30 Temmuz 2004
Bilişim Fuarı ve Bilişim Zirvesi heyecanı yaklaşıyor. Her yıl olduğu gibi bu yıl da bir bayram havasında geçmesini temmenni ettiğimizden, Hürriyet e.yaşam olarak bu önemli etkinliği Ağustos sayımızı Bilişim Özel Sayısı olarak çıkarak destekleyeceğiz. Önümüzdeki sayımızda dolu dolu, süper içerikli bir e.yaşam’a hazır olun. Tabii birbirinden ilginç konulara dalmak için bir sonraki sayımızı beklemek zorunda değilsiniz. Elinizde tuttuğunuz bu sayımızda da zengin bir içerik sizleri bekliyor. Erdinç Köroğlu, ‘Uzun lafın kısası’ isimli köşesinde her ay olduğu gibi bu ay da sürekli duyduğumuz ama ne anlama geldiğini tam bilemediğimiz bir teknolojiyi alıp, kolay anlaşılır bir dilde anlatıyor. Köroğlu’nun bu ayki konusu Geniş Bant. Yani hızlı İnternet. Türk Telekom’un iki yıldır sürdürdüğü yılan hikayesi sayesinde ADSL’i artık duymayan kalmadı herhalde. Kullanabileni bu kadar az, ama duyanı bu kadar çok başka bir teknoloji yoktur herhalde. Erdinç Köroğlu ‘geniş bant’ teknolojilerini anlatırken ADSL’e değiniyor. Ve tabii alternatiflerine de: Kablo İnternet, Metro ethernet, uydudan bağlantı ve UMTS. Hızlı İnternet’e geçmeyi düşünüyorsanız bu yazıyı mutlaka okuyun.
Türk Telekom iki yıldır bir ADSL tutturdu ama ADSL hizmetlerini söz verdiği kadar yaygınlaştıramaması bir yana Türkiye’nin İnternet altyapısına yıllardır çivi bile çakmıyor. Hep dediğim gibi Türk Telekom ADSL’i yaygınlaştırmayı başarırsa, bu ADSL kullananların hızlı İnternet’e kavuşacağı anlamına ne yazık ki gelmiyor. Hatta ADSL’in yaygınlaşması ne kadar yavaş olursa, bu mevcut ADSL kullanıcılarının o kadar yararına. Çünkü Türkiye’nin İnternet omurgasını ve yurtdışı çıkışlarını adam etmeden, evlere ADSL’le hızlı bağlantı götürmek Keban Barajı’ndan İstanbul’a bahçe hortumuyla taşıdığınız suyu, evlere içinden kamyon geçebilen borularla dağıtmaya benzer.
Araştırma ve geliştirme faaliyetleri denilince Türkiye’de akla gelen ilk isim olan Netaş’ın Genel Müdürü Sait Gözüm de, dördüncü sayfamızda okuyabileceğiniz söyleşide, ADSL teknolojisinin Türkiye’de uygulanması planlanan şekliyle demode bir teknoloji olduğunu ima ediyor. ADSL2 teknolojisinden ve evlere 100 Mbit’e kadar bağlantı sağlayan ADSL2+ teknolojisinden söz ediyor. Sait Gözüm hızlı İnternet için CDMA teknolojisine yönelinmesi gerektiğini, üzerine basa basa söylüyor.
Hızlı İnternet’in önemine sık sık değinen yazarlarımızdan, Silisyum Vadisi’ndeki casusumuz Batuhan Okur ise bu sayımızda Nano teknoloji üzerinde durmuş. Nanoteknoloji pazarının 2015 yılında toplam 1 trilyon dolara ulaşacağını söylüyor. Okur’un aktardığı bilgilere göre sadece 2003 yılında 8 binin üzerinde nanoteknoloji patenti alınmış. Okur nanoteknoloji konusunda çeşitli bilgiler aktardıktan sonra, konuyu haklı olarak yine geniş banta, hızlı İnternet’e getiriyor:
‘Aklıma yine telekomünikasyon alt yapısına yapılan senelik 40 milyon dolarlık yatırım geliyor. Hele diyorum şu iletişim altyapısına yapılan yatırımlar milyar dolar seviyesine çıksın, Türkiye’nin her noktası fiber ağlarla örülüsün sıra bu tip yeni teknolojilere gelecek, evvela şu alt yapı işini bir çözelim.’ Yani biz şu hızlı İnternet’i halledemezsek, nanoteknolojiyi filan hayal bile etmeyelim.
Yazının Devamını Oku 25 Temmuz 2004
İki hafta önce yayınlanan <B>Ruhsuz Galatasaray ve buz tutmuş adası </B>başlıklı yazıma olumlu, olumsuz çok tepki mesajı geleceğini sanıyordum. Yanılmışım, en çok okunan yazılarımdan biri olmasına rağmen en az okur mektubu aldığım yazı o da oldu<B>. *
İtiraf etmeliyim ki, yazıma Ruhsuz Galatasaray başlığı atarken, durumun bu kadar vahim olduğunun farkında değildim. Galatasaraylılık ruhu meğer çoktan nalları dikmiş. Birileri Galatasaray’ın adını satıyor ve Galatasaraylı geçinenlerden tıs yok.
Tamam Galatasaray’ın mali durumu bozulmuş olabilir. Borç batağına da saplanmış olabilir. Ama hiçbir şey Galatasaray’ın adını satma onursuzluğunun bahanesi olamaz. Galatasaray Adası’nı kiralarken zeka kapasiteniz, kiracının adanın ismini değiştirmesini, tepesine eşek kadar başka isimli bir tabela asmasını engelleyecek önlemleri almaya yetmemiş olabilir. Hatadır, herkes yapabilir. Peki, hálá ne duruyorsunuz? Galatasaray Adası’nın ismini geri almaya çalışmak için sarhoşun tekinin Galatasaray Adası’na Fenerbahçe, Beşiktaş bayrağı çekmesini mi bekliyorsunuz?
Avrupa Şampiyonu bir takımı alıp, elalemin maskarasına çeviren yönetimden ümidi çoktan kestim de, Galatasaray’ı Galatasaray yapan kulüp ruhuna ne oldu?
Belki o ruhtan bir eser bulurum diye Galatasaray’ın resmi İnternet sitesi galatasaray.org’a uğradım. Galatasaray Spor Kulübü’nün de ruhu şad olsun. Karşımda Galatasaray Spor Kulübü’nün değil Galatasaray futbol takımının bir sitesi var. Futbol dışında göze çarpan tek içerik, Galatasaray Store (Galatasaray Dükkanı demek oluyor yeni züppe Türkçesinde) reklam bandı. Galatasaraylılık ruhunun dininin imanının artık paradan başka bir şey olmadığını ispat etmek için koymuşlar herhalde. Amatör şubeleri öyle öksüz evlat misali, bir köşeye sıkıştırıvermişler ayıp olmasın diye. Bu şubelerin sayısı da nereden icap ettiği belli olmayan briç şubesi dışında altı taneye inmiş. Yakında kürek ve atletizm şubelerini de kapatıp golf, ralli gibi kendi zevklerini tatmin edecekleri şubeler açacak olurlarsa şaşmamak gerekir.
Truva Atı ve F klavye
Truva filminin namı Türkiye’de Brad Pitt’i sollayan kahramanı Truva Atı’nı, boş işlerdeki ısrarcılığımız sayesinde Türkiye’ye getirtmeyi başarmak üzereyiz. Adamlar biraz da koyacak başka yer bulamadıklarından olsa gerek, dandik atı Türkiye’ye verip başlarından attılar. Benzersiz aşağılık kompleksimiz sayesinde biz de böylece, kendi ustamızın elinden çıkma Truva atımızla övünebilmenin zor yolunu seçmek yerine, alemin dandik artist atıyla övünebileceğiz.
Tıpkı kendi dilimize uygun olarak özenle geliştirdiğimiz Türkçe F klavyeyi, dandik Q klavyeye teslim ettiğimiz gibi, Truva Atı’mızı da Hollywood atına kurban edeceğiz. Ve Türkçe F klavyenin kendi geliştirdiğimiz bir klavye olduğunu unutup, ‘teknolojiyi yabancılar geliştiriyor, standartları da onlar belirler’ gibi saçma sapan bir argümana başvuranlar olduğu gibi; ‘Hollywood filmlerini onlar yapıyor, tarihi de onlar belirler’ diyenler de, hiç merak etmeyin çıkacaktır...
* En çok okunan yazılarımdan biri olduğunu nereden mi biliyorum? Yaklaşık üç aydır Hürriyetim’in başındayım. Doğal olarak hangi Hürriyet yazarı daha çok okunuyor, hangisinin hangi yazısı en çok okur çekiyor, gün be gün izleyebiliyorum. Kendim için en pratik yararı, yazılarımın okunurluğunu artırmaya yönelik analizler yapabilmem oldu. Böylece pazar günleri Hürriyet’in en çok okunan yazarları sıralamasında altıncılığa, yedinciliğe kadar yükselebildim. İlgili yazımın en çok okunan yazılarımdan biri olduğunu, işte bu sayede biliyorum.
Türk Telekom’dan matriksli muamma
Hızlı İnternet’i yılan hikayesine çeviren, zamlı tarifeyi ucuz diye tanıtan Türk Telekom’un işlerine akıl sır ermiyor
Uçaktan indim, cep telefonunu açtım, eşimle görüştükten sonra annemi aradım. ‘Türk Telekom’un bilinmeyen numaralar servisine hoş geldiniz’ diyordu, annem olmadığına emin olduğum bir kadın sesi. Annemin numarasını bilmeyecek değilim ya. Ses devam etti; aradığınız abonenin numarası falan rakam, filan rakam olmuştur. Kafayı yemiş herhalde bunlar deyip, kardeşimi aradım. Aynı ses yine karşımda. Bu kez de farklı bir numara daha veriyor. Yıllardır ezbere bildiğim numarayı çevirerek ulaştığım bilinmeyen numaralar servisindeki sesi tekrar tekrar dinleyip, söylenen numarayı kısa dönemli hafızama yerleştirmeyi başardım.
Annemle konuşunca mesele aydınlandı. Türk Telekom (TT) birkaç gün önce, hiçbir ön uyarıda filan bulunmadan telefon numarasının artık değiştiğini, yıllardır kullandığı numaranın artık geçersiz olduğunu tebliğ etmiş. Aynı şeyi kardeşime de yapmış.
Ne de olsa Türk Telekom bu. Ne karışanı var, ne soranı. Ulaştırma Bakanlığı desen, trenleri raydan çıkartmakla meşgul. Telekomünkasyon Kurumu desen, etliye sütlüye karışmaya pek isteği yok gibi. Aynı şeyi Turkcell ya da Telsim’in yaptığını düşünebiliyor musunuz? Hangi özel şirket müşterisini böyle eşek yerine koyabilir. Turkcell ya da Telsim kalkacak, kullandığınız cep telefonu numarasını size sormadan değiştirmeye kalkışacak. Akıllarından geçirmeye bile cesaret edemezler. Ama Türk Telekom aklından geçirmeye bile lüzum görmez, aklına eseni yapar. Çünkü o yüce Türk Telekom’dur. Kimse ona hesap soramaz.
TT bunu hep yapıyor
Türk Telekom, uzak mesafe görüşmelerinde rakipsiz olduğu dönem sona erer ermez şehirler ve milletlerarası tarifelerinde astronomik indirim yaptı. Altyapı hizmetlerini kendisinden almak zorunda olan rakiplerinin kullandığı altyapı servislerine ise yüksek fiyatlar koydu. Aslında biz bu senaryoyu İnternet erişiminde bir kez daha yaşamıştık. TT’nin her iki alandaki tutumu bir yandan bakkallara dağıtım yapan, diğer yandan dağıtım kamyonuyla bakkalların önünde tezgah açıp toptan fiyatının da altında halka satış yapmaya kalkışan bisküvi ya da kola şirketine benziyor.
Telekomünikasyon Kurumu (TK), TT’nin sektördeki hakim konumunu kötüye kullanıp, rakip firmaları öldürmesini mutlaka önlemeli. Yoksa TT yine tekel olur ve eski fahiş tarifelerine döner. Ama bakın TK neler yapıyor:
Uzak mesafe telefon işletmecileri (UMTH) için cep telefonu işletmecilerine uygulanan arabağlantı fiyatlarının aynen uygulanması yanlıştır. Cep telefonu aboneleri ve TT’nin sabit hat aboneleri birbirlerini arayarak, her iki tarafa da karşılıklı para kazandırmakta. UMTH işletmecileri ise TT’den sadece hizmet almakta.
Telekomünikasyon Kurumu’nun (TK) onayladığı tarifede TT’ye hakim konumunu kötüye kullanmasını sağlayacak durumlar var. Örneğin TT’nin son kullanıcıya dakikası 164.384 TL’den verdiği bir hizmeti, UMTH işletmecisi son kullanıcıya verdiğinde bu hizmetin UMTH’ye maliyeti 177.864 TL olabiliyor. UMTH bu durumda nasıl kár edecek?
TT, TK’nın koyduğu yükümlülüklere uymama keyfiyeti gösterebiliyor. Daha da beteri TK, TT’nin kurallara aykırı tarifesini onaylıyor. TK’nın koyduğu kurala göre TT, abonesinin arayacağı telefon numaralarını kısıtlayamaz. Ancak TK’nın onayladığı HesaplıHatt ve YazlıkHatt tarifelerinde TT, TK’nın kuralını hiçe sayıyor.
TK ilk lisans tahsisleri yapıldığı sırada 3,5 milyar dolar olan ve yine kendisi tarafından onaylanmış olan arabağlantı ücretinin, lisans tahsisi yapıldıktan sonra 22 milyar dolara fahiş bir şekilde çıkartılmasını nasıl onaylıyor?
TK, yönetmelik gereği 3 ayda yayınlaması gerektiği yönetmeliği neden 1 yıl geciktirerek, lisansların alınmasından sonraya bırakıyor?
İnternet muhtarı
İnternet’te dolaşan mizahi mesajları, alıp köşesine malzeme yapan yazarlara alışmıştım. Ama doğrusu, Reha Muhtar’ın gazete köşesine kurulmasının üzerinden daha henüz üç gün geçmişken bu yönteme başvurmasını beklemiyordum. Reha Muhtar, köşe yazarlığına adım attığı üçüncü günde İnternet’te dolaşan anonim mizah yazısını kapıp, sanki kendi yazısıymış gibi okurlara yutturmaya kalkıştı. Tamam yazıyı çok beğenmiş ve okurlarla paylaşmak istemiş olabilir. İnternet’ten aldığını belirtir. olur biter. Bu arada bir sonraki alıntı için kıyağım olsun, yazıda geçen terimlerin Türkçesini vereyim. hard-disk: sabit disk; screensaver: ekran koruyucu; server: sunucu; e-mail: e.posta...
Yazı 16 Mayıs’ta İnternet’teki bir forumda da yer almıştı: pcoyun.com/forum/oku.asp?konu=2442
Işığı durduran Türk’ün yeni projeleri
Işığı durdurmayı başaran Mehmet Fatih Yanık şu anda iki proje üzerinde yoğunlaştığını aktardı. Birincisini eşi Hatice Altuğ ile birlikte yürütüyor. Amaçları optik bir transistör yapmak. Yanık, projenin teknolojik değerinin çok yüksek olduğunu söylüyor. Üzerinde çalıştığı ikinci projeyi ise yine Türk araştırmacılarla birlikte yürütüyor. Adela Ben-Yakar (Türk asıllı İsrailli), Sündüz Keleş ve Hulusi-Neşe Çınar çiftiyle. Bu projede sinir hücrelerinin yenilenmesi üzerine çalışıyorlar. Yanık bu iki proje üzerinde yoğunlaştığından, ışığı bilgisayar çipi içinde durdurma konusunda bilgisayar similasyonunda elde ettiği başarılı sonuçları, deney ortamında tekrarlamayı kısa süreliğine ertelemiş.
Yazının Devamını Oku 18 Temmuz 2004
Genç Türk bilim adamı <B>Fatih Yanık </B>ışığı bilgisayar çipi içinde durdurmayı başararak, geleceğin <B>kuantum bilgisayarları</B>nın geliştirilmesi yolunda aşılması çok zor bir engeli yıkmıştı. Geçen hafta yazdığım bu haberin, Türk medyasından çok büyük ilgi görmesini beklemiyordum. Görmedi de zaten... Hafta içinde yıllardır konuşulan bir teknolojiyi manşet yapan, bir Türk girişimcinin Amazon.com’da binlerce başka girişimci gibi dükkan açmasını ise birinci sayfaya taşıyan Hürriyet, fizik dünyasında devrim yaratan bu buluşu birinci sayfadan vermedi. Vatan ve Akşam gazeteleri yazımdan çıkarttıkları haberi ertesi gün iç sayfalarında kullandılar. Akşam kaynak göstererek, Vatan ise kaynak göstermeye gerek duymadan... Haber ertesi gün bir tek Zaman gazetesinin birinci sayfasına çıktı. Zaman’ın haberi birinci sayfasından vermesinin nedeni ise ideolojikti: Fatih Yanık’ın Fethullah Gülen irtibatlı Samanyolu Lisesi mezunu olması...
Bir Türk’ün fizik dünyasında devrim yaratan buluşunun, Türk medyasında daha fazla yankı bulmasını beklemek hayalcilik olurdu. Zaten New Orleans Üniversitesi’nde Deniz Mimarisi ve Marin Mühendisliği Okulu Bölüm Başkanı olan arkadaşım Prof. Bahadır İnözü’nün kişisel gayreti olmasa bu kadarı bile olmayacaktı. İnözü, bir Türk bilim adamının büyük başarısını kamuoyuna duyurmayı kendine görev edinmese, Fatih Yanık’ın ışığı durdurmayı başaran buluşu büyük bir olasılıkla Türk medyasında belki de hiç yer almayacaktı.
Ama sakın bu durumdan Türk medyasını sorumlu tutmayın. Bu bir arz-talep meselesi. Okur ya da izleyici ne talep ediyorsa gazete ve televizyonlar onu haber yapar. Talep hangi tür habere daha fazlaysa, medya o tür haberleri ön plana çıkartır.
Kısacası eğer bir Türk bilim adamı yaptığı bir buluşla bilim çevrelerini ayağa kaldırıyorsa, bunun Türk medyasında yankı bulamamasının tek nedeni Türk toplumunun kültür düzeyi ve dünyaya bakışıdır. Başka hiçbir şey değil. Bir Türk bilim adamının yaptığı dünyanın geleceğini değiştirecek nitelikteki bir buluşun gazetelerin birinci sayfalarında yer bulması için ya buluşun Microsoft tarafından tescil edilmesi, ya Ayşe Arman’ın bilim adamıyla röportaj yapması, ya çığır açan icadın üzerinden Murat Bardakçı’nın tarih sayfasına konu olabileceği kadar zaman geçmesi, ya bilim adamının eşi tarafından boynuzlanması, ya babasına görmemişin düğününü yaptırtması, ya Hido ve Memo gibi 40-50 milyon dolara transfer olması ya da en azından buluşunu Amazon.com’da satışa, e.bay.com’da açık artırmaya çıkartarak küçük de olsa ticari bir başarıya dönüştürmesi gerekir.
Yoksa değil ışığı bilgisayar çipi içinde durdurmak, ağzıyla lazer ışını yakalasa Türkiye’de kimsenin umrunda olmaz. Bizim başarı ölçümüz önce paradır. Başarısını paraya çeviremeyen birine dönüp bakmayız. Işığı ister bilgisayar çipinin, ister rakı şişesinin içinde durdurmayı başarsan da, alkışlanman için önce para kazanman gerekir. Para kazanamıyorsan önünde tek bir yol kalır. Türk halkının dolayısıyla da Türk medyasının ilgisini çekebilmen için yabancı medyaya, tercihan Time’a, New York Times’a, Washington Post’a haber olmayı başarman da yeter.
Türkçe kampanyasına rekor destek
Başta taşınır bilgisayar, cep telefonu ve bilgisayar yazılımı olmak üzere çeşitli teknolojik ürünlerin Türkçe desteği olmaksızın serbestçe ithal edilip, Türkiye’de satılır olmasının önüne geçmek amacıyla hurriyetim.com.tr’de başlatılan kampanya yoğun ilgi görüyor. ‘Bilgisayar Türkçesi istemiyoruz’ sloganıyla üç ay kadar önce başlayan kampanyaya destek verenlerin sayısı 120 bini buldu. Kampanyaya katılanlar, sitede sunulan üç seçenekten en az birini seçerek hükümetten taleplerde bulunuyorlar.
Kampanyaya katılanların destek verdiği taleplerden birincisinde, ‘Sanayi Bakanlığı Türkiye’de satılacak ürünlere Türkçe desteğine yönelik zorunlu standart koysun’ deniliyor. Kampanyaya destek veren 120 bin kişiden 74 bini bu talebe de destek olmuş. Türk İnternet kullanıcılarından gelen bu yoğun talebe karşılık Sanayi Bakanlığı’ndan, Türkçe’ye sahip çıkacağına dair henüz bir işaret yok.
Kampanyaya katılanların yoğun bir şekilde desteklediği ikinci talep ise devletin Türkçe karakter seti için bir standart belirlemesi ve tüm yazılımlara bu standarda uyma zorunluluğu getirilmesi yönünde. Bu seçeneğe destek veren katılımcıların sayısı da 74 bine yaklaşmış durumda. Bilgisayar ve elektronik cihazlarda kullanılan Türkçe harfler için şu anda üç farklı standart geçerli. Her üretici kafasına göre bunlardan birini seçip kullanıyor. Üç standardı da kullanmayıp kendine göre bir Türkçe karakter seti belirlemeye kalkışanı, hatta Türkçe karakterleri tamamen göz ardı edenleri bile var. Sonuçta farklı standartları kullanan ürünler arasında uyumsuzluklar yaşanıyor. A marka bilgisayarda ya da B marka cep telefonunda yazılan e.posta ve kısa mesaj, C marka bilgisayar ya da D marka cep telefonu kullanan kullanıcının ekranına anlaşılmaz işaretlere dönüşmüş olarak ulaşıyor. Bu kaosa son vermenin tek bir yolu var. O da Sanayi Bakanlığı bünyesindeki Türk Standartları Enstitüsü’nün Türkiye’ye ithal edilecek ya da Türkiye’de üretilecek elektronik ürünlerde uyulacak standardın hangisi olacağına karar vermesi ve bunu zorunlu standart olarak ilan etmesi.
‘Bilgisayar satıcılarına ürünlerini standart olarak F klavyeli satma mecburiyeti getirilsin, Q klavye seçeneği tüketici tercihine bağlı olsun’ talebi ise 70 bine yakın destekçi bulmuş durumda. Bilindiği gibi Türkçe klavye standardı F klavye. Ancak bilgisayar üreticileri Türk kullanıcılarına, birkaç dolar daha fazla kár edebilmek uğruna uzun yıllardır Q klavyeyi pompalıyor. Hangi klavyenin Türk standardı olduğundan habersiz, ilk kez bilgisayar alacak bir tüketiciye, peşinen standart olmayan Q klavyeyi veriyorlar. Sanayi Bakanlığı da yıllardır bu tezgaha göz yumuyor. Kampanyadaki talep bilgisayar satıcılarının tüketiciye peşinen Türk standardı olan F klavyeyi vermesi, Q klavyeyi sadece özellikle talep edenlere vermesi yönünde. Yoksa kimsenin Q klavye yasaklansın gibi bir isteği yok.
İthal ettikleri ürünlere Türkçe desteği sağlamakla filan uğraşmak istemeyenler, F klavye tartışmasını ön plana çıkartarak kampanyanın etkisini sulandırmaya çabalıyorlar. F klavye, önlem alınmadığı takdirde bir Türk standardının, kár hırsına nasıl yenik düşürülebileceğinin bir sembolü. F-Q savaşından ders alıp Türkçe harfleri teknoloji ticaretinin tehditlerinden nasıl koruyacağımıza bakalım. Hálá geç olmadıysa...
hurriyetim.com.tr/harflerimiz
Yabancı klavye ile yaz Türkçe’ye otomatik çevir
Yurtdışına seyahat ederken kendi bilgisayarlarını yanında taşımaktan hoşlanmayanların ya da yurtdışında çalışıp da çalıştığı şirkete Türkçe klavye sokmaya üşenenlerin ortak sorunudur. Önlerine konulan klavyede Türkçe karakterler olmadığından, Türkçe’ye özgü harfler yerine aksak karşılıklarını kullanarak yazmak zorunda kalırlar. ‘ğ’ yerine ‘g’, ‘ş’ yerine ‘s’, ‘ı’ yerine ‘i’ yazarlar. Almanya’da yaşayan okurum Ali Kıvılcım Özdağlı bu soruna çare bir site keşfetmiş. Hemen beni de haberdar etti. Sitenin ardında, Sabancı Üniversitesi’nden Gökhan Tür’ün yazdığı bir program çalışıyor. Siteye girince karşınıza gelen kutuya, Türkçe harfler yerine aksak karşılıklarının kullanıldığı giriyor ya da kesip yapıştırıyorsunuz. ‘Metni gönder’ tuşuna bastığınızda, ne sihirdir ne keramet, Türkçe harfler yerli yerinde...
fens.sabanciuniv.edu/TL/deascii.html
Apple Türkçe’nin yanında
Apple bilgisayarların Türkiye temsilcisi Bilkom, F klavyeli dizüstü bilgisayarlara uyguladığı fiyat farkını kaldırdığını açıkladı. Apple Bilkom’u bir yazımda Türkçe’ye ve Türkçe F klavyeye ta en başından beri destek veren tek bilgisayar firması olmasından dolayı kutlamış, ancak son günlerde F klavyeli bilgisayarlara uyguladığı fiyat farkından dolayı eleştirmiştim. Bilkom bir açıklama göndermiş ve fiyat farkının bilgisayarları kendi olanakları ile F klavyeye dönüştürmelerinden kaynaklandığını aktarmıştı. Bilkom Genel Müdürü Veli Tan Kirtiş’ten yeni bir mektup daha geldi. Bilkom maliyetlerden kaynaklanan fiyat farkını tüketiciye yansıtmamaya karar vermiş. Apple marka dizüstü bilgisayarlar Türkiye’de artık ister F, ister Q klavye olsun aynı fiyattan satılacakmış. Apple’ın bu doğru kararı kurumsal pazarda yakaladığı büyük başarıları, bireysel pazarda da yakalayacağının bir işareti.
apple.com.tr
Arayanın duyacağı sesi kendin seç
Birini telefonla aradığınızda, karşınızdakinin telefonunun çaldığını size bildiren ses hep aynıydı ve operatörler tarafından belirleniyordu. Ancak artık sizi arayanların dinleyeceği çalıyor sesini kendiniz belirleyebileceksiniz. Çalıyor tonu (Ringback tone) olarak adlandırılan teknoloji, sizi arayanların duyacakları çalıyor zilini, istediğiniz melodiyi seçerek kişiselleştirebilmenizi sağlıyor. Ericsson, Asya’da 2005 sonu itibariyle, mobil abonelerin yüzde 50’sinin ‘çalıyor tonu’ kullanacağını ve dünyanın en büyük operatörlerinin bu servisi sunacağını öngörüyor.
www.ericsson.com
Taştan mantar tarlası -2-
Geçen hafta San Fransisko yakınlarındaki Napa vadisinde Domain-Chandoh bağlarının girişinde rastladığım taştan mantar tarlasının fotoğrafını, Arif Dino’nun ‘Taştan mantar tarlası; / Çok yaşasın ölüler!’ şiiri eşliğinde yayınlamıştım. Ve okurlara bir de çağrıda bulunmuş, Arif Dino’nun şiirinde neyi kastettiğini anlatan bir fotoğraf göndermelerini istemiştim. Eğer resmini bulamıyorsanız, tarif edin demiştim. Tarif eden çok çıktı ama tek bir okur resmini bulup gönderdi; Pınar Gediközer... Gediközer’in gönderdiği fotoğraf İstanbul Büyükşehir Belediyesi sitesinden. Çözünürlüğü düşük olduğu için, arşivden bulduğum daha büyük bir resmin eşliğinde yayınlıyorum. Bu arada ilginç bir tesadüf, Arif Dino’nun ‘Çok yaşasın ölüler’ şiirini andığım gün, Doğan Hızlan da yazısını şairin ünlü dizesiyle bitirmişti. Anılmak istedi herhalde, çok yaşasın Arif Dino...
www.cs.rpi.edu/~sibel/poetry/arif_dino.html
Küçücük fıçıcık içi dolu 5 GB’cık
Seagate 12 yeni ürün duyurusunu aynı anda yaptı. Yeni ürünler arasında dünyanın ilk 1 inçlik (2,54 cm) 5 GB depolama kapasiteli sabit diski ve yine 5 GB depolama kapasiteli Compact Flash kartı gibi devrimci ürünler de var. ST1 serisi genel adı altında duyurulan 2,5 ve 5 GB kapasiteli sabit diskler mini minnacık boyutlarıyla taşınabilir müzik çalarlarda, sayısal kameralarda ve avuçiçi bilgisayarlarda kullanılacak. Darbeye ve sarsıntıya dayanıklı bu seri, düşük enerji tüketimiyle de dikkat çekiyor. Seagate’in yeni Compact Flash foto bellek kartları ise sayısal kameralar için 2,5 ve 5 GB’lık dev bir fotoğraf depolama çözümü sunuyor.
www.seagate.com
Yazının Devamını Oku 11 Temmuz 2004
Geçenlerde bir akşam yemeği daveti için <B>Galatasaray Adası</B>’na gittim. Aslına bakarsanız rahmetli Galatasaray Adası desem daha doğru... Çocukluğumun ve gençliğimin sayısız yazını geçirdiğim, lisanslı kürekçilik yaptığım üç sezon boyunca da yaz-kış ziyaret ettiğim Galatasaray Adası’nın yerinde yeller esiyor artık.
Kuruçeşme, Galatasaray Adası arasında mekik dokuyan emektar iki tekneyi; Galatasaray beyefendisi kaptanlarını; uskura takılan naylon torbaları temizlemek için boğazın ortasında duraklamalarımızı; Kuruçeşme tarafındayken beklemekten sıkılınca, Ada tarafındaykense yetişmek isteyenleri uyarmak için çaldığımız bronz kampanaları; Ada’ya ayak basan herkesi güleryüzle karşılayan müdür Süleyman Bey’i; misafirlerimizi kayıt ettiğimiz misafir defterini; soyunma kabinlerini; 90’lara gelindiğinde hálá 70’lerin havasını estiren restoranını; damağımda bıraktığı tat Angus hatta Kobe etinden bile çok daha fazla olan kayış gibi bifteklerini; barını, büfesini, kürekçilerine ‘ulan tereyağı’ diye takılan Emin Hoca’sını, kayıkhanesini, çoktan kaldırılmış üç katlı tramplenini tekrar karşımda bulmayı beklemiyordum tabii ki.
Küpeştesiz dar bordasında, denize bir karış mesafede, ayakta gitmekten hoşlandığım emektar Atalay ve Yıldıray yerine, ismine asla dikkat etmeyeceğim koca kamaralı bir tekneye binmiş olmamın önemi yoktu. Karşıya geçiş için artık ücret alınmıyor olmasına da diyeceğim olamazdı. Ama Ada’nın tepesine asılmış o heyulá gibi tabelada ‘Galatasaray Adası’ değil de ‘Buz Ada’ yazıyor olması, 1988’de Prekazi’nin Monaco’ya attığı unutulmaz golle kaybettiğim dünyanın en baba babası Baysungur Atakan’ın ruhunu sızlattı... Kendi kaleme yediğim golden sonra törpülediğim, Lucescu’ya yapılanlardan sonra da gömdüğüm Galatasaraylılık ruhumu kıpırdattı...
Sadece Ada’nın değil, Galatasaray’ın da, kendimin de, babamın da, gelmiş geçmiş tüm gerçek Galatasaraylıların da ruhunun satılmış olduğunu hissettim... Farkına vardım... Anladım...
Şimdi kalkıp kimse, ne yapalım 60 cent’e muhtaçtık demeye kalkışmasın. Kimse kalkıp Ada’yı satmadık, 20 yıllığına kiraladık demesin.
Bakın istanbul.com’un şehir rehberi bölümünde Armin Van Buuren konseri nasıl anons edilmiş...
Yer: Buzada
Adres: Kuruçeşme’deki eski Galatasaray Adası
Daha açılalı bir ay olmadı, ama şimdiden eski Galatasaray Adası olmuş. Sözleşmeye adanın adı değiştirilemez diye bir madde koymayı akıl edemeyenlere, bugünden hatırlatmış olayım. Bakın buraya yazıyorum. Yaz sonuna kadar adaya Fenerbahçe bayrağı da dikecekler, Beşiktaş da... Sarhoşun teki çıkıp Galatasaray bayrağı yakmaz, Fenerbahçe’nin şampiyonluk kutlaması yapılmazsa öpüp başımıza koyalım.
Galatasaray Adası’nın adını geri istiyorum. Geri alamayanın mezarına sarı, kırmızı gül konmasın, adı Galatasaraylı olarak anılmasın.
Buzlu not: Galatasaray Adası Buz Restoran orta kalitede bir restoran. Yemeklerde fazla sorun yok, lezzetleri yerinde. Ancak garson sayısı yetersiz ve garsonların tüm iyi niyetine rağmen servis çok aksıyor. Şarap bardaklarımız sık sık boş kaldı. Zaten şarap bardağı olarak doğru seçim de değildiler. Hele beyaz şarabın neredeyse buz tutacak kadar soğutulmuş olarak servis edilmesi, restoranın şarap kültürü seviyesinin de iyi bir göstergesiydi.
Işığı durduran Türk
Bir önceki San Fransisko ziyaretimde, Kaliforniya Üniversitesi’nde genetik araştırmalar yapan arkadaşlarım Neşe ve Hulusi Çınar’ı görmek için Santa Cruz’a da uğramıştım. Sokakları kaçık kaynayan, evinden kaçan zengin ABD’li gençlerin ilk durağı ve son hippi cenneti Santa Cruz o kadar ilginç gelmişti ki, her San Fransisko seyatinde tekrar tekrar ziyaret ederim diye düşünmüştüm. Evdeki hesap çarşıya uymadı tabii ki. Son San Fransisko seyatinden geçen hafta döndüm. Ne yazık ki Santa Cruz’u ziyaret edemeden...
Ama işe gelip, e.posta mesajlarımı açtığımda hoş bir sürprizle karşılaştım. Mesaj bir başka arkadaşım Bahadır İnözü’dendi. New Orleans Üniversitesi’nde Deniz Mimarisi ve Marin Mühendisliği Okulu Bölüm Başkanı olan Prof. İnözü, Santa Cruz’un egzantrikliğine dayanamamış, ABD’nin bir ucu New Orleans’dan kalkıp ta diğer ucu Santa Cruz’a Neşe ve Hulusi Çınar çiftini ziyarete gitmiş, orada bir başka Türk misafir çiftle karşılaşmış, başarılarından etkilenmiş, bana aktarıyordu.
Bahadır’ın bu kadar çok heyecanlanması doğaldı. Anlattıklarını okudukça ben de heyecanlandım. Mehmet Fatih Yanık’ın buluşu fizik dünyasında sansasyon yaratan bir buluştu. Henüz 27 yaşında olan Fatih Yanık, aralarında eşi Hatice Altun’un da bulunduğu araştırma ekibiyle evrenin hız rekortmeni ışığı bilgisayar çipi içinde durdurmayı başarmıştı. Yanık’ın bu buluşu Economist, Nature ve Focus gibi ünlü ve saygın dergilere haber olmuştu.
Stanford Üniversitesi’nde doktora yapmakta olan Yanık’ın devrim yaratan buluşu, geleceğin optik kuantum bilgisayarlarının geliştirilebilmesi yolunda çok önemli bir adım teşkil ediyor. Yanık, ışığın bilgisayar çipi içinde durdurulabileceğini ve depolanıp geri çağrılabileceğini gösteren buluşuyla San Fransisko’da yapılan mucitler yarışmasında birincilik ödülü de kazanmış.
Dünyanın bilişim başkenti olarak kabul edilen San Fransisko yakınlarındaki Silisyum Vadisi’nin dünyaca ünlü bilgisayar şirketlerini peşinde koşturmaya başlayan Fatih Yanık, buluşuyla ilgili altı patent başvurusunda bulunmuş. Yanık, geleceğin kuantum bilgisayarlarının temelini oluşturacak bu altı patentine yatırımcıların da çok büyük ilgi gösterdiğini söylüyor. Fatih Yanık bir yandan bu teklifleri değerlendirirken, diğer yandan eşiyle birlikte deneylerine devam ediyor.
Adam olacak çocuk
1977 yılında Çorlu’da doğan Fatih Yanık fiziğe ilgisini, dört yaşındayken kendi icat ettiği uçağıyla ispatlamış. Uçak uçmayıp, yaralanmasına yol açsa da icat peşinde koşmaktan asla bıkmamış. Annesinin teşviği ve dayısının getirdiği TÜBİTAK’ın Bilim Teknik dergilerinin etkisiyle fiziğe ilgisi gittikçe artmış. 1995’te Avustralya’daki Fizik Olimpiyatları’nda kardeşi Ahmet Ali Yanık’la beraber bronz madalya almış.
San Fransisko manzaraları
Aile yengeçcisi
San Fransisco’ya yolu düşenler, şehrin dillere destan Dungeness yengecinden tatmak için hemen Fisherman’s Wharf’a koşar. Müze hapishane Alkatraz’a bakan turistik balıkçı rıhtımındakilere de bir itirazım yok. Ama tesadüfen keşfettiğim mahalle lokantasını, kişisel sırrım olarak daha fazla tutamayacağım. Yemeklerin Amerikan barda yendiği bu masasız restoran 1946’dan bu yana aynı aile tarafından işletiliyor. Swan Oyster Depot isimli mahalle lokantasında servis Sancinimo Kardeşler ve kuzenleri tarafından yapılıyor. Eğer olur ya, yolunuz bir gün San Fransisko’ya düşecek olursa yengeci mutlaka burada yemenizi tavsiye ederim. Adresi 1517 Polk Street... Fisherman’s Warf’taki restoranları aşağıdaki İnternet adresinden de ziyaret etseniz yeter, ama bu aile yengeçcisini ıskalamayın.
fishermanswharf.org
San Fransisko sokakları
San Fransisko’yla ilgili aklımdaki ilk görüntüler 70’li yılların meşhur ‘San Fransisko Sokakları’ isimli TV dizisinden. Karl Malden’in oyunculuğu kadar, yedi tepe üzerine kurulu İstanbul’da bile görmediğim diklikteki yokuşlarında çekilmiş otomobil kovalamaca sahneleriyle de belleğime kendini kazımış bir diziydi. San Fransisko yokuşlarından tekini çıkmak bile adamın iflahını kesmeye yetiyor. Bu yüzden bu dik yokuşları keşfetmenin en iyi yolu ‘Cable Car’ denilen telli tramvaylara binmek. Tramvaylar ikisi çok turistik üç güzergah üzerinde çalışıyor. Turistik olanlarında kalabalıktan rahat etmenin olanağı yok. O yüzden turistik olmayan California Street hattına binmenizi tavsiye ederim. Ve bilin bakalım bu hattın bir ucu nerede? Aile yengeçcinizin bir sokak üzerinde...
tvtome.com/tvtome/servlet/ShowMainServlet/showid-1278/The_Streets_of_San_Francisco
www.sfcablecar.com/
Taştan mantar tarlası
San Fransisko’ya gidip de, Napa ve Sonoma vadilerinde şarap tadım turuna çıkmadan dönmek olmaz. En az bir günü bu iki vadiden birinde, tercihen Napa’da o şarap bağı senin bu şarap bağı benim dolaşmaya ayırmak gerekiyor. Ben de öyle yaptım. Ve Domaine-Chandon bağlarının girişinde karşılaştığım manzara karşısında donup kaldım. Arif Dino’nun unutulmaz şiiri, gerçeküstü bir kıyafetle karşımdaydı... ‘Taştan mantar tarlası; / Çok yaşasın ölüler!’. Alın size edebiyat zekanızı sınama şansı. Arif Dino’nun şiirinin gerçeküstü resmini sizlerle paylaşıyorum. Siz de bana gerçek resimini yollayın, yayınlayayım. Eğer resmini bulamıyorsanız, tarif edin: Arif Dino bu şiirinde neyi kastediyor?
www.chandon.com
Yazının Devamını Oku 4 Temmuz 2004
Televizyon yayıncılığı önümüzdeki 5 yılda, geçen 20 yılda geçirdiğinden çok daha fazla değişikliğe sahne olacak. Bu öngörü ABD’li kablo yayıncılık devi Comsat’ın Başkanı Stephen Burke’e ait. Burke’e göre televizyon, bilgisayar ve telefon beklendiğinden daha kısa bir süre içinde birleşecek.
Burke’ün bu iddiası, içi boş bir iddia değil. 21.5 milyon aboneli Comsat, bu birleşmenin şimdiden yaşandığının kanıtı bazı servisleri başlatmak üzere. İki yönlü ve çok hızlı İnternet bağlantı kapasitesi gerektiren bu yeni hizmetlerin verilebilmesi için gerekli olan ağ altyapısı bitirilmek üzere. Ağ altyapısındaki bu güncelleme için Comsat’ın yaptığı yatırım miktarı 85 milyar dolar.
Bir tarafta Türkiye’nin tüm İnternet altyapısına 10 yıl boyunca, şimdiki havasından geçilmeyeni de dahil olmak üzere tüm hükümetler döneminde yapılan toplam 40 milyon dolar yatırım var. Diğer yanda ise bir kablo yayın işletmecisinin, zaten var olan altyapısını güncellemek için yaptığı 85 mliyar dolarlık yatırım.
40 milyon dolarla, 85 milyar doları yan yana koymak acı verici ama Türkiye’nin dünyanın ne kadar gerisinde bırakıldığını göstermek için şart. Üstelik yıllar geçiyor ve havalı hükümetimiz hala dişe dokunur bir yatırım yapmıyor. Türk Telekom ‘proxy’ kurmak gibi zırvalıklarla, evlere ADSL bağlantı kurmak gibi mevcut altyapıyla yararı olmayacak abukluklarla uğraşıyor. Türkiye’nin Nuh Nebi’den kalma İnternet omurgasını geliştirmeden, yurtdışı İnternet çıkışlarını artırmadan evlere ADSL’le uğraşmak; Atatürk Barajı’ndan İstanbul’a bahçe hortumuyla su getirip, evlere içinden kamyon geçecek künkler bağlamaya benziyor. Bu arada elalem geniş bantı filan bile gündeminden çıkartmış, ultra genişbant tablosuz bağlantılarla, kablo üzerinden iki yönlü ultra genişbantla uğraşıyor.
Ağ altyapısını güncellemek için 85 milyar dolar yatırım yapan Comsat’ın bu yeni ağ üzerinden çok yakında vermeye başlayacağı servisler arasında bakın neler var:
Video posta: Aboneler kendi kayıt edecekleri video mesajları İnternet üzerinden gönderebilecekler. Comsat, bu hizmeti Hızlı Servis abonelerine hiçbir ekstra ücret uygulamadan geçen hafta vermeye başladı.
Geliştirilmiş Anında Video: Abonelerin istedikleri filmi, sanki kendi video oynatıcılarında oynatıyormuş gibi, geri-ileri alma ve duraklatma seçeneklerine de sahip olarak kablo üzerinden istedikleri anda izleyebilmelerine olanak veren anında video (video on demand), ABD’de bir süredir yaygın bir şekilde kullanılıyor. Biz daha anında video ile bile tanışamadan adamlar geliştirilmişine başlıyor. Comsatın sunacağı geliştirilmiş anında video servisinde örneğin ABD Başkanı Bush ve birkaç ay sonraki seçimlerde rakibi olacak Kerry’nin çeşitli sorulara verecekleri uzun cevaplar önceden kaydedilecek. Aboneler her iki adayın, merak ettikleri konulardaki cevaplarını istedikleri anda izleyebilecekler. Gelecekte yardım kuruluşları ve ticari şirketler de anında video teknolojisinden faydalanarak tanıtım yapabilecekler.
Çok yüzlü İnternet sitesi: Aboneler kendilerine gönderilen sesli mesaj, faks ve e.posta mesajlarına televizyon, bilgisayar ya da telefonlarını kullanarak bağlanacakları özel İnternet sitesinden topluca ulaşabilecekler.
Ne diyelim, darısı başımıza. Bu gidişle çıkmaz ayın son perşembesi...
Java artık her yerde
İlk duyurulduğu 1995 yılından beri yakından takip edip müjdesini istemeden müjdesini verdiğim Java teknolojisi artık her yerde. Cep telefonlarından bilgisayarlara, kredi kartlarından otomobillere, İstanbul’dan Mars’a kadar artık her yerde ve her elektronik cihazda Java’yla karşılaşmak mümkün.
Sun Microsystems teknolojisi olan Java, temelde bir programlama dili. Java’yı diğer programlama dillerinden ayıran en büyük özelliği ise bu dille yazılan uygulamaların her işletim sisteminde, her cihazda çalışması. Diğer programlama dillerinde yazılan uygulamalar, örneğin sadece Windows işletim sistemine sahip bilgisayarlarda, sadece Apple Macintosh bilgisayarlarda, sadece Motorola marka cep telefonlarında vs çalışırken Java ile yazılan uygulamalar bir kez yazıldıktan sonra her platformda, her cihazda çalışabiliyorlar.
Java, bu üstünlüğü sayesinde ilk kez duyurulduğu 1995 yılından bu yana büyük bir hızla yaygınlaştı ve her türlü elektronik cihazın içine girmeyi başardı. Hatta NASA tarafından Mars aracının uzaktan kontrol sisteminde bile kullanıldı.
Her yıl San Fransisko’da yapılan JavaOne koferanslarını, ilk yapıldığı 1996 yılından bu yana iki yıl hariç her yıl yerinde izleme olanağı buldum. Kriz sonrası tek bir yıl harıç her yıl bir öncekine göre daha fazla Java geliştiricisini çeken konferansa katılım bu sene de yüksek. Bu yılki konferansa toplam 12 bin 500 Java geliştirici katılıyor.
Endüstri analistleri Sun’ın Java teknolojisinin artık rüştünü kanıtladığı konusunda hemfikir. Ancak analistler Sun’ı, bu başarısını paraya çevirememekle suçluyorlar. Endüstri analistlerinin oyunu, eski ekonominin kurallarına göre oynadıklarına, her şeyi eski ekonominin kalesi borsanın gözlüğüyle değerlendirdiklerine bakacak olursak, kendi açılarından haklı da olabilirler. Ancak yeni ekonomide, her şey borsadan göründüğünden oldukça farklı. Evet Sun geçen yıl büyük zararlar açıkladı. Ancak Java’nın başarısı, Sun’ın geleceği için büyük umut vaat ediyor. Sun’ı, Java’daki başarısının meyvelerini alacak kadar ayakta kalmayı becerebilirse çok parlak bir gelecek bekliyor.
Sun şu anda bu meyveleri yemeğe başladığı iddiasında. Kanıt olarak da, Sun sunucularındaki satış artışlarını gösteriyor. Java’nın yaygınlaşmasının sunucularına olan talebi de artırdığını söylüyor. Bu da önemli tabii... Ama asıl önemli olan Sun’ın yazılımdan yani Java’dan direkt olarak para kazanmaya başlaması. Bu günlerin de çok uzak olmadığını, Sun’ın en geç bir yıl içinde Java ile geliştirilmiş yazılımlardan, ufak da olsa bir telif ücreti almaya başlayarak, sürümden kazanmaya başlayacağını tahmin ediyorum. Özellikle de cep telefonları için geliştirilen uygulamalardan...
Java mobil
Java cep telefonu sektöründe geçen yıl yakaladığı hızlı yaygınlaşma oranını bu yıl da sürdürüyor. Bunun bir kanıtı d JavaOne Konferansı’nda açıklanan Sun-Nokia işbirliği oldu. Sun ve Nokia çok oynayıcılı mobil oyunların geliştirilmesi ve kullanımını kolaylaştıracak bir anlaşmaya imza attılar. İşbirliği sayesinde uygulama geliştiriciler, servis sağlayıcılar ve operatörler Java tabanlı çok kullanıcılı oyunları çok daha kolay pazarlayacaklar.
Rakamlarla Java
2012 yılında Java yüklü makinelerin tahmini sayıları:
Ev aletleri ve oyuncaklar: 11 milyar
Cep cihazları: 2 milyar 600 milyon
Ev elektroniği: 1 milyar 300 milyon
Bilgisayarlar: 1 milyar 80 milyon
Endüstri ve otomotiv: 400 milyon
Cep telefonlarında günümüzden rakamlar:
Zil sesi pazarı: 3,5 milyar dolar
Mobil Java uygulamaları pazarı: 3 milyar dolar
Java uyumlu cep telefonu sayısı: 350 milyon
Java nerede ne kadar (2004)
Java ile çalışan akıllı kart sayısı: 600 milyon
Java uyumlu bilgisayar sayısı: 650 milyon
Java geliştiricisi yazılımcı sayısı: 4 milyon
Java otomobil
Sun Başkanı Jonathan Schwartz, Java’nın otomotiv sektöründe yaygınlaşacağını iddia etti. Örnek olarak da Siemens VDO tarafından geliştirilen GPS (Global Pozisyon Saptama) sistemini gösterdi. Java’lı yeni GPS sistemi yol bulmak için kullanılmakla kalmayacak, otomobilleri eğlence merkezine dönüştürecek, ‘online’ servislerin otomobillerden alınmasını sağlayacak.
Yazının Devamını Oku 27 Haziran 2004
Düzenlendiği ilk yıldan bu yana jüri üyeliğini yaptığım ve Türkçe İnternet içeriğinin gelişimine büyük katkıları olacağına inandığım Altın Örümcek Web Yarışması’nın üçüncüsünde ufak çaplı bir ödül skandalı yaşandı. Yarışmanın Finans ve Finansal Hizmetler kategorilerinde birincilik ödülüne, Web standartlarına uyulmaksızın yapılmış garanti.com.tr sitesi layık görüldü.
Altın Örümcek’te iki kategoride birden birinci seçilen Garanti Bankası’nın sitesi bir Web standardı olmayan Flash teknolojisiyle yapılmıştı. Bunun anlamı Garanti Bankası’nın İnternet şubesi görevini gören siteden faydalanmak isteyen kullanıcıların, sitedeki bankacılık hizmetlerinden yararlanabilmeleri için standart dışı bir yazılım kullanmak zorunda olmalarıydı.
Flash teknolojisine kesinlikle karşı değilim. Bilakis sitenin amacına göre, özellikle de sanatsal kaygıların fonksiyonelliğin önüne geçtiği sitelerde Flash, anasayfada bile kullanılabilir. Yeter ki, Flash oynatıcısı olamayan ziyaretçilere, sitenin Flash’sız versiyonu otomatik olarak sunulsun.
Ancak Garanti Bankası’nın İnternet şubesi kitlelere servis vermesi amaçlanan bir site. Böylesi bir sitede standart dışı tasarım yapmanın, banka şubesinin kapısını 1,80 metre yüksekliğinde yapmaktan pek farkı yok.
Bazıları da diyor ki, Flash zaten artık standartlaştı. Standart olmak ile yaygın kullanımı karıştırıyorlar. Evet Flash artık oldukça yaygın kullanılan bir teknoloji ancak henüz bir standart değil. Asla olamayacak da çünkü ticari bir yazılım. Standartların ne olduğunu, alanında otorite olan kurumlar karar verir. Eğer yaygınlık standartlıkla eş anlamlı olsaydı, İstanbul’da yapı standardı depreme dayanıksız inşaat olurdu.
Web standartlarının belirlenmesinde otorite sahibi olan kurum W3.org’tur. Altın Örümcek bir Web Yarışması olduğu iddiasında. O halde ödül verirken Web standartlarına uyulmuş olmasını dikkate almak zorunda. Almazsa bir Web yarışması olmaktan çıkma tehlikesiyle karşı karşıya gelir. Ben Altın Örümcek’i çok seviyorum. Ödüllerin de çok büyük bir çoğunlukla hak eden sitelere gittiğini düşünüyorum.
Altın Örümcek’ten kategori manzaraları
Altın Örümcek Web Yarışması’nda çoğu site bileğinin hakkıyla ödül aldı. İşte onlardan bazıları...
BİLİM
1. genbilim.com
2. matematikdosyasi.com
3. ucuskulesi.com
e-ticaret
1. yemeksepeti.com
2. gima.com.tr
3. hepsiburada.com
mizah
1. grafi2000.com
2. ahmetaltay.com
3. komikler.com
müzik
1. muzikkutusu.com
2. neoplast.net
3. tarkan.com
sağlık
1. kanbankasi.gen.tr
2. ailem.com
3. revir.com
Standart dışına iyi bir örnek
Levi’s Türkiye’nin İnternet’te etkileşimli pazarlama kampanyası yapmak üzere açtığı mikro site, Flash teknolojisinin doğru kullanımına çok iyi bir örnek.
Gerçi Flash’sız bir versiyonunu da sunsalar dört dörtlük bir uygulamaya imza atmış olurlardı ama, pazarlama amaçlı dönemsel bir sitede standart dışı uygulamaların kullanılması bir tercih meselesidir.
Nasıl ki bir reklam kampanyasında reklamları her mecrada, her dakika göstermek mümkün değilse ve reklamveren reklamını göstereceği mecrayı ve gösterme frekansını seçmek zorunda kalıyorsa, pazarlama amaçlı mikro sitede amaca uygun en doğru teknoloji, İnternet standardı olmasa bile seçilebilir.
Levi’s sponsorluğunda açılan jeangle.com’a dönersek, mikro sitenin en eğlenceli bölümü dans hocası eşliğinde oynanan oyun. Jeangle game isimli oyunda amaç dans hocasının yaptığı hareketleri, sırasını şaşırmadan, verilen zamanda tekrarlamak.
jeangle.com
Flash’lı örnek siteler
Bir bankanın İnternet şubesi gibi genel kitlenin kullanımına açık sitelerde standart dışı teknolojiler kullanmak çok yanlış ancak İnternet standardı olmamasına rağmen Flash teknolojisi ile yapılmış çok iyi ve yerinde uygulamalar da var. İşte onlara üç örnek:
www.2tr.net/spider.html
subservientchicken.com/
www.rafineri.net/test/game.t-box.com.tr/
Nato kafa
Osmanlı Millî Eğitim Nazırı Haşim ‘okullar olmasa maarifi ne güzel idare ederdim’ demiş.
Benzer bir zihniyet şimdi de NATO zirvesi nedeniyle, güvenliği sağlamak bahanesiyle İstanbul’da mahalleleri, caddeleri, sokakları, Boğaz’ı, metroyu boşaltıyor.
Daha zirve yapılmadan patlatılan bombaları önlemeye yetmeyen istihbarat zaaflarını, insanlar olmasa güvenliği ne güzel sağlarız diyerek kapatmaya çalışıyorlar.
Sokağa bırakılmış paketi ayağıyla tekmeleyerek kontrol eden güvenlik güçlerinin eğitim eksikliğini, vatandaşların özgürlüklerini kısıtlayarak telafi etmeye kalkışıyorlar.
O zaman ben de ‘Aman!’ diyorum. NATO paşa çıkmışken Nişantaş’a, içimdekileri daha fazla yazıya dökmeyeyim.
N’olur n’olmaz...
Güvenlik nedeniyle köşenin geri kalanını boş bırakıyorum.
Zaten yazı yazmak gerekmese ne güzel bir köşe yazarı olurdum ya, neyse...
Yazının Devamını Oku 25 Haziran 2004
24 Mayıs 1998’de, yani neredeyse 6 yıl önce Hürriyet’te yayınlanan ‘Dedi mi kodu mu’ başlıklı yazıda ise ‘Yeni proje dev bir pazar oluşturuyor. Türkiye’de 15 milyon öğrenci var. Bu da her öğrenciden 1 dolar kazanılsa, 15 milyonluk bir pazar’’, demişim. BDE Türkiye için stratejik önemi olan bir proje. Türkiye’nin geleceği çok büyük ölçüde bu projenin doğru uygulanmasına bağlı. Ancak gündeme geldiği 1996’dan bu yana, okulları bilgisayar çöplüğüne dönüştürecek şekilde uygulandı. Proje ihaleler açıp, okullara üç yıl sonra teknolojisi geri kalacak kişisel bilgisayarlar satın almaktan öteye gidemedi. Okulları bilgisayar çöplüğüne dönüştürecek ihalelerle uğraşılacağına öncelikle tüm okulların İnternet’e bağlanması gerekiyordu. Okullara bilgisayar laboratuvarları kurulacağına, önce öğretmenler bilgisayar sahibi yapılmalıydı. Müfredatın bilgisayar destekli eğitime uygun hale getirilmesi için çalışmalar başlatılmalıydı. Ve en önemlisi teknolojisi üç yılda bir eskiyen, bakımı zor ve pahalı kişisel bilgisayarlara alternatif, Türkiye koşullarına uygun eğitim cihazları geliştirilmesine yönelik, bilişim sektörünün önüne hedefler konmalıydı. Bu hedefler zamanında konulmuş olsaydı bugün önümüzde İnternet bağlantılı, kişisel bilgisayarlarla da uyumlu, merkezi olarak yönetilebilen, pratik kullanımlı ve ekonomik cihazlar çoktan geliştirilmiş olurdu. Ama bunların hiçbiri yapılmadı.
Geçtiğimiz günlerde Milli Eğitim Bakanlığı’nın önüne ciddi bir alternatif konuldu. Linux International önderliğinde BEA, HP, Oracle ve Sun Microsystems firmalarının sponsorluğu ile gerçekleştirilen bir etkinlikte BDE kapsamında okullarda açık kaynak kodlu Linux işletim sisteminin kullanılması önerildi. Linux International Yönetim Kurulu Üyesi Siyami Kahyaoğlu, Okulinux adı altında bir işletim sistemi hazırlığında olduklarını, CD şeklinde ücretsiz dağıtılacak bu sistemin, istendiğinde bilgisayarlara kolayca kurulabileceğini belirtti. Siyami Kahyaoğlu, Linux’un ücretsiz bir yazılım olduğunu ve lisanslandığını ifade ederek, bu lisansın ABD ve AB tarafından ‘kamu yararına’ tescil edildiğini, kullanıcıların kaynak kodları açık kalmak kaydıyla Linux yazılımını kendilerine uygun şekilde geliştirebildiklerini vurguladı.
ALTERNATİF ÇÖZÜMLER
Etkinlikte, dünyada 20 milyon kadar kullanıcısı olduğu tahmin edilen Linux’u Türkiye’de tahminen 75 binin üzerinde kişinin tercih ettiğinin altı çizilerek, gerek firmalara gerek kişilere çok az bir maliyetle etkin ve ucuz sistemleri alternatif olarak sunmanın mümkün olduğu ifade edildi. Kamu alanında ve eğitimde Linux’un giderek artan oranda tercih edildiğinin belirtildiği konuşmalarda Linux, 21. yüzyılın parlayan yıldızı olarak nitelendilirildi.
‘Açık Yazılımlar Dünyası’ adı altında düzenlenen toplantıda, F klavye standardında Türkçe tasarlanan ücretsiz işletim sisteminde İnternet bağlantısından ofis yazılımlarına kadar her türlü uygulamanın bulunacağının altı çizildi. Bakanlık izin verdiği takdirde sistem düzenlenecek bir program çerçevesinde öğretmenlere anlatılacak.
Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Salih Çelik de eğitimde bilişim teknolojilerinin kullanımına büyük önem verdiklerini, 8 yıllık eğitimi tamamlayan öğrencilerin bilişim teknolojilerini kullanabilir düzeyde mezun olmasını hedeflediklerini kaydetti.
Tüm bunlar Türkiye’nin geleceği açısından çok büyük stratejik önemi olan BDE projesi için çok olumlu gelişmeler. BDE projesi kapsamında mutlaka Okulinux ya da başka bir Linux tercih edilmelidir, Microsoft kesinlikle devre dışı bırakılmalıdır gibi bir önerim ya da tercihim kesinlikle yok. Ancak BDE projesi de bugüne kadar kişisel bilgisayar, Windows, Office gibi kimi unsurlar sanki alternatifleri yokmuş gibi değerlendirilmişti. Ve bu, çok büyük bir yanlıştı. Okulinux BDE kapsamında ilk kez farklı alternatiflerin de ciddi bir şekilde düşünüldüğünü göstermesi açısından çok önemli. Ve bu alternatif üzerinde mutlaka durulmalı. Ama ne Microsoft’a alternatifsizmiş gibi bakılmalı, ne de Linux bedava diye en iyi seçenek olduğu düşünülmeli. Tek dileğim tüm alternatiflerin adil bir şekilde değerlendirilip, kararların öyle verilmesi.
Yazının Devamını Oku 20 Haziran 2004
<B>Elvan</B>’ın dünya rekorundan, bir Türk olarak fazla övünç çıkartmamamız gerektiğini söyleyen iki yazı yayınlandı geçen hafta. Biri Sabah’ta, diğeri Hürriyet’te.Emre Aköz’ün de, Bekir Coşkun’un da gerekçeleri ilk bakışta aynı gibiydi. İkisi de Elvan’ın ne kadar Türk olduğunu sorguluyordu.
Ama aslında iki yazıdaki zihniyet arasında çok derin bir fark vardı. Emre Aköz, Elvan’ın Türklük derecesini; başarısında Türkiye’nin ne kadar payı olduğuyla, Bekir Coşkun ise sadece damarlarında akan kanla ölçüyordu. Atatürkçü bir yazar olan Bekir Coşkun’a, Elvan’ın Türklüğünü ırkçı bir söylemle eleştirmek hiç yakışmamış. Keşke Atatürk’ün en ünlü ve en anlamlı sözlerinden biri olan ‘Ne mutlu Türküm diyene’ cümlesini hatırlamış olsaydı.
Emre Aköz ise ‘Evet Naim Süleymanoğlu Türk’tü, Müslüman’dı... Ama onu Bulgar spor sistemi yetiştirmişti. Turgut Özal parayı bastı. ‘Hazır ürünü’ getirdi. Naim’e, Türk spor sisteminin katkısı zerre kadardır. Elvan tabii Naim’den farklı. Çünkü ENKA Spor Kulübü 6 yıl içinde ona epey emek verdi. (Ama zaten yarışlara katılmaya başlamıştı ve kumaşının iyi olduğu belliydi.)
İşte ben bu emek kadar seviniyorum!’ diyordu.
Naim Süleymanoğlu konusunda yüzde yüz hak veriyorum Aköz’e. Naim Süleymanoğlu’nun Türklüğünü sorgulayacak değilim ama başarısından pay çıkartamayacağımız da kesin. Elvan konusunda ise şüphelerim var. ENKA Elvan’ı keşfettiğinde henüz işin çok başındaydı. Kumaşının iyi olduğu belliydi ama zaten renge, ırka, dine önem vermeyen Emre’nin tezine göre de kumaş değil, terzidir önemli olan. Dolayısıyla tamam Elvan’ın yetenekli olduğu daha altı yıl öncesinden belli olabilir ama onu dünya rekortmeni yapan kendisini bir Türk olarak tanımlayarak geçirdiği yıllarda yaşadıklarıdır. Bu koşullar zaman zaman iyi, zaman zaman kötü olmuştur. Daha da iyi koşullar sağlansaydı, daha görkemli bir rekor mu kırardı, orası bilinmez. Bilinen Elvan’ın kumaşının, Türkiye koşullarında biçildiği ve sonucun dünya rekoru olduğudur.
Yanda bir de Dünya İcat Ligi’ndeki sıralamayı veriyorum. Bu ligde sonunculuğa yakın, 54. sıradayız. Birinci ise ABD. Bekir Coşkun, ‘Serbest piyasa ekonomisi her derde deva olurken, bir holding parayı bastırıp bize bir dünya rekortmeni satın alabiliyor’, diyor. Elvan için haksız bir yakıştırma kuşkusuz. Ama aynı cümle Dünya İcat Ligi’ndeki durum için söylenmiş olsa, işin rengi değişiyor. ABD’nin Dünya İcat Ligi birinciliğinin köklerinde, sağladığı ekonomik olanaklarla ülkesine çektiği bilimadamlarının sayısal çokluğu ve ırksal, kültürel çeşitliliği var ne de olsa...
ŞEKİL1
Teknolojide vay halimize
SIRALAMA ANAHTARI
Dünya İcat Ligi sıralaması ülkelerin ticari kullanım alanı bulabilecek yenilikçi ürünler geliştirebilme kapasitesini göstermektedir.
Dünya İcat Ligi
1. ABD
2. Finlandiya
3. İngiltere
4. Japonya
5. Almanya
6. Singapur
7. İsveç
8. Danimarka
9. İsviçre
10. Fransa
11. Hollanda
12. Kanada
13. Tayvan
14. İsrail
15. Avustralya
16. Avusturya
17. Belçika
18. İzlanda
19. İrlanda
20. Güney Kore
21. İtalya
22. Norveç
23. Yeni Zellanda
24. İspanya
25. Hong Kong
26. Estonya
27. Güney Afrika
28. Latviya
29. Slovenya
30. Çek Cumhuriyeti
31. Litvanya
32. Yunanistan
33. Portekiz
34. Polonya
35. Malezya
36. Slovakya
37. Ürdün
38. Tunus
39. Macaristan
40. Çin
41. Şili
42. Brezilya
43. Rusya
44. Hindistan
45. Hırvatistan
46. Kosta Rika
47. Tayland
48. Mauritius
49. Ukrayna
50. Endonezya
51. Meksika
52. Vietnam
53. Bulgaristan
54. Türkiye
55. Mısır
56. Arjantin
57. Romanya
58. Panama
59. Sri Lanka
60. Trinidad ve Tobago
61. Filipinler
62. Kolombiya
63. Dominik Cumhuriyeti
64. Uruguay
65. Peru
66. El Salvador
ŞEKİL 2
Ne mutlu Türküm diyene
Tercümede kaybolmak
Nihayet bizde de gösterime girdi. Sofia Coppala’nın ‘’Lost in Translation (Tercümede kaybolmak)’’ filminin güzelliğini Ocak ayından müjdelemiştim. Sofia Coppola’nın komedide yakaladığı farklı tarza hayran kaldığımı, bu yılın En İyi Yönetmeni Oscar’ına favori adayım olarak kaydettiğimi yazmıştım. ‘Ve oturup filmin Türkiye’ye gelmesini beklemeye başladım. Gelmedi de, gelmedi... Neyse ki bu senenin Oscar adayları açıklandı ve Lost in Translation da birkaç dalda birden aday gösterildi. Artık Türkiye’de de gösterime girer diye düşünüyorum’, demiştim ki aylar sonra nihayet gösterime girdi. ‘Bir viski reklamında oynamak üzere Japonya’ya giden ünlü bir artisti canlandıran Bill Murray’in Japon yönetmenle, tercüman aracılığıyla anlaşmaya çalıştığı sahneye özellikle dikkat. Eşimle birlikte gülmekten neredeyse koltuktan düşüyorduk. Ama hemen önümüzde oturan Japonların kıllarının bile kıpırdamadığını da eklemem lazım’. Sakın kaçırmayın...
www.lost-in-translation.com/
Yazının Devamını Oku