Yurtsan Atakan

Nokia cebe oynuyor

9 Şubat 2003
Cep telefonu, cep oyunu ve cep İnternet'i tek bir cepte birleşti Dünya cep telefonu sektörünün ünlü markası Nokia, Londra'da yaptığı uluslararası basın toplantısında tanıttığı ''N-Gage'' isimli yepyeni ürünüyle, oyun pazarına hızlı bir giriş yapma hazırlığında olduğunu gösterdi.

Tanıtım toplantısının ardından deneme fırsatını da bulduğum N-Gage, şu anda piyasada eşi, benzeri olmayan bir cihaz. Bilgisayar oyunları oynanması için özel olarak tasarlanan N-Gage'i, piyasadaki diğer elektronik cep oyunu aletlerinden ayrı kılan pekçok özelliği var. Bu özelliklerin başında, oyun aletinin Nokia'dan bekleneceği gibi aynı zamanda bir cep telefonu işlevi görmesi geliyor. Cep telefonu olur da, GPRS İnternet bağlantısı eksik kalır mı? Tabii ki hayır. Yani karşımızda aynı zamanda cep telefonu olarak da kullanılabilen ve İnternet erişimi olan cepte taşınabilir bir oyun bilgisayarı var

Nokia, bu yılın aralık ayında piyasaya süreceğini açıkladığı bu sıradışı modelle, kendisi için yepyeni bir sektör olan bilgisayar oyunları sektörüne girmekle kalmıyor, N-Gage'in başka hiçbir cep oyun bilgisayarında bulunmayan iletişim özellikleriyle yeni girdiği sektörün içinde yepyeni bir alt sektör de açıyor.

SANKİ çiftetelsiz

176X208 piksel boyutlarında büyükçe renkli bir ekrana sahip N-Gage, MaviDiş (Bluetooth) ve GPRS (Genel Paket Radyo Servisi) teknolojileriyle donatılmış. MaviDiş özelliği sayesinde birden fazla N-Gage ile aynı oda içinde çok oyunculu oyunlar oynanabiliyor. Hızlı ve kesintisiz İnternet erişimi sağlayan GPRS ile de tavla, satranç benzeri tur bazlı çok oyunculu oyunlar oynanabiliyor. Ancak GPRS desteğinin N-Gage kullanıcılarına sağladığı asıl olanaklar İnternet'ten oyun yükleme, oyun güncelleme, yeni oyun fonksiyonları edinme, turnuvalara katılma gibi kolaylıklardan oluşuyor. MaviDiş ve GPRS gibi iki önemli telsiz iletişim standardını destekleyen oyun aletiyle, Nokia sanki çiftetelsiz oynuyor.

Symbian işletim sistemiyle çalışan Nokia N-Gage, uygulama geliştiricilere büyük bir serbestlik tanıyor. Açık bir sistem olan Symbian sayesinde, dileyen herkes N-Gage için uygulama geliştirip, dağıtabiliyor. Ancak Nokia yetkilileri, satışa sunulan N-Gage oyunlarından Nokia'nın, miktarı henüz belirlenmemiş bir lisans bedeli alacağını söylüyorlar. Bunun nedeni, anladığım kadarıyla, Nokia'nın da oyun satıcısı olarak piyasaya girecek olması. Yani Nokia sadece cihaz değil, bu cihazla oynanabilecek oyunları da pazarlayacak.

Nokia N-Gage'e oyun geliştirmeleri ve mevcut bilgisayar oyunlarının N-Gage versiyonlarını çıkartmaları için bilgisayar oyunu üreticileri pazarının devleriyle de anlaşmış. Bu devler arasında ''Tomb Raider''ın yayıncısı Eidos Interactive, ''Wolfenstein''ın yayıncısı Activision, platform oyunlarının ünlü markası Sega ve Japon oyun şirketi Taito gibi oyun dünyasının tanınmış isimleri var.

YENİ GELİR KAPILARI

N-Gage sunduğu benzersiz özellikleriyle cep telefonu operatörleri ve her sektörden pazarlamacıya yepyeni gelir kapıları da açıyor. N-Gage için mobil servisler sunacağını ilk açıklayan cep telefonu operatörü Alman T-Mobile oldu. Nokia ve T-Mobile Londra'daki toplantıda N-Gage'e özel mobil servisler geliştirip, dünya çapında pazarlamak üzere işbirliği yapacaklarını açıkladılar. n-gage.com


Uzun yaşam hapı


Wired
dergisinde okudum. Uzun yaşam meraklıları, erkenden hapı yutmamak için son günlerde yeni bir hapa merak salmışlar. Hapın adı Juvenon Enerji Formulü... Kaliforniya Üniversitesi Berkeley bilim adamlarından biyokimyager Bruce Ames tarafından 1997'de geliştirilmiş. Vitamin ve doğal ürünler satan dükkanlarda da satılan üç yardımcı beslenme maddesinin özel bir formülle karıştırılmasından oluşuyor; kalsiyum, alfa lipoik asit ve asetil I-karnitin. Ames'in özel formüllü hapı yalnızca İnternet'te, juvenon.com adresinden satılıyor. Peki hap, tahtalı köye giden yolu gerçekten uzatıyor mu? Birkaç klinik araştırmanın sonucu, umut vadeder nitelikte. Ama kesin sonucu bekleyemeyecek kadar sabırsız olanlar da var. 'Lazer'in mucitlerinden biri olan Nobel ödüllü bilim adamı Charles Townes bu sabırsızlardan. Şu anda 87 yaşında olan Townes, Juvenon'u iki aydır kulanıyor ve 107 yaşına kadar yaşamayı umut ediyor, ancak hapın buna katkısı olup olmayacağını henüz bilmiyor. UserLand Yazılım şirketinin Başkanı 40 yaşındaki John Robb da, hapı iki aydır kullananlardan. Robb sonsuza kadar yaşamayı umuyor, Juvenon'un ise kendisini daha pozitif yaptığına inanıyor.

juvenon.com


SimCity dörtledi


Oyun dünyasındaki ilk göz ağrımdır SimCity. SimCity öncesinde de severek oynadığım birçok oyun vardı ama SimCity benim için tam bir devrimdi. Kendi şehrimi kurup yönetmek için Apple bilgisayarımın başında kaç gece sabahladım, hatırlamıyorum. Kurduğum şehrin, pafta pafta haritasını bile çıkartmıştım yazıcıdan. İşten eve dönerken, oyunu açık bırakır, sanal şehrimin sanal hemşehrilerini kendi hallerinde bırakırdım. Aradan yıllar ve üç versiyon geçti. SimCity'nin her yeni versiyonunu büyük bir heyecanla aldım. Şimdi dördüncü ve son versiyonu da çıktı. Henüz alıp oynayamadım. Bu köşede ''Yurtsan Atakan yıllık izninin bir bölümünü kullanmakta olduğundan yazılarına ara vermiştir'' diye bir ibare görürseniz, bilin ki SimCity 4 oynuyorum.... simcity4.com


İletişim şurası ora değil burası


İletişim Şurası toplanıyor. Anlamadıkları bir kelime çıkınca, sözlüğü açıp bakmak yerine, yazımdan çıkarttıkları yanlış anlamın gazıyla klavyeye sarılıp, e.posta mesajları döşenen kimi genç okurlarımın şerrinden korunmak için hemen anlamını yazayım... ''şura''nın Türk Dil Kurumu Güncel Türkçe sözlükteki tanımı; Danışma kurulu.

Hadi orta ve üstü yaş okurlarım için de bir kıyak yapıp ''iletişim''in de anlamını vereyim. Aynı kaynağa göre, ''Duygu, düşünce veya bilgilerin akla gelebilecek her türlü yolla başkalarına aktarılması, bildirişim, haberleşme, komünikasyon''.

AL GÜLÜM VER GÜLÜM

Tamam artık iletişim sorunumuz kalmamıştır sanırım ve zannederim. Ne demiştim; İletişim Şurası toplanıyor. Devlet Bakanı Beşir Atalay'ın girişimiyle 20-21 Şubat tarihleri arasında yapılacak İletişim Şurası'nın toplantı hazırlıkları RTÜK tarafından yapılıyor.

Şura'da başta basın, radyo, televizyon ve İnternet olmak üzere iletişimle ilgili her türlü ortamın, olabildiğince geniş bir şekilde ele alınması amaçlanıyor.

Avrupa Birliği'ne uyum yolunda, iletişimle ilgili bir çerçeve yasa hazırlığının ilk adımı olarak gerçekleştirilecek toplantıya medya ve iletişim dünyasının tüm kuruluşları ve meslek örgütlerinden temsilciler davet edilerek, katılımın mümkün olduğunca geniş olmasına çalışılıyor.

Ancak bu noktada toplantının biraz aceleye getirildiği ve tarihinin iyi saptanmadığı göze çarpıyor. Şura'ya davet edilen pek çok uzman ve temsilci toplantıdan çok geç haberdar edildiklerini ve hem ajandalarını ayarlamakta zorluk çektiklerini hem de gerekli hazırlıkları yapmak için yeterli zaman bulamayacaklarından şikayetçi oluyorlar.

İletişim Şura'sına, geç gelen davet ve Şura'nın yapılacağı tarihlerde yurtdışında olacağım için ne yazık ki ben de katılamayacağım. Şura'nın yapılacağı tarihler, Kan'da yapılacak Dünya GSM (cep telefonu) Kongresi'nin tarihleriyle çakışıyor. İletişim sektörünün, dünyadaki gelişmeleri yakından takip eden, önde gelen isimlerinin bu tarihlerde Dünya GSM Kongresi'nde olması kaçınılmaz. Dolayısıyla İletişim Şura'sına katılabilenlerin büyük çoğunluğu yine o bildik, artık alışageldiğimiz birkaç isimden başkası olmayacak. Bir büyük fırsat daha, İnternet'in ve iletişim altyapısının bugünkü pespaye halinden birebir sorumlu bildik isimlerin, kendi aralarındaki ''Al gülüm, ver gülüm'' gevezelikleriyle geçiştirilmiş olacak.

TEKRARLANMALI

Geçen hükümet zamanında gerçekleştirilen Bilişim Şurası'nın akıbeti de benzer olmuştu. Gerçi hazırlık sürecinin uzunluğu ve toplantı tarihinin zamanlaması biraz daha iyiydi ama yine de yeterince geniş bir kesimin katılımı sağlanamamıştı. Toplumun tüm kesimlerini kucaklayacak bir Bilgi Toplumu Şurası yerine bilişim sektörünün dar çerçevesine sıkışmış bir Bilişim Şura'sı gerçekleştirilmişti. Her şeye rağmen çok önemli tavsiye kararları alınmış ve bunlar raporlanmıştı. Hükümet değişti, bu raporların ne işe yarayacağı şimdilik meçhul.

Gerek geride kalan Bilişim Şurası, gerekse önümüzdeki İletişim Şurası'nın Türkiye'nin geleceğini aydınlatacak sonuçlara kanalize edilebilmesinin yolları tıkalı değil. Her iki şura da, olabildiğince yakın ama hazırlık yapılabilecek kadar geç bir tarihte tekrarlanmalı. Bilişim Şurası bu kez Bilgi Toplumu Şurası olarak toplumun tüm kesimlerini kapsayacak şekilde düzenlenmeli. Her iki şuradan çıkacak sonuçlar, bir zirve şurasıyla değerlendirilmeli.

GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ

''Oldu vallahi (Aralık 1997)

Türk Telekom
'un değeri düşecek. Aslına bakılırsa TT'nin iyi bir fiyattan satılması için son fırsat 1995 yılı sonbaharıydı. Artık geçti Bor'un pazarı sür eşeğini Niğde'ye... Klasik telekomların sonunun geldiği artık tüm dünyanın hemfikir olduğu bir gerçek. TT'nin satışından iyi bir gelir elde edilebilmesi ancak parçalanarak satılmasıyla mümkün.''
Yazının Devamını Oku

İnternet grip oldu

2 Şubat 2003
Bir virüs tufanını daha ucuz atlattık ama anti-virüs kullanma ve sistem güvenliğine daha fazla önem verme alışkanlığını kazanamazsak önümüzdeki yıl büyük felaketler yaşamaya hazır olalım. Geçen hafta cumartesi günü tüm dünyada aynı anda harekete geçen solucan tabir edilen bir bilgisayar virüsü, altyapısında Microsoft SQL sunucusu kullanan İnternet şirketlerini etkileyerek, İnternet servislerinde aksamalara neden oldu. İnternet trafiğinde tüm dünyada belirgin bir yavaşlama hissedilirken, Microsoft sunucular üzerinden yayınlanan sitelerden bazıları geçici olarak devre dışı kaldı.

Daha çok Asya ülkelerinde etkili olan solucan, Microsoft'un SQL veritabanı sunucularındaki bir güvenlik açığından yararlanarak yayıldı. Microsoft firması, bu güvenlik açığını kapatmaya yönelik bir yamayı daha önce duyurduklarını, solucandan etkilenen sunucuların, müşterileri tarafından yamanmayan sunucular olduğunu ilan etti.

Solucanın etkisi Türkiye'deki bazı servis sağlayıcılarda da görüldü. Ancak Türkiye'deki servis sağlayıcılar arasında altyapısında Microsoft ürünleri kullananların büyük çoğunluğu, gerekli güvenlik önlemlerini almış olduklarından solucanın Türkiye'deki etkisi sınırlı kaldı. Solucan altyapısında Unix, Linux ve Apple ürünlerini kullanan servis sağlayıcıları ise hiç etkilemedi.

Bilkom Bilişim Hizmetleri AŞ Genel Müdürü Tijen Mergen konuyla ilgili olarak, ''Apple, Unix tabanlı işletim sistemi olan Mac OS X ile kaya gibi sağlam ve hatadan arındırılmış bir işletim sistemi sunmakta'' diyerek Apple cephesini savundu. Mergen, ''İşletim sisteminin kendi içindeki tutarlı yapısı ve Free BSD çekirdeği ile optimum performansı ve güvenliği sağlar. Bu da sizi virüslerden, sisteminize sızmaya çalışan truva atları ve kötü niyetli kullanıcılardan korumaktadır'', dedi.

Ancak solucan, altyapısında Unix ya da Linux kullanan servis sağlayıcılardan bazılarına da farklı bir kapıdan sızmayı başardı. Bu kapı servis sağlayıcıların bünyelerinde barındırdıkları Windows tabanlı müşteri sunucularıydı. Solucandan bu şekilde etkilenen servis sağlayıcılardan biri olan EfesNet'in Genel Müdürü Kemal Kayhan, ''Efes Net konu ile ilgili tedbirleri anında almış, hatta söz konusu Microsoft ürünü kullanan müşteri makinelerinden birkaçını devre dışı bırakarak, müşterilerinin etkilenmemesini sağlamıştır'' diyerek, EfesNet'in altyapısını şu sözlerle özetledi, ''Efes Net, Microsoft ürünlerini kritik servis makinelerinde kullanmamaktadır. Bu neden ile bütün dünyanın etkilendiği bu olayda servis seviye garantilerini ve kalitesini sürdürmeyi başardığı gibi, hiçbir servis makinesi ile müşterilerinde solucan etkisi görülmemiştir''. Evet bir virüs saldırısını daha böylece hafif atlattık. Şanslıymışız ki bu virüs evlerdeki ve kurumlardaki kişisel bilgisayarları direkt olarak etkilemeyen, servis sağlayıcıların sunucularına ise kalıcı bir zarar vermeyen türdendi. Ancak anti-virüs yazılımı kullanımının bu denli düşük olduğu ülkemizde, daha büyük felaketlere şahit olmaya da hazır olalım.


Lambaya püf de com deme org de


İnternet sitelerinin reklamlarına uzun bir süredir rastlamaz olmuştuk televizyon ekranlarında. Bu suskunluk Galatasaray'ın resmi İnternet sitesinin reklamıyla bozuldu. Fatih Terim ve futbolcularını, soyunma odasına kadar sızan bir kamerayla izleyip ekranlara taşıyan reklam, siteyi Galatasaray'la ilgili en mahrem bilgilere bile ulaşacak tek resmi kaynak olarak konumlandırmayı amaçlıyordu. Ama bunu yaparken çok kötü çuvallıyordu. Çünkü bu mesajları vereyim derken, vermesi gereken asıl mesajı sitenin adresinin galatasaray.org olduğunu, yeterince güçlü bir şekilde vermiyordu. İnternet kullanıcılarının alışkanlıklarından dolayı reklamdaki adresi galatasaray.com olarak algılamaması ancak çok güçlü bir .org mesajının verilmesiyle mümkün olabilirdi. Dolayısıyla reklam bu haliyle, galatasaray.org adresindeki sitenin değil, daha çok galatasaray.com adresindeki Galatasaray Kulübü ile resmi bağlantısı olmayan bir başka sitenin reklamını yapmış oldu. Yani Galatasaray'ın resmi sitesinin tanıtımı için harcanan paraların büyük bir çoğunluğu pratikte bambaşka bir sitenin işine yaradı. Reklamın eleştirisini yapan reklamcıların Atıf Hocası bile yanılmış, geçen hafta yayınlanan yazısında reklamdan galatasaray.com'un reklamı diye söz etmiş ve reklama dört yıldız vermişti. Reklamın galatasaray.com'un değil, galatasaray.org'un reklamı olduğunu fark edince sanırım tüm bu yıldızları geri alacaktır. Biraz da sitenin kendisini eleştireyim. Sitenin içeriği, grafik ve bilgi mimarisi tasarımı oldukça başarılı. Normalde benden dört yıldız alırdı. Ancak tasarım HTML standartlarına uyulmadan yapılmış, bu yüzden Explorer dışındaki tarayıcılarda düzgün olarak kullanılamıyor. Bu büyük hata için normalde iki yıldız birden kırpmam gerekirdi ama bir Galatasaraylı olarak, takımımın sitesine iki yıldız vermeye elim gitmiyor.

galatasaray.org

Site: ***

Reklam: 0


Mendakka Dukka Milli Eğitim Cukka


Türkiye Bilişim Derneği (TBD) Başkanı Rahmi Aktepe ile çoğu zaman aynı idealleri paylaşırız. Bazen de ufak tefek görüş ayrılıklarına düşeriz. Bu ayrı düşmelerden en önemlisi e.Türkiye projesinde e.devlet kavramına verdiğimiz farklı önceliklerdir.

E.Türkiye, e.Avrupa eylem planının bir uzantısı olarak, temelde İnternet kullanımının yaygınlaştırılması, eğitimden sağlığa, ekonomiden iş yaşamına kadar tüm hizmetlerin İnternet üzerinden verilmesini amaçlayan, Bilgi Çağı'nı yakalama projesinin adıdır. E.devlet ise e.Türkiye'nin hedeflerinden biridir ve devlet hizmetleriyle, kamusal bilgilerin İnternet üzerine taşınmasını amaçlar.

Sayın Aktepe diyor ki, ''E.Türkiye programının en önemli bileşeni e.devlet'tir''... Ancak e.Türkiye programının anası e.Avrupa eylem planı hiç de öyle demiyor. E.Avrupa eylem planına bakıldığında ilk hedefin ''bilgi toplumunun temel yapı taşlarını oluşturma çalışmalarının hızlandırılması'' yani iletişim hizmetlerinin herkesin ayağına, uygun fiyatla ulaştırılması olduğu açıkça gözüküyor.

Sayın Aktepe Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği'nde gerçekleşen Ekonomi Zirvesi'nde çok doğru konulara da parmak basıyor. Örneğin toplantıya katılan Başbakan Gül'e bilişim sektörünün stratejik sektör ilan edilmesi çağrısında bulunuyor. Ama işte konuyu e.devlete getirince külahları değişiveriyoruz;

''e.Türkiye programının en önemli bileşeni e.devlettir. Bu yapılanmanın sağlanması için e.devlet projelerine öncelik verilmeli ve bu amaçla Bilişim Acil Eylem Planı hazırlanmalıdır. Somut proje adları açıklanarak öncelikli projeler ilan edilmelidir. Örneğin Bilgisayar Destekli Eğitim Projesi (...) gibi projeler öncelikle başlatılmalı ve kısa zamanda sonuçlandırılmalıdır.''

Rahmi Aktepe'nin konuşmasının bu noktasında kangren olmuş bir başka konuya geliyoruz. Bilgisayar Destekli Eğitim projesi, geçmiş Milli Eğitim Bakanları'nın tam anlamıyla çuvalladığı bir konudur. Dünya Bankası'ndan alınan krediler, bu projeyle okulları bilgisayar çöplüğüne döndürmeye harcanmıştır. Okullar İnternet'e bağlanıp, bilgisayar ve İnternet'ten eğitime destek veren birer araç olarak yararlanmak varken, rastgele ihalelerle alınan bilgisayarlar okullara serpiştirilmiş ve çürümeye terk edilmiştir. Amaç bilgisayar destekli eğitim olmaktan çıkmış, bilgisayar eğitimi vermek olarak algılanmaya başlanmıştır.

Şimdi aynı hataya e.Türkiye eylem planında düşülmek üzere. Bilgisayar teknolojilerinin herkesin yararına kulanılacağı projeler üretmek yerine, bilgisayar şirketlerine kısa dönemli gelir kaynağı yaratma projeleri üzerinde duruluyor.

E.devlet projeleri de önemli kuşkusuz ve bu projeler bir yandan yürütülmeli de. Ama bu projelerin, e.Türkiye'nin İnternet kullanımını halka indirme birincil hedefinin önüne geçmesi çok büyük bir tehlike yaratmakta. E.Türkiye, e.Avrupa planından bu şekilde saptırılacak olursa, okullar gibi Türkiye Cumhuriyeti devleti de bilgisayar çöplüğüne döner, kimsenin kuşkusu olmasın.

GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ

Çerçöp düzlük, 2 Kasım 1997

Mesut Yılmaz hükümetinin start verdiği her okula bilgisayar kampanyasında, bilgisayar şirketleri ''çerçöp düzlük'' deme yarışına girmiş bir görüntü arz ediyorlar. Yeni oyunun hedefi milyonlarca dolarlık dev bir pazar. Yaklaşık 15 milyon öğrencinin her birinden bir dolar kár edilse mendakka dukka, 15 milyon dolar cukka...

Her okulu İnternet'e bağlamak, Türkiye'nin geleceğini çizecek bir kampanya. (...) Ancak bu projenin gerçekleşme biçimi de en az gerçekleşip gerçekleşmemesi kadar önemli. Bu projenin gerçekleşmesi için açılacak ihaleler THY'na uçak alımı için açılan ihalelere benzemiyor. Alınacak bilgisayarlar, kullanılacak yazılımlar, öğretmenler için yapılacak eğitimler, hatta kurulacak tüm sistem ya birkaç yıl içinde çöpe gidecek ya da yıllar boyunca kullanılacak.
Yazının Devamını Oku

Yüzde yüz yüz yüze

26 Ocak 2003
Geleceğin cep telefonlarının tasarlandığı Siemens Mobile Dizayn Laboratuarı'nda çalışan gençler, ''Yüz yüze ilişkilerdeki kişiselliği, iletişim cihazların arayüzlerinde nasıl yakalarız?'' sorusunun cevabını aradılar. Hey gidi günler hey! Eskiden cep telefonu ile hava atmak için çıkartıp, masanın üzerine koymak yeterliydi. Cep telefonunun markası, rengi, şıklığı, teknolojik özellikleri kimin umrunda? Varsın kara bir tuğla gibi olsun, yeter ki bir cep telefonun olsun... Ne de olsa, o yıllarda bir cep telefonu satın almak öyle her baba yiğidin harcı değildi.

Aradan on yıl kadar bir zaman geçti. Geçen onca yıl boyunca cep telefonları gittikçe küçüldü ve küçülen boyutlarının içine daha fazla teknolojik özellik sığdırılmaya çalışıldı. En havalı telefonların en küçük telefonlar olduğu uzunca bir dönem yaşandı. Bu dönem yakın bir geleceğe kadar devam etti.

Ve artık cep telefonuyla hava atmak, deveye multimedya mesaj attırmak kadar güç. Şimdi moda multimedya telefonlar. Yani renkli ekranlı, fotoğraf makinesi olarak da kullanılabilen cepteller... Statü sembolü bir cepteliniz olsun istiyorsanız, illa böyle bir modele sahip olacaksınız.

Sabah gazetesindeki meslektaşım Timur Sırt, Finlandiya'da gittiğimiz restoranda, arka masamızdaki beş kızla tanışmayı ve masalarına oturup, uzun uzun sohbet etmeyi işte böyle fotoğraf makineli bir ceptel sayesinde başardı. Benden söylemesi...

Tabii statü simgesi telefonlar, cep telefonu toplam pazarının çok küçük bir kısmında yer alıyorlar. Kullanıcıların büyük bir çoğunluğu telefon seçerken fiyatının ekonomik olmasına önem veriyorlar. Fiyatın ardından ise tasarım geliyor. Teknolojik özellikler ve fonksiyonalite günümüz kullanıcısı için geri planda kalan özellikler oldu. İnsanlar gün boyu yanlarından eksik etmeyecekleri cep telefonunun modelini seçerken, fiyattan sonra en çok tasarıma önem veriyorlar.

Ancak bu geçici bir trend. Günümüzde görsel tasarıma bu kadar fazla önem verilmesinin nedeni, cep telefonu teknolojilerinin henüz emekleme aşamasında olmaları. Yeni yeni gelişen teknoloji, henüz herkes tarafından kolaylıkla kullanılabilecek bir olgunluğa ulaşamadı. Bu yüzden de insanlar cep telefonlarının pekçok teknolojik özelliğinin kullanımını zor ve karmaşık buluyor, konuşma dışında kullanmaktan çekiniyorlar.

Siemens Mobile, Münih'te kurduğu Dizayn Laboratuarı'nda tüketicinin beğenisini kazanmayı hedefleyen, geleceğin modellerini tasarlıyor. Dizayn Laboratuarı'nda yakından inceleme fırsatı bulduğum konsept modeller, üzerlerindeki araştırma ve tasarım çalışmaları henüz tamamlanmamış, yarım tasarımlar. Yine de geleceğin cep telefonlarının neye benzeyebileceği konusunda önemli ipuçları veriyorlardı.


Duygu cebe sığar mı?


Siemens Mobile Münih Dizayn Laboratuarı'na, dünyanın çeşitli ülkelerinden her yıl iki kez onar öğrenci davet ediliyor. Münih'te beş ay kalan öğrenciler bu süre boyunca deneyimli öğretmenlerin eşliğinde, iletişim ana başlığı altındaki belli bir tema üzerinde tasarım çalışmalarında bulunuyorlar. İlk dönem öğrencileri 'Gerçeğin Tercümesi' konulu projelerini Temmuz 2002'de sergilemişler. İkinci dönem projelerinin ana teması ise 'Arayüzle Yüz Yüze' olarak belirlenmiş. Belçika, Çin, İsrail, Japonya, Hollanda ve Almanya'dan gelen öğrenciler Eylül 2002'de üzerinde çalışmaya başladıkları projeleri Ocak 2003'te bitirerek sergiye hazırlamışlar. Öğrencilerden proje boyunca şu sorunun cevabını aramaları istenmiş: 'İnsanlar arasındaki yüz yüze ilişkilerdeki kişiselliği, mobil iletişim için kullanılan cihazların arayüzleriyle olan ilişkilerimizde nasıl yakalarız?' Projeye katılan öğrencilerin hemen hemen tümü insanlar arasındaki yüz yüze ilişkinin duygusal yönleri üzerine odaklanmış.


Sisli’de copluk var Sanayi’de bakanlik


Saymadım kaç yıl oldu Türkçe ''c''yle yazılalı / Bilmem yüzü güldü mü Şişli çöplükleri sisli copluk olalı *

İnternet ve bilgisayar teknolojileri ile ilgili yazmaya başladığım 1994 yılından bu yana, bıkmadan usanmadan, her fırsatta gündeme getirmeye çalıştığım bir konudur bu. Bazı konulara böyle takarım işte. Kim bilir, gün olur harman döner, bir gün biri ''aha'' der diye yazıp dururum, yanlışın neresinden dönülse kár olacak konuları.

Uluslararası bilgisayar üreticilerinin, Türkiye Cumhuriyeti Sanayi ve Ticaret Bakanlığı'nın vurdum duymaz tutumundan cesaret alarak giriştikleri Türkçe karakterleri dünya üzerinden silme girişimini son olarak 24 Kasım 2002 ve 15 Aralık 2002 tarihli yazılarımda eleştirmiştim. Tüketicinin Abisi Erkan Çelebi de konuyu kendi köşesinde gündeme getirmiş ve Sanayi Bakanlığı'nı o da göreve çağırmıştı.

HARF DEVRİMİ TEHLİKEDE

''Harf Devrimi''ne yine kimse sahip çıkmayacak, kimseden ses seda yok diye düşünmeye başlamıştım ki Türk Dil Kurumu Başkanı Prof. Dr. Şükrü Halûk Akalın'dan ''Teşekkür'' başlıklı bir e.posta mesajı aldım. Mesajda nazik bir teşekkürün ötesinde önemli bilgi ve açıklamalar da vardı:

''15 Aralık 2002 tarihli Hürriyet gazetesinde 'Harf devrimi tehlikede' başlığıyla yayımlanan yazınız üzerine konu kurumumuzca değerlendirilmiş, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Bilgi İşlem Dairesi Başkanlığı ile Türk Standartları Enstitüsü Başkanlığı’na başvurulması gerekli görülerek anılan başkanlıklara birer yazı gönderilmiştir.

Sizin de yazınızda belirttiğiniz gibi yazı birliğimiz açısından konu son derece önemlidir. Ulu önder Atatürk'ün kültürümüze kazandırdığı yeni Türk yazısındaki Türkçeye özgü Ç, ç, Ğ, ğ, ı, İ, Ö, ö, Ş, ş, Ü, ü harflerinin bilgisayarlardaki Látin-1 karakter kodları içerisinde yer almaması, başta e-posta iletişiminde olmak üzere çeşitli bilgisayar yazılımlarında sorunlara yol açmaktadır. Çeşitli kuruluşlarca üretilen yazılımlarda bu karakterler için değişik çözüm yollarına başvurulmakta, bu da bilgisayarlar ve yazılımlar arasında uyumsuzluğa yol açmaktadır. Bu durumda bilgisayar kullanıcıları söz konusu karakterleri kullanmak yerine Látin yazısındaki temel karakterleri tercih etmektedirler. E-posta iletilerinde de benzer uygulamaya başvurulması, giderek Türkçeye özgü harflerin bilgisayar ortamında kullanılmaması gibi bir tehlikeyi gündeme getirmektedir. 'Yazı Devrimi' çalışmaları sırasında bir komisyonda belirlenen bu harflerin bir bölümünü bizzat Atatürk'ün belirlediğini bilmekteyiz. Bilişim teknolojilerinin giderek geliştiği ve hayatın pek çok alanını etkilediği göz önüne alınacak olursa, dilimiz açısından son derece önemli olan bu soruna bir çözüm bulmak gerekmektedir.

TÜRK DÜNYASIYLA İLİŞKİLER

Öte yandan Türk dünyasında ortak alfabe kullanılması düşüncesi de, Türkçe karakterlerin Látin-1 karakter kodları içerisinde yer almaması yüzünden güçlüklerle karşı karşıyadır. Bu nedenle bazı Türk cumhuriyetlerinde ş sesi için sh, ç sesi için ch harf grupları kabul edilmiş, ö ve ü sesleri de o' ve u' biçiminde karşılanmaya başlanmıştır.

Hem ülkemizde yazı birliğinin korunması hem de Türk dünyasında ortak alfabe kullanılmasının sağlanması bakımından, her türlü bilgisayar yazılımında ve donanımında Türkçe karakter zorunluluğu ile ilgili düzenlemenin bir an önce yapılması ve gerek ülkemizde üretilen, gerek ithal edilen her türlü yazılım ve donanımda Türkçe karakter setinin yer alması zorunluluğunun getirilmesi ve standart olarak kabul edilen Látin-1 karakter kodlarına Türkçe karakterlerin yerleştirilmesi için gerekli girişimlerde bulunulması gereklilik háline gelmiştir. Kurumumuz, bilimsel anlamda bu konuda üzerine düşen görevi yapmaya hazırdır.

Dilimiz Türkçe için gösterdiğiniz ilgi ve duyarlılığa teşekkür eder, saygılar sunarım.''

Umarım Sanayi ve Ticaret Bakanlığı ve Türk Standartları Enstitüsü de artık kayıtsız kalmayacaktır.

* Yusuf Nalkesen'in kürdilihicazkar şarkısı; ''Saymadım kaç yıl oldu sen ellerin olalı / Bilmem yüzün güldü mü ayrıldık ayrılalı''
Yazının Devamını Oku

Gülümseyin çeken var

19 Ocak 2003
Para parayı, fotoğraf makinesi fotoğraf makinesini çekermiş. En azından manzara ya da aile fotoğrafı çekmediğinde... Benim için de öyle oldu. Para parayı değil ama makine makineyi çekti. HP'nin yeni dijital fotoğraf makinesi Photosmart 850'yi bizzat kullanarak test edip, izlenimlerimi yazınca Kodak kıskanmış. Yüzlerini kara çıkartmayacağına inandıkları Kodak Easyshare LS443'ü denemem için bir süreliğine yanıma yolladılar. Ben de en acımasız patron tavrını takındım ve şarj edilirken emdiği elektriği tam dört hafta boyunca objektifinden getirdim.

Hemen belirteyim ki Kodak'ın tam 4 megapiksellik bu yarı profesyonel modeli, HP'nin test ettiğim benzer sınıftaki modeline göre çok daha uzun bir süre kullanma fırsatını buldum. Bu yüzden hem artılarını, hem de eksilerini daha yakından tanıyabildim.

LS443'te beni ilk rahatsız eden özellik harici bellek olarak SD kart kullanması oldu. İki dijital makine çaldırmış eski bir Kodak kullanıcısı olarak, Kodak'ın yıllardır desteklediği Compact Flash (CF) kartlardan vazgeçmiş olması beni çok yaraladı. Bugün yeni bir dijital kamera alacak olsam ilk dikkat edeceğim özelliği CF kartları desteklemesi olur. Çünkü elimde yüzlerce dolarlık CF kart ve CF okuyucu gibi aksesuarlar atıl olarak yatıyor. Bu aksesuarlara bir daha para vermeye de hiç niyetim yok doğrusu.

Ancak LS443'ün 16 MB'lık dahili bir belleğe sahip olmasını hafifletici sebep olarak kabul edip, hemen küsmemeye karar verdim. Makinenin kişisel zevkime uymayan bir başka yanı ise eski cep fotoğraf makinelerini andırır görünümüydü. Ama bu bir kusur değil tabii ki. Hatta taşınabilirliği kolaylaştıran bu derli toplu tasarım, pek çok kullanıcı için artı bir özellik olacaktır.

Kodak LS443, eski kullandığım Kodak marka dijital kameralarda yakından tanık olduğum görüntü kalitesini birkaç adım daha öteye götürmüş. Özellikle az ışıklı ortamlarda, flaşsız çekimlerde Kodak'ın üstüne dijital fotoğraf makinesi tanımam. LS443'te kullanıcılara sunulan farklı çekim konumları, görüntü kalitesini artıran bir özellik. Bu çekim konumları ''otomatik'', ''hareketli nesne'', ''gece'', ''manzara'' ve ''yakın çekim'' seçeneklerinden oluşuyor.

LS443, çok cana yakın bir alet. İnsan çabucak ısınıyor. Huyunu suyunu çabuk belli ediyor ve özelliklerine kolay alışılıyor. Kamerayla birlikte gelen yazılımlar ve masaüstü beşiğin kurulumu ve kullanımları da çok basit. Kurulum bir kez yapıldıktan sonra, fotoğrafları bilgisayar aktarmak ve kağıda basmak çocuk oyuncağı.

Sonuç olarak, kullanıcıyı tatmin edecek bir model. Profesyonele yakın bir modeli, çok da ekonomik olmayan ama makul bir fiyata edinmek isteyenler için ideal.


Devlerin Türkiye ziyareti


Hayırlısıyla 2003'e hızlı girdik. Bilişim ve iletişim sektörlerinin haklı olarak çok şey beklediği yeni yılın ilk haftalarında İstanbul, bu iki sektörün dünya çapında iki dev ismini ağırladı. Bu iki önemli misafirden biri Maddog lakabıyla da anılan Linux Uluslararası Yöneticisi efsanevi isim Jon Hall, ikincisi ise Ericsson Dünya Başkanı Kurt Hellströrm'dü. Yardımcı editörüm Hüseyin Gönüllü, bu iki önemli konuğun katıldığı her iki toplantıyı da izledi. Gönüllü'nün aktardığına göre Hellströrm, İstanbul'da 1890'lardan beri Türkiye'de bulunan Ericsson'un son yıllarda birçok başarılı projeye imza atan ve mobil telefon altyapısının yüzde 70'ini kuran yeni nesil çalışanlarıyla bir araya gelerek, başarılarını kutladı. Maddog ise müşterilerine ekonomik ve yüksek performanslı bir alternatif olarak Linux kurulu sistemleri sunmaya başlayan HP Türkiye'ye destek vermek amacıyla Türkiye'deydi. Maddog HP toplantı dışında Linux Uluslarası Türkiye Yöneticisi Siyami Kahyaoğlu birlikte pek çok etkinliğe daha katıldı.

Hall, HP tarafından düzenlenen toplantıda dünyanın pek çok ülkesinde Linux'un ve benzeri açık kaynak kodlu yazılımların tercih edildiğini belirterek, 'Bu sayede bu kadar çok paranız dışarıya akmamış olur, bir üniversitenin geliştirdiği uygulamayı diğer tüm üniversiteleriniz kullanabilir, hatta başka bir ülkenin üniversitesinde geliştirilmiş bir uygulamayı Türkçeleştirmeniz yeterli olacaktır.' dedi.

Hüseyin Gönüllü'nün John Hall ile gerçekleştirdiği özel söyleşiyi, her ayın son cuma günü Hürriyet'in ücretsiz eki olarak yayınladığımız e.yaşam dergisinin ocak sayısında okuyabilirsiniz.


Tanrım Kürtçeyi başlattan kapat


Kara adamlar dizini dövsün... Bunca sene uğraştılar Kürtçenin köküne kibrit suyu dökecek bir yol bulamadılar. Ve tam ipin ucunu koyverip, vazgeçmişlerdi ki, Kürtler kendileri kaşındılar...

Vatan gazetesinin Cafe Pazar ekinde geçen hafta Sefer Darıcı imzasıyla yayınlanan habere göre Kürtler, ''Kürtçe Windows istiyorum'' (rojname.com) kampanyası başlatmışlar. Vah garibim vah... Anlaşılan o ki, kara adamların bunca yıldır beceremediğini kaya adamlar kendi kendilerine becerecekler.

Demek Kürtçe Windows istiyorsunuz, öyle mi? Yani Microsoft Türkçesi yetmezmiş gibi bir de Microsoft Kürtçesi çıksın başımıza istersiniz... Demek Microsoft'un Türkçemize kazandırdığı ''araç çubuğu'', ''durum çubuğu'', ''kurma sihirbazı'', ''hata ayıklayıcısı'' gibi lafların benzerlerinin Kürtçe için de uydurulmasını arzularsınız.

Kaşınan sırt, yorgan tutmazmış ama ben yine hatırlatayım. Alın bir Türkçe Windows ve işin en başından, kullanım kılavuzundan başlayın. Elektronik kılavuzun ekrana gelen adı bile faul; ''Başlarken Kitabı: Çevrimiçi Sürüm''. Neyse hadi bu isimle neyin kastedildiğini çözüp okumaya başladınız diyelim. Peki şu cümleye ne diyeceksiniz; ''Internet Explorer, Windows masaüstünün pek çok özelliğini getirir: bilgisayarınızdaki herhangi bir yerden Web'e gözatma yeteneği, özelleştirilebilir Bağlantılar araç çubuğu, Gezgin çubuğu ve Web'de güvenli biçimde dolaşabilmek için İçerik Danışmanı ve güvenlik bölgeleri''. Bu cümlenin Kürtçesi, Kürtleri birbirine düşürmezse Arap olayım.

Belki dikkat etmişinizdir, Microsoft Windows'un garip bir mantığı vardır. Bilgisayarı kapatmak için ''Başlat'' tuşunu tıklamanızı gerektirir. Kürtçenin sonu da aman ''başlat''tan gelmesin...

BOĞAZİÇİ MESELESİ

Geçen haftaki yazımda bir gazetede yapılan Boğaziçi Üniversitesi düşmanlığından yola çıkarak Türkiye'deki banalleşmeye dikkat çekmek istemiştim. ''Televizyonundan meclisine, genel müdüründen gölge başbakanına kadar toplumun her köşesine nüfuz eden bir çöküş süreci içindeyiz. Basitlik kaliteyi, kabadayılık efendiliği, cazgırlık alçakgönüllülüğü, cehalet okumuşluğu, kurnazlık zekayı, dedikodu gerçekleri, üçkağıtçılık dürüstlüğü kovar oldu'', demiş, bu banalleşmenin Türkiye'nin bir parçası olan medyaya da ister istemez bulaştığını söylemiştim.

Yazının ardından Boğaziçililerden, diğer köklü üniversitelerin mezunlarından ve kendi kendini yetiştirmiş kültürlü okurlarımdan, istisnasız hepsi olumlu pek çok mesaj aldım. Okurlardan gelen bu tepkiyi, topluma ve kurumlara hakim olmaya başlayan seviyesizliğin prim yapması ve ödüllendirilmesi eğiliminin eleştirilmesine verilen bir destek olarak algılıyor, destek mesajı gönderen herkese buradan, topluca teşekkür ediyorum.

Bu arada fanatik bir okuru olduğum Engin Ardıç'ı, geçen haftaki yazımda sıraladığım, aklıma gelen Boğaziçi mezunu köşe yazarları arasında yazmayı unutmuşum. Mezundaş olmaktan gurur duyduğum Engin Ardıç'tan özür dilerim.

GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ

''Yıkılan gümrük duvarları

24 EYLÜL 1995

Koalisyonun bozulması, hükümet değişikliği, erken seçim... Bunların hepsi fasa fiso. Türkiye hızla doğuya kayıyor. Ama doğuya kaya kaya batıya varamayacak. Türkiye coğrafi olarak eşiğinde bulunduğu Ortadoğu karanlık kuyusunun dibine yuvarlanıyor.

Dünya bir devrim yaşıyor (...) Ve Türkiye uyuyor (...) 20'yi devirip 21'e girerken Süper Bilgi Ağı tüm dünyayı iyice sarmış olacak (...) Tüm ticari yazışmalar, tüm ticari anlaşmalar İnternet üzerinden yapılacak (...) Ve Türkiye uyuyor. İnternet kullanımını bir an önce yaygınlaştırması gerekirken, PTT'nin satılık T'sini alıcılar için üç beş kuruş daha cazip kılma uğruna İnternet'i baltalıyor''.

Bu yazının üstünden yedi yıldan fazla zaman geçti... Ne PTT kaldı ne 20. yüzyıl. Devam eden Türkiye'nin uykusu...
Yazının Devamını Oku

Teknolojik Elma olgunlaştı

12 Ocak 2003
Kaliteli ürünleriyle tanınan Apple son ürünlerini San Fransisko MacWorld'de tanıttı Yaklaşık 500 kişi soluklarımızı tutmuş bekliyorduk. Paris'in ultra modern sanat merkezi Georges Pompidou'nun görkemli fuayesine kurulmuş dev ekranın başında Avrupa'nın çeşitli ülkelerinden gelen 150 gazeteci ve 350 özel davetlinin arasındaydım. Asıl kıyamet bizden binlerce kilometre uzakta, San Fransisko'da kopacaktı. San Fransisko'daki binlerce meraklı da tıpkı bizim gibi Apple Başkanı Steve Jobs'un sahneye çıkmasını bekliyordu. Jobs sahneye çıkacak, haftalardır büyük bir sır olarak saklanan mucizevi Apple ürününü tanıtacak, önce San Fransisko'daki binlerce seyirciden, birkaç saniye sonra da bu duyuruyu canlı yayından izleyen Paris'teki biz 500 kişiden alkış ve hayranlık nidaları kopacaktı.

Toplantı öncesinde Apple'dan, müşterilerinden ve uluslararası basından onlarca kişiyle konuştum. Herkes Steve Jobs'tan göğü yerinden oynatacak bir açıklama bekliyordu. Beklentilerin büyüklüğü aynı, tahminlerin içeriği farklıydı. Ben cep telefonu ve el bilgisayarı olarak da kullanılabilen bir i-Pod olarak seslendiriyordum beklentimi. Kimi Apple'ın ünlü yazılım firması Adobe'yi satın aldığını, kimi 1000 doların altında yeni bir bilgisayar çıkarttığını, kimi uzun süredir beklenen G5'in piyasaya sürüleceğini söylüyordu. Beklentilerin bu denli büyük olmasının nedeni Apple'ın ilk kez böylesi büyüklükte bir tanıtım organize etmesiydi.

Ve Steve Jobs'un sahneye çıktığı an geldi en sonunda. Jobs Apple'ın yeni ürünlerini bir biri ardına, makineli tüfek gibi sıralamaya başladı. Duyurusunu yaptığı her ürün birbirinden ilginçti aslında. Ama yapılan ürün duyurularının hiçbiri seyircilerin büyük beklentisini tatmin etmiyor, herkes asıl bombanın bir sonraki duyuruda geleceğini umuyordu.

Yapılan duyurular arasında neler yoktu ki? Apple kendi İnternet tarayıcısı Safari'yi yaratmış ve kullanıcılarını Microsoft'un insafından kurtarmıştı sonunda. Final Cut isimli profesyonel video düzenleme yazılımıyla hemen hemen aynı özelliklere sahip ancak çok daha ekonomik Final Cut Express versiyonu hazırdı. Keynote sunum yazılımı üstün özellikleriyle Apple kullanıcılarını Microsoft'un insafından bir kez daha kurtarıyordu. 802.11g standardına sahip AirPort Extreme ile kablosuz yerel ağ bağlantı hızını saniyede 54 megabite kadar çıkartıyordu. Ve dünyanın en büyük ekranlı dizüstü bilgisayarı PowerBook G4 17 inç bile tatmin edemedi yüksek beklentileri.

Aslında duyurulan bu yeni ürünlerin hepsi, kendi başına çok önemli duyurulardı. Steve Jobs, bu kadar çok yeniliği bir anda duyuran ilk kişiydi belki de. Gerçi izleyicilerin büyük bir çoğunluğunun, ertesi gün ortalık sakinleşince, duydukları yeniliklerden tatmin olduklarını da sanırım. İlk baştaki tatminsizliğin nedeni, yaratılan beklentinin büyüklüğüydü. Sektörün önde gelen firmaları bundan çok daha önemsiz duyurular için çok daha büyük organizasyonlar düzenlemişler, ancak bu tür organizasyonları sık sık gerçekleştirdikleri için büyük beklentiler yaratmamışlardı.

Sonuçta, Apple'ın duyurusunu yaptığı ürünler, bilgisayar pazarında dengeleri değiştirecek bazı gelişmelerin ilk adımları gibi geldi bana. Bu yeni ürünler özellikle Apple-Microsoft ilişkileri açısından çok önemli. Ve bence Apple bu ürünlerle yazılım alanında rüştünü ispatladı, donanım ve işletim sistemi alanındaki üstün performansını bireysel pazara hitap eden yazılımlarla taçlandırmış oldu.

Dizüstüne dev ekran

San Fransisko Apple Fuarı'nın bombası dünyanın ilk 17 inç ekranlı dizüstü bilgisayarı olma özelliğine sahip bu yeni Apple PowerBook'tu. Dünyanın en büyük ekranlı taşınabilir bilgisayarı olmasına ek olarak başka yenilikler de sunuyor PowerBook G4 17''... Bunlardan biri saniyede 54 megabit kablosuz iletişim hızına sahip olmasını sağlayan 802.11g standardıyla üretilmiş olması. İkinci önemli özelliği ise klavyesindeki tuşların, ışığın azaldığı durumlarda otomatik olarak arkadan aydınlatılması. Sadece 2,5 santim kalınlığındaki gövdesi ve 3 kilogramlık ağırlığıyla kendi sınıfına en yakın bilgisayarlara göre (bu kadar büyük ekranlı başka bir taşınabilir olmadığı için karşılaştırma yapmak zor aslında) önemli bir ergonomi avantajı sunuyor. Yüksek veri aktarım hızı sağlayan FireWire 800 ve Mavidiş özelliklerini içinde hazır olarak barındıran bu şık Apple, adeta taşınabilir bir stüdyo sunuyor.

SAFARİ KEYFİ

Macintosh kullanıcıları İnternet'te sörf yapabilmek için, bugüne kadar Microsoft ve Netscape'e bağım-lıydılar. Bu firmalar pazar olarak daha çok Windows işletim sistemli bilgisayarları hedeflediğinden, İnternet teknolojilerindeki gelişmeler Apple kullanıcılarına hep gecikmeli ulaşıyordu. Ve artık Apple'cıların da kendi İnternet tarayıcıları var. Safari isimli İnternet tarayıcısı, Mac işletim sisteminde çalışmak üzere özel olarak tasarlandığından, diğer tarayıcılara göre çok daha hızlı ve becerikli. Tarayıcı Apple sitesinden ücretsiz olarak yüklenebiliyor.

Üçü bir arada

Apple ev kullanıcılarını da unutmamış. iLife isimli beş parmağında beş marifet olan yazılım iPhoto, iMovie, iDVD ve iTunes yazılımlarının son versiyonlarını tek bir ekonomik paket içinde sunuyor. Dijital yaşamın tüm araçlarını içinde barındıran bu yazılım çözümü, dijital fotoğrafçılık, dijital video, DVD kaydı ve dijital müzik konusunda rakipsiz kolaylıklar sunuyor. iLife'ın en önemli özelliklerinden biri de, fotoğraf, video, ses gibi birbirinden farklı tüm dijital dosyaları, birbirleriyle uyumlu olarak kullanılabilmesini sağlaması. Bir başka deyişle iLife sayesinde dijital kameranızla çektiğiniz bir fotoğrafı, dijital videonuzla çektiğiniz bir filmi ve dijital ses kayıt cihazınızla yüklediğiniz bir müziği kendi DVD'nizi üretirken bir arada kullanabiliyorsunuz.

sunumlar için keynote

Keynote, Apple kullanıcıları için sunulan bir başka nimet. 99 euro satış fiyatıyla piyasaya sürülen Keynote, çok marifetli bir sunum yazılımı. Apple tarafından özel olarak tasarlanmış 12 özel şablonla birlikte sunulan Keynote ile profesyonel sunumlar hazırlamak çok kolay. Keynote PowerPoint, QuickTime ve PDF formatındaki dosyaları da destekliyor ve sunumların içinde kullanılabilmesini sağlıyor.

HERKESE VİDEO STÜDYOSU

Profesyonel montaj stüdyolarında kullanılan binlerce dolarlık yazılımdan altta kalır fazla yanı olmayan Final Cut Express'in 329 dolar satış fiyatıyla piyasaya sürüldüğü duyuruldu. Amatör video yapımcılığını bir adım öteye götürüp, profesyonele yakın çalışmalar ortaya koymayı hedefleyen meraklılara, öğrencilere, eğitimcilere ve küçük şirketlere hitap eden yazılım Apple'ın profesyonel pazara hitap eden ürünü Final Cut Pro'dan yola çıkılarak geliştirilmiş.

Eğitim fukarası yazarlar ve Boğaziçi

Gazetelerimizden birinde, üst üste yayınlanan iki yazı dizisinde de Boğaziçi Üniversitesi'ne saldırılması dikkatimi çekti. Gazetenin yazı dizilerinden sorumlu meslektaşımı tanımıyorum ama saldırısı ustacaydı... Öyle kör gözüm kör parmağına tarzında değil ama açık seçik puntolarla yazılmış satır aralarıyla...

İlk salvo, Savaş Ay'ın hazırladığı falcılığı ve fal merakını konu alan yazı dizisinden geldi. Yazının içinde Boğaziçi Üniversiteli öğrencilerin fal merakına şöyle bir değinilmişti. Fal bakılan kafelerden birinde, bir laf edilmiş. Kerameti fal sihrinden menkul, diğer marifetleri meçhul biri ''Yeni moda fal kafe-barlarda üniversite gençliği hem falcılık yapıyor, hem de falına baktırıyor'', demiş. Bunu diyen kişi, son günlerde popüler olduğu iddia edilen bir fal baktırma kafesinin işletmecisi. Mekanının reklamını Boğaziçililer üzerinden yapmaya çalışan işletmeci, kafesindeki fal bakanlar arasında da Boğaziçililer olduğunu söyleyerek, fala bilimsel ve saygın bir hava kazandırmayı amaçlamış; ''Boğaziçi Üniversitesi'nden çok arkadaşlar yardımcı oluyor. Felsefe ya da psikoloji okuyan arkadaşlar gelip 'Biz burada mastır yapmak istiyoruz' diyorlar'', diye bir iddiada bulunuyor.

Sorun yazının kendinden çok, sunuluş biçiminde aslında. Yazılarda Boğaziçi Üniversitelilerin fal delisi olduğunu gösteren ciddi hiçbir dayanak yok. Hatta Boğaziçi Üniversitesi lafı koca yazı dizisinde sadece bir, iki cümlede geçiyor. Ama başlık, spot ve resimaltı gibi haberin en çok okunan unsurlarına taşınan cümleler, işi bambaşka yansıtıyor ve açık açık Boğaziçi Üniversitesi düşmanlığı yapıyor.

Sabah gazetesi Boğaziçi Üniversitesi düşmanlığını, bu yazı dizisinin hemen ardından başlayan ikinci bir yazı dizisiyle pekiştiriyor. Yazı dizisinin adı ''Efsaneler çöküyor'', ilk gün yazısının başlığı ise ''Boğaziçi 'ah' çekiyor''... Düşmanlık için bu kadarı yetmemiş, spot ve resim altları da kullanılmış; ''Bir zamanlar eğitim kalitesi ve çekici yaşamıyla Boğaziçi Üniversitesi'nde okumak ayrıcalık sayılırdı'', denilmiş.

İşin gerçeği şu ki, Boğaziçi Üniversitesi gerçekten 'ah' çekiyor ama çöken bir efsane değil henüz. Boğaziçilileri çekemeyenler kına yaksınlar ama Boğaziçi'nde okumak hálá bir ayrıcalık. Birer meslek okulu olmaktan öteye gidebilmek, gerçek bir üniversite olabilmek için çok uzun yıllar geçmesi gerekir. Bu yüzden Boğaziçi yeni bitme vakıf okullarını daha uzun yıllar cebinden çıkartır, kimse merak etmesin.

Ama madalyonun bir de öbür yüzü var tabii... Türkiye büyük bir hızla banalleşiyor. Televizyonundan meclisine, genel müdüründen gölge başbakanına kadar toplumun her köşesine nüfus eden bir çöküş süreci içindeyiz. Basitlik kaliteyi, kabadayılık efendiliği, cazgırlık alçakgönüllülüğü, cehalet okumuşluğu, kurnazlık zekayı, dedikodu gerçekleri, üçkağıtçılık dürüstlüğü kovar oldu.

KÖŞE YAZARLARI NE MEZUNU

Basın da bu memleketin bir parçası sonuçta. Bu çöküşten nasibini alacaktı elbette. Boğaziçi düşmanlığı üzerine düşünmeye başlayınca birden merak ettim. Basındaki köşe yazarları arasında kaç Boğaziçi mezundaşım var acaba? Aklıma Enis Berberoğlu ve Emre Aköz'den başka bir isim gelmedi.

Hadi Boğaziçi'nden vazgeçtim, köşe yazarlarından kaçı üniversite mezunu acaba? Boğaziçi, İTÜ, ODTÜ, İstanbul gibi üniversitelerden mezun kaç köşe yazarımız var? Üniversite mezunu olmadan adam olunmaz gibi bir savım yok. Üniversite mezunu olmayan, az sayıda da olsa birkaç iyi yazar biliyorum. Ama köşe yazarları arasındaki eğitim düzeyini çok merak ediyorum doğrusu. Keşke her gazetenin İnternet sitesinde TBMM'nin milletvekilleri için yaptığı gibi, yazarlarının eğitimini açıklayan bir liste yayınlasa.

Hangi yazarın yabancı dil bilip, bilmediğini ise sormaya lüzum yok. Yazılarında kullandıklar yabancı kelime sıklığına bakarak, her yazarın yabancı dil düzeyini anlamak mümkün. Yabancı dil bilmeyenler, yabancı kelime kullanmaya en çok özenenlerden başkası değil ne de olsa.
Yazının Devamını Oku

Biri bizi bişey yapıyor

5 Ocak 2003
Popçu artist <B>Andy Warhol</B>'un, namı en az 15 nesil sürecek lafıdır; ''Gelecekte herkes 15 dakikalığına şöhret olacak''... ''Pop kültür''ün yalnızca ilk kelimesinden nasibini alanlara ''popçu artist'' lafım abudik gubidik şarkılar çığıran, 15 kanallık zibidileri çağrıştırmıştır şimdi ama, ben yazıma devam edeyim... Siz de okumaya... Bu arada parantez açmadan, parantez içinde şunu da belirteyim ki, radyo ve televizyondaki müzik programlarıyla birkaç nesil büyüten İzzet Öz'ün, ''The İzzet Öz Project 35th Year in Music'' isimli albümünü mutlaka alın. Bu albümdeki şarkılardan zevk alanlar, ÖÖ (Özal'dan Önce) popüler kültürü ile ÖS (Özal'dan Sonra) popüler banalizmi arasındaki çizgiyi daha rahat ayırt edebileceklerdir. Albümdeki şarkılardan zevk alamayanlar da üzelmesin, hallerine şükretsinler. ÖS'yi mumla aratacak TS (Tayyip'ten Sonra) dönemi de yakında...

Açmadığım parantezi kapatıp sadede geliyorum. Biri Bizi Gözetliyor'a kısa da olsa kaçamak bakışlar atmışsınızdır mutlaka. Belki de fanatiğisinizdir, kim bilir? Ben, kendim için izliyorsam na-buraya yazıyorum-mertebem düşsün, ama ibret-i ailem için sık sık dikizliyorum, itiraf edeyim... İşte adı kısaltılasıcası o BBG'de dikkatimi çeken sosyo-psiko-patik numaralar var.

Biliyorsunuz bu eve girenler, gönüllü bir mahkumiyet yaşıyorlar. Tüm dünya ile bağlantıları kesiliyor, bir evin bilmem kaç duvarı arasında hapis yaşıyor, dış dünya ile tek bağlantılarını taksi şoförlüğüne çıktıkları kısıtlı günlerde karşılaştıkları, kısıtlı müşterilerden aldıkları dedikodularla kurabiliyorlar. Ha bir de evin dinleme duvarı var. Anlayabildiğim kadarıyla bahçe duvarı gibi bir şey. Yarışmacılardan bazılarının birer avuç fanatik sempatizanı bu duvara yaklaşabildikleri kadar yaklaşıp, tezahürat yapıyorlar. Dışarıdaki dünyayla kurulan, taksi müşterileri dışındaki en kuvvetli ikinci bağ da bu dinleme duvarından ibaret.

Ama BBG yarışmacılarından bazılarının hal, tavır ve konuşmalarına bakarsanız, sanırsınız ki tüm dünya onları izliyor, tüm Türkiye onlar için ayılıp, bayılıyor. Sanki üç, beş taksi müşterisi ve duvar arkası yaygaracısını değil de, Türkiye çapında yapılmış dev bütçeli bir araştırmanın sonucunu dinlemiş gibiler.

Televizyon, Warhol'un kehanetindeki gibi henüz herkesi 15 dakikalığına şöhret yapma noktasına kadar gelemedi ama BBG gibi büyük fırsatlar da sunabiliyor bazı şanslılara.

İnternet, Warhol'un kehanetini doğru çıkartacak daha güçlü bir adaymış izlenimi veriyor ilk bakışta. İnternet'te site açmak çok kolay, İnternet yayıncılığının maliyeti çok düşük, İnternet sayesinde artık herkes köşe yazarı, İnternet'le hiçbir şey gizli kalmayacak, İnternet herkese kendi sanat eserini (beste, resim, kitap vs) yaratıp aracısız pazarlama olanağı sunuyor, falan, filan... Bu ve benzeri hikayeleri katıldığınız panel ve konferanslarda bol bol dinlemişsinizdir, yetkili ve bilgili ağızlardan.

Tam tersi bir söylem de eski medyacılardan yükselir. İnternet dedikodu kazanı, İnternet iftira yuvası, İnternet yalan yanlış haberlerle dolu, İnternet fesat kaynağı, falan, filan.

Her iki söylem de doğru. Ama sadece yüzeysel bir bakışla varılmış eksik doğrular bunlar. Evet İnternet'te site açıp bağımsız, ilkeli ve doğru yayıncılık yapmak da çok kolay, fesat yayan, iftira salan, dedikodu haberciliği yapmak da. Sorun müşteri, seyirci, okuyucu çekmekte. Herkesin oyuncu olduğu, seyircisiz tiyatro olmaz. Olsa bile herkes, oyunun her anını izleyemez. İnternet'te de dileyen herkes, kolayca bir site açıp yayın yapabilir ama bu siteye kim girip bakar, girip baksa bile yazılanlara inanır mı, başka bir gün dönüp tekrar o siteye girer mi, tüm bunlar bir çok değişkene bağlı.

Herkesin oyuncu olduğu tek bir ortam var, o da hayatın ta kendisi. İnternet de aynı hayat gibi. Herkes kendi çapında oyuncu, herkes kendi çapında şöhret. Tek fark uzaklıkları yakınlaştırmasında, erişilebilecek potansiyel seyirci sayısını artırmasında. Pratikte ise yine azınlık bir kesim kitlelerin ilgisini çekecek, yine çoğunluk seyirci kalacak. Ama kitlelerin ilgisini çekme şansı, İnternet sayesinde herkesin ulaşabileceği bir fırsat olacak.


Beklenen eser


Yokluğu hissedilen dev bir kaynak nihayet kitapçılarda. Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Bülent Sankur tarafından özenle hazırlanan Ansiklopedik Bilişim Sözlüğü, yabancı terimlerin Türkçe karşılıkları için çok önemli bir başvuru kaynağı. Pusula Yayıncılık tarafından yayınlanan sözlük 15 bin terim ve kavramın Türkçe karşılıklarının yanı sıra açıklamalarını da veriyor. Bazı kavramların açıklamaları çizimlerle de destekleniyor. Bilişimde kullanılan terimlerin Türkçeleştirmesinde önemli bir adım olan sözlükte yabancı terim ve kavramlar için genelde çok başarılı karşılıklar önerildiği dikkat çekiyor. Ancak sözlükte ''internet''in ''internet'' olarak çevrilmesine karşın ''Internet''in Türkçeye çevrilmeden (İnternet) aynen kullanılması, ''Chat'' için yaygın olarak kullanılan ''sohbet'' yerine ''gevezelik'' karşılığının verilmesi gibi ilk bakışta göze çarpan hatalar da var. Böylesi ufak tefek, sonradan düzeltilebilecek hatacıkların üzerinde pek durmayıp, bu eseri yaratan Bülent Sankur'u alkışlamak gerekiyor.

busim.ee.boun.edu.tr


Duble İnternet istiyoruz


İnternet'te çok hızlı bilgi alışverişi anlamına gelen genişbant İnternet altyapısı ve erişim hizmetlerinde, Türkiye olarak tam anlamıyla çağ dışı kaldık. Genişbant İnternet, Bilgi Toplumu'na geçmeye hazırlanan çağdaş batı toplumlarının yıllardır gündeminde. Biz de ise bir ara Türk Telekom'un artık alışageldiğimiz boş vaatlerinden biri olarak gündeme gelmiş ama hemen unutulmuştu.

Türkiye, harıl harıl Bilgi Toplumu olmaya hazırlanan Batı dünyasının çok büyük bir hızla gerisinde kalıyor. Bu geri kalmışlık, radikal önlemler alınmadığı takdirde çok kısa zamanda telafi edilemez uçurumlar yaratacak. Türkiye sanayi, teknoloji ve bilimde çok gerisinde kaldığı Batı medeniyetlerini Bilgi Toplumu evresinde yakalama fırsatını bulmuştu. Ancak bu fırsat da çok büyük bir hızla kaçıyor. Türkiye'de İnternet altyapısını tekelinde bulunduran Türk Telekom bu altyapıya çok uzun bir süredir neredeyse hiçbir yatırım yapmıyor. Dünya genişbant teknolojisine koşarken, Türkiye uyuyor.

Genişbant, son kullanıcının evine, ofisine, mobil iletişim cihazına yüksek kapasiteli bağlantı anlamına geliyor. Bunun için kullanılan çeşitli teknolojiler mevcut. Bunlar mevcut telefon hatlarından yararlanan DSL teknolojileri, kablo TV hattından yararlanan teknolojiler, çanak antenli uydu bağlantıları ve GPRS gibi cep telefonu teknolojilerinden oluşuyor. Ancak iş kullanıcıya genişbantla erişmekle de bitmiyor. Türkiye'nin İnternet altyapısında, omurgasında da önemli kapasite sorunları var. Omurga yetersiz olduğu sürece, bu omurgaya genişbantla bağlanılmasının da anlamı yok.

Yeni Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, e.Türkiye'ye sahip çıkacaklarını söylüyormuş. Hükümet programında e.Türkiye'nin adı bile geçmiyor ama hadi bakalım. Belki Sayın Yıldırım, gerekli yatırımları başlatır. Bekleyip görelim. Sonuna kadar takipçisi olup, olumlu olumsuz gelişmeleri siz okurlarıma aktarmaya devam edeceğim.


Çift yönlü uydu hızı


Genişbant İnternet erişimi konusunda devlet ve Türk Telekom uyurken, özel sektör kendi çözümlerini geliştirmeye çalışıyor. Bu çözümlerden biri de Comturk tarafından sunulan uydudan çift yönlü İnternet bağlantısı. Uydu ile bireysel ve kurumsal İnternet bağlantısı Superonline ve Dexar gibi çeşitli erişim sağlayıcılar tarafından bir süredir verilen bir hizmet. Comturk'ün hizmetinin bunlardan farkı uydu iletişiminin çift yönlü olması. Diğer çözümlerde İnternet'ten gelen bilgiler uydudan gelirken, kullanıcıdan giden bilgiler telefon hattı üzerinden gönderiliyordu. Bu da hem hızı olumsuz olarak etkiliyor, hem telefon hattını meşgul ediyor, hem de ekstra telefon faturası anlamına geliyor.

Uydudan iki yönlü İnternet teknolojisi, şimdilik kurumlara hitap eden bir ücretle hizmet veriyor. Ancak iki ay kadar sonra bireysel tarifesi de açıklanacak. Servis saniyede 2 megabite varan hızlarla veri, İnternet, video ve ses iletişimi için kullanılabiliyor. comturk.com


İnternet'in içinden mi


Arçelik'in çok başarılı bulduğum yeni reklam kampanyası ve pek başarılı bulamadığım yeni logosuna bu kadar çok maruz kalınca, acaba orada ne yapmışlar diye merak edip İnternet sitelerine girdim. Reklam kampanyasını başarılı buldum çünkü yeni logoyu bana sevdirmeyi başardı. Logoyu başarılı bulmadım çünkü reklam kampanyası sayesinde sempatimi kazanmasına rağmen bu logo bana teknoloji devi bir şirketten çok peçete, tuvalet kağıdı, perde, yatak örtüsü ya da hazır giyim üreticisi bir markayı çağrıştırıyor. Neyse sadede gelip, İnternet sitelerine girelim. Sitenin tasarımındaki reklamcılık kaygısı, girişte kullanılan Flash animasyondan belli oluyor. İnternet siteleri şirketler için pazarlama iletişiminin bir parçasıdır, doğru. Ama asla ve asla klasik anlamda bir reklam aracı değildir. Reklam, halkla ilişkiler gibi klasik pazarlama iletişim araçlarından çok farklı, kendine has ve yeni özellikleri olan bir araçtır ve doğru tasarımı radikal teknikler uygulanmasını gerektirir. Bir kere bir İnternet sitesini tasarlarken, klasik lineer mantık kullanırsanız çuvallamanız kaçınılmazdır. Lineer tasarım mantığının düştüğü ilk tuzak sitenin giriş sayfasını bir kapak gibi düşünmektir. İşte Flash animasyonları sitelerin giriş sayfasına sokan da bu geçen yüzyıl mantığı. İnternet sitesinin birinci amacı insanları siteye tekrar tekrar çekmek olmalıdır. Siteye tekrar tekrar gelen ziyaretçi için girişte karşılaşacağı animasyondan daha antipatik bir şey olamaz. Bu yüzden Flash kullanımı gibi hoşluklar sitenin içerilerinde bir yerde kullanılarak, seçim ziyaretçilerin paşa gönlüne bırakılmalıdır. Diğer pekçok yönüyle övgüyü hakeden Arçelik sitesinin bir ikinci kusuru ise işin en stratejik yanını, e.ticareti kangurum.com.tr'ye paslamış olması. Doğrusu pazarlamanın tüm aşamalarının Arçelik sitesindeki sayfalardan yapılması, Kangurum teknolojik altyapısının arka planda kullanılması, Kangurum kurumsal varlığının sadece logolarla hissettirilmesidir.

* * 1/2

arcelik.com.tr
Yazının Devamını Oku

Bilimsel 2003 falı

29 Aralık 2002
Ve beklenen gün nihayet geldi... Bir sonraki yıla dair artık gelenekselleşen tahminlerimi yazmanın vakti çattı. Her yeni yıla girerken yazdığım bilimsel fallardaki isabet yüzdemin farkına varan okurlar artıkça, bilimsel falımın müşterisi de her yıl katlanarak artıyor. Her yıl yaptığım tahminlere fal demek yanlış biliyorum ama fal deyince daha fazla ilgi çekiyor, ne yaparsınız? Bu tahminleri yıl boyunca edindiğim izlenimleri, dünyanın dört bir yanından aldığım verileri deneyim, eğitim ve birikimlerimle değerlendirerek yapıyorum. İngilizce'de buna 'wisdom' deniyor. Kelimenin anlamını tam olarak karşılayan Türkçe bir kelime yok ne yazık ki. Deneyim ve bilgiye dayalı sezgi gücü olarak tarif edilebilir.

Bir yıl önceki tahminlerimi bir yıl sonra yayınlayarak saydam yazarlık yapıyorum. Yani okurlar, deneyim ve bilgiye dayalı sezgi gücüyle yaptığım tahminlerdeki isabet oranını, bir önceki yılki tahminlerime bakarak saptayabiliyorlar. Ve evet, isabet oranımın yüksekliği ile övünüyoum. Öyle pekçok yazarın yaptığı gibi, ''kendimle övünmek için olmasın ama...'', ''tahminlerinin doğruluğuyla övünen yazarlardan değilim ama...'', ''ben oramı, buramı sevmem, zekamdan da memnun değilim, tahminlerimin böylesine çıkacağını da tahmin etmemiştim dolayısıyla...'' gibi alçakgönüllülük ayağına yatan cümlelerle başlayıp, sonra kendinin ne büyük bir yazar olduğunu kanıtlamaya çalışanlar gibi iki yüzlülük yapacak değilim. Söylediklerimin çok büyük bir bölümü sonradan doğru çıkıyor, işte o kadar. Bunu bilin ve beni öyle okuyun. İşinize geliyorsa... Kaldı ki, geleceği önceden bilmek işinize gelecektir tabii ki...

Gelelim bu yıl ki tahminlerime.

Önce geçen yılki tahminlerimde tek kırık not aldığım tahminimi bu yıl için de yapacağım. ''2002 yılı bir taraftar kavgası faciasına sahne olacak. Çıkacak olayın büyüklüğü değişebilir tabii ki, ancak uzunca bir süre gündeme oturacak kadar büyük olacak'', demişim geçen yıl. Ne mutlu ki gerçek çıkmadı. Ama aynı tahmini 2003 yılına taşımak için alim olmaya gerek yok. Görünen köy kılavuz istemez. Türkiye'deki koşullar değişmedikçe (eğitim, işsizlik, fanatizm vs) böylesi bir facia sürekli geliyorum diyor. İstanbul depremi gibi tam olarak hangi yıl vuracağı belli değil, hepsi o...

Kitlelere yönelik İnternet Erişim Sağlayıcılığı yapan şirket sayısı, şu anda dört gibi çok küçük bir rakama düşmüş olmasına rağmen düşme eğilimini sürdürecek. 2003 yılı sonuna geldiğimizde kişisel hizmet veren, Türk Telekom'un dışında en fazla bir İnternet Erişim Sağlayıcısı kalmış olacak.

İnternet alanında erişim hizmeti veren diğer şirketler ya kurumsal hizmete ya da içerik sağlayıcılığa yönelmiş olacaklar. Bu iki alana açılamayanlar ise ya kapanacak ya da büyük balıklar tarafından yutulacak.

Türk İnternet sektörü 1999-2000 yıllarında yaşadığı altın çağ kadar olmasa bile 2003'ün son çeyreğinde çok büyük bir canlanmanın içine girecek. İçerik sağlayıcılık, elektronik ticaret ve mobil İnternet bu büyümenin başı çeken motorları olacak.

e.devlet projelerinde belirgin bir canlanma olacak. İhaleler peşi sıra gelecek, ancak vatandaşın dişe dokunur e.devlet hizmetleriyle tanışması yine başka bir bahara kalacak.

Buna karşılık İnternet ve elektronik ticaret konularında pekçok yasal düzenleme yapılacak.

Cumhurbaşkanı Sezer'i istifaya zorlama planı, bu ilk seferde başarılı olamasa bile, sürekli denenecek. Sezer yapılacak anayasa değişikliklerini referanduma götürmesi için kışkırtılacak. Kaybedeceği bir referandum mutlaka olacak. Bu referandumun ardından Sezer istifaya davet edilecek. Yerine AKP görüşlerine yakın biri getirilecek. Ve iktidar, yüzde yirmibeşlik boyunu aşan işlere kalkışmaya başlayacak.

Medyatava ve NetHaber'in başına gelen adres tescili çalma işi, kimse bir öncekinden ders almadığı için başkalarının da canını yakacak. 1999 yılında yazdıklarımı okuyup, önlemlerini alanlar bu tuzağa düşmediler. Ancak .com'lu adresini üçkağıtçılara kaptıran Medyatava.net ve adresini Superonline'ın gücü sayesinde geri alan NetHaber.com'un başına gelenler de, başkalarına ders olmayacak ve adres mağdurları artacak.

Cep telefonlarının marifetleri büyük br hızla artacak, birçok işlevi tek bir cihaz üzerinde toplayan modeller çoğalacak. Global Pozisyon Saptama sistemi cep telefonlarında yeni uygulama alanları bulacak. Kişiye özel mobil reklamcılık gelişmeye başlayacak.

Akıllı kartlar yaygınlaşacak, mobil cüzdanların ilk örnekleri kullanıma sunulacak, bankalar müşterilerine yepyeni ödeme sistemleri sunacaklar.


Neyse halimiz çıkmıştı falımız


MOBİL DALGA

İsabet puanı: 12

Ne demiştim Mobilleşme dalgasının bilişim sektöründeki etkileri doruğa çıkacak. Cep bilgisayarı ve cep telefonunu tek bir cihaz üzerinde birleştiren ürünler yılın gözdesi olacak. GPRS yaygınlaşacak, Mavidiş'in (Bluetooth) havası iyice sönecek. İnternet reklam pazarı yine güdük kalacak, cep telefonlarına gelecek reklam içerikli, istenmeyen mesajlar insanları hafiften sıkmaya başlayacak.

Portatifleşme

İsabet: 12

Ne demiştim Portatif MP3çalarlar şekilden şekle, renkten renge girecek. Saat, cep telefonu, kemer tokası biçiminde MP3çalarlarımız olacak. Cep telefonlarının ekranları büyüyecek, renklenmeye başlayacak.

Yeni ekonomi

İsabet: 11

Ne demiştim Lindows isimli hem Linux hem de Windows'da çalışan yeni uygulama platformu görücüye çıkacak. Türk şirketleri yeni ekonomiye geçişte yine sınıfta kalacak, pekçok şirket amatör siteleriyle idare etmeye devam edecek. Yeni bir virüs Türkiye'deki bilgisayarları fena vuracak.

GS'nİn çöküşü

İsabet: 12

Ne demiştim Önümüzdeki yıl Galatasaray'ın çöküş yılı olacak. Gelmiş geçmiş en kötü Galatasaray yönetiminin yanlış icraatları, takımın hem Türkiye'de hem de Avrupa'da sapır sapır dökülmesine yol açacak.


Batıyla ilişkiler

İsabet: 10

Ne demiştim Finans sektörü orijinli nitelikli işsizler yeni ekonomiye yönelecekler. Finans konularını ve iş dünyasını yakından tanıyan iş gücünün, teknik altyapısı güçlü iş gücüyle yapacağı güçbirliği sonucunda geleceğin güçlü şirketlerinin temelleri atılacak. Bu öngörüme özellikle dikkatinizi çekerim. Göreceksiniz 2003'ten itibaren iş dünyasındaki taşları yerinden oynatmaya başlayacak yeni dev şirketler, temelleri 2002'de atılan bu tip şirketler arasından çıkacak.

Bilişim hukuku

İsabet: 10

Ne demiştim Bilişim hukuku TBMM gündemine gelecek. Kötü hazırlanan bir yasa tasarısı tartışmalara yol açacak. Türkiye'de büro açan yabancı kökenli bilişim şirketleri küçülmeye devam edecek. Bu şirketlerin başına, tüm dünyadaki küçülmeden nasibini alarak mevkilerinden olan yabancı yöneticiler atanmaya başlayacak. İnternet erişim sağlayıcı şirketlerde yeni birleşmeler yaşanacak.
Yazının Devamını Oku

Oku bakıyim Azzzz sonra!

22 Aralık 2002
Bu yazıyı okuyup bitirdiğinizde, öğrendi-klerinize inanamıyacak-sınız. Yazıyı bir kez de yanınız-dakilere, yüksek sesle okuyacaksınız. Yanınızda kimse yoksa etrafınızda adam arayacaksınız. Yakınınızdakilere okumakla yetinmeyip, telefona sarılacak, eşe dosta aktaracaksınız. O da yetmeyecek, yollara düşecek, öğrendiklerinizi yetiştirecek olabildiğince çok çift kulak bakınacaksınız.

Azzz sonra...

Haberi sizden alanlar da, aynı sizin gibi feleğini şaşıracak. Öğrendiklerini aktaracak birilerini bulmak için deli danalar gibi dolanacak. Duymadık sağır sultan kalmayacak.

Azzz sonra...

Bu yazıda okuyacaklarınız bu akşam televizyonların ana haber bültenlerine taşınacak. Haber çapacılarının diline dolanacak. Yazımda adı geçenler o haber bülteni senin, bu haber bülteni benim, kanallar arasında mekik dokuyacak.

Azzs sonra...

Şşşşt! Öyle yağma yok! Satır, paragraf atlama bakıyim... Okumanın da bir yolu, yordamı var. Televizyon değil ki bu, zaplayasın...Dön bakıyim, kaldığın satıra, arada kaçırılmayacak cümleler kurduk herhalde. En azından üslubun yüzu suyu hikmetine... Yepyeni bir üslup bu, basında devrim yaratacak. Siyaset yazmadan, siyaset yazmanın yordamını gösterecek. Sıkıcı siyasi konuları okutmanın da yolu olduğunu kanıtlayacak...

Hani vaaar ya! Şu bizim ünlü manken... Beş kelimeyi geçen cümleleri. Anlamayan ve beş yüz kelimelik dağarcığıyla. (mızıkçılık yapmıyorum 've' sayılmaz). Afedersiniz kelime hazinesiyle konuşan. Mankenden bahsediyorum.

Hani şu ünlü halk şovcu Zogan Başütüleyen'in konu komşuya konu çıkmasın diye magazagazin meslektaşlarından kaçırdığı güzelden bahsediyorum. Mazaganitasıyla magazagalanınca zaganadan çıkan Zogan'ın yavuklusu ünlü manken Zehra İşinibilir'in başına öyle bir iş gelmiş ki, sormayın. Ama siz sormasanız da ben anlatacağım, paşa gönlüm bilir.

Efendim, kızımız Zehra, Zogan'ın baskısıyla oynadığı köşe kapmacadan bunaldığı bir anda, aklına cep telefonu gelmiş. Artık 'tostumu yedim gel' mesajlarına mı özendi, orası meçhul, açmış cep telefonunu yummuş gözünü, başlamış bir kısa mesaj döktürmeye.

Gözü genellikle başka kanallardaki belgesellerde olan hanım kızımız, pazar günleri akşam saat yedi buçukta CNN-Türk'te yayınlanan Üçüncü Kuşak programını seyretmezmiş. T9 yöntemiyle pratik kısa mesaj yazmanın ipuçlarını anlattığımız bölümü de kaçırmış haliyle. Bu yüzden her harf için, tuşlara birkaç kez basa basa bitirebilmiş mesajını. Şöyle yazmış manken hanım kızımız, şovmen hanım evladımıza, ''Zogan beni bu eve kapattın ama ben burda çok sıkılıyorum, gel beni kurtar''...

Tabii Sanayi Bakanlığımız avuçiçi ve tablet bilgisayarlarla, cep telefonlarının ithal izinlerinde, Türkçe karakterleri destekleme şartı aramadığından, hanım kızımızın cep telefonu da Türkçe anlama özürlüymüş. Türkçe karakter atamayan kızımız da çoğunluğun yaptığı gibi Türkçe harfler yerine karşılıklarını kullanarak yazmış mesajını. Yani ı yerine i, ğ yerine g, ş yerine s filan kullanmış. Türkçe harfler yerine aksak karşılıklarının yazıldığı mesajı alan Zogan'ın ne yaptığını da, varın siz tahmin edin artık.

Umarım, bu öykünün ana mesajı da, başta Sanayi Bakanlığı olmak üzere gitmesi gereken yerlere Türkçe olarak varmayı başaracaktır.

GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ

''Geh bili bili şim - 21 Eylül 1996

Panelist olarak katıldığım Türkiye Bilişim Stratejileri çalışma grubunda Devlet Bakanı Abdullah Gül ve DSP İstanbul Milletvekili Ziya Aktaş da hazır bulundu. Abdullah Gül, Ziya Aktaş'ın bir sorusu üzerine hükümet olarak bilişim sektörünün sorunlarına sonuna kadar sahip çıkacaklarına, Bilişim Stratejileri Çalışma Raporu'nu dikkate alacaklarına söz verdi. Umarız bu sözler politik olarak havada kalmaz, gerçekten hayata geçirilir.''

Tabii beklentimiz gerçekleşmedi, o sözler o yıllarda tutulamadı. Abdullah Gül o tarihte Başbakan değildi, gücü yetmedi belki de. Ama şimdi Başbakan... Kasımpaşa raconuna rağmen, Gül üslubuna dayalı umudumuz sürüyor...


Bağışını beş kuruş harcamadan yap


Alisbagis.com.tr adresinden hizmet veren site aracılığıyla sivil toplum kuruluşlarına, cebinizden beş kuruş çıkmadan maddi yardım yapabiliyorsunuz. Tek yapmanız gereken site aracılığıyla dostlarınıza elektronik bir posta göndermek ve bağış yapılmasını istediğiniz sivil toplum kuruluşunu seçmek. Siz kartınızı gönderdiğinizde, uygulamanın sponsoru Yapı Kredi Bankası, seçtiğiniz sivil toplum kuruluşuna bağışta bulunuyor.

Aslına bakılırsa bu site birkaç yıldır faaliyette. Ve iki yıl kadar önce yine haber yapmıştım. Şimdi bir kez daha yapmamın iki nedeni var. Birincisi bu orijinal hizmet çok hoşuma gidiyor ve bu site aracılığıyla yapılacak bağışların miktarının artmasında bir katkımın olması gurur veriyor. İkinci neden ise iki hafta önce yazdığım bir yazıdan dolayı sonradan hayal kırıklığına uğramam.

Microsoft'tan gelen bir basın bülteninden Microsoft'un da benzer bir proje başlattığını öğrenmiş ve Çağdaş Eğitim Vakfı'na destek olan bu kampanyayı sizlerle paylaşmıştım. Uygulama yazıyı yazdığım tarihte henüz devreye sokulmamıştı. Basın bülteninde geçen ''Microsoft ve TurkNoktaNet teknolojileri kullanılarak gerçekleştirilen projede Microsoft her bir e.kart için ÇEV'e 1 Milyon TL bağışlayacak'' cümlesinden yola çıkarak, ''Üstelik bu servisi kullananlar, elektronik tebrik kartlarını ücretsiz göndermelerine rağmen, gönderdikleri her kart için Çağdaş Eğitim Vakfı'na 1 milyon TL kazandıracaklar'', diye yazmıştım.

Uygulama geçenlerde devreye girdi ve ben de deneyeyim dedim. Ve karşımda 1 milyon TL bağış için kredi kartı numaramı soran bir formla karşılaşınca dondum kaldım. Basın bültenini meğer ben yanlış yorumlamışım. Microsoft siteden kart gönderenlerin adına bağış yapmıyormuş, siteden 15 milyar liralık e.kart almış, yılbaşı tebriklerini bu e.kartlarla yapmaları için kendi personelinin kullanımına vermiş. Bu da güzel bir jest tabii ki, ama madem iki hafta önce bunu bile haber yaptım, bari işin orijinalini de yazayım dedim.

Unutmayın bu yılbaşı, tebrik kartlarınızı Alisbagis.com.tr adresinden gönderecek olursanız 25 sivil toplum kuruluşu arasından kendi seçeceğiniz birine, cebinizden beş kuruş ödemeden bağış da yapmış olacaksınız.



*Ê*Ê*Ê*Ê*

alisbagis.com.tr



Yüz yıl sonra bugün


Yaratıcı ve yenilikçi yazar nedense pek çıkmaz Türkiye'den. Tür bilimkurgu olunca, bu vasıfların önemi iki kat artıyor bir yazar için. Burak Özdemir'in ilk kitabı ''yıl 2binyüz2'' mizahi yanı oldukça ağır basan, grafiklerle desteklenmiş farklı bir anlatıma sahip, yenilikçi ve yaratıcı bir bilimkurgu eseri. Dünya tarihi bir bilgisayar virüsü yüzünden yitirilmiş. Kimse geçmişi bilmiyor. Ve astro-arkeologların, 2102 yılında Akmerkhis harabelerinde yaptıkları kazıda manyetik Televole tabletlerini buluyorlar. Bu tabletlerden yola çıkarak, dünya tarihini yazmaya çalışıyorlar. Televoleleri seyrettikçe, kafaları iyice karışıyor ama sonuçta ortaya günümüz Pop Türkleri'nin mizahi bir eleştirisi çıkıyor. Kitapta yayınlanan 2102 yılı ilanları ise bir başka alem. Aslına bakarsanız Özdemir'in anlatıtığı hikaye günümüze ait, bilimkurgu anlatısını ise bu reklamlarla yapmış. Mutlaka alın, merak etmeyin kitaptaki kehanetler 100 yıl sonra gerçekleşmeyecek olursa, yazar paranızı geri ödemeyi taahhüt ediyor. O ödemezse, ben öderim, söz... yil2binyuz2.com


Hep kahraman Türk milleti


Osmanlı sitesi LuckyEye imzalı diğer tüm siteler gibi öncelikle görsel mükemmeliyeti ile dikkat çekiyor. Sitenin görsel tasarımındaki mükemmeliyet, kendi tasarımlarını dikte etmek için yeni pencere açmak, Flash kullanmak, İnternet tarayıcılarının boyutlarıyla oynamak gibi çeşitli hokkabazlıklara kalkışan geçen yüzyılın grafikerlerine, bu işin böyle hokkabazlıklara kalkışılmadan nasıl yapılabileceğini öğretir bir ders niteliğinde. Site yurtdışından pek çok ödül de kazanmış. Sitenin saymakla bitmeyecek güzel yanlarını bir yana bırakıp biraz da eleştirmek istersek, gözümüze çarpan falsoları şöyle sıralayabiliriz: Öncelikle sitenin ana sayfasındaki en önemli alanın üyeliğe çağıran büyükçe bir yazıyla heba edilmesi yazık olmuş. Sitelerin anasayfalarının en önemli bölümü olan orta alan, böylesi statik bir bilgiyle değil dinamik olarak değişen, güncellenen bir içerik kullanılarak değerlendirilmeli. Bu dinamikliğe, statik içerikli referans sitelerinin bile uyması gerekiyor. Sitenin 'Haritalar' bölümü bir tarih atlasından kopartılmış durağan yapraklar gibi sunulmuş. Bu haritalara etkileşimli unsurlar katılmalıydı. Sitede sunulan 'Terimler sözlüğü' İnternet'e uygun olmayan lineer bir sunuşla verilmiş. Sayfa sayfa, birbiri ardına çevrilecek şekilde hazırlanması İnternet'in doğasına aykırı.

****

theottomans.org



İnterpro yine onurlandıracak


1999 yılında yapılanın jürisinde ben de vardım. İnterpro Bilişim Ödülleri'ni alacak projelerin seçiminin ne kadar kılı kırk yararak, ne kadar özenli ve ne kadar adil bir yöntem kullanılarak yapıldığına birinci elden şahit olmuştum. 1992'den beri yapılan ve artık gelenekselleşen ödüller bu yıl hem 2000, hem de 2001 yılının projeleri için verilecek. ''Her başarılı projenin ödüle ihtiyacı vardır'' gibi çok güzel bir slogana sahip İnterpro Bilişim Ödülleri, sektörün oskarları olarak kabul ediliyor. 15 ayrı kategoride verilecek ödüllere aday olmak için son başvuru tarihi 13 Ocak 2003.

interprobilisimodulleri.com.tr


Teşekkürler Ecevit

Ecevit'in liderliğindeki 57. hükümet için yazdıklarınızdan dolayı sizi kutluyorum. Yapılan spekülasyonlara ve bazı hatalarına karşın 57. hükümetin aklı başında işler yaptıklarına inanıyorum.Bülent Karabolat

Ders Belgeliği

24.11.2002 tarihli yazınızdaki Türkçe'ye olan duyarlılığınız için teşekkürler. Öğrencilerim için hazırladığım 'ders BELGELİĞİ' çalışmaları içinde yer alan 'Türkçe' bölümüne eklemek istiyorum.H. Avni ÖZTOPÇU belgelik.sayfasi.com
Yazının Devamını Oku