Bir kahramanın ve bir saatin öyküsü

Ali Denizel’in adını Lalaunis müzesindeki cep saatleri sergisine kadar duymamıştım. Sergideki bir cep saatinin yanındaki madalyanın arkasında "Yunanlılara verdiği hizmetler için" metnini ve ismini görünce araştırmaya başladım. Karşıma bir kahraman çıktı.

Giritliydi aslen Ali Denizel, anadan babadan Giritli. Annesi Hediye Hanım Hanyalı, babası Hasan Reis de Kandiyeli (İraklion). Bu dünyaya 1901 yılında Kuşadası’nda geldi ve 1968’de İzmir’de göçtü.

Kuşadası’nda esnaf, tüccar onu iyi tanırdı. Zeytinyağı fabrikası vardı. Bir dönem de tütün komisyonculuğu yaptı. Oraların ağası, beyi idi. Bu yüzdendir ki "Alibey Denizel" derlerdi ona.

Kendisi hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Adına ilk kez geçtiğimiz haftalarda Atina’da Lalaunis müzesindeki cep saatleri sergisini dolaşırken, kalın altın zincirin bir ucunda cep saatini, diğer ucunda da bir yüzünde "Yunan hükümetinden Alibey Denizel’in Yunanlılara verdiği değerli hizmetler için; 25 Mart 1944, E. Çuderos" yazan, arka yüzünde ise Türk ve Yunan bayraklarının olduğu madalyada rastladım.

Hem Alibey, hem de saati için araştırmaya koyuldum. Karşıma, zeytinyağı fabrikatöründen ya da Kuşadası’nın karşısındaki Sisam (Samos) adasıyla tütün ticareti yapan komisyoncudan çok öte bir insan, bir kahraman çıktı.

İtiraf etmeyelim yaptığım araştırmada tam yol almışken, Aktüel dergisinin 1998 yılında Alibey Denizel’den bahsettiğini öğrenince biraz kıskandım, biraz keyfim kaçtı. Ancak yine de yazmayı tercih ettim.

2. Dünya Savaşı patlamış, İtalyanlara kafa tutan Yunanistan, Alman ordularına karşı koyamamıştı. Nazi işgaline uğrayan Yunanistan’da boyun eğmeyi reddeden bazı politikacılar ve aydınlar İngilizlerin de yardımı Kahire’de "sürgün hükümeti" kurmuştu. Atina’dan, Selanik’ten Ortadoğu’ya kaçan yüzlerce siyasetçinin, aydının, askerin, kadının ve çocuğun geçişi Türkiye üzerinden sağlanıyordu. Sisam Adası ile Kuşadası da bu kritik geçiş noktalarından birisiydi.

BAZI MEKTUPLAR HÁLÁ DURUYOR

Savaş mağdurlarını Kuşadası’nda Alibey Denizel ve Kuşadası halkı karşılıyordu. Halk zar zor temin ettiği ekmeği, komşusu ile paylaşıyordu. Alibey, Yunanlıları bazen tek tek, bazen gruplar halinde Mısır’a, Filistin’e gönderiyordu. Gerektiğinde ise kadın ve çocukları kendi koruması altına alıyordu. Bununla da kalmayıp Ortadoğu’ya kaçanların aileleri ile irtibatını sağlıyordu.

Alibey sayesinde kurtulanlar ona yüzlerce mektup gönderiyordu. Kimi Yunanistan’daki ailesine para göndermek, kimi yakınlarının hayatta olup olmadığını öğrenmek istiyordu.

"Alibey, bana 500, karıma da 1000 lira verdiniz. Size 1500 lira borcum var. En yakın zamanda ödeyeceğim."

"Alibey, eğer hayatta iseler ailemi de kaçırmanız mümkün mü?"

"Alibey, biz savaş kurbanlarıyız. Tanrı sizi karşımıza çıkardı ve hayatımızı kurtardık..."

Sözünü ettiğim mektuplardan bazıları bugün bile saklanıyor.

Savaş bittiğinde, İzmir’deki Yunan konsolosluğuna davet edilen Alibey’e, törenle yukarıda belirttiğim cep saati hediye edilir. E. Çuderos imzası, Kahire’de sürgündeki hükümetin başbakanı Emanuil Çuredos’a aittir. 25 Mart tarihi ise Yunanistan’ın milli bayram günüdür. 1821’de suyun bu yakası için "kurtuluş", öte yakası için "Osmanlıya başkaldırış"ın yıldönümü.

SAATİ GERİ VERMEK İSTEMİŞ

Sonrasında bir esrar perdesi var sanki. Alibey, günün birinde Yunan konsolosuna saati iade etmek istemiş. Şimdi madalyadaki tarihe mi, yoksa birkaç yıl sonra yaptığı bir Yunanistan ziyareti sırasında söylendiği kadarıyla hoşuna gitmeyen bazı şeyler yaşanmasına mı kızdı bilinmez. Ancak, İzmir’deki Yunan konsolosu teslim almayı reddedince saat Alibey’de kalmış.

Kahramanımız 1968’de öldükten sonra ise saatin ne olduğu meçhul.

G. Sussma adlı Mısır’daki bir kuyumcunun yaptığı bu cep saatinin, Sisam Adası’nın ünlü kuyumcu ve antikeri Mihalis Stavrinos tarafından Lalaunis müzesine ödünç verildiğini öğrendim.

Sanata, tarihe ve dostluğa saygısına hayran kaldığım Stavrinos, Alibey’i tanımış insanlarla tanıştığını ve bu insanların ona hálá dua ettiklerini söyledi.

Komşunun Eurovision gecesi

Hürriyet’te "Suyun Öte Yanından"a başlarken, Türkiye’nin günün birinde AB üyesi olacağına inancımızı dile getirirken, o gün geldiğinde Lüksemburg’a, Danimarka’ya ya da İngiltere’ye değil, daha çok Yunanistan’a benzeyeceğini söylemiştik.

Aşağıdaki satırları "ısınma turu" olarak okumanızı öneririz:

Mayıs ayındaki Eurovision şarkı yarışmasına ev sahipliği yapacak Yunanistan, yarışmada temsil edileceği şarkıyı geçtiğimiz salı günü belirledi. Kıbrıslı Rum Anna Vissi, hoş bir balad olan "Everything"i söyleyecek. Eurovision şarkısının belirlenmesi için düzenlenen görkemli gecede, Sibel Tüzün "Supersar"ı yarı İngilizce yarı Yunanca okuyarak hem sürpriz yaptı hem de Yunanlıların sempatisini kazandı.

Gecede kimler yoktu ki... Bakanlar, politikacılar, sporcular, sanatçılar. Anna Vissi, hem jüri hem de halkın beğenisine sunduğu dört şarkıyı da aynı özveri ve aynı profesyonellikle okudu.

RUHSATI YOK AMA VERGİ ÖDÜYOR

Yaklaşık 1200 seçkin davetlinin katıldığı gece, hani "Yunanistan’da pop benim işim" diyecek kadar iddialı Vissi’nin haftanın dört günü sahne aldığı şehir merkezindeki eğlence merkezlerinden İera Odos’da (kutsal yol) bulunan Votanikos müzikholünde gerçekleşti.

Ne var ki iki gün önce söz konusu müzikholün ruhsatsız çalıştığı ortaya çıktı. Atina belediyesi dört yıldır faaliyet gösteren ve 150 kişinin çalıştığı Votanikos’a ruhsat vermemiş. Allah korusun bir yangın halinde güvenlik önlemleri yeterli mi, değil mi meçhul. İtfaiye denetim için belediyeden talimat bekliyormuş. Belediye ise Amerika’yı keşfeder gibi Votanikos müzikholünün ruhsatsız çalışması konusunu önümüzdeki hafta meclis toplantısında görüşeceğini açıkladı.

Televizyonlar bangır bangır bağırırken, ruhsatsız bir müzikhole bakanlar, politikacılar gidiyorsa, trafik kaosu yaşanmasın diye polis müzikholün bulunduğu caddede seferber oluyorsa, geceyi de devlet televizyonu NET naklen yayınlıyorsa, mekan sahibinin çıkıp "de facto ruhsatım var" demesi çok mu abartılı olur?

Üstelik Atina belediyesi ruhsat vermediği Votanikos’tan maliye aracılığıyla yüzde beşlik vergisini tıkır tıkır alıyormuş.

Bundan sonra ne olur derseniz; herhalde Atina Belediye meclisi üst üste toplantılar yapar. Eh nisan ortalarına doğru müzikholü kapatma kararı verir. Kararın uygulanması mayısı bulur. O zaman da Atina’daki bütün müzikholler zaten kış sezonunu çoktan kapatmış olur...

Ya seneye? Aman canım, seneye Allah büyük!..

Yunanlı Coşkun’dan kız tavlama tüyoları

Türk sinemasında 70’li ve 80’li yıllardaki seks-avantür film fırtınasının benzeri Yunanistan’da da yaşanmıştı.

Geçen hafta Atina’da düzenlenen 4. Cult Film Festivali’nde, o vurdulu kırdılı, kötü mizahlı ve sevişme sahnelerinin bol olduğu filmleri sevenler, Gagarin adlı bir barda buluşarak hasret giderdiler.

İki gün süren festivalin şeref konuğu, eğer bir benzetme yapacaksak, Yunanistan’ın hem Behçet Nacar’ı, hem tecavüzcü Coşkun’u, hem de Nuri Alço’su sayılan Kostas Gusgunis’ti.

Nacar, Coşkun ve Alço’yu bilmem ama Gusgunis’in film icabı seviştiği veya tecavüz ettiği kadın sayısı tam 420.

Onlarca avantür ve hatta porno filminde rol alan Gusgunis, uzun yıllar önce sinemadan elini ayağını çekti, ticaretle uğraşıyor. Karısı, çocukları ve torunları ile mutlu bir aile yaşamı var.

Festivalde sahneye davet edildiğinde sinemadan ve filmlerinden değil karısından bahsetti. "Yaptığım iş yüzünden yıllarca kavga ettik. Ancak sonunda bensiz yapamayacağını anlayarak yanımda kaldı" dedi.

Gusgunis hani derler ya "kız tavlama"nın sırlarını işe şöyle anlattı:

"Erkek mutlaka cesaretli olmalı. Terslense de ısrar etmeli. Erkek eğer çok istiyorsa sonunda hedefine ulaşır."

Gusgunis zamanlar gibi melodilerin de değiştiğinin farkında değil galiba.
Yazarın Tüm Yazıları