Yurtsan Atakan

Bilişime Kasımpaşa raconu

15 Aralık 2002
Son yazıma gelen eleştirilerden olumlu olanları kırmızı kaplı hatır defterine kaydedip, olumsuz olanları yazmak istiyorum... Bu tepkiler genelde ikiye ayrılıyordu. AKP'nin Hükümet Programı ve Eylem Planı'na getirdiğim eleştiriyi haksız bulanların bir kısmı, eleştiri için henüz erken olduğunu, AKP'ye zaman tanınması gerektiğini söylüyorlardı. İkinci büyük muhalif görüş ise AKP'nin önceliği daha önemli konulara verdiğini, bilişime sıra gelinceye kadar çözülmesi gereken çok daha önemli sorunların olduğunu savunuyordu.

Olumsuz tepkiler arasında daha fazla taraftarı olan ''biraz zaman tanınması'' görüşüne birazdan değineceğim. ''Bilişime gelinceye kadar Türkiye'nin önünde çözüm bekleyen çok daha önemli sorunlar olduğu'' savının sahipleri, kolayca tahmin edilebileceği gibi AKP taraftarlarından başkası değil. Toplam seçmenin yüzde 25'ini oluşturan ve gelir, eğitim seviyesi görece düşük AKP seçmeninin (Kaynak: Yılmaz Esmer, Seçmen davranışlarından 3 Kasım Analizi, Milliyet 15, 16, 17, 18 Kasım 2002), düşük eğitim ve gelir seviyesine uygun bir tepki bu.

Geliri düşük seçmenin, ülkenin önceliklerini bilişimde görmemesi çok doğal. Adamın karnı aç, başı açık, bilişimi düşünecek hali yok... Eğitim seviyesi düşük seçmenin de ''bilişime sıra gelinceye kadar uğraşacak konu mu kalmadı'' demesi çok doğal. Adamın karnı bilgiye tok, nasıl görsün ileriyi, nasıl planlasın geleceği? Ama durum keşke bu kadar basit olsaydı; mesele açlara aş, eğitimsizlere vaaz, o da olmadı ''televole'' vermekle çözülebilseydi... Aç-bitap ıssız bir adaya düşseniz. Karşınıza gölgesinde bir arslan uyuyan meyva ağacı çıksa, tam ters istikametinde ise yere düşmüş bir elma olsa... Ağaçtaki meyvalara mı saldırırsınız yoksa önce yerdeki elmayı yiyip sonra arslanı nasıl püskürtebileceğinizin planlarını mı yapmaya başlarsınız?

Dünya büyük bir hızla Bilgi Toplumu'na doğru koşuyor. Çok hızlı davranıp, kaybettiğimiz zamanı telafi edemezsek Sanayi Çağı'nda kaldığımız gibi Bilgi Çağı'nda da ikinci, hatta üçüncü sınıf ülkeler arasında kalacağız. Bu yüzden insanlar işsizlikten kıvranırken, geçim sıkıntısı çekerken Bilgi Toplumu stratejileriyle uğraşmak bir lüks sayılamaz. Tersine Türkiye olarak şu anda, Bilgi Toplumu stratejileriyle ilgilenmemek gibi bir lüksümüz olamaz. AB için yapılan ''Varsın bize istediğimiz tarihi vermesinler, biz de kendi yolumuzu çizeriz'' kabadayılığı ne Avrupa Birliği'ne söker, ne Bilgi Toplumu'na... Giremezsen oturursun kıçının üzerine, çizersin belki yolunu ama inşa edemezsin.

Bilgi Toplumu stratejilerini eleştirmeden önce, hükümete biraz daha zaman vermem gerektiğini söyleyenlere gelince... Bu eleştiriyi getirenlerin, AKP'ye oy vermeyen ama yüzde 25'in ezici çoğunluğu ile yönetilmeyi demokratlıklarına yediremeyen, bu yüzden de AKP'ye hoşgörü göstererek iç çelişkilerini zımparalamaya çalışanlardan geldiğine inanıyorum.

Çabalama kaptan ben gidemem... Onlar kendilerini avutmaya çalışadursunlar, gerçekler ne yazık ki değişmiyor. Bir parti Seçim Bildirgesi'nde verdiği seçim vaatlerini, seçimden sonra Hükümet Programı'nda kullanmamışsa eleştirmek için daha neyi beklemek gerekir? Seçim Bildirgesi'ndeki e.devlet planını Hükümet Programı'na koymuş olsa, icraatini görmek için zaman verilebilir ama adam zaten ben Bilgi Toplumu startejileri uygulamayacağım diyor. Türkiye'yi neden Bilgi Toplumu dışında bırakıyorsun diye hesap sormak için daha neyi beklemek gerekiyor?

Bu yazının yazıldığı gün, Kopenhag kararları henüz açıklanmamıştı. Siz okurken, büyük bir olasılıkla 2004'e, daha düşük bir olasılıkla ise 2005'e tarih almış olacağız. Sakın ola ki, Avrupa bizi istemedi, biz de rotamızı çevirir Avrupa'dan uzaklaşırız demeye kalkışmasınlar. O yüzde 25'lik boylarını aşacak rota değişikliklerine girişmesinler. Benim ve düşün mirasımın geleceğinin ampulünü sökmeye kalkışmasınlar. Eğer şiir okumanın günahı yoksa, Türkiye'nin geleceğini karartmaya kalkışacaklara benim de şiirim hazır.

Gerekirse o şiiri de çıkartırız ama şimdilik Özdemir Asaf'ın ''Jüri'' şiiriyle idare ediversinler; Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu, /Birinciliği beyaza verdiler.

Son dakika notu: Kopenhag kararı belli oldu ve tarih olarak AKP'nin daha önceden kesinlikle kabul edilemez olarak ilan ettiği 1994 Aralık verildi. AKP'in ilk tepkilerine bakılırsa bu sözler blöfmüş. Şiirimi sevinerek saklamaya devam ediyorum.


Harf devrimi tehlikede


Tüketicinin Abisi Erkan Çelebi'nin köşesinde bu hafta başında yayınlanan Yeliz Küçük imzalı ''Türk harflerine teknoloji tehdidi'' başlıklı yazının başına gelenlere bakınca, bu konu lanetli galiba diye düşünmeye başladım.

Konuyu birkaç hafta önce 24 Kasım pazar günü yayınlanan yazımla gündeme getirmiştim. Erkan Çelebi'nin köşesinde yayınlanan ve ayrıntılara inen ikinci yazı, konunun gündeme iyice girmesini sağladı. Sağladı sağlamasına ya, yazıda yakınılan yazılım ve işletim sistemleri, kendilerini eleştiren yazıya yapmadıklarını bırakmadılar.

Erkan Çelebi, Yeliz Küçük'ten gelen yazının üzerinden geçip, gerekli düzeltmeleri yaptıktan sonra klavyesindeki ilgili tuşa basıp yazıyı yayınlanmak üzere sayfa düzeninin yapılacağı bilgisayara gönderdi. Bayram haftası olduğu için yazının yayınlanacağı sayfa birkaç gün sonra yapılacaktı. Tüketicinin Erkan Abisi bayram ertesi tatilden dönüp, o gün basılan gazeteyi eline alınca gözlerine inanamadı. Sayfadaki haber, üzerinden geçip düzelettiği yazı değil, yazının ham hali olan taslağıydı. Yazının anafikri değişmemişti ve verilen bilgiler tek bir istisna hariç tamamıyla doğruydu ama haberin bazı unsurları eksik kalmış, konuyla ilgili çok önemli iki bilgi kutusu uçmuştu.

Bilgiişlem servisinden geldiler, baktılar, incelediler, olayın sırrını çözemediler. Yazının yayınlanmayan son hali sistemde, olması gereken yerde, masum masum duruyordu. Yazının ilk, taslak hali nasıl olmuştu da sayfaya girmişti, anlaşılamadı.

Bu Türkçe karakter sorununa çok önem verdiğim için Erkan Çelebi'ye ''Boşver,'' dedim, ''yazının basılmayan kutularını ve eksik kalan unsurunu haftasonu ben kullanırım. Sen yazının son halini sistemden bana geç yeter''.

''Tamam'', dedi, ''geçiyorum''... Biraz önce yazımı yazmak üzere bilgisayarımın başına geçtim ve Erkan Abi'nin gönderdiği yazıyı açtım. Ne görsem beğenirsiniz? Yok, yazının gazeteye yanlışlıkla girmiş düzeltilmemiş, taslak hali değil, basılmamış son hali ekranımdaydı. Ama yazıdaki tüm Türkçe karakterler uçmuş, yerlerinde garip işuaretler şşzkmşzşutşz. Umarşzm bu lanet sşrmez de, sizler bu yazşzyşz doş*ru dşzgşn okuyabilirsiniz.

Gavur icadı bilgisayar programının azizliğine uğrayan kutuların aslını bu sayfada bulacaksınız, yazının içinden sırra kadem basan bir paragrafın aslı ise şöyleydi:

''Türkiye'yi büyük pazar olarak görmeyen dünyanın önde gelen teknoloji devleri, Latin-1 karaktern kodları arasında yer almadığı için ürünlerin yazılım ve donanımlarına Türkçe karakter seti koyma gereği duymuyor. Oysa, İngilizce, Almanca, Fransızca'nın yanı sıra, İzlandaca bile Latin-1 karakter kodları içinde yer alıyor.''


İzlanda kadar olamadık


1983 ile 1987 yılları arasında yapılan çalışmalar sonucunda Bilgi teknolojilerinde yaygın olarak Latin-1 karakter kodlarının kullanılması kararı alındı. Bu karar, Latin 5 kodlarını içeren Türkçe karakterlerin, standart olarak kabul edilen Latin- 1 kodunda yer almamasına neden oldu. Oysa, nüfusu Türkiye'nin küçük bir ili kadar olmasına karşın, İzlanda bile kendi karakter kodlarını Latin-1 alfabesine koydurmayı başardı. Aynı başarıyı 70 milyonluk Türkiye'nin gösterememesi, bilgi teknolojisinde yaşanan karakter kodları birleşmesine Türkçe'nin dahil olmasını engelledi.
Yazının Devamını Oku

Hükümet programı bilişimde çuvalladı

8 Aralık 2002
AKP'nin hükümet programına geçen haftaki yazımın sonunda ancak şöyle bir değinebilmiştim. ''Hükümetin ilkel programı'' ara başlığı teknik bir aksaklık sonucunda, yerine necefli maşrapa bile konulmadan sırra kadem basınca, bu konudaki fikirlerim de, tamamen farklı bir konuda olan yazının sonuda eğreti durmuştu.

Bu eğreti duran bölümde AKP'nin Hükümet Programı ile ilgili NTV'ye verdiğim görüşü özetlemiştim:

''AKP hükümetinin Hükümet Programı, çeşitli çevrelerce bilişim teknolojilerini en iyi kullanan, Bilgi Toplumu'na en çok önem veren parti olarak lanse edilen AKP'nin takkesini düşürdü, kelini ortaya çıkardı. Tam 41 sayfalık, maaşallahı olan programda bilişim ve e.devlet kelimeleri sadece birer kez kullanılırken, e.Türkiye ve İnternet kelimeleri ise hiç geçmiyor.

Bilgi Toplumu'na yönelik stratejilere dair ne Hükümet Programı'nda ne de Eylem Planı'nda tek bir kelimeye dahi rastlanmıyor. Varsa yoksa tek bir cümle içinde geçen 'e.devlet'. O da öyle havada sallanıyor''.

Hálbuki aynı AKP, hükümete gelmeden önce hazırlayıp, duyurduğu Seçim Beyannamesi'nde bilişim stratejilerine (eğriliği, doğruluğu tartışılır olsa da) çok daha fazla yer vermiş, e.dönüşüm Türkiye adını taktığı bir projeyle Bilgi Toplumu olma yolunda Türkiye'nin önüne bir strateji taslağı koymuştu. Bu taslakta bakın neler yer alıyordu:

- Kamu idaresi, e.devlet ilkeleri ışığında şeffaf ve hesap verebilir hale getirilecek,

- Bilgi ve iletişim teknolojilerinin kullanımı, hakkaniyet ölçütleri esas alınarak yaygınlaştırılacak,

- Yerel bilgi ve beceriler küresel düzeye taşınacak,

- Değişik coğrafyalardaki, gelir grupları ve statüler arasındaki bilgi açığı kapatılacaktır.

Ancak AKP, Seçim Bildirgesi'ndeki bu vaatlerini Hükümet Programı'na taşımayarak kendisinden takiye bekleyenleri, başlangıç için ters bir köşeden, bilişim cephesinden haklı çıkarttı.

Gerçi Seçim Beyannamesi'ndeki ''dönüşüm'' projesi Hükümet Programı'na da aktarıldı aktarılmasına ya, ''e.dönüşüm''ün ''elektronik'' bacağı kesilip ''e.''si atılarak topal bir şekilde aktarıldı. Seçim Bildirgesi'ndeki ''e.dönüşüm'', Hükümet Programı'nda ''dönüşüm'' olarak çıkartıldı karşımıza.

Geleceğin Türkiye'sinin ampulünü söken bu programda bilişim ancak şu cümlelerle yer alabildi:

- Yeni bilgi ve iletişim teknolojilerinden yararlanılarak, kamu kuruluşlarının hizmet ve işlemleri halka duyurulacak, yönetimde şeffaflık sağlanacaktır.

- Kamu kuruluşlarında bilgi ve iletişim teknolojileri azami ölçüde kullanılarak, e.devlet uygulaması yaygınlaştırılacaktır.

Bu cümleler ne yazık ki Türkiye'yi Bilgi Toplumu Çağı'na taşıyacak stratejilerin suyunun, suyunun suyu bile olabilecek nitelikte değil. Kamu kuruluşlarının hizmet ve işlemlerinin halka duyurulması, yönetimde şeffaflık sağlanması için e.devlet uygulamalarının yaygınlaştırılacağına inansak bile (ki programda bu inandırıcılığa temel olabilecek hiçbir proje yok), program tatmin edici olmaktan çok uzak. Kamu hizmet, işlem ve yönetimlerinin e.devlet uygulamalarıyla saydamlaşabilmesinin tek koşulu var. O da İnternet kullanımının her Türk vatandaşının ayağına gitmesi. Yoksa bugünkü 2, 3 milyonluk İnternet kullanıcı sayısıyla, kamu kuruluşlarının hizmet, işlem ve yönetimlerine İnternet üzerinden ulaşılsa ne olur, ulaşılmasa ne?

Geçen haftaki yazımı ''Tek umudum çiçeği burnunda Başbakan Abdullah Gül. Eğitim ve kültür seviyesine güvenerek, Hükümet Programı'ndaki bu büyük gediği yamayacaktır diye düşünüyorum. İnşallah yanılmıyorumdur, yoksa Türkiye'nin geleceği filan kalmadı demektir'', diye bitirmiştim. Bu umudum hálá sürüyor. Amaç bağcı dövmek değil ama gölgesinden korkan sanayicilerimiz gibi aman üzüm yiyelim diye her gördüğüm bağcının kucağına atlayacak da değilim. Demokrasilerde üzüm, bağını sorarak yenir...

Foto Çip Tak!

Bir hafta kadar önce iki koca kutuyu masamda beni beklerken buldum. Bu koca kutuların içinden iki küçük cihaz çıktı. Biri bildiğimiz profesyonel fotoğraf makinelerinden daha küçük bir dijital fotoğraf makinesi, diğeri ise bildiğimiz renkli bilgisayar yazıcılarından çok çok küçük, adeta minyatür bir renkli yazıcı. Her ikisi de HP'nin dijital fotoğrafçılığa kazandırdığı akıllı teknoloji 'Photosmart' ailesinin üyeleri olan bu iki kardeşten fotoğraf makinesinin ismi 'Photosmart 850', yazıcınınki ise 'Photosmart 100'dü.

HP bu cihazları kullanarak test etmem için, on günlüğüne göndermişti. Araya girecek bayramı da hesaba katınca zamanım oldukça dardı. Daha ilk görüşte aşık olduğum fotoğraf makinesiyle çekim yapmak, bu çekimleri mini foto yazıcısında basmak için en fazla bir haftam vardı. Bayram öncesi işler de yoğun olduğundan, güzel fotoğraflar çekecek günübirlik bir gezi programı da yapamadım. Test süresi içindeki haftasonunda, ev ve gazete dışında gidebildiğim tek yer, arkadaşım Atılgan Bayar'ın İstanbul, Nişantaşı, Reasürans Pasajı'nda yeni açtığı Bibliyoman isimli kitapçı ve kafe oldu. Dolayısıyla test çekimlerimin sahnesi Bibliyoman, fotomodelleri ise eşim Lale ile arkadaşım Atılgan oldu.

Hemen söyleyeyim, HP Photosmart 850, ilk izlenimimi boşa çıkartmayan bir performans sergiledi. Dijital fotoğraf makinelerinin piyasada boy göstermeye başladığından bu yana, nihayet beklediğim özelliklere sahip ve uygun sayılabilecek fiyatta bir modelle, HP Photosmart 850 sayesinde tanşımış oldum. Bir kere ilk artı puanı klasik profesyonel fotoğraf makinelerinden fazla farklı olmayan görünüşüyle aldı. Elde tutuşu, kavranışı, kullanışı ve sadece 470 gramlık hafifliğiyle ergonomik puanı on üzerinden on oldu.

4.1 megapiksellik çözünürlüğü profesyonel fotoğrafçıları bile tatmin edebilecek yükseklikte. 8X optik, 56X dijital zum yapabilme yeteneği piyasadaki pek çok dijital kamerayı geride bırakıyor.

Kamera ile kapalı alanlarda yaptığım flaşsız çekimlerden oldukça kaliteli sonuçlar aldım. Ancak aynı yorumu flaşlı çekimler için yapamayacağım. Belki daha uzun bir kullanım zamanım olsaydı, makinenin kendine has alışkanlıklarını tanıyıp, flaşla da tatmin edici sonuçlar alabilecektim ama bunu iddia edemem. Şu kadarını söyleyebilirim ki, flaşsız çekimlerin kalitesi o kadar iyiydi ki, aşırı karanlık veya loş bir ortam olmadıkça flaş kullanmaya zaten gerek bırakmadı.

850'yle en fazla 60 saniyelik video görüntü çekimi yapabilmek ve çekilen fotoğraflara üçer saniyelik ses etiketi eklemek de mümkün. Bu süreler bir fotoğraf makinesi için makul süreler. Fazlası için dijital video kamera kullanmak daha akıllıca olur.

HP Photosmart 100'e ise fazla ısınamadım. Bir kere gariptir ki üzerindeki bellek yuvaları arasında HP 850'de kullanılan SD Bellek Kartı ile uyumlu olanı yoktu. Bu HP'nin dijital fotoğrafçılığı, teknik sayılabilecek tüm zorluklardan kurtarmayı hedefleyen akıllı 'Photosmart' çözümüne yakışmayan bir uyumsuzluktu doğrusu. Neyse ki imdadıma bir başka 'Photosmart' çözümü olan fotoğraf makinesi standı yetişti. Kamerayı bu masaüstü standına yerleştirir yerleştirmez, yazıcıyla bağlantı kurdum ve fotoğrafları bilgisayara aktarmama gerek kalmadan kağıda bastım. Baskı ve renk kalitesi oldukça iyiydi.

Sonuç olarak HP 850 dijital fotoğraf makinesine hayran kaldığımı söyleyebilirim. HP 100 portatif renkli fotoğraf yazıcısını ise taşınabilir bir yazıcıya gereksinim duyan ve 10X15 cm boyutta baskılarla yetineceklere tavsiye ederim.

Çağdaş Eğitim’e Microsoft ve TurkNoktaNet'ten katkı

Her yılbaşında, her bayramda tekrarlanan tebrik kartı yağmuruyla aram hiçbir zaman iyi olmamıştı. Ama son zamanlarda bu kart yağmurunun yerini elektronik kart, e.posta ve kısa mesaj tebriklerine bırakması daha da beter oldu. Microsoft Türkiye ve TurkNoktaNet'in bu yılbaşı için ortaklaşa sundukları çözümü duyunca ''Ohhh!'' dedim. İki şirketin ortak projesi e.kart yılbaşı tebriklerinin gençlerin eğitimine destek aracı olarak kullanılmasını sağlıyor. Üstelik bu servisi kullananlar, elektronik tebrik kartlarını ücretsiz göndermelerine rağmen, gönderdikleri her kart için Çağdaş Eğitim Vakfı'na 1 milyon TL kazandıracaklar. Nasıl mı, basit... Önce ÇEV'in İnternet sitesine giriyorsunuz, buradan bir e.kart seçiyorsunuz, göndereceğiniz kişinin e.posta adresini ve tebrik mesajınızı girip, kartınızı gönderiyorsunuz. Siz tek bir kuruş dahi ödemiyorsunuz ama Microsoft gönderdiğiniz her kart için ÇEV'e 1 milyon TL bağışlıyor.

Microsoft Türkiye çalışanları tarafından şirket bünyesinde kurulan Microsoft Gönüllüleri Grubu'nun geliştirdiği ve Turk Nokta Net'in destek verdiği proje ile maddi imkanları yetersiz gençlerin ve çocukların ÇEV'den eğitim bursu almaları sağlanacak.

Microsoft Türkiye Genel Müdürü Haluk Maga proje için, ''Microsoft olarak yaratıcılığın bir sınırı olmadığına ve herkese imkan verildiğinde potansiyelini ortaya çıkarabileceğine inanıyoruz'' derken, TurkNoktaNet Genel Müdürü Ziya Erdem ise ''Göndereceğimiz her bir e.kart imkanları yeterli olmayan bir çocuğun hayallerini gerçeğe dönüştürecek'' mesajını verdi.

cev.org.tr
Yazının Devamını Oku

Buyurun cenaze namazına

1 Aralık 2002
Şimdi moda mutaassıp takılmak ya, mutaassıp parti AKP'ye oy veren yüzde 25'lik azınlığın dışındaki çoğunlukta da bir telaştır gidiyor. Nasıl yapsalar da bu yeni küçük dalganın üzerinde yer alsalar, azınlık iktidarına yaransalar, sürünün dışında kalmasalar, kaypak bir arayış içindeler. Bu arayışın yansımalarından biri de halkla ilişkiler sektöründe parlıyor. Bir iftar daveti furyasıdır gidiyor. Neredeyse her akşam falanca şirketin, filanca otelde verdiği bir iftar daveti var. Telefonla, mektupla, e.posta mesajıyla sürekli iftar daveti yağıyor. Şirket Türkmüş uluslarasıymış, davetli oruç tutarmış tutmazmış fark etmiyor. Her yerden herkese iftar daveti yağıyor.

Akraba ve çok yakın arkadaşlarımdan gelmediği sürece iftar davetlerine katılmam. Dini inançların şova, şahsi ve ticari menfaatlere alet edilmesinden nefret ederim. Bu tip din bezirganlıklarına alet olur duruma düşmemek için de gözümü dört açarım.

Biliyorum iftar daveti veren bazı firmalar ve onların halkla ilişkilerini üstlenen şirketler bilinçli olarak yapmıyorlar bu din bezirganlığını. Ama ne kadar iyi niyetli olsalar da, yaptıkları iş din bezirganlığı olmaktan kurtulamıyor.

Ramazan boyunca öğlen yemeği ya da akşam yemeği değil de iftar yemeği daveti vermek sanki bir hoşgörü gösterisiymiş gibi sergileniyor. Ama Müslüman olmayan ya da Müslüman olmasına rağmen oruç tutmayan birini iftar yemeğine davet etmenin saygısızlığın dik alası olması düşünülmüyor nedense. Ramazan boyunca öğle yemeği daveti vermekten kaçınmak bir saygı gösterisidir, tamam. Ama oruç tutmayan birini iftar yemeğine davet etmek de, en az oruçlu birini öğlen yemeğine davet etmek kadar büyük bir saygısızlıktır. İlla yemek daveti vermek istiyorsan akşam yemeği daveti verirsin olur biter. Oruç tutan için de, tutmayan için de bir sorun olmaz.

Bu din bezirganlığının birkaç yıl sonra varacağı nokta içki servisinin tüm yemeklerden çıkartılmasıdır. ''Efendim'', diyecektir din bezirganı halkla ilişkiciler, ''Yemeğe katılanlar arasında içkili sofrada oturmaktan rahatsız olanlar var. Onlara saygımızdan dolayı içki ikram etmiyoruz''.

Şirketlerden gelen toplu iftar davetlerini geri çeviriyorum. Ve halkla ilişkiler şirketlerini de bu tür uygulamalardan vazgeçmeye çağırıyorum. Takiye yaptığınız çok açık. Camiye başını örterek giren, kıçı açık kıza benziyorsunuz.

Yazının başına oturmamdan birkaç dakika önce NTV'den kısa bir röportaj için gelen programcı arkadaşları uğurladım. AKP'nin hükümet programında yer alan e.devlet uygulamasıyla ilgili görüşlerimi almak için gelmişlerdi. Bana aktardıkları bilgiye göre Arzu Zengin tarafından hazırlanan program siz bu satırları okurken, yayınlanmış olacak.

AKP hükümetinin Hükümet Programı, çeşitli çevrelerce bilişim teknolojilerini en iyi kullanan, Bilgi Toplumu'na en çok önem veren parti olarak lanse edilen AKP'nin takkesini düşürdü, kelini ortaya çıkardı. Tam 41 sayfalık, maaşallahı olan programda bilişim ve e.devlet kelimeleri sadece birer kez kullanılırken, e.Türkiye ve İnternet kelimeleri ise hiç geçmiyor.

Bilgi Toplumu'na yönelik stratejilere dair ne Hükümet Programı'nda ne de Eylem Planı'nda tek bir kelimeye dahi rastlanmıyor. Varsa yoksa tek bir cümle içinde geçen 'e.devlet'. O da öyle havada sallanıyor.

Tek umudum çiçeği burnunda Başbakan Abdullah Gül. Eğitim ve kültür seviyesine güvenerek, Hükümet Programı'ndaki bu büyük gediği yamayacaktır diye düşünüyorum. İnşallah yanılmıyorumdur, yoksa Türkiye'nin geleceği filan kalmadı demektir.


DJ cebe girdi


Ceptellerde yeni moda kişiselleştirilebilir modeller yaratmak. Nokia, Siemens, Sony Ericsson ve Motorola gibi cep telefonu sektörünün lider markaları, ürünlerine kişiselleştirilebilir özellikler katmak için kıyasıya bir yarışa girmiş durumdalar. Motorola yeni ürünü C336 ile bu yarışta iyi bir pozisyon kapmayı amaçlıyor. Pek çok kişiselleştirme özelliğini birarada sunan Motorola C336'nın kullanıcılara sunduğu en yenilikçi kişiselleştirilebilme yeteneği, özel bir mikser yazılımı. Kullanıcıların ceptellerine yükledikleri polifonik melodiler üzerinde değişiklikler yapabilmesini sağlayan MotoMixer yazılımı dünyada ilk olarak bu model üzerinde kullanılıyor. MotoMixer yazılımı sayesinde gitar, bas, bateri, org ve çeşitli enstrümanların istenilen şekilde kullanılması, melodilerin ve seslerin birbirleriyle miks edilmesi mümkün. C336 kullanıcıları yazılımın bu ilginç becerileri sayesinde kendi bestelerini kendileri yapabiliyorlar.

hellomoto.com


***

etietieti.com


Çok bilmecem var çocuklar


Eski minibüsleri hatırlar mısınız? Benzerlerine şimdi de rastlamak mümkün ama 70'li yılların minibüsleri bambaşkaydı. Kapitalizmin henüz fazla gelişmediği o dönemin minibüslerinin sahipleri aynı zamanda şoförleriydi de. Köyden şehre yeni inmiş olmanın yaşattığı kültür şoku, fırsat bulunamadığı için haklı olarak inceltilememiş zevkleri, kimlik arayışı ve kendini ifade etme dürtüsü gibi farklı etkenlerin karmaşık etkileşiminin sonuçları bu minibüslere yansırdı. Yanar dönerli çıkartmalar, yaldızlı sloganlar, yün örgü örtüler, cama yapıştırılan mini saksıların içindeki plastik çiçekler, koltukların üzerine atılan koyun postları, arka camdaki pancurlar 70'li yılların minibüslerinin olmazsa olmaz kiçlikleriydi. Günümüz Türkiyesi'nin kurumsal İnternet sitelerine musallat olan Flash da, benzer bir yeni görmüşlüğün yansıması izlenimi veriyor. Kurumsal sitesinin ana sayfasında kullandığı gereksiz Flash uygulama, Eti'nin de bu salgından kaçamadığını gösteriyor. Eti tarafından gönderilen basın bültenine göre site her yaştan ziyaretçinin beğenisine göre tasarlanmış. Ancak siteye girildiğinde daha çok çocuklara hitap eden bir tasarımla karşılaşılıyor. Sitenin bir başka eksisi ise, site içinde dolaşırken sürekli açılan pencereler. Bu kadar eleştirmeme bakıp, kötü bir çalışma olduğu hissine kapılmanızı da istemem. Bu eleştirdiğim noktalar dışında, oldukça başarılı ve zengin bir içeriğin ziyaretçileri beklediğini de belirteyim.


**** 1/2

loginlove.com


Arkadaş arıyorum arkadaş


İnternet öncesi kısa ömürlü eğlencemiz telsiz furyası sırasında, telsizlerin hoparlörlerinden en sık duyulan cümleydi; ''Arkadaş arıyorum, arkadaş''. Devir değişti İnternet geldi ve arkadaş arayanların yeni aracı ICQ ve benzeri İnternet üzerinden anında mesajlaşma servisleri oldu. Şimdi yepyeni ve çok daha etkin bir İnternet aracı daha var. Üstelik adı hariç tamamen Türkçe ve tamamen Türklere özel. LoginLove gerek bilgi mimarisi, gerek görsel tasarımı, gerek sunduğu etkileşimli uygulamalarla çok iyi tasarlanmış, hazırlanmış ve uygulamaya konmuş bir site. Sitenin inceleyebildiğim kadarıyla en önemli kusuru, kayıtlı kullanıcı olmayanların da kayıtlı üyeler içinde arama yapabilmesi, onların fotoğraflarını görebilmesi. Ancak bu o kadar da önemli bir kusur değil. Hatta kusur olmaktan çok stratejik bir seçim olarak da düşünülebilir. Sitenin bilgi mimarisi tasarımcıları üyelerinin kişisel bilgilerini üye olmayan ziyaretçilere açmamak yerine bu kişisel bilgilerin çok küçük bir kısmını herkese açarak, üye olmayanları üyeliğe teşvik edici bir yem olarak kullanmayı tercih etmişler. Sitenin üye sayısındaki hızlı artış, bu pazarlama stratejisi kararını haklı çıkartır nitelikte.


Gereği düşünülsün

Bilgisayar ve Türkçe konusunda yıllardır yapılan yanlışlıkları görüyor ve üzülüyordum. Bu konuda yalnız olmadığımı öğrenmek beni çok mutlu etti. Umarım yazılarınızı bazı görmesi gereken kişiler görüp, dikkate alır ve gereğini yapar.

Özkan Erol



Karanlıkta çığlıklar

Çığlıklarla ilgili yazıyı okuyunca içinizi biraz daha karartmaya karar verdim. Ben Türkiyeliyim, benim kurucularından biri olduğum şirket de Türkiye'de kuruldu. (...)

Yazdığınız gibi Türkiyeliler sömürge valilerinin kendilerine zorla kullandırmaya çalıştıkları yerelleşmemiş Tablet pc ve benzeri pek çok saldırıyı yaşadılar, yaşıyorlar son yıllarda. Ama asıl kayıplarının, vergi olarak ödedikleri ya da yaptıkları yerli üretici tercihleri ile yerli üretime aktardıklarını sandıkları paralarla uçup gittiğini, bu rakamların her sene yüzmilyonlarca dolar seviyesinde olduğunu bilmiyorlar. Bunlar önemli ölçüde onlardan gizleniyor, görmeleri engelleniyor. Buna karşı çıkabilecek gücü yok Türkiyelilerin. Kamunun çok değerli bilgi sistemleri yöneticileri, satınalmacıları sömürge valileri tarafından besleniyor. (...)

Biz henüz mücadeleyi bırakmadık. Kolay bırakmayacağımızı da söyleyebiliriz. Ama Osmanlı'nın son dönemini bile aratan bir kamu satınalma bilinci yerleşmiş iken ve kimse bundan söz bile etmez iken (sizin hakkınızı yiyemem), 'marka saldırısına' alternatif olabilecek listeye başka yerli markalar aday olamazken bizim işimiz de çok zor.

Çalıştığı şirket için ismini açıkça vermemin kendisi için sakınca yarabileceği düşüncesiyle ismini kendi kararımla saklı tuttuğum bir okurum.

XP hasta etti

24 kasım günü yazdığınız yazı ile ilgili olarak size bu mesajı yolluyorum. Ben XP Home Türkçe yüklü bir bilgisayar aldım ve oyun oynamak istiyorum ama oynayamıyorum. Bu beni sinir etti! Şimdi bilgisayarı formatlayıp 98 yüklemeyi düşünüyorum... Microsoft.com.turkiye adresine de mesaj attım bu konuda ama cevap alamadım.

Bülent Taşkıran
Yazının Devamını Oku

Karanlığı bir feryat yırttı

24 Kasım 2002
Yazıya bu paragrafla girmemin tek nedeni, yukarıdaki başlıkla ilgisiz bir konuya ara başlık atabilmek için yer kazanmak. Karanlığı yırtan feryadı merak ediyorsanız ikinci altbaşlığa atlayabilirsiniz ama Tablet PC rezaletini de mutlaka okumanızı tavsiye ederim. TABLET PC REZALETİ

Bilgisayar sektöründeki kimi çokuluslu firmaların Türk tüketicisini eşek yerine koyan uygulamaları artık gına getirir boyutlara ulaştı. Önce klavyelerimize saldırmışlardı. Türkçe yazıma uygun bir harf dizilişine sahip kırk yıllık 'F' klavyemiz, güzide bilişim sektörümüzün gözünü üç kuruşluk kár marjı bürümüş, ondan da beteri tembel, üşengeç ve sorumsuz yöneticileri sayesinde nalları dikti ve yerini uyduruk 'Q' klavyeye bıraktı.

Ardından işletim sistemi ve yazılımların Türkçe versiyonları aracılığıyla doğrudan bir saldırı başlattılar. Bu tür saldırılar arasında Microsoft'unkiler özellikle kayda değerdi. Ucuz etin yahnisi yavan olur derler ama Microsoft'un özensiz çevirisi sonucunda ortaya çıkan Türkçe'ye yavan bile demek iltifat olur. Ucuza kapatılan bir kaç zıpıra yaptırtıldığı izlenimi veren Türkçe çeviriye olsa olsa hokkabaz Türkçesi denir.

Derken taşınabilirlik kavramının anlamı değişmeye başladı. Taşınır bilgisayarlar kucaktan kalkıp, ele avuca sığar oldular. Bilgisayarlar küçüldükçe, klavyeler de küçüldü. Küçülen klavyeler eski klavyelere göre ana cihazla çok daha bütünleşmiş bir biçimde tasarlanmaya başladılar. Bu içiçe geçmiş tasarım, klavye üzerindeki tuşların tek tek çıkartılıp değiştirilmesini olanaksız hale getirdi. Elin gavuru da tutup, diline beline sahip çıkmasını bilmeyen Türk tüketicisini düşünecek değil ya... Başladılar üzerinde tek bir Türkçe karakter bile olmayan bilgisayarları kakalamaya. Mırın kırın edenleri de, Türkçe harflerin çıkartmalarla yamandığı, dandik ürünlerle avuttular.

Tek bir Allah'ın kulu da çıkıp itiraz etmedi. Sanayi Bakanlığı bilişim sektörünün belini kırmaya yönelik başka mevzuatlarla uğraşıyor olduğundan, Türkçe desteği olmayan ürünlerin Türkiye'ye ithalini kısıtlayan bir düzenleme getirmeyi aklından bile geçirmedi.

Başıboş kalan bir kısım bilişim sektörü, gemi gittikçe daha fazla azıya almaya başladı. Teknoloji ilerledikçe, yerel çözümler sunmanın maliyeti daha da artıyordu. Bu yüzden küresel pazarlara açılan dünya devleri, ağlamayan bebeklerle boşu boşuna uğraşmaktansa, ağlayan bebeklerle ilgilendiler. Ve gele gele bugünlere geldik. Şimdi moda Tablet PC'ler. Yani klavyesiz, faresiz dokunmatik ekranlı bilgisayarlar. Klavye yerine, ekrana el yazısıyla yazıyorsun, bilgisayar el yazını tanıyıp ekran karakterlerine çeviriyor ve belleğinde saklıyor. Ama tabii bizim Türkçe karakterleri tanımak Hak getire...

Tablet PC işletim sisteminin sahibi Microsoft'a göre Türkçe karakter tanıma desteği de yakında gelecekmiş. Bayılırım bu yakında lafına... Meğer yakında gelecek, o zaman Türkiye'de Türkçe desteği sağlandıktan sonra piyasaya çıksana... Yok olur mu, Microsoft bu, çıkar o tanıtım toplantısı senin, bu tanıtım toplantısı benim, Türkçe özürlü ürününü ahım şahım birşeymiş gibi tüketiciye yutturmaya çalışır.

Bu iş böyle giderse yakında Atatürk'ün dil devrimi de çöpe gidecek, haberiniz olsun. Bunun sorumlusu da en başta hükümetler ve Sanayi Bakanlığı, onun ardından Türk tüketicisi, onun da ardından Türk pazarına hazır olmayan ürününün Türkiye'de satılmasına izin veren Microsoft ve son olarak da bu eksik yazılımı kullandıkları kusurlu ürünlerini Türkiye'de pazarlayan HP ve Fuijitsu-Siemens gibi firmalar.

CİNAYETLER SAATİ

Üçüncü Kuşak (3K) mobil iletişim pazarında fazla numara olmadığını yumurtlayıp duran çok bilmişlere duyurulur; sürpriz yatırımları, zamanlama başarısı ve herkesin tersine stratejileriyle tanınan, dünyanın en zengin 25 kişisinden biri olan Hong Konglu milyarder Li Ka-shing, 3K servislerine büyük yatırım yapıyor. Servetini herkes Mersin'e giderken tersine giderek yapan Li'nin bu yatırımları 3K'nın geleceği hakkında önemli ipuçları veriyor.

Şinasi Nahit Berker'in şiirindeki gibi; Gece yarısı/ Cinayetler saati/ Karanlıkları bir feryat yırttı/ Hatceee... Hatce/ Oturağımı getir.

Gece yarısı herkes uyur, marifet yarına hazırlanmakta...


Kendini tamir eden bilgisayar


ThinkVantage tasarımı sayesinde, bilgisayar kendi kendini tamir etmekte başarısız kalırsa, bu bilgisayara uzaktan da müdahale edilebiliyor. ThinkVantage teknolojisine sahip herhangi bir bilgisayar bozulduğunda, teknisyenler bilgisayarı yanına gitmeden, uzaktan tamir edebiliyorlar.


Microsoft Windows kullanıcısı olup da, bilgisayarın işletim sistemindeki ayarların şu ya da bu şekilde bozulması yüzünden, başı belaya girmeyen olmamıştır herhalde. Ya yüklenen yeni bir program bozar ayarları, ya sistemden kaldırılan bir yazılım, ya kullanıcı tarafından farkında olmadan yapılan bir müdahale, ya da sistemin kendi içindeki hatalar...

Bu gibi durumlarda çok deneyimli ya da profesyonel bir kullanıcı değilseniz, teknik destek almak zorunda kalırsınız. Önce eş, dost, yakın akrabalar arasından bilgisayar canbazı olarak bilinen tanıdıklar aranır, uygun bir zamanının olması beklenir, gelince nazı çekilir. Sonunda da bilgisayarın ayarlarının içinden çıkılamayacak kadar bozulduğu için ancak serviste düzeltilebileceği nasihatını alıp, bilgisayarı bu hale soktuğunuz için işittiğiniz azarla kalırsınız.

İşin kötü yanı, dertler profesyonel teknik servise gitmekle de bitmez çoğu zaman... Servisin cevabı hazırdır; ''Bilgisayarınızın sabit diskini formatlamamız gerekiyor''. Bunun anlamı o güne kadar yaptığınız ve kaydettiğiniz tüm dosyalarla vedalaşma zamanınınızın geldiğidir. Ama suç hep sizdedir: Bilgisayara virüs bulaştırmışsınızdır; korsan yazılım kullanıp ayarların bozulmasına yol açmışsınızdır; deneme için yüklediğiniz bir programı sistemden kaldırırken başka programlarla ortak kullanılan bazı dosyaları da silmişsinizidir; karşınıza çıkan bozuk Microsoft Türkçeli bir kutuda neler yazdığını profesyonel bir Microsoft Türkçesi-Türkiye Türkçesi çevirmenine çevirtmeden 'tamam' tuşunu tıklamışsınızdır, vs, vs...

Sonuçta bilgisayarsız geçen en az birkaç gün, formatlama sonucunda sistemden silinen yazılımları tekrar yüklemekle geçecek birkaç saat ve geri gelmeyecek bilgi, dosya ve çalışmaların değil; sadece KDV'nin dahil olduğu bir teknik servis faturasıyla başbaşa kalırsınız. Bilgisayarınıza atılan formatla bilgisayar sisteminizden ve yaşantınızdan eksilenlerin üzerine bir bardak su içip, paşa paşa katma değer vergisi ödersiniz.

Dikkat ettiyseniz bu olağanüstü gerçekçi senaryonun tamamını bireysel olarak kullanılan bir kişisel bilgisayar üzerine yazdım. Kurumsal olarak, iş için kullanılan bir bilgisayarın başa açacağı sorunları varın siz düşünün.

IBM'in yeni stratejisi tüm bu sorunların üzerinden gelmeyi amaçlıyor. ''Düşün (Think)'' diyor IBM, kurucusu Thomas Watson'ın 20. yüzyılın başında kullandığı şirket sloganını, 21. yüzyılın başında yeniden düstur edinerek. Bu slogan artık IBM'in yeni stratejisinin adı. Bu stratejiye göre bilinen anlamıyla, Kişisel Bilgisayar çağı sona erdi. Yerine kişisel bilgisayarın kullanım ve bakım maliyetlerini düşürmeye yönelik servisler aldı. IBM artık kişisel bilgisayarları donanım ve servis olmak üzere birbirinden ayrılmaz parçalar olarak görüyor ve bu stratejisini 'Think' stratejisi olarak adlandırıyor.

IBM'in kendi kendini tamir eden bilgisayar teknolojisi 'Think' stratejisinin kalbini oluşturan 'ThinkVantage' teknolojilerinden biri. 'ThinkVantage' teknolojisine sahip bilgisayarlar kendi kendilerini yönetebiliyorlar. Bu bilgisayarlar kendi ayarlarını kendileri yapabiliyor, kendilerini optimize edebiliyor, açıp, kapatabiliyorlar.

ThinkVantage tasarımı sayesinde, bilgisayar kendi kendini tamir etmekte başarısız kalırsa, bu bilgisayara uzaktan da müdahale edilebiliyor.

Örneğin dizüstü bilgisayarınız seyahatte bozulacak olursa, önce kendi kendini tamir etmeye çalışıyor. Eğer başarısız olursa, hemen İnternet'e bağlanıp buradaki bir adresle bağlantı kuruyor ve kendini bu şekilde tamir etmeye çalışıyor. Bu girişim de başarısız olursa, İnternet bağlantısı sayesinde teknik servis elemanı dünyanın öbür ucunda da olsa sistemi uzaktan tamir edebiliyor.


Teknoloji şıklık peşinde


Geçtiğimiz hafta Philips'in Hollanda'nın Eindhoven şehrindeki tasarım stüdyosu ve araştırma laboratuarlarını ziyaret ettim. Yakın gelecekte piyasaya sürülmesi planlanan ürünler ve yaşantımıza girmeye aday konseptler öylesine ilginç ve çok sayıdaydı ki, bunların hepsini tek bir seferde anlatmam mümkün değil. Bu bir günlük ziyaret boyunca gördüğüm birbirinden ilginç yeniliklerin en enteresanlarını önümüzdeki haftalarda anlatacağım. Bu haftalık, edindiğim genel izlenimleri aktarmakla yetiniyorum.

Philips Tasarım (Philips Design) 500 profesyonelin çalıştığı 24 saat çalışan küresel bir fabrika. Çalışanlar 30 yaş gibi genç bir yaş ortalamasına sahip ve 40 farklı ülkeden geliyorlar. Philips Tasarım, çoğu tasarım stüdyosundan farklı olarak modadan çok araştırma ile ilgileniyor. Tasarımlar insan odaklı bilimsel gözlemlerle yapılıyor. Philips tarafından 'High Design' olarak adlandırılan bu tasarım süreci estetik ve fonksiyonaliteyi en iyi şekilde birleştirmeyi amaçlıyor. Philips'in geleceğin tasarımlarına yönelik en belirgin hedefi bana sanki teknolojiyi yaşamın içinde görünmez kılmakmış gibi geldi. Yani cep telefonu, elektronik ajanda, avuçiçi bilgisayar, Mp3-CDçalar gibi taşınabilir elektronik aletleri elbiselerin; televizyon, bilgisayar, müzik seti gibi elektronik ev aletlerini ise mobilyaların içinde gizlemeye çalışıyorlar.

Philips Araştırma'nın (Philips Research) gözde konusu ise Kapsayan Zeka (Ambient Intelligence) olarak adlandırdıkları yepyeni bir dijital yaşam konsepti. Kapsayan Zeka'nın hedefi insanları tanıyan ve onlarla etkileşim kuran akıllı ortamlar yaratmak. Örneğin yaklaşan insanı tanıyıp o kişinin zevklerine göre bilgi yayınlayan afişler, karşısına geçen aile bireyini tanıyıp ona göre tavsiyelerde bulunan aynalar, odadaki insanların zevlerini öğrenip aydınlatma ve ısıyı ona göre ayarlayan odalar, bunların hepsi ve daha pekçoğu Kapsayan Zeka araştırmalarının araştırma konusu.


Yazılım hataları müzikle şakıyacak


Yazılım böceği olarak anılan yazılım hatalarını bulmayı kolaylaştıran müzikli bir sistem geliştirildi. Müzikli hata yakalama sistemi, eskiden sayfalarca yazılım kodunun gözden geçirilmesiyle zar zor bulunabilen hataların çok daha kolay bir şekilde saptanmasını sağlıyor. Northumbria Üniversitesi'nden Dr. Paul Vickers ve Loughborough Üniversitesi'nden Prof. James Alty tarafından geliştirilen sistemde, yazılım içindeki farklı özelliklere farklı müzik temaları atanıyor. Yazılım içindeki benzer talimatlara benzer akortlar verilerek, yazılımdaki hataların kolaylıkla ayırt edilmesi sağlanıyor. Sistemin teknik ayrıntılarını merak ediyorsanız www.nortumbria.ac.uk/newsandevents adresine bakabilirsiniz.
Yazının Devamını Oku

Paralel paralel tarelelli

17 Kasım 2002
Kredi kartınız, bir bankada hesabınız, e.posta adresiniz ya da cep telefonunuz varsa mutlaka size de bir <B>''Ce Eee''</B> demişlerdir.

Hani şu ''Sayın Bilmemkim Bilmemkim, Doğum gününüzü kutlarız'' ya da ''Bu ayki hesap ekstrenizde sağlık harcamaları yapmış olduğunuz dikkatimizi çekmiştir, sizin ya da bir yakınızın sağlık sorunu varsa geçmiş olsun dileklerimizi sunmak isteriz'' yazılı yalaka mesajlardan bahsediyorum.
 
İlk bakışta insani bir hava yaratan ve bazı safdillerin gönlünü almayı dahi başaran bu mesajların aslında insani duygularla yakından uzaktan ilişkisi yoktur. Her şey bilgisayar tarafından otomatik olarak yapılır. Daha önce bilgi bankasına giren verileri düzenli olarak kontrol eden bilgisayar, doğum günü olanları, sağlık harcaması yapanları otomatik olarak saptar ve yine bilgi bankasına yüklenmiş bir örnek mektubu otomatik olarak gönderir. Ve tüm bunlar yalnızca ve yalnızca pazarlama amaçlı olarak yapılır. Yoksa kekonun doğum günüymüş, sağlığında bir problem varmış, gönderimin yapıldığı şirketten gelir elde eden tek bir Allah'ın kulunun umrunda dahi değildir.
 
*
 
Çağımızın bu yeni gözde pazarlama aracına Müşteri İlişkileri Yönetimi (kısaca MİY) ya da yarım yamalak İngilizcelerini ispat etme züppeliği yarışına giren 'biznıs'çılarımızın jargonuyla SiArEm (CRM-Customer Relationship Management) deniyor.

Yazının Devamını Oku

Teşekkürler Ecevit

10 Kasım 2002
Son seçimleri mesleki uzmanlık alanım olan İnternet ve bilişim açısından yazımın sonunda değerlendireceğim. Ama önce temel eğitimim ve temel uzmanlık alanım olan <B>siyaset bilimi</B> açısından kısa bir değerlendirme yapmak istiyorum. Hükümeti erken seçim kararı almaya götüren süreç, siyasi sistemimizdeki büyük bir gediği ortaya çıkarttı. Bülent Ecevit'e onurlu bir şekilde, bir kenara çekilme fırsatı veren bir mekanizmanın olmaması sonucunda hükümeti oluşturan partiler kendi kendilerine, kendilerini öldürdüler. Yani, her ne kadar edebi algısı kıt bazı gazete yazarları kendilerince dalga geçmeye kalkıştıklarsa da, Ecevit'in şairane ifadesiyle kendi kendilerine intihar ettiler.

Hálbuki Ecevit, Bahçeli, Yılmaz hükümeti Atatürk'ten bu yana Türkiye'nin başına gelen en başarılı hükümetti. Genel Af ve İnternet'i Basın Kanunu'na yamamak dışında çok başarılı icraatlere imza attılar. Ekonomik ve sosyal alanda Türkiye'nin başına mecazi değil, neredeyse gerçek anlamda kırk yıldır musallat olan kangrenleşmiş sorunları temizlediler. Önceki hükümetler gibi popülist, günü kurtaran önlemler yerine sorunların köküne inmeye kalkıştılar.

Hastanın yarasına neşter atıp canını acıttılar. Yara daha yeni iyileşip hasta nekahet devresine girmişken, yarası psikolojik olarak acıyan cahil hastaya ‘doktorunu değiştirmek ister misin’ diye sordular.

Damgasız eşekler

Oyumu kullanıp damgalama memurunun önüne geçtiğimde, parmağımı kendim boyayacağım diye tutturmaz olaydım. Ne güzel, oy veren çoğu vatandaş gibi kara ojeli tırnağın gururuyla dolaşıyor olacaktım şimdi. Kuzu kuzu teslim olmak varken, tuttum mürekkebi alıp, boyayı parmağımın içine değdirdim. Ne bileyim ben toplam seçmenin yüzde 25 gibi önemli bir kesiminin oy vermeyeceğini. Oy vermeyen özürlülerden olmadığımın kanıtı gül gibi damgamın yerinde, şimdi yeller esiyor ne yazık ki...

Aslında tekrar düşünüyorum da, belki eşeklik etmemişlerdi oy vermeyenler. Hani oy vermeyenlerin oranı yüzde beş, yüzde on olsa anlayacağım ama yüzde yirmibeşlik bir oran belli ki bir tepkinin göstergesi.

Hani seçmen kitlesinin yüzde 45'i meclis dışında kaldı filan diyorlar ya, yanlış! Söylemek istedikleri oy kullanan kitlenin yüzde 45'inin meclis dışında kaldığı.

Bu seçimde toplam seçmen sayısı yaklaşık 41 milyondu. Bu 41 milyonun yaklaşık 10 milyonu yani yüzde 25'i tepkilerini oy kullanmayarak gösterdi. 13,5 milyon seçmenin yani yüzde 34'ünün oyu ise ülke barajının altında kalarak meclise temsilci sokamayan partilere gitti. İkisini toplarsak 41 milyonluk toplam seçmenin 23,5 milyonu yani yaklaşık yüzde 60 gibi çok büyük bir çoğunluğu mecliste temsil edilmiyor. Bu meclis halkın sadece ve sadece yüzde 40'ını temsil ediyor. Kısacası AKP, öyle bazılarının iddia ettiği gibi iktidara tek başına, büyük bir çoğunlukla filan gelmiyor. AKP'yi tek başına iktidara taşıyan oylar toplam seçmenin sadece yüzde 25'inin oyları. Ve bu cüce çoğunlukla anayasayı filan değiştirmeyi başarırlarsa, yuh olsun derim.

Azınlık iktidarı

Toplam seçmenin yüzde 25'inin oyuna dayalı, tek partili azınlık iktidarı kurması beklenen AKP'nin seçim bildirgesine bakıyorum da, Bilgi Toplumu politikaları açısından tam bir çuval... Aslında bu açıdan bakınca, DSP hariç diğer tüm partilerin bildirgelerini, al birini vur ötekine.

Bu milletin oylarıyla meclise giren kanun kaçağı Fadıl Akgündüz ve İnternet'i Allah'ın mucizesi sandığı keçiboynuzu tohumundan önemsiz sayan Zülfü Livaneli gibi isimlere bakıyorum da, vallahi yine de ucuz kurtulmuşuz diyorum. Allah beterinden sakınsın, en kötü demokratik meclisimiz bu olsun, ama Allah devamını da getirsin...


Bilgivekili adaylarından meclise biri girebildi


Seçimden iki hafta önce yazdığım yazımda Türkiye'yi Bilgi Toplumu'na taşıyacak kalitede üç milletvekili adayını tanıtmıştım. Yazıyı yazdığım ilk hafta son dakikada gelen bir ilan, ertesi iki hafta da seçim yasakları nedeniyle yayınlanamayan bu yazıları Bilgi Toplumu stratejilerine sahip çıkacak milletvekili açısından öksüz kalan meclisimize ithafen yayınlıyorum.


SEÇİLDİ


Akif Hamzaçebi

CHP, Trabzon 1. sıra

Aday adayı olan bilişim kökenli çok değerli birkaç değerli ismi hayal kırıklığına uğratan CHP, e.devlet ve Bilgi Toplumu konularında deneyimli Akif Hamzaçebi'yi Trabzon birinci sıradan aday göstererek beni şaşırttı. Milletvekili adayı olana kadar Maliye Bakanlığı Gelirler Genel Müdürlüğü görevini yürüten Hamzaçebi, TÜSİAD'dan ödül alan gelirler.gov.tr sitesini gerçek bir İnternet vergi dairesi olma yoluna sokan isim. E.devlet ve Bilgi Toplumu kavramlarına büyük önem veren Hamzaçebi, telefonla yaptığımız görüşme sırasında seçildiği takdirde İnternet hizmetlerinden alınan KDV oranlarını düşürmek için çalışacağı sözünü verdi. Ama Bilgi Toplumu yolundaki asıl hedefi yönetimin iki seçim arasında da denetlenebilmesini, vatandaşın karar alma sürecine katılmasını sağlayacak yasal düzenlemelerin gerçekleştirilmesi. Bilgi Toplumu'nun Trabzonlu takipçilerine duyurulur.


SEÇİLEMEDİ


Prof. Dr. Ziya Aktaş

DSP, İstanbul 2. Bölge 1. sıra

Bilgi toplumu ile ilgili bir bakanlık kurulması için yıllardır Meclis'te kulis yapıyor, faaliyette bulunuyor. Halen DSP İstanbul milletvekili. Bilgi Toplumu'na seçim bildirgesinde en fazla yeri ayıran, en çok önemi veren ve en doğru politikaları vadeden DSP'nin İstanbul 2. Bölge'den birinci sıra adayı. 12 Haziran 2002'de, 51 imza ile Bilgi Toplumu Bakanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı Taslağı'nı sundu. TBMM Bilgi ve Bilgi Teknolojileri Grubu Başkanı. Oyumu vereceğim 2. Bölge'den birinci sırada aday olduğu için, hiç tereddütsüz Prof. Dr. Ziya Aktaş'ı destekliyorum.

ziyaaktas.com

Emrehan Halıcı

Konya 1. sıradan / DSP adayı

Milletvekili adayı olabilmek için aday adaylığı başvurularını DSP dışındaki partilerden yapan pekçok değerli bilişimci, aday olarak seçilemedikleri veya alt sıralardan aday gösterildikleri sonradan çok pişman olmuştur herhalde. DSP ise bilişimcileri başköşeye oturtmuş durumda. Prof. Dr. Ziya Aktaş'ı İstanbul 2. Bölge birinci sıradan aday gösteren DSP, Emrehan Halıcı'yı da Konya birinci sıradan aday göstermiş durumda. Partisinin Grup Başkan Vekilliği'ni yürüten Halıcı, DSP'nin Bilgi Toplumu ağırlıklı seçim bildirgesinin de baş mimarlarından. Geçen seçime de 'Hedef Bilgi Toplumu' sloganıyla giren Halıcı, Konyalı bilişimcilerin doğal adayı.

halici.com.tr


Dikkat kampanya var


İnternet'in Türkiye'deki ilk yıllarından beri kaliteli ve zengin içerikli sitelerin altına attığı imzasıyla tanıdığım ForsNet, doludizgin koşmaya devam ediyor. KampanyaTürk isimli site, Türkiye'nin yurtdışı lobiciliğine Türk İnternet kulanıcılarından gelecek potansiyel desteği kolaylaştırma amacıyla hazırlanmış. Sitenin KampanyaTürk ismi bu orijinal fikre yakışmamış.

Bu aralar çeşitli kelimelerin ardına eklenen 'Türk' takısıyla site adı koymak moda. Ancak yaratıcı bir fikre dayanan sitenin isminin de daha yaratıcı olmasını beklerdim. Neyse isme fazla takılmadan sitenin tasarımına gelelim.

Sitenin anasayfası, tek bir sayfada söyleyecek ve sık güncelleyecek malzemesi bol siteler için uygun olan aşağı doğru kaydırılan (scroll) tasarım modeline uygun olarak yapılmış. Bu seçim çok yerinde çünkü KampanyaTürk'ün anasayfadan söylemesi gereken, sık güncellemeye yatkın bir içeriği var. Site üç sütuna bölünerek okuma ve gezinme rahatlığı sağlanmış.

Sitenin alt bölümleri ve sayfalarına girildiğinde anasayfaya dönüş bağlantısının yerini bulmak, bu bağlantı için artık standartlaşmış olan sol üst köşe civarı seçilmediğinden oldukça zor oluyor.

Sitede, İnternet aracılığıyla gönüllü lobiciliğimizi üstlenen kullanıcılara bilgi cephanesi sağlayacak büyükçe bir belge/bilgi bankasına da yer verilmeliydi.

kampanyaturk.gen.tr

Kulağı işte eli oynaşta

Milliyet'ten Şükrü Andaç, Radikal'den Serdar Kuzuloğlu ve Dünya'dan Engin Gedik'in haberleri sayesinde haberdar oldum. Nokia, telefon olarak da kullanılabilen, renkli ekranlı, taşınabilir bir oyun konsolu geliştirmiş. 2003'ün Şubat ayında piyasaya sürülmesi planlanan N-Gage (İngilizce'de dövüşmek, birbirine girmek anlamına gelen 'engage' kelimesiyle aynı şekilde okunuyor) ile Sega tarafından üretilecek oyunlar oynanabilecekmiş. Fiyatı da uygun olursa, Şubat'tan itibaren çocukların elinde bol bol görmeye hazır olun.

KDV hálá sorun

Bilgisayar ve iletişimi lüks gören zihniyetin yansıması olarak uygulanan bilişim ürün, servis ve hizmetlerine uygulanan yüksek KDV oranları sorun olmaya devam ediyor. Seçim öncesinde yapılan ve seçimden sonra milletvekili seçilen Kemal Derviş'in de katıldığı bir toplantıda yüksek KDV oranları, bilişim sektörünce bir kez daha şikayet konusu yapıldı. Toplantıda, sektörün yeni hükümetten beklentilerini dile getiren Türkiye Bilişim Sanayicileri Derneği (TÜBİSAD) Başkanı Erol Bilecik, ''Yüksek KDV oranı, KKDF, ithalatı engelleyici kamu uygulamaları, yabancı sermaye girişini engelleyici yasalar gibi devletten kaynaklanan sorunlar hakkında, yeni hükümetten iyileştirmeler yapılmasını talep ediyoruz'', dedi. Sayın Bilecik'e yeni milletvekili Akif Hamzaçebi'nin sayfanın biraz yukarısında yayınlanan sözünün üzerine gitmesini tavsiye ederim.

Başarı buna denir

2000 yılında, henüz 25 yaşındayken kurduğu turkticaret.net İnternet anakapısını başarıdan başarıya koşturan Murat Yanıklar, ''Türkiye'nin On Başarılı Genci 2002'' yarışmasında birincilik ödülüne layık görüldü. Türkiye'de KOBİ'lere yönelik ilk İ6İ (İş altı İş) sitesi turkticaret.net'in kurucusu olan Yanıklar İş Dünyası, Ekonomi ve/veya Girişimcilik kategorisinde birincilik ödülüne layık görüldü. Murat Yanıklar'ın başarısının devam edeceğine ve dünya çapında başarılara imza atacağına inanıyorum. turkticaret.net
Yazının Devamını Oku

Cepte sınıf ayrımı kalkıyor

3 Kasım 2002
Geleceğin cep telefonu modelleri şıklık ve fonksiyonel tasarımlarıyla yarışacak SIemens S55

Mültimedya mesaj alıp gönderebilen Siemens S55, renkli ve geniş bir ekrana sahip. MaviDiş uyumlu yeni model kendinden flaşlı takılıp çıkartılabilen bir fotoğraf makinesiyle de kullanılabiliyor. Kameranın takılıp çıkartılabilir olması, S55'in hantallaşmaksızın, rahat taşınır bir boyutta kalmasını sağlıyor. Üç Bant özellikli Siemens S55, bu özelliği sayesinde Amerika dahil dünyanın her yerinde rahatlıkla kullanılabiliyor. Java uyumuna da sahip Siemens S55'e, İnternet üzerinden yüklenebilen çeşitli yazılımlarla yepyeni yetenekler kazandırmak da mümkün. Siemens'in yeni modeli hazır yüklenmiş bazı Java uygulamalara da sahip. Bu uygulamalar Jet-Ski gibi oyunlardan, çalışma - seyahat rehberlerinden ve masa başında spor yaptıran animasyonlu bir spor hocasından oluşuyor.


Geçtiğimiz hafta Siemens Mobile'ın New York'ta gerçekleştirdiği bir basın toplantısındaydım. Toplantının ardından Siemens'in yeni modelleriyle geleceğe yönelik konsept ürünlerini inceleme, Siemens Mobile Başkanı Peter Zapf ve Ürün Tasarım Direktörü Ulrich Skrypalle ile sohbet etme olanağı da buldum.

Cep telefonu pazarı klasik yaklaşımda segmentlere ayrılarak sınıflandırılır, pazarlama stratejileri bu sınıflandırmaya göre yapılır, ürünler ona göre geliştirilir. Tüketiciler alım gücü yüksek, orta ve düşük olmak üzere üçe ayrılır, ürünler de bu sınıflandırmaya göre konumlanır.

Ancak Siemens Mobile tarafından gerçekleştirilen uluslararası toplantıda edindiğim izlenimler bu pazarlama ve ürün geliştirme anlayışının artık terkedileceğini gösteriyor. En azından Siemens Mobile'ın planları bu yönde.

Ama hemen belirtmem lazım ki, Siemens bu yaklaşımıyla ürün farklılıklarını oratadan kaldırmayı amaçlamıyor. Bilakis ürün farklılıklarına eskiden verdiğinden çok daha fazla önem veriyor. Ancak farklılığı teknolojik özelliklerden çok, kullanım amaçlarına hitap eden tasarımlarla yaratmaya çalışıyor.

Siemens'in yeni stratejisi çok doğru zamanda yapılmış, çok doğru hedeflere yönelmiş bir strateji. Cep telefonlarında kullanılan teknolojik özelliklerin maliyetleri oldukça makul seviyelere düşmüş durumda. Pek çok teknolojik özellikten mahrum bir cep telefonu modelini çok ucuza üretmek bugün için mümkün belki ama bu kadar ucuz bir telefona talep de yok.

Dolayısıyla farklılığı maliyet merkezli teknolojik özelliklerle değil, kişiselliği hedefleyen özel tasarımlarla sağlamaya çalışmak çok daha doğru bir strateji gibi gözüküyor.

Bu durumda da kullanıcıların alım güçleri dışında bazı başka kriterlere göre sınıflandırılması gerekiyor. Bu yeni kriterler ise tüketicinin kullanım amaçlarından oluşuyor. Tüketici şıklığa, statüye, modaya, kişiselliğe, yaşam biçimine göre sınıflandırılıyor. Cep telefonunu konuşma, İnternet'e bağlanma, gezici ofis, yazılı sohbet ve kısa mesaj için mi kullandığı önemli bir kriter oluyor.

Tasarımcılar yeni ürünleri, daha çok bu kriterleri göz önünde tutarak yapıyorlar. Farklılık yaratmak için deri ve renkli kristal gibi yeni materyaller kullanıyor, kartvizit biçiminde telefonlar üretilebilmesi için zar gibi titreşen yüzeylerin yapımında kullanılan yeni teknolojilere başvuruyorlar.

Görünen o ki geleceğin cep telefonu modelleri arasındaki fiyat farkını, bugünün giyim dünyasını yöneten kriterler oluşturacak. Yani kalite, tasarım ve marka cep telefonları pazarının kral, kraliçe ve vezirleri olacak.


Bağlanırsam muk muk...


İnternet'le haşır neşir olduk olalı bu yaşadığım üçüncü milletvekili genel seçimi. Seçim günü uygulanan propaganda yasağı geçen iki seçimde de partiler tarafından İnternet kullanılarak delinmişti. Partiler tarafından gerçekleştirilen bu ihlalleri o tarihlerde yayınlanan yazılarımla kamuoyunun dikkatine sunmuştum. Bugün İnternet Çağı'ndaki üçüncü milletvekili genel seçimini yaşıyoruz. Ve ben adım gibi eminim ki, bu yazının yayınlandığı seçim günü, siyasi partilerin ve milletvekili adaylarının büyük bir çoğunluğu İnternet sitelerinden propaganda yapmaya devam etmekte.

Her yazımdan önce bilgi ve görüş toplamaya çalışırım. Bilgiye erişim konusunda en büyük yardımcım tabii ki İnternet. Konuyla ilgili sitelerin altını üstüne getirir, ilgili kişilere e.posta ile ulaşmaya çalışırım. İnternet'in yetersiz kaldığı durumlarda (ne hikmetse hep de yerli kaynaklara gereksinim duyduğum zamanlarda) telefona sarılırım.

Bu kez de öyle yapıyorum. Seçim yasakları ile ilgili bilgi alabileceğim en güvenilir adrese; Yüksek Seçim Kurulu Başkanlığı'na yöneliyorum. ''ysk.gov.tr'' adresine girmeye çalışıyorum. Tık yok. Kısa bir İnternet araştırması sonucunda kurulun telefonunu buluyorum. Banttaki kadın sesi santrale bağlanmak için sıfırı tuşlayınız diyor. Tuşluyorum, meşgul sesi geliyor. İkinci kez arıyorum, bu kez sıfıra yüz vermeden beklemeyi deniyorum. Yine meşgul sesi... Uzun bir süre inat edince santral memuresi cevap veriyor. Bu meşgul sesi, bir çeşit yıldırma taktiği herhalde...

Sesi yaşlıca çıkan bir beye bağlıyor beni. Bey demem lafın gelişi. Kendimi tanıtıyorum ama karşı taraftan kimliği hakkında çıt yok. Ben kiminle görüşüyorum diye sorunca soyadsız bir isim lütfediyor. Görevini filan söylemek hak getire... YSK başkanıyla mı, kapıcısıyla mı konuştuğumu bilmeksizin İnternet sitelerinin olup olmadığını soruyorum. Yok, diyor.

- Peki, bana başkanlığınızca alınmış seçim yasakları ile ilgili bilgi lazım, gönderebilir misiniz?

- Resmi Gazete'de yayınlandı. Tüm partilere gönderdik. Haa, TRT'ye de gönderdik.

Oldu peki. Gazeteci kimliğimle aldığım cevap bundan ibaret, vatandaş kimliğiyle sorsam herhalde dayak yiyeceğim. Birileri de kalkmış e.devletten filan bahsediyor. Hah, güleyim bari.

Gazetenin hukuk bölümüne uğruyorum, Resmi Gazete'de yayınlanan ilgili sayfaları hemen çıkartıyorlar. Yasaklar elimin altında ama uymayanlara uygulanacak cezai müeyyideler konusundaki bilgiler hálá eksik. Gazetede kısa bir soruşturma... Yine sonuç yok.

Aklıma '99 seçimlerinde Star gazetesinde yazdığım yazı geliyor. Hatırımda kaldığı kadarıyla o tarihteki araştırmam daha verimli geçmişti. Eski yazımı bulmak için Star gazetesinin kurucu yöneticiliğini yaptığım İnternet sitesine giriyorum. O da ne? Arşivin yerinde yeller esiyor. Kurulduğu günden itibaren tüm içeriğiyle İnternet'te yayınlanan dünyanın ilk gazetesi, bu onurlu ünvandan hoşlanmamış anlaşılan. Bilgiye erişimi kolaylaştırmak, ziyaretçinin aradığını şıp diye buluvermesini sağlamaya yönelik onca çabamız bir çırpıda çöpe gönderilmiş.

İnternet'te çare tükenmez... Aradığım yazıya eski siteleri arşivleyen bir başka site aracılığıyla ulaşıyorum. 18 Nisan 1999 tarihli ''Bir kere delmek'' başlıklı yazımda bakın neler demişim:

''Meclise giren biri hariç, tüm parti başkanlarını üç aydan, altı aya kadar hapis cezası bekliyor. Tabii milletvekillikleri bitip, dokunulumazlıkları kalktıktan sora... Neden mi? Propaganda yasağına uymamaktan. Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkındaki Kanun, her türlü propaganda faaliyetini seçimden bir önceki gün saat 18:00'le seçim günü saat 18:00 arasında yasaklıyor. Kanun, propaganda yasağına uymayanlara verilecek cezayı da belirlemiş, üç aydan altı aya kadar hapis ve onbeşbin liradan yetmişbeşbin liraya kadar ağır para cezası...''

Dün dündür, bugün de dündür...

Şiirli not: Şair Bülent Ecevit'in ''Bilgi Çağı'' isimli şiiri çok hoşuma gitti. Tamamı uzun olduğu için en sevdiğim kıtasını aktaracağım:

bu çağda gücün/kaynağı bilgi/bilgiyi halka/sunmaktır sevgi
Yazının Devamını Oku

Yalanlar ve gerçekler

20 Ekim 2002
<B>Yalan</B> Üçüncü Kuşak altyapısı Türkiye için bir lüks. Üçüncü Kuşak altyapısına yatırım yapan şirketler zararlı çıkar. Gerçek Üçüncü Kuşak cep telefonlarından video görüntü, video konferans ve multimedya iletişimi yapmaya olanak tanıyacak yeni nesil kablosuz telekomünikasyon altyapısına ve bu altyapının sağladığı olanakları kullanabilecek cep telefonlarına verilen isim. Şu anda ses iletişimini olanaklı kılan ikinci nesil ve hızlı veri alışverişini sağlayan (GPRS) ikibuçukuncu nesil altyapı ve cihazları kullanmaktayız.

Avrupa'nın birçok ülkesinde, birçok telekom şirketi Üçüncü Kuşak cep telefonu altyapısını kurup, işletmek için şimdiden lisans almış durumda. Bu lisanslar şirketlere devlet ihaleleriyle verildi ve Üçüncü Kuşak teknolojilerinden çok şey bekleyen şirketler bu lisanslar için oldukça yüksek bedeller ödedi. Şu andaki krizin en büyük nedeni lisans bedellerinin ödenmiş olmasına karşı, Üçüncü Kuşak altyapısı üzerinde çalışacak yeni nesil cep telefonlarının henüz hazır olmamasından kaynaklanıyor. İhale bedellerini ödeyen ve altyapıya yatırım yapan şirketler, cihazlar hazır olmadığı için bu yatırımlarının karşılığını almaya bir türlü başlayamadılar.

Yalan Üçüncü Kuşak uygulamalar için henüz çok erken.

Gerçek Üçüncü Kuşak teknolojisine geçişin öyle birdenbire olmayacağı anlaşıldı. Ancak bu hiç geçilmeyecek anlamına da gelmiyor. Şu anda piyasaya çıkacağı duyurulan Üçüncü Kuşak cep telefonları, iki ve ikibuçukuncu kuşak altyapılarla da uyumlu çalışacak. Multimedya Mesaj ve GPRS Üçüncü Kuşak'a yumuşak geçiş teknolojileri olarak tanınıyorlar. Üçüncü Kuşak teknolojileriyle çalışacak uygulamaların, GPRS ve Multimedya Mesaj teknolojileriyle de kullanılması mümkün. Aradaki tek fark geçiş teknolojilerinde bu uygulamaların biraz daha yavaş iletişim hızlarında kullanılabilecek olması.

Yalan İnternet balonu patladı.

Gerçek İnternet balonu filan patlamadı. İnternet tüm hızıyla gelişmeye devam ediyor. Patladı denilen şey patlamanın kendisi. ABD'de İnternet sektörü çılgın bir büyüme göstermişti. Bir zamanlar Türkiye'de her köşebaşında bir video kiralama şirketinin açılması gibi bir patlama yaşanmış ve herkes aklına estiği konuda bir İnternet sitesi açmaya başlamıştı. Bu bir arz patlamasıydı ve talepte de yaşanan büyük patlamadan bile büyük olduğu için, pek çok yatırımcı için hüsranla sonuçlandı. Türkiye'de ise ne arzda, ne de talep de böyle bir patlama yaşanmadı. Türkiye'de İnternet'in büyümesi için çok daha fazla yatırım yapılması gerekiyor ve İnternet girişimciler için hálá çok bakir alanlar sunuyor.

Yalan Yeni ekonomi fos çıktı.

Gerçek Yeni ekonomi kendisini iyi tanıyanlar için büyük fırsatlar sunmaya, tanıyamayanlar için ise yaşamsal bir tehdit unsuru yaratmaya devam ediyor. Yeni ekonomi fos çıktı diyenler, ekonomi bilgisi geçen yüzyılda kalmış dinozorlardan oluşan bir güruh. Onlar yeni ekonomiyi teknoloji şirketlerinden ibaret sanıyorlar. Bu şirketlerin başarısını ise borsadaki değer dalgalanmalarıyla ölçmeye çalışıyorlar. Teknoloji şirketleri bir dönem batılı borsalarda büyük prim yapmış, risk sermayedarlarını kendine çekmişti. Herkes borsada beklenti satın alıyordu. Sermayeyi kendine çeken bu teknoloji şirketleri, gün gelecek çok kárlı olacaklar ve hisselerini ellerinde tutanlara tatlı gelir getireceklerdi. Sonunda insanların beklentileri değişti ve herkes beklenti satmaya başladı. Böylece teknoloji şirketlerinin şişen hisse değerleri bir anda düşüverdi.

Tüm bunlar eski ekonominin kurallarına uygun olarak eski ekonominin piyasası borsada yaşanmıştı. Eski ekonominin dinozorları bu yaşananları yeni ekonomi patladı diye yorumladılar. İşin gerçeği ise eski ekonominin patlamış olmasıydı.

Yeni ekonomi şirketi olmak için teknoloji şirketi olmak gerekmiyor. Tek gerekli olan teknolojiyi şirket verimliliği için doğru olarak kullanan bir şirket olmak, verimlilik için bilgiden yararlanmak. Yeni ekonomi, faaliyet alanı ne olursa olsun bir şirketin, İnternet teknolojilerini kullanarak verimliliğini artırması olarak özetlenebilir.


Elektronik kara tahta


Yurtdışında ve yurtiçinde katıldığım fuarlarda, çeşitli iş toplantılarında farklı markalardaki pek çok benzerini görmüş, denemiş, kullanmıştım. Hepsinde de yeni bir özelliğe tanık olmuş, her seferinde şaşırmıştım. Ama 'Teamboard'u görünce hayran kaldım. Farklı ürünlerde şahit olduğum teknoloji harikası farklı özellikleri tek bir ürün üzerinde toplamayı başarmıştı.

Türkiye temsilciliği Unitem tarafından yapılan Teamboard temel olarak dokunmatik dev bir ekrandan ibaret. Asıl marifetleri ise yazılımında gizli. Dev bir bilgisayar ekranı olarak kullanılabilmesi, üstlendiği temel işlevlerden biri. İkinci temel işlevi ise dokunmatik ekranı sayesinde üzerine yazılan, çizilen her türlü veriyi bilgisayara aktarması. Bu özelliği sayesinde toplantı sırasında not tutulmasına gerek bırakmıyor. Üzerine yazılan, çizilen her şeyin toplantı notu olarak yazıcı çıkışı alınabiliyor, hatta bu notlar istenildiği kadar e.posta adresine elektronik olarak gönderilebiliyor.

İnternet bağlantısı da kurabilen Teamboard, hem Windows hem Macintosh işletim sistemli bilgisayarlarla uyumlu olarak kullanılabiliyor ve farklı ebatlara sahip beş ayrı modelde satılıyor.

unitempro.com


Dijital panonun marifetleri


İnternet aracılığıyla dünyanın dört bir yanıyla konferans ortamında kullanılabiliyor.

Dokunmatik yüzeyi üzerinde özel renksiz kalemi ya da çıplak parmakla bilgisayar faresi ile yapılabilecek tüm işlemler yapılabiliyor.

Yapılan tüm sunum ve sunum üzerinde yapılan her türlü değişiklik, eklenen her türlü bilgi sayfalar halinde, bilgisayarın belleğine aktarılıyor.

Bu sayfaların bilgisayar yazıcısından çıkışları alınabiliyor, e.posta ile dağıtılabiliyor.
Yazının Devamını Oku