1 Ağustos 2010
Cinsel Araştırmalar Merkezi, Atina ve Selanik’te 600 kişinin katılımıyla bir anket gerçekleştirdi ve “Son bir ayda cinsel ilişki sıklığında azalma var mı?” diye sordu. Erkeklerle kadınların cevapları birbirlerini tutmuyor Takvimler ne diyordu hatırlamıyorum ama rahmetli Duygu Asena’nın da katıldığı bir programda Türk erkeklerinin eşlerini aldatmaları tartışılıyordu. Bir ara Türk erkeklerinin yüzde 70’inin eşlerini aldattıkları söylendi ardında da telefon bağlantıları başladı. Aldatılmış kadınlar feryat ediyordu “Boyu posu devrilesice” ya da “Aldatılmış bir kadınım ama çocuklar için katlanıyorum” tarzı edebiyatla...
Türk televizyonlarından birinde yayınlanan bu programı izlerken kafam attı ve bir anda Atina’dan arayıp bir cümle, daha doğrusu bir soruyla programa katılmaya karar verdim.
Programın yapımcıları “Atina’dan bile izleniyoruz” düşüncesiyle herhalde, beni hemen yayına bağladılar.
Herkese merhaba filan dedikten sonra “Sadece bir sorum var, Türk erkeklerinin yüzde 70’i eşini kiminle ya da kimlerle aldatıyor?” diye sordum.
Psikolog vardı programda, kadın hakları savunucuları da... İnanır mısınız net bir cevap alamadım. Hani biri de çıkıp, “Herhalde başka kadınlarla” diyemedi. Öyle bir cevap alsam, “Türk kadınlarının yüzde kaçı eşini aldatıyor?” diye ikinci soruyu soracaktım.
Onca kış geçti, onca bahar, onca yaz, bazı şeyler değişmiyor ve dünyanın birçok yerinde bu durum aynı.
Cinsel Araştırmalar Merkezi, Atina ve Selanik’te 600 kişinin katılımıyla bir anket gerçekleştirdi. Soru, “Son bir ayda cinsel ilişki sıklığında azalma var mı?”
Cevaplar şöyle:
Kadınlarda yüzde 68 “Evet”, yüzde 32 “Hayır”. Erkeklerde yüzde 43 “Evet” yüzde 57 “Hayır”.
Yani kadınlar son bir ayda daha az, erkekler ise daha çok cinsel ilişkiye girdi. Kiminle yahu?
Eğer Yunanistan’daki ankette “Eşinizi son bir ayda aldattınız mı?” sorusu da sorulsa sonuç yıllar önce Türk televizyonundaki programda duyduğum “Erkeklerin yüzde 70’i eşini aldatıyor”dan farklı olmayacaktı.
Yunanistan’ın dumanlı hava sahası
Takvimler ne diyordu yine hatırlamıyorum... Bilmem kaçıncı İstanbul teftişimde ilk gördüğümde şaşırmıştım. Önce “Daha neler” ardından da “Halk fakir fukara işte” demiştim kendime...
Aynı manzarayı takvimler 2010 yılını gösterdiğinde neredeyse 30 yıldır AB üyesi Yunanistan’da gördüm. Bu defa da önce “Daha neler” ama ardından, “Ekonomik kriz gerçekten büyük” dedim kendime.
Papandreu hükümetinin kemer sıkma tedbirleri sigara tiryakilerini vurdu. Daha bir yıl önce 2.5 Euro olan sigara paketi 3.80 Euro’ya çıktı birden. Eylül ayında da 4.20 Euro olacak. Zamlar, kişi başına yılda 2954 sigaranın tüttürüldüğü bu diyarda cepleri etkiledi tabii. Tüketim azaldı, satışlar da...
Sigara bayileri cironun azalmasından başka yüzde 8 olan kar oranlarının yüzde 3.5’a düşürülmesinden şikayetçi.
Dert bayide ama derman devlette değil, tirkayide.
Tıpkı yıllar önce İstanbul’da gördüğüm ve şaşırdığım uygulamayı başlattı bazı Yunanlı sigara bayileri: Tek tek, dal dal sigara satışı. Tanesini halen 20 Cent’ten satıyorlar. Hallerinden memnunlar hem ciro arttı hem 20 sigara tek tek satıldığında, paketten 20 Cent fazla kar bırakıyor.
Ekonomik kriz sigara tüketimini azalttı Yunanistan’da. Buna karşı kağıt üstünde 1 Haziran 2009’da başlayan sigara yasağına uyan-aldıran yok. Eylül’den itibaren hükümet işi daha sıkı tutacak diyorlar ama pek zannetmiyorum. Daha geçenlerde İstanbul’dan gelen dostlarımla ekonomik krize inat çarşambadan pazara dolu tek müzikhol olan Poseidon’a gittim. Milleti coşturmakta, hatunları masaların üstüne çıkarmakta rakipsiz Panos Kiamos’un sahne aldığı bu kapalı mekanda en az 1000 kişi vardı ve hemen hepsi paf puf. Havalandırma mükemmel. No problem... Dostlarıma sordum bir yıldır uğramadığım İstanbul’da ne oluyor diye. Sigaralarından derin bir nefes çekip, “Sorma ya” idi cevapları.
Dünyanın en büyük salatası
Önce domates, salatalık ve yeşil biber iri, soğan ise ince dilimlere doğranır. Hepsi çukur bir tabağın içine... Üzerine iri bir dilim feta yani beyaz peynir... Tuz, kekik ve mis gibi bol zeytinyağı: İşte Greek salad.
İster rokalı, parmesanlı, ister mozarellalı, ister balzamikolu, ister icebergli yani içinde envai çeşit malzemeli olsun, hiçbir salata Yunanlının ve bu diyarı ziyaret eden turistin sofrasında Greek salad’ın yerini tutamaz.
Üstelik yapımı da kolay. Hani çoban salatasıyla kıyaslarsanız, soğanı öldürmek yok; domatesi, salatalığı, biberi minnacık doğramak yok.
Yunanlıların bu milli lezzeti geçenlerde jüri üyesi Matira Vara’nın da hazır bulunduğu bir etkinlikle Guinness Rekorlar Kitabı’na girdi. Girit’in İerapetra şehrinde şef Eftihios Blecas yönetiminde dünyanın en büyük salatası hazırlandı.
Kullanılan malzeme 6.5 ton domates, 3 ton salatalık, 2 ton biber, 1000 adet soğan, 800 kilo feta peyniri ve 500 kilo zeytinyağı. Neredeyse 14-15 tonluk bu salatanın sığması için 100 metrekarelik özel bir kap bile imal edildi.
Koskoca bir gün gerekti salatayı yapmak için. Onlarca ahçı yamak durmadan çalıştı. En sonunda da dünyanın bu en büyük salatası yüzlerce Giritli ve turist tarafından afiyetle yendi.
Yazının Devamını Oku 25 Temmuz 2010
30 yaşındaki Erick, ‘Maestro’ lakaplı İtalyan Salvatore Calabrezze, ‘Kral’ lakaplı Japon Hindecugu Ueno ve daha birkaç ihtiyar kurttan oluşan jüri üyelerince 2010 yılının en iyi barmeni seçildi Slovak Erick Lorints, dünyanın dört bir yanından tam dokuz bin aday arasından seçilen 24 yarışmacının üç gün süren kıran kırana mücadelesinden sonra birinci olduğu anons edildiğinde, alkışlar arasında yerinden kalktı ve sahneye doğru yürüdü. Organizatörlerin ve jüri üyelerinin tebriklerini kabul ettikten sonra gümüş koltuğa yani şampiyonluk tahtına oturdu.
30 yaşındaki Erick, mesleklerine yıllarını vermiş ‘Maestro’ lakaplı İtalyan Salvatore Calabrezze, ‘Kral’ lakaplı Japon Hindecugu Ueno ve daha birkaç ihtiyar kurttan oluşan jüri üyelerince 2010 yılının en iyi barmeni (World Class Bartender) seçildi.
‘OQ’, ‘Balthazar’, ‘İsland’, ‘Pere Ubu’, ‘Matsuhisa’ ve ‘Alexander’ gibi Atina’nın en gözde barlarında yapılan yarışma klasik kokteyllerle başladı. Sonrasında müşteriyle iletişim, barmen show, ustalık, sürat ve yeni kokteyl becerileri için notlandırıldı yarışmacılar.
Sınavlardan en zoru şüphesiz ki ‘Market challenge’ idi. Yarışmacı barmen bir saat içinde süpermarkete gidip gerekli alışverişi yaptıktan sonra bara dönerek ve en iyi kokteyli hazırlamak zorundaydı.
Jüriden Maestro Calabrezze, klasik kokteylleri tadıp not verdi. Onun gönlündeki şampiyon Slovak Erick değil Hollandalı Timo Jahnse. 29 yaşındaki Timo’nun premium tekilalı margaritasına, mojitosuna ve 1940’larda keşfedilen Blood and Sand kokteylini Johnie Walker Bleu Label kullanarak hazırlamasına hayran kalmış Maestro.
Geçen yılın şampiyonu Yunanlı Telis Papadopoulos, “Bu yılki şampiyon Erick ile Londra’da tanıştım. Birincilik tartışmasız hakkıydı” diyor. Tören gecesinde söz alan konuşmacılar barmenlik mesleği hakkında ilginç cümleler kurdular. Birkaçını aktarayım:
* Barmen psikologdur. Değilse bile bu meslek insanı psikolog yapar.
* Müşteri bardan geldiğinden biraz daha mutlu çıkmalıdır. Çünkü o zaman dünya gözünde biraz daha güzel olacaktır.
* Taksici müşteriyi istediği adrese, barmen ise bambaşka alemlere götürür.
Zorlukları mutlaka vardır şüphesiz ama güzel meslek vesselam barmenlik.
Diaspora sermayesi
THE HASEOTES FAMILY: ABD’de petrol ürünleri ve hayvancılık sektörlerinde faaliyet gösteriyor. Yunanlı Vasilis Hasiotis ve eşi Afroditi 1938 yılında 84 dolar karşılığında bir sığırla bir dana satın aldılar. Sonrası yürü ya kulum. Ailenin 1967 yılında sekiz bin mini marketi ve yılda bir milyar dolar cirosu vardı. ABD’nin en büyük aile şirketlerinden sayılan Cumberland Farms’ın başında şimdi Vasilis’in torunu Aris Hasiotis var. Serveti de 3.2 milyar dolar.
GEORGE P. MITCHEL: ABD’de emlak ve enerji sektörlerinde faaliyet gösteriyor. Babası çobandı Yunanlı George’un. Teksas’a geldiklerinde baba kurutemizlemecilik yaptı. Enerji mühendisliği okuyan George 1946 yılında kardeşi John ile kurduğu şirket hızla yükseldi. 10 çocuk 28 torun sahibi Mitchel’in serveti iki milyar dolar olarak hesaplanıyor.
PETER G. PETERSON: ABD’de yatırım uzmanı. Babası ABD’ye göç ettiğinde Petropulos olan soyadını Peterson olarak değiştirdi. 1985 yılında 400 bin dolarla işe başladı. Bugünkü serveti iki milyar dolar. Tam 110 şirkette yatırımları var.
MICHAEL JAHARIS: ABD’de ilaç sanayisinde faaliyet gösteriyor. Bir ilaç firmasında satıcı olarak iş hayatına atıldı. Paralı bir ortak bulup iki milyon dolara satın aldığı ilaç fabrikasının değeri ürettiği bir astım ilacı sayesinde 200 milyon dolara çıktı. Fabrikayı 1986 yılında 840 milyon dolara sattı. İki yıl sonra da memleketi olan Ege’de Kos (İstanköy) adını verdiği başka bir fabrika kurdu. Serveti 1.8 milyar dolar.
ROSS MAKRIS: Avustralya’da alışveriş merkezleri işletiyor. Avustralya’nın 40 yaş altı en zengin adamı. Dünya sıralamasında ise 25. sırada. Melburn, ve Sindey’de 11 alışveriş merkezi işleten Ros Makris’in serveti 1.1 milyar dolar.
Diaspora’daki Yunanlı dolar milyarderlerinin listesi uzadıkça uzuyor. ABD’de, Avustralya’da, İngiltere’de yaşayan milyarder Yunan asıllıların, ekonomik kriz içinde kıvranan anavatanlarına yatırım için ilgi gösterdikleri pek de söylenemez. Onca isimden henüz tek bir dolarını yatıran olmadı bu memlekete.
Başbakan Yorgo Papandreu diaspora sermayesine cazip gelmek için açılım yapmayı planlıyor. Ama bence dolar milyarderi soydaşlarını ikna etmesi güç.
KRALİÇELERİN DE BAŞINA GELİR
Devrik Yunan Kralı Konsantin geçen ay Londra’da büyük oğlu Prens Pavlos’un 18. yüzyıldan kalma şatosunda verdiği bir davetle 70. yaş gününü kutladı. Gecenin ağır topu İngiltere Kraliçesi Elizabeth idi. Gök mavisi bir tuvalet giymişti kraliçe. Elinde de gümüş bir çanta. Kötü dillere bakılırsa çanta kraliçe ile yaşıt.
Bir ara kahveden mi şampanyadan mı ya da ikram edilen mezelerden birinden mi bilinmez, kraliçenin elbisesinde koskoca lekeler görmüş davetliler. Suç garsonlardan yoksa davetlilerden birinde mi o da bilinmez ama kim sebep olduysa sihirbaz David Copperfield gibi ortalıktan yok olmayı başardı.
Kraliçe, hiç bozuntuya vermedi. Hiçbir şey olmamış gibi etrafını saranlarla sohbeti sürdürdü. Aksiliğe bakın, az sonra da gümüş çantanın zinciri kopmaz mı? Elizabeth ona da aldırmadı.
Davetten ayrılırken biraz canı sıkkın gibiydi. Kaza işte; kraliçelerin de başına gelir.
BAŞSAĞLIĞI
T.C Atina Büyükelçisi Hasan Gögüş’ün babası Orhan Gögüş (89) vefat etti. Merhuma rahmet, yakınlarına sabır ve başsağlığı dileriz.
Yazının Devamını Oku 18 Temmuz 2010
Hayat tuhaf işte. Gün geldi 68 yaşındaki sağlam solcu Konstantopoulos ile 48 yaşındaki sağlam sağcı Vardinoyannis’in yolları kesişti. Hatta aynı hedef için güç birliği bile yaptılar. Vardinoyannis, Panathinaikos futbol takımının başkanlığına Konstantopoulos’u getirdi Avukat Nikos Konstantopoulos oldum olası solcu bir siyaset adamıdır. Adını Albaylar Cuntası (1967-1974) iktidarı döneminde duyurdu. Cunta aleyhtarı faaliyetleri için dönemin askeri mahkemesinde yargılandı ve sekiz yıl hapis cezasına çarptırıldı. Demir parmaklıklar arkasında dört yılbaşı, dört doğum günü kutladı.
Yunanistan’ın demokrasiye geçişiyle (1974) bugün iktidarda olan sosyalist Pasok partisine girdi ama fazla solcu diye birkaç ay sonra kovuldu. 1989 yılında halen Yunan Parlamentosu’nda temsil edilen Sinaspismos (Sol Koalisyon) partisinin kurucu üyeleri arasındaydı. Bir yıl sonra ilk kez milletvekili, dört yıl sonra da partinin başkanı seçildi. 2004 yılında başkanlıktan ayrıldı. Konstantopoulos’un adı 2005 ve bu yılki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olarak geçti.
İşadamı Yannis Vardinoyannis bu diyarın en zengin ailelerinden Giritli Vardinoyannisler’in üçüncü kuşağı. Ailenin yatırımı olmadığı sektör yok desem yeridir. Petrol rafinerileri, benzin istasyonları, gemiler, oteller... Medya sektöründe de söz sahibiler. Siyasi eğilimi muhafazakar ve sağcı olan ailenin bir veya birkaç ferdinin her seçimde milletvekili seçilmesi neredeyse gelenektir buralarda.
PANATHİNAİKOS YERİNE SİNASPİSMO
Yannis Vardinoyannis gençliğinde hızlı çapkınlardandı. Sabah bar, akşam disko misali... Ayrıca, katılmadığı otomobil yarışı da yoktu. Zamanla uslandı tabii.
Hayat tuhaf işte. Gün geldi 68 yaşındaki sağlam solcu Konstantopoulos ile 48 yaşındaki sağlam sağcı Vardinoyannis’in yolları kesişti. Hatta aynı hedef için güç birliği bile yaptılar.
Yunanistan’ın üç büyüklerinden Panathinaikos futbol takımının sahibi Yannis Vardinoyannis geçtiğimiz günlerde kulübün başkanlığına Nikos Konstantopoulos’u getirdi. Adamın futbolun f’siyle ilgisi yok. Hatta düzenlediği ilk basın toplantısında dili birkaç kez sürçtü ve Panathinaikos diyeceği yerde bir zamanlar lideri olduğu Sinaspismo’ partisinin adını telaffuz etti. Vardinoyannis “Camiada yozlaşmamış bir isim, itibarı olan, saygı duyulan bir başkan istedim. Futbolu bilmesi şart değil. O işi yapacak adamlarımız var” diye mazeretlendirdi kararını.
Takvimler 60’lı yılları gösterdiğinde o dönemin anayasasının 114. maddesi Yunanlıların her şekilde demokrasiyi korumakla mükellef olduklarını öngörüyordu. Albaylar Cuntası iktidarı dönemindeki mukavemette yer alanların bir bölümü tarihe ‘1-1-4’çüler olarak geçti.
Bir zamanların ‘1-1-4’çüsü Konstantopoulos şimdi ‘4-2-4’ veya ‘4-3-3’ ile tanışacak.
Davutoğlu en çok satan beş yazar arasında
Türkiye’de göreve atandığı (Mayıs 2009) günün ertesinde Atina’da “Kimdir, nedir, ne der ne demez?” arayışı başladı. Yunan dışişlerindeki diplomatların Türkiye’nin yeni Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’yu tanımak için en önemli bilgi kaynağı yazdığı ‘Stratejik Derinlik’ kitabıydı. Kitap sayfa sayfa, satır satır, kelime kelime incelendi enine boyuna. Sonra Yunan medyasına geldi sıra. Medya, “Davutoğlu Kıbrıs için, Yunanistan için, AB için ne düşünüyor?” sorularına kitaptan alıntılarla cevap verdi. Başlıklar da ‘Davutoğlu şifreleri’ şeklinde idi.
O günlerde o kadar çok konuşuldu ki kitap, Nikos Raptopulos tarafından Yunancaya tercüme edilip geçen 28 Mayıs’ta Piotita yayınevi tarafından piyasaya sürüldüğünde ne reklama gerek vardı ne de tanıtıma...
Temmuzdayız malum, iki buçuk ay içinde sekizinci baskı yaptı Stratejik Derinlik. Dışişleri Bakanı Davutoğlu bugün Yunanistan’da en çok satan beş yazar arasında.
Piotita yayınevini aradım:
Satışlar nasıl?
“Çok iyi. Kitap 7-8 bin civarında sattı. Sadece Atina’daki altı kitabevinin satışları 1300 civarında.”
Bu kitaba neden talep var?
“Yunan okuyucu tarih ve siyaset kitaplarına meraklı.”
Peki kitabın tanıtımını yapacak mısınız?
“Sonbaharda yapmayı düşünüyoruz ama kesin bir şey yok.”
Yunanistan ekonomik kriz içinde ve Stratejik Derinlik’in fiyatı 30 Euro. Az para değil.
Ahmet Davutoğlu buralarda, ‘Komşularla sıfır sorun’ teorisi, açıklamaları ve temaslarından başka artık çok satan kitabıyla da tanınıyor.
Kıbrıslı Rumların milli mücadelesi
Jennifer Lopez, KKTC’deki bir otelin açılışına katılıp üç beş şarkı söyleyecek, servetine servet katacaktı. Ancak, dört bir yana fakslar ve mailler gönderen İngiltere ve ABD’deki Kıbrıs Rum diasporasının milli mücadelesi üzerine vazgeçti. Sanatçının internet sitesinde “Jennifer Lopez, insan haklarını kötüye kullanmakla ilintili herhangi bir devleti, yasayı veya rejimi asla bilerek desteklemez” denildi. Sonra bu açıklama yalanlandı, sonra özür dilendi falan filan...
Lopez’in KKTC’de konser vermemesine (benim için cebini dolduramamasına) sevinenlere veya üzülenlere sorarım;
“Yahu beyler, hatun gelse ne olurdu, gelmese ne olur?”
Herhalde BM Genel Sekreteri’ni yanına alıp gelecek değildi. Geldi diye dünya KKTC’yi tanıyacak değildi. Gelmedi diye de KKTC, “Eyvah artık ömrü billah bizi kimse tanımaz” moduna girecek değil.
Lopez’in KKTC konserinden vazgeçmesi kimse için ne milli bir zafer ne de milli bir yenilgidir.
Bayram edenler de karalara bürünenler de demode milliyetçi bence...
Jennifer’a gelince, ya hatun siyasetçi değil sanatçı; bugün çizer yarın bozar!
Yazının Devamını Oku 11 Temmuz 2010
Yunanistan’da yakışıklılığıyla dillere destan Andreas Barkulis için kullanılan ‘Kızlar işte Barkulis’ sloganı bugünlerde Halit Ergenç’in canlandırdığı Onur karakterine uyarlandı. Yunanistan’da ‘1001 Gece’ için kıyamet kopuyor desem, yeridir *Kızlar işte Onur
Andreas Barkulis, 1960’lı yıllarda Yunan sinemasında hafif komedi ve aşk filmlerinin vazgeçilmez ismiydi. Esmer ve boylu poslu Barkulis nereye gitse, ne yapsa olay olurdu. Genç ve daha az genç kadınlar neredeyse tapardı yakışıklı jöne. Bu yüzden ‘Koritsia o Barkulis’ yani ‘Kızlar işte Barkulis’ sloganı bile çıkmıştı...
Yarım asır geçti. Zamanlar da değişti melodiler de. Barkulis unutuldu ama sloganın yarısı kaldı. ‘Koritsia’ yani ‘Kızlar’ diye başlayan slogana hep yeni bir isim eklendi.
2010 yazında bu diyarda genç ve daha az genç kadınların idolü bir yabancı. Her gün televizyonun prime-time kuşağında iki saatliğine evlerine giriyor ve yüz binlerce kadına “Ah ne erkek!” dedirtiyor.
Daha geçenlerde bu diyarın Nişantaşı’sı Kolonaki meydanında akşam vakti bir kafede buz gibi fredocinoyu yudumlarken yan masada oturan ve her biri baharı epey geride bırakmakla birlikte “Alem buysa kral benim” dedirten cinsten üç kadının sohbetine kulak misafiri oldum:
- Yahu yok bizde öyle erkekler.
- Evet, kız! Hani onda birine benzesin razıyım.
- Vallahi helal olsun. Erkek dediğin öyle olur. Sevdi mi Allah’ına kadar...
- Yahu hadi biz nostalji yapıyoruz. Benim kız 20 yaşında ve o bile adama aşık.
Bu diyarda genç ve ‘daha az genç’ kadınların hayran olduğu erkek bir Yunanlı değil. Hani Antonio, Leonardo gibi biri de değil. Daha önce adını hiç duymadıkları biri. İdolün gerçek adını bile bilmiyorlar kadınlar.
Onun adı Onur. Yani ‘1001 Gece’nin başrol oyuncusu Halit Ergenç.
Ve bu dönem buralardaki slogan, “Koritsia o Onur”...
Yunanistan’da ‘1001 Gece’ için kıyamet kopuyor desem, yeridir. Geçen kış Selanik’ten yayın yapan Makedonya TV’de gösterilen Türk dizisi ilgi çekince, ülkenin iki büyük televizyonundan birisi olan Antena’da tekrar gösterilmeye başlandı.
Kadınlar, erkeklerden Dünya Kupası’nın intikamını ‘1001 Gece’ ile aldı.
Kadının “Bu akşam maç da yok. Dışarı çıkalım” diyen erkeğe cevabı ,“Ama ‘1001 Gece’ var tatlım. Başka gün dışarı çıkarız. Onur’u kaçıramam” oldu.
Antena televizyonunu aradım:
Nasıl gidiyor dizi?
-Şahane. Yüzde 22.8 izlenme payı var.
Kaç kişi eder?
-857 bin
Üstelik Dünya Kupası varken...
-Evet, birkaç gün sonra 1 milyonu geçeriz.
Yunanistan’da ‘1001 Gece’ Facebook’da, dergilerin kapaklarında, televizyonların magazin programlarında.
Bu diyarda televizyon tarihinde en çok izlenen iki yabancı dizinin de Türk olması hiç şaşırtmıyor beni.
Yunanlı ‘Yabancı Damat’ dizisinde Avrupalılaşmaktan dolayı bence gevşeyen ve özlemini çektiği aile bağlarını buldu. Ayrıca, Ege’nin karşı kıyısında insanların kendinden çok da farklı olmadığını da gördü. Niko (Özgür Çevik) ve Aslı (Nehir Erdoğan) hiçbir siyasetçinin yapamadığı kadar katkıda bulundu Türk-Yunan ilişkilerine.
Ve şimdi ‘1001 Gece’de Onur ile Şehrazat (Bergüzar Korel) her gece Yunanlılar’a aşkın her şeyden üstün olduğunu gösteriyor.
BAŞBAKANLARIN TATİLERİ
Konstantin Karamanlis: 2004-2009 döneminde Yunanistan’ın başbakanı. Ekim 2009’da kaybedeceğini önceden bildiği seçimlerinden sonra merkez-sağcı Yeni Demokrasi’nin liderliğinden istifa etti. Yaklaşık 10 aydır tek kelime bile konuşmadı. Ülkesinin artık 400 milyar Euro’ya ulaşan borcunun, kendi iktidarı döneminde astronomik bir artış göstermesinin hesabını henüz vermedi. Üstelik ortalıkta da hiç görünmüyor adam...
Yunanistan’ın en çabuk unutulan başbakanı olan Karamanlis eşi ve iki çocuğuyla birlikte uzak yerlerde uzun tatillere çıkıyor. Bu dönemdeyse, gündüzleri evinin de bulunduğu Rafina kasabasının sahilinde, akşamlarıysa genellikle et lokantalarının teftişinde.
Yorgo Papandreu: Dokuz aydır başbakan ve yıllar sonra ilk kez bu yaz tatil yapmayacak. Yunanistan’ın içinde bulunduğu ekonomik kriz ve başbakan olarak yapması gereken dış seyahatler tatile filan zaman bırakmıyor. Sadece gününden bir-iki saat çalıp spor yapıyor. Ha bir de fırsatını bulup geçen hafta sonunu ailesiyle birlikte Kimolos adasında geçirdi; çok sevdiği denizle buluştu.
İki başbakanın deniz sefalarının fotoğrafları medyada yer aldı. ‘Atina muhabiri’ne iletmek kalır...
Yazının Devamını Oku 4 Temmuz 2010
Babası siyasetçi ama kendisi toy delikanlı işte, uydu şeytana... “Julia ile koğuştakilere hava atarım” diye askerlik görevini yaptığı ve Yunanistan savaş tarihinin sergilendiği müzenin yolunu tuttu Eylülde bitiyordu askerliği. Atina’nın göbeğinde Savaş Müzesi’nde yapıyordu vatani görevini. Her gün evine gidiyor, geceleri arkadaşlarıyla eğleniyordu. Torpilliydi Gerasimos Zagoritis. Babası, ana muhalefetteki Yeni Demokrasi Partisi’nin genel sekreteriydi.
Toy delikanlı işte, uydu şeytana...
Bir gece asker üniformasını çıkardı ve ver elini Atina geceleri. Bu diyarda ekonomik krize rağmen çevirdiği porno DVD’si 4 milyon Euro’luk satış rakamına ulaşan ve marifetleriyle daha önce de ‘Suyun Öte Yanından’a konu olan manken-şarkıcı Julia Aleksandratu’nun sahne aldığı gece kulübüne gitti. Şampanyalar, güller derken tanışma faslı gecikmedi. Kızcağız üç-beş santimlik şeffaf bez parçasından ibaret kıyafetiyle masaya oturdu. Gerasimos zevkten dört köşe... Kızcağız sıkıldı, “Haydi başka yere gidelim” dedi. Soluğu bir müzikholde aldılar. Orada sarılmalar, öpüşmeler, oraları buraları tutma faslı başladı. Hesap 10 bin Euro. Siyasetçinin oğlu bastırdı parayı. Delikanlının baba parasıyla aldığı pahalı cipe bindiler. “Yanımda Julia var. Koğuştakiler görse acayip hava atarım” diye düşündü delikanlı; askerlik görevini yaptığı müzenin yolunu tuttu.
Şafak sökmek üzereydi. Nöbetçi ne parola sordu ne de “Dur” filan... Cipi garaja bıraktılar. Alkollü olmaları Savaş Müzesi’ni ziyarete engel değildi. Müze teftişi bitince koğuşa girdiler; askerler gördüklerine inanamıyorlardı. Julia ile hatıra fotoğrafları çektirdiler.
Koğuşta gırgır şamata bitince garaja indiler tekrar. Muhabbet bağına girdikleri ve muhabbetin doyulmaz bir pınar olduğunu bizzat cipte tespit ettiklerine dair dedikodular var.
Siyasetçinin oğluyla kızcağızın müze ziyaretleri medyaya sızınca kıyamet koptu tabii. “Tarihimize saygısızlık” sesleri yükseldi dört bir yandan. Genelkurmay soruşturma açtı. Julia’nın umurunda değil, “Gel dedi gittim. Ben ne bileyim yasak olduğunu” diyor.
Gerasimos ise arkadaşlarına fiyaka atmanın bedelini, Limni adasına sürgüne yollanmakla ödedi. İki ay hapis yatacak. Demir parmaklıklar ardında o geceyi düşünecek bol vakti var.
Türk askeri Rumların işine mi geliyor
Kıbrıs Rum Kesimi’nde “Türk askeri çekilsin” ve “Adada Türk askeri oldukça çözüm olamaz” sloganları 36 yıldır hiç değişmedi. Oysa, 2004 yılındaki referandumda Rumların dörtte üçünün “Hayır” dediği Annan çözüm planı kabul edilseydi bugün Kıbrıs’ta sembolik rakamda Türk askeri kalacaktı. Annan planı fırsatı uçtu gitti; sloganlar kaldı Rum Kesimi’nde.
Geçenlerde Elefterotipia gazetesinde farklı bir sesin yazısını okudum. Kıbrıslı Rum gazeteci-yazar Makarios Drusyotis, bence büyük bir cesaret örneği vererek Rum yöneticilerin en azından oturup düşünmeleri gereken kritik bir soru sordu: “Türk askerinin çekilmesini gerçekten istiyor muyuz yoksa Kıbrıs’ta kalması işimize mi geliyor?”
Drusyotis yazısında, Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış’ın bir süre önce Boğaziçi Üniversitesi’ndeki bir konuşmasında, Türkiye’nin Kıbrıs’taki tüm askerlerin çekilmesini bile görüşebileceğini söylediğini vurgulayarak, “Bu Kıbrıs tarihinde eşi görülmemiş bir açıklamadır. Medyada manşet olması gerekirken görmezlikten gelindi. Eğer Türk Bakan, askerin hiçbir zaman Kıbrıs’tan çekilmeyeceğini ya da Kıbrıs’ın 1974’de çözüldüğünü söyleseydi kıyamet kopardı” dedi.
Şöyle devam ediyor yazı: “Kıbrıs’ın birleşmesi samimi bir hedef mi yoksa adanın ikiye bölünmesi herkesin işine gelen bir çözüm mü? Kıbrıslılar önümüzdeki aylarda bu sorulara cevap vermelidir. Dış politikası son sekiz yılda kökten değişen Türkiye, Kıbrıs sorununun çözümünü istiyor. Rum tarafı ise Türk siyasetini izlemek ve soğuk savaş dönemi koşullarıyla siyaset yapıyor. Türkiye’den gelen her şeyi ‘iletişim taktiği’ olarak değerlendiriyoruz. Ancak bu şekilde bir tek kendimizi ikna ediyoruz.”
Drusyotis’in sorularına ne bir Rum yetkili ne de Rum kesimindeki bir meslektaşı cevap verdi.
Hani en azından tartışılsa, ‘acaba’ sorusu sorulsa hani üç-beş kişi daha sokağa pencereden değil de balkondan bakabilse, bilmem kaçıncı kez umutlanacağım ama nafile.
Rum Kesimi’nde Drusyotis gibi düşünenler çok ama çok az ne yazık ki...
Yazının Devamını Oku 27 Haziran 2010
Meğer günün birinde ‘Oğullar ve Babaları’ kitabının yazarları arasında da olmak varmış. Üstelik Ortaylı, Pala, Aras, Erduran, Oskay, Yağcı ve daha nice isimlerle birlikte İstanbul’dan gelen büyük zarfı açtım. İçindeki kitabın kapağına, yazarlarına baktım önce. Tam 34 kişi. İçindekiler bölümünden buldum ismi ve hızla 253’üncü sayfa gittim. Bir nefeste okudum üç sayfa ve birkaç satırı. Gözlerden akan iki damla sıvı illa da gözyaşı anlamına gelmez değil mi?
Rahmetli babam Koço’yu kaybettiğimde (11 Kasım 2007) bu köşede bir yazı yazmıştım. Meslek hayatımda en kolay, en çabuk yazıyı. Öylesine dökülmüştü kelimeler. Birkaç ay sonra “Bir kitap hazırlıyoruz. Bu yazınızı kullanabilir miyiz? Biraz genişletebilir misiniz? Ya da başka bir yazı yazar mısnız?” teklifi geldiğinde düşünmeden kabul ettim. İhmal deyin, günlük iş temposu deyin oturup yazmadım. Verilen süre bitmeden birkaç gün önce de aynı yazıyı birkaç paragraf genişletip yolladım.
Meğer günün birinde ‘Oğullar ve Babaları’ kitabının yazarları arasında da olmak varmış. Üstelik İlber Ortaylı, İskerder Pala, Ufuk Aras, Refik Erduran, Çınar Oskay, Nabi Yağcı ve daha nice isimlerle birlikte...
Meğer hepimizin babaları ne kadar da benziyormuş birbirine. Paradigma tarafından yayınlanan, editörlüğünü Ahmet Nezihi Turan ile Gökhan Yavuz Demir’in yaptığı ‘Oğullar ve Babaları’nı (vallahi yazarları arasında ben de varım diye değil) tereddütsüz tavsiye ederim. Geçmişte de kitap teklifleri almıştım. Ancak ben muhabirim, yazar değilim ve o kulvarda ‘haddimi’ iyi bilirim. Dolayısıyla kitapta bana da yer verenlere teşekkür ederim. Kitabın bir nüshasını daha istettim. İstinyeli Koço’nun mezarında uzosu, sigarası, güzel bir hatun resmi ve onunla ilgiyi yazının olduğu Hürriyet gazetesi var.
Artık ‘Oğullar ve Babaları’ da olacak.
Yunanlıların en sevdiği Alman
Arjantin karşısında 2-0’lık yenilgi ile Dünya Kupası’na veda eden Yunanistan Milli Takımı’nın Teknik Direktörü Otto Rehhagel soyunma odasında futbolcularına herkesin beklediği kararı açıkladı: “Beyler benden buraya kadar. İstifa edeceğim.”
Alman çalıştırıcı dokuz yıldır Yunan Milli Takımı’nın başında ve bu süre içinde tarih yazdı. Futbolda küçük Yunanistan 2004 yılında Portekiz’deki Avrupa Kupası kazandı. 2008’de tekrar bu şampiyonaya katıldı. Şimdi de Dünya Kupası’ndaki ilk galibiyeti (Nijerya’ya karşı 2-1) elde etti. Rehhagel dünya klasmanında 65’inci sırada aldığı Yunan Milli Takımı’nı 13’üncü sırada bırakıyor.
Oynattığı ve zevk vermeyen futbolu ya da seçtiği futbolcular için çok eleştirildi. Vaktinin çoğunu Almanya’da geçirmesi de... Ancak, haticeye değil neticeye bakıldığında çok da takdir edildi.
Bu diyar insanlarının Almanlar’ı öyle çok sevdiği söylenemez. 2. Dünya Savaşı’ndaki Nazi işgalinin getirdiği felaket unutulmuş değil.
Birkaç ay önce de ekonomik kriz içindeki Yunanistan’a yardım için Almanya Başbakanı Angela Merkel’in bir sürü şartta direnmesi ve Alman medyasının Yunanistan ile alay eden tavrı ise ‘antipati’yi yeniden canlandırdı.
Otto Rehhagel ise dokuz yıldır Yunanlıların en sevdiği Almandı.
DÜZELTME: Geçen hafta ‘Teşekkürler Sayın Bakanım’ başlıklı yazının resim altında, Rum öğrenci Marina Sözde’nin yanlışlıkla Zoğrafyon Lisesi öğrencisi olduğu belirtildi. Marina, Zapyon Lisesi öğrencisidir.
Yazının Devamını Oku 20 Haziran 2010
1977 yılında sadece Zoğrafyon Rum Lisesi’nden mezun sayısı 30’dan fazlaydı. Niyetim geçmişi deşmek değil elbet. İsteğim; İstanbul’daki Rum okullarının 10-20 yıl sonra kapanmamaları için bir şeyler yapabilmek..
Fener Rum Lisesi’ndeki mezuniyet törenine katıldığı için Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’ya teşekkür ederim. 1870’te, İstanbul’da 59 Rum okulu vardı, bugün dokuz tane ve anaokulundan liseye toplam öğrenci sayısı 240. Bu yıl toplam lise mezunu sayısıysa 25...
1977 yılında sadece Zoğrafyon Rum Lisesi’nden mezun sayısı 30’dan fazlaydı. Eğer benim mezuniyet törenime dönemin eğitim bakanı gelseydi, bugün Rum okullarındaki toplam öğrenci sayısı 240’ın en azından birkaç katı olurdu. Niyetim geçmişi deşmek değil elbet. Geleceğe bakmak ve mevcut şartlarda, ‘İstanbul’daki Rum okullarının bundan 10 yıl, 20 yıl sonra kapanmamaları için ne yapılabilir?’ sorusunu sormak.
Uzman değilim, dolayısıyla önerilerde bulunmak haddimi aşar.
PERDE İNMESİN IŞIKLAR SÖNMESİN
En iyisi, Eğitim Bakanı Çubukçu’nun da katıldığı mezuniyet töreninde, Zoğrafyon Rum Lisesi Müdürü Yani Demircioğlu’nun konuşmasından alıntılar yapmak:
“İstanbulla özdeşleşen Rum okullarını, kâh ağlatan, kâh güldüren klasik bir tiyatro eseri gibi gözlemledim. Öğrenci sayısının sürekli azalması en büyük olumsuzluğu yaratmaktadır. Evet Sayın Bakanım, oyunda yer alan ve tiyatro dili tabiriyle, sahne tozunu yutan meslektaşlarım adına diyorum ki: Tiyatro kapanmasın, perde inmesin. Bizler bu tarihi oyununun son kahramanları olmak istemiyoruz. Okullarımızın karakterlerini değiştirelim, kapılarımızı ardına kadar yabancı uyruklu öğrencilere ve Rumca öğrenmek isteyenlere açalım. Eski vatandaşlarımızın geri gelebilmesi için çözüm üretelim. Mezunlarımıza, üniversitelerde kontenjan, özel üniversitelerde burs sağlayalım.
Okullarımızda Rumca ve Türkçe kurs verebilmemiz sağlansın. Sağlanacak bu hareketlilik ülkemiz için de büyük yarar sağlayacaktır. Sayın Bakanım, sizleri antik Yunan devrinin şairi olan Sofokles’in bir sözüyle selamlamak istiyorum: “Utis sinehtin, Alla sin filin efin.” Yani, insanlar birbirleriyle düşman olmak için değil, beraber ortak çalışmak ve birbirlerini sevmek için doğarlar...
Rehagel’in heykelini dikip sonra güle güle diyelim
Yazının Devamını Oku 13 Haziran 2010
Beyaz Devrim, gençlerin kızdıklarında ya da şamata olsun diye seçtikleri bir hedefe yoğurt kaseleri fırlatmalarından ibaretti. Yol kenarında pusu kurulur hedef göründü mü de üzerine peşpeşe fırlatılırdı yoğurt kaseleri. Ne Rusya ne de Çin devrimini anlatacağım. Küba’daki, İran’daki devrim de konumuz değil. Hani ansiklopedilerde arasanız da pek bulamayacağınız bir devrimden bahsedeceğim bugün. Yunanistan’da 50 küsür yıl önce yaşanan Beyaz Devrim’den. Takvimler 1958 yılını gösterdiğinde 2. Dünya Savaşı’ndaki Nazi işgali akabinde, kardeşin kardeşi vurduğu iç savaşın izleri hala silinmemişti bu memlekette.
Herkesin herkesten şüphelendiği, herkesin herkesten korktuğu sinsi karanlık yıllar... Komünist diye damgalanan, “Nazilerin adamıydı” diye damgalanan ömrü billah gün yüzü göremezdi...
Ülke fakir de üstelik. Ekmek aslanın ağzında ve işsizlik diz boyu. Her yıl en az 50 bin genç gurbetin yolunu alıyordu o zamanlar. Kimi Amerika, kimi Avusturya, kimi Alamanya’ya. Ergenlik çağındaki ve delikanlılığa ilk adımlarını atmakta olan gençlerin siyaset dışında bile düşünceleri ve hatta duyguları lükstü. “Yaramazlıklara” filan tahammül yoktu toplumun. Acımasızdı.
İşte öyle bir ortamda başlayan Beyaz Devrim, o döneme göre aşırıcı gençlerin kızdıklarında, öfkelendiklerinde ya da gırgır şamata olsun diye seçtikleri bir hedefe yoğurt kaseleri fırlatmalarından ibaretti.
Öğretmeni tarafından sınıfta azarlanan, aşağılanan öğrencinin, annesi dışarı çıkmasına izin vermiyor diye sevdiğiyle buluşamayan genç aşığın, pahalı arabasıyla caka satan zengin çocuğunun havasını bozmak isteyen garibanın tepki şekliydi Beyaz Devrim.
EKŞİMİŞ YOĞURT DÜKKANLARI
Yol kenarında pusu kurulur hedef göründü mü de üzerine peşpeşe fırlatılırdı yoğurt kaseleri. Yunanistan’ın dört bir yanına yayıldı devrim. Az önce dedik ya ülke fakir, bakkaldan kaselerle yoğurt alacak para nerede? Ayrıca talep de çok. Durum böyle olunca Atina’da sadece üçte bir fiyatına ekşimiş yoğurt satan dükkanlar açıldı. “Devrim silahları” artık bol ve ucuzdu.
Devleti yönetenler şaşkın... Hergün onlarca, yüzlerce insan karakollara giderek “yoğurtlu saldırıya uğradım” diye şikayette bulunuyor. Ancak yoğurt kasesi fırlatmanın cezası için hüküm yoktu kanunda.
Dönemin kamu düzeni bakanı ve polis müdürü Beyaz Devrim’i durdurabilmek için önce eylemcilere İngiltere’de ırkçı eylemlerde de bulunan sokak çeteleri üyelerinin adından esinlenerek bir ad buldu: “Teddy boy”lar..
Medyanın da katkısıyla eylemcilere karşı antipati yaratma kampanyası başlatıldı ama pek tutmadı. Beyaz Devrim devam ediyor, havada yoğurt kaseleri uçuşuyordu. Başka bir yönteme başvurdu devlet. Yakalanan eylemciler önce karakolda asker traşına tabi tutuluyor sonra da boyunlarına “Ben Teddy Boy’um. Yoğurt kasesi fırlattım” diye yazan bir levhayla Atina şehir merkezinde sokak sokak dolaştırılıyorlardı. Rezil olsunlar, utansınlar, bir daha yapmasınlar, başkalarına da ibret olsunlar düşüncesiyle..
Yine de yılmadı onlar. Ekşimiş yoğurt satan dükkanların işleri de hiç sekteye vurmadı. Ve sonunda Yunanistan’da yıllarca tartışılan 4000 sayılı Teddy Boy Yasası çıktı. Cezalar 3 aydan başlıyor 12 aya kadar uzuyordu.
Beyaz Devrim 3 yıl kadar sürdü. Sonra kendiliğinden eridi gitti. Ekşimiş yoğurt satan dükkanlar da kapandı. Filmlere konu olan 4000 sayılı yasa ise ancak yıllar sonra kalktı. Nedeni de bu yasanın “her derde deva” olarak kullanılmasıydı.
Solcusu, sendikacısı, sarhoşu yıllarca Teddy Boy Yasası ile yargılandı bu diyarda.
Bu haberler hiç atlatılır mı?
Türkiye, Fener Patrikhanesi ile ilgili olarak son bir ay içinde önemli iki adım attı. Patrikhane’nin yıllardır süregelen din adamı bulma sıkıntısı sona eriyor. Fener’in yetki bölgesi içinde bulunan ülkelerin vatandaşı din adamlarına TC vatandaşlığı da verilecek. Böylelikle, Patrikhane’nin karar organı Sen-Sinod Meclisi üyelerinin ve gelecekteki patriklerin TC vatandaşı olmaları şartının yarattığı sorunlar ortadan kalkmış olacak. İlk aşamada da 15 Yunanlı din adamı TC vatandaşlığı alacak. Patrikhane yetkilileriyle konuştuğumda memnuniyetlerini “Bu karar, Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmasından bile önemli” diyerek dile getirdiler. Ne var ki yıllardır Patrikhane’nin avukatlığına soyunan Yunan gazetelerinde (To Vima gazetesi hariç) bu son derece önemli gelişme için tek satır görmedim.
Patrik Bartolomeos 15 Ağustos’ta (Meryem Ana Yortusu) Trabzon’daki Sümela Manastırı’nda 88 yıl sonra düzenlenecek ilk dini ayini yönetecek. Geçen yıl 15 Ağustos’da Sümela Manastırı’nda yaşanan tatsızlıkları çarşaf çarşaf yayınlayan Yunan gazeteleri ise bu gelişmeye de (yine To Vima gazetesi hariç) nedense yer vermediler. Umarım bu yıl Sümela’ya gidecek Yunanlı turistler geçen yılki saçmalıklarını tekrarlamazlar.
Onca yıldır Yunan medyasının Türkiye sözkonusu oldu mu tavrını artık garip karşılamıyorum. Bir çırpıda değişmesini de beklemiyorum. Hatta son zamanlarda değişim kıvılcımlarına bile rastladığım oluyor. Ancak bu kadar önemli iki haber de görmezlikten de gelinilir mi?
Yazının Devamını Oku