Yurtsan Atakan

Adım anılmazsa anam ağlasın

26 Kasım 2004
Geçenlerde Emre Aköz’le bilgi mi önce gelir, fikir mi tartışmasına giren Mehmet Barlas üç gün önceki yazısının ‘Şaka’ bölümüne şunları yazmıştı: <br>‘İstanbul’a kar yağsa bir dert, yağmur yağsa bir dert. Şairi anmaktan başka çare yok galiba. ‘Uykum gelmese desen/ Çişim gelmese desen/ Acıkmasam desen/ Ölsem desene’ Aslında yaz sıcağı da çekilmez olmuyor mu? Ne desem ki?’ Mehmet Barlas, tırnak içinde alıntıladığı şiiri aklında kaldığı gibi yazmış. ‘Rahat’ isimli şiirin aslı şöyle; ‘Şu kavga bitse dersin/ Acıkmasam dersin/ Yorulmasam dersin/ Çişim gelmese dersin/ Uykum gelmese dersin/ Ölsem desene’...

Üstelik şairi anmak istediğini belirtmiş ama Orhan Veli adını da vermemiş. Adını anmadan anmak nasıl oluyor, garibime gitti doğrusu.

Mehmet Barlas gibi bir ustanın, durmadan İnternet’ten bulduğu yazıları kendi imzası altında yazan yeni yetme yazar özensizliğinde bir yazıya imza atması inanılacak gibi değil. Ama olmuş işte. Olmuş da neden olmuş. Nedeni tabii ki Mehmet Barlas gibi bir ustanın çapından, bilgi düzeyinden, kişiliğinden, mesleki deneyimlerinden, hayat tecrübesinden ve fikir üretme kapasitesinden kaynaklanmıyor. Mehmet Barlas bunların hepsindeki düzeyini biz daha mesleğe adım atarken kanıtlamış bir imza. Neden, günümüz medyasının hızla içine sürüklendiği kaygı verici gidişatta.

Veri, malumat, bilgi

Emre Aköz ve Mehmet Barlas arasındaki ‘Allah akıl, fikir versin’, ‘Yok istemem akıl, bilgi versin’ polemiği Uğur Mumcu’nun fi tarihinde beyan ettiği ‘bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlar’ eleştirisinin eleştirisinden kaynaklanıyor. Aköz diyor ki, fikir bilgiden önce gelir, fikir olmadan bilgi olmaz. Felsefi kanıt olarak da evrenin sonsuz bilgiyle dolu olmasını, ancak bu bilgilere erişebilmek için insanın önce nereye bakacağını bilmesi, yani fikir sahibi olması gerektiğini söylüyor. Barlas ise karşı çıkıyor; ‘Emre Aköz’ün savına göre Amerika’nın 1492’de Kristof Kolomb tarafından keşfedildiğini ‘Bilmeyebilirsiniz’ ve parlak ‘Fikirlerinizle’ siz her gün Amerika’yı yeniden keşfedebilirsiniz mesela’.

Her ikisi de haklı aslında. Sadece ‘bilgi’ kelimesini çok geniş bir anlamda kullanma hatasına düşüyorlar. Aköz’ün evrende sonsuz olduğunu söylediği şey de, Barlas’ın Amerika’nın keşfinin hangi tarihte, kim tarafından yapılmış olduğuna dair yazdığı şeyler de bilgi değil, malumat aslında. Uğur Mumcu’nun eleştiri cümlesinde geçen kelime de ‘bilgi’ değil ‘malumat’a denk geliyor anlam olarak... İngilizce karşılıklarıyla ‘information’ ve ‘knowledge’ kavramları bizde sürekli karıştırılıyor ve genellikle ‘bilgi’ kelimesi her ikisi için de kullanılıyor. Önce katışıksız veri gelir, akıl veriden malumatı oluşturur, fikir de malumatı alır bilgiye çevirir. Aköz aradaki farkı çok iyi bilen biri. Bu farkı çeşitli kereler, çok güzel örneklerle yazdı da. Barlas da öyle. İşin garibi ben de biliyorum ama zaman zaman aynı Barlas ve Aköz gibi hatalı kullanabiliyorum. Nedeni yanlış kullanımın çok yaygın olması. Bu yaygın yanlış kullanım, istemesek bile, farkında olmadan bizleri de etkiliyor bazen.

YENİ NESİL NE YAZAR?

Mehmet Barlas’a şairi, dizelerini yanlış ve sırasını bozarak yazıp, adını vermeden andırtan da medyadaki genel gidişat. Medya ne yazık ki artık yeni nesil fikir yazarı çıkartamıyor. Emre Aköz, Mustafa Mutlu, Haşmet Babaoğlu, Cengiz Semercioğlu gibi birkaç ender isme belki bir ya da en fazla iki isim daha eklenir hepsi o... Gerisi ya geyik muhabeti, ya İnternet alıntıları, ya anı yazıları ya da yaşam tecrübeleri. Yanlış anlaşılmasın bu tür yazıları ve yazarlarını küçümsüyor değilim. Tersine varlıklarından çok memnunum ve aralarında keyifle okuduğum sayısız imza var. Sorun yeni nesil fikir yazarlarının sayısının aşırı azlığında.

Medya kendini ilk saydığım türden yazarlar yaratmaya kaptırmış durumda. Ek olarak bir de bu tip yazarlara gelen çağdışı akademik tepkilere karşı lüzumsuz bir savunma çabasında. Bu hengame içinde yeni nesil fikir yazarı yaratılması ihmal ediliyor. Böyle olunca da medyadaki dengeler ne yazık ki bozulmaya başlıyor. Eski nesil ustalar bile, birkaç yıl önce asla yapmayacakları hataları yapmaya başlıyorlar. Sorun henüz kar topu büyüklüğünde. Ustalar aramızda olduğu sürece asla geç değil. Ama onlar gittikten sonra, çığ haline dönüşmüş olacak. İlk sinyalleri doğru değerlendirelim. Enformasyon (Malumat) Çağı’nda takılıp kalmamak, Bilgi Çağı’na adım atabilmek bilişim teknolojileri geliştirmekteki başarıdan çok, fikre verilen önemin beş para edilmemesine bağlı.
Yazının Devamını Oku

Bak o zaman resmime

12 Kasım 2004
İlerlemek her zaman için bazı şeyleri geride bırakmayı gerektirir. Ama güzel, ama çirkin, geride bir şeyler bırakmadan ilerlemek olanaksızdır ne yazık ki. Teselli, geride kalanları tatlı bir anı olarak yanımızda taşımaya devam edebilmektir olsa olsa. 21. yüzyıla girip, 20. yüzyılı geride bırakmamızın üzerinden daha çok az zaman geçti. 21. yüzyılı geride bırakıp, 22. yüzyıla girmemize ise daha çok zaman var. Dünyanın bu önümüzdeki yüz yılda geçireceği değişimin boyutlarını tahmin edebilmek için 1900’le 2000 yılının dünyalarını karşılaştırmak bile yeterli olmayabilir. 19 ve 20. yüzyıllar arasındaki değişim bile insanın şapkasını başından uçuracak gelişmelerle dolu ama bilim ve teknolojideki gelişme hızının her geçen yüzyılda katlanarak artması 20 ve 21. yüzyıl arasındaki değişimin bir önceki yüzyıldakine göre çok daha derin olacağını gösteriyor.

BURADAYIZ, SÖZÜMÜZDE

10 yıl öncesi daha dün gibi geliyor bana. Hürriyet’te yayınlamaya başladığımız ve birkaç yıl içinde tüm gazetelerce takip edilen İnternet sayfasının öyküsü 10 yıl önce başlamıştı. Tamamen İnternet’i konu alan, düzenli, haftalık bir sayfa yalnızca Türk basını için değil dünya basını için de bir ilkti. Başlangıçta küçümseyenler ve alay edenler çoktu. Özellikle de medya dünyasından... İnternet de neymiş, bilgi çöplüğünden başka bir şey değil diyorlardı. Sonra teker teker hizaya geldiler. Başlangıçta İnternet’le alay edenler arasından büyük İnternet haber sitelerine genel yayın yönetmeni olanlar bile çıktı. İnternet neymiş diye küçümseyenlerden iki yazısından birine İnternet’ten koplayadığı yazıları koyanlar da çıktı. On yıl önce İnternet’in sadece kötü kullanım şekillerine takanlar, bugün şimdi İnternet’e methiyeler düzüyorlar.

Bu sayımızdan itibaren bilgisayar oyunları için taktikler yazmaya başlayan Serhat Bekdemir, bilgisayar oyunlarıyla büyüyen bir kuşaktan. Beş yıl önce yayın yönetmenliğini yaptığım İnternet sitesinde teknik eleman olarak çalışıyordu. Yine o tarihlerde yayın yönetmenliğini yaptığım bir dergide bilgisayar oyunlarını tanıtan yazılar yazmasını istedim. İkinci sayıdan sonra yanıma geldi ve babasından aldığı yorumu aktardı. Yıllardır şu bilgisayarın başında oyun oynayıp durdun, demiş babası, ‘Ben de zamanını boşa harcadığını düşünerek içten içe kızdım durdum. Bir gün gelip bilgisayar oyunu oynamakla para kazanacağına asla inanmazdım’. Serhat Bekdemir şimdi oyun alanındaki profesyonelliğini çok daha ilerletmiş durumda. Dünya Siber Oyun Ligi’nde Türk takımının kaptanlığını yaptı. Açtığı oyun siteleriyle onbinlere hitap ediyor. Türk oyun pazarının önde gelen isimlerinden...

YENİ SESLER VE YÜZLER

Bu sayımızda Serhat Bekdemir’in beş yıl önce yaptığı gibi yazarlığa ilk kez adım atan bir yazarımızla tanışacaksınız. Aslı Yurtseven... Aslı’nın Türkçesi ve ifade yeteneği bugün medyada yazar diye geçinen pekçok kişiye şimdiden on basıyor. Ama asistanım olarak çalışırken yazarlığa adım atmasını tavsiye etmeme yol açan asıl önemli niteliği çocuklara ve anneliğe karşı duyduğu sevgi. Onun için de çocuklara, annelere ve babalara hitap eden köşemizi hazırlıyor. Çocukların eğitimi ve eğlencesi için teknolojiden yararlanmanın yollarını anlatıyor. Aslı’nın da Serhat gibi çok başarılı olacağından eminim.

e.yaşam yazarlarıyla, editörleriyle, okurlarıyla, ilan alanları, ilan verenleriyle, kısacası yaşamasında emeği geçen istisnasız herkesle 21. yüzyıl yaşam biçiminin teknolojinin doğru kullanımıyla şekilleneceğine inanan bir gazete.

e.yaşam bu sayıdan itibaren ikinci ve son cumalar olmak üzere ayda iki kez yayınlanmaya başlıyor. Ve sizin de hemen fark ettiğiniz gibi yayın çizgimizde radikal bir değişikliğe gittik. Bundan böyle bilgisayar ve iletişim teknolojileri kullanıcısı olsun, olmasın 7’den 70’e herkesi 21. yüzyılın hayat tarzına, e.yaşam’a davet eden bir yayın olacağız.

Yaşam herkes için akıp gidiyor. Kimi bu akış içinde kendini geliştiriyor, kimi yerinde sayıyor. Kendini geliştirenler; yeniliğe açık olanlar, yenilik için risk almaktan kaçınmayanlar, daha iyi olmak için rahat etme hürriyetlerini feda edebilenler arasından çıkıyor.
Yazının Devamını Oku

Osman Usta hususunda

31 Ekim 2004
Bugün babalar günü değil ama varsın sizin babalar gününüz olsun ve babalar gününüz kutlu olsun. Babanız sağsa bugün onu kucaklayın, ona hediye alın, onu mutlu edin. Sadece babanızı değil, sevdiğiniz herkesi kucaklamak, hediye almak, mutlu etmek için sağ oldukları her günün, belki de son fırsatınız olduğunu unutmayın. Sahip olduğumuz en büyük güç, belki de sevdiklerimizi mutlu edebilme gücü. Bu öylesine bir güç ki sarfedilecek birkaç kelimenin içine bile sığdırmak mümkün.

Osman Devecioğlu, nam-ı diğer Osman Usta daha ilk karşılaşmamızda, baba figürü yerine koyduğum ender insanlardandı. Eniştem Muzaffer Taray’ı, kayınpederim Mehmet Aksoy’u da baba gibi severim. Ama onlar farklı. Tanımaya, birlikte yaşamaya, insani özellikleri keşfetmeye dayalı bir sevgi o.

Osman Usta’dan ise daha görür görmez bir baba enerjisi almıştım. Tıpkı gazetecilik mesleğine yanında başladığım rahmetli Erhan Akyıldız’la, kısa bir süre birlikte çalıştığımız Oruç Aruoba’yla, uzun süre birlikte çalıştığımız Cafer Yarkent’le ilk tanıştığımız anlardaki gibi...

Sene 1995’ti. Hürriyet’e yeni girmiş ve bu köşeyi yeni yazmaya başlamıştım. Yeni Yüzyıl’dan ayrılırken elime geçen yarım maaşlık tazminatımla ilk otomobilimi almıştım. Yanlış anlaşılmasın, maaşım, yarısıyla otomobil alacak kadar yüksek değil; satın aldığım otomobil gazeteci maaşının yarısıyla alınabilecek kadar külüstürdü. 1977 model bir Chevrolet... Kaportası çürümüş, motoru ölmüş.

Kime sorsam Osman Usta’yı önerdi. Sonradan öğrendim ki, Yeni Yüzyıl’ı birlikte yarattığımız ekipten Tayfun Devecioğlu (şimdi Vatan Gazetesi Genel Yayın Müdürü) ile yine Sabah grubundan arkadaşım Barbaros Devecioğlu’nun (şimdi NTV Radyolar Müdürü) babasıymış. Benim ölü Chevrolet’yi aldı, resmen diriltti.

Ama Osman Usta’nın benim için asıl önemi, tamirhanesine her gittiğimde yaptığımız kısa sohbetlerden aldığım keyifti. Genellikle oğullarının başarıları olurdu sohbet konumuz. Onlarla, araya ufak yakınmalar da katarak iftihar ederdi.

Arthur Miller’ın ‘Satıcının Ölümü’ isimli tiyatro oyununun kahramanları gelirdi aklıma. Osman Usta’yı, eserin baş kahramanı Willy’e benzetirdim. Babam Baysungur Atakan’ı ve Erhan Akyıldız’ı da benzettiğim gibi. Teşbihte hata olmaz, hiçbiri dünyada bir iz bırakma umudunu Willy gibi çocuklarına bağlamış değildi. Aksine her biri, işlerinde dünyada pekçok iz bırakacak kadar iyiydi. Benzetmemin nedeni ustalıklarının, mediokratlar cenneti Türkiye’de yıldız olmalarını sağlacak niteliklerden sayılmamasındandı. Onlar kendilerine erdem olarak öğretilen dürüstlük, çalışkanlık, yetkinlik, cömertlik gibi değerlere sarılmışlardı. Ama her geçen yıl vasatlığa daha fazla prim vermeye başlayan Türkiye’de bu erdemlerle yıldız olunmuyordu artık.

Babam, Osman Usta ve Willy Loman arasındaki diğer ortak özellik ise hepsinin varını yoğunu oğullarına feda etmesiydi. Osman Usta kısa sohbetlerimizde ima bile etmiyordu ama varlığını oğullarına adadığını anlayabiliyordum. Çünkü dedim ya tıpkı babama benziyordu diye... Yaşamdan tek amaçları ustalıklarına ve erdemlerine rağmen yıldızlaşamadıkları bu dünyada oğullarının birer yıldız olmasıydı.

Rahat uyu Osman Usta. Tayfun da, Barbaros da çok başarılılar. Üstelik senin de değer verdiğin erdemlerden taviz vermeden... Rahat uyu Erhan Akyıldız, oğlun Tolga Akyıldız da aynı yolda gitmekte kararlı. Rahat uyu babacığım, Ersan’la ben, biz de başarılıyız, en azından ortak erdemlerimizden taviz vermemekte...

Babamın malı notu: Canım öyle çekti, geçen hafta yazmaya başladığım ‘Medya medya söyle bana’ yazısının ikinci bölümünü, haftaya bıraktım. Ertuğrul Özkök bir yazısında köşeler babamızın malı mı diye sormuştu. Asla öyle görmedim. Ama bu haftalık babamın malı, babaların malı olsun istedim. Fena mı ettim?

Ev tipi telsiz telefonlar ses, veri ve eğlenceyi alıp televizyona, müzik setine, bilgisayar ekranına aktaracak

Evin tek kumandası telsiz telefondan

Bugüne kadar sadece konuşmak için kullandığımız ev tipi kablosuz telefonlar (DECT) gittikçe daha akıllanıp, yeni özelliklerle donatılıyorlar. Bu tür telefonlara eklenebilen teknolojik özellikler artık o kadar çok çeşitlendi ki, tüm özellikleri tek bir telefon üzerinde toplamak anlamsızlaşmaya başladı. Tüketici ihtiyaçlarını yakından izleyen Siemens Mobile da bunun farkında. Geçtiğimiz günlerde tanıttığı kablosuz telefonlar, üç farklı kullanıcı grubuna göre sınıflandırılmıştı.

Telefonla çok konuşanlar, telefonu bir eğlence aracı olarak kullananlar ve teknolojik üstünlüklere önem verenler olarak sınıflandırılan tüketici gruplarına hitap eden farklı serilerin tanıtıldığı toplantının önemli bir de konuğu vardı. Siemens Mobile Başkan Yardımcısı Dr. Elisabetta Castiglioni... Kablosuz ürünlerin pazarlama ve satışının patronu Dr. Castiglioni ile sohbet edip, kablosuz ev telefonu pazarındaki trendleri konuştuk.

Dr. Castiglioni kablosuz iletişim teknolojilerindeki gelişimin, evin içinde özgürce dolaşma olanağını her geçen gün artırdığını söylüyor; ‘Şu anda aslında işin başındayız. İnternet Protokolü (IP) dünyasına yeni giriyoruz. IP genişbant İnternet teknolojileri sayesinde gittikçe hızlanıyor. Bu hızlanma sadece verinin değil uygulamaların da daha kolay aktarılabileceği anlamına geliyor. Bir yanda ses, diğer yanda veri dünyası var. Ve bu iki dünya hızla birleşiyor. Ve bu ikisine ek olarak bir üçüncü dünya daha var yolda. Eğlence dünyası. Şu anda geliştirmekte olduğumuz ürünler bu üç dünyayı birleştirmeyi amaçlıyor. Vizyonumuz eve gelen ses, veri ve eğlence içeriğinin tümünün kablosuz telefonlarımız aracılığıyla alınması ve evdeki en uygun aletlere bu telefonlar aracılığıyla aktarılması. Kablosuz telefon, evdeki tüm aletlerin uzaktan kumanda aleti olacak’.

Siemens’in yeni tanıttığı modeller birleşmenin ilk örneklerine şimdiden sahip. Örneğin S100, SL100 ve C200 modelleri bebek telsizi olarak kullanılabiliyor. Yeni modeller arasında 300 metrelik menzil içinde el telsizi gibi kullanılabilenleri de var. Yeni modeller, Türk Telekom bir ara aklına gelir de servisi açarsa evden kısa mesaj gönderip alma özelliğine de sahip.

Dr. Castiglioni biraz daha uzun gelecekte nelerle karşılaşabileceğimizin de ipuçlarını veriyor: ‘İş ya da tatil için evden uzakta olduğunuzda, ertesi gün eve geldiğinizde evin ısısını istediğiniz seviyeye getirilmiş olmasını sağlayabilir, buzdolabının çalışıp çalışmadığını kontrol edebilir, evin içindeki kameralardan görüntü alabilir olacaksınız’...

Şaraplar kutuya girdi

Önce mantarlar bozulmuştu şimdi sıra şişelerde. Kapak olarak hakiki mantar kullanılması, şarabın kalitesinin göstergesiydi. Ancak maliyetinin plastik mantarlara göre yüksek olması, şarap endüstrisini yeni arayışlara itti. Özellikle yeni dünya şarap üreticileri, piyasaya sürdükleri ekonomik fiyatlı sofra şaraplarında plastik mantar kullanmaya başladılar. Haksız da sayılmazlardı hani. Şarabın hava almasını önlemede organik mantarın mı, plastik mantarın mı daha etkili olduğu tartışma konusu olmaya devam ediyor. Ancak yıllandırmaya uygun olmayan, raf ömrü kısa sofra şaraplarında hangisinin daha etkili olduğundan çok hangisinin daha ucuz olduğu daha önemli.

Yeni dünyacılar şimdi işi daha da abarttılar. Romantik şişeleri rafa kaldırıp, sofra şarabını piyasaya meyve suyu, süt ambalajlarına benzer kutularda sürmeye başladılar. Yeni ambalaj yeni dünyanın şarap başkenti Kaliforniya’da tutmuş gibi gözüküyor. Trinchero Family Pinot Grigio 2003 Kaliforniya, Hardys Stamp Şiraz 2002 Avustralya, Black Box Chardonnay 2003 Napa, Banrock Station Cabernet Sauvignon 2002 Avustralya gibi örnekler, kutuda su gibi giden şaraplardan sadece birkaçı. Yakında Türkiye’de de örneklerini görebiliriz. Amaç satın aldıktan sonra birkaç gün içinde tüketilecek bir sofra şarabı içmekse, ambalaja ekstra para vermemek iyi bir alternatif.

www.trincherofamilyestates.com
www.blackboxwines.com
www.banrockstation.com.au
Yazının Devamını Oku

e.yaşam 2 yaşında

29 Ekim 2004
Hürriyet e.yaşam, bu sayısıyla 2 yaşını doldurdu. Günlük haber gazetelerince verilen bilişim konulu eklerin ömrü hep çok kısa olurdu. E.yaşam 2. yaşını doldurarak, kaliteli bir içerik sunulduğunda bilgisayar ve iletişim teknolojileri konulu bir ekin de Türk okurlarından yoğun ilgi görebileceğini kanıtladı.

Hürriyet e.yaşam’ı iki yıl önce, bilişim sektöründeki dünya çapındaki kriz ve Türkiye’deki ekonomik kriz döneminde yayınlamaya başladık. Sektörün böyle bir eke, kriz döneminde bile ihtiyaç duyacağını düşünüyorduk. Okurdan yana ise hiç kuşkumuz yoktu. Türk okurunun bilişim konulu, kaliteli bir yayına her zaman ilgi gösterdiğini ve göstermeye devam edeceğini çok iyi biliyorduk.

Amacımız en başından beri, e.yaşam’ın yayınlanma frekansını önce onbeş günde bire, sonra da haftalığa çıkartmaktı. İkinci yaşgünümüzü kutladığımız bu sayımızda hedefimizin ilk aşamasına ulaştığımız müjdesini sizlerle paylaşmanın mutluluğunu da yaşıyoruz. Hürriyet e.yaşam artık ayda iki kere yayınlanacak. Her ayın ikinci ve son cuması. Bu da Kasım’ın on ikisinde yine birlikte olacağımız anlamına geliyor.

Her ayın ikinci cuması yayınlanacak olan e.yaşam, her ayın son cuması yayınlanacak olan klasik e.yaşam’dan biraz farklı olacak. Bilgisayar kullanıcıları kadar, bilgisayar kullanıcısı olmayı düşünenlere de hitap edecek. Hatta hiç aklında olmayanları bile bilgisayar kullanıcısı olmaya özendirmeye çalışacak. Bilgisayar, cep telefonu, ev eğlencesi gibi teknolojilerin yaşantımıza getireceği yenilikleri anlatacak. Kullanıcılara bu teknolojilerden en verimli şekilde nasıl yararlanabileceklerini gösterecek. Ev kadınlarının, çalışan kadınların, annelerin, babaların, çocukların, gençlerin, öğrencilerin, öğretmenlerin, esnafın, tüccarın, 7’den 70’e herkesin Bilgi Toplumu’nda yaşama rehberi olacak.

İki hafta sonra yepyeni heyecanlarla, tekrar buluşmak üzere...
Yazının Devamını Oku

Medya medya söyle bana (1)

24 Ekim 2004
İnternet, kağıda basılı gazeteleri yok etmeyecek, yutacak... Sadece gazeteleri de değil, tüm medyayı yutacak.

Haftaiçinde yönettiğim bir panelde zihnimden geçti bu düşünceler. Konuşmacılar Doğuş Yayın Grubu Genel Koordinatörü Cem Aydın ile DigiTürk Genel Müdür Yardımcısı Hatice Memigüven’di. CNN Türk Genel Müdürü Efe Önbilgin de aramızda olacaktı ama rahatsızlığı nedeniyle katılamadı.

İnterpro tarafından düzenlenen TİME (Telekomünikasyon İnternet Medya Eğlence) forumunun ‘Türkiye’de İnteraktif TV, Eğlence ve Medya’ başlıklı oturumunda, Cem Aydın genişbant İnternet’in yaygınlaşmasıyla yaşamımıza girecek yeniliklerden bahsetti. İnternet’in altyapısının hızlanmasıyla birlikte İnteraktif televizyonlardan alışveriş yapılabileceğini, İnternet ortamında video oyunları oynanabileceğini söyledi.

Cem Aydın konuşurken aklıma Hürriyet yazarı Ali Atıf Bir’in Tempo dergisinde yayınlanan bir yazısı geldi. ‘Bundan beş yıl önce İnternet, gazete ve dergilerin yerini alacak diye ne kadar korkardık’ diyordu Ali Atıf Bir. Ve günümüz dünyasındaki gazete, dergi okuma alışkanlıklarına bakarak da ekliyordu ‘İnternet’e ait ilk tahminler tutmadı yani’.

Benim bildiğim İnternet’i yakından tanıyan hiçkimsenin böyle bir tahminde asla bulunmadığıydı oysa. Evet İnternet’in ne olduğunu henüz kavrayamamış bazıları gerçekten böyle bir korku besliyor ve fırsat buldukça dile de getiriyorlardı. Biz de dilimiz döndüğünce korkacak bir şey olmadığını, bilakis İnternet’le birlikte medyada sevinçle karşılamamız gereken gelişmelerin olacağını anlatmaya çalışıyorduk.

Yazının Devamını Oku

Dış kapının bilgi mandalı

17 Ekim 2004
Telefonlar edip, kısa mesajlar gönderip, e.posta bültenleri dağıtıp haber verdiler; çok büyük bir teknoloji şirketimizin yeni bir ürününün tanıtım toplantısı, <B>sağanak yağış </B>beklendiği için ertelenmiş.

Çok değil, daha yirmi beş yıl öncesine kadar kar fırtınası da olsa, kıyamet de kopsa okul mokul tatil olmaz, kimse işe gitmemek için kar yağışını bahane etmezdi. Zaten bırakın ertesi günkü yağışın şiddetini önceden bilmeyi, dışarı çıkarken yanınıza şemsiye alıp almayacağınıza bile hava durumu raporlarına bakarak karar veremezdiniz. Meteoroloji bilimi zamanla gelişti. Yapılan tahminlerin tutma yüzdesi arttı. Ama şehir yönetme bilgimiz aynı hızla artmadığından, kar yağışı tahmini yapıldıkça okulları tatil etmeye başladık.

Dünya yörüngesindeki uydulardan gelen görüntülerin netleşmesi ve meteorolojik verilere dünyanın her yerinden erişimin kolaylaşmasıyla birlikte hava tahminleri iyice coştu. Artık falanca evin damındaki filanca kiremitin üzerine, saat kaçta, kaç damla yağmur düşeceğini bile tahmin edecekler neredeyse. Peki bunun bize faydası ne oldu? Hava tahminlerinin doğru çıkma yüzdesindeki artış günlük yaşamımızı kolaylaştıracak ne gibi yenilikler getirdi? Örneğin kar yağdığında trafik daha mı az tıkanıyor artık? Ya da yağmur yağdığında daha az evi mi su basıyor? Ne gezer? Hava tahminlerinin doğruluk yüzdesinin yaşantımıza soktuğu ilk yenilik okulların tatil edilmesi oldu. Şimdi de yağmur yağacak diye tanıtım kokteyllerini erteliyoruz.

İptal edilen toplantıdan bir gün sonra, başka bir şirketin, Dışbank’ın düzenlediği Bilgi Yönetimi Konferansı’na katılmak üzere Çırağan Sarayı’na gittim. Otel bölümünden girip saray kısmına geçtim, dinlemeye geldiğim konferansın yapılacağı salonu arıyorum. Ortada ne bir tabela, ne bir pano, ne de soracak bir görevli var. Sarayın koca giriş holünde turlayıp duruyorum. Koca sarayı otel yapmayı becermişler ama gelen misafirin içerideki bir toplantıyı bulmasını kolaylaştıracak çok basit unsurları sunamamışlar.

Neyse sonunda salonu yanlışlıkla buluyorum. Dışbank kısa sürede başardığı olağanüstü büyümeyi, uyguladığı bilgi yönetimine borçlu bir banka. Dışbank Bilgi Yönetimi Konferansları da bu borca karşı gösterilen bir vefa. Konferans konuşmacısı Amerikan Verimlilik ve Kalite Merkezi Kurucusu Dr. Jackson Grayson Jr veri, enformasyon ve bilgi arasındaki farklılıkları sıralayarak, dünyanın içinde bulunduğu enformasyon çağından hızla bilgi çağına geçtiğini vurguluyor. Grayson, bilgiyi yönetmeyi başaramayan kişilerin, kurumların, ülkelerin yeni dünya düzeninde başarı şanslarının sıfır olduğunu anlatan bir konuşma yapıyor.

Yazının Devamını Oku

AB’ye girdiğimizde sinkrotron aramayalım

10 Ekim 2004
Tamam aferin bize; Avrupa’nın kapılarını ilk aralayışımızın simgesi olan İstanbul’un düşman işgalinden kurtuluş gününde Avrupa’nın kapılarını bir kez daha aralamayı başardık.

550 yıldır parçası olduğumuz Avrupa’nın iki yüzyıla yakın bir süredir hasta adamıydık. Ve nihayet bu hasta adam iyileşti, taburcu olmaya hazırlanıyor. Peki hasta yatağımızdan kalkıp, akıp giden hayata dahil olmak bizim için yeterli mi?

Vatan gazetesi, Newsweek dergisinin geçen haftaki sayısının farklı coğrafyalardaki baskılarının farklı kapaklarını yan yana yayınlamıştı. Tüm dünyada beş farklı versiyonda yayınlanan Newsweek’in Avrupa baskısının kapağında, AB kapısını tıklatan Tayyip Erdoğan vardı. Asya baskısının kapağını ise ‘Dijital Asya’ başlığı süslüyordu. Bu iki kapağı yan yana koyup, uzun uzun düşünmemiz gerekiyor. Tüm gündemi AB’ye girmeye endekslerken, yeni bir çağı ıskalama riskimizi artırmıyor muyuz?

Kalp krizi riskini artıran aşırı kilolarınızdan kurtulmaya çalışırken, kilo vermeyi zorlaştırır diye sigarayı bırakma kararınızı ertelerseniz, kilo vermenizin anlamı kalmaz. İstanbul, Ankara arasına hızlı tren seferi kuracağım diye cinlikler peşinde koşup, altyapıyı boş verirseniz, gün gelir hızlı diye övündüğünüz tren, istasyona değil mezara gidişi hızlandırır. Evlere hızlı İnternet götüreceğim diye yüz binlerce ADSL kapısı açmaya kalkışıp, Türkiye’nin İnternet omurgasını ihmal eder, yıllarca tek bir çivi bile çakmaz, yatırım yapmazsanız İnternet trafiğinde hızlanma yerine kilitlenmeye yol açarsınız.

Bakın gözümüzün AB kapısından başka bir şey görmediği geçen hafta boyunca, kendimizden aşağı gördüğümüz ülkelerin bazılarında neler yaşandı...

Yazının Devamını Oku

Göçürmeyin bu beyni

3 Ekim 2004
İki hafta önceki ‘İşte dünya markalarımız’ başlıklı yazımda ABD’de birkaç kez karşıma çıkan üç Türk markasından söz etmiştim; <B>Mavi</B>, <B>Orhan Pamuk </B>ve <B>Mimar Sinan</B>. Mavi ve Orhan Pamuk dünya markası olma serüvenlerine önce Türkiye’de markalaşarak başlamış isimlerdi. Mimar Sinan ise farklıydı. Tabii dünyaca tanınan ünlü mimarımız Koca Sinan’dan bahsetmiyorum. O bir dünya büyüğü. Benim bahsettiğim Mimar Sinan Karaca’nın ürettiği yazılımlardı.

ABD’de satın aldığım yazılımları dizüstü bilgisayarıma yüklerken üç, dört tanesinde birden yükleme yazılımı olarak Mimar Sinan kullanılması ilgimi çekmişti. Kısa bir araştırma yapınca Mimar Sinan (mimarsinan.com) ürünlerinin dünyanın dört bir yanından irili, ufaklı müşterileri olduğunu, PerfectZip isimli ürününün ABD’de kutu olarak satıldığını öğrenmiş ve yazımda ‘Yeni ekonominin yarattığı ilk Türk dünya markası olmaması için hiçbir neden yok’, demiştim.

Yazının ardından Sinan Karaca’dan bir e.mektup geldi. Türkiye’nin Bilgi Toplumu olmak için daha kaç fırın ekmek yemesi gerektiğini göstermesi açısından, mektuptan yaptığım bazı alıntıları sizlerle de paylaşmak istiyorum:

‘Türkiye’ye 2000 yılının sonlarına doğru, Amerika’dan ve onların hayat tarzından feci şekilde bunaldığım için döndüm. Fakat burada gördüklerim, yaşadıklarım beni hayrete sürükledi.

San Fransisko’dayken, DJ’lik yapıyordum. Ankara’da da ilk 6 ay boyunca aynı hobimi sürdürdüm. (...)ABD’de kullandığım DJ ismi DJ Fuzuli idi. Burada da tabiatıyla aynı ismi devam ettirdim. Beni dinleyen insanlar ise ‘a aaa! Fuzuli ne kadar komik bir isim, daha düzgün bir şey bulamadın mı, şöyle Cyrus falan gibi’ diyorlardı. (...)

ABD’deyken yazılım şirketleri beni kendileri buluyorlardı. İş teklif edenler, görüşmeye çağırıyor, uçak bileti gönderiyor, limuzin ile havaalanından alıyorlardı. (...)

(Türkiye’de) Tam tersi oldu. Şirketler beni dinlemediler, kayda bile almadılar. ‘A aaa, siz hom-ofis misiniz?’ dediler. Onlara sunduğum çözüm daha ucuz ve daha kaliteli olmasına rağmen incelemediler bile. Bırakın uçak biletini, telefon ile bir öngörüşmeyi bile çok gördüler. Stratejik ortaklık aradığım firmalar ‘siz WinZip, InstallShield gibi yel değirmenlerine saldırıyorsunuz, Allah akıl fikir versin’ dediler.

Benim şu anda iş yaptığım herkes yurtdışından. Programımın ABD’de kutulu pazara çıkmasını, hayatımda bir kez bile yüz yüze görüşmediğim, bir Amerikalı sağladı. İnternet’ten ürünlerimi satınalıp geçinmemi sağlayan herkes yabancı müşteri. Türkiye’de 1996’dan beri tek bir adet lisanslı kullanıcım var.

Herhalde yakın gelecekte ‘MimarSinan’ ismini bırakacağım. Onun yerine ‘CyberSoft’ gibi afili bir Tarzanca-İngilizce isim bulmalıyım.

İnsan yaşadığı çevreden kendini soyutlayamıyor, en büyük korkum çökmüş imparatorluk sendromunun beni de içine alması. Ama herhalde süreç başladı. Çünkü: Burada göçmek isteyen bir beyin var’...

Galatasaray’dan kayıplı not

Gurur kaynağı Galatasaray Adası’nın adını üç kuruş uğruna BuzAda olarak satan ve bu satışa ses çıkartmayan eski ve yeni Galatasaray yönetimlerini eleştirdiğim bir yazımda Galatasaray Adası’nın eski emektar müdürü Süleyman Öztürk’ü de anmıştım. Haberim yoktu meğer bir süredir zor bir hastalıkla mücadele ediyormuş. Hasta yatağında okumuş yazımı. Çok hoşuna gitmiş, çerçeveletmiş. Geçen akşam vefatının ardından öğrendim. Bu yazı yayınlandığında cenazesi kalkmış olacak. Galatasaray’ın adına sahip çıkmayan yönetim, umarım Galatasaray’a yıllarını vermiş Süleyman Öztürk’ü en azından cenazesinde yalnız bırakmamıştır.

Geleceğin şirketleri

2054’ün en büyük üç şirketinin AmazonBay, Toyota ve Sinogazzon olacağı tahminini aktaran Dünya Fütüristler Birliği Türkiye Başkanı Alphan Manas, Türk fütüristlerine dernekleşme çağrısı yaptı

2054 Fortune 500 listesi

Fütüristlerin tahminlerine göre 2054’te FORTUNE 500’deki ilk 10 şirket şöyle sıralanacak

AmazonBay:
Amazon ve eBay’in 2015 yılında birleşmesinden oluşmuş, çoğu Asyalı 1.8 milyar üyesi olan alışveriş ağı.

Toyota: Fuel-cell yarışını kazandıktan sonra Çin ve Hindistan pazarını eline geçirip, dünya otomotiv lideri olan şirket.

Sinogazzon: Exxon ve Gazprom birleşmesi ile oluşmuş Gazzon’un, 2025 yılında Çinli Sinogaz’ı alması ile oluşmuş enerji şirketi. Şanghay merkezli bu şirket, 1.5 milyar Çinli’ye doğalgazdan hidrojen üretiyor.

Sinobiocorp: 2010 yılından sonra ABD ve Avrupa’nın biyoteknoloji gücüne sekte vurmak için Çin hükümetinin desteği ile Hong Kong’da kurulan biyoteknoloji şirketi.

Indosoft: Microsoft ve Oracle’ın 2020’de birleşmesinden sonra merkezini Bombay’a taşıyıp, isim değişikliğine gitmiş hali.

IBM: Şirket 2023’te BohrBox adlı quantum süper bilgisayar, ofis kullanımı için sunuyor.

Pattelco: 2054 yılında her odamızda var olacak robotların programlanması konusunda Hintli Patel şirketi, AT&T’nin geri kalan hisselerini 2025 yılında satın alıyor.

Nestle: Daha önce çikolata ve bebek gıdası yapan şirket, artık hücre yenileyici, güçlendirici gıdalara yöneliyor.

Nanobotix: Palo Alto’daki ilk Nanotech start-up, 2042’de de ilk masa üstü fabrikayı oluşturuyor.

News Corp: ‘Media-on-Demand’ ile çağı yakalayan grup, dünyada liderliği kimseye kaptırmıyor.

IBM kuantum bilgisayarı bulursa Microsoft’u sollar

Dünya Fütüristler Birliği’nin geleceğin en büyük 10 şirketi listesinde gözüme çarpan üç önemli şirket birleşmesi tahmini çarptı. Bunlar Amazon-eBay, Exxon-Gazprom ve Microsoft-Oracle birleşmeleri. Listenin ilginç yönü Microsoft-Oracle birleşmesini temsil eden Indosoft’un ancak beşinci sırada kendine yer bulabilmesi, Amazon-eBay birleşmesini temsil eden AmazonBay’in ise birinci sırada yer alması. Amazon-eBay birleşmesi benim de aklıma yatıyor. Bu birleşmeden doğacak şirketin birinci sıraya yerleşmesi de gerçekçi bir beklenti.

Microsoft-Oracle birleşmesi de olmayacak iş değil. Oracle son yıllarda her ne kadar Linux’a büyük destek veriyor olsa da, kendi yazılımları da tıpkı ezeli rakibi Microsoft’unkiler gibi kapalı kodlu yazılımlar. Açık sistemlerin yükselişinin önlenemeyeceği aşikar. Microsoft ve Oracle’ın bu yükseliş karşısında ancak kendi yazılımlarının kodlarını da açarak durabileceklerini bekliyorum. Ya da fütüristlerin beklentisindeki gibi birleşmek zorunda kalacaklar.

Öte yandan IBM’in geliştirdiği kuantum bilgisayarla listede ancak altıncı sırada, Microsoft-Oracle ittifakının altında yer almasını biraz garipsedim. Eğer IBM fütüristlerin yaptığı tahmine uygun olarak BohrBox isimli kuantum bilgisayarı geliştirir ve ofis kullanımına sunarsa, listenin çok daha tepelerinde olması gerekir. Hatta bu durumda, Microsoft-Oracle ittifakının ilk ondan düşmesi bile daha gerçekçi bir beklenti olur. Çünkü IBM kuantum bilgisayar devrini açmayı başaracak olursa, Microsoft ve Oracle’ın yazılımları büyük bir hızla gözden düşecektir.

Sayfaya aldığım 2054 Fortune 500 listesi tahmini Dünya Fütüristler Birliği üyelerinin tahminlerinden oluşuyor. Bize aktaran ise Teknoloji Holding Yönetim Kurulu Başkanı Alphan Manas. Alphan Manas, Dünya Fütüristler Birliği’nin Türkiye şubesini açma hazırlıklarında. İlgilenenleri alphan.manas@wfs-turkey.org adresinden kendisiyle irtibata geçmeye davet ediyor.

wfs-turkey.org

Erkek erkeğe

Beyaz Boğazkere

Şarabın pembesinin erkek muhabbetinde yeri ne demeyin. Roze şarabın hakkı, kadın içkisi kategorisine sokularak haddinden fazla yeniyor. Hele çok sıcak bölgelerde, soğutularak da içilebildiği için yazın kırmızı şaraba çok iyi bir alternatif olduğu düşünülürse... Roze şarabın kralı da benim için Beyaz Zinfandel’dir (White Zinfandel). Beyaz Zinfandel, ABD’nin dünya şarap kültürüne en büyük armağanlarından kırmızı Zinfandel üzümlerinden yapılıyor. Zinfandel üzümlerden kırmızı ve roze iki tür şarap üretiliyor. Beyaz Zinfandel denileni, roze olanı. Neden beyaz dendiği ise muamma. Beyaz Zinfandel’in pembe renkte olmasının nedeni, üzüm kabuklarının şıradan kısa bir süre içerisinde ayrılması. Yoksa Zinfandel çok baharatlı ve koyu renkli bir üzüm. Biraz bizim Boğazkere üzümüne benzetiyorum.

Ve bağbozum turlarının başladığı şu günlerde, belli başlı şarap üreticilerimiz neden Beyaz Boğazkere denemez diye de merak ediyorum. Örneğin Kavaklıdere bu işin altından başarıyla kalkacak bir üretici. Lal gibi çok başarılı bir rozesi olan Kavaklıdere’nin, 2000 Boğazkere Kırmızısı da mükemmel. Kompleks tat ve aromasıyla baharatlı yemeklerle çok iyi gidiyor. Beyaz Boğazkere üretiminin yakışacağı bir başka marka ise Doluca. Karma serisindeki Boğazkere-Merlot harmanı, Beyaz Boğazkere kadar akla yatkın bir denemeydi ve çok başarılı sonuç verdi. Kavaklıdere ve Doluca’ya ek olarak Chateau Kalecik ve Gülor da, son yıllardaki çok başarılı ürünleriyle, Beyaz Boğazkere deneyine girmesini arzu edeceğim markalardan. Son yılların bu çok başarılı üreticilerinden en az birinden bu deneyi mutlaka bekliyorum. Doğru pazarlanırsa, yazın turistik güney sahillerinde bolca satılabileceği gibi, turistlerin dönüş çantasına da bir iki şişeyle girme olanağı var.

doluca.com

kavaklidere.com.tr

satokalecik.com.tr

gulorwine.com

www.winecountry.com/yatp/zinlook.html

www.tasteoftx.com/spirits/wine06.html
Yazının Devamını Oku