Biz bu dörtlüyü hep birlikte anıyoruz ama 1960’lı yıllarda bu yoncanın iki yaprağının arası limoniydi.
Hürriyet 12 Ekim 1963’te yeni bir köşe açtı. “Yıldızlara 5 soru” köşesinin ilk konuğu Türkan Şoray’dı.
Anketteki sorulardan biri şöyleydi:
“Oynadığınız filmlerde veya çalıştığınız yerlerde sizinle beraber olmasına sinirlendiğiniz bir isim muhakkak vardır. Bu kimdir?”
Şoray’ın yanıtı “Fatma Girik” oldu.
Nedeni ise belirsizdi. Bu yanıt Girik’in huzurunu kaçırmıştı. İki hafta sonraki Hürriyet’te Girik’in yanıtı vardı.
“Bana niçin sinirleniyorsunuz” başlıklı haberde şöyle diyordu Girik:
“Bana sinirlenişini hiçbir ana noktaya bağlayamıyorum. Çünkü aramızda en ufak bir hadise geçmedi.”
Ruslar, doğu bloku ülkelerinin katıldığı sergiye özel bir ürünlerini getirmişti.
Rus bilim insanlarının geliştirdiği “kırılmaz cam” büyük bir kıvançla tanıtılıyordu. Çekoslovakya’daki diplomatlar da 13 Aralık 1971’deki sergiye davet edildi.
Ruslar kırılmaz camlarını kanıtlamak için davetli büyükelçilere birer çekiç dağıttı.
Büyükelçilerden bütün güçlerini kullanarak çekiçle cama vurmaları istendi.
SÜRPRİZ DARBE
Diplomatlar sırayla cama vurdular. Cam gerçekten kırılmıyordu, sağlamdı. En küçük bir iz bile kalmıyordu. Rusların neşesi yerindeydi.
Sıra Türkiye’nin 54 yaşındaki Prag Büyükelçisi Haluk Kura’ya geldi.
Kura yavaşça cama yaklaştı, çekiçle vurdu.
Fakat gelen her yeni yılın beklentileri karşıladığı da söylenemez.
İşte 1979’un son günü de böyleydi.
Hürriyet’te “Allah 70’leri aratmasın. Çok şükür geride bırakıyoruz” deniliyordu.
31 ARALIK 1979
“Umudumuz sende 80” başlığının altında şunlar yazıyordu:
“Yıllar akıp gitti, fakat geçen şu 10 yıla, 70’lere ‘O güzelim yıllar’ diyemiyoruz. 1970’lerin nihayet çekip gidişinden de şikayetçi değiliz.”
Hürriyet’in güzel dileklerine rağmen bildiğiniz gibi 1980 Türkiye’ye çok iyi gelmedi. 12 Eylül’deki askeri darbe, Türkiye’yi uzunca bir süre demokrasi girdabına soktu.
Hatırlarsınız 2020’den de beklentiler çok büyüktü. Ama dünyanın pandemiyle yüz yüze geldiği, hepimizi evlere tıktığı bu yılı da pek sevemedik.
Bu korkunun adı milenyumdu. “Bin yıl” anlamına geliyor.
O yıllarda dillerden düşmeyen bir kelimeydi.
Gazetelerde “milenyum” kelimesinin geçmediği başlık neredeyse yok gibiydi.
Korkunun temel nedeni, bilgisayarların yılları son iki haneye göre 98, 99 olarak kullanmasıydı.
31 ARALIK 1999
1 Ocak 2000’e girildiğinde “zamanın sıfırlanmasından”, bilgisayarların 00’ı 1900 olarak algılamasından korkuluyordu.
Yani bilgisayarlar 31 Aralık 1999’dan, 1 Ocak 1900’e geçebilirdi.
Turgut Özal direksiyonda, eşi Semra Özal ile birlikte yeni yapılan ikinci köprüden geçiyor:
“Haydi bir kaset koy da şöyle bir neşelenelim Semra Hanım.”
Turgut Bey’in otomobil sevdası hep bilinir.
15 AĞUSTOS 1989
15 Ağustos 1989 tarihli Hürriyet’in birinci sayfasındaki haber de bununla ilgili:
“Sade vatandaş olsa yanmıştı.”
Özal
Soğuk sularda yaşayan Beluga cinsi balinanın Karadeniz’e nasıl geldiği meçhuldü.
İnsanlardan kaçmıyor, hemen burnunu uzatıp kendini sevdiriyordu. Eğitimli olduğu belliydi.
Balinaya “Aydın” ismi verildi. Aydın’ın bu kadar sıcak suda yaşayamayacağı söyleniyordu.
Günlük beslenmesi için 1 milyon lira gerekiyordu. Bir günde 30 milyon liralık bağış yapıldı.
Banka hesabı kabaran Aydın, dünyanın “ilk milyoner balığı” olmuştu.
Ünü Karadeniz’i aştı, önce Türkiye’ye, sonra tüm dünyaya yayıldı.
Yerli ve yabancı heyetler, Sinop Valisi
At yarışı sahnesinde dublör kullanmadı. 5 Temmuz’daki çekimlerde attan düştü, boyun omurlarında kayma oldu. SSK Hastanesi’ne kaldırıldı. Felç riski yoktu ama İstanbul’a getirilmesi gerekiyordu.
Hürriyet hemen harekete geçti. THY’den F-27 tipi uçak kiraladı. Bir ekip oluşturuldu. Ekipte şu isimler yer alıyordu:
Hulki İlgün, Güney Duraman, Suphiye Şahin, Baha Pir, Orhan Şahin, Şakir Şad ve ortopedi uzmanı Doç.Dr.Kut Sarpyener.
DOKTORLARIN TARTIŞMASI
Uçak, 7 Temmuz sabah erken saatlerde Yeşilköy Havaalanı’ndan yola çıktı. 3 saatlik uçuşun ardından uçak Elazığ’a vardılar. Ancak Şoray’ın seyahat edip edemeyeceği hâlâ net değildi.
Doktorlar uzun uzun tartıştı. Yeniden röntgen çekildi. Belirsizlik sürerken Şoray’ın, “Beni İstanbul’a götürün” sözleri duyuluyordu. Şoray yolculuğu onaylayan bir imza attı. Devreye Ulaştırma Bakanlığı ile THY girdi.
Kararsızlık yaşayan doktorlar saatler sonra
Hürriyet Pazar, 23 Nisan 2006’da bir sayfasını Yavaşça’ya ayırmıştı.
Profesör unvanı konservatuvardan, doktor unvanı ise hekimlikten gelen Yavaşça hakkında Mesude Erşan imzalı bu yazıda çok güzel bir anekdot var. Onu anlatarak Yavaşça’yı analım.
Maçka Küçükçiftlik Park’taki gazinonun patronu Mahmut Anlar, 1956’da Zeki Müren’le anlaşmak üzereydi.
Ama Zeki Müren’in bir şartı vardı. Kulise, tasarımını kendisinin yapacağı bir havuz inşa edilmesini istiyordu.
Yavaşça’nın 1957’de açtığı muayenehanesindeki ‘hayır parası’nı sanatçı dostu Müzeyyen Senar imzaladı.