Yorgo Kırbaki

Rumlar sanat müziği sever

6 Mayıs 2006
Takvimlerin 28 Nisan’ı göstermesine en az kırk defa şahit olmuş yaş grubundaki biz İstanbullu Rumların, babalarımızdan miras aldığımız, ancak sanırım çocuklarımıza miras bırakamayacağımız özelliklerimizden birisi de Türk Sanat Müziği’ne olan sevdamız, tutkumuzdur. Bu sevdanın, bu tutkunun kanıtı da Osmanlı dönemindeki bestekar dedelerimizdir. Çocukken eş dost toplantılarında, çatal bıçak sesleri azaldığı vakit, yaşıtımız kızlar "programı" bir iki pop aranjmanla açarlardı: Dünya Dönüyor, Hoşgör Sen, Affet Gitsin Aldırma...

Sonra annelerimiz Atina’dan gönderilen 45’lik bir plağı pikaba koyar, dil de, makam da değişirdi. 60’ların Yunanca şarkılarını dinler, söylerdik. Mandubala, Zinguala...

ESAS PROGRAM BABALARDAN

Vakit ilerlediğinde, "bayrağı" babalarımız devralır, önce mırıldanarak, sonra da yüksek sesle hegemonyalarını ilan ederlerdi: Nerden Sevdim O Zalim Kadını, Karşıyakalı... Ben Gamlı Hazan... Bir Demet Yasemen...

"Programın" en uzun bölümü Türk Sanat Müziği ile geçerdi. Uşşaktan tutun, hicazkara, gazellere kadar. Annelerimiz, "Yahu uyuduk, canlı bir şey söyleyelim" dediklerinde, kocalarından tez cevap alırlardı: "Sen müzikten ne anlarsın. Müzik bu..."

Sonra büyüdük biraz ama delikanlılık yıllarımızdaki partilerde de durum pek farklı değildi. DJ görevini üstlenen arkadaşlar, Arım Balım Peteğim’i, Aşkın Kanunu’nu hiç eksik etmezlerdi. Okulda bile kendi aramızda eğlenirken Türk Sanat Müziği söylerdik: Biz Heybelide Her Gece Mehtaba Çıkardık...

RESTORANIN ADI HAKİKİ ÇIRAĞAN

Atina’da da bu sevdamız uzun zaman değişmedi. Ancak, öyle zannediyorum ki, Türkiye’de sanat müziğine ilginin azalması bizleri de etkiledi. İstanbul’dan yeni Türk Sanat Müziği kasetleri gelmez oldu. Arabesk de yaşam tarzımıza pek uymadığı için (istisnalar kaideyi bozmaz) popa yönlendik: Git, Git, Gitme Dur Ne Olursun... Gitme Dur Yalan Söyledim...

İşte bu yüzdendir herhalde, 28 Nisan’a kadar Nurdan Torun’u tanımıyordum. Ne adını, ne de sesini duymuştum.

Bir gün, nereye gidelim diye gazeteleri karıştırırken, arkadaşım "Çok iyi sesi var. Üstelik ciddi bir sanatçı" deyince rezervasyonumuzu yaptırdık.

Arkadaşımın anlattıklarına rağmen yine de İstanbul’daki müzikli taverna programlarının benzerini izleyeceğim şüphesi ile yola çıktık. "Hakiki Çırağan" restoranının girişi de hiç hoşuma gitmedi doğrusu. Asansörle çatı katına çıktığımda masaları çoktan doldurmuş müşterilere şöyle bir bakınca yanıldığımı anladım.

İŞTE MÜZİK BU

Nurdan Torun, mikrofonu eline aldığı andan itibaren mekanın eşsiz boğaz manzarasına bir defa olsun dönüp bakmadım. O ne güzel bir ses, o ne güzel bir yorum, o ne profesyonel bir assolistlik anlayışı...

Dinleyicisi ile haşır neşir olmadan ama öyle büyük mesafe de tutmadan peş peşe sıraladı şarkılarını. Babalarımızın annelerimize söylediği sözü hatırladım: "Müzik işte bu!"

Sanatçıya şampanya ya da viski sunmak anlayışımıza uymaz, ama eğer o mekanda karanfil sepeti olsaydı, memnuniyetimi, hayranlığımı dile getirmek için mutlaka takdim ederdim.

Sağolun Nurdan Hanım!

Düğün var düğün!

İşleri yoğun mu yoğun bu dönem. Kolay değil; hem ülkenin dış meselelerini yürüteceksin, hem de düğün hazırlıkları yapacaksın.

Yunanistan’ın ilk kadın Dışişleri Bakanı Dora Bakoyani, 20 Haziran’da oğlu Kostas’ı evlendiriyor.

Düğün töreni, Kostas’ın 17 Kasım terör örgütü tarafından öldürülen babası Pavlos Bakoyanis’in memleketi Karpenisi şehrindeki bir kilisede yapılacak.

Gelin, Kıbrıslı Rum. Baf şehrinin tanınmış armatör ailesi Kamburidis’lerin kızı Kalia. Dışişleri Bakanı Dora Bakoyani geçen ay yaptığı Kıbrıs Rum Kesimi ziyareti sırasında, gazetecilere yakalanmadan gelinin ailesini ziyaret etmiş.

DAMAT, BİLAL ERDOĞAN’IN İYİ ARKADAŞI

Duyduğumuz, okuduğumuz kadarıyla, dillere destan bir düğün olacak. Davetliler kiralanacak uçaklarla Atina ve Baf’tan Karpenisi’ye gidecekler önce. Kilisedeki düğünün ardından küçük bir tavernada yemek yenilecek. Oradan da tekrar uçaklara binilip Girit adasına gidilecek. Dora’nın memleketi Girit’te sabaha kadar eğlence var.

Çift, dört yıl önce tanıştı. Hani o ilk bakışta başlayan aşklardan...

Kostas ile Kalia, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal’in düğününde hazır bulunmuşlardı. Bilal ile Kostas ABD’de Harvard Üniversitesi’nde okurken tanışıp sıkı dost olmuşlardı. Kostas’ın düğününde davetliler arasında Bilal Erdoğan’ın da bulunduğunu öğrendik.

Düğünde olacakları elbet aktaracağız...

Diplomaside acele etmemek gerek

Söz Dora Bakoyani’den açılmışken, biraz da siyaset yapalım.

Efendim, geçen hafta Sofya’daki NATO Dışişleri Bakanları Toplantısı esnasında Abdullah Gül ile bir araya gelen Bakoyani’nin bir soru üzerine, Yunanistan’ın İstanbul Fener Patrihanesi’nin malları ile ilgili olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvurma niyetini dile getirdiğine ilişkin haberi televizyonlardan, radyolardan duyunca epey şaşırdık.

Patrikhane, ne zamandan beri Yunan kurumu? Atina’nın bu işle ne alakası var? Patrikhane de zaten AİHM’ye başvurmuş. Patrik Vartholomeos bu işe ne der?

İşte bu soruları kendimize sorup haber yapmaya hazırlanırken, bir iki saat sonra Atina Haber Ajansı’ndan Yunan Dışişleri’nin bir anlamda düzeltme açıklaması geldi.

Bakoyani’nin "Patrikhane, malları ile ilgili olarak AİHM’ye başvurmuştur. Yunanistan, bu meselenin adil şekilde halledilmesi ve Patrikhane çıkarlarının korunması için fiili desteğini sürdürecektir" dediği belirtildi açıklamada.

Eh durum böyle olunca, Yunan gazeteleri Bakoyani’nin "gaf"ından bahsettiler.

Diplomasi hiç aceleye gelmez...

KISA... KISA...

ONUR’UN BAŞARISI

Yunan Antenna televizyonunda yayınlanan Popstar benzeri Fame Story’deki iki Türk yarışmacı doludizgin gidiyor. Geçen hafta, bana göre jüri haksız bir şekilde Onur Turan’ı ayrılması önerilen iki yarışmacıdan birisi olarak gösterdi. Kararı gönderecekleri SMS’lerle Yunan halkı verecekti. Ne yalan söyleyeyim; halkın, Onur yerine Yunanlı yarışmacının kalmasından yana oy kullanacağına inanıyordum. Yanılmışım. Onur, hem Fame Story’de kaldı, hem de Luis Miguel’in "Historia de un amor" şarkısını seslendirerek herkesi büyüledi. Başarılı yorumu ve sahnesi sayesinde de haftanın birincisi bile oldu. Bu da en çok diğer Türk yarışmacı Fide Köksal’ın işine yaradı. Onur’un tercihi sayesinde Fide ayrılması önerilen yarışmacı olmaktan kurtuldu.

ANADOLU ATEŞİ ATİNA’DA

12 Mayıs’ı iple çekiyorum desem yeridir. Atina’yı Pire limanı ile birleştiren Neo Faliro semtindeki 14 bin kişilik Barış ve Dostluk spor salonu, o gece çok özel konukları ağırlayacak. Anadolu Ateşi’ni... Muhteşem bir gece olacağına eminim. Yunan gazeteleri daha şimdiden Anadolu Ateşi’ne övgüler yağdıran haberlere yer verdiler.
Yazının Devamını Oku

Anna’ya kaç puan vereceksiniz?

29 Nisan 2006
Allah vergisi bir gırtlağa sahip, bedenini notalarla bütünleştirebilecek kadar iyi eğitmiş ve meslek hayatında hep doğru seçimler yapmış bir ses sanatçısının "siyasi" görüşü ne kadar önemli? Diyelim ki 20 Mayıs gecesi Eurovision şarkı yarışmasında oylamaya geçildi. Üç veya dört ülke başa baş gidiyor. Son beş ülkeden dördü oyunu kullanıyor; Arnavutluk, Yunanistan, Bulgaristan, Makedonya. Düğümü son ülkenin oyu çözecek. Ya Yunanistan (favoriler arasında) ya da başka bir ülke yarışmanın birincisi olacak.

TÜRKİYE’NİN PUANI BELİRLEYİCİ OLABİLİR

Heyecan dorukta. Atina’daki yarışmanın sunucusu Sakis Ruvas, son bağlantıyı yapıyor: Hello Turkey...

Eurovision şarkı yarışmasında oyunu açıklayacak son ülke Türkiye ve Türkiye’nin puanları yarışmanın birincisini belirleyebilir.

Yunanistan’da uzun yıllar pop müziğinin tartışılmaz bir numarası olan Anna Vissi, yarışma öncesi "Everything" şarkısının tanıtımı için onca ülke gezdi ama Türkiye’ye gitmedi. Malta ve Arnavutluk dahil, onca ülkenin televizyonlarına çıkıp demeçler verdi ama Türk medyasına tek kelime söylemedi.

Yarışmaya daha üç hafta var. Ancak Vissi’nin resmi programında Türkiye ziyareti yok. Yakın çevresine "Patrik Vartholomeos’un elini öpüp hayır duasını almak isterdim" diyerek bir pencere açık bırakıyor sadece.

GELMİYOR, ÇÜNKÜ TÜRKİYE’YE KARŞI

Sibel Tüzün’ün bırakın Atina’ya, Kıbrıs Rum Kesimi’ne bile gitmesine, Rum kesimini temsil eden Annet Artani’nin de programında İstanbul ziyareti bile olmasına rağmen; Yunanistan’ın temsilcisi Kıbrıslı Rum Anna Vissi, onca şarkısının çok sevilmesine ve hatta bazılarının Türkçe’ye çevrilmesine rağmen Türkiye’ye uğramıyor.

Çünkü Vissi, Kıbrıs sorunu yüzünden Türkiye’ye ve Türklere en azından olumlu bakmıyor. Türkiye karşıtı duygularını ve görüşlerini yıllarca dile getirmekten çekinmedi. Kıbrıs’ta Annan planına "hayır"ın hararetli savunucuları arasında yer aldı.

Şimdi de geçtiğimiz günlerde, Yunanlı gazetecilere "Türk halkına karşı bir şeyim yok" dedi. Vallahi inanmak zor.

Türkiye, yanılmıyorsam 1988 yılında Yunanistan’a üç puan vererek ilk ilke imza attı. Yunanistan bu jeste yine yanılmıyorsam dokuz yıl sonra yedi puanla karşılık verdi.

Bakalım bu defa Anna Vissi Türkiye’den kaç puan alacak?..

Ege’den nahoş bir haber

Ege’den gelen son haberler düşündürücü, hatta endişe verici.

Eskiden, canım çupralar (aman çiftlik çupraları ile karıştırmayalım), fangriler, mercanlar, sargoslar, hatta barbunlar, tekirler ve istavritler masmavi sularda dolaşır, vakti geldiğinde fingirdeşir, yiyip içip mutlu bir hayat yaşarlardı.

Balıkçıların ağlarına, oltalarına takılanlar oldu mu da, onları pişirip afiyetle mideye indirenleri mutlu ve bahtiyar ederlerdi.

Selanik Aristotelion Üniversitesi’nin bir araştırmasına göre, Yunanistan’da yılda 16 bin ton balık avlanıyor. Yüzen ne varsa gırgıra, oltaya, paraketeye takılıyor adeta.

Bunun sonucu da canım balıkların şanına yakışan ağırlıklarının yerinde yeller esiyor. Araştırmaya göre, yakalanan balıkların ortalama ağırlığı normal olması gerekenin yarısı kadar.

Atina’daki balıkçılara bakıyorum da, şöyle bir kilonun üzerinde sinarit veya çupralar hem az, hem de ateş pahası. Kaliteli taze balığın kilosu 30-40 euro civarında buralarda.

Kalkan, lüfer gibi asil balıklarla İstanbul’da başlayan yaşantımı, Atina’da Ege’nin bahşettiği nimetlerle sürdürmeye çalışan biri olarak, bilmediğim tatsız tuzsuz denizlerde; üstelik ne zaman yakalandığı da şaibeli mercan ve barbunları gördükçe kızıyorum.

O zaman da hamsiye, izmarite ve gümüş balığına göz kırpıyorum.

Condoleezza’ya küsler...

ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın 12 saat süren Atina ziyareti buralarda beş gündür konuşuluyor ve daha kimbilir daha ne kadar konuşulacak...

Rice, Kıbrıs konusunda, Türkiye-AB ilişkileri konusunda Washington’un bilinen görüşlerini tekrarladı ama bunları Atina’da da söylemesi hiç hoş karşılanmadı.

ABD Dışişleri Bakanı, Rum Kesimi’nin Kıbrıs sorunu çözülmeden AB üyeliğine kabul edilmesini eleştirdi, Rum Yönetimi ile Atina’yı Türkiye’nin AB yoluna engel çıkarmamaya çağırdı ve KKTC’nin de yalnızlıktan kurtarılması gerektiğini belirtti.

ABD’nin her zaman Türkiye’ye destek çıktığı ve Yunanistan ile Rumlara her zaman haksızlık ettiği konusunda önyargılı Yunan ve Rum medyasında kıyamet koptu.

Doğrusu, Rice bu sözleri söylerken, yanı başında duran Yunanistan Dışişleri Bakanı Dora Bakoyani’nin pek memnun kalmadığı bakışlarından belliydi.
Yazının Devamını Oku

Mengen’den Atina’ya

22 Nisan 2006
Bolu’nun Mengen’inden çıktı yola. Antalya, Ankara, Miami, New York, Porto Riko, Bern, Moskova’da tam dokuz yılı geçti. Sıra, şimdi Atina’da. Bir sonraki durağı neresi mi? Allah bilir. İngilizce, Almanca, Rusça biliyor. Şimdilerde de Yunanca öğreniyor. Atina’nın en eski otellerinden beş yıldızlı ve yaklaşık 300 odalı Royal Olympic’in restoranında oturuyoruz. Karşımızda otelin şef aşçısı Birol Dinçli. Birol Dinçli, Bolu’da, aşçıların diyarı Mengen’de 1974’te doğdu. Mengenli ya, lezzetli yemek pişirmek geninde mi var nedir? Babası Cahit de aşçıbaşı. İlkokulu bitirdikten sonra Anadolu Aşçılık Meslek Lisesi’ne gitti. Eğitimi tam yedi yıl sürdü. Üç hafta önce ölen okulun müdürü Fatih Kılıç’ı rahmetle anıyor. Sohbete başlamanın zamanı...

Atina’ya nasıl geldiniz? /images/100/0x0/55ea1a7ef018fbb8f86b7282

- Son olarak Moskova’daki Kempinski otelinin şefiydim. Royal Olympic’in sahibi sayın Papadimitriu benimle temasa geçti. Oturduk, konuştuk, anlaştık. Sekiz aydır Atina’dayım.

Atina’ya kebapçı ithali yapıldı ama şef ithali ilk kez oluyor...

- Yanımda 50 kişi çalışıyor. Yardımcılarım Fransız, İtalyan ve Yunanlı. Pastane bölümünü Türkiye’den getirttiğim meslektaşım Ercan Yetim’e teslim ettim. Organizasyon işi epey zamanımı aldı. Eşim Arzu ve 14 aylık oğlum Hakan Ardan ile otelde kalıyoruz. Yakında bir eve taşınacağız.

Atina’da bir Türk şef olmak nasıl bir duygu?

- Gurur verici bir şey. Türkiye’deki meslektaşlarıma yurtdışına açılmalarını tavsiye ederim.

Otelin mutfağında neleri değiştirdiniz?

- Mönüde köklü değişiklik yaptım. Akdeniz ağırlıklı beynelmilel bir mutfağı tercih ettim. Hünkarbeğendi ve Türk mezeleri ekledim. Yardımcılarıma eti Türk usulü terbiye etmelerini öğrettim. Ben de Yunan yemeklerini öğrendim.

Yunan yemeklerini beğeniyor musun?

- Önemli olan müşterilerin beğenmeleri! Etin Atina’da çok lezzetli olduğunu söyleyemem.

Beş yıldızlı otelde şeflik aşçıbaşılıktan farklı, değil mi?

- Yemek dışında bir sürü işle de uğraşıyorum. Üç restorana bir de oda servisini eklerseniz, günümün nerdeyse tamamı otelde geçiyor. Sanırım Türkiye’deki oteller tesis olarak Yunanistan’dan iyi ama turizm mantalitesi açısından Yunanistan önde.

Türkiye’ye dönmeyi düşünüyor musunuz?

- Belli olmaz... İyi bir teklif gelirse düşünürüm tabii.

En çok kaç kişi için yemek yaptınız?

- Moskova’da bir davette 2 bin 500 kişi için yemek yaptım. Yemeklerimi tadanlar arasında Tayyip Erdoğan, Abdullah Gül, Rahmi Koç, Şarık Tara, Ferit Şahenk, Aziz Yıldırım ve Hüsnü Özyeğin de var. Yabancılardan ise şu anda aklıma gelenler Vladimir Putin, Paul McCartney ve Luciano Pavarotti.

Güleryüzlü, dinamik ve mesleğine aşık Birol usta ile sohbetimiz bittiğinde 3 Ekim 2003 tarihli Milliyet Gazetesi’nin kupürünü gösterdi. TBMM’nin lokantasında yaşanan Rus salatası-Amerikan salatası tartışmasına "uzman" olarak son noktayı koyuyordu.

Yunan ekranlarındaki Türkler

Bu ülkenin üç büyük TV kanalından birisi olan Mega’da "Survivor... Türkiye-Yunanistan. Sekiz Yunanlı ve sekiz Türk arasında Panama’da büyük yarış... 250 bin Euro ödüllü yarışma için kayıtlar devam ediyor" diyen spotlar izledim.

Bu ülkenin üç büyük TV kanalından birisi olan Antenna’nın "Popstar" tarzı bir yarışma programında (Fame Story) yetenekli Onur Turan’ı izledim. Onur, iki haftadır jüriden en yüksek puanları alıyor. İsmi yanlış yazılmadıysa Fide Köksal adlı İstanbul’da uluslararası ilişkiler eğitimi görmüş , şimdilerde de konservatuvarda okuyan bir kızımız da bu hafta yarışmaya girdi. Yani Yunanistan’daki bir TV yarışmasında iki Türk var.

Bu ülkenin üç büyük TV kanalından birisi olan Alpha’da ömrü kısa da olsa Asmalı Konak ve Bir İstanbul Masalı’nı izledim.

Bitmedi tabii... Mega televizyonunda yayınlanan Yabancı Damat’a ilgi hiç eksilmeden sürüyor. Talk show’un duayeni sayılan Nikos Mastorakis, Antenna’daki yeni programında partner olarak altı yıldır Atina’da yaşayan Türk manken Neshan Mulazim’i seçti.

Aman maşallah... Ama nazar değmesin...

Huzurlarınızda Maria Menusos

Eurovision şarkı yarışmasına yaklaşık 40 gün kaldı. Ev sahibi Yunanistan da hazırlıklarına hız verdi. Yarışmayı Türkiye’de de sevilen bu diyarın Tarkan’ı Sakis Ruvas’ın yanı sıra, düne kadar adını buralarda kimsenin bilmediği Maria Menusos sunacak. Maria hoş güzel de, daha düne kadar Eurovision adlı bir şarkı yarışması yapıldığından haberdar değildi.

Amerika’dan "ithal" Maria, Yunan asıllı Amerikalı. NBC’de gazeteci olarak çalışıyor. Birkaç dergiye poz vermiş, ikinci sınıf birkaç dizide ve filmde roller almış. Yunancası evlere şenlik.

Yarışmayı sunmak için imzaladığı sözleşmede 40 bin Euro alacağı yazılıyormuş. 28 yaşındaki Maria için "Sevimli Sakis’in yanında sevimli bir kız göreceğiz. Yarışma bittiğinde, televizyonu kapatıp o geç saate kadar pek anlamadan yediğimiz pizzaları nasıl hazmedeceğimizle uğraşacağız. Tabii yarışmayı da, sunucusunu da çoktan unutmuş olacağız" diyor kötü diller.
Yazının Devamını Oku

Uğruna sıkıyönetim ilan edilen aşk

15 Nisan 2006
Ne aşk hikayeleri yaşadık, yaşattık, duyduk ve okuduk... Kavuşan, bir o kadar da kavuşamayan aşıklar. Yár için canından, tahtından, parasından pulundan, özgürlüğünden, onurundan olan sevdalılar... Size bugün anlatacağım öykü hayli farklı. Üzerinden 50 küsur yıl geçmesine rağmen bu diyarda hálá konuşulan, esrar perdesinin hálá aralanmadığı bir öykü bu. Uğruna sıkıyönetim ilan edilen, anayasada değişiklikler yapılan ve basına sansür konan bir aşk öyküsü.

Yıllardan 1950, aylardan ağustos. Yunanistan, Nazi işgali yetmiyormuş gibi bir de iç savaşın açtığı yaraları kapatmaya çalışıyor. Girit adasında, sıcak mı sıcaktı 20 Ağustos gecesi. İrakliyon (Kandiye) şehrinde 17 yaşındaki Tasula, ablası ve eniştesi ile birlikte yazlık sinemadan yeni çıkmıştı. Şehrin en zengin işadamı ve savaş yıllarında adına efsaneler /images/100/0x0/55eb00a3f018fbb8f8a4a0c8yazılmış o döneme göre solcu sayılan Liberaller partisinin milletvekili Yorgos Petrakoyorgis’in kızıydı. Kimse ona yan gözle bakmaya cesaret bile edemezdi.

Sinema çıkışı ablası ve eniştesi ile birkaç yüz metre ötedeki evine giderken yanına siyah bir otomobil yaklaştı. İçinden esmer, boylu poslu bir delikanlı çıktı. Girit’in Anogia bölgesinin en meşhur ailesi Kefaloyanisler’in oğlu Kostas’tı. Petrakoyorgisler’in aksine Kefaloyanisler kralcıydı, sağcıydı. Ailenin büyük oğlu Manolis, Halk Partisi’nin milletvekiliydi.

Kostas, kolundan kaptığı gibi Tasula’yı otomobile soktu ve ortadan kayboldular.

İki aile arasındaki husumet çok eskilere dayanıyordu. Söylenenlere bakılırsa, Tasula’ya sırılsıklam aşıktı Kostas. Ancak, gidip kızı istese, alamayacağı gibi karizmayı çizdirmek de vardı. Kızın da gönlü olsa gerek "Talibim çıktı, tedbirini al" haberini salınca beyninden vurulmuş, o sıcak ağustos gecesi gönül yarasını kaçırmaya karar vermişti.

Girit’te o zamanlar öyle aşkla meşkle pek evlilik yoktu. Dünya evine görücü usulü girilir, aşkın da saygının da zamanla geldiğine inanılırdı.

Tasula’nın kaçırıldığı, üstelik bir Kefaloyanis tarafından kaçırıldığı haberi tez duyuldu adada. Petrakoyorgisler’in namusuna leke sürülmüştü. Bu iş kan davasıydı artık. Kızın babası aşiret reisi gibiydi İrakliyon’da. Tam 1000 silahlı adam topladı. "Tasula’yı bulup geri getirin, o namus düşmanının da leşini" emrini verdi. Oğlanın babası da Anogia bölgesinin aşiret reisiydi adeta. Tam 1000 silahlı adam da o topladı. "Kızına sahip çıksaydı. Kostas’a bir şey olursa ölümlerden ölüm beğensinler" haberi saldı Petrakoyorgisler’e.

Bu arada aşıklar bir manastırda gizlice evlenirler. Balayını Girit’in dağlarında, mağaralarında gizlenerek geçirirler.

Parmaklar terli, parmaklar tetikte; Ada, kaynayan kazan. İlk kan döküldü dökülecek. Atina’da çalkantılı bir siyasi dönem yaşanıyordu. İstikrarsız hükümetler birbirini takip ediyordu. Venizeloslar soyundan Sofoklis Venizelos daha yeni başbakan olmuştu. Venizelos Girit’teki "kriz"in üstesinden gelebilmek için önce aracıları devreye sokar ama nafile. İki aile de Nuh diyor, peygamber demiyor. Başbakan, çaresiz anayasanın dokuz maddesini değiştirerek Girit’te sıkıyönetim ilan eder. Adaya tam 2 bin asker gönderir. Bir aşk için, bir kız kaçırma olayı için, basın susturulur. Tasula ve Kostas hakkında yazmak yasaklanır.

Askerler karış karış dolaşır Girit’in dağlarını ve sonunda aşıkları bulurlar. Kadın babasının yanına, erkek de mahpusa gider. Birbirlerine sadakat yeminleri, "bekleyeceğim" sözleri verirler. Tam 13 ay güneş yüzü görmez Kostas. Cezasını çektiğinde karısını yanına alır.

E aşk işte... Ne olacağı nereye varacağı belli mi? Hiç aşk ömür boyu sürecek diye kural var mı? İki ay geçer ki, "haber" önce adada sonra da tüm Yunanistan’da bomba gibi patlar: Yollarını ayırdılar. Tasula koca evinden baba evine polis refakatinde döndü. Tek celsede boşandılar. Aileleri hemen başkalarıyla evlendirdiler onları. Çoluk çocuğa karıştılar.

Tasula ile Kostas’ın öyküsü için son zamanlarda iki kitap yazıldı buralarda. Kız kaçırma olayını ve ayrılmalarını farklı şekilde anlatan iki kitap. Gerçek nerede, bilinmez. Oğlu (Manolis) bugün Karamanlis hükümetinde deniz ticaret bakanı olan Kostas, 14 yıl önce öldü. Hiçbir zaman da konuşmadı. Tasula ise ihtiyar bir kadın. Ne kadar daha yaşayacaksa da, ağzını açmak değil niyeti.

Birand’ın cevabı

Yunanistan Ulusal Bankası’nın (NBG) Finansbank hisselerini satın aldığını açıklamasının ertesi günüydü. Atina’da Hilton Oteli’nde Economist Dergisi tarafından düzenlenen ve Türkiye’nin Avrupa’daki geleceğinin konuşulduğu panelde, Dışişleri Bakan Yardımcısı Yiannis Valinakis "Türkiye’nin AB perspektifini destekliyoruz" diyerek başladı konuşmasına. Sonrasında Yunanlı politikacıların pek sevdiği kelimeleri kullandı: "Evet ancak..."

Ardından, o ana kadar çizdiği tabloyu tamamen değiştirdi. Hayli karamsar yeni bir tablo çizdi. Ege’deki askeri uçuşlardan tutun da, Kıbrıs’a kadar bir sürü şikayet.

Yunan Dışişleri Bakan Yardımcısı’na cevap bir gazeteciden, Mehmet Ali Birand’dan geldi.

Paneldeki konuşmacılar arasında olan Birand "Para ürkektir. Para çabuk kaçar" diyerek, Valinakis’in çizdiği tablo ile NBG’nin Türkiye’de bu kadar büyük bir yatırım (ilk aşamada 2,7 milyar euro) yapması arasındaki çelişkiyi vurguladı.

Yunanlı politikacılar ikide bir "AB’de Türkiye’ye verilen destek"ten bahsediyorlar. Onca yıl izlenen "AB’de Türkiye’yi veto" taktiğinden kendi çıkarları için vazgeçmeleri gerçekten destek mi diye düşünüyoruz. Bir diğer deyişle, olur olmaz her şeye karşı çıkmamak destek mi?
Yazının Devamını Oku

Barış emekçisine geç gelen saygı

8 Nisan 2006
Zamanlar kötüydü... Zamanlar sinsi... Zamanlar, bir Türk ile bir Yunanlı siyasetçinin değil konuşmasını, el sıkışmasını bile buralarda tartışma konusu yapacak kadar şüpheciydi. "Türkiye ile iyi ilişkiler gerek" diyen sesler "çatlak" sayılıyor, kim böyle sözler söylese "hain" damgasını yiyordu. Bu açıdan, o, "hain"den çok öteydi. O, Türkler ile Yunanlıların yakınlaşmasının zaruretine inanıyor, iki ülkeden politikacıların, askerlerin kapılarını aşındırarak "diyalog, diyalog" diye yalvarıyordu.

Zamanlar, dedik ya kötüydü... Ne temas, ne dostluk, ne işbirliği. Onun, Atina şehir merkezindeki turistik Plaka semtindeki evinin önüne birileri "vaktin geldi hain" diye duvar yazısı yazmışlardı. Atina Üniversitesi’ndeki bir toplantıdan çıkarken yanına yaklaşan bir başkası da suratına yumruğu indirmişti. Kim miydi saldırgan? Birkaç yıl sonra Abdullah Öcalan’ı Atina’ya getiren emekli General Andonis Naksakis.

Dönemin faşist-ırkçı yayın organları "haber" yokluğunda onun fotoğrafını birinci sayfadan yayınlamayı adet edinmişlerdi. Ne hakaretlere maruz kaldı, ne tehditler aldı... Ama o hiç yılmadı. Hep bir "itfaiyeci" gibi nerede "yangın" varsa koştu.

Karanlık yıllarda, rahmetli milletvekili Dr. Sadık Ahmet kendisini ve Batı Trakya azınlığını "Türk" diye tanımladığı için mahkemelerde sürüklendiğinde, gidip tanıklık yapacak kadar cesaretliydi. Hissedarı olduğu bir dergide, Yunanistan’ın karasularının altı, hava sahasının ise 10 mil olmasındaki çelişkiyi defalarca yazdı. O, Türkiye’siz AB’yi "bitmeyen senfoni" sayıyordu.

Ülkesinde anlaşılamamanın ezikliğini belli etmemeye çalışırdı hep. Günün birinde düşüncelerinin, vizyonunun gerçekleşeceğine emindi.

Ege’nin iki yakasında o kötü zamanlar, o sinsi, o karanlık zamanlar geride kaldı. Peki kaçımız Andreas Politakis’i biliyoruz?

Asker babanın ve asker ağabeyin "rotasından" saparak inşaat mühendisi olmuştu. Daha sonra Milliyet Gazetesi ile birlikte "Abdi İpekçi Barış ve Dostluk Ödülü"nü yarattı Andreas Politakis.

İnşaat mühendisi olarak kazandığı paranın önemli bir bölümünü Türk-Yunan dostluğu için çekinmeden harcamıştı.

1999’da başlayan Türk-Yunan yakınlaşması belki de en çok onu mutlu etmişti. 2004 Kasım’ında kalbine yenildi, göçüp gitti bu dünyadan.

Geçtiğimiz günlerde, Yunanistan’da ilk kez Andreas Politakis için bir tören düzenlendi. İktidar ve muhalefet partilerinin temsilcileri "eserinin örnek alınmasından" bahsettiler.

Bize göre Yunanistan, geç de olsa gerçek bir barış emekçisine gereken saygıyı gösterdi.

Güneş tutulması hakkında

Türk basını: "Güneş tutulmasını bütün dünya en güzel Antalya’dan izledi." Yunan basını: "Bütün dünya en güzel güneş tutulmasını Meis (Kastellorizo) adasından izledi."Her iki basının yazdıklarında da doğruluk payı var. Bize göre bütün dünya geçen hafta güneş tutulmasını en güzel Ege’den izledi.

Şair Odiseas Elitis’in bir şiirinde "Ay, güneşin maskesini takmış" diye anlattığı güneş tutulması Eski Yunan’da pek iyiye işaret sayılmazmış. Hatta, fizik felsefenin babası sayılan bilim adamı Milisioslu Thalis (M.Ö. 624-546), güneş tutulmasının farkına mı varmış nedir, diyarını mutlak bir Pers saldırısından kurtarmış. Rivayete göre Thalis, Perslere "Eğer bize saldırırsanız tanrılar güneşi gizleyecek" diye haber salmış. Persler, güneş tutulmasını görünce "Eyvah tanrılar düşmandan yana" deyip kaçmışlar er meydanından.

MEİS HALKI ÇOK MUTLU

Gelelim günümüze. Patra Üniversitesi Astrofizik Enstitüsü öğretim üyesi Hristos Gudis’e göre, güneş tutulmasından en çok etkilenen hayvanlar köpekler ve tavuklar. Köpekler kendilerini garip hissedip havlamaya başlıyormuş. Tavuklar ise "Eh akşam oldu" deyip uyumaya gidiyorlarmış.

Yazılanlara bakılırsa Meis’e akın eden çoğu bilim adamı ve binlerce turist güneşin tutulmasından mest olmuşlar.

Kışın 200’den az sakini bulunan Meis’teki taverna ve pansiyon sahipleri ise kesin herkesten daha mutluydu!

K I S A K I S A

BU NASIL SÜRGÜN

Devrik Yunan kralı Konstantin, sözüm ona Londra’da "sürgün"de ama benim İstanbul kaçamaklarımdan fazla Atina’ya geliyor. Konstantin, maşallah zamana da ayak uydurarak internette bir web sayfası açtı. Kraliyet ailesi hakkında ilginç bilgilere ulaşmak istiyorsanız adresi www.greekroyalfamily.com

ZİYNET SALİ’NİN ATİNA TURLARI

İstanbul’dan Atina’ya gelip de eğlence mekanlarına en çok giden sanatçı kim? Bize göre Yunan müziğinin şu sıralar Türkiye’deki en iddialı ismi Kıbrıslı Türk Ziynet Sali (Aman Kuzum.) İlk kez geldiği Atina’da dört gün kaldı ama her gece farklı bir mekandaydı. Yunan pop müziğinin önemli isimlerinden Notis Sfakianakis, Andonis Remos ve Pegy Zina’nın sahne aldığı müzikhollerde sabahladı kızımız. Hatta Remos onu sahneye bile davet etti. Atina gecelerinin birinde de, eğlence merkezi Psirri semtindeki bir tavernaya gitti. Mikrofonu eline alıp şarkı söyleyince Kıbrıs Türkü olduğunu öğrenenler kulaklarına inanamadı. Ziynet, Yunanca bilmiyor, ders alıyormuş. Ha bu arada fotoğrafta göreceğiniz gibi Hürriyet’in Atina bürosuna da geldi sağolsun.
Yazının Devamını Oku

Yıldönümü

1 Nisan 2006
Küçük bir pasta ve üzerinde bir mum. 28 Mart 2005 günü Hürriyet binasından yeni Atina Temsilcisi olarak ayrılırken, kendime verdiğim sözü tuttum ve mumu söndürdüm, pastamı da afiyetle yedim. 29 Mart 2005 sabahı İstanbul’da havaalanındaki pasaport kontrolünde tesadüfen gözüme ilişen Hürriyet’in manşetinde ismimi, resmimi görünce çok sevindim. Aynı sevinci 365 gün içinde defalarca yaşadım.

Kısa bir süre sonra, Cumartesi ekinde "Suyun Öte Yanından" yazıları başladı. Her yönü ile, her vesileyle bu diyarı, bu insanları ve onları meşgul eden konuları anlatmaya çalıştım.

Genel Yayın Yönetmenimiz Ertuğrul Özkök, Hürriyet’in yeni Atina bürosunu ziyaret ettiğinde, tam kapıdan çıkarken "Ben olsam, burada davetler verir, haberler çıkarırdım" demişti. Düşündüğüm projeyi uygulamaya da işte o an karar verdim.

Çizgimizden hiç sapmadan "Suyun Öte Yanından"ın içinde artık bir de "Atina Bürosu" bölümümüz olacak. Türk basınında benzeri denendi mi bilmiyorum, bir gazetenin dış temsilciliğinde, Hürriyet’in Atina bürosunda, gündem elverdikçe mutat şekilde konuklar ağırlayacağız. Kimi zaman politikacı, kimi zaman sanatçı, yazar, gazeteci, sporcular ile sohbet edeceğiz. Kimi zaman da yaşam öyküleriyle bize söyleyecek bir sözü bulunanlarla.

Siftahı, Türkiye’nin Atina Büyükelçisi Tahsin Burcuoğlu ile yapıyoruz.

Haydi rastgele...

A T İ N A  B Ü R O S U

Yunan derbilerini kaçırmayan büyükelçi

1974 Kıbrıs olaylarının daha mürekkebi kurumamıştı, ilk tayini 1976’da Atina’ya çıktı. Sonraki görevleri ise kaderin cilvesi mi ne? Hep kritik dönemlerde, kritik başkentlerdeydi. Tam Şubat Devrimi olmuştu, Tahran; Asala terörü kol gezerken Paris; komünist rejimin Türk azınlığı asimile etmeye çalıştığı yıllarda Sofya... Doğu Bloku’nun parçalandığı, Balkanlar’da ilk silah seslerinin yükseldiği dönemde New York’ta, Birleşmiş Milletler’de idi. Büyükelçi sıfatıyla ilk durağı, bu defa demokratik Sofya oldu. Ardından Ankara’da Ortadoğu dairesi genel müdürlüğü ve şimdi, tam 25 yıl sonra tekrar Atina.

Dışişlerinde 33 yılı dolduran ve 1,5 yıldır Türkiye’nin Atina Büyükelçisi olan Tahsin Burcuoğlu, özel yaşantısında hani derler ya, "bizden biri" gibi. Gezmeyi, güzel yemeği, hoş vakit geçirdiği filmleri, kitap okumayı seviyor. Şiir okumak da ayrı bir zevk veriyor. Eşi, Efsane Burcuoğlu ise yaptığı yemeklerin tarifleri ile Yunan televizyonlarına, dergilerine sık sık konuk oluyor.

Tahsin Burcuğlu, futbola da pek meraklı. Galatasaraylı. Yunanistan’da ise Olimpiakos, Panatinaikos ve AEK arasındaki derbi maçlarını kaçırmıyor. Hatta tuttuğu takım da var ama, Yunanistan’daki hassasiyetler nedeniyle hangisi olduğunu söylemiyor.

Sohbete başlamanın zamanı...

GERGİN GÜNLER GERİDE KALDI

Atina’da büyükelçi olmanın zorlukları nedir?

- Objektif olarak Atina’daki en meşhur büyükelçilik biziz. Deli gibi bir çalışma tempomuz var. Gecenin geç saatlerine kadar çalışıyoruz. Dolayısıyla, özellikle Yunan dışişlerinin bazı yetkilileri de bizim yüzümüzden geç saatlere kadar çalışmak zorunda kalıyorlar. Şaka yollu sitemde bile bulundukları oluyor. Ben de yine şaka yollu Türkiye ile ilgili işlerle meşgul olmayan Yunanlı genç diplomatların gelecekte çok yüksek yerlere pek gelemediğini söylüyorum.

25 yıl öncesine kıyasla değişen ne?

- Eskiden, 1970’li yılların sonlarında, resmi makamlarla hemen hiçbir işimiz yürümezdi. Çalışma hayatımız zordu. Telefonlarımız kesiliyordu. Yunanlı yetkililerden bazen randevu bile alamıyorduk. Şimdi durum çok değişti. Atina’da Türk Büyükelçiliği neredeyse imtiyazlı, ayrıcalıklı, iltimas gören bir büyükelçilik. Bu açıdan hiçbir sıkıntımız yok. Artık bir sürü işi telefonla konuşarak bile halledebiliyorum. Üstelik, görev yıllarımda çeşitli vesilelerle tanıdığım, hatta bazılarıyla sohbetlerde kapıştığım, ancak dost saydığım bazı Yunanlı diplomatların bugün yüksek mevkilerde olmaları benim için ayrı biri avantaj.

Karşılıklı ziyaret trafiği çok yoğun...

- Evet, inanılmaz bir trafik yaşanıyor. Sözgelimi önümüzdeki hafta iki bakanımız aynı tarihlerde Atina’da olacak. Ancak, ikili ilişkilerimizde ölçü olarak çok yüksek düzeydeki ziyaretleri alacaksak, Türkiye ile Yunanistan’ın çok başarılı oldukları söylenemez. Sözgelimi, Başbakan Kostas Karamanlis’in Ankara’yı ziyaret etmesini bekliyoruz. Son Yunan Başbakanı Ankara’yı ziyaret ettiğinde tarih 7 Mayıs 1959’du ve ben 10 yaşındaydım.

Türk-Yunan sorunları ne durumda?

- Aramızdaki sorunlara çözüm aramaya devam ediyoruz. Bugün önemli olan, tarafların bu sorunları krize dönüştürmemekteki iradeleri. Çözüm için siyasi irade gerek. Ayrıca, hükümetlerin göstereceği siyasi iradenin, aynı zamanda muhalefet partilerinin ve kamuoyunun önemli bir bölümü tarafından da benimsenmesi gerek. Özellikle de, burada Yunanistan’ı kastediyorum. Çünkü, Yunanistan’dan Türkiye’ye, Türkiye’den de Yunanistan’a bakış aynı değil. Sorunlar halledilirken de bir tarafın yüzde 100 kazanması diye bir şey olamaz. "Zafer" veya "yenilgi" sayılacak bir çözüm, kalıcı çözüm değildir. Bu arada, ticaret, enerji ve turizm gibi alanlarda çok başarılı işler yaptığımızı da belirtmem lazım.

Ya Kıbrıs?

- Orada durum daha farklı. Çözüme taraflardan biri büyük çoğunlukla "evet", diğeri ise büyük çoğunlukla "hayır" dedi. Dolayısıyla, görüş farklılıklarını gidermek zaman alacak. Çözüm için Rum tarafını ikna etmek gerektiği kanaatindeyim. Burada da Yunanistan’a düşen bir görev var.

Atina’da hiç sıkıntılı uyuduğunuz gece oldu mu?

- Hayır, hiç sıkıntı duymadım. Elbette, söylendiğim zamanlar oldu. Ancak, huzursuz olmadım. Çünkü iki taraf da eski gergin günlere dönmeye kesinlikle niyetli değil. Zamanla ve özellikle insanların birbirlerini daha iyi tanımaları sonucu, daha çok Yunanistan’da olduğunu zannettiğim önyargıların da giderilebileceğine inanıyorum. Bizi ayıran noktaları törpülemek, benzerlikleri vurgulamak gerek. Yunanistan AB üyesi, Türkiye AB üyesi olmaya çalışıyor. Tabii bazı şeyleri yapmamak lazım. Sözgelimi "Ha şimdi ben bunu kıstırdım, bunun beklentileri var. Hazır kıstırmışken şu işi de halledeyim" diye düşünmemek gerek.

25 yıl sonra Atina’yı, Yunanlıları nasıl buldunuz?

- Şehrin merkezi hiç değişmemiş. Her şey aynı kalmış. Mesela, 25 yıl önce gittiğim bir tatlıcı vardı, lezzetli lokma yapardı. Annemi, babamı bile götürmüştüm. Bir buçuk yıl önce tekrar geldiğimde tatlıcıyı elimle koymuş gibi buldum. Tabii Atina’nın çevresi hayli genişlemiş. Fevkalade net görünüyor ki, 25 yıl içinde Yunanlılar çok zenginleşmiş, AB’nin rolü bu zenginlikte açıkça görünüyor. Ayrıca, yabancı dil konuşanların da sayısı çok artmış.
Yazının Devamını Oku

Mucizenin fotoğrafı 50 bin euro

25 Mart 2006
Vissarion Korkoliakos (1908-1991) söylenenlere bakılırsa ömrünün büyük bir bölümünü manastırda geçiren, iyi kalpli ve yardımsever bir rahipti. Öyle sessiz yaşayıp, öyle sedasız gitti. Ömrünün son 40 yılını Atina’dan yaklaşık 200 kilometre mesafedeki Lamia şehri dışında Agathonos manastırında geçiren Vissarion’un öldükten 15 yıl sonra bir ülkenin din ile bilim adamlarını karşı karşıya getireceğine, medyanın günlerce kendisinden bahsedeceğine ve bir fotoğrafının neredeyse küçük bir daire fiyatına satılacağına kim inanırdı?

Dinlerin belki de her zamankinden çok mucizelere ihtiyacı olduğu, bilimin ise izah edilemez hiçbir şey bulunmadığını savunduğu bu sinsi zamanlarda, koskoca Yunanistan rahip Vissarion için adeta ikiye bölünmüş durumda.
/images/100/0x0/55ea22fcf018fbb8f86d758b
BİLİMSEL AÇIKLAMASI VAR

Rahip, öldükten sonra manastırın bahçesine gömüldü. Bir süre önce de manastırda onarım çalışmaları sırasındaki kazılarda bulunan tabutu açıldı. O gün bugündür de kıyamet kopuyor.

Rahibin cüppesinin ve elinde tuttuğu İncil’in hiç zarar görmediği, hatta yüz ve beden derisinin bile erimediği hayretler içinde görüldü çünkü.

Din adamları avaz avaz "mucize" diye bağırmaya başladılar. Dindarlar da bu "mucizeyi" görmek için koştular tabii ki. Manastırın önünde uzun kuyruklar oluşturdular. "Uyanık" birileri hemen manastıra turlar düzenlediler. Vissarion’un ikona şeklinde resmi çizilip, 5 euro’dan satışa bile sunuldu.

Bilim adamları eski Mısır’daki firavun mumyalarından yola çıkarak, mucize iddialarının saçmalık olduğunu, bu işteki "sırrın" Vissarion’un gömülme şeklinde yattığını açıkladılar. İklim şartlarının ve tabuta ne kadar oksijen girdiğinin de önem taşıdığını söylediler.

AZİZ İLAN EDİLSİN

Dindarlar, İstanbul patriği Vartholomeos’un (niye Bartholomeos diyoruz anlamıyorum. Aynı şekilde, Kıbrıs Rum Yönetimi’nin eski lideri Glafkos Kleridis’e de "Klerides" ve Yunan albaylar cuntası liderlerinden Yionnidis’e "Yuannides" dememizi anlamış değilim), rahibi aziz ilan etmesini istiyorlar ama onun öyle bir niyeti olduğunu hiç zannetmiyorum.

Medya habere balıklama atladı şüphesiz. Ancak görüntü ve fotoğraf sıkıntısı yaşıyordu. Birileri arz-talep ilkesinden yola çıkarak, manastırda yasak olmasına rağmen Vissarion’un yüz ve bedeninin erimediğini gösteren tek kare çekerek, bunu tam 50 bin euro’ya bir gazeteye sattı.

Mucize mi değil mi; Tanrı (din adamları için) ve zaman (bilim adamları için) gösterecek.

Bizde böyle...

Bu diyarda aşkın yorumcusu dendi mi akla gelen ilk isim Yianis Parios’un "Aynı gök kubbenin altında eğer ayrı yaşıyorsak, kabahat ikimizde" diyen baladını dinlerken, asıl mesleği mobilyacılık olan -hem de çok ünlü- ama Yunan İstatistik Teşkilatı’nda çalışırken birdenbire makam değiştiren berbat sesli Hristos Kiriazis’in birkaç yıl önce popüler olan şarkısı dolandı dilime:

"Sigara, içki ve uykusuz geceler en iyi ailelerin bile ocağını söndürür".

Efendim, Yunanlılar gelirlerinin yüzde 7.5’ini sağlığa, yüzde 8.38’ini giyim kuşama, yüzde 10.69’unu kira ya da ev kredisine, yüzde 17.10’u yemeğe, yüzde 19.93’ünü de doktor ve ilaca harcıyorlarmış.

Gelirin geriye kalan yüzde 56.68’i nereye gidiyor peki?

Sigaraya, içkiye, eğlenceye, tatile ve telefon faturalarına! Bir de çocukların kurs masraflarına.

Bu kalemdeki harcamaların oranı 40 yılda iki katına çıkmış.

Kiriazis’in gecenin günahkar özelliklerinden bahseden şarkısını mırıldanırken telefon çaldı. Yunanlı bir dostum, haftasonu felekten çaldığı gecenin detaylarını anlattı. İstatistik teşkilatının raporundan etkilenmiş olacağım ki, ne alakaysa sohbeti hayat pahalılığına çektim.

Konu para oldu mu, tipik her Yunanlı gibi şikayete, yakınmaya başlaması gecikmedi.

Hiçbir şeye para yetiştiremiyormuş, kredi kartlarını ödeyemiyormuş, yeni araba alamıyormuş. Ayrıca, kiralar ve çocukların kurs masrafları da çok yüksekmiş...

Sonra yaz tatili için planlarını sordum, bir de önümüzdeki haftasonu ne yapacağını. Maşallah her şeyi düşünmüş, her şeyi programlamış.

Yaşadığım bahar sayısı arttıkça nasıl, neden diyen sorularım da azalıyor sanki. Ege’nin iki yakasında da insanların sanırım bir başka ortak bir yanı, "bu ne perhiz bu ne lahana turşusu" söz konusu oldu mu verdikleri yanıtlar:

"E etsi ine", yani "Bizde böyle!"

Şık adamdı vesselam

Bir dönem Yunanistan’ın üç kıta, beş deniz üzerinde yayılmasını öngören Megali (Megalo değil) İdea’nın, bir başka dönem ise Türk-Yunan yakınlaşmasının mimarı Elefterios Venizelos, ölümünün 70. yılında anıldı.

Venizelos, 18 Mart 1936’da sürgün hayatı yaşadığı Paris’te öldü. Önder miydi, değil miydi tartışmaları 70 yıldır devam ediyor buralarda.

Hakkında yazılanlara bakarken, dönemin ünlü kadın yazarlarından Pinelopi Delta ile çekilmiş bir fotoğrafı dikkatimi çekti. Yazar, Giritli Venizelos için "narsist" derdi. Bilinen o ki, Venizelos ne giyeceğine son derece itina gösterirdi. Her gün, iki hatta üç kez şapka ve kaşkol değiştirirdi.

Şık ve yakışıklıydı vesselam. Aksi takdirde o kadar çok kadın hayranı olmazdı ki!
Yazının Devamını Oku

Bir kahramanın ve bir saatin öyküsü

18 Mart 2006
Ali Denizel’in adını Lalaunis müzesindeki cep saatleri sergisine kadar duymamıştım. Sergideki bir cep saatinin yanındaki madalyanın arkasında "Yunanlılara verdiği hizmetler için" metnini ve ismini görünce araştırmaya başladım. Karşıma bir kahraman çıktı. Giritliydi aslen Ali Denizel, anadan babadan Giritli. Annesi Hediye Hanım Hanyalı, babası Hasan Reis de Kandiyeli (İraklion). Bu dünyaya 1901 yılında Kuşadası’nda geldi ve 1968’de İzmir’de göçtü.

Kuşadası’nda esnaf, tüccar onu iyi tanırdı. Zeytinyağı fabrikası vardı. Bir dönem de tütün komisyonculuğu yaptı. Oraların ağası, beyi idi. Bu yüzdendir ki "Alibey Denizel" derlerdi ona.

Kendisi hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Adına ilk kez geçtiğimiz haftalarda Atina’da Lalaunis müzesindeki cep saatleri sergisini dolaşırken, kalın altın zincirin bir ucunda cep saatini, diğer ucunda da bir yüzünde "Yunan hükümetinden Alibey Denizel’in Yunanlılara verdiği değerli hizmetler için; 25 Mart 1944, E. Çuderos" yazan, arka yüzünde ise Türk ve Yunan bayraklarının olduğu madalyada rastladım.

Hem Alibey, hem de saati için araştırmaya koyuldum. Karşıma, zeytinyağı fabrikatöründen ya da Kuşadası’nın karşısındaki Sisam (Samos) adasıyla tütün ticareti yapan komisyoncudan çok öte bir insan, bir kahraman çıktı.

İtiraf etmeyelim yaptığım araştırmada tam yol almışken, Aktüel dergisinin 1998 yılında Alibey Denizel’den bahsettiğini öğrenince biraz kıskandım, biraz keyfim kaçtı. Ancak yine de yazmayı tercih ettim.

2. Dünya Savaşı patlamış, İtalyanlara kafa tutan Yunanistan, Alman ordularına karşı koyamamıştı. Nazi işgaline uğrayan Yunanistan’da boyun eğmeyi reddeden bazı politikacılar ve aydınlar İngilizlerin de yardımı Kahire’de "sürgün hükümeti" kurmuştu. Atina’dan, Selanik’ten Ortadoğu’ya kaçan yüzlerce siyasetçinin, aydının, askerin, kadının ve çocuğun geçişi Türkiye üzerinden sağlanıyordu. Sisam Adası ile Kuşadası da bu kritik geçiş noktalarından birisiydi.

BAZI MEKTUPLAR HÁLÁ DURUYOR

Savaş mağdurlarını Kuşadası’nda Alibey Denizel ve Kuşadası halkı karşılıyordu. Halk zar zor temin ettiği ekmeği, komşusu ile paylaşıyordu. Alibey, Yunanlıları bazen tek tek, bazen gruplar halinde Mısır’a, Filistin’e gönderiyordu. Gerektiğinde ise kadın ve çocukları kendi koruması altına alıyordu. Bununla da kalmayıp Ortadoğu’ya kaçanların aileleri ile irtibatını sağlıyordu.

Alibey sayesinde kurtulanlar ona yüzlerce mektup gönderiyordu. Kimi Yunanistan’daki ailesine para göndermek, kimi yakınlarının hayatta olup olmadığını öğrenmek istiyordu.

"Alibey, bana 500, karıma da 1000 lira verdiniz. Size 1500 lira borcum var. En yakın zamanda ödeyeceğim."

"Alibey, eğer hayatta iseler ailemi de kaçırmanız mümkün mü?"

"Alibey, biz savaş kurbanlarıyız. Tanrı sizi karşımıza çıkardı ve hayatımızı kurtardık..."

Sözünü ettiğim mektuplardan bazıları bugün bile saklanıyor.

Savaş bittiğinde, İzmir’deki Yunan konsolosluğuna davet edilen Alibey’e, törenle yukarıda belirttiğim cep saati hediye edilir. E. Çuderos imzası, Kahire’de sürgündeki hükümetin başbakanı Emanuil Çuredos’a aittir. 25 Mart tarihi ise Yunanistan’ın milli bayram günüdür. 1821’de suyun bu yakası için "kurtuluş", öte yakası için "Osmanlıya başkaldırış"ın yıldönümü.

SAATİ GERİ VERMEK İSTEMİŞ

Sonrasında bir esrar perdesi var sanki. Alibey, günün birinde Yunan konsolosuna saati iade etmek istemiş. Şimdi madalyadaki tarihe mi, yoksa birkaç yıl sonra yaptığı bir Yunanistan ziyareti sırasında söylendiği kadarıyla hoşuna gitmeyen bazı şeyler yaşanmasına mı kızdı bilinmez. Ancak, İzmir’deki Yunan konsolosu teslim almayı reddedince saat Alibey’de kalmış.

Kahramanımız 1968’de öldükten sonra ise saatin ne olduğu meçhul.

G. Sussma adlı Mısır’daki bir kuyumcunun yaptığı bu cep saatinin, Sisam Adası’nın ünlü kuyumcu ve antikeri Mihalis Stavrinos tarafından Lalaunis müzesine ödünç verildiğini öğrendim.

Sanata, tarihe ve dostluğa saygısına hayran kaldığım Stavrinos, Alibey’i tanımış insanlarla tanıştığını ve bu insanların ona hálá dua ettiklerini söyledi.

Komşunun Eurovision gecesi

Hürriyet’te "Suyun Öte Yanından"a başlarken, Türkiye’nin günün birinde AB üyesi olacağına inancımızı dile getirirken, o gün geldiğinde Lüksemburg’a, Danimarka’ya ya da İngiltere’ye değil, daha çok Yunanistan’a benzeyeceğini söylemiştik.

Aşağıdaki satırları "ısınma turu" olarak okumanızı öneririz:

Mayıs ayındaki Eurovision şarkı yarışmasına ev sahipliği yapacak Yunanistan, yarışmada temsil edileceği şarkıyı geçtiğimiz salı günü belirledi. Kıbrıslı Rum Anna Vissi, hoş bir balad olan "Everything"i söyleyecek. Eurovision şarkısının belirlenmesi için düzenlenen görkemli gecede, Sibel Tüzün "Supersar"ı yarı İngilizce yarı Yunanca okuyarak hem sürpriz yaptı hem de Yunanlıların sempatisini kazandı.

Gecede kimler yoktu ki... Bakanlar, politikacılar, sporcular, sanatçılar. Anna Vissi, hem jüri hem de halkın beğenisine sunduğu dört şarkıyı da aynı özveri ve aynı profesyonellikle okudu.

RUHSATI YOK AMA VERGİ ÖDÜYOR

Yaklaşık 1200 seçkin davetlinin katıldığı gece, hani "Yunanistan’da pop benim işim" diyecek kadar iddialı Vissi’nin haftanın dört günü sahne aldığı şehir merkezindeki eğlence merkezlerinden İera Odos’da (kutsal yol) bulunan Votanikos müzikholünde gerçekleşti.

Ne var ki iki gün önce söz konusu müzikholün ruhsatsız çalıştığı ortaya çıktı. Atina belediyesi dört yıldır faaliyet gösteren ve 150 kişinin çalıştığı Votanikos’a ruhsat vermemiş. Allah korusun bir yangın halinde güvenlik önlemleri yeterli mi, değil mi meçhul. İtfaiye denetim için belediyeden talimat bekliyormuş. Belediye ise Amerika’yı keşfeder gibi Votanikos müzikholünün ruhsatsız çalışması konusunu önümüzdeki hafta meclis toplantısında görüşeceğini açıkladı.

Televizyonlar bangır bangır bağırırken, ruhsatsız bir müzikhole bakanlar, politikacılar gidiyorsa, trafik kaosu yaşanmasın diye polis müzikholün bulunduğu caddede seferber oluyorsa, geceyi de devlet televizyonu NET naklen yayınlıyorsa, mekan sahibinin çıkıp "de facto ruhsatım var" demesi çok mu abartılı olur?

Üstelik Atina belediyesi ruhsat vermediği Votanikos’tan maliye aracılığıyla yüzde beşlik vergisini tıkır tıkır alıyormuş.

Bundan sonra ne olur derseniz; herhalde Atina Belediye meclisi üst üste toplantılar yapar. Eh nisan ortalarına doğru müzikholü kapatma kararı verir. Kararın uygulanması mayısı bulur. O zaman da Atina’daki bütün müzikholler zaten kış sezonunu çoktan kapatmış olur...

Ya seneye? Aman canım, seneye Allah büyük!..

Yunanlı Coşkun’dan kız tavlama tüyoları

Türk sinemasında 70’li ve 80’li yıllardaki seks-avantür film fırtınasının benzeri Yunanistan’da da yaşanmıştı.

Geçen hafta Atina’da düzenlenen 4. Cult Film Festivali’nde, o vurdulu kırdılı, kötü mizahlı ve sevişme sahnelerinin bol olduğu filmleri sevenler, Gagarin adlı bir barda buluşarak hasret giderdiler.

İki gün süren festivalin şeref konuğu, eğer bir benzetme yapacaksak, Yunanistan’ın hem Behçet Nacar’ı, hem tecavüzcü Coşkun’u, hem de Nuri Alço’su sayılan Kostas Gusgunis’ti.

Nacar, Coşkun ve Alço’yu bilmem ama Gusgunis’in film icabı seviştiği veya tecavüz ettiği kadın sayısı tam 420.

Onlarca avantür ve hatta porno filminde rol alan Gusgunis, uzun yıllar önce sinemadan elini ayağını çekti, ticaretle uğraşıyor. Karısı, çocukları ve torunları ile mutlu bir aile yaşamı var.

Festivalde sahneye davet edildiğinde sinemadan ve filmlerinden değil karısından bahsetti. "Yaptığım iş yüzünden yıllarca kavga ettik. Ancak sonunda bensiz yapamayacağını anlayarak yanımda kaldı" dedi.

Gusgunis hani derler ya "kız tavlama"nın sırlarını işe şöyle anlattı:

"Erkek mutlaka cesaretli olmalı. Terslense de ısrar etmeli. Erkek eğer çok istiyorsa sonunda hedefine ulaşır."

Gusgunis zamanlar gibi melodilerin de değiştiğinin farkında değil galiba.
Yazının Devamını Oku