Yurtsan Atakan

Savaş pornosu

6 Nisan 2003
Türk Dil Kurumu Güncel Türkçe Sözlük'e (<B>tdk.org.tr/sozluk.html</B>) göre pornografi, ''açık saçık yayın veya resim; edebe aykırı kitap veya resim'' anlamına geliyor. Cambridge Sözlüğü (dictionary.cambridge.org) ise pornografiyi şöyle tanımlamış, ''Cinsel eylemleri veya çıplak insanları cinsel heyecan uyandıracak ancak pek çok insan tarafından da çirkin ve rahatsız edici bulunacak bir şekilde anlatan ya da gösteren, hiçbir sanatsal değere sahip olmayan kitap, dergi, film ve benzerleri.''

Merriam-Webster Online Dictionary de (webster.com) benzer iki tanım veriyor ve sonra şu üçüncü tanımı ekliyor, ''Ani ve yoğun bir duygusal tepki uyandırmak amacıyla davranışların, olayların sansasyonel bir şekilde tasvir edilmesi.''

Yunanca ''porni'' (fahişe) ve ''graphein'' (yazmak) kelimelerinden gelen pornografi kelimesinin en güzel tanımını ise Umberto Eco yapmıştı. Aklımda kaldığı kadarıyla, aşağı yukarı şöyle bir tanımdı...

Karakterlerin bir yerden başka bir yere gidişini seyretmek çok fazla vaktinizi alıyorsa bilin ki seyrettiğiniz bir porno filmdir diyordu usta yazar. Örneğin diyordu, film karakterinin evinden işine gidişi, gerçek hayatta sürecek kadar uzun bir zamanda gösteriliyorsa bu apaçık bir pornodur.

Bu tanım yazımın en başında verdiğim üç tanıma da uyuyor aslında. Olayları, insanları tüm çıplaklığıyla, sanatsal ya da düşünsel hiçbir değer katmadan olduğu gibi aktarmak ve üstelik bunu bir duygusal tepki uyandırmak amacıyla yapmak pornografidir.

Irak'taki savaşın medya yansımalarına bakınca, midem bulanıyor. Sözde barış havarisi kesilen bazı televizyon ve gazeteler anti-Amerikan ideolojilerini, yayınladıkları pornografik savaş görüntüleriyle meşrulaştırma gayreti içindeler.

Kendilerini solcu olarak tanıtan, aslında Amerikan karşıtı olmaktan başka hiçbir dünya görüşü olmayanlarla kendilerini liberal, demokrat müslüman olarak tanıtan takiyeci İslamcıların kurduğu ittifak, umudunu pornografik yayınlara bağlamış durumda. Bu Yeşil Cumhuriyetçiler ABD'ye açtıkları savaşta porno dahil her türlü silahı meşru görüyorlar. Hatta propaganda malzemesi olarak kullandıkları vahşet fotoğrafları arasında çocuk fotoğraflarını kullanmaktan, çocukları istismar etmekten, çocuk pornografisi yapmaktan bile çekinmiyorlar.

Gazetelerin ve televizyon kanallarının büyük bölümünde bu pornografik fotoğraflar yayınlanıyor. İnternet'ten kimin gönderdiği belli olamayan, ABD karşıtı savaş pornosu içerikli 'spam' (taciz edici e.posta mesajı) yağmuru yağıyor. Solcu müsvettesi yazarlarla bebek yüzü maskeli İslamcı yazarlar bu fotoğraflara dayanarak pornografik yazılar yazıyorlar.

Bunların bir bölümünün, bu tür vahşet fotoğraflarının sayısının artmasından gizli bir sevinç duyduğu konusunda şüphelerim de var. Kana bulanmış çocuk ve kadın fotoğrafları geldikçe, içinden ''Oh, işte ABD'yi vuracak yeni cephane geldi'' diye sevinenler olmasından endişe duyuyorum. Bu tür görüntüler yayınlandıkça, televizyon karşısında viskilerini, şerbetlerini yudumlayıp ''cık, cık, cık'' çekmelerini görür gibiyim.

Ayrıca bu tür fotoğrafların bir kısmının gerçekliğinden de şüphe duymak gerekiyor. Birinci Körfez Savaşı'ndaki petrole bulanmış kuş fotoğrafının bile gerçekliğini sorgulayanların, bu fotoğrafların gerçekliğini sorgulamamasını şaşırtıcı bulmuyorum. Neden bulayım ki? Teknoloji harikası bir helikopterin 70 yaşındaki çiftçinin çakaralmaz tüfeğiyle düşürüldüğü propaganda palavrasına inananlar da bunlar değil miydi?

Şimdi beni duyarsızlıkla suçlamaya kalkışacaklar da olacaktır. Düşünce faşizmi yüzünden, farklı bir düşünce belirtmeye kalkışan herkesin bir de savunma yapması gerekiyor. Mediokrasinin hakim olduğu Türkiye'de düşünce faşizmi kuran Entel Diktası'nca farklı fikirlere uygulanan işkence ve linç, idamdan önce son söz niteliği taşıyan bu türden savunmaları şart kılıyor.

Savaşın gerçek yüzünün gösterilmesine karşı değilim. Benim karşı olduğum, bu iğrenç yüzün tüm açıklığıyla pornografik bir şekilde gösterilmesi ve savaş sırasında propaganda malzemesi yapılması. Savaşın vahşeti gösterilsin tabii ki. Ama savaştan sonra ve pornografik olmayan bir şekilde. Savaş pornosu meraklısı olanlar da üzülmesin, zevklerini tatmin edecek malzemeyi İnternet'teki özel adreslerden ve tezgah altından edinecekleri video kaset ve CD'lerden temin etmekte zorlanmayacaklardır.

Panel ve konferans takvimi notu

7 Nisan Pazartesi günü saat 14.00’te Türk Dil Kurumu’nda (Ankara) yapılacak ‘Hedef e-Türkçe’, 11 Nisan Cuma günü ise TBD etkinliği olarak Antalya’da yapılacak ‘Medyanın e.Türkiye’deki Rolü’ başlıklı konferanslarda konuşacağım, beklerim...

Tepum atakta

Vestelnet'teki çok başarılı Veezy kampanyalarıyla dikkat çeken ve bu kampanyalar sayesinde Türkiye'deki İnternet kullanımında önemli bir sıçrama yaşanmasını sağlayan Vestelnet eski Genel Müdürü Cem Soysal, Tepum Genel Müdürlüğü'ne getirildi. Cem Soysal'dan Tepum'da da devrimci girişimler bekliyorum. Tepum'un Cem Soysal'la e.Türkiye projesinde aktif rol almasını bekliyorum. Haberleri olsun.

Microsoft cebe giriyor

Hafta başında Paris Avrupa Disney Parkı'nda gerçekleşen Microsoft Gezgin Ürün Geliştirici Konferansı'na (Microsoft Mobility Developer Conference) katıldım. Microsoft Türkiye'den Telekom Sektör Müdürü Hakan Dülge ve Pazarlama İletişimi Müdürü Ebru Çapa ile Microsoft Mobil Cihazlar Bölümü Ürün Müdürü Jonas Hasselberg ve Microsoft .net Geliştirme Araçları ve Teknolojileri Ürün Müdürü Ivo Salmre ile görüşme fırsatı buldum.

Üst düzey yöneticilerle yaptığım sohbetler ve katıldığım toplantılardan edindiğim izlenim, Microsoft'un cep telefonu pazarına adım atmanın kapısını nihayet bulduğunu gösteriyordu.

Windows işletim sistemiyle güçlendirilmiş Akıllı Telefonlar bu kapının, asıl çerçevesini oluşturuyorlar. Microsoft kapıyı açacak kol olarak ise cep telefonu operatörlerini görüyor.

Microsoft işletim sisteminin, özellikle bilgisayar kullanıcıları için sunduğu, Symbian tarafından karşılanamayan faydaları var. Bu özellikler telefonla konuşma ve kısa mesaj gönderme dışında birçok gelişkin işleve sahip akıllı telefonlarda daha da fazla ön plana çıkıyor. Tahminimce Microsoft yakın gelecekte, hatırı sayılır bir payla pazara girmeyi başaracak ancak masaüstü bilgisayarlarda elde ettiği hakim konumu bu sektörde edinemeyecek. Microsoft'un pazara bu şekilde girmesini, yaratacağı rekabet ve sunacağı ürün çeşitliliği açısından çok olumlu bir gelişme olarak değerlendiriyorum.

Bir başka beklentim ise Microsoft'un cep telefonu işletim sistemindeki pazar payından tatmin olmayıp, pazarın başka bölümlerini zorlayacak stratejiler üretmesi. Microsoft büyük olasılıkla Symbian işletim sistemi üzerinde çalışan yazılımları da piyasaya sürecek. Bunun için Java uygulamalarının Windows işletim sisteminde çalışmasını sağlayan Sanal Java Makinesi gibi, Windows ürünlerinin Symbian işletim sisteminde çalışmasını sağlayan Sanal Windows Makinesi geliştirmesi benim için sürpriz olmayacak. Böylece Outlook, Office, Explorer gibi popüler Windows programları, Windows işletim sistemi kullanmayan diğer cep telefonlarında da kullanılabilecek.

F klavyenin zaferi

Bir süredir devam etmekte olan F- Q klavye savaşında ilk zafer F klavyenin oldu. Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik yayımladığı genelgeyle bakanlığa bağlı her tür okul ve kurumda tüm bilgisayarlarda F klavye kullanılacağını, halen uyduruk Q klavyeye göre üretilmiş makinelerin klavyelerinin F klavyeye dönüştürüleceğini, bundan sonra satın alınacak ya da bağış yoluyla kabul edilecek bilgisayarların F klavyeye göre üretilmiş olmasına dikkat edileceğini, personele F klavye kursları düzenleneceğini bildirdi. Türkçe F klavyeye sahip çıktığı için Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'e teşekkür ediyoruz. Şimdi yeni bir zafer haberini de Sanayi Bakanlığı'ndan bekliyoruz. Bakalım uyduruk Türkçe desteği olmayan ürünlere ve uyduruk Q klavyeye ithalat kısıtlaması ne zaman gelecek?

Bilgisayar Türkçesi İstemiyoruz

medyatava.net/turkce adresindeki kampanyaya gelen görüşleri okurlarla paylaşmaya devam ediyorum...

Sanayi Bakanlığı

Bu konudaki 2117 nolu TSE standardının mecburi standart haline getirilebilmesi, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı'nın onayı ve standardın Resmi Gazetede yayınlanmasıyla olanaklıdır. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı F klavyeye sahip çıkarsa çok daha çabuk ve kolay sonuca ulaşılır.

Ünal Uzdil
Yazının Devamını Oku

Kanserle Savaşa Hayır!

30 Mart 2003
İster Saddam'ı destekliyor olun ister ABD'yi... N'oldu? İster savaşa hayır deyin, ister evet demek gibi demagojik bir cümle mi oldu bu? Irak'ta sürmekte olan savaş, kamuoyuna ne yazık ki siyah ve beyaz seçimlerden ibaretmiş gibi sunuldu. Türk düşün dünyasında diktatörlük kuran entelektüel çetesi, her zaman olduğu gibi tek sesli korolarını yine oluşturdular. Tek tip üniforma giydirdikleri fikirlerini herkesin tepesinde Demokles’in kılıcı gibi sallandırdılar. Kurdukları empoze korosuyla, emprovize notaları tepelediler.

Saddam'ın Irak'ta kurduğu diktatörlük ve Kuveyt'i işgaliyle başlayan ve yıllardır kanayan, kangren olmuş sorunu tek bir slogana indirgediler: Savaşa Hayır! ''Savaşa hayır ama'' demeye kalkanların üzerine ''aması maması'' yok sopalarıyla çullandılar.

Peki tamam ''Savaşa Hayır''... O halde ''Kurtuluş Savaşı'na da Hayır'', ya da ''1974 Kıbrıs Savaşı'na da Hayır'', hatta ve hatta ''Kanserle Savaşa Hayır'', ''Ekin Zararlısı Sünelerle Savaşa Hayır''...

Şimdi bakın bu Entel Diktası'nın resmi söylemine göre Irak'taki savaşın nedeni Musul, Kerkük petrolleridir. Halbuki, cuma günkü yazımda da değindiğim gibi Irak'taki savaşı petrol gibi modası hızla geçmekte olan enerji kaynakları üzerinde hakimiyet kurma sevdasına bağlayanlar fena halde yanılıyorlar.

Bakın ta bir buçuk yıl önce, 11 Eylül terörist saldırısının hemen ardından yazdığım, 15 Eylül'de yayınlanan yazımda neler demişim, ''Üçüncü Dünya Savaşı'nın en olası arena adayı olan Ortadoğu'da kopacak fırtınaya kesin gözüyle bakılıyor. Türkiye'nin de bu yakın bölgedeki savaştan etkilenmesi bekleniyor. Ancak savaşın şekli şimdilik meçhul.

Dünya bugüne kadar sıcak ve soğuk olmak üzere başlıca iki savaş tipine tanık oldu. Üçüncü Dünya Savaşı'nın da sıcak bir savaş şeklinde geçeceğini bekleyenlerin sayısı az değil. Ancak bizce Üçüncü Dünya Savaşı, dünyanın çok daha farklı bir savaş kavramıyla tanışmasına yol açacak. Evet bu savaş da belki sıcak çatışmalara ve soğuk diplomatik sürtüşmelere sahne olacak. Ancak egemen dünya güçlerinin bu savaştan galip çıkabilmesi için, farklı bir savaş stratejisi izlemesi şart.

ABD ekonomisi küreselleşme yolunda geri dönülmez bir noktaya gelmiş durumda. Küreselleşmeden vazgeçmesi artık mümkün değil. Ve bu küreselleşme, küreselleşme karşıtlarının sık sık iddia ettiği gibi geçmiş yüzyılların emperyalist politikalarından medet uman bir ideoloji değil. Aksine tüm dünyayı gelişkin, alım gücü yüksek büyük bir pazar haline getirmeyi amaçlayan bir ideoloji.

Dolayısıyla ABD'nin, dünyanın bazı bölümlerini orta ve uzun vadede dışlaması olası değil. ABD'nin çıkarları, dünyada yaşayan tüm insanları kendi vatandaşı gibi görmeye bağımlı. Bu yüzden İslam dünyasını, batı değerleriyle uyum içinde bir kültür olarak kucaklamak zorunda. Batı değerleriyle İslam değerlerinin kucaklaşmasının en iyi örneği ise, bazı teklemelerine rağmen Türkiye modeli.

Bu yüzden önümüzdeki dönemde 'Türkiye modelinin moda olması ve geliştirilmesi' kaçınılmaz bir trend olarak karşımıza çıkacak''...

Şu anda asıl içinde bulunduğumuz savaş işte bu yeni savaştır ve ABD ile Irak arasında değil ABD-İngiltere müttefikleriyle Fransa-Almanya muhtelifleri arasında yaşanmaktadır. Türkiye'nin AB'ye girişine karşı olanlarla, Irak harekatına karşı olan ülkelerin aynı olması tesadüf değildir.

15 Eylül 2001 tarihli yazımdan iki hafta sonra da şunları yazmışım, ''İşte bu yüzden Tonton zamanında yaşanılan deneyimleri, Pinpon zamanında yaşanacaklarla karıştırmamak gerekiyor. İlkinde bir koyup beş alma olasılığı varken narhı bile alamamış, kurda kuşa yem olmuştuk. İkincisinde ise Türkiye'nin sonradan fiyatı biçilecek bir yem olmasına olanak yok. Türkiye bu kez Kuzeybatı'nın Yeşildoğu karşısındaki tek ve alternatifi olmayan son kozu''.

Şimdi geriye dönüp baktığımda düştüğüm tek hatanın bir ses oyunu uğruna Sayın Ecevit'e yaptığım saygısızlık olduğunu görüyorum. Neyse ki zaman ''pinpon'' yakıştırmasının gerçek adresini bulmasını sağladı. İktidar değişti ve uyguladığı kıvırtık politikalarla ''pinpon topu'' gibi bir oraya bir buraya savrulan yeni bir iktidarımız oldu.

Ancak bu pinpon politikası yüzünden cezalandırılacağımızı düşünenlere de katılmıyorum. ABD tarafından cezalandırılamayacak kadar stratejik bir konumdayız. Evet ABD yanlış ata oynadığını anladı ve ''Yeşil Cumhuriyetçiler''i mutlaka cezalandıracak. Ama nankörlüklerinden dolayı değil, Türkiye'yi istenilen seviyeye getirecek beceri ve hakimiyete sahip olmadıklarından dolayı... Türkiye ise ekonomik krizden mutlaka çıkarılacak. 1 milyar dolarlık yardım sadece bir sinyal, devamı gelecek...


Dünyaya teknoloji sattık


Dünya GSM Kongresi ve Fuarı'nda gördüklerim arasında, aradan bir ay geçmesine rağmen mutlaka paylaşmak istediğim, gurur duyduğum bir izlenim var. Fuarda sergilenen yeni bir servisi hayranlıkla izlerken, yanıma yaklaşan bir bey ''Merhaba, Yurtsan Bey. Beğendiniz mi?'' dedi. Bu yıl fuara ikinci kez katılan Telenity'nin Başkanı Bekir Serbest, geliştirdikleri ürünlere fuarda çok büyük ilgi olduğunu söylüyor. Telenity'nin fuarda sergilediği teknoloji kullanıcının bulunduğu konumu belirleyerek, bu konuma uygun multimedya servislerinin verilmesini sağlayan bir sistem. Örneğin canınız sinemaya gitmek istiyor. Telefonunuza istediğiniz menzili girerek örneğin bir kilometrelik bir çap içinde arkadaşınız olup olmadığını taratıyorsunuz. Ekrana gelen listeden istediklerinizi seçip, toplu bir mesaj gönderiyorsunuz; 'Sinemaya gidelim mi?'' Cevaplar geliyor ve iş film seçmeye kalıyor. Telefonlarınıza o gün oynayan filmlerin multimedya bilgileri geliyor. Filmi seçiyor ve bu kez yakınınızdaki sinemalarda oynayıp oynamadığını merak ediyorsunuz. Sistem konumunuzu belirlemiş olduğundan, seçtiğiniz filmin yakınınızdaki hangi sinemalarda oynadığını belirten bir mesaj yolluyor. Biletlerinizi bile cep telefonuyla alıp, sinemanın kapısında buluşuyorsunuz.

telenity.com


Bilgisayar Türkçesi İstemiyoruz

Türkçeyi bilgisayar teknolojilerinin tehdidinden korumanın yolları ve kültür mirasımız Türkçe F klavyenin yaşatılması için açtığımız kampanya sürüyor. Görüşlerini paylaşmak isteyenlerin gireceği adres:medyatava.net/turkce

Ve işte o görüşlerden biri daha:

Q'cular F'yi deneyin: 'Eh, be birader sen F klavye mi kullanıyorsun sanki?' diye sorarsanız 'zınk' diye orada durmam icap eder. Zira ben tam 12 senedir Q klavye ile yatıp kalktığım için Q klavye kullanıyorum. Ama fırsat buldukça Q yerine F klavye kullanmayı tercih etmeye başladım. İşin özü şu: Ne yapın edin F klavye kullanın!

Onur Gözüpek


Cephedeki askerden canlı yayın

Orada bir savaş var ve savaşanlar... Bunlardan biri de Basra Körfezi'nin bir yerlerinde sipere yatan bir ABD askeri. Ailesiyle haberleşmek için bir İnternet sitesi kurmuş ve savaş günlüğü tutuyor. Ama site herkese açık. Savaştaki bir askerin psikolojisini merak ediyorsanız, izleyin... Saddam yanlısı propaganda sitelerine ek olarak, savaşı bir de içinde yaşayan ABD askerinin gözünden görmek, her iki tarafın da görüş açısını anlamaya çalışmak isterseniz bu adrese de bir göz atın. lt-smash.us

Haklamada üçüncüyüz

İngiliz şirketi mi2g tarafından yapılan araştırmaya göre Türkiye kaynaklı bir grup haklayıcı, bilgisayar haklama liginde üçüncü sırada. Ligde 19. sırada da bir Türk takımı yer alıyor. Dünya siber suç şampiyonu Brezilya'nın, erişilmez gücü nedeniyle dahil edilmediği ligin liderliğinde İngiltere var. Rooting Sabotage Forced isimli Türk haklayıcı grubu gerçekleştirdikleri toplam 148 saldırıyla, İngiliz S3C ve Meksikalı System grubunun ardından geliyor. Türk grup son eylemlerinden birinde 17 Mart günü, Amerikan Diplomasi Akademisi sitesine ''Savaşa Hayır'' sloganı yerleştirmişti. mi2g.com

Mucit fabrikası IBM

Dünya patent şampiyonasında gelenek bozulmadı. IBM, onuncu kez dünya patent şampiyonu oldu. Patent sayısı listesinde IBM, 3 bin 288 kayıtla birinci sıraya yerleşti. 2002 yılı içinde, IBM tarafından alınan patentler arasında kalbe takılan ve gerektiğinde doktorun cep telefonuna mesaj gönderen cihaz gibi ilginç teknolojik aletlerin yanı sıra bilgiişlem hizmetlerinin su, elektrik, doğalgaz gibi bir şebeke üzerinden dağıtılmasını sağlayan sistemler de var. IBM bu patentleri ''anında e.iş'' ismini verdiği, şirketlerin değişen koşullara hızla uyum sağlamasını sağlayacak çözümler sunmayı amaçlayan bilişim altyapısı çözümlerinde kullanıyor. ibm.com/tr
Yazının Devamını Oku

Bilgi Toplumu’na giriş tezkeresi

28 Mart 2003
Irak'taki savaşı petrol gibi modası hızla geçmekte olan enerji kaynakları üzerinde hakimiyet kurma sevdasına bağlayanlar fena halde yanılıyor. Dünya çok hızlı bir radikal değişim geçiriyor. Artık hiçbir şeyi eski ideolojilerle, eski doktrinlerle, eski ekonomik modellerle, eski toplumsal dinamiklerle, eski güç dengesi analizleriyle değerlendirmek mümkün değil.

Teknoloji geliştikçe dünya küçülüyor. Öte yandan gelişmiş ülkelerin yerel pazarları da artık kendilerine yetmiyor. Tüketime dayalı ekonominin yaşamını devam ettirebilmesi için yeni pazarlara ihtiyacı var. Yeni pazarların açılabilmesi için de, refah seviyesi yüksek yeni bölgelerin oluşması oluşturulması gerekiyor. Bu tip bölgelerin oluşturulabilmesi için de istikrar şart.

ABD bu yüzden artık herhangi bir yerde, istikrarı bozabilecek çıban başı kalmasın istiyor. Irak'taki kendi halkı üzerine kimyasal bombalar atan diktatörün devrilmeye çalışılmasının nedeni bu.

Yeni dünya düzeninde, yeni ekonomide bilgi, petrolden daha değerli olacak. İlla bir benzetme yapmak gerekirse tekstil üreten bir ülke olmakla, ünlü moda markalarına sahip bir ülke olmak arasındaki fark, sanayi ve tarım toplumları ile bilgi toplumları arasında gözükecek. Yeni dünya düzeninde, yeni ekonomide teknolojik ürünler üreten bir ülke olmak değil, bilgi üreten bir ülke olmak önemli olacak.

BÜYÜK ADIM E.TÜRKİYE

Türkiye Bilişim Vakfı Projeler Koordinatörü <B>Tuncer Üney'in aylardır anlatmaya çalıştığı e.Türkiye projesi bu yüzden büyük önem taşıyor. e.Türkiye projesi, kurulmakta olan yeni dünya düzeninde güçlü bir yere sahip olabilmemiz için gerçekleştirilmesi şart bir proje. Ancak zaten pekçok handikapla başladığımız bu yarışta, hükümetin ilgisizliği yüzünden her geçen gün daha da geride kalıyoruz.

Tuncer Üney beşinci sayfamızdaki yazısında bu yarışın şu an neresinde olduğumuzu bakın nasıl özetliyor; ''Bilgi Toplumu'nun temel göstergeleri açısından bakıldığında Türkiye diğer aday ülkeler arasında; 2000 yılı rakamlarına göre, kişisel bilgisayar kullanımında alt sıralarda (100 kişide Türkiye 4,6, Romanya 3,2, Slovenya 27,3 kişi), İnternet kullanımında en alt sırada (100 kişide Türkiye 2,9, Romanya 3,1, Estonya 26,3 kişi), cep telefonu kullanımında ise aday ülkeler ortalamasının üstünde (100 kişide Türkiye 19,3, Bulgaristan 8,2, Slovenya 57,4 kişi) bulunmaktadır. Bu göstergeler Türkiye'nin önünde alması gereken daha çok yolun olduğunu ifade etmektedir. Yani istenilen düzeye gelebilmek için 'daha kırk tekne ekmek yememiz' gerekmektedir''...

Sayın Üney bence az bile söylemiş. Kırk tekne ekmek de yetmez, kırk tekne ekmeği ne kadar kısa sürede yiyeceğimiz de önemli.

HÁLÁ 3. LİGDEYİZ

Yazının Devamını Oku

Hınç alma seviş

23 Mart 2003
Sevgili <B>Hıncal Uluç</B>'la önünde sonunda bir askeri müşahite gerek kalmadan buluşacağız galiba. Mesleki büyüğüme ''sevgili'' diye hitap etmemin nedeni tanışıklığımızdan değil ''sevgi''nin içinde ''saygı''yı da barındırmasından. Sevgili Uluç, geçen pazarki yazısının başlığını ''Ben senin a&*%*n*m'' diye atmış. Türkçe karakterlerin, yaygın olarak kullanılan uluslararası bilgisayar standartlarına girmemiş olmasının yarattığı bir soruna dikkat çekiyor bu başlığıyla. Neredeyse F-Q klavye sorunu kadar eski bir sorun bu da aslında. Ama günlük hayata yansıması için İnternet kullanımının yaygınlaşması gerekti. Şimdi artık e.posta kullanan herkesin karşılaştığı bir sorun. Türkçe abece ile yazılan bir e.mektubun, yolda uğradığı bilgisayarlarca ırzına geçilip, anlaşılmaz bir hal alarak alıcısına ulaşmasıyla su yüzüne çıkıyor daha çok. Yani siz oturup bir mektup yazıyorsunuz, ancak mektubunuzdaki ''ı, İ, ş, ğ'' gibi Türkçe’ye has harfler, anlaşılmaz işaretlere dönüşmüş olarak varıyor mektubun alıcısına.

Hıncal Uluç da diyor ki: ''Türk aydınlarının, entelektüellerinin, münevverlerinin asıl, esas, baş işi, devletin ilgili kuruluşları ile işbirliği yaparak, bize has harflerin, uluslararası dolaşımda yer almasını sağlamak için savaşmak olmalı değil mi?.. Değil.. Ona aldıran yok.. i, Ş, Ü, Ğ olmasa da olur.. Yeter ki F harfi üçüncü sıranın soldan birinci harfi olsun.''

Ama ona aldıran var, yanılıyorsunuz Sevgili Uluç... F-Q klavye tartışması önemli bir simge. Tüketicinin bilinçsizliği, devletin ilgisizliği ve ithalatçının sorumsuzluğu üçlüsünün bir araya geldiğinde nelere yol açabileceğine ve bu üçlüyü önemsemediğimiz takdirde bizi bekleyen sorunlara dikkat çekmek amacıyla büyüttüğümüz bir simge. Bunu başından beri söylüyorum. F klavye tartışmasıyla ilgili yazdığım hemen her yazımda asıl sorunun Türkçe’yi bekleyen daha büyük tehditler olduğuna dikkat çekiyorum.

Sevgili Emre Kongar da değindi, birkaç yazısında... medyatava.net/turkce adresinde başlattığımız ''Bilgisayar Türkçesi İstemiyoruz'' kampanyasında altını özellikle çiziyoruz.

Tempo dergisinin bu haftaki sayısında Sevgili Zeynep Bölükbaşı Ertem de aynı soruna dikkat çekiyor. ''F ve Q klavye tartışması yeni bir boyut kazandı: Bilgisayar Türkçesi İstemiyoruz'' diyor, ''Turkcenin gunahi ne?'' başlıklı haberinde. Sevgili Emre Aköz'den demeç almış. ''1928'de Arap alfabesinden Latin alfabesine geçen Türkiye, bir bakıma geçmişe dönüyor'', diyor Aköz. İstanbul Bilgi Üniversitesi'nden Sevgili Edip Emil Öymen ise, ''Teknoloji elbette ki Türkçe’yi tehdit ediyor'', diyor. Türk Dil Kurumu Başkanı Prof. Dr. Şükrü Halûk Akalın'ın tespiti ise ibret verici; ''70 milyonluk Türkiye, karakter setine Türkçe’yi yerleştirmede ısrarlı davranmayınca nüfusu yarım milyonu bile bulmayan İzlanda'nın alfabesi Latin-1 karakter seti içerisine alındı.''

Belki diyeceksiniz ki, asıl konuyu çok gölgede bıraktınız, yanlış strateji uyguladınız. Peki, olabilir, diyelim ki haklısınız. Ama bakın asgari müşterekte buluştuk. O zaman hadi bir el verin, biraz da bu sorunları kaşıyalım.


Otomobile zeytinyağı cep telefonuna alkol


Durdurun savaşı, Irak'taki petrolün değeri kalmadı! Keşke savaşın nedeni gerçekten petrol kaynakları gibi basit bir neden olsaydı. O zaman belki de şimdi vereceğim haber, Irak'ın Kuveyt'i işgal ederek başlattığı savaşı da bitirirdi.

Petrolün pabucunu bir ölçüde de olsa dama atacak bir buluş yapıldı. Bir ölçüde diyorum çünkü yeni bir motor yakıtı değil, yeni bir motor yağı söz konusu olan. ABD Tarım Bakanlığı bilim adamları, yemeklerde kullandığımız bitkisel yağları motor yağı olarak kullanabilmenin yolunu keşfettiler.

Bir diğer müjdem de akşamcılara. Artık cep telefonlarının şarjı bittiğinde, hafiften uçma pozisyonundayken fişi prize denk getirmeye uğraşmayacaklar. Günlük istihkaklarından ayıracakları birkaç damlayla cep telefonlarını şarj edebilecekler. Bu buluşun kaynağı da ABD. Saint Louis Üniversitesi bilim adamları alkolle şarj edilen pil geliştirdiler.

Önce petrol bazlı motor yağlarının yerini alacak bitkisel yağ haberinin ayrıntılarını vereyim. Bitkisel bazlı yeni motor yakıtı zeytinyağı, mısırözü yağı gibi bildiğimiz bitkisel yağların modifiye edilmesiyle üretiliyor. Yeni yağ petrol bazlı eski motor yağlarına göre çok daha temiz ve çok daha ekonomik. Çevreyi daha az kirletiyor, motorun aşırı ısınmasını, aşınmasını daha fazla önlüyor. Ekonomik bitkisel motor yağının beş yıl içinde piyasaya çıkması bekleniyor.

Gelelim alkolik pillere. Alkali pillerle karıştırmayın, alkollü piller, enerjilerini tamamen alkolden alıyorlar. Şarj edilmeleri için harici hiçbir enerji kaynağına ihtiyaç duymuyorlar. Enerjileri bittiğinde tekrar doldurulmaları için birkaç damla alkol yeterli oluyor. Üstelik bu alkolün saf olması da gerekmiyor. Votka, rakı, beyaz şarap, cin el altında ne bulursanız iş görüyor. Ama bira kullanacaksanız dikkat. Yeni pil gazlı içeceklerden hoşlanmıyor, şişeyi pilin ağzına dayamadan önce biranın gazını kaçırmayı ihmal etmeyin.

Bu teknolojiyle üretilen piller cep telefonlarından dizüstü bilgisayarlara kadar çok geniş bir ürün yelpazesinde kullanılabilecek.


CeBIT’ten mobil manzaralar


SIemens SL55

Siemens Mobile az ve öz ürün çıkartan bir firma olarak bilinirdi. Ancak son birkaç aydır bu stratejisinden vazgeçmiş bir görüntü sergiliyor. Son birkaç aydır tanıtımı yapılan yeni Siemens modellerini izlemeye çalışmaktan başım döndü. Farklı zevk ve ihtiyaçlara hitap etmeyi amaçlayan farklı modellerin arasına CeBIT'te iki yeni Siemens cep telefonu modeli daha katıldı; M55 ve SL55... M55, multimedya özelliklerini makul bir fiyata sunan bir model. SL55 ise ne şıklıktan ne de teknolojiden vazgeçmem diyenlere hitap ediyor. Ufacık boyutlarıyla klas bir şıklık sunan Siemens SL55 ustaca hazırlanmış yeni mönü sistemiyle tuş takımına gerek duyulmadan kolayca kullanılabiliyor. Tuşlar gerektiğinde sürgülü olarak açılabiliyor. SL55 minik boyutuna rağmen cep telefonuyla ilgili son teknolojilerin hepsini destekliyor.

Motorola E390

Motorola daha çok ciddi tasarımlı modelleriyle tanınan bir cep telefonu markasıydı. Motorola cep telefonlarının üzerimde bıraktığı izlenim hep çok sağlam, dayanıklı ve ileri teknolojiyle üretilmiş ürünler olduğu yönündeydi. Zaten bu özellikleriyle daha çok ABD pazarına hitap ediyor, ABD'li tüketicilerin beklentilerini karşılıyor, cicili bicili ürünlere meraklı Avrupa tüketicilerinden nispeten daha az ilgi görüyordu. Motorola'nın farklı beğenilere hitap eden ürünler geliştirmek üzere tasarım alanında son birkaç yıldır yaptığı yatırımların sonuçları kendini göstermeye başladı. CeBIT 2003'te duyurduğu E390 da bu yeni modellerden biri. Motorola E390 herkesin içinde yatan çocuksu yönüne sesleniyor. Ses, ışık, titreşim ve fotoğraf teknolojilerini birkaç adım öteye taşıyarak kullanan E390, çift hoparlörlü ''surround sound'' sistemiyle dikkat çekiyor. Motomixer yazılımıyla da kullanıcıya kendi müziğini yaratma şansı tanıyor.

Nokia 007

Piyasadaki ürünlerinin zengin çeşitliliğiyle yeni model canavarı unvanını hak eden Nokia CeBIT'te yeni modelleri 3300 ve 6210'a ek olarak sıradışı yepyeni bir ürününü daha duyurdu. Daha önce çeşitli fuarlarda geliştirilmekte olan bir ürün olarak karşılaştığım dijital iletişim kalemi, CeBIT 2003'te bitmiş, hazır bir ürün olarak karşıma çıktı. Nokia bu yeni ürününe diğer ürünlerine yaptığı gibi bir numara vermemiş, Dijital Kalem ismini takmış. İlla bir numara ile adlandıracak olsaydı, James Bond'a layık bir ürün olduğundan herhalde Nokia 007 ismiyle anılırdı. Nokia Dijital Kalem'le özel bir kağıda yazılan yazılar, çizilen resimler cep telefonuna transfer edilip, multimedya mesaj olarak başkalarına gönderilebiliyor. Kalemle çizilen resimler telefona Mavidiş teknolojisi ile aktarılıyor.
Yazının Devamını Oku

F ve Q buzdağının üstü

9 Mart 2003
Son birkaç aydır alevlenen F ve Q klavye tartışmasının kökeni çok eskilere dayanıyor. Bu tartışma aslında bilgisayar klavyelerinin Türkiye'ye yaygın olarak girmeye başladığı onlarca yıl önce yapılmalıydı. Konunun zamanında yeterince tartışılmamış olması, medyaya yansımaması, gündeme oturmaması sonucunda onlarca yıl önce yapılması gereken tartışma, bugün büyüyor.

Tarih tekerrürden ibarettir diyenlere verilen klasik cevaptır; tarihten ders alınsa tarih tekrar eder miydi? Ne diyelim, belki bu kez alırız dersimizi, neden almayalım? Q ve F klavye tartışmasının geç de olsa bu denli alevlenmesi ve gündeme oturması ümidimi artırıyor. Belki artık bilişimin sadece kendilerine bilişimci diyen tüccarların eline bırakılmayacak kadar ciddi yanlarının da olduğunu görmüşüzdür. Sırada Türkçe karakterlerin dünya standartlarına sokulması, el yazısı tanıma yazılımlarının Türkçe’yi de tanımasını sağlamak var. İnternette Türkçe karakter sorunu yaşamak istemiyorsak Türkçe karakter setini yaygın olarak kullanılan, gerçek standartların içine sokmamız gerekiyor. Ayrıca Sanayi Bakanlığı'nın da kendine gelip, Türkçe’yi tam olarak desteklemeyen ürünlerin ithalatına kısıtlama getirmesi şart.

Bilişimde Türkçe gündemi

F ve Q klavye tartışmasıyla birlikte, Türkçe’yi bilişim teknolojilerinin bazı tehditlerinden korumanın yollarını da araştırmaya başladık. Konu ATV ana haber bülteni, NTV n-moda programı, Milliyet gazetesi Çapraz Ateş köşesi ve Tempo dergisi Zeynep Bölükbaşı imzalı haberinde etraflıca işlendi. Bu satırları yazdığım gün Swissotel'de gerçekleşecek, iki bin kişinin katılacağı SAP Teknoloji Günleri'nin kapanış panelini yönetmeye de hazırlanıyordum. Konusu tahmin edebileceğiniz gibi yine bu meseleydi. Pazartesi günü yani yarın, saat 18.30'dan sonra Cine 5'te yayınlanacak Başka Yerde Yok programında Mehmet Barlas'ın konuğu olacağım. Yine bilişim teknolojileri ve kültürümüzü konuşacağız. 7 Nisan 2003 günü ise Türk Dil Kurumu'nda gerçekleştirilecek 'Türkiye'de İnternet'in Onuncu Yılında İnternet ve Türkçe' başlıklı panele konuşmacı olarak katılacağım. Hepinizi beklerim.

F Klavyemi Geri ver

F klavye konusundaki yazılarıyla, tartışmanın çok geniş bir kesime yayılmasını sağlayan Doğan Hızlan bu yazılarından birinde, F ve Q klavye tartışmasını mutlaka bir kampanyaya dönüştürmem gerektiğini söylemişti. Ben de bu sayfadan, Doğan Hızlan'ın bu önerisinin ardından, kampanya açmamın artık boynumun borcu olduğunu belirtmiştim. Kampanyaya destek verdiğini açıklayan Medyatava.net ve ActiveBuilder.com ile hazırlıkları yaptık ve kampanyayı açtık. Artık bizleri mesaj yağmuruna tutan okurlarımızı ve Türkçe’nin yaşamasını isteyen herkesi bu kampanyaya bekliyoruz. Kampanya sitesinde, kendi görüşlerinizi herkesle paylaşabileceğiniz bir forum alanı da mevcut. Bu foruma gelen mesajlardan seçmeleri her hafta Hürriyet'teki köşeme de taşıyacağım.

medyatava.net/turkce

Q kullanıyorum ama

Kendim Q klavye kullanıyorum. Çünkü kullanmaya başladığımda çevremde hiç F klavye olmamıştı ve hatta Q daha iyi diyenler oluyordu. Ana çözümü kendimce şu şekilde görebiliyorum:

1- Üniversitelerdeki bilgi işlem merkezleri ile bilgisayar mühendisliği bölümlerinin F klavye kullanmaları için zorunlu ortamlar yaratılmalıdır.

2- Kendisi bilgisayar mühendisi ya da bilgi işlem merkezi vs gibi sorumlular olup, çalıştıkları firmalarda ya da işyerlerinde Q kullanan şimdiki yetkili kişiler, F klavyeye bir kampanya ile dönmelilerdir. Geçiş sürecinde yaşanacak kısa süreli kullanım sıkıntısı eminim daha büyük faydalara gebedir. Dolayısıyla F klavye kullanan bir bilgi işlem yetkilisi F klavyeyi önerecek, satın almasında F klavyeyi tercih edecek ve diğer çalışanların da kullanmasını sağlayacaktır. İkna da eder üstelik.

3- F klavyenin daha ucuz olması sağlanmalı.

Caner Cangül


Ruslar Çinliler Araplar


Hıncal Uluç diyor ki, dışarıya giden birisi öğrendiği F tipi klavye ile yazı yazacağı klavye bulamayacak... Giden kişi diyorum ki, olsa olsa ya benimdir ya da benim gibi dışarısıyla iş yapan, işi olan herhangi bir öğrenci ya da işadamı, vs. Bildiğimiz Türkçe ile tuvaletimizin geldiğini bile anlatamadığımız gibi F klavye bilgimizle bunu edinemeyeceğimiz de kesin. Ne yapıyoruz, madem işimiz var, İngilizce öğreniyoruz, ne yapıyoruz, bir zahmet Q klavye kullanmayı da az buçuk öğreniyoruz.

Ruslar, Çinliler ve hatta Araplar bile Hıncal Bey’in umursamadığı kadarını vakti zamanında gerekli kulislerini yaparak göstermişler.

Kunter İlalan


Türkçe onur veriyor


Türkçe’yi savunmak kendi başına bir onur vesilesi ama bu konuda takdir edildiğini bilmek, bu onuru kat ve kat artırıyor. Sevgili Emre Kongar'ın F klavyeyle ilgili bu haftaki nefis yazısını okuyunca, içimde doğan duyguları paylaşmak isteyip, kendisine bir mesaj yazmıştım. Sadece o yazıyı tebrik etmek için değil, gençlik yıllarımdaki kişisel gelişimimde yazılarının payı olduğunu kendisine belirtmek ve ödeyemeyeceğim bu borcumu en azından manen paylaşmak için... Hukukun Egemenliği Derneği'nden gelen haber de, beni onurlandırdı. Ayın onur kişisi olarak seçilmişim. Genel Başkan Erdem Akyüz'ün bu seçimin nedenini açıklayan ifadeleriyle iyice duygulandım; ''Bilgisayar, internet ve bilişim alanında halk tarafından anlaşılacak biçimde kaleme aldığı eğitici yazıları yanında, bu teknolojiyi toplumsal ve kişisel yaşam alanına indirgeyerek yaptığı açıklamaları ile, Türkçe, Türk Dili ve milli değerleri koruma alanındaki kararlı tutumu''... Bundan güzel bir hediye olamazdı, çok teşekkür ederim. hed.org.tr


Üç klavşörler


''F'' klavye kazanı kaynadıkça kaynıyor. Küçük bir kıvılcımla alevlenen tartışma büyüdükçe büyüyor, her geçen gün yepyeni bir alana sıçrıyor.

Bu ''F'' klavye, ''Q'' klavye tartışmasını Alexandre Dumas'nın unutulmaz romanı ''Üç Silahşörler''e benzetmeye başladım. Üç Silahşörler, pek çok edebiyat eleştirmeni tarafından küçümsenen bir romandır. Tarihsel gerçeklikten yoksun oluşu, karakterlerinin yüzeyselliği, anlatımının basitliğiyle burun kıvırtmıştır bazılarına. Ama eleştirmen A. Ömer Türkeş, Pandora.com.tr için yazdığı yazıda bakın ne diyor Üç Silahşörler için: ''Bütün edebiyat tarihinde kaç yazara Dumas kadar heyecanlı hikayeler anlatmak nasip olmuş, kaç yazar okunabilirliğini bugüne dek sürdürebilmiştir? Varsın yüksek edebiyata dahil olmasın, Üç Silahşörler okunmaya değer bir roman.''

Emre Kongar Porthos ve Emre Aköz Athos'la birlikte üç klavyeşörleri oynuyoruz. (Aramis rolünü çaktırmadan nasıl kaptım ama?..) Bilgisayar ithalatçılarının kutsal ''Q'' ittifakına karşı, aramıza sonradan katılan doğuştan şövalye, Doğan D'Artagnan Hızlan'la birlikte savaşıyoruz. Kardinal Q'nun karşımıza sürebildiği tek bir silahşör var, o da Hıncal Rochefort Uluç.

Macera bundan ibaret olsa, olaylar dördümüz, hadi bilgisayar ithalatçılarını da sayalım beşimiz arasında geçse çok yavan bir hikaye olurdu. Ama kitabın her bölümünde, tartışmanın her safhasında yeni yeni kahramanlar giriyor hikayeye. Üstelik beklenmedik, nevi şahsına münhasır kişilikler bunlar. Örneğin sarayın çeşnicibaşısı Tuğrul Şavkay, saray falcısı Burak Özdemir ve ''sans q''ların abisi Erkan Çelebi de F'ci silahşörlermiş de haberimiz yokmuş.

Ya da bakın mesela, bugün kim aradı beni? Sezen Cumhur Önal'ın da bir ''F'' klavye savunucusu olacağı aklınıza gelir miydi? Tartışmanın romantik kahramanını da bulmuş olduk böylece, kadro tam oldu. Sezen Cumhur Önal Türkçe’ye sadece klavye ve teknoloji düzeyinde sahip çıkmakla kalmıyor, romantik bilgeliğiyle gündemdeki başka bir konuya daha dikkat çekiyordu. Sezen Cumhur Önal Eurovision Şarkı Yarışması'na İngilizce bir şarkıyla katılacak olmamızı eleştiriyordu. Biraz düşünüp, hemen hak verdim. Sahi, ''Eurovision'' gibi farklı kültürleri popülarize etmeyi amaçlayan bir şarkı yarışmasına Türkçe seslendirilmeyen bir şarkıyla katılacak olmamızın mantığı nedir ki? ''Yarınlar Bizim''den bu yana yıllar geçti, AET AB oldu, biz hálá tıklatmak yerine, koçbaşıyla vuruyoruz kapısına. Sanıyoruz ki, adamların bizi kabul etmemesinin sebebi kendi kültürümüzü geliştiremememiz değil de, onların kültürünü aynen kopya etmememiz.

Hıncal Uluç'un ''Q'' savunusunda kullandığı temel argümanlardan biri de aynı yanılgıya dayanıyor. Dünya ''Q'' klavye kullanıyor, diyor Sevgili Hıncal Uluç, o yüzden yurtdışına gittiğinizde deli danalar gibi ''F'' klavye arayıp bulamayacağınız, halbuki eğer ''Q'' klavye kullanıyor olsaydınız sürü sebil klavyeyi emrinize amade bulacağınız için ''F''yi atın, baştan ''Q'' kullanın.

Aynı mantıkla iyisi mi biz Türkçe’yi toptan başımızdan atalım. Öyle değil mi ya, yurtdışına çıktığımızda derdimizi anlatacak Türkçe bilen biri arayıp bulamayacağımıza, halbuki eğer İngilizce bilseydik sürü sebil kişiyle iletişim kurabileceğimize göre, Türkçe’yi atalım, resmi dil olarak baştan İngilizce’yi kabul edelim. Sezen Cumhur Önal sağ, ben selamet, gerisi milli felaket...
Yazının Devamını Oku

Hıncal Uluç’a F tipi ceza

2 Mart 2003
Bu ''F'' klavye, ''Q'' klavye meselesi gitgide daha alevleniyor. <B>Doğan Hızlan, Emre Kongar</B> ve <B>Emre Aköz</B>'le birlikte kurduğumuz kutupsal ittifak dört bir yandan destek çekiyor. ''F'' klavye kutbuna katılanlar arasında Tuğrul Şavkay ve Burak Özdemir de var. F-Q tartışması gelecek hafta gerçekleştirilecek bir forumda da tartışılacak. SAP Türkiye Teknoloji Günleri 2003 isimli, iki bin kişinin katılması beklenen etkinliğin kapanış oturumu ''Türkçeyi teknolojiden nasıl koruruz'' başlıklı forum olacak. Moderatörlüğünü üstlendiğim foruma ''F'' cephesini savunacak kişileri bulmamız zor olmadı. Ama iş ''Q'' klavye savunucularına gelince medyadan ''Hıncal Uluç'' dışında bir isim bulamadım. F-Q meselesiyle ilgili görüşlerimi almak için gelen ATV ana haberin ve NTV n-moda programının yapımcılarına sordum, ''Q'' savunucusu olarak onlar da bir tek Hıncal Uluç'u bulabilmişler.

Emre Kongar, Fe'ci Q'lis yaptığı yazılarından birinde, ''F'' klavyeyi savunduğu için bazılarınca dinozor olmakla suçlandığını aktarıyor ve genç yazarlar olarak tanımladığı Emre Aköz ile benim yazılarımı örnek göstererek, ''F'' klavyeyi savunmakla dinozorluk arasında bir bağ kurulamayacağını kanıtlamaya çalışıyordu.

*

En korktuğum şeylerden biri, başkası yaptığında ayıpladığım, hoşlanmadığım, eleştirdiğim bir duruma kendim düşmektir. Dinozor durumuna düşmek de bu durumlardan biri benim için. Yaşım ilerlediğinde ben de acaba dinozor durumuna düşer miyim, diye hayıflanırım zaman zaman... Sonra Emre Kongar gibi, Doğan Hızlan gibi, Çetin Altan, Hakkı Devrim, Hıncal Uluç gibi isimler gelir de aklıma biraz rahatlarım. Dinozorluğa düşmemenin insanın kendi elinde olduğunu gösterir bu yazarlar. İnsanın düşünceleri genç kaldıkça, asla dinozor durumuna düşmeyeceğinin bir kanıtıdır bu değerli imzalar.

''Gençlerin önünü açın'' gibi söylemlere hiç değer vermem o yüzden. Değişimin yavaş yavaş olması gerektiğine inanırım. Her gün Cháteau Margaux içilmez ama sırf Beaujolais ile ömür de tüketilmez.

Bu yüzden Hıncal Uluç gibi hergün yaşa diye diye okuduğum bir yazarın ''F'' klavye konusunda bastığı yaş tahtaya mim çaktım. Öyle bir yazı yazmış ve takip eden bir diğer yazısında öyle bir abesi takip yapmıştı ki Hıncal Uluç, fikirlerini genç tutanlar asla dinozor durumuna düşmez sigortamı attırmıştı.

Türk'ün onurunu düşüren çok daha önemli olaylar varken, ''F'' klavye ''Q'' klavye tartışması yapmak abesle iştigaldir diyordu yazısında; ''Sanırsınız ki Türkçe batıyor, Türkiye batıyor'', diye karşı çıkıyordu ''F'' klavye savunucularına.

*

Evet sevgili Hıncal Uluç, evet Türkçe batıyor. ''F'' klavye ''Q'' klavye meselesi buzdağının su üstündeki ucu sadece. Türkiye, Sayın İhsan Yener'in ülkemizde emsali az bulunur çabaları sayesinde kendi diline, kendi abecesine uygun bir klavyeye kavuşmuş, vakti zamanında. Sonra bilgisayar ithalatı sektörü kurulmuş Türkiye'de. Bu hiçbir şey üretmeyen sektör, Türk standardı ''F'' klavye yerine, maliyeti düşük olduğu için uyduruk Türkçe ''Q'' klavyeleri sürmüş piyasaya. Hayatında ilk kez bilgisayar alan, parmakları klavyeye ilk kez dokunacak tüketici ne bilsin ''F'' mi Türkçeye daha uygun ''Q'' mu? Satıcılar ne sürdüyse önüne almış bilinçsizce. Sanayi Bakanlığı da uyumuş, göz yummuş standart dışı klavyelerin ithalatına. Böylece atı alan ''Q'' Üsküdar'ı geçmiş, ''F''ye nal toplamak kalmış.

Tüketicinin bilinçsizliği ve devletin vurdum duymazlığıyla Türkçe çok daha büyük bir tehdit altında. Hıncal Uluç, ''F'' klavye kullananların yurtdışına çıktıklarında yazacak klavye bulamayacakları, yazılarını elle yazmak zorunda kalacakları düşüncesinde. Kimse ona taşınabilir bilgisayarlardan bahsetmemiş herhalde.

Taşınabilirlik kavramı da hızla değişiyor. Bilgisayarlar artık cebe sığıyor. Klavye, sokaktaki insanın yaşamından hızla çıkıyor. Yeni nesil taşınabilir bilgisayarlarda bilgi girişi klavye ile değil, el yazısı ile yapılıyor. Bilgisayarlar artık el yazısını tanıyor. Ama Türk tüketicisi ve Türk devleti aynı ''F'' klavyede olduğu gibi yine aynı vurdum duymazlık içinde talepkar olmadığından, bu yazılımların Türkçe karakterleri desteklemesi için çalışma yapılmıyor. Türkçe karakterleri tanımayan bilgisayarlar ithal edilip, satılıyor. Bu özürlü ürünleri alanlar ''ğ'' yerine ''g'', ''ı'' yerine ''i'', ''ş'' yerine ''s'' yazıyor, yepyeni bir dil geliştiriyorlar.

İşte böyle sevgili Hıncal Uluç. Biz bu işi önemsemezsek, yakında yazıldığı gibi okunan bir dile artık sahip olmayacağız, Atatürk'ün harf devrimini çöpe atacağız.


İletişim Şurası’nda zekai fikirler


Devlet Bakanı Beşir Atalay'ın girişimiyle 20-21 Şubat tarihleri arasında Ankara'da yapılan İletişim Şurası'nın, İnternet Komisyonu raporu tuzak ifadelerle dolu. Aceleye getirilen ve çok kötü bir zamanlamayla, Dünya iletişim zirvesi ile aynı günlerde yapılan toplantıya, İnternet yayıncılığı uzmanları katılamamıştı. Bu yüzden bu toplantıdan, İnternet yayıncılığı ile ilgili doğru düzgün bir rapor çıkmasını zaten beklemiyordum ama kişisel ve sektörel bazı ihtiraslara alet edileceğini de ummuyordum doğrusu.

İnternet Komisyonu raporunda İnternet yayıncılığı konusuna kısıtlı bir şekilde değinilmiş. Daha çok İnternet altyapısı ve İnternet'in Türkiye'de yaygın kullanımı hakkında önerilerin sıralandığı rapor genel olarak çok yerinde saptamalarda bulunuyor. Ancak raporun satır aralarında dikkat edilmesi gereken pek çok art niyet göze çarpıyor. Bunlar şöyle:

Raporda, Bilişim Bakanlığı kurulması öneriliyor. Neden Bilgi Toplumu Bakanlığı değil de, Bilişim Bakanlığı? Türkiye'nin ihtiyacı olan ülkeyi Bilgi Çağı'na ve onun ekonomisi olan Yeni Ekonomi'ye taşıyacak stratejileri belirleyecek bir bakanlık. Bu bakanlığa neden bir sektörün adı verilsin? Bir sektör için neden bakanlık kurulsun? Eğer Bilişim sektörü için bir bakanlık kurulacaksa, neden Otomotiv Bakanlığı, Tekstil Bakanlığı, Helacılar Bakanlığı da kurulmasın? Bakanlığın isminin, bundan önceki tüm uyarılara rağmen Bilişim Bakanlığı olmasındaki ısrar akla ister istemez şu şüpheyi getiriyor; acaba Türkiye'yi bilgi çağına taşıyacak bir Bilgi Toplumu Bakanlığı değil de, bir sektörü kayıracak Bilişim Bakanlığı kurulup, bilişim ticareti sektörümüzün kalkındırılması mı amaçlanıyor?

Bilgi Çağı'nın kapısını Türkiye'ye açacak çok önemli bir proje var. Bu projenin ismi e.Türkiye. Ancak bazı çevreler büyük bir ısrarla e.Türkiye'yi değil, küçük bir parçası olan e.devleti gündemde tutmaya, ön plana çıkartmaya, hatta e.Türkiye'nin e.devletten ibaret olduğu izlenimini yaratmaya çalışıyorlar. Bu çıkar çevresinin söylemi İnternet Komisyonu raporuna da yansımış. Raporda e.devlet, e.Türkiye girişiminin öncü gücüdür denmesinin asıl sebebi acaba nedir? Yoksa bilgiye erişimi Türkiye'de herkesin ayağına taşıyacak, bilgiye erişim uçurumunu azaltacak e.Türkiye'nin küçük bir parçası olan e.Devlet'e birincil öncelik verilmesinin nedeni, devlete yazılım ve donanım satarak bilişim ticareti sektörüne en kestirme yoldan para kazandırmak olmasın?

Raporda şu anda basit ve sözüne kimsenin kulak asmadığı bir danışma kurulu olarak çalışan İnternet Kurulu'na yetki ve kaynak ayrılması öneriliyor. Kurulduğundan bu yana dişe dokunur tek bir faaliyeti olmayan, bir ara İnternet'i sansürlemek üzere servis sağlayıcılarla işbirliğine gidelim diye bildirge bile yayınlayan İnternet Kurulu'nun danışma kurulu olmaktan çıkartılması, yaptırım gücü ve bütçesi olan bir kurum haline getirilmesinin talep edilmesinin nedeni ise herhalde, bu kimsenin ciddiye almadığı kurulun üyelerinin havasını artırmak ve maaşa bağlanmasını sağlamak olsa gerek.

Aman dikkat!

@iletisimsurasi.org.tr


Cepteki santral


ABD şirketi IXI Mobile herkesin kendi telefon santralini cebinde taşımasını sağlayan bir çözüm geliştirdi. Personal Mobile Gateway (PMG-Kişisel Gezgin İstasyon) olarak adlandırılan sistem sayesinde taşınabilir pek çok cihaz, merkezi taşınabilir bir istasyon aracılığıyla birbirleriyle iletişim kurabilecek, bu santral üzerinden cep telefonu şebekesine çıkabilecek.

Sistemin kalbi üzerinde hiçbir tuş ve ekran bulunmayan Kişisel Gezgin İstasyon kutucuğu. Cebe sığacak küçüklükteki bu kutucuğa SIM kart takılıyor. Kutucuk SIM kartı aracılığıyla cep telefonu ve GPRS şebekesine bağlanıyor. Kutucuk aynı zamanda mini bir mobil santral görevi görüyor. Kutucuğu cebine koyan kullanıcı, telefon görüşmesi yapmak istediğinde, normal cep telefonlarından çok daha küçük, ince ve hafif bir cihazı çıkartarak cep telefonu görüşmesi yapabiliyor. Cep telefonu aleti vazifesini gören cihaz, Kişisel Gezgin İstasyon kutucuğuyla Mavidiş adı verilen telsiz bağlantı ile iletişim kuruyor ve kutucuk üzerinden cep telefonu şebekesine çıkıyor. Kullanıcı cebindeki farklı cihazları da aynı şekilde kullanabiliyor.

Yani kol saati, kalem, mesajlaşma klavyesi, fotoğraf makinesi, oyun terminali gibi birçok elektronik cihaz PMG aracılığıyla hem birbirlerine hem de İnternet'e bağlanabiliyorlar. Sistem sayesinde örneğin telefonda bir iş görüşmesi yaparken, görüşme yaptığınız kişiye konuşurken yazılı mesaj da atabiliyorsunuz, dijital kalemle çizdiğiniz bir eskizi de yollayabiliyorsunuz. Tüm bu bağlantılar tek bir abonelik ve tek bir SIM kartı ile yapılıyor.

@ixi.com

Windows XP 2?

Mİcrosoft'un masaüstü bilgisayaralarımıza heyecan katan işletim sistemi Windows'un piyasaya sürülmemiş bir versiyonu İnternet'te boy gösteriyor. ''Long Horn'' kod adlı bu yeni versiyonun yepyeni bir Windows versiyonunun ilk hali mi, yoksa Windows XP'ye yapılacak bir güncellemenin habercisi mi olduğu şimdilik meçhul. KaZaA gibi dosya paylaşım ağlarında rastlanan ''Long Horn''u, 525 Mb'lık dev boyutu yüzünden yüklemenizi tavsiye etmem.

Net Oscar’larına aday bekliyorum

Türkiye'nin en iyi İnternet sitelerinin seçildiği Altın Örümcek yarışmasının 2003 ödülleri için aday olma süreci başladı. Geçtiğimiz yıl olduğu gibi bu yıl da yarışmanın jüri üyesiyim. Geçen yıl ki deneyimlerime dayanarak adayların, kılı kırk yaran bir şekilde değerlendirildiğini, dereceye girmeye hak kazanan sitelerin ödülü gerçekten hak eden siteler olduğunu söyleyebilirim. İnternet sitenize güveniyorsanız DorukNet ve Microsoft tarafından düzenlenen ''Altın Örümcek Web Yarışması''na mutlaka adaylığınızı koyun. Yarışmaya İnternet üzerinden, 15 Nisan'a kadar aday olabilirsiniz.

@altinorumcek.com
Yazının Devamını Oku

İnternet niresi İletişim Şurası

23 Şubat 2003
Yeni binyılın her iletişimcisi bu haftanın büyük bir kısmını Fransa'nın Kan şehrinde geçirdi. Kan, iletişim sektörünün her yıl tekrarlanan, dünya çapındaki en büyük etkinliği Dünya GSM Kongresi ve Fuarı'na ev sahipliği yaparken, Devlet Bakanlığımız da İletişim Şurası'nı toplamak için bula bula Dünya iletişim zirvesinin yapıldığı tarihleri bulmuştu.

İletişim Şurası, bu satırlar yazılırken devam ediyordu. Şura'da basın, radyo ve televizyon gibi bildik medyaya ek olarak geleceğin tek medyası İnternet de konuşuldu, basın kanununda yapılacak değişiklikler tartışıldı.

İnternet'in konvansiyonel, bildik medyaya göre çok radikal farklılıkları var. Bu yüzden İnternet hakkında yapılacak bir yasal düzenlemede yeterli bilgiye sahip, uzmanların görüşünün alınması büyük önem taşıyor. İnternet yayıncılığı konusunda uzman olmak, hem yayıncılık hem de İnternet teknolojileri konusunda uzman olmayı gerektiriyor. Ancak bu denli yetkin insanların sayısı Türkiye'de ne yazık ki çok az, bir elin parmaklarını bile zor geçiyor. Ve bu az sayıdaki kişiden neredeyse tamamı, aylar öncesinden planlanan Dünya İletişim Kongresi'ne katıldıklarından, İletişim Şurası İnternet Komisyonu'na katılamadılar. Bu eksiklik, şura raporunda açıkça kendini gösterecektir.

Komisyon toplantısına, Dünya iletişim zirvesi için yurtdışında olduğumdan, ne yazık ki ben de katılamadım. Ancak şuradan bir, iki hafta önce RTÜK'ten Sayın Nihat Çaylak'la bazı yazışmalarımız oldu. RTÜK'te Uluslararası İlişkiler Dairesi'nde çalışan Sayın Çaylak aynı zamanda Avrupa Konseyi'nde medya alanında çalışmalar yapan bir alt komisyonun üyesi. Avrupa Konseyi'ndeki bu toplantılardan birinde ele alınacak bir ön taslaklardan birkaçı hakkında görüş istedi ve bu taslaklar hakkında e.posta ile yazıştık.

Sayın Çaylak umarım İletişim Şurası İnternet Komisyonu toplantılarına katılabilme fırsatı bulmuş ve hem kendi fikirlerini, hem Avrupa Konseyi toplantılarından edindiği izlenimleri, hem de kendisine ilettiğim düşüncelerden bazılarını komisyona sunabilmiştir. Avrupa Konseyi'nin ''İnternet'te cevap hakkıyla ilgili tavsiye taslağı ön hazırlığı'' belgesinde yer alan bazı maddelerle ilgili görüşlerimin tümünü bu yazıya sığdırmam olanaksız. O yüzden bir kısmını özetleyeceğim:

Taslak ön hazırlığında profesyonel ve profesyonel olmayan iki tür medyadan bahsedilerek, cevap hakkını yayınlamak konusunda ayrım yapılmış. Bu İnternet'te aralarında ayrım yapılması çok zor iki kavram. Hangi site profesyonel, hangisi değil ayırmak çok güç olabilir. Ayrıca profesyonel olmayan bir sitenin, profesyonel olana göre daha fazla kamuoyu yaratması da söz konusu olabilir. Dolayısıyla bu tür bir ayrımı doğru bulmuyorum. Cevap hakkına profesyonel, amatör herkes saygı göstermelidir.

İnternet yayıncılığında haberin yayından tamamen kaldırıldığı durumlar çok nadirdir. Genellikle herkes tarafından tekrar tekrar ulaşılabilen bir arşivde saklanır. Bazı sitelerde arşiv sayfalarına bağlantı veren özel bir sayfa olmasa bile, bu sayfalar arama makinelerinin robotlarınca erişilebilir durumdadır ve arama makinelerini kullanan bir kullanıcı bu eski sayfalara ulaşabilir. Dolayısıyla yayınlanan cevabın, arşive kaldırılan sayfa ile birlikte, yayınlanan sayfa arşivde kaldığı sürece onunla birlikte saklanması, cevaba neden olan haberle cevabın aynı sayfada görüntülenmesi zorunluluğu getirilebilir. Cevabın, cevaba neden olan yazıyla aynı sayfada olması, yazıdan ayrı bir bağlantı tıklanarak açılan bir sayfada çıkmaması çok önemli. Çünkü insanlar cevabı görmek için bağlantıyı tıklama zahmetine girmeyebilirler, bu yüzden cevap, yazıyla aynı sayfada yer almalıdır.

Bu iki paragraflık özet, tavşanın suyunun suyunun suyu. ''Cevap hakkı'' gibi İnternet yayıncılığının çok küçük bir alanıyla ilgili öne sürülebilecek fikirlerin çok küçük bir bölümü. İnternet'le ilgili yasal bir düzenlemeye gidilirken, dikkate alınması gereken tonlarca emsalsiz özelliği var İnternet yayıncılığının.

Bu yüzden, iki hafta önceki yazımda da değindiğim gibi İletişim Şurası'nın İnternet Komisyonu toplantısı, ileriki tarihlerde birkaç kez daha yapılmalı, ilk toplantının ardından yazılacak rapor konunun gerçek uzmanlarınca tekrar ele alınmalıdır.


F klavye avuca geldi


''F'' klavye, ''Q'' klavye tartışması iyice alevlendi. ''F'' savunucularından Emre Aköz'e gönderdiğim e.posta mesajında da belirttiğim gibi ben bu konuya 95-98 yılları arasında iki kez değinmiştim ve mutlaka benden önce değinen de olmuştur. Ve Emre Aköz'ün de bu hafta içinde yayınlanan yazısında değindiği gibi bu konu daha önce birkaç kez yazılmış olsa bile, alevlenmek için bugünü beklemiş. Emre Aköz'e konuyla ilgili mesaj yağıyormuş. Sanırım Emre Kongar ve Yurtsan Atakan'a da yağıyordur diyor. Çok haklı, gerçekten hiç beklemediğim kadar mesaj alıyorum bu konuda. Duyduğuma göre ''F'' klavye cephesine verdiği büyük desteğin ardından Doğan Hızlan'a da mesaj yağıyormuş. Yoğun ilgi Doğan Hızlan ve Emre Aköz'ün ''F'' klavyeyi bu hafta ikişer kez yazmalarına yol açtı. Emre Kongar da bu hafta tekrar değindi bu konuya ve gelecek hafta değineceğinin sözünü verdi şimdiden. Medya dünyasının vazgeçilmez haber kaynağı Medyatava.net de destek oldu ''F''perverlere. Yazıyı yazarken Milliyet'ten Ayten Görgün aradı, gazetenin Çapraz Ateş köşesinde bu konuyu işleyeceklermiş, görüşlerimi aldı. Okurlardan Ünal Uzdil, ''F'' klavyenin babası İhsan Yener'in telefonunu göndererek, verdiği emekle Türkçeye uygun bir klavyemiz olmasını sağlayan kişiyi unutmamamızı sağladı. Doğan Hızlan ilk yazısında, bana bu işi bir kampanyaya dönüştürmemi öneriyordu. Bu konuyu kampanyaya dönüştürmek boynumun borcu artık. Bu hafta içinde sitesi hazır olur. Medyada çıkan tüm yazılara ek olarak okurlardan gelen mesajları da, site sayfalarında kullanmayı planlıyorum. Ama işin bu boyutunu işlerken, geleceğimizi alakadar eden asıl boyutunu da gözden kaçırmayalım. ''F'' klavye sorunu işin başlangıcı. Yeni teknolojilerle birlikte Türkçe alfabeyi bekleyen çok daha büyük sorunlar var kapımızda. Klavyeler artık yavaş yavaş çıkacaklar yaşantımızdan. Geleceğin taşınabilir cihazlarında bilgi girişi el yazısı ve sesle yapılacak. Ancak bu teknolojinin ilk ürünleri Türkçe harfleri tanımıyor, Türkçe sesleri anlamıyor ve Türkçe desteği olmayan bu ürünler Türkiye'ye serbestçe ithal edilip, satılıyor. Uyduruk Türkçe ''Q'' klavyenin, gerçek Türkçe ''F'' klavyeyi dövmesi de baştaki vurdum duymazlık sayesinde mümkün olmuştu. Türkçe alfabeyi mezara gömmek istemiyorsak, bu kez işi baştan sıkı tutmak zorundayız.


Serdar Turgut'a yarım e.hidayet


Hiç beklemiyordum ama nihayet oldu. Serdar Turgut e.postanın hidayetine erdi ve köşe yazılarında kullandığı serdargut@yahoo.com adresini çalıştığı gazetenin kurumsal kimliğiyle bağdaşan bir adresle değiştirdi... Diye yazmıştım geçen hafta ama yer darlığından dolayı yayınlanmamıştı. İyi ki yayınlanmamış. Hafta içinde gördüm ki Serdar Turgut yarı hidayete ermiş. Haftasonu yazısında kurumsal, haftaiçi yazılarında kişisel adresini kullanıyor. Ama bu bile önemli bir gelişme, darısı çalıştıkları kurumun kimliğini yansıtır adresler yerine ordan burdan buldukları e.posta adreslerini kullanmakta inat eden diğer köşe yazarlarının başına, diyelim... Aslına bakarsanız, bundan altı, yedi yıl önce köşemde kullandığım adresi yurtsan@ibm.net'ten yurtsan@hurriyet.com.tr ile değiştirmem istendiğinde ben de ayak sürümüştüm. Ama nedeni e.posta cahili olmam değil, e.posta sunucusunun o dönemde Hürriyet'te daha yeni kurulmuş olması ve iyi yönetilmediği için mesajların sık sık kaybolmasıydı. Bu sorun birkaç ay içinde giderildi ve kurumsal adresi kullanmanın hiç kimse için hiçbir sakıncası kalmadı. Kurumsal adres kullanmamakta inat edenlerin kaygısının farklı olduğunu ve İnternet'le ilgili yetersiz bilgiden kaynaklandığını biliyorum. Hemen onları da rahatlatayım. Siz mesajlarınıza yine alışageldiğiniz şekilde eski adresinizden bakmaya devam edebilirsiniz. Gazetenizin bilgiişlem müdürlüğünden, köşenizde yayınlamaya başlayacağınız yeni adrese gelen tüm mesajların, otomatik olarak eski adresinize yönlendirilmesini isteyin, yeter.


Kurumsal e.posta kullanmayan yazarlar


Ali Atıf Bir, Hürriyet aabir@anadolu.edu.tr,

Can Dündar, Milliyet can.dundar@e-kolay.net,

Mine G. Kırıkkanat, Radikal mine.gokce@wanadoo.fr,

Ahmet Hakan, Sabah ahcoskun@superonline.com,

Savaş Ay, Sabah savasay@savasay.com,

Oral Çalışlar, Cumhuriyet oralcalislar@mynet.com,

Zeynep Oral, Cumhuriyet zeynep@zeyneporal.com,

İclal Aydın, Vatan iclalaydin@melodi.net,

Zeynep Atikkan, Akşam zeynepatikkan@superonline.com,


Akıllı devrimci


Artık akıllı cepteller moda. Dünya GSM Fuarı'nın gözdesi de onlardı. Fotoğraf çeken, İnternet'e bağlanan, e.posta alıp gönderen, video ve telvizyon oynatan, radyo olarak kullanılabilen, portatif müzikçalar vazifesi gören, oyun oynanan, ofis yazılımlarıyla senkronize olabilen, renkli ekranlı cep telefonları bunlar. Siemens Mobile'ın Dünya GSM Fuarı'nda duyurusunu yaptığı SX1 modeli de, bu akıllı telefonların en gelişkin örneklerinden biriydi. Siemens SX1 akıllı telefon özelliklerine ek olarak, devrimci tasarımıyla da dikkat çekti. SX1'i alışılageldik cep telefonu görüntüsünden farklı kılan en büyük özelliği numara tuşlarının telefonun iki yanına dizilmesi. Tuşların kenara alınması sayesinde kazanılan yerle, telefonun toplam ebatları büyütülmeden, daha büyük bir ekran kullanılabilmiş. Telefonun alt bölümündeki alanda ise daha az sayıda tuşa, çok daha fazla fonksiyon, çok daha kolay bir kullanışlılıkla yüklenmiş. SX1'i diğer akıllı telefonlardan ayıran en büyük özelliği ise yazının başında saydığım tüm akıllı telefon özelliklerini çok zarif ve şık bir tasarımın içine sığdırmış olması. SX1 tüm bu özellikleri sadece 10,9 sm uzunluğunda, 5,6 sm genişliğinde, 1,9 sm kalınlığındaki bir hacmin içine 116 gr hafifliğinde sığdırmayı başarmış bir model. Siemens SX1'in Türkiye de dahil olmak üzere tüm dünyada 2003'ün ilk yarısında piyasaya çıkması bekleniyor.
Yazının Devamını Oku

Geleceğe açılan yazılım kapımız

16 Şubat 2003
Bilime ve bilimsel araştırmaya verdiğimiz değer yüzünden Türkiye'nin hiçbir zaman teknoloji üssü olamayacağına inanırım. Biz bu bilim ve teknoloji politikasıyla asla teknoloji üretemeyiz. Ama bu demek değil ki, teknolojiden yararlanmasını bilemeyiz. Bilakis teknolojiyi doğru bir şekilde kullanırsak, dünya pazarlarında rekabet avantajı sağlayabilecek sektörler yaratabiliriz. Örneğin turizm, teknolojiyi verimlilik için kullanabileceğimiz ve teknolojiyle rekabet avantajı sağlayabileceğimiz sektörler arasında ilk akla gelenlerden biri. Tekstil, ekolojik tarım gibi sektörler de turizmin peşi sıra gelen adaylar.

Teknolojiden yararlanarak verimliliğini artırılabileceğimiz ve dünya çapında rekabet avantajı yaratabileceğimiz sektörler arasında, ürününün kendisi de teknolojik olan tek bir sektörümüz var. O da yazılım sektörü.

Türkiye Bilişim Vakfı'na (TBV) göre yazılım tüm dünyada stratejik sektör olarak tanımlanıyor ve bu doğrultuda ele alınıyor. Ancak Türkiye'de, yazılım sektörünü desteklemek amacı ile ne ulusal bir strateji oluşturuldu, ne de doğrudan bu sektöre yönelik teşvikler yaratıldı bugüne kadar.

Sanayinin üvey evladı yazılım sektörüne şimdi TBV ve İMMİB (İstanbul Maden ve Metal İhracatçıları Birliği) sahip çıkıyor. TBV, son teknolojik gelişmelerin ışığında yazılım potansiyelimizi yurt dışındaki kuruluşlara tanıtmak amacı ile bir yazılım anakapısı oluşturmak üzere İMMİB ile işbirliği yapıyor.

Projenin amacı, Türkiye'nin yazılım potansiyelini yurt dışına tanıtmak üzere İnternet'te bir anakapı oluşturmak. Bu yolla aynı zamanda; yazılım sektörünün gelişmesine katkıda bulunmak, ekonomik kriz nedeniyle işsiz olan bilişim elemanlarına proje bazında iş bulma olanağı sağlamak, Türkiye'nin ihracatında yazılımın giderek önemli bir kaleme dönüşmesini sağlamak ve bilişim teknolojilerindeki en yeni yaklaşımları kullanarak, diğer sektör ürünlerinin tanıtımı içinde örnek bir model oluşturmak hedefleniyor.

Proje kapsamında Türk yazılım şirketlerinin yer alabileceği anakapı niteliğinde bir İnternet sitesi kurulacak. Yurtiçi tanıtım faaliyetleriyle Türkiye'deki yazılım profesyonelleri ve firmalarının sitede yer almaları sağlanacak. Site içeriği yeterli zenginliğe eriştiğinde, TBV'nin Avrupa ülkelerindeki benzer sivil toplum örgütleriyle olan bağlantıları da kullanılarak yurtdışı tanıtım faaliyetlerine girişilecek. tbv.org.tr


Güçlü mesajın doğru adresi


Galatasaray'ın resmi sitesi galatasaray.org'un, televizyon reklamlarında yaptığı büyük hataya iki hafta önceki yazımda değinmiştim. Reklamda sitenin yanlış algılanmaya çok müsait adresi yeterince vurgulanmıyor, bu yüzden seyirciler galatasaray.org olan doğru adresi galatasaray.com olarak algılıyorlardı. Verilmesi gereken mesaj öylesine etkisiz veriliyordu ki, reklam eleştirmenleri Ali Atıf Bir ve Gülse Birsel bile yazılarında hataya düşmüş, reklamı değerlendirdikleri yazılarında, galatasaray.org yerine galatasaray.com sitesinin reklamı diye yazmışlardı.

Galatasaray.org, televizyon reklamında düştüğü hatadan, gazete reklamındaki stratejisiyle döndü. Geçen hafta gazetelerde yayınlanan reklam, adresin ''.org'' kısmını çok başarılı bir şekilde vurguluyordu. Üstelik bu kez mecra olarak gazete kullanılmış ve bu mecra seçimi verilmek istenen mesajın çok daha etkili bir şekilde verilmesini sağlamıştı. İnternet sitelerinin reklamı, mecra olarak gazete kullanılmadığı sürece pek etkili olamaz. Televizyon, İnternet sitesi reklamı için yeterince güçlü bir mecra değil. Aslında gazete reklamıyla desteklenmedikçe, televizyon reklamının gücü her zaman güdük kalır ama söz konusu olan ürün İnternet sitesi olunca bu güç iyice etkisiz kalıyor.

Bu arada Galatasaray.org reklamlarına İnternet'te hiç rastlamadım. İnternet sitelerinin reklam mecrası olarak kullanılmadığı bir İnternet sitesi reklam kampanyası düşünemiyorum. Eğer bu kampanya için İnternet de bir mecra olarak etkili bir şekilde kullanılabilmiş olsaydı, televizyon reklamının yol açtığı yanlış anlaşılmalar da kolaylıkla bertaraf edilmiş olurdu. Malumunuz, İnternet reklamında, adres ezberletmeye gerek yoktur, hedef kitle hedef ürüne tek bir tıklamayla ulaştırılır.

galatasaray.org


Sinan Çetin ve kitapları

Hürriyet e.yaşam
ekinin son sayısında Sinan Çetin'le bir söyleşi için randevu ayarlarken, Çetin'in bir uyarısı o zaman bana çok garip gelmişti; ''Benim için reklamcı demeyin sakın, ben reklam filmi yönetmeniyim'', demişti. Aynı dönemde Tempo dergisindeki söyleşide, ''Reklam filmlerinin başarısı bir kere reklam ajansına aittir. Sonuç olarak benim patronum reklam ajansıdır'', demiş olmasına rağmen, bir reklam eleştirmeni tarafından reklam ajanslarının işlerinin üzerine oturmakla suçlanınca, neden duyarlı olduğunu anladım.

Sinan Çetin tanışıp, hoşlandığı insanlara Ayn Rand'ın ''The Fountainhead (Hayatın Kaynağı)'' kitabını hediye eder. Çetin'in Tempo'ya söyledikleri arasında kitabın felsefesiyle paralel spotlar da var; ''Dünyada insanlar ikiye ayrılır: Yapanlar edenler, bir de şikayet edenler. Yapan edenlere yaratıcı, şikayet edenlere parazit denir'', ''Haydi hep beraber savaşalım, fedakarlık edelim, mutlu bir toplum kuralım diyen insanlar dünyayı hep kana bulamışlardır''...

Sinan Çetin baktı ki, hediye edecek kitap yetiştiremiyor, Plato Film Yayınlarını kurdu ve Ayn Rand'ın kitaplarını yayınlamaya başladı. Önce Hayatın Kaynağı'nı, şimdi de Yaşamak İstiyorum'u. Okumadıysanız mutlaka alın. Ve unutmayın, kitabı okuduktan sonra, siz de sevdiklerinize hediye etmeye başlamak zorundasınız. Rand'ın felsefesine giriş için Ayn Rand Enstitüsü'nün İnternet sitesini ziyaret etmeyi de ihmal etmeyin.

aynrand.org


Q klavye kızları


Merak etmeyin kıvırtık kızlarıyla ünlü ''Q Jazz Bar''ın ismi ''F Caz Bar'' olarak değiştirilsin diyecek kadar milliyetçi değilim. Ama kırk yıllık Türkçe ''F'' klavyemizin yerine sözde Türkçe ''Q'' klavyenin ittirilmesini alkışlayacak kadar küreselleşmeci de değilim.

''F'' klavye, ''Q'' klavye meselesine en son 24 Kasım 2002 tarihli ''Karanlığı bir feryat yırttı'' başlıklı yazımda değinmiştim, ''Bilgisayar sektöründeki kimi çokuluslu firmaların Türk tüketicisini eşek yerine koyan uygulamaları artık gına getirir boyutlara ulaştı. Önce klavyelerimize saldırmışlardı. Türkçe yazıma uygun bir harf dizilişine sahip kırk yıllık 'F' klavyemiz, güzide bilişim sektörümüzün gözünü üç kuruşluk kár marjı bürümüş, ondan da beteri tembel, üşengeç ve sorumsuz yöneticileri sayesinde nalları dikti ve yerini uyduruk 'Q' klavyeye bıraktı'', demiştim.

Konu oldukça hassas. Gündeme gelmesi, çokuluslu bilgisayar firmalarınca hiç arzulanmayan bir konu. Bu yüzden bilişim sektöründen gelen ilanlarla yaşayan sektör dergileri ve bilişim sektöründen gelen kaynaklarla ayakta duran sektör derneklerince cız kabul edilen konulardan.

Çok sesliliğin gözünü seveyim, ağızda bakla ıslatmıyor. Onun söyleyemediğini, diğeri söylüyor. Q klavye karşıtı koro da kalabalıklaşmaya başladı. Hürriyet'ten Tüketicinin Abisi Erkan Çelebi, Cumhuriyet'ten Emre Kongar ve Sabah'tan Emre Aköz de yazılarıyla ''Q''yu sıcak tuttular.

*

Emre Kongar ''F'' düşmanlarının gemi iyice azıya alarak ''Q'' klavyeyi Türk Standartları Enstitüsü'ne standart klavye olarak kabul ettirmeye çalışmasından şikayetçi. Haklı olarak hesap soruyor; ''Ticaret Liseleri('ndeki eğitimlerden F klavyeyi kaldırma) konusunda Milli Eğitim Bakanlığı'ndan, 'standart klavye' konusunda da Türk Standartları Enstitüsü'nden yanıt bekliyorum'', diyor. Ben de bekliyorum...

Emre Aköz ise ''Q'' klavye mevzuuna 9 ve 10 Şubat tarihlerinde iki gün üst üste değindiği yazılarından ilkinde, ''Türkiye'de Q-klavye satmak skandaldır'' diyor ve her iki yazısında da F-klavyenin neden Türkçe için daha uygun olduğunu anlatıyordu; ''Bre akılsızlar hiç düşündünüz mü, neden klavyedeki harfler alfabedeki sıralarına göre yerleştirilmemiştir? En üste 'a' tuşunu koyarsın yanına 'b', onun yanına 'c'... Ve böyle devam edersin. Önce daktilo sonra da bilgisayar klavyesini geliştirenler aptal mı? Çalıştırın bakalım zihninizi! Niçin harfler sırayla gitmez de, ilk bakışta gelişigüzel gibi görünen bir biçimde klavyeye yerleştirilir?''

Sevgili Emreler, bu ''Q'' aşıklarında boşuna mantık arıyorsunuz. Aslına bakarsanız ''Q'' aşıklarından, Türk tüketicisini koyun yerine koyanlarının mantığı çok sağlam temeller üzerine oturtulmuş: ''Tüketici kendi hakkını aramadıkça, láyık olduğu ürünü üretmek için fazladan yatırım yapmaya kalkışmak kárı azaltır''... Geriye kalan aşıklar ise ''Q''nun yumuşak kıvrımlarının cazibesine kapılıyorlar herhalde.

*

İş bu kadarla kalmıyor ne yazık ki... Türkçe alfabeye ne devlet ne de tüketici olarak sahip çıkmıyor oluşumuz çok daha vahim sonuçlar doğuruyor ufukta. Teknoloji ilerledikçe, yerel çözümler sunmanın maliyeti daha da artıyor. Bu yüzden küresel pazarlara açılan dünya devleri, ağlamayan bebeklerle boşu boşuna uğraşmaktansa, ağlayan bebeklerle ilgileniyorlar. Tüketicisi ve devleti bilinçli ülkeler için yerel çözümler üretip, bu çözümlerin araştırma, geliştirme maliyetini tüm dünyada satılan ürünlerin fiyatına yediriyorlar.

Yakın geleceğin pek çok ürününde artık klavye olmayacak. Klavye yerine, ekrana yazılan el yazısını tanıyan cihazlar kullanılacak. Bazı cihazlara ise tamamen sesle kumanda edilecek, yazılar dikte edilerek girilecek. Bu cihazların ilk örnekleri yavaş yavaş boy göstermeye başladı piyasada. Ve bilin bakalım, Tablet PC olarak adlandırılan bu aletler Türkçe anlıyor mu, Türkçe karakterleri tanıyor mu? Ve rivayet odur ki, Emniyet Genel Müdürlüğü Türkçe anlamayan bu aletlerden 4 bin adet ısmarlamış bile. Milli Eğitim Bakanlığı ve TSE'ye ek olarak, Emniyet Genel Müdürlüğü'nden de cevap bekliyorum, haberleri olsun... Siparişi verirken Türkçe karakter tanıma ve Türkçe anlama şartını eklediler mi, yoksa eklemediler mi teknik şartnameye?
Yazının Devamını Oku