Yurtsan Atakan

Telekom’a kilitlendik İnternet’i unuttuk

30 Nisan 2004
Neredeyse iki yıldır bir telekom fırtınasıdır gidiyor. Ekonomik kriz yıllarını da sayarsak İnternet cephesinde yaklaşık dört yıldır yaprak kımıldamıyor. Yaprak kımıldamasından vazgeçtim olan yapraklar da kendi kendine dökülüyor. AKP iktidarının bir buçukuncu yılına geldik. Bu süre içerisinde hükümet Türkiye’nin İnternet altyapısına deyim yerindeyse çivi dahi çakmadı. Dünya hızlı İnternet bağlantıları sağlayan genişbant altyapısıyla donatılıyor, Türkiye’de İnternet’in yüzüne bakan yok. Üstelik yüzüne bakacaklarının en ufak belirtisi bile yok. Bundan önceki hükümetler de öyle ahım şahım yatırımlar yapmadılar İnternet’e. İnternet altyapısına yaptıkları yatırım, 8 yılda toplam 40 milyon dolar. Yani tek bir adet savaş uçağı fiyatı. Ama AKP hükümeti, geçmiş hükümetlerin dandik İnternet yatırımlarını dahi aratacak kadar ilkel bir mantıkla bakıyor İnternet’e.

Dünya hızla yeni bir çağa doğru koşuyor, hükümet tam anlamıyla uyuyor. Daha önceki hükümetleri kaçan bilgi çağı trenini seyretmekle eleştirirdik. AKP hükümetinin trene baktığından bile emin değilim.

Hükümet kılını kıpırdatmıyor da özel sektör sanki çok mu şey yapıyor. Yoo! İnternet servis sağlayıcılar bir, ikisi hariç dökülüyor. Neredeyse tamamı İnternet’i filan bir yana atmış, at gözlüklerini takıp kafalarını telekoma gömmüş durumda. Deli danalar gibi ‘AyPi fon AyPi fon’ diye dolanıp duruyorlar. İnternet Protokolü (İP) üzerinden telefon görüştürmesi yapmak diye bir teknoloji var ya, hepsinin derdi telekom sektörünün liberaleştirilmesiyle İnternet üzerinden telefon operatörlüğü yapmak.

Türkiye’nin İnternet altyapısı çökmüş, yurtdışından Türkiye’deki İnternet sunucularına girmeye kalkanlar, İstanbul köprülerinde trafiğe girmiş gibi veri sırasına girmişler, bunlar İnternet üzerinden telefon görüştürmesi yapacaklar. Hah, güleyim bari!

Aslında İnternet altyapısının fazla gelişmemesi, bazılarının işine de gelmiyor değil. İnternet altyapısı yeterince gelişmiş olsa, sadece iyi İnternet erişim hizmeti verebilen servis sağlayıcılara kalır İP üzerinden telefon görüştürmesi yaptırmak.

İnternet Servis Sağlayıcıların genişbant İnternet erişim hizmeti verememesinin bugün için nedeni telekom hizmetlerinin henüz serbestleşmemiş olması ve Türk Telekom’un tekelinde olması. Ama bu ne yazık ki yarın tekel kalktığında tüm İnternet Servis Sağlayıcıları abonelerine genişbant, hızlı İnternet erişimi verecek anlamına gelmiyor. Telekom hizmetleri serbestleştiğinde, abonelerine kaliteli hızlı İnternet erişim hizmeti verebilecek şirketlerin sayısı bir elin parmağını geçmez. Nedeni teknoloji, sermaye ya da mevzuat eksikliği değil, vizyon eksikliği. Telekom tekeli kalktığında bu vizyona sahip İnternet Servis Sağlayıcılar hangileriymiş, hep beraber göreceğiz.

Ben size şimdilik birkaç ipucu vermekle yetineyim de, orta ve uzun vadede İnternet’e yatırım yapmak mı yoksa büyük bulutu boş verip sadece İP üzerinden telefona yatırım yapmak mı daha kárlı olacak siz karar verin.

Önde gelen danışmanlık şirketlerince yapılan tüm araştırmalar İnternet’in yine yükselişe geçtiğini gösteriyor. Bu yükseliş 90’ların son yarısındaki gibi delicesine bir yükseliş olmayacak, orası kesin. Ama istikrarlı ve uzun dönemli bir yükseliş olacağı da mutlak. Örneğin İnternet ekonomisinin sağlıksız işlemesinin başlıca nedeni olan İnternet reklamcılığında sağlıklı bir patlama yaşanması bekleniyor. 90’ların sonundaki hızlı büyümenin, hızlı bir düşüşle sona ermesinin en önemli nedeni İnternet reklamcılığının aynı hızda gelişememiş olmasıydı. Reklam gelirleri beklendiği kadar yüksek olmayınca İnternet’i çekici kılan içerik de ister istemez zayıf kaldı ve hızlı düşüş yaşandı.

Ama İnternet reklamcılığında bu yıl büyük bir patlama yaşanıyor. MSN, Yahoo, New York Times, Wall Street Journal ve Forbes gibi önde gelen içerik sağlayıcıların açıkladığı rakamlara göre 2004 birinci çeyrek reklam gelirleri, 2003’ünkine göre yüzde 50 ile yüzde 100 arasında artmış durumda.

Sürekli büyüyen küresel bir pazar varken, kim takar Yalova telekomunu?
Yazının Devamını Oku

İşlet toriğini bay kaşalot

25 Nisan 2004
Doğruları üst üste koyduğunuzda ya da doğruları topladığınızda çıkan sonucun doğru olmaması mümkün müdür? Şunun için soruyorum. Diyorlar ki bugün Türkiye’de yaygın olarak kullanılan klavye uyduruk Türkçe ‘Q’ klavyedir. Uyduruk Türkçe Q klavyenin atası olan İngilizce Q klavye de dünya üzerinde çok yaygındır. Türkçe ‘F’ klavye kullanmaya alışık biri yurtdışına gidip, kendi klavyesini kullanma olanağı olmadığı bir yerde bilgisayar kullanmaya kalkıştığında zorluk çekecektir. Eğer Türkçe klavye standardı ‘F’ değil de ‘Q’ olursa herkes rahat edecektir.

hurriyetim.com.tr/harflerimiz adresinde başlattığımız ‘Bilgisayar Türkçesi İstiyoruz’ tartışması, konuyla alakası nedeniyle geçen yılın favorisi ‘F klavye-Q klavye’ tartışmasını da yeniden alevlendirdi. Tartışma Bilgi Çağı aydını 150’ye yakın üyeden oluşan ‘Türkiye Bilgi Toplumu’ İnternet forumuna da taştı. Taştığı da iyi oldu. Eğitimli, kültürlü, bilgi toplumuna geçmeye hazır kişiler arasından bile F klavye tartışmasının özünü şu ya da bu sebepten kaçıranlar olduğunu görmüş oldum.

Hata tabii ki onlarda değil. Başta Emre Kongar, Emre Aköz, Doğan Hızlan ve ben olmak üzere bu önemli tartışmayı birkaç ay boyunca gündemde tutanlarda olmalı... Demek yeterince açık anlatamamışız meramımızı.

En önemli yanlış algılama, F klavye tartışmasında Q klavyenin yasaklanmasını istediğimizin sanılması. Halbuki kimse Q klavye yasaklansın filan demiyor. Böyle bir şey nasıl düşünülebilir. İnsanların elinden alıştıkları klavyeyi almak kimin haddine. Bizim söylemek istediğimiz bundan böyle dükkana girip de bilgisayar almak isteyen müşterinin eline uyduruk Q klavye tutuşturulmasın. Uyduruk Türkçe Q klavye sadece özellikle talep edenlere satılsın. Şu anda bunun tam tersi yapılıyor. Standart olan F klavye, özel olarak talep edenlere veriliyor. Ayrıca resmi kurumlarca açılan ihalelerde, zaten Türk standardı olan F klavye şartı konulsun. Kısacası üvey evlat muamelesi şimdi yapıldığı gibi Türk standardı olan F klavyeye değil, uyduruk Türkçe Q klavyeye yapılsın.

İkinci yaygın yanlış algılama ise F klavyeye geçişin maliyet getirecek bir geçiş olacağı yönünde. Ancak F klavyenin zorunlu standart haline getirilmesinin öyle büyük bir maliyeti yok. Şirketlerin bu maliyet artışına bakıp Türkiye pazarına girmekten kaçınacağını savunanlar var. Liberal ekonomide böyle birşeyin olması mümkün değil. Serbest rekabet bir yana Türkiye hiçbir bilişim şirketinin çekilmeye cesaret edebileceği bir pazar değil. Topluma bir maliyeti de yok, çünkü kimse mevcut uyduruk Q klavyelerin değiştirilmesini talep etmiyor.

Gelelim en baştaki soruya. Doğruların toplamı illa doğru olmak zorunda mıdır? Örneğimizi tekrar ele alalım. Dünyada yaygın olarak kullanılan klavye Q klavyedir (ki doğru). Yurtdışına gittiğimizde karşımıza hep Q klavye çıkıyor (bu da doğru) ve biz F klavyeye alışık olanlar zorluk çekiyoruz (bu da doğru). Toplayalım doğruları: Keşke F klavyeye değil Q klavyeye alışmış olsaydık (Eh o zaman bu da doğru. Ama öyle mi gerçekten?)

Aynı mantıkla şöyle bir toplama daha yapalım. Dünyada yaygın olarak kullanılan dil İngilizce (ki doğru). Yurtdışına gittiğimizde karşımıza hep İngilizce çıkıyor (bu da doğru) ve bizim anadilimiz Türkçe olduğundan zorluk çekiyoruz (bu da doğru). Keşke anadilimiz Türkçe olacağına İngilizce olsaydı (Eh o zaman bu da doğru).

Başlık notu: Suat Başer’in ‘Abuzittin Bey’ isimli şiirinin son dizesidir. Merak edenler için şiirin ilk üç dizesini de vereyim: Toriğini çalıştır kaşalot/Gır geçme/Çaparize gelirsin sonra zıngadak

Türkçe’ye teknolojik destek

Yabancı bilgisayar markalarının Türkiye’de piyasaya sundukları ürünlerde Türkçe’yi mutlaka desteklemesini talep eden ‘Bilgisayar Türkçesi istemiyoruz’ kampanyasını eleştirenlerin başlıca argümanlarından biri, dünya teknoloji devlerinin Türkiye gibi küçük bir pazarla uğraşmayacakları savıydı. Bu argümanı savunanlar, ürünlere Türkçe desteği koymanın üretici firmalara büyük maliyet yükü getireceğini, bunun sonucunda da ünlü bilgisayar markalarının Türkiye pazarında çekileceklerini iddia ediyorlardı.

Ancak ünlü bilgisayar markası HP, bu savı kökünden çürüttü. Dünya devi HP orijinal olarak Türkçe F klavyeli üretilen modeliyle Türkçe standartlarına destek verdi.

Türkçe klavye kullananlar özellikle dizüstü bilgisayar satın almak istediklerinde zorlanıyorlardı. Gelişkin dizüstü bilgisayarların klavyeleri, bazı ergonomik ve kullanıma yönelik özelliklerinden dolayı tuşları çıkartılıp yeniden takılmayacak bir imalat yapısına sahip. Bu nedenle de, Türkçe klavye talebi tuşların üzerine yapıştırılan çıkartmalar gibi ilkel yöntemlerle karşılanıyordu. Ünlü bilgisayar markası HP, dizüstünde Türkçe klavye çilesine Türk tüketicileri için özel olarak ürettiği yeni modeliyle derman oldu. Yakında piyasaya sürülecek olan HP nx9000 dizüstü bilgisayarlar fabrikada orijinal olarak Türkçe F klavyeli çıkacak. HP nx9000, 2.2 GHz hızında Mobil Intel Pentium4 işlemci ile sunuluyor. Üzerinde Windows XP Pro işletim sistemi yüklü olan ürün, 256 MB DDR belleğiyle de dikkat çekiyor. HP’yi Türk tüketicisine gösterdiği saygıdan dolayı tebrik ediyoruz.

hp.com.tr

Bilgisayar Türkçesi istemiyoruz

hurriyetim.com.tr/harflerimiz
adresinde başlattığımız kampanya katılım rekoru kırıyor. Cuma günü itibarıyla kampanyaya destek verenlerin sayısı 35 bini bulmuştu. Kampanya sayfasında, Türkçe’ye sahip çıkmak isteyenlerin görüşlerini yazabilecekleri bir de forum alanı bulunuyor. Foruma gönderilen mesajlar arasından seçtiklerimi her hafta yayınlamaya devam ediyorum.

Cengiz Bay: Yeni nesil işi daha da ileri götürerek; ‘ş’ için ‘sh’, ‘ç’ için ‘ch’ gibi İngilizce’den uyarlama harfler kullanmaya başladı. Çok hassas bir konuya dikkat çekmişsiniz. Teşekkürler. Bir an evvel bu konuda gerekli düzenlenmelerin yapılıp, yetişmekte olan çocuklarımızın Türkçe’mizden kopmamasının sağlanması gerek. Umarım ilgili makamlar gerekli düzenlemelere bir an evvel başlarlar...

Alparslan Başaran: Gelişen teknoloji karşısında Türkçe donanımlı cihazların hayatımızı daha da kolaylaştıracağı bir gerçekken, böylesine önemli bir konunun bugüne kadar dikkate alınmaması ve bu konuda gerekli girişimlerin yapılmamasını hayretle izliyordum. Büyük bir tüketici potansiyeline sahip olmamıza rağmen bu konuda adım atılmaması beni düşündürüyor.

Hoppala yarim araştırmaya gel

TNS
’nin yaptığı bilgisayar marka anımsama araştırmasının sonuçları, sektör gerçekleriyle tutarsızlıklar gösteriyordu. Ali Atıf Bir’e çağrıda bulunmuş ve uzmanlık alanlarımızı birleştirerek bu tutarsızlıktan çıkartılabilecek dersler üzerinde durmayı teklif etmiştim. Ali Atıf Bir, bir notla cevap vermiş. İki araştırma sonucunun neden birbirleriyle tutarlı olmadığını sorduğumu sanmış. ‘Olmaz tabii ki Yurtsancığım’, demiş, ‘TNS’in araştırması 18 yaş üstü Türkiye temsili, kırsal kesimi de temsil eden bir araştırma. Örnek yapısı farklı iki araştırmanın sonuçlarının farklı olması çok doğal’. İlahi Atıfçığım... Ben onu sormadım ki, istatistik bilgim örneklem farkını anlamaya yeterli. Benim üzerinde duralım dediğim konu; TNS araştırmasının sonucunun sektör gerçekleriyle tutarlı olmaması. Yerel bilgisayar şirketi reklam kampanyasını daha çok A ve B grubuna hitap eden kanallarda ve reklam tarifesi ucuz kısıtlı sayıda gazetede yapıyor. Medya planlamasıyla böylesi bir kitleye ulaşmaya çalışan yerel markanın, ABC1 kent örnekleminde yedinci olup, kırsal kesimin de dahil olduğu Türkiye örnekleminde birinci olması tutarsızlık değil de nedir?

Intel’e BMW modeli pazarlama

Intel’in ürettiği bilgisayar işlemcileri yakında 3 serisi, 5 serisi ve 7 serisi olmak üzere gruplandırılarak pazarlanacak. Yakın geçmişe kadar Pentium4 genel adı altında sadece işlemci hızı ve kullanım alanına yönelik isimlendirmelerle pazarlanan Intel işlemcilerin özellikleri, bu yeni gruplandırma sayesinde tüketici tarafından daha kolay algılanacak. Her seri farklı kullanıcı ihtiyaçlarına hitap edeceğinden, kullanıcılar kullanım amaçlarına göre daha bilinçli seçim yapabilme olanağına kavuşacaklar.

intel.com/tr
Yazının Devamını Oku

Tayyip’e Japon yapıştırıcı, Arınç’a Japon yatıştırıcı

18 Nisan 2004
‘Süper Bilgi Otoyolu olarak da anılan uluslararası bilgi ağı İnternet’in, az gelişmiş ülkelerle gelişmiş ülkeler arasındaki uçurumu hızla kapatacağı kehanetinde bulunan gelecek bilimciler bir noktayı gözden kaçırıyor; Az gelişmiş ülkelerin bu teknolojik nimetten yararlanabilecek kültürel ve bilimsel altyapıya sahip olup olmadığı... Özelleşti, özelleşecek derken burnunu bilgi otoyoluna sokan PTT’nin T’si Türk Telekom’un, İnternet hizmeti veren özel kuruluşlardan bu hizmetlerini durdurmasını istemesi yalnızca gelecek bilimcileri değil geleceğin tarihçilerini de meşgul edeceğe benziyor.

Eğer Türk Telekom’un bu isteği gerçekleşirse, Türkiye tarihe İnternet’i sansürleyen ilk ülke olarak geçecek’.

Bu yazım rahmetli Yeni Yüzyıl gazetesinde tam 9 yıl önce, 2 Temmuz 1995’te yayınlanmış. Ben bile unutmuştum, kopyasına bile sahip değildim. İnternet sağ olsun geçen gün bir sitede tesadüfen rastladım. Yazımın başlığı da günümüze nazire yapıyordu: ‘Değil Avrupa’ya İnternet’e bile giremeyiz’.

Hemen ardından da İsmet Berkan’ın Radikal’de yayınlanan birkaç gün önceki yazısını okudum. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Japonya gezisine katılan Berkan, izlenimlerini yazarken Başbakan’ın açıkladığı hükümetin yeni politikasını aktarıyordu. Bu politika bilgi teknolojileri sektörüne öncelik vermekti. İsmet Berkan bu yeni politikayı aktardıktan sonra, konuya hakimiyeti sayesinde çok yerinde bir de soru yöneltiyordu; ‘Peki acaba Başbakan bu açıklamayı yapmazdan önce hükümet ya da bakanlıklar seviyesinde bu konu planlanmış mıydı?’ Ve kendi sorusunu yine çok yerinde bir cevapla kendi yanıtlıyordu: ‘Herhalde planlanmıştı ama planların ne denli ayrıntılı olduğu tartışmalı’...

Ayrıntılı planı geçtim, plan müsveddesinin dahi olduğundan şüpheliyim bu hükümetin. AKP tam bir buçuk yıldır iktidarda. Bilgi toplumuna geçiş yarışında değil bir buçuk yılın, değil ayların, değil haftaların, günlerin hatta saatlerin bile önemi var. Ve böylesi kritik bir dönemde AKP iktidarı tam bir buçuk yıldır resmen uyuyor. Bu bir buçuk yıl boyunca İnternet altyapısına neredeyse çivi dahi çakılmadı. Bir ADSL tutturulmuş gidiyor, gerisi sıfır. ADSL dedikleri de boş laftan ibaret. Son kullanıcının kapısına hızlı İnternet bağlantısı götürmeye yarayan ADSL teknolojisinin, Türkiye’nin çağdışı İnternet omurgasında bir işe yaraması mümkün değil. Yapılan işin barajdan İstanbul’a hortumla su getirip, evlere künklerle bağlamaktan farkı yok.

Tamam ‘Değil Avrupa’ya İnternet’e bile giremeyiz’ başlıklı yazıdan bugüne kadar geçen koca 9 yılın hepsinden tabii ki AKP hükümeti sorumlu değil. Ama iktidarda oldukları bir buçuk yıl, İnternet’in Türkiye’deki en kara dönemi. Daha önce Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’yi Bilgi Toplumu yapmaya yönelik vaatlerini yine bu köşeden birkaç kez alkışlamıştım da. Ama bu kadar laf yeter, alkışlayacak icraat bekliyoruz artık.

Haa Arınç’a Japon yatıştırıcı nereden mi icap etti? Şeyinin şeyinin şeyi için tabii ki...

Türkçe harflere okur sahip çıkıyor

Sanayi Bakanlığı zorunlu standart getirmediği için Türkçe harf desteği olmadan ithal edilen ve satılan teknolojik ürünler ve İnternet’te Türkçe harf kullanmama alışkanlığının yaygınlaşmasıyla ilgili yazıma okurlardan gelen yoğun destek geldi. Bu yoğun destek üzerine hurriyetim.com.tr/harflerimiz adresinde tüm okurların katılabileceği bir kampanya açtık. Siteye girip Türkçe alfabeyi tehdit edenlere karşı tepkinizi gösterebilir, kampanya için özel olarak açılan forum alanına mesaj göndererek, düşüncelerinizi diğer okurlarla paylaşabilirsiniz. Forum alanına gönderilen mesajlardan bazıları her hafta bu sayfada da yayınlanacaktır. İşte geçen hafta gelen mesajlardan bazıları:

Ergun Karamuk (karamuk@datacomm.ch), İsviçre : Çok haklısınız. Bu günün teknolojisi ile artık bu problemleri çözmek çok kolay. Her şey çoktan hazir. Fakat burada iş bizim kurumlarımıza (üniversitelerimiz, Tübitak v.s.) düşüyor. Ben bu işin uzmanı değilim. Bilgisayarımda Türkçe harfleri yazabilmek için günlerce uğraşmam gerekti.

Selçuk Atmaca (selcukÑ-@hotmail.com), Almanya: Berlin’de yaşıyorum ve gönderilen mesajlarda Türkçe karakterleri okuyamadığını iddia eden şahısları hayretle karşılıyorum. F klavye yerine Q Türkçe klavye kullanmamız da akıl alacak şey değil...

Cihan Tuluhan (cihantur@msn.com), Hollanda: Yurtdışında yaşayanlar olarak bu duruma çok üzülüyoruz. Vatanıma geldiğim zaman hayretler içinde kalıyorum ve bu dil kirliliğinin maalesef gittikçe daha çok artmakta olduğunu izliyorum. İnanın başka hiçbir ülkede böyle bir durum yoktur.

Dr.Can Uzun (uzun@Ñ-.es), İspanya: E.posta mesajlarındaki Türkçe karakterler hakkındaki makalenizi okudum ve size tamamıyla katılıyorum. Kendisini saydırmayı bilmeyeni saymaz ve adam yerine koymazlar.

Namık Güler (namikÑ-@tiscali.co.uk), İngiltere: Bu güzel kızımızın İnternet sayfasını çok merak ettim. Ben de Londra’da yaşayan ODTÜ Elekrtronik mezunu Türküm ve harflerle ilgili hiçbir sorunum yok.

Dr. Coşkun Tunca (jÑtunca@ÑÑ.net), ABD: Yazınızı ilk defa Hürriyet gazetesinde görüyorum. Yazınız çok güzeldi ve ulusal bilinçle yazılmıştı. Annan Planı ve Kıbrıs hakkında da yazarsanız çok sevineceğiz.

Neslihan Say (neslihanÑ-@Ñ-.com): Ben F klavye ararken, bir tezgahtar ‘gazeteci misiniz?’ diye sormuştu. Artık hemen hemen hiç gelmiyormuş F klavye. Fakat konu klavye ile bitmiyor. Ondalık ayraçlar sıkıntısı da var. Elektrik ya da doğalgaz faturası, Migros kasa fişi, ATM çıktısı, banka dekontu gibi resmi belgelere baktığınızda bu bozukluğu görüyorsunuz. Standartlar konusunda genel bir sıkıntımız olduğu ortada.

Halil Belberler (belberler@Ñ-.com): Öncelikle fikirlerinizi çok beğendim. Edirne Ticaret Lisesi ve ardından da İ.Ü Veteriner Fakültesi’nden mezun oldum. Yaklaşık 6 yıldır bilgisayar kullanıyorum. Hep Q klavye ile çalışıyordum. F klavye mi Q klavye mi tartışmasından sonra hemen bir F klavye aldım o kadar rahatladım ki bilemezsiniz. Artık on parmak yazıyorum. Çok daha hızlı oldum. Şimdi şirketteki bilgisayarıma da F klavye koyacağım ve herkese de tavsiye ederim.

Nermin Öztürk (NÑ-@hotmail.com): Bilgisayar ortamında Türkçe karakterlerin kullanımı konusundaki duyarlılığınız için teşekkür ederim. Lütfen bu konuda biraz daha ısrarlı olunuz. Bu konuda öncelikle resmi kurumlarımızın duyarlı olması gerekiyor.

Çağrı Bayram (ilkkursuntr@hotmail.com): Dilimizi yoketmeye çalışan insan bol. Üstelik bunu ‘modernleşme, teknoloji konusunda ilerleme’ adı altında yapanlar da çok fazla. Bir ülke teknolojide ilerlemek istiyorsa bunu kendi diliyle yapabilir (bakınız Japonya).

hurriyetim.com.tr/harflerimiz adresindeki kampanyaya katılarak devletin bir köşeye attığı harf devrimine sahip çıkabilirsiniz

Sayın Yetkili, Bu super klavyenize lutfen Turkce F klavye destegi de verin.

Sitesiyle de iz bıraktı

Nedense ardında kalıcı eserler bırakanlara hep daha fazla üzülürüz. Daha uzun yaşasalardı, daha başka kalıcı eserlere de imza atacaklarını bildiğimizdendir herhalde... Halbuki ölümsüzlüğü yakalayan bir tek onlardır. Sakıp Sabancı’nın ardında bıraktığı ölümsüz eserler, dev bir üretim cumhuriyetinden ibaret değil. Yazdığı 15 kitaptan da fazla... Sakıp Sabancı bildiğim kadarıyla Türkiye’de kendi şahsi İnternet sitesi olan tek holding patronu. Hatta belki dünyada bile tektir. Yazdığı samimi mektubu cenazesinin kalkmasını beklemeden siyasi çıkar sağlama amacıyla kullananlar, Sakıp Sabancı’nın İnternet’e bu kadar değer veren vizyonunu anlamaya çalışsalar ve Tükiye’yi bilgi çağına taşıyacak İnternet altyapısına bir an önce gerekli yatırımları yapmaya başlasalar, anısına daha hürmet etmiş olurlar. sakipsabanci.gen.tr

İnternet’in yeni kitabı

İnternet’le ilgili yayınlanmış Türkçe genel referans kitabı sayısı bir, ikiyi geçmez. Melih Bayram Dede imzalı ‘İnternet’ isimli yeni kitap bu boşluğu çok iyi dolduracak nitelikte. 11 yıldır gazetecilik yapan ve uzun bir süredir Yeni Şafak’ta bilişim editörlüğü yapan Melih Bayram Dede, aynı zamanda dergibi.com’u yayınlıyor. Dede’nin İnternet kitabı, İnternet’le ilgili temel bilgileri derli toplu sunan bir başvuru kaynağı niteliğinde. İnsan Yayınları tarafından yayınlanan kitabın, özellikle ‘İnterneti nasıl kullanmalı’ başlıklı bölümünü deneyimli, deneyimsiz tüm İnternet kullanıcılarına tavsiye ederim. insanyayinlari.com.tr
Yazının Devamını Oku

Yiyeyim yüksek teknolojini

11 Nisan 2004
Aynen şöyle diyordu mesajda, ‘Ulke disina maillerin gitmesinden oturu Turkce karakter kullanilmamasi konusuna katiliyorum ve yurt disinda okuyan bir Turk ogrenci olarak bunu destekliyorum.’ ‘Aksi taktirde metinleri okumak bir hayli zorlasiyor ve vakit darligi nedeniyle ustunkoru uzerinden gecmek zorunda kaliyorum. Eminim digerleri de ayni durumdadir’.

Züppeliğin ve bencilliğin bu kadarını da beklemiyordum doğrusu. Bilgi teknolojilerindeki hızlı gelişme, bilişim sektörümüzün duyarsızlığı, tüketicimizin bilinçsiziliği ve devletimizin aldırmazlığı gibi dört düşmanın kuşatması altında hayatta kalma mücadelesi veren Türkçe alfabeye bu kadar açık bir saldırı inanılacak gibi değildi.

Geçen yıl Doğan Hızlan, Emre Kongar ve Emre Aköz’le birlikte uzun bir süre gündemde tuttuğumuz F klavye tartışmasında, kültür zenginliklerimiz olan Türkçe’ye özgü F klavye ve Türkçe’ye özgü harflerimizin ne gibi tehditler altında olduğuna dikkat çekmeye çalışmıştık.

Bu tartışma sırasında, Türkçe karakterlerin kültürel değerlerine duyarsız yeni nesil tarafından kullanılmamaya başlandığına dikkat çekmiştik.

Teknoloji üreticileri Türk kullanıcıları talep etmediği ve Türk devleti de zorunlu standart getirmediği için ürünlerine Türkçe harf desteği koymuyorlar. İnternet üzerinde de benzer bir durum yaşanıyor. İnternet üzerindeki bilgi trafiğini yöneten bilgisayarların ayarları, Türk kullanıcılarından talep gelmediği için Türkçeyi destekleyen standartlara göre ayarlanmıyor. Alemin Fransızı, Çinlisi, Arabı, İsraillisi kendi dilinde rahatça yazışırken, duyarsız Türkler kendi harfleri yerine aksak karşılıklarını kullanarak yazışma yolunu seçiyorlar. Yani aynı yazının başında kullandığım, yurt dışında yaşayan hanım evladımızın yaptığı gibi.

Ama yukarıda aktardığım mesaj karşısında dehşete düşmemin asıl nedeni hanım kızımızın Türkçe alfabeyi kullanmamayı seçmesi de değil. Miss Hanım Kız, Türkçe alfabeyi kullanmayı reddetmekle kalmıyor, arsızlığı iyice ele alıp tüm Türkleri reddi mirasa davet ediyor. Neymiş efendim Miss Hanım Kız, yurtdışında yaşıyormuş da bizim Türkçe alfabeyle yazdığımız yazılarımızı okumakta güçlük çekiyormuş. Yurtdışında yaşayan Türkler rahat etsin diye Türkçe alfabeyi kullanmayalımmış. Oldu peki, her tuvaleti geldiğinde bir de tahtırevan gönderelim isterse.

Durun daha bitmedi. Beteri de var. Miss Hanım Kız bu mesajı, Türkiye Yüksek Teknoloji Grubu manasına gelen İngilizce isimli bir tartışma grubuna atmıştı. Grup üyelerinin bazılarından aldığı desteği de geçiyorum. Zıvanadan çıkmama neden olan mesaj grup yöneticilerinden geldi. Adamlar benim Türkçe karakter kullanarak yazdığım mesajımı, yememiş içmemiş elden geçirmişler. Türkçe harfleri aksak karşılıklarıyla değiştirip gruba öyle postalamışlar. Ve eklemişler; ‘Bu konuda dunyada tek bir standart yerlesene kadar gruplarda Turkce karakter kullanilmamasini mesajlarin okunabilmesi icin gerekli goruyoruz(...) Bu bizim neden oldugumuz bir problem degil ve

bizce bu mücadelenin yapilmasi gereken platform da burasi degil. Bu grup Türkiye’de yüksek teknoloji üretilebilmesi için kuruldu’.

Yiyeyim senin yüksek teknolojini. Olacağı yok ya, hani bu kafayla yüksek teknoloji üretsek n’olacak, üretmesek n’olacak? Kültürüne sahip çıkamayan bir ülke, ürettiği yüksek teknolojiye hangi ulusal kimliğiyle sahip çıkacak?

Mesajlar parmak ucunda

Ses ve filmin ardından artık dokunma hissi de iletilebilecek. Bonn Üniversitesi’nden bir grup nevrolog bilim adamı, dokunma hissinin aktarımına dayalı yeni bir telekomünikasyon teknolojisi geliştiriyor. Temas aktarım teknolojisi sayesinde cep telefonlarına gönderilen kısa mesajlar parmak ucuyla okunabilecek, otomobil direksiyonları yoldaki zorlu koşulları direksiyonu tutan avuçiçlerine iletebilecek.

Temas aktarım ve Global Pozisyon Saptama (GPS) teknolojilerinin birlikte kullanıldığı otomobillerde ise, sürücü güzergah bilgisini ekran kullanmaksızın, direksiyondan temas yoluyla iletilen mesajlarla alabilecek.

Teknolojinin pratik kullanım alanları bulabilmesi için özel yazılımlar da geliştiriliyor. Bu yazılımlar sayesinde, kullanıcılar kendi temas sözcük dağarcıklarını oluşturabilecekler.

Temas aktarımıyla mesajlaşmada amaç karmaşık cümlelerin iletimi değil. İğnelerin oynamasıyla elde edilen basit hareket motiflerine, kolayca hafızada tutulabilecek anlamlar yükleniyor. Örneğin direksiyon başındaki bir sürücü, parmağında sağa doğru bir hareket hissettiğinde bir sonraki sokaktan sağa sapması gerektiğini anlayabiliyor. Ya da cep telefonuna gelen bir dokunsal mesajda, parmak ucunda kendine doğru bir hareket ‘ben’, dışarı doğru bir hareket ‘sen’ anlamına gelebiliyor.

Araştırmacılar, kullanıcıların parmak uçlarına iletilen hareketlere, kendi istedikleri anlamları yükleyebilecekleri bir yazılım geliştirmeye çalışıyorlar. Yazılım tamamlandığında, kullanıcı tarafından seçilen anlamlardan yola çıkarak, yine kullanıcının kolayca anlayabileceği anlam ve hareket çiftlemeleri yaratabilecek kadar akıllı olacak.

Temas aktarım teknolojisi 19-24 Nisan tarihleri arasında Hannover’da yapılacak Ticaret Fuarı’nda sergilenecek.

TEMAS TRANSFERİ

Dokunma duyusunu uyaran mesajlar çok ince, oynak iğneler aracılığıyla parmak uçlarının titretilmesi ve karıncalandırılmasıyla yaratılıyor. Parmak uçlarının her santimetre karesinde 100 kadar temas algılayıcı hücre bulunuyor. Test amacıyla geliştirilen temas aktarım aleti, plastik bir el kalıbından oluşuyor. Kalıbın içinde, parmakların oturduğu yuvalarda, her parmağın altında sadece birkaç milim uzunluğunda sekiz ince iğne bulunuyor. Bu iğneler aşağı ve yukarı hareket edebiliyor. İğenelerin hareketi basit bir cep bilgisayarı tarafından kontrol ediliyor. Cep bilgisayarı iğneleri, cep telefonu şebekesinden aldığı mesajın içeriğine göre hareket ettiriyor.

ABD’den mesaj var

Vatan’da 22 Şubat’ta Yücel Dönmez imzalı bir haber yayınlanmış , Ümit Özgüner’in icat ettiği robot kamyonun çölü sürücüsüz geçtiği ve bir milyon dolar ödül kazandığı iddia edilmişti. Haber doğru değildi çünkü yarış o tarihte henüz yapılmamıştı. İki hafta önce bu yalan haberi yazdım. ABD’de yaşayan Yücel Dönmez, yazımı okuyunca bir açıklama mesajı gönderdi. Dönmez, hatanın kendisinden kaynaklanmadığını söylüyor ve şöyle devam ediyor, ‘Benim Ümit beyle yaptığım konuşmanın ya kendisi tarafından iyi anlaşılmamış olmasından veya bana haberi veren öğrenci arkadaşın daha dikkatli davranmamasından kaynaklanmıştır’... Sayın Yücel Dönmez’in tamamını aktaramayacağım uzun mesajından, çok üzgün olduğu anlaşılıyor. Belli ki bu hatalı haberde bir kasıt yok. Sorun haberin yayınlanmadan önce gerekli filtrelerden geçirilmemesinde.

Akademi Türkçe Star

Türkstar’ın seyircileri ekran başına mıhlayan büyük başarısının ardından ekranlarda benzer programlardan geçilmez oldu. Tabii bu yeni yıldız yaratma enflasyonunda çoğu programın başarısız olacağı da belliydi. Ben aralarından yalnızca ikisini seyrediyorum: Türkstar ve Akademi Türkiye...

Yarışmacılar kadar, hatta daha fazla seyirci toplayan Türkstar jürisi, biliyorsunuz bir reklam filminde de oynadı. Reklam filminde Armağan’a, gıcık karakterine uygun olsun diye söyletilen, ‘ne bu Cart Finans neden Kart Finans değil’ repliği aslında hiç de gıcık kaçmamış. Çünkü Armağan kendisine söyletilen bu repliğinde yerden göğe kadar haklı. Üstelik bu Türkçe’ye saygısızlık konusunda Finasbank’ın ilk vukuatı da değil. Finansbank logosunun altında, bir dünya bankası olduğu izlenimini vermek için uzun bir süredir kullandığı şu mesaja bakın: ‘Suisse Deutschland Holland Turkey’... Adama sormazlar mı, ‘Neden tüm ülkelerin isimlerini İngilizce yerine kendi dillerinde yazıyorsunuz da, Türkiye’nin adını züppece İngilizce yazıyorsunuz?’ diye.

Gelelim Akademi Türkiye’ye. Yarışma programı için bir site yapmışlar. İyi, güzel. Sunucu İnternet sitesinin adresini hatırlatıyor seyircilere... O da güzel, bravo. Ama o da ne? Bakın nasıl telaffuz ediyor adresi: ‘dabılyu dabılyu dabılyu nokta maynet nokta kom nokta tere sılaş akademi türkiye’... Ohaaa! ‘Sılaş’ dediği kırk yıllık ‘taksim işareti’. ‘Taksim’in suyu mu çıktı ‘sılaş’ diyorsun? Yakında ‘nokta’ yerine ‘dat’ denmeye başlanırsa da şaşmamak gerek. n kanald.com.tr/turkstar
Yazının Devamını Oku

Kes bir yağlı olsun

4 Nisan 2004
Geride bıraktığımız seçimlerde sol da belki biraz çuvalladı ama asıl çuvallayan tartışmasız kamuoyu araştırma şirketleriydi. Türkiye’de yapılan araştırmaların, <B>Yılmaz Esmer </B>gibi ciddi bir imzaya da sahip ve akademik olan bazıları hariç büyük çoğunluğuna hiçbir zaman itibar etmemişimdir. Büyük bir çoğunluğu halkın aklındakini değil, söylediğini ölçer. Bu yanıltıcı, taraflı meyili düzeltmeye yönelik tekniklerin kullanılması çoğunlukla ihmal edilir. İhmal edilince de, çıkan sonuçlar halkın olası davranışlarını ya da tutumlarını değil, söylemeye cesaret ettiklerini ölçmüş olur.

İki hafta önce Ali Atıf Bir, bilgisayar markalarının bilinirliğiyle ilgili Taylor Nelson Sofres tarafından yapılan bir araştırmanın sonuçlarını yayınladı. Araştırma sonuçlarına göre Türklerin aklına en çok gelen bilgisayar markası Casper çıkmış. Halkın aklına bilgisayar denilince IBM, HP, Toshiba değil Casper markası geliyormuş sözüm ona.

Geçenlerde benim de elime, aynı konuda yapılmış bir başka araştırmanın sonuçları geçti. Microsoft tarafından CRC’ye(Consultancy & Research Center) yaptırılan araştırmanın sonuçları, Taylor Nelson Sofres’inkinden çok farklı. Bu araştırmada da, ilk akla gelen bilgisayar markaları sorulmuş. Araştırma İstanbul, İzmir ve Ankara’da yapılmış. Araştırma sonuçlarına göre Türkiye’nin en büyük üç ilinde yaşayanların bilgisayar denilince aklına gelen ilk üç marka, sırasıyla IBM, HP ve Toshiba. Casper bu araştırmada Compaq, Dell ve Escort’un da gerisinde kalarak, ilk akla gelen bilgisayar markası sıralamasında ancak yedinci olabilmiş.

Peki taban tabana zıt sonuçlar veren iki araştırmadan hangisine güveneceğiz? Bilgisayar sektörünü yakından tanıyanlar için, CRC tarafından yapılan araştırma sonuçlarının çok daha güvenilir olduğu apaçık. Ancak bu Taylor Nelson Sofres araştırmasının sonuçlarının tamamen yanlış olduğunu da göstermiyor.

Biraz karışık gibi ama değil aslında. Türkiye’de yapılan ankete dayalı kamuoyu ya da pazar araştırmaları, taraflı meyillere sahip olmalarına rağmen anlam çıkartılabilecek sonuçlar da veriyorlar. Yani çıkan sonuç taraflı olmasına rağmen anlamlı da oluyor. Taraflı bir sonuçtan doğru anlam çıkartmak ise ancak uzmanlıkların birleştirilerek kullanılmasıyla mümkün.

Örneğin yukarıda sözü geçen iki araştırmayı ele alacak olursak, bu iki araştırmanın birbirine zıt iki farklı sonucundan çıkartılacak anlam, tekinin sonucuna bakılarak çıkartılacak anlama göre çok daha değerli olur.

Sektörü yakından tanıyan biri ikinci araştırmanın sonuçlarının, birinciye göre daha tarafsız olduğunu görebilir. Sektörü yakından tanıyor olmasına ek olarak istatistik bilimine de hakimse birinci araştırmanın sonuçlarından çıkartılması gereken anlamlar olduğunu da görebilir.

Casper’ın son günlerde yaptığı televizyon reklamlarıyla, marka bilinirliğini artırması doğal. Yine de gazete ve dergi reklamlarıyla desteklenmeyen, derli toplu bir pazarlama stratejisi olmayan, televizyonda da öyle bangır bangır bağırmayan basit bir kampanyayla Casper gibi yerel bir markanın, teknoloji geliştiren dünya devlerini geçmesi gerçekçi değil.

Bu nedenle Ali Atıf Bir’in ‘Bilgisayar sektöründe bir şeyler olduğu kesin. Bu sektöre daha geniş açıdan baksak hiç fena olmayacak’, çağrısına katılıyorum. Kafa kafaya verip, uzmanlık alanlarımızı birleştirip, sektörü daha bir derinden kurcalasak iyi olacak diyorum.

Sigara yasağı kalkındırıyor

Kaliforniya ve New York

işyerinde sigara içilmesini yasaklayan ilk eyaletlerdi. İrlanda ise geçen gün yürürlüğe giren bir yasa ile işyerlerinde sigara içilmesini ülke çapında yasaklayan ilk ülke oldu. Kanunun ardından Dublin’deki bir restoran, sigara bağımlısı, zavallı müşterilerini memnun etmenin yolunu, fotoğrafta gördüğünüz gibi pencerelerde açtığı deliklerle bulmuş. Zaten İrlanda’da yasaya en büyük muhalefet, New York’ta olduğu gibi bar ve pub sahiplerinden geliyor. Sigara yasağının işlerini bozacağını sanan bar işletmecilerinin kopardığı yaygaranın yersiz ya da en azından erken bir sızlanma olduğu ise New York’tan gelen bir haberlerle kanıtlandı. Tüm işyerlerinde olduğu gibi barlar ve restoranlarda da sigara içilmesini yasaklayan kararın ardından New Yorklu barcılar da işlerimiz bozulacak diye yaygara koparmışlardı. Ancak geçenlerde açıklanan vergi beyannameleri, New Yorklu bar ve restoranların sigara yasağının ardından daha kárlı bir yıl geçirdiklerini kanıtladı. Böylece Fatih Altaylı’nın tezi de güme gitmiş oldu. Bu arada genellikle yazdığı fikirlerin takipçisi olan Hıncal Uluç’tan, Sabah’taki sigara içme serbestliğine dair hálá bir ses seda yok. Fikri takip uzmanı Hıncal Uluç’un bu konudaki sessizliğine bakıp da, patronu kulağını çekmiş olmasın diye düşünmemek elde değil doğrusu... n ash.org

iPod’un cazibesine hırsız dayanmıyor

İngiliz polisi, Apple’ın çok şık MP3çalar modeli iPod kullanıcılarını, cihazın şık orijinal kulaklıkları yerine daha ucuz kulaklıklar kullanmaları yönünde uyardı. Apple iPod’un ilk bakışta tanınan, farklı tasarıma sahip beyaz kulaklıkları, hedefini bilen İngiliz kapkaççılar için mıknatıs görevi görüyor. Yaklaşık 500-600 dolar fiyata sahip Apple iPod’lar, kapkaççılar için yükte hafif, pahada ağır bir hedef teşkil ediyorlar. Apple’ın şık müzikçalarının kullanıcıları arasında David Beckham ve Craig David gibi ünlü isimler var. n www.ipod.com

Bilgisayar misafir odasında

Aziz Nesin’in kitaplarından öğrendiğim, buzdolaplarının evlerin misafir odalarına kurulduğu günlere yetişemedim. Ama misafir odalarının baş köşesine kurulan televizyonlara yetiştim. Zaten kuruluş o kuruluş, bir daha da kalkmadılar o köşeden. Siyah beyaz ve tek kanallı olarak oturdular, renklenip çok kanallılaşarak oturmaya devam ediyorlar.

Önceleri voltaj regülatörlerini misafir ettiler yanlarına. Voltaj regülatörleri gitti, video kaydediciler geldi yerlerine. Devasa Betamax’ların yerini VHS’ler aldı bir süre sonra. Video kaydedicilerin üstüne şifreli kanal çözücüleri geldi. Ardından uydu alıcılar... Derken DVD oynatıcılar da eklendi.

Misafir odalarını terk etmeye niyeti olmayan televizyonlar şimdi de yepyeni bir cihazı almaya hazırlanıyorlar yanlarına. Bu cihazın adı ‘eğlence bilgisayarı’...

Endüstrideki son trendleri izlemek için ziyaret ettiğim Intel’in Swindon’daki merkezinde en çok ilgimi çeken trend de ‘eğlence bilgisayarı’ olarak adlandırılan bu aletler oldu. Intel sayısal ev teknolojilerindeki en son yenilikleri canlı olarak sergilemek üzere İngiltere’nin Swindon kentindeki merkezinde bir şov odası kurmuş. Tipik bir misafir odası şeklinde dekore edilen odada, sayısal ev teknolojileriyle üretilmiş aletleri, kendi evinizdeymiş gibi test edebiliyorsunuz.

Eğlence bilgisayarı denilen alet aslında tam bir bilgisayar. Misafir odasında, sakillik yaratmaması için boyutu küçültülmüş, ebatları video kayıt cihazlarınınkine benzetilmiş, tasarımları şıklaştırılmış. Ama hepsi bu değil tabii ki. Asıl marifeti, evin merkezi eğlence dağıtıcısı olarak kullanılabilmesinde.

Eğlence bilgisayarı tüm sayısal fotoğraflarınızı, videolarınızı, müzik dosyalarınızı saklayıp, istendiğinde bu dosyaları evin farklı odalarına kablosuz olarak iletebiliyor. Televizyon programlarını sayısal olarak kaydedebilen, ses ve video dosyaları üzerinde değişiklikler yapmanıza olanak veren, bilgisayar oyunlarını çalıştıran sistem adına yakışır bir şekilde evin eğlence merkezi görevi görüyor.

Eğlence bilgisayarını kullanarak evin örneğin mutfağında ve balkonunda aynı anda farklı müzik dinlemek mümkün. Yine evin oturma odasında farklı, salonunda farklı filmleri aynı anda izlemek de mümkün. Tüm bunları yaparken yine aynı eğlence bilgisayarı üzerinden, yatak odasındaki ekranda fotoğraf albümünü karıştırmak da olası. Üstelik tüm bunlar merkezi eğlence bilgisayarından evin dört köşesine kablosuz olarak iletiliyor. n intel.com.tr

Eğlence bilgisayarı adıyla anılan yeni bilgisayarlar DVD-çalarların yerini almaya hazırlanıyor. Evin farklı odalarına aynı anda farklı müzik ve video yayınlarının kablosuz olarak gönderilmesini sağlayan sistem, gücünün büyük bölümünü Intel’in aynı anda birden fazla bilgisayar programını verimli olarak çalıştırabilen Pentium4 Hyper-Threading işlemcilerinden alıyor.

Rakı sofrasında balık

Fırsat bulup da bir türlü dahil olamadığım eski bir polemiği, Emre Aköz’ün geçenlerde yayınlanan bir yazısıyla hatırladım. İstanbul, Caddebostan’da açılan Rakı&Balık isimli bir restorandan bahsediyordu Aköz. Aklıma düşen polemik ise balık sofrasında rakı içilip içilmeyeceğiydi. Bir grup yazar rakının balığın yanına çok yakıştığını savunuyor, aralarında gurmelerin kralı rahmetli Tuğrul Şavkay’ın da bulunduğu bir başka grup ise rakının keskin tadının balığın narin tadını bozacağı gerekçesiyle, balık sofrasında rakı içilmesine şiddetle karşı çıkıyorlardı. Tezime gelince... Balık sofrasında rakı içilmeyeceğini savunanların sonuna kadar yanındayım. Ama rakı sofrasında balık içilir diyorum. Var mı bir itirazı olan?

hassas.org/yeniraki/

denizce.com/raki.asp
Yazının Devamını Oku

Bikininin sakladıkları

28 Mart 2004
Üç çeşit yalan vardır demiş <B>Benjamin Disraeli</B>, ‘yalanlar, lanet olası yalanlar ve istatistikler’... Bugün seçim yasakları nedeniyle, seçim istatistikleri yayınlamak yasak. Ama ben size ilginç bir istatistik sonucu vereceğim. Geçen hafta dünyanın en büyük bilişim teknolojileri fuarını gezmek için Almanya’nın Hannover kentindeydim. Bir hafta boyunca, otelde her akşam televizyon karşısına geçip, reklam kuşaklarını kovaladım. Her akşam, farklı kanallarda en az bir saat reklam istatistiği tuttum.

Alphonse Allais, ‘İstatistikler ölüm oranlarının, savaş sırasında dramatik bir şekilde artığını gösteriyor’ diye dalgasını geçmiş. Ne yalan söyleyeyim, istatistik tutmaya başlarken, alacağım sonuçları ben de tahmin ediyordum. Alman ve İngiliz kanallarının reklam kuşaklarında yayınlanan reklamları izledim. Reklamı yapılan ürünle ilgili İnternet sitesi adresi veren ve vermeyen reklamları saydım. Sonuç beklediğim gibiydi. Reklam filmlerinin yüzde 90’ında, reklamı yapılan ürünle ilgili bir İnternet adresi veriliyordu.

Türkiye’ye dönüşte işin uzmanına danışayım dedim ve Prof. Dr. Ali Atıf Bir’i aradım. Türkiye’deki durumu sordum. Tahmin ettiğim gibiymiş. Türkiye’de ürünle ilgili İnternet adresi veren reklam filmi yok denecek kadar azmış.

Ali Atıf Bir bu durumun 20 yıl önce yaptıkları bir tespiti hatırlattığını söyledi. ABD’de çok yaygın olan doğrudan pazarlamanın, Türkiye’de bir türlü beklenen patlamayı yapamadığını aktardı. İnternet’ten tanıtım ve doğrudan pazarlama arasındaki benzerliklere dikkat çekti.

‘İstatistikler bikini gibidir’, demiş Aaron Levens, ‘Gösterdikleri fikir verir ama asıl hayati olan sakladıklarıdır’. Sonuçların görünüşte, İnternet’in Türkiye’deki kullanım alışkanlıklarıyla ilgili olduğu belliydi. İnternet Türkiye’de henüz çok fazla yaygınlaşmamıştı. Çoğu Türk şirketinin doğru düzgün İnternet sitesi bile yoktu. Vs... Vs...

Ama işin bir de fazla dikkat çekmeyen yanı vardı. Türk tüketicilerine erişmek için İnternet mecrasının yeterince kullanılmıyor olması belki anlaşılabilirdi de, Batılı tüketicilere erişmek için de kullanılmıyordu ki... Örneğin Turizm Bakanlığı’nın Türkiye’nin tanıtımı için Dream Design Factory isimli ajansa (ismi yanıltmasın, has be has Türk ajansı olur kendileri) yaptırdığı reklam filminde de İnternet adresi kullanılmamıştı. Üstelik tanıtım filminin geçen yılki versiyonunda da aynı hata yapılmış ve bu affedilmez hata yine tekrarlanmıştı.

Alman ve İngiliz kanallarında arkası arkasına gösterilen Yunanistan tanıtım filmlerini hatırladım. Onlar fırsatı kaçırmamışlar ve televizyon reklamı için döktükleri milyonlarca doları, Yunanistan’ın tanıtımına yönelik süper bir İnternet sitesi açıp, adresini de bu reklam filmlerinde vererek boşa akıtmamışlardı. Bizde ise Turizm Bakanlığı’nın Türkiye’nin tanıtımı için hazırlattığı doğru düzgün bir İnternet sitesi bile yoktu. Hangi sitenin adresini vereceksin ki reklam filminde.

Film uçar, yazı kalır...

Vatan’ın şampiyonu yolda kaldı

Vatan gazetesinin asparagas haberini, okurum Canok Abisel’in uyarısıyla daha önce yazmıştım. Uydurma haberde ABD’de yaşayan Türk mühendis Ümit Özgüner’in icat ettiği robot kamyonun Mojova çölünü sürücüsüz geçtiği ve Özgüner’in bu buluşuyla Pentagon’dan bir milyon dolar araştırma ödülü kazandığı iddia ediliyordu. Haber 22 Şubat’ta yayınlanmıştı ama yarış geçenlerde, 13 Mart’ta yapıldı. Ve Vatan Gazetesi’nin şampiyon ilan ettiği Ümit Özgüner’in kamyonu bırakın yarışı birinci bitirmeyi ya da çölü geçmeyi, yarışın daha birinci milinde pes etti.

Yücel Dönmez imzalı haberdeki tek uydurmasyon yapılmamış yarışın şampiyonunun ilan edilmesi de değildi. Haberde sürücüsüz kamyonun Ümit Özgüner’in icadı olduğu yazılmıştı. Ancak sözü edilen kamyon, yani yarışa Ohio Eyalet Üniversitesi’ni temsilen katılan Terra Max, Oshkosh firması tarafından geliştirilmişti.

13 Mart tarihinde yapılan yarışta, hiçbir takım çölü geçmeyi başaramadı. Yarışın favorisi Red Team 7,4 mil yol alarak, yarışta en iyi dereceyi elde etti. SciAutonicsII takımı sürücüsüz olarak 6,7 mil giderek ikinci, Digital Auto Drive takımı ise 6 millik derecesiyle üçüncü oldu. Vatan’ın haberiyle yarış yapılmadan şampiyon ilan edilen Terra Max ise 1,2 mil giderek 15 takım arasında ancak altıncı iyi dereceyi elde edebildi. İşin en komik yanı ise Vatan’ın asparagas şampiyonunun, yarış boyunca birkaç kez durup geri geri gitmeye başlaması ve 1,2 milin sonunda geri gitme ısrarını sürdürerek yarıştan çıkmasıydı.

Yarışta en iyi dereceyi elde eden Red Team’in sponsoru Intel’di. Red Team’in Sandstorm isimli aracı 4 işlemcili Intel Itanium-2, 4 adet de çift işlemcili Intel Xeon sistemleriyle donatılmıştı.

Hiçbiri çölü geçmeyi başaramayan takımların, yarıştan çıkardıkları derslerle araçlarını geliştirmesi ve yarışın tekrarlanması bekleniyor. ABD Kongresi ordudaki kara aracı filosunun 2015’e kadar yüzde 30 oranında sürücüsüz araçlardan oluşmasını istiyor.

www.darpa.mil/grandchallenge/

Basının gücü

Platin dergisinin Şubat sayısında cep telefonlarında marka bilinirliğini ölçen, HTP tarafından yapılmış bir araştırmanın sonuçları yayınlanmıştı. Araştırma 1999’a kadar Türkiye’de en iyi bilinen cep telefonu markası olan Ericsson’un marka bilinirliğini açık farkla Nokia’ya kaptırdığını, iki yıl öncesine kadar adı bile anılmayan Siemens’in ise üçüncülüğe kadar yükseldiğini gösteriyordu. Bu istatistiğe de hiç şaşırmadım. Sonuçlar gazete reklamı ve basınla ilişkilerin gücünü gösteriyor. Nokia ve Siemens son yıllarda basın reklamlarına ve basınla ilişkilere en çok önem veren ceptel markaları. Çıkış yapmaları çok doğal. Buna karşılık gazete reklamına önem vermeyen Sony-Ericsson ve Motorola’nın inişte olması da tesadüf değil. Hele çok büyük ölçüde televizyon reklamına ağırlık veren, basında ise ucuz tarifesinden dolayı tek bir gazete ile çalışan Motorola’nın dördüncülüğe düşmesine hiş şaşmamak gerek.

CeBITi tanıtımla fethettik

Dünyanın en büyük bilişim teknolojileri fuarı CeBIT’e kendi standlarını açarak katılan Karel ve Escort’un başarılı pazarlama çalışmalarına ek olarak Türkiye ülke standı da bu sene çok iyi hazırlanmıştı. Türkiye ülke standının organizasyonu, her CeBIT’te olduğu gibi bu sene de İstanbul Maden ve Metaller İhracatçı Birlikleri (İMMİB) tarafından gerçekleştirilmişti.

İMMİB bu sene hem reklama daha fazla önem vermiş, hem de çok başarılı bir ülke standı tasarımına imza atmıştı. CeBIT’in üzerine yayıldığı dev fuar alanının, birbirlerinden çok uzak dört bir yanındaki ana girişlerinin hepsinde Türk standının reklamı yer alıyordu. Çok dikkat çekici bir tasarıma sahip reklam panolarının konumları da çok iyi seçilmişti. Türk standının reklamları fuar kataloğunda, fuarda yayınlanan özel dergilerde ve gazetelerde de yayınlandı. Ama reklam ve ilanların en takdir ettiğim yanı, Türk reklamcılarının yan sütunda eleştirdiğim çağdışı hatasına düşmemiş olmalarıydı. Türk standının tanıtımının yapıldığı ilanlarda Türk standı için özel olarak hazırlanan İnternet sitesinin adresi de veriliyordu. İşin daha da güzel yanı, Türk standı için hazırlanan İnternet sitesinin çok başarılı bir tasarıma sahip olmasıydı.

turkeyatcebit.org

THY mantarladı

Uçuş miliyle ücretsiz bilet kazanma uygulamasında, müşterilerinin kazanılmış haklarını hiçe sayan THY, servis ve hizmet kalitesindeki düşüş ile de havayolları pazarında sınıf düşmeye doğru gidiyormuş izlenimi bırakıyor. THY’de, bir önceki çok başarılı döneme imza atmış genel müdürünün değiştirilmesinin ardından başlayan kalite düşüşü devam ediyor. Önce THY dergisinin kalitesi düşmüştü. Ardından dış hatlarda yapılan ikram zayıflatıldı. Sonra iç hatlarda gazete dağıtımına son verildi. Dış hat uçuşlarında müşterilerin talebini kısmak için servise çıkış saati geciktirilmeye başlandı. THY’nin servis kalitesini düşürmekteki son marifetine de CeBIT’ten dönüş uçağında tanık oldum. Yer olmadığı için dönüşümü ‘business’ sınıfta yapmak zorunda kalmıştım. THY ‘businnes’ yolcusuna artık düşük kalite sofra şarabı ikram etmeye başlamış. Üstelik metal kapaklı, mini şişelerde. Biraz damak tadı olanın misafirine bile sunmaktan çekineceği şaraplar, ‘business class’ ikramına hiç yakışmıyor. Bakalım daha neler göreceğiz? Önlem alınmazsa THY yakında eski günlerini mumla arayacak. www.thy.com.tr

Modayı bilgi belirliyor

İngiltere’de 15 yılı aşkın bir süredir yapılan geniş çaplı bir araştırmanın sonuçları, moda dünyasında başarılı pazarlamanın ürünleri ve müşterileri iyi tanıyan satın almacılardan geçtiğini gösterdi. Essex Üniversitesi tarafından yapılan araştırmaya göre neyin moda olacağı, ne sadece müşteriler ne de sadece moda tasarımcılarınca belirleniyor. Moda dünyasında başarılı pazarlama, moda tasarımcılarının ürünlerini ve müşteri eğilimlerini iyi takip eden satın alma takımlarının başarısına bağlı. Başarının anahtarı ise bazı sadık müşterileri kaybetmek pahasına, riskli adımlar atabilen satın alma takımlarında. Bu tür satın almacılar müşteri talebi ve tasarımcı arzına sadık kalmaktansa, pazarı ve müşteriyi bir ölçüde kendileri yaratmayı seçiyorlar. Ancak alınan riskten başarılı sonuç çıkması, satın almacının müşterileri ve ürünleri çok iyi tanımasına bağlı.
Yazının Devamını Oku

Kurtulana kadar savaş

21 Mart 2004
Haftalık dergisinden arayan <B>Alper Aköz</B> aktardı, sigara içmeyenlerin içenler üzerinde faşist baskı kurduğunu söyleyenler peydah olmuş. Son günlerde hafif hafif alevlenen toplu kullanıma açık alanlarda sigara içilmesi tartışması üzerine bir haber hazırlıyorlarmış. Medyadan görüştükleri isimler arasından, sigara içen ve yasağa karşı bazı arkadaşlarımız, toplu yerlerde sigara içilmesinin yasaklanmasına yönelik taleplerimizi faşizan bulmuşlar.

Tok açı tok, aç toku aç sanırmış. Açın toku aç sanmasının bir zararı yok ama tok açı tok sandığında işler sarpa sarmaya başlar. Laf olsun torba dolsun diye konuştuklarını varsaydığım, aksi takdirde zeka ve sosyalleşme katsayılarından şüphe edeceğim bu arkadaşların, yıllardır tam tersine bir durum olduğunun bal gibi farkında olduklarından eminim. Sigara içenlerin, içmeyenler üzerinde kurduğu faşist baskı medeni ülkelerde gittikçe güçsüzleşirken, Türkiye’de tüm hızıyla sürüyor.

Türkiye’de, sigara içmenin yasak olduğu çok az sayıdaki şirket ve kamu kurumunun büyük çoğunluğu da dahil olmak üzere, her yer sigara içme cenneti. Sigara içmeyen bir Türk’ün, ya da Türkiye’yi ziyaret eden bir yabancının sigara içilmeyen bölümü olan restoran ve kafe bulabilme olasılığı Milli Piyango’da büyük ikramiye kazanma olasılığına eşit.

Eşim sigara içmiyor, ben de sigarayı bırakalı üç yıl oldu. Sigara içilmez bölümü olan kafe ve restoran bulamadığımız için kışları daha az dışarı çıkıyoruz. Sigara içilmez bölümü olan yerlerde bile, sigara içilmeyen bölümler o denli ahmakça yerleştirilmiş oluyor ki, sigara içilmeyen bölüme, sigara içenlerin pis nefeslerini koklayarak ulaşmak zorunda kalıyorsunuz.

Sonra da, bu durumdan şikayet edenler faşizan oluyor, öyle mi? Bunlarla aynı fikirde olduğunu hiç sanmıyorum ama Fatih Altaylı da geçenlerde yayınlanan bir yazısında sigara içmeyenlerin insanca yaşama taleplerini aşırı bulduğunu söyleyerek, bunlara istemeden destek olmuş; New York’ta halka açık yerlerde sigara içilmesini yasaklayan kararları, yasakçı zihniyetin ürünü olarak göstermiş.

Kendisi de içici olan Fatih Altaylı’nın üzerinde yeterince durmadan kurduğu mantıkla bakacak olursak; seçimlerde çifte oy kullanılmasını da, o çok şikayet ettiği dolandırıcılıkları da, topluma ve başkalarına zarar veren herhangi bir davranışı da yasaklamak, yasakçı zihniyet olur...

‘’Sigara yasağı New York’ta ekonomiyi vurmuş’’ diyor. Restoranlar, barlar boşmuş. Kaliforniya’da barlarda, restoranlarda sigara içmek beş yıldır yasak. Ama tüm restoranlar, tüm barlar tıka basa dolu. Başlangıçta orada da protestocu bazı sesler yükselmişti. Ama sonra herkes alıştı, restoranlar ve barlar da hálá dimdik ayakta.

Restoran ve barlara sigara içme yasağı getirilmesine düşünmeden tepki verenlerin çoğunluğunun düştüğü ortak bir hata var. Sanıyorlar ki bu yasak, sigara içmeyen müşteriler rahat etsin diye çıkartılıyor. Hayır efendim, eğer amaç bu olsa sigara içilen ve içilmeyen bölümleri ayırmak yeterli olurdu.

Restoran ve barlara sigara içme yasağı getirilmesinin nedeni, buralarda garson veya barmen olarak çalışanların da, tıpkı ofislerde çalışanlar gibi sigara içilmeyen ortamda çalışma hakkının olması. Buralarda sigara içmek toptan yasaklanmasa, sigara içilen ve içilmeyen bölümleri ayırmakla yetinilse sigara içmeyen personelin insanca yaşama hakkı gasp edilmiş olacak.

Bizdeyse bırakın restoran ve barları, THY’nin CİP salonlarında bile sigara içenler, içmeyenlerle aynı salonu paylaşmak zorunda bırakılıyor. Hangisi faşistlik? Sigara içmeyen birinin insanca soluyacağı bir ortam talep etmesi mi, sigara içenlerin içmeyenleri zorla zehirlemesine zemin hazırlanması mı?

Siemens Mobile’ın CeBIT şovu

2004 yılına çok önem veren Siemens Mobile, CeBIT’te üç yeni cep telefonu, dört yeni kablosuz ev telefonu modeli tanıttı. Sabit telefon hattından multimedya mesaj gönderme ve bas-konuş teknolojisi de Siemens’in üzerinde durduğu konulardı.


Siemens Gigaset SL740/SLX740isdn

Siemens, kablosuz ev telefonlarında da yenilikler ile donattığı modellerini sergiledi. Evdeki kablosuz telefon ile de fotoğraf çekebilmek mümkün. Ayrıca çektiği fotoğrafları sabit telefon hattından GSM telefonlara multimedya mesaj olarak da gönderebilen bu telefonlar, arayan kişinin fotoğrafını da ekranında gösterebiliyor. Gigaset SL740’lar cep telefonlarından tanığımız polifonik melodi özelliğini de ev telefonlarına taşıyor.

Siemens C65

C65 modeli MMS, entegre kamera, 65 bin renkli ekran özellikleri ile üst seviye telefonlarda bulunan pek çok teknolojiyi giriş seviyesine taşıyor. Işıksız ortamlarda fotoğraf çekimi için eklenebilen flaşı sayesinde fotoğraf çekmek bir eğlenceye dönüşüyor. Telefonda bulunan Photopet, sanal bir evcil hayvanı yaşatmak için onunla ilgilenmeyi gerektiren ilginç bir oyun. 3 bantta çalışma, Java, GPRS ve WAP da C65’in diğer özellikleri.

Siemens M65

Optimum performans için multimedya özelliklerle donatılmış M65, doğa sporları ile ilgilenen kullanıcılar için suya, şoka ve toza dayanıklı olarak tasarlanmış. 3 bantta çalışma özelliği, fotoğraf ve video çekimi için özel koruma kapaklı entegre VGA kamerası, yüksek çözünürlüklü ekranı ve multimedya özellikleri ile gezginlerin yanlarından ayıramayacağı bir telefon.

Siemens S65

Siemens’in 1,3 Megapiksel’lik bir kameraya sahip ilk modeli olan S65, sevdiklerinizle paylaşmak veya hep hatırlamak istediğiniz anları MPEG4 formatında videolar olarak da kaydedebiliyor. Değiştirilebilir 32 MB MultiMediaCard üzerine kaydedilen fotoğraf ya da videolar kart ile ya da Mavidiş bağlantısı ile diğer telefon veya bilgisayarlarla paylaşılabiliyor. 132x176 piksellik 65 bin renkli TFT ekranı da görüntüleri kaliteli ve net bir şekilde göstermek için tasarlanmış. S65’in 3 bantta çalışabiliyor olması sayesinde Türkiye, Avrupa ve Amerika’da kullanılabildiğini de ekleyelim.

Gigaset Interactive TV

Yüksek kaliteli interaktif televizyon ve kablosuz genişbant iletişim teknolojilerini tek bir kutuda birleştiren Siemens Gigaset Interactive TV, eğlenceye yeni bir boyut katıyor. Bu kutu sayesinde televizyon istasyonlarından ya da İnternet’ten pek çok eğlence ve film kanallarını izlemek mümkün. Gigaset Interactive TV, cep telefonlarından ya da kablosuz ev telefonlarından gönderilen MMS mesajların ve resimlerin doğrudan televizyon ekranına gelmesini sağlayan ilk sayısal yayın alıcısı (DVB) olma özelliğine de sahip.

CeBIT’te megapiksel modası

CeBIT’te tanıtımı yapılan bir diğer megapikselli telefon ise Nokia 7610 oldu. 2004 yılının ikinci çeyreğinde tüketicilerin kullanımına sunulacağı belirtilen telefon, 65 bin rengi destekleyen bir ekrana sahip. 1 megapiksel çözünürlükte, 1152 x 864 ebatlarında fotoğraflar çekebilen telefonun 4x yakınlaştırma özelliği de bulunuyor. 7610’da bulunan Sinema Direktörü (Movie Director) programı sayesinde kullanıcılar görüntülerin üzerine müzik, metin, farklı renkler ve hareketli objeler ekleyerek video klipleri kişiselleştirebiliyorlar. 7610’un bir diğer özelliği ise kullanıcının çektiği fotoğrafları, mesajları ve videoları bilgisayara aktararak Lifeblog adlı program ile bir zaman çizelgesi üzerinde takip edebilme imkanı sunan sayısal bir günlüğe sahip olması. Telefonla birlikte gelen Adobe Foto Albüm yazılımı da kullanıcıların fotoğraflarını bilgisayarda düzenleme ve düzeltme imkanı sunuyor. MP3/AAC müzik çalar, İnternet tarayıcı, 8 MB dahili hafıza, 64 MB değiştirilebilir hafıza kartı, USB, Mavidiş ve Java teknolojisi de telefonun diğer özellikleri arasında yer alıyor.

Hem ara hem çek

Sony Ericsson’un ilk megapiksel seviyesinde fotoğraf çeken modeli S700i de CeBIT’te sergilendi. Hızlı fotoğraf çekip gönderebilmeyi sağlayan Quickshare teknolojisine sahip telefon, 1,3 Megapiksel CCD kamerası ile yüksek kalitede fotoğraf çekebiliyor. S700i, 2,3 inçlik 262 bin renkli TFT ekranı ile de dikkat çekiyor. Memory Stick Duo hafıza kartı kullanarak çok sayıda fotoğraf ve video kaydı yapmak da mümkün. Kameranın kapağı açıldığında fotoğraf çekme moduna otomatik olarak geçen cihaz, 1280 x 960 ebatlarında fotoğraflar çekebiliyor. 8x sayısal yakınlaştırma özelliğine de sahip olan S700i aynı zamanda MP3 müzik çalma, mobil müzik servisi, melodi düzenlemek için Music DJ programı ve 40 polifonik melodi ile de göz dolduruyor.
Yazının Devamını Oku

Fosurdatan jüri

14 Mart 2004
<B>Türkstar</B> başladı ekrana renk geldi diye girmek isterdim yazıya ama <B>Armağan Çağlayan</B> sayesinde renk değil duman geldi. Adam jüri üyesi değil sigara fabrikası bacası mübarek. Elinde sürekli sigara, bir yandan adayları dinliyor diğer yandan konserlerdeki duman makineleri gibi duman salıyor.

İnsanları televizyondan sigaraya özendirmesi bir yana, benim asıl üzerinde durmak istediğim yanı başka. Büyük umutlarla jürinin karşısına geçen yarışmacı adayına saygısızlık bu yaptığı. Saygısızlığın da ötesinde bir saldırı... Hani sigara içeceğine sesli bir şekilde yellense daha ahlaklı bir davranış sergilemiş olacak. Hiç olmazsa verdiği zarar o anla sınırlı kalır, kalıcı bir etki bırakmaz. Belki yarışmacı psikolojik olarak da biraz sarsılır hepsi o...

Hıncal Uluç tısss!

Hıncal Uluç
bir süre önce bir yazı yazmış ve Sabah gazetesi binasında sigara içiliyor olmasını eleştirmişti. Uluç'un yazısına Hürriyet'te de durumun farklı olmadığını yazarak destek vermiş, Hürriyet üst yöneticilerinden çağdaş bir çalışma ortamı sağlamalarını talep etmiştim. Yazının hemen ardından Hürriyet'in her katına sigara odası inşa edilmeye başlanması üzerine de Uluç'a nispet yapmış, ''Hürriyet böyle çağdaş bir zihniyetle yönetiliyor işte. Sizin cepheden ne haber sevgiliUluç?'' diye sormuştum. Uluç geçenlerde ''Sabah'ta yazmanın keyfi'' başlıklı bir yazı yazdı. Yazıda Sabah üst yönetiminin sigara konusundaki tutumunda değişiklik olduğunu gösteren tek bir satır bile yok. Hıncal Uluç sigara içilen ortamlarda yazmaktan mı keyif almaya başladı yoksa?

Türk Dumanlı Hava Yolları

Çarşamba günü Türkiye Bilişim Derneği'nin (TBD) Bilkent'te düzenlediği ''e.Devlet Uygulamaları Konferansı''na katılmak ve kapanış panelini yönetmek üzere Ankara'daydım. Toplantılarda yaşanan izdiham karşısında şaşırdım. TBD'nin iki günlük etkinliğine 60'tan fazla bakan ve müsteşar dahil olmak üzere toplam 4751 kişi katılmış.

Bu denli başarılı konferansları İstanbul'da nasıl yapabiliriz diye düşüne düşüne, THY'nin Ankara Esenboğa Havalimanı'ndaki CİP salonuna girdim. O da ne? Seçim izlenimleri yazmak için geçen hafta gittiğim Bitlis'teki işsiz kahvehanelerindekinden çok daha kesif bir sigara dumanı. İkram görevlisine sigara içilmeyen bölümün nerede olduğunu sordum. İstanbul Atatürk Havalimanı'nda Gloria Jeans kafede yapılan düşüncesiz uygulamanın bir benzeriyle karşı karşıya olduğumu sanıyordum. Yani sigara içmeyenleri havası temiz bölüme geçmek için sigara içenlerin arasından geçmeye zorlayan, sigara içilen ve içilmeyen bölümlerin düşüncesizce konumlandırılması gibi bir durum var diye düşünüyordum.

Meğer çok iyimsermişim. THY'nin uygulaması daha da betermiş. Tamamında sigara içilen salonda, sigara içmeyenler için bir köşede lütfedip birkaç koltuk ayarlamışlar. Üstelik iki salon var ve ikisinde de aynı durum. Birini sigara içilir, diğerini içilmez yapma zekasını gösteren çıkmamış THY'den.

İtirazlarımı ve protestomu sürdürünce, koltuklardan birinde sigarasını tüttüren bir başka yolcunun sataşmasıyla karşılaştım. THY'nin düşüncesizliği yüzünden iki yolcu karşı karşıya geldik. Neyse ki tartışma seslerini duyup, olaya müdahale eden Esenboğa Emniyet Şube Müdür Vekili Mustafa Kuru'nun yatıştırıcılık becerisi ve Ankara Vali Yardımcısı İbrahim Avcı'nın hoş sohbetiyle tartışma tatlıya bağlandı.

Ama Türk Hava Yolları'nın bu düşüncesiz uygulaması devam ederse, o salonda daha çok tatsızlık yaşanır.

Sıradaki yazı: Sigara savunucusu Fatih Altaylı'ya cevap ve sigaraya vergi daha da artırılsın.

Türk'ün kulağı düşmanda

İstediğiniz kişinin telefonunu gizlice dinleme olanağınız olsaydı kimin konuşmalarını dinlemek isterdiniz? Siemens Mobile merak etmiş ve dünya çapında yaptığı, telefon kullanım alışkanlıkları araştırmasına bu soruyu da dahil etmiş.

Ben herhalde en çok Başbakan'ın konuşmalarını dinlemek isterdim. Zaten araştırmanın yapıldığı ülkelerin hepsinde, insanlar cumhurbaşkanının ya da başbakanın konuşmalarını dinlemek isteyeceklerini söylemiş. İstisna ülkeler Rusya ve Türkiye. Ruslar ve Türkler düşmanlarının konuşmalarını dinlemek istermiş.

Araştırmada ''Bir ünlünün telefonunu dinleme olanağınız olsaydı kimi dinlemek isterdiniz'' diye de sorulmuş. Dünya çapındaki sonuçlara göre telefonu en çok dinlenmek istenen ünlüler David Beckham ve Robbie Williams'mış. Türklerin kulak misafiri olmak istediği ünlü ise Tarkan çıkmış.

Seks yaparken telefona cevap verme oranı araştırmanın yapıldığı 13 ülke ortalamasında yüzde 7, Türkiye’de yüzde 25 çıkmış. Orana göre Türklerin iyi seviştiği efsanesi bir palavradan ibaret... Yoksa telefonla konuşurken sevişebilecek kadar kabiliyetli olduğumuzu mu gösteriyor bu sonuç?

Rusya hariç araştırmanın yapıldığı tüm ülkelerde telefonla en çok aranan kategori aileler çıkmış. Türkiye yüzde 46'lık oranıyla bu kategoride birinci. En fazla annesini arayanlar ise yüzde 27 ile Fransızlar.

Araştırma Siemens Mobile'ın kablosuz, DECT tabir edilen telefonlarından sorumlu birimi için yapılmış. Siemens Mobile DECT telefonlarında Türkiye'de pazar lideri konumunda. Araştırma sonuçlarını okurken, Siemens Mobile'ın Türkiye'deki pazar liderliğini korumak için nasıl bir telefonla Türk tüketicisinin karşısına çıkması gerektiğini düşünmeden edemedim. Yakında piyasada şu özelliklere sahip bir kablosuz ev telefonu görürseniz şaşırmayın; Çağrı geldiğinde Tarkan'ın bir şarkısıyla çalan, düşmanları hızlı arama tuşu olan, çaldığında yatakta kaybolmamasını sağlayacak yanar döner ışıklara sahip, vibrasyonlu, aile fotoğraflarını koyacak çerçeveli bir model...

Telefon kabalıkları

Konuşurken bekletme:
Yüzde 35. Birinci İngiltere, yüzde 52. Türkiye yüzde 19

n Başkası gibi davranma: Yüzde 15. Birinci Polonya, yüzde 20. Türkiye yüzde 5

n Seks yaparken telefona cevap verme: Yüzde 7. Birinci Türkiye, yüzde 25

n Gizlice kayıt etme: Yüzde 3. Birinci Fransa, yüzde 5. Türkiye yüzde 1

Hık demiş burnundan düşmüş

Hani herkes çift yaratılmıştır derler ya, kanıtı bu olsa gerek. Berlin Film Festivali'nde Altın Ayı ödülü kazanan Duvara Karşı filminin yıldızı Sibel Kekilli, sanki hık demiş ABD'li yıldız Jennifer Love Hewitt'in burnundan düşmüş. Şarkıcı, dizi film ve sinema oyuncusu olarak ün yapan Hewitt, İnternet'te de çok popüler. Ünlü sinema dergisi Premiere'e göre Jennifer Love Hewitt İnternet'te adına site açılan en popüler üçüncü aktrist. Sinema ve televizyon dizilerindeki başarısına ek olarak Hewitt'in üç de müzik albümü var.

Sürübotlar ''Av''a çıktı

Geçen hafta ''Sürübotlar geliyor'' başlıklı karınca ya da arı oğulları gibi sürü halinde hareket eden moleküler robotların damarlarımızda dolaşacağı günlerin yakın olduğunu yazmıştım. Bu eli kulağında teknolojinin romana da konu olduğunu, Michael Crichton'ın son romanı ''Prey''in kontrolden çıkan sürübotları konu aldığını ve yakında Türkçe'ye de çevrileceğini yazmıştım. Yazımın yayınlandığı gün uğradığım kitapçıda bir sürprizle karşılaştım. ''Prey'', ''Av'' ismiyle karşımdaydı. İpek Demir'in çevirisiyle Altın Kitaplar yayınlamış. Pazartesi günü işe geldiğimde, masama gelen zarftan da ''Av'' çıktı. İpek Demir'in başarılı çevirisini kaçırmayın. n altinkitaplar.com.tr

Adamı gözünden tanır

Gözün iris tabakasını tanıma teknolojisi güvenlik amacıyla uzun bir süredir kullanılıyordu. Oldukça pahalı bir sistem olması nedeniyle genellikle büyük organizasyonlarda kullanılan teknoloji, Panasonic'in BM-DT120 kamerasıyla artık her masaya, her keseye hitap ediyor. Panasonic'in yeni ürünü evleri ve iş yerlerini hedefliyor. Kullanıcının gözündeki iris tabakasını tarayan kamera kişisel bilgisayarların istenmeyen kişilerce kullanılmasını başarıyla engelliyor. Gözbebeği ile göz akı arasında kalan iris tabakası, tıpkı parmakizi gibi kişiye özel bir yapıya sahip. İrisin kişiye özel yapısı tek yumurta ikizlerinde bile birbirine uymuyor. Panasonic'in iris tabakası tanıyan kamerası şifre unutma, her uygulama için farklı şifre kullanma gibi zorlukları ortadan kaldırıyor. Panasonic BM-DT120 aynı zamanda İnternet kamerası olarak da kullanılabiliyor.  panasonic.com.tr
Yazının Devamını Oku