6 Haziran 2010
Pire Üniversitesi’nin davetlisi olarak bir konferans için Atina’ya gelen Illinois-Chicago Üniversitesi Ekonomi Bölümü öğretim üyelerinden Prof. Ali T. Akarca’nın ihtisası Türkiye’de seçmen davranışlarını ekonometrik metodlarla incelemek. 1950’den beri genel ve yerel seçimleri enine boyuna araştırmış. Çalışmaları, hangisi olursa olsun iktidar partisinin iktisadi gelişmelerden nasıl etkilendiği odaklı. Tabii siyasi gelişmeleri de gözardı etmeden.
Türk seçmenin profili nedir?
- Aynı Avrupalı ve Amerikalı seçmen gibi davranıyor. Büyük bir bölümü bir önceki seçimde oy verdiği siyasi partiye oy veriyor. Türk seçmen dünya görüşüne uyan ve ekonomik menfaatlerini koruduğuna inandıgı partiyi tutuyor. Ama hepsi öyle değil. İktidar partisi taraftarlarının yüzde 14 kadarı iktidarın gücünü dengelemek için “stratejik oy” kullanıyor. Yani oyunu başka bir partiye kaydırıyor. Yerel seçimlerde “stratejik oy” oranı yüzde 20’ye çıkıyor. Bir de “yeniden düzenleme” olan dönemler var. Bu Türk demokrasi tarihinde iki kez yaşandı. Biri 1946-1954 diğeri de 1999-2007 arasinda. Seçmen 1950 ve 2002 seçimlerinde “bir önceki seçimde oy verdiğim parti artık beni temsil etmiyor” dedi. Oy kaymaları bir sonraki genel seçimde de devam etti.
Ekonomi seçimleri ne kadar etkiliyor?
- Türk seçmeni hükümetin ekonomik performansını değerlendirirken sadece seçimden önceki bir yılı kaale alıyor. Bu süre esnasında kişi başına reel gelirde görülen 1 puanlık büyüme iktidar partisi oylarını 0.77 puan arttırıyor. Buna karşılık enflasyondaki 1 puanlık yükselme oylarını 0.12 puan düşürüyor. Seçmenlerin büyümeye enflasyondan daha fazla ağırlık vermeleri ve bir yıldan geriye bakmamaları hükümetlerin seçim ekonomisi uygulamarını teşvik ediyor. Tabii işin içine bir sürü başka faktör de giriyor. İktidarda olmanın yıpranma payı var. Buna karşılık, televizyonu kullanmak, kaynak transfer etmek gibi, iktidar olmanın avantajları da bulunuyor. İktidar olmanın avantajı o partinin oylarına 7.9 puanlık bir katkı sağlıyor.
2007 genel seçimleri ile ilgili tahminleriniz tutmuş muydu?
- Hayır. AK Parti için yüzde 40 civarında oy tahmin etmiştim. 2007 seçimlerinde az önce bahsettiğim yeniden düzenleme olayı yaşandı. Ancak tahminim pek çok anket çalişmasından daha yakındı.
Ya 2009 yerel seçimlerini?
Yazının Devamını Oku 30 Mayıs 2010
Nasıl Kılıçdaroğlu’nun Etro marka gömleği Türk siyasetini meşgul ettiyse, Sol Koalisyon Partisi lideri Tsipras’ın sevgilisinin doğum masrafları da Yunan medyasını meşgul ediyor suyun bu tarafında. Bu memlekette AB ve IMF ile imzalanan 110 milyar Euro’luk kredi anlaşmasına ve Papandreu hükümetinin 30 milyar Euro’luk tasarruf tedbirlerine en büyük tepkiyi Sol Koalisyon (SYN) partisinin lideri Aleksis Tsipras gösterdi. Çalışanın, emeklinin kanının emilmesinden bahsetti, protesto gösterilerini destekledi.
300 sandalyeli parlamentoda 13 milletvekiliyle temsil edilen SYN partisinin lideri henüz 35 yaşında, BMW marka motosikletiyle dolaşıyor, kravat takmıyor ve sadece spor kıyafetler giyiyor.
Tsipras geçtiğimiz günlerde kamuyunu ve medyayı hayli meşgul etti.
Bekar olan Tsipras’ın birlikte yaşadığı Peristera Baziana ile bir erkek çocuğu dünyaya geldi.
Sakın yanlış anlamayın. Kimse “yahu evlenmemiş adamın çocuğu olur mu?” ya da “evlilik dışı baba olmakla kötü örnek teşkil ediyor” demedi buralarda.
Çipras’ın gündem maddesi olmasının nedeni, hayat arkadaşının Atina’nın en lüks doğum kilinklerinin birinde suit dairesinde kalması. Medya araştırdı, oda fiyatı 14 bin, doktoruydu, ilacıydı nereden bakarsanız masraf 30 bin Euro.
“Çalışanın, emeklinin yanındayım, solcuyum diyor ama özel hayatında kapitalist para babaları gibi mangırları saçıyor” gürültüsü koptu. İlk başta konuşmamayı tercih etti Tsipras. Ancak tepki sesleri artınca “Ben o kadar para ödemedim” diye çıktı ortaya. Nasıl olur? Hesap kitap ortada..
Klinikten yapılan açıklama bu soruya cevap verdi: “Sayın Tsipras, hayat arkadaşını kliniğimizde 6 yataklı bir odaya yatırdı. Güvenlik nedeniyle onları suit odaya naklettik”.
Doğrusu pek ikna olan çıkmadı. Medya hala “Solcu Tsipras önce direndi. Halkın çocuğu, oğlunun doğumu için 6 yataklı odayı seçti ama sonunda suitin cazibesine boyun eğdi” diye yazıyor.
Sex and the City in Athens
Marianna Duvli sarışın seksi genç bir kadın. Bir sürü dergide kapak kızı oldu soyunması sayesinde. Atina’nın “in” barlarında da ekstralar yapıp kötü ile çok kötü arasında şarkılar söyler. Malum ekonomik kriz dönemi bu memlekette, kızcağız da çocuk büyütüyor. Bu nedenle kaderine boyun eğdi ve porno DVD furyasına katıldı.
Millet ekonomik tedbirleri protesto için sokaklara dökülürken 200 bin adet satan ve 4 milyon Euro’nun üzerinde gelir elde eden kendisi gibi manken şarkıcı Julia Aleksandratu açtığı yolda ilerledi Marianna Duvli.
Filmin adı “Sex and the City in Athens”. Konusu genç bir kadın ve birkaç genç erkeğin ilerlemiş kakara-kikiri durumları.
“Porno meslektir. Yatak odanda yaptığın şeyleri, para karşılığı tekrarlamaktır. Teklif geldiğinde çocuğum var diye biraz tereddüt ettim ama sonunda kabul ettim” dedi Duvli. Bu iş için kaç para aldığı meçhul. Yapımcılar Aleksandratu’nun rekorunu kıracaklarını söylüyorlar.
Rekoru kırarlar mı bilmem ama yapımcıların uyanık davrandığını söyleyebilirim. Gazete bayilerinde 20 Euro’dan alıcı bulan DVD’yi tek başına satsalar KDV’si yüzde 23. “Eğitim amaçlı” sayıldığından ise gazete ve dergilerin KDV’si yüzde 5.5. Adamlar, Duvli’nin çıplak resimlerinin olduğu birkaç sayfalık bir “dergi” basıp asıl önemli olan porno DVD’yi eşantiyon olarak gibi verdiler. Böylelikle de yüzde 17.5’luk KDV’den kurtuldular.
Memleketten kriz manzaraları
Atina’nın varoş semtlerinden Koridolas’a düştü yolum. Arkadaşımla orta direğe hitap eden bir balık lokantasına oturduk. Kalamar tava, tekir balığı, karides güveç, salata siparişi verdik ve elbette uzo. Yemek faslı bittiğinde hesabı istedik. Garson 49 Euro’da karar kıldı. Ardından da ekledi: “Yüzde 10 tenzilat yani 44 Euro”..
Şaşırdım, tenzilatın nedenini sordum, cevap: “Krizden sonra müşteri çok azaldı. Biz de bu yolu deniyoruz”. Lokantaların cirosu bir anda yüzde 25 düştü.
Bu diyarın Nişantaşı’sı sayılan Kolonaki semtinde dolaşıyorum. Pahalı giyim eşyaları satan dükkanlar birbiri ardına kapanıyor. “Yeni adresimize taşındık“ diye kağıtlar yapıştırmışlar vitrinlerine: Bilmem ne mahallesinde bilmem ne sokak. Cıvıl cıvıl Kolonaki’deki boş dükkanlar artık yeni kiracı bulamıyor.
Bir zamanlar ekmeğin fiyatı için bir anket yapsaydınız herhalde büyük çoğunluk ya “bilmiyorum” diyecekti ya da yanlış cevap verecekti. Önceki gün Fırıncılar Derneği 350 gram ekmeğin fiyatını 20 cent indirdi. Ekmeğin taban fiyatı artık 50 cent.” Ertesi gün soluğu iki fırında aldım. Müşteri “50 cent’lik ekmek var mı?” diye soruyordu. “Yok” cevabı aldıklarında başka fırına gidenleri gördüm.
“Ekonomik kriz Yunanlıların umurunda değil” diyenleri çatır çatır yalanlayan örnekler yaşıyorum hergün. Dünya medyası aylardır yazdı çizdi, attı tuttu haksızlık etti bu halk için. Şimdi medya ışıkları biri diğerinin ardından sönüyor.
Geride kalan yarın için karamsar, yarın için endişeli, yarın için korkulu milyonlarca insan...
Yazının Devamını Oku 23 Mayıs 2010
1. Ziyaret her açıdan çok iyi hazırlandı. İki başbakanın ve iki ülkeden 17 bakanın aynı masaya oturması, 22 anlaşma ve protokol imzalanması büyük başarı. 2. Erdoğan’ın Atina’ya gelmeden önce mesajlarını vermesi için Yunan devlet televizyonundan (NET) Maria Hukli ve Ta Nea gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Hristos Memis’in seçilmesi son derece isabetli tercihlerdi. Yıllarca olumsuz haber ve yorumlar okuduğum Yunanistan’ın en yüksek tirajlı gazetesi Ta Nea’nın bu defa “Hoş geldiniz (Yunanca) - Hoş bulduk (Türkçe)” manşeti atması önemlidir. Onca yıldır başbakanıydı, bakanıydı onca ziyaret sırasında onca haraket, onca küfür, onca kin dolu manşetler hatırlarım ben.
3. Erdoğan “yabancı yatırımcı” kelimesinin hemen hiç duyulmadığı bir dönemde Atina’ya beraberinde 100 işadamıyla geldi. Konuşmalarında, açıklamalarında ekonomik kriz nedeniyle psikolojisi de hassas bir dönemden geçen Yunanistan’ın bu durumuna gereken hassasiyeti gösterdi. Erdoğan’ın Atina’da gövde gösterisi yapması endişesi bulunuyordu.
4. İki başbakan adeta medya önünde diyalog yaparak Ege’den Kıbrıs’a, Fener Patrikhanesi’nden Batı Trakya konularına kadar tüm konularda görüşlerini samimiyetle ortaya koydular. Görüşler hala farklı tabii ancak o eski uçurumlar sanki yok. Siyasi irade var, sorunları çözme arzusu var ve iç tüketime yönelik art niyet yok.
5. Erdoğan, Atina’da yaşayan İstanbullu Rum derneklerin temsilcilerini kabul etti. Papandreu Türk, Erdoğan da Yunan medyasının yöneticileriyle buluştu. İki başbakan her fırsatta birbirlerine güvendiklerini vurguladılar. Böyle şeyler ilk defa oluyor. Türk-Yunan ilişkilerinin bir şansızlığı da aynı hedefleri olan iki başbakanın hiç aynı anda iktidarda bulunmamasıydı. Şeytanın bacağı bu defa kırılabilir.
5. Erdoğan’ın “Patrik’e ekümenik denmesi beni rahatsız etmiyor”, “Kıbrıs müzakereleri kaldığı yerden devam edecek” ve “Ege’de zaman içinde hiç savaş uçağı uçmasın” sözleri Atina’da olumlu karşılandı. Buna karşı, Yunan medyası yöneticileriyle görüşmesinde, Türk savaş uçaklarının Ege’de uçuşlarıyla ilgili bir soruya “Siz adeta Yunan Silahlı Kuvvetleri’nin medyası gibi davranıyorsunuz. Maaşallah bu konularla da çok ilgilisiniz. Adeta Yunan Silahlı Kuvvetleri radar üssünde çalışan insanlar gibi konuşuyorsunuz” şeklindeki sözleri tepki yarattı. Yunanlı gazeteciler “işimizi nasıl yapacağımızı mı söylüyorsunuz?” tarzı cevap verdiler. Yunan hükümet sözcüsünün de konuyla ilgili açıklaması bence çok da isabetli değildi.
6. Türk-Yunan zirvesinin yapıldığı Hilton otelinde bakanı, diplomatı, bürokratı, işadamı kaynaştı. Türklerin bir köşede, Yunanlıların metrelerce mesafede bir başka köşede birbirlerinden uzak durduğu ne zirveler gördüm ben.
7. Ziyarete tepki yok denecek kadar azdı. Aşırı milliyetçi, ırkçı, marjinal birkaç yüz kişinin “Yeni Osmanlılığa hayır” sloganlı gösterisiyle kimse ilgilenmedi. Atina’da Türk yetkililer geldiğinde ne protestolar hatırlarım ben.
8. Yunan medyası Emine Erdoğan’ı adım adım izledi. Başbakanın eşinin 7-8 çift ayyakabı satın alması “kriz döneminde sağolsun bize yardımcı oluyor” esprilerine yol açtı.
9. Atina’da iki başbakanın ortak basın toplantısında gazeteciler ya arka sıralarda oturdu ya da ayakta kaldı. Bakanlar, diplomatlar tamam da şakşakçı işadamlarının basın toplantısında işi neydi? Üstelik ön sıraları da erkenden kaptılar. Başbakanlar kendilerini görsün diye mi? İşin raconu mu bu? Dilerim önümüzdeki yıl Ankara’da aynı manzara olmaz.
10. Datça’nın karşısındaki Simi (Sömbeki) adasından dostum, balık restoranı sahibi Manos defalarca aradı ve zirve sırasındaki gelişmeleri sordu. “Yorgo, eğer Türk turistlere 2-3 günlük vizesiz seyahati kararlaştırmazlarsa, başbakanları sakın rahat bırakma” dedi.
ATİNA’DAKİ FENERLİLER
* Glikeria’nın 28 Mayıs’ta Aya İrini’deki konserini bence sakın kaçırmayın. Yunan müziğini seviyorsanız Glikeria, takdime gerek yok, Haris Aleksiu’yu arattırmayacak. Kendine özgü tarzıyla Ege şarkılarını, rebetikoları bir başka söylüyor kadın. Tanışmamız biraz ilginçti. Birkaç yıl önce çalıştığı müzikholde ağırladım misafirler için daha erken sahneye çıkmasını ve üstelik Türkçe bir şarkı (Leylim Ley) söylemesinı rica etmiştim. Sağolsun kırmamıştı.
* İzmir’de Gaziemir Belediyesi’ndeki bir sokağa takdime gerek yok Haris Aleksiu’nun adının verilmesini alkışlıyorum. Benzer bir şekilde Yunanistan’daki bir sokağa bir Türk sanatçının adı verilemez mi? Ne yalan söyliyeyim... Şimdilik sanmıyorum.
* Kahrettin bizi Fenerim ama olsun seneye şampiyonluğu tattırırsın. Aziz Başkan bizi sakın bırakma. Yayıncı kuruluş da önümüzdeki sezon eğer Fenerbahçe’de kalacaksa her gol kaçırdığında Guiza’yı lütfen göstermesin. Kadıköy görüntüleri filan gösterse olmaz mı? Vallahi Atina’daki Fenerlilerin asabı bozuluyor.
Yazının Devamını Oku 9 Mayıs 2010
Yunanistan keyif vermiyor bu dönem. Ekonomisiyle, siyasetiyle, sosyal yapısıyla çok zor günler yaşıyor komşunuz. Ekonomiyle yatıp kalkan bir ülkede biz de uzmanına danışalım dedik... 17. yüzyıldan günümüze Türkiye ekonomilerini konu alan “Sermaye Birikimi ve Türkiye’de Zaman İçinde Küreselleşme” kitabının yazarı ekonomist Yorgo Konstantinidis’e.
Türk ekonomisi için ilk kez bu kadar kapsamlı bir kitap yazdınız...
- Evet 10 yıllık bir çalışmanın ürünü.. Kitabın ana bölümü 1982 sonrasıyla ilgili. Türkiye’deki sermaye türlerini, büyük holdingleri ve yabancı sermayenin seyrini analiz etmeye çalıştım. Türkiye çok dinamik bir ülke. Son 10-15 yılı sürekli olumlu bir seyir izliyor. Güçlü bir sanayisi var. Üretim hem kaliteli hem de rekabet gücü yüksek. Pazarlaması da çok iyi. Türkiye “brand name”.
Yunanistan niye bu krizi yaşıyor?
- Onyıllarca süren bir durumun birikmesi diyebilirim. Yunanistan AB üyesi olmasına ve geçen yıllar içinde AB’den 3 ayrı destek projesi uygulanmasına rağmen gelen paralar gerektiği şekilde değerlendirilmedi. Zihniyet meselesi diyebilirim.
Günümüz Türkiyesi AB üyesi olsa hangi noktaya ulaşır?
- AB ülkeleriyle ekonomik ilişkiler o kadar güçlü ki ekonomik açıdan çok şey değişmeyecek. Bugün AB’nin en güçlü ülkelerinin Türkiye’de dev yatırımları var. Ticari ilişkiler o kadar büyük ki ekonomik açıdan Türkiye AB üyesi sayılabilir.
Peki Yunanistan AB üyesi olmasına rağmen bu noktaya nasıl geldi?
- Yunanistan’da para yarar sağlamayan alanlara harcandı. Türkiye parayı daha doğru yerlerde kullandı. Devletin ekonomide organizasyon zihniyetinin bizden farklı olduğunu anladım. Devlet aldığı ve uyguladığı tedbirlerle sermayeye gerçekten destek oluyor.
10 yıl sonrası için tahmininiz?
- Türkiye’de ekonominin temelleri atıldı ve bu temeller sağlam. Gelecek için olumlu düşünüyorum.
Ya Yunanistan için?
- Çok şeyin değişmesi gerek. Yunanistan’da gelecek için karar verme zihniyeti gereğince gelişmedi.
HALK İSYANI DEĞİL ÇAPULCU EYLEMLERİ
Çarşamba günü yaklaşık 150 bin kişi sokaklara döküldü Atina’da. Hükümetin 30 milyar Euro’luk kemer sıkma ve ek gelir tedbirlerini protesto için. İlk başta herşey barışçı bir gösteri olacağını gösteriyordu. Fakat birdenbire manzara değişti ve polis barikatının karşısına yüzlerini maskeyle mendille gizleyen başka birileri çıktı. Taşlar sopalar uçuştu ve polisten ilk göz yaşartıcı bomba... Sonra ortalık savaş alanına dönüştü.
Atina’da tarih tekerrür ediyordu. 2008 yılında 16 yaşındaki Aleksis Grigoropulos’un bir polis kurşunuyla hayatını kaybetmesi üzerine patlayan şiddet olaylarının tıpatıp benzeriydi çarşamba günü yaşananlar. Aynı alevler, tahrip edilmiş dükkanlar, otomobiller...
Üstelik tragedyada bu defa üç ölü de vardı. Bir bankaya molotof kokteyli atıldı. Çıkan yangında biri 4 aylık hamile üç genç insan dumandan boğularak öldü. Dar gelirli, kemer sıkma tedbirlerinden etkilenen üç masum insan...
Katiller kim sorusuna benim cevabım, bir buçuk yıl önce Atina’yı şiddete boğanlar. Kendilerine “iktidar karşıtı” ve “ideolojist anarşist” diyorlar. Sayıları da 700 bilemediniz 1000 kişi. Bu kişilerin dokunulmazlığını bir türlü anlayamıyorum.
Bu arada, çapulcuların bir buçuk yıl önceki şiddet eylemlerini “halk isyanı” diye sunan bazı yabancı medya organları bu defa da aynı hatayı işlediler. En azından bir kere daha Yunan halkına haksızlık ettiler.
Yazının Devamını Oku 2 Mayıs 2010
Yunanistan’a maddi yardım yapılmamasını isteyen Alman Bild Gazetesi geçenlerde muhabiri Paul Ronzheimer’i Atina’ya gönderdi. İnternette okuduğum kadarıyla, ekonomik krizin Yunanistan’a uğramadığını, sokaktaki insanların asla tasarrufa gitmediğini ve emeklilerin Almanlardan daha rahat olduklarını anlatıyor izlenimlerinde.
Yunanistan’ın Euro’dan çıkması gerektiğini, çünkü Yunanlıların eski para birimleri drahmiye özlem duyduklarını belirtiyor Alman meslaktaşım. Atina’da bir gösteri sırasında “Paramızı geri verin” sloganını bile duymuş. İnsanların eğlenmek için bar ve kafeleri doldurduğunu, barlarda 100 Euro’luk banknotların havada uçuştuğunu da görmüş. “Atina’nın en işlek caddesi Omonia Meydanı’na gittim. Yunanlılar kafe ve barlarda oturmuş, güneşin tadını çıkarıyorlardı” diyor...
Tabii Ronzheimer’in Atina izlenimleri tüm dünyayı dolaştı. Ama durum hiç de Alman gazetecinin anlattığı gibi değil.
Öncelikle, bir ülkenin iflasın eşiğinden dönmesi, halkının çay, kahve içmesini elbette etkilemez. 3-4 Euro olan bir kahve ekonomik krizin Yunanistan’a uğramadığının göstergesi midir?
Barlarda 100 Euro’ların uçuştuğu duyulsa ben dahil 5 milyon Atinalı akın eder. Kaldı ki Alman meslektaşımın söz ettiği meydanda Atinalıların kahve içme âdeti pek yoktur. Bu meydan ve civarında Arnavuttu, Pakistanlıydı, yabancılar yaşar...
Gösteride duyduğu “paramızı geri verin” sloganını Alman meslektaşım yanlış anlamış. Eski para birimi drahmiye özlem mözlem yok. “Devletten çalınan paralar iade edilsin” anlamı taşıyor bu slogan. Yunan halkı bugün Euro yerine drahmi olsaydı ekonomik krizin her şeyi yıkacağını bilecek kadar da zekidir...
Eğer Alman gazeteci Atina zannedip başka bir yere gittiyse diyeceğim yok. Ancak, Atina’ya gelmişse kendisini yabancı bir ülkeye gidip iki-üç günde ahkam kesen gazeteciler kategorisine dahil etmemek elde değil.
Yunanistan birkaç ayda çok değişti. Dükkânlar sinek avlıyor. Süpermarketlerde alışveriş dikkatle. Benzin istasyonlarında “doldur” diyenlere rastlamıyorum artık. Müzikholler deseniz sadece cumartesileri... Diğer günler boş masalara hitap ediyor şarkılar...
Hayır, Yunan halkı fakirleşti demiyorum. Çünkü yüzde 80’den fazlası mülk sahibi. Ama yarın için endişe ediyor, korkuyor insanlar. Belki ilk başta işin ciddiyetini önemsemediler ama artık herşeyin farkındalar.
KOMŞU DAR KÖPRÜDE
“Drama Köprüsü Hasan, dardır geçilmez ’’... Bu türkü geçenlerde Drama şehrinde defalarca duyuldu. Üstelik köprünün nerede olduğu biliniyor artık. “Küçük Asyalılar Derneği Başkanı Nikos Latsistalis, araştırmış ve köprünün şehrin Nikiforos adlı beldesinde olduğunu bulmuş. Drama’yı ziyaret eden Lozan Mübadilleri Derneği üyeleri o köprünün başında söyledi türküyü. Akşamında da vakfın korosuyla Drama Belediyesi korosunun konserinde sınır tanımayan notalar birleşti.
Yazının Devamını Oku 25 Nisan 2010
Seçimlerden sonra Kıbrıs’ın güneyinden yükselen “şimdi timsah gözyaşları dökme vakti” sözüne aynen katılıyorum. KKTC’de Derviş Eroğlu ilk turdan cumhurbaşkanı seçildi. Rum kesiminde siyasetçiler ağız birliği etmişçesine bu gelişmenin “olumsuz” olduğunu söylediler. Bence, vicdanlarının sesini duysunlar ve sonra yemin etsinler de görelim...
Mehmet Ali Talat ile 18 ay boyunca masaya oturan Rum yönetimi lideri Dimitris Hristofyas, adanın güneyinde sesleri gümbür gümbür duyulan sözümona “vatansever” siyasetçilerin tepkilerini düşünüp bir nevi ara anlaşmaya ya da ilerleme sağlanan noktaların ortak bir açıklamayla ilan edilmesine yanaşmamıştı. Şimdi aynı Hristofyas “Müzakerelere kaldığımız yerden devam ederiz” diyor. Talat ile görüşmelerinde “kaldıkları yeri” neden daha önce açıklamadı o zaman?
Rum siyasetçiler yıllardır “Kıbrıs’ın anahtarı Ankara’da” ve “Ankara bıraksın iki Kıbrıs’taki iki toplum lideri hür bir şekilde müzakere yapsın” diyorlardı. Şimdi aynı siyasetçiler “Erdoğan, Eroğlu’nu kontrol altına almalıdır” ve “Ankara’nın yakın markajı gerek” tarzı şeyler söylüyorlar.
2004’de Annan planına “hayır” dedikten sonra ‘Kıbrıs için uluslararası zirve’ lafını duymak bile istemeyen, duyduğunda da hani eşyanın tabiatına aykırı olsun diye “o da katılsın bu da katılsın, ha şu da gelsin bu da” mazeretleri uyduran Rum medyası şimdi başka telden çalmaya başladı. “2004’dekine (Bürgenstock) benzer zirve sonbaharda” haberleri dolaşıyor artık.
Politis gazetesinde okuduğum avukat Haralambos Brucos’un yazısındaki “Şimdi timsah gözyaşları dökme vakti” sözüne aynen katılıyorum. Hatta da önceki gözyaşları da pek farklı değildi diye ekliyorum.
Papandreu’ya Erdoğan için hediye önerisi
Devlet bakanı ve başmüzakereci Egemen Bağış geçen kasım ayında Atina’yı ziyaretinde Başbakan Yorgo Papandreu’ya Candan Erçetin’in “Aman Doktor” cd’sini hediye etmişti. Papandreu’ya, mayıs ayında Atina’ya gelecek Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a Selanik’de yaşayan Antalyalı Dilek Koç’un “Sevdalım Aman” adlı cd’yi hediye etmesini öneriyorum.
Yunanistan’da hazırlanan ve udundan kanununa Yunanlı saz sanatçılarının yeraldığı çalışma, ud taksimiyle başlıyor “Bekledim de Gelmedin” ile devam ediyor. Sonrasında “Sallasana Mendilini”...
Dilek Koç Türkçe söylüyor şarkının yarısını, bu diyarda Ege şarkılarının ustası Glikeria Yunanca söylüyor diğer yarısını...
İki sanatçı “Berberim Oğlan” , “Sevdalım Aman” ve “Pencereden Ay Doğdu”yu birlikte söylüyorlar.
Selanik’in 11 yıldır hemşehrisi ve iki dilde de hemen hemen aynı rahatlıkla şarkılar söyleyebilen Dilek “İndim Havuz Başına” ve “Çanakkale İçinde”yi hem Türkçe hem de Yunanca seslendiriyor.
Lezzetli pastanın üzerindeki kiraz ise bence “Dere Geliyor Dere”... Papandreu’nun bu cd’den haberi var mı ama Türkiye’de piyasaya çıkarsa kaçırmayın.
Yazının Devamını Oku 18 Nisan 2010
Papandreu’nun Rum kesimi ziyareti münasebetiyle gittiğim Lefkoşa’nın güneyinde iki gün dinledim, izledim. KKTC’de bugün cumhurbaşkanı seçimi var. Bu nedenle de Rum kesimindeki tespitlerimi aktarmak isterim. Lefkoşa’nın kuzeyinde öksürseniz güneyinde duyulur ama KKTC seçimlerinin sesi nedense Rum tarafına pek ulaşmadı.
Rum halkının, birkaç yüz metre ötedeki seçimlere ilgisi yok denecek kadar azdı. Tavernalarda, kafelerde, sokaklarda insanların konuştuğu iki konu vardı. İlki 1-1 sona eren Omonia-Anorthosis derby maçı, ikincisi de 15 milyon Euro ikramiye veren loto.
Gelelim siyasetçilere siyasi çevrelere...
Rum yönetimi lideri Dimitris Hristofyas’ın tercihi Mehmet Ali Talat. Neden diye sorarsanız, hem sıkı bir dostlukları var hem de idelojik yakınlıkları. Az değil 18 ay müzakere ettiler ve bazı konularda da anlaştılar. Hristofyas doğal olarak yola Talat ile devam etmek istiyor.
Ancak, muhalefete bakılırsa, Hristofyas’ın illa da Talat demesinin nedeni başka. “Derviş Eroğlu kazanırsa, Talat-Hristofyas müzekerlerinde bugüne kadar bilinmeyen bazı şeyleri ortaya çıkarabilir. Böyle bir durumda zor duruma düşecek olan Rum liderin endişesi de bu” diyorlar.
Hristofyas çevresinden bu iddialara cevap ise: “Çözüm istemeyen Rumlar, Eroğlu’ndan yana” şeklinde.
Kıbrıs Rum kesiminde bugün kim muhalafet diye sorarsanız, cevap Rumların yüzde 70 oylarını alan siyasi partiler olacaktır. Her biri farklı nedenlerle Talat-Hristofyas müzekerelerinde varılan noktadan memnun değil. Daha Türkçesi Rum oylarının yüzde 30’unu temsil eden Hristofyas tek başına bu dönem. Yarın ne olur bilemem.
Yunan başbakanı Papandreu işte bu yüzden Kıbrıs’a gitti. Rum parti liderlerine “beyler kendinize gelin. Eğer bu fırsat da kaçarsa yenisi gelmez. Üstelik AB’da da şartlar değişti oraya pek fazla güvenmeyin” mesajı verdi.
Bunun ötesinde, Talat ile Eroğlu KKTC’den başka Rum gazetelerindeki demeçleriyle de kozlarını paylaştılar.
Beş ay sonra tekrar gittiğim Kıbrıs Rum kesiminde “çözüm istiyorlar” diyerek İncil’e el basamam. “Çözüm gecikmeyecek” de diyemem.
Ayrıca, tuhaf bulduğum bir şey de Kıbrıslı Rumların sanki dünyanın merkezinde yaşadıklarına inanmaları.
Bence biraz mütevazi olmalarında yarar var.
Yazının Devamını Oku 11 Nisan 2010
Kathimerini Gazetesi’nin genel yayın yönetmeni Paskalya’da Türkiye’deydi, dönünce köşesinde anlata anlata bitiremedi
Saygınlığıyla tanınan To Vima gazetesinin Washington muhabiriyken okurdum yazılarını... Mübalaya, saptırmaya hiç rastlamamıştım. Haber ne ise o...
Atina’ya döndükten sonra hem yazıları, hem de televizyondaki “Dosyalar” adlı haber programında aynı çizgiyi sürdürdü. Önce haber... Herşey haber...
Hani illa da bir benzetme yapmak gerekse, Yunanistan’ın Mehmet Ali Birand’ıdır Aleksis Papahelas.
Şimdi o artık yine saygınlığıyla tanınan Kathimerini gazetesinin genel yayın yönetmeni. Gazetedeki yazılarında, televizyondaki programında hala o mütevazı tavır, hala o ciddi habercilik anlayışı.
Geçen Paskalya bayramını İstanbul’da geçirdi Papahelas ve izlenimlerini de gazetesinde kaleme aldı:
“Yıllar önce Türkiye’ye gittiğimde hep Yunanistan’dan çok uzak bir yerde bulunduğum hissine kapılırdım. Ama artık değil. Türkiye çıplak gözle bile görünen çok büyük adımlar attı” diyor.
Altyapı, eğitim ve iş dünyasında büyük ilerlemeler kaydedildiğini, Türk üniversitelerinin hem tesis hem de verilen eğitim açısından Yunan üniversitelerini çok geride bıraktığını vurguluyor ardından.
EŞİ GÖRÜLMEMİŞ DİNAMİZM
Yazının Devamını Oku