kadar tedavülde kaldı.
KENTMEN’İN KORKUDAN BAYILDIĞI AN
YEŞİLÇAM’ın kaytan bıyıklı, güleç simalı, sevimli ismiydi Hulusi Kentmen.
Kimi zaman eli maşalı bir baba, kiminde sevimli bir komiser, kiminde de acımasız zengin bir fabrikatör.
Ama filmlerin sonunda hep kalpleri yumuşatan bir tebessüm. Sinirli halleri bile yüzlerde bir gülümseme oluştururdu. Herkes onu kendi dedesi gibi severdi. Pek kişi bilmeyebilir. Kentmen, aslında bir bahriyeliydi. Deniz Kuvvetleri’nde astsubaydı.
Ama sahnelere aşıktı. İzinlerinde hemen tiyatroya koşuyor, sahneye çıkıyordu.
En çok korktuğu ise rütbeli bir subayın kendisini sahnede görmesiydi.
Şimdi anlatacağım anı 1964’te Hürriyet’te “Duydunuz mu” köşesinde yayınlandı.
Kentmen, Boğazda Karakol Gemisi’nde vazifeliyken Ses Tiyatrosu’nda başrollerden birini almış, gündüzleri gemisinde, geceleri de sahnede çalışıyordu. Bir akşam tiyatroya gelirken gişeden bilet alan tuğamirali gördü. Heyecandan nutku tutuldu ve içeri girerek “Ben bu akşam sahneye çıkamam” dedi.
Ama oyuna çok kısa süre kalmıştı. Yapacak bir şey yoktu. Hulusi Kentmen’e fazla makyaj yaptılar, o da sahnede sesini değiştirdi.
Ama heyecandan o kadar kötü oynuyordu ki, o günkü oyun pek başarılı değildi.
Oyun sonunda kulisteki odasının kapısını çalındı. Kapıyı açar açmaz, rengi sarardı. Karşısında tuğamiral ile yaveri duruyordu. İskemleye çöküverdi. Tuğamiral durumu yumuşattı: “Hulusi, senin methini duydum, seyre geldim. Ama sen sahnedeki arkadaşlarının bile oyununu bozdun.”
Hulusi Kentmen rahatladı.Zaten 1961’de emekli olana kadar, komutanlarının hoşgörüsüyle askerlik ve oyunculuğu bir arada götürdü.
20 Ocak Hulusi Kentmen’in doğum günüydü.
Paylaş