Yorgo Kırbaki

Erdoğan yine Atina yolcusu

3 Ekim 2010
Bir Türk başbakanının ya da bir bakanının beş ay içinde ikinci defa Atina’ya gelecek olmasına inanmak güç geliyor. Erdoğan’ın ardından Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış ile Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da yine Yunanistan’a gelecek. Bana, sanki önümüzdeki aylarda Türkiye-Yunanistan-Kıbrıs üçgeninde ‘iyi haberler’ çıkacak gibi geliyor Alışmışım onca zaman “10 küsur, 20 küsur yıl sonra ilk ziyaret” demeye, bir Türk başbakanının ya da bir bakanının beş ay içinde ikinci defa Atina’ya gelecek olmasına inanmak güç geliyor.
Geçen mayıs ayında beraberinde 10 bakan ile Atina’yı ziyaret eden Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bu defa ‘Akdeniz ülkeleri İklim Değişikliği ve Çevre Konferansı’na katılmak üzere 21 Eylül akşamı yine Yunan başkentine gelecek. Davet Papandreu’dan geldi, Erdoğan kabul etti.
Bir yıldır iktidarda olan Papandreu’nun başbakan olduktan iki gün sonra ilk dış ziyaretini İstanbul’a yapıp Erdoğan ile görüşmesini de hesaba katarsak işler iyi gidiyor diyebiliriz.
Sadece ekonomi, turizm, ticaretten filan bahsetmiyorum. Ege anlaşmazlıkları için de işler iyi gidiyor. İki ülke dışişleri heyetleri arasında yıllar süren istikşafi görüşmelerde son birkaç ay içinde önemli yol kat edildiği geliyor kulaklarıma. Türk kaynaklar, “Yunan tarafının tavrında yumuşama var” diyor, Yunan kaynaklar da Türk tarafının tavrında yumuşamadan söz ediyor.
Hani iki ülkenin dışişleri heyetleri bir noktaya kadar ilerledi, iki başbakan Atina’da durumu değerlendirip bazı önemli kararlar verecekler diye düşünsem, çok mu acele etmiş olurum? Sanmıyorum. Erdoğan da Papandreu da çözüm için siyasi iradeye sahip göründüler bugüne kadar.
Ege anlaşmazlıkları hava sahası, kıta sahanlığı, karasuları diye başlayıp uzayan bir sorunlar listesi. Çözüm adresinin Lahey Adalet Divanı olabileceğini de söylemek mümkün.
Eğer Ege anlaşmazlıklarında herhangi bir anlaşmaya varılırsa, Kıbrıs sorunu tek başına ne kadar da sırıtacak.
Kıbrıs dedim de aklıma geldi; Atina’daki konferansta Rum Yönetimi lideri Dimitris Hristofyas’ın da katılması bekleniyor. Hristofyas geçenlerde Washington’da bir toplantıda konuşurken, “1974’de anavatan diye adlandırılan iki ülke de Kıbrıs’a saldırdı. Kıbrıs tecavüz kurbanıydı. Şimdi yeniden bakireliğini tesis etmeye çalışıyoruz. Ben Kıbrıslı Türkleri seviyorum. Bu duygularım da sözden ibaret değil” dedi. Bunlar bir Kıbrıslı Rum lider için söylenmesi çok zor sözler. Zaten bu yüzden de Rum Kesimi’nde muhalefet partileri Hristofyas’a demediğini bırakmadı.
Erdoğan’ın ardından Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış ile Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da yine Yunanistan’a gelecek.
Gazetecinin bazen koku alma duygusu ağır basar. Bana, sanki önümüzdeki aylarda Türkiye-Yunanistan-Kıbrıs üçgeninde ‘iyi haberler’ çıkacak gibi geliyor. Ancak her ihtimali karşı belirteyim, aynı koku alma duygusu geçmişte beni haklı da çıkardı yanılttı da? Hadi bu kez hayırlısı.
Yazının Devamını Oku

90 dakika aşk

26 Eylül 2010
18 bilemediniz 20 yaşlarında bir çift. O kadar gürültü içinde elleri birbirine sıkı sıkı sarılmış, gözleri de öyle; eminim kalpleri de. Atina geldi yine aklıma. Öyle bir manzara olmaz Yunanistan başkentinde.

Hürriyet’in İzmir Temsilcisi dostum Deniz Sipahi ve eşi Berna ile Fenerbahçe-Beşiktaş maçını izlemek için gittiğimiz Konak’taki birahanede hani iğneyi yere atsanız düşmeden önce mutlaka birkaç tur atardı.
Oturduk bir masaya, biralarımızı, çerezimizi söyledik. Maç başladı. Etrafımıza şöyle bir baktık. Arka masada altı-yedi Beşiktaşlı genç, rakı-bira eşliğinde takımları için tezahürat yapıyor. Diğer masalarda da durum pek farklı değil. Kızlı erkekli grupların kimi Fenerli kimi Beşiktaşlı ama hepsi aynı heyecan içinde... Atina geldi aklıma. Ezeli rakipler Panathinaikos ile Olimpiakos taraftarlarının bir derbi maçını izlemek için aynı çatı altında toplanmaları Yunanistan realitesi dışındadır. Neyse, gözümüz bir anda önümüzdeki masaya takılıp kaldı. Ne alaka? 18 bilemediniz 20 yaşlarında bir çift. O kadar gürültü içinde elleri birbirine sıkı sıkı sarılmış, gözleri de öyle; eminim kalpleri de. Atina geldi yine aklıma. Öyle bir manzara olmaz Yunanistan başkentinde. Kız esmer güzeli, delikanlı boylu poslu yakışıklı. Pizzayla salata yiyorlar ve biralarını yudumluyorlar. Delikanlı hep, “Ben” diye başlayan cümleler kuruyor, kızcağız eriyip gidiyor.
Beşiktaş’ın topu direkten dönünce delikanlı bir anda kızın elini bıraktı ve, “Ya bu da kaçar mı!” diye bağırdı. Aramızda bakıştık; güldük. Aşk dolu sözler, vaadler bitti kendi dünyasına döndü delikanlı. Fenerbahçe golü atınca yine eller uzaklaştı birbirinden. “Ya bu da yenir mi be” narası yükseldi delikanlıdan. Kızcağız neye uğradığını şaşırdı.

HAVA BİR ANDA GERGİNLEŞTİ

Televizyonu o dakikalara kadar göz ucuyla izleyen delikanlının kızcağızla teması sadece sıkı sıkı sarıldığı eliyle sınırlı artık.
İlk yarı bitti. Arka masadaki gençlerden bazıları tuvalete gitmek için kalktı. Birahanenin içinde bir anda kargaşa. Masadaki öteki gençler yardıma koştu. Tabii rakı kadehten yudumlandıktan birkaç dakika sonra şişede durduğu gibi sakin sessiz değil.
Aslında aşk yeminleri için 15 dakika vakti olan delikanlı da fırladı yerinden. Kızcağız “Dur gitme” dedi ama nafile. Sevgili Berna “Kızım burada işin ne? Başka bir yere gitseydiniz” tarzı bir şeyler söyledi, kızcağız da masum bakışlarla ,“Ne yapayım işte” tarzı bir cevap verdi.

Yazının Devamını Oku

Sevdiğini beslemek

19 Eylül 2010
“Artık büyük aşçı kriterlerim değişti. Büyük aşçı, bilmem nereden gelmiş baharatı yerinde kullanan usta değil. Büyük aşçı, acı içinde kıvranan yorgun bir bedene iki lokma yemeği midesine indirmeye ikna edebilen kişidir” diyor eşini kaybeden ünlü aşçı İlias Mamalakis

“Ben yemek pişirmesini bilirim, mutfağı, gastronomiyi... Lezzetli bir yemeğin insana mutluluk verdiğine inanırdım. Yıllar sonra yemeğin herhangi bir zevkin çok ötesinde olduğunu ve unutmak olduğumuz bir sürü değerin arkasında gizlendiğini keşfettim.
Bir sevgi gösterisidir yemek. Annenin memesinden bebesine süt emzirmesi, ördeğin ağzıyla yavrusunu doyurması, aslanın avladığı geyiği midesine indirmek yerine önce sabırla yavrularını beklemesidir.
Beslemek meğer gastronomiden kat ve kat üstünmüş. Annenin çocuğuna yedirdiği her lokma benim bin bir malzeme kullanarak hazırladığım spesyalitelerden çok ama çok daha değerli. Artık büyük aşçı kriterlerim değişti. Büyük aşçı, sözgelimi barbun balığını tavada yakmadan kızartan, salatada malzemeyi abartmayan, bilmem nereden gelmiş baharatı yerinde kullanan usta değil... Büyük aşçı, acı içinde kıvranan yorgun bir bedene iki lokma yemeği midesine indirmeye ikna edebilen kişidir.
Ben aylarca bunu yapmaya çalıştım. Sevdiğim kadını besleyebilmek için ustalığım yetmedi. İnat edercesine yaşamak istemiyordu. Ne salatalar yaptım ona, ne börekler... Hiçbirinin tadına bile bakmadı. Hepsi çöpe atıldı. Sadece birkaç dilim şeftaliyi kabul ediyordu bünyesi. Onca yıl, onca lezzet öğrendim ama hiçbir işe yaramadı. Besleyemedim sevdiğimi işte!”
Bu yazıyı yıllardır televizyonlarda programlar yapan ve kitaplar yazan Yunanistan’ın yeme-içme sektörünün tartışmasız en ünlü ismi İlias Mamalakis’den ödünç aldım. Mamalakis bu yazıyı birkaç gün önce kansere yenilen eşi Stella için yazdı...

YUNAN AİLESİ TÜRK TEHDİDİ ALTINDA

Yunanlı beylere doğrusu acıyorum bu dönem. Çünkü memlekette özellikle 40 yaş üstü kadınlar saat 17.00’den sonra kayıp; ta geceyarısına kadar... Adam iki kelime konuşacak “Şimdi olmaz” cevabı alıyor. Çocuk “Anne” diye başlıyor söze, aldığı cevap aynı.

Yazının Devamını Oku

Polisiye yazarından 6-7 Eylül

12 Eylül 2010
Yunanistan’da polisiye romanlarının 1 numarası, kitapları Türkiye’de de yayınlanan Petros Markaris, Ta Nea gazetesindeki demecinde 6-7 Eylül 1955 olaylarını anlatıyor “Birkaç gün sonra okula gittiğimde (Avusturya Lisesi) sınıftaki öğrencilerden bazıları “Derdinizi Yunanistan’a anlatın” bazıları ise “Biz bu olanlara mutabık değiliz” diyordu. Yazar olmamda büyük katkısı bulunan edebiyat öğretmenim beni yanına çekip “Halkım adına utanıyorum, senden özür diliyorum” demişti. O zamanlar edebiyat öğretmenimin söylediklerini, 50 yıl sonra Türkiye’de resmen söyledi.”
Yunanistan’da polisiye romanlarının 1 numarası, kitapları Türkiye’de de yayınlanan (‘Gece Bülteni’, ‘Che İntihar Etti’, ‘Alan Savunması’) ve aynı zamanda senarist (Ünlü yönetmen The Angelopulos’un pek çok filminin senaryosunu yazdı) Petros Markaris, Ta Nea gazetesindeki demecinde 6-7 Eylül 1955 olaylarını anlatıyor...
“Yaz tatilimizi Heybelida’da geçirirdik. O gün, deniz okulunun komutanı, göstericilerin adaya çıkmasını engellemesi için polis şefini ikna etti. Göstericiler adaya geldiklerinde polis şefi tabancasını çekip engel oldu.
Ertesi gün Beyoğlu’na, Fener’e, Kurtuluş’a gittiğimde tam bir felaketle karşılaştım. Nerede azınlık mensubu yaşıyorsa o semtin okulu, kilisesi tahrip edilmişti. Beyoğlu’nda dükkanların kırılan camlarından ve sokağa fırlatılan kumaşlardan yürümek imkansızdı. Olaylarda Türklerin tümünün yer aldığını ve desteklediğini söylemek yanlıştır. Rum komşularına yardım eden, onları koruyan, gizleyen Türkler de vardı...”

ENOSIS’İN GÜNAH KEÇİSİ

6-7 Eylül 1955 olaylarının nedenini birkaç yıl öncesinde arıyor Markaris: “Kıbrıs ile Yunanistan’ın Enosis talebi yüzünden İstanbul’da ortam 1952 yılından beri gergindi. Enosis lafı Türklerin kulağına küfür gibi geliyordu. İstanbullu Rumlar bu işin günah keçisi olacaklarını hissediyorlardı...”
Peki dönemin Menderes hükümetinin sorumlulukları?
“6-7 Eylül olaylarını Adnan Menderes’in sırtına yüklediler. Ancak yıllar sonra durumun pek öyle olmadığı anlaşılıyor. 2’nci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla İstanbul’da ticareti elinde bulunduran Rum, Ermeni ve Yahudi azınlıkları korku içindeydi. Bu azınlıkları ‘sıfırlamak’ isteyen şeytani biri vardı; o da İsmet İnönü idi. Cumhurbaşkanı olan İnönü, Almanlara derin hayranlık duyuyordu. Nazilerin Yahudilere yaptığını o da azınlıklara yapmak istedi. Bu çerçevede de 1941’de ‘20 Kura İhtiyatlar’ı ve 1942’de Varlık Vergisi çıkarıldı.
Almanlar Stalingrad’da yenilince, müttefiklerin galibiyeti üzerine İnönü bu tedbirleri gevşetmek zorunda kaldı. Azınlıklar kendini toparladı. Azınlıklar aslında 6-7 Eylül 1955’den sonra bile kendini toparladı ama nihai derbeyi yine İnönü’nün başbakan olduğu 1960’yı yıllarda yediler.
Menderes, liberal ekonomi yanlısıydı ve azınlıkların insiyatif üstlenmelerine izin verdi. İstanbullu Rumların kurtarıcı saydıkları aynı Menderes beş yıl sonra o insanları ayaktakımının insafına terk etti.
Menderes 6-7 Eylül olayları için önceden habardar mıydı? Yoksa gizli servislerin işi miyidi? Bu sorulara hala net bir cevap verilemiyor” diyor Markaris.
Gerçek, safkan bir İstanbullu olan Markaris, İstanbullu Rumların başlarına gelenler için Yunanistan ve Kıbrıs’ı eş sorumlu saydıklarını, bu nedenle de o dönemi yaşayanların Kıbrıslı Rumlara hiç sempati duymadığını da vurguluyor.
Hemşehrim Markaris bu düşüncesinde haklı. Ne zaman Kıbrıs Rum Kesimi’ne gitsem yedikleri nanelerin faturasını İstanbullu Rumların ödediğini anlatmaya çalışırım. Anlayanların sayısı maalesef hala çok az.
Yazının Devamını Oku

El emeği göz nuru kopyalar

5 Eylül 2010
Türkiye KPSS sınavında kopya iddialarıyla sarsılırken Selanik’te kopya sanatının en nadide örnekleri bir sergiye konu oldu. Yaratıcılık, teknikte de teknolojide de Türkiye’den geri kalır değil Kimi papirus kağıdıyla hazırlanmış el emeği göz nuru. Eni dört santim, boyu tam iki metre. Kimi 7x10 santim içinde 100 sayfalık koskoca bir kitabı barındırmış. Kimi ufacık bir fihrist. ‘Şu ders çorapta’, ‘bu ders cepte’, ‘o ders ayakkabıda’ diye yazıyor. Kimi de kibrit çöpüne sarılmış uzayıp giden ferman gibi. Tabii teknoloji de eksik değil. Cep telefonları, handsfree’ler, telsizler...
Selanik Üniversitesi Ekonomik Bilimler Fakültesi’nde 1984 yılından bu yana kopya çekerken yakalanan öğrencilerin önemli ve ilginç bulunan ‘eserleri’ açılan bir sergide teşhir ediliyor.
‘Kopya Sergisi’nde öğrencilerin hayal gücü ve sanatsal yetenekleri de göz önüne alınmış. Ziyaretçiler birbirinden ilginç 200 kopyayı kimi zaman hayranlık, kimi zaman şaşkınlıkla izliyor.
Kim bilir her biri kaç saatte hazırlandı? Bazıları kitabın tümünü okumak kadar vakit almıştır belki de.
Yunan üniversitelerinde kopya çekerken yakalanan öğrencinin cezası, o dersten üç dönem sınava girememek. Kopyayı alışkanlık edinenler ise üniversiteden atılıyor. Sergideki eserler, Deep Purple grubunun ‘Child in Time’ şarkısını söylediği, İspanyol paça pantolonların moda olduğu, kebabın-dürümün henüz Beyoğlu’na pek girmediği dönemdeki öğrencilik yıllarımda çektiğimiz kopyaları hatırlattı.

KENDİ YAZISINI OKUYAMAYANLAR

Öğretmen kitapları toplatırdı, sıranın altında gizlediğimiz yedek kitapları açardık. Kızlar küçücük yazılarla bacaklarını doldururdu. Sıranın üzerine yazdığımız bazı şeyleri işimiz bitince ispirtoyla silerdik. Bazılarımız sınav sırasında kendi yazdıklarını okuyamazdı, o başka.
Hiç unutmam, İngilizce dersindeki bir sınav sorusunda bir kelimeden yola çıkıp, kitapta ne yazıyorsa kağıda dökmüştük. Mualla Öğretmen de, “Hepinizin aynı şahane cümleleri kurmuşsunuz ama cevaplarız soru ile ilgisiz” demişti.
Selanik’teki sergide tarayıcılar ve fotokopi cihazları kullanılarak hazırlanan kopyaları görünce biraz da giden gençliğime yandım.

Komşu yine sigarayı kesiyor

Memlekete hayırlı olsun... Yunanistan bir yıl içinde ikinci kez sigarayı kesiyor. Geçen yıl eylül ayında tam uygulamaya konan yasağa Avrupa’nın en çok sigara içen insanları yani Yunanlılar hiç itibar göstermedi. Hükümet, paf-puf kalesini kuşattı ancak fethedemedi. Tiryakilerin direnci sonucu da diz çöktü.
Hükümet değişti, şimdiki hükümet öncekinden kararlı görünüyor. 1 Eylül’den itibaren başlayan yeni yasak, bir aylık geçici dönemden sonra 1 Ekim’den itibaren umuma açık tüm kapalı mekanlarda sigara içene ve içtirene 500-10 bin Euro arasında para cezası öngörüyor. Israrla yasağa uymayan mekan sahibinin ruhsatının iptal edilmesi, ceza kesen memur ile dalaşan tiryakinin suçüstü mahkemesine sevk edilmesi de cabası.
Yasağın uygulanmasını polisi, zabıtasıyla tam 9 bin 500 memur sağlayacak. İkinci sigara yasağının ilk günlerinde değişen tek şey, işyerlerinde çalışanların sokağa çıkıp sigara tüttürmeleri oldu. Sonuç, Atina’nın merkezi izmaritlerle dolup taştı.
Yasağın boşlukları da var elbet. Casino’larda ve canlı müziğin olduğu 300 metrekareden büyük eğlence yerlerinde yaklaşık bir yıl daha sigara içilebilecek. Yani minnacık bez parçalarının oralarını buralarını örttüğü sarışın-esmer-kumral kadınların masaların üzerine çıkıp müziği ete kemiğe büründürdükleri müzikhollerin ve milyonlarca Euro’nun bir anda el değiştirdiği kumarhanelerin müşterileri için şimdilik sorun yok.

UYGULAMA KOLAY OLMAYACAK

Atina’daki kafelerin büyük bir bölümü açık alanda masa bulunduruyor. Yaz sıcağında klimalarla, kış soğuğundaysa tenteler ve seyyar sobalarla durumu idare ediyorlar. Kafe sahipleri “Buna alışacağız. Mekanlarımızın dışı dolu içi boş olacak” diyorlar.
Görünen o ki yasak daha çok bar ve tavernaları etkileyecek. Ekonomik krizin yanı sıra bir de sigara yasağı, bar ve tavernaların işini iyice zorlaştıracak. Yunanistan’da yüz binlerce insanın geçimini yemek ve eğlence sektöründen sağladığı düşünülürse bence yasağın uygulanması o kadar da kolay olmayacak.
Sizler Türkiye’de ‘dumansız hava sahası’na çoktan girdiniz ve bu durumdan memnunsunuz şüphesiz. Hatta bu konuda Yunan medyasında defalarca örnek oluşturdunuz. Bu yüzden aşağıdaki satırları en azından ‘demode’ bulabilirsiniz:
Sigara tiryakisiyim. Mutlaka yanılıyorum ama ne bileyim bir trafik kazasında ölme ihtimalinin sigaradan çok daha fazla olduğuna inananlardanım. Eğer devlet vatandaşının sağlığımı o kadar düşünüyorsa, o zaman kiloluyum diye pastaneye girişime de izin verilmesin. Ya da pastanelerin şeker hastalarına tatlı satması yasaklansın. Aaaa gaza geldim galiba. Ne o öyle sigara paketlerinin üzerindeki ‘öldürür möldürür’ yazıları? ‘Sağlığa zararlı bir zevk’ dense olmaz mı?
Ayrıca, “Sigara içmeyenin günahı ne” diyenlere de, mutlaka vardır ama onların hakkında da öyle çok da ciddi bilimsel bir araştırma okumadım diyebilirim. Eh bu kadarı da fazla. Sigaraya karşı kampanyaların ve yasakların insanlık tarihinde vicdanları en çok denetim altına almayı hedefleyen uygulamalardan biri olduğunu söyleyecek kadar haddimi aştım.
Disiplinli adam sigara içmez, içki içmez, sağlıklı beslenir, spor yapar. Hatta cinsel yaşamında seçtiği partnerin sağlığına bile çok dikkat eder...
Ölünceye kadar sağlıklı kalmaya uğraşan bir insan başka bir şey yapmaya vakit bulur mu Allah aşkına?
Kaldı ki zaten şu ölümlü dünyada güzel olan ne varsa ya yasaktır ya da şişmanlatır.

Yazının Devamını Oku

Kralcı adada kral düğünü

29 Ağustos 2010
Devrik Yunan Kralı Konstantin birkaç yıl öncesine ayak basmasının yasak olduğu Spetses Adası’nda oğlu Nikolaos’un düğününü yaptı. Meraklı Yunan ve yabancı onca turistin yanı sıra, yüzlerce kral yanlısı nostaljist de oradaydı.

Atina’dan deniz otobüsü ile yaklaşık 2.5 saat mesafedeki Spetses Adası doğal güzellikleri ve masmavi denizinden başka nüfusunun ‘kralcı’ olmasıyla da tanınır. Albaylar Cuntası’nın (1967-1974) devrilmesinden hemen sonra yapılan ‘Monarşi mi? Demokrasi mi?’ referandumunda demokrasi ezici üstünlük sağlasa da Spetses Adası’nın sakinleri ülke çapında rekor kırarak yüzde 73 oranında ‘monarşi’ demişti. Son seçimlerde bile sol partilerin tümü geçerli 3bin 200 oyun ancak 100’ünü toplayabildi. Pek çok ada sakininin evlerinde İsa ve Meryem Ana ikonlarının yanında mutlaka eski bir kralın fotoğrafı da asılıdır.
Devrik Yunan Kralı Konstantin birkaç yıl öncesine kadar bu adaya ayak basamıyordu. Tekneyle limana yaklaşıp, uzaktan izlerdi Spetses Adası’nın ışıklarını. Bir keresinde torununa dondurma almak istediğinde liman polisinin “Yasak” demesi üzerine küplere binmişti.
‘Demokrasi affetmesini bilir’ misali Kral, geçen çarşamba gecesi ikinci oğlu prens Nikolaos’u dillere destan bir düğünle Spetses Adası’nda evlendirdi.
Gelin, ABD vatandaşı Tatiana Blatnik. Venezuela’da doğmuş, babası Sloven, annesi Alman. Milyarder işadamı babası ölünce İsviçre’ye taşınmış aile. Anne ikinci evliliğini yapınca Tatiana Londra’ya yerleşmiş. 2007 yılından beri dünya çapında ünlü modacı Diane von Fürstenberg’in sağ kolu.
Nikolaos yedi yıl önce İsviçre’de kayak yaparken tanıştı Tatiana ile ve o anda da vuruldu. Bir yaz gecesi, bir sandalın içinde, kadının önünde diz çökerek evlenme teklifinde bulundu…
Düğün töreninin yapıldığı kilisenin içinde 30, avlusunda da 360 kişi vardı. Hepsi ünlü isimler. İspanya Kraliçesi Sofia, İspanya tahtının veliahtı Felipe, iki oğlu ile birlikte İngiltere tahtının veliahtı Charles, Hollanda Kraliçesi Beatrice ve daha nice kraliyet ailelerinin fertleri.
Armatörler, sanayiciler, sanatçılar da davetliler arasında.

Yazının Devamını Oku

Sümela’daki ayinde provakosyona geçit verilmedi

22 Ağustos 2010
Selanik ve Gümülcüne’deki iki eylem de Sümela’daki ayinine gölge düşürmek isteyenlerin provakasyonlarıyla, hedeflerine ulaşamadılar. Yunan Hükümet Sözcüsü Yorgos Petalotis her iki saldırı için de sert kınama açıklamaları yaptı Sümela Manastırı’nda 88 yıl sonra düzenlenen ayin 10 küsur milyon nüfuslu Yunanistan’da 10 küsur milyon kişiyi duygulandırdı.
Türk hükümetinin ayine izin vermesi ve alınan sıkı güvenlik tedbirleri sayesinde en ufak tatsızlığın yaşanmaması Yunan medyasında takdirle karşılandı.
Başbakan Yorgo Papandreu tarihi bir olaydan söz etti. Sümela’daki ayini yöneten Patrik Bartholomeos’un sevinci gözlerinden okunuyordu. Ayin için Karadeniz’e gelen babaları, dedeleri Karadenizli 2-3 bin kişinin memnuniyeti de her hallerinden belliydi.
Türk hükümeti, Türk polisi, Fener Patrikhanesi ve Yunanistan’daki Pontus dernekleri iyi ve doğru hazırlık yaptılar. Bazı fanatik kişileri ‘etkisiz’ hale getirdiler ve ziyaretçileri Ramazan dolayısıyla sokakta yemek içmek konusunda hassas olmaları için uyardılar.
Tesadüf mü? Bilmiyorum ancak, ayinden birkaç gün önce bitişiğinde Atatürk’ün doğduğu evin bulunduğu Türkiye’nin Selanik Başkonsolosluğu’na üç molotof kokteyli atıldı. Biri duvardaki sarmaşıklara isabet etti ve itfaiye tarafından zamanında söndürülen bir yangın çıktı.
İki gün sonra da Türklerin yoğun yaşadığı Gümülcine’deki Poşpoş mezarlığında 10’dan fazla mezar tahrip edildi. Yapılan bu ölülere karşı saygısızlık karşısında 200’den fazla mahalle sakini Türk, vaktin gece yarısı olmasına rağmen önce trafiği kesti sonra da Türk Başkonsolosluğu’na doğru yürüyerek üzüntü ve öfkelerini dile getirdi.
Yunan Hükümet Sözcüsü Yorgos Petalotis her iki saldırı için de sert kınama açıklamaları yaptı. Sözcü, “Toplumlarda nefret ve saldırganlığa yatırım yapan marjinal gruplar bulunmaktadır. Bunların eylem ve hareketleri tamamen kınanması gereken ve ulusal çıkarlarımız aleyhine olan hareketlerdir. Bunlar Yunanistan’ın geride bıraktığı geçmişten kalan kalıntılardır. Başka bir dini gruba ait mezarları tahrip edip ölülerin ruhlarını rahatsız edenler, her zaman toplumumuzun dışında olanlardır ve toplum her defasında bunlara daha fazla birlik olup karşı çıkacaktır” dedi. Yunan Dışişleri Bakan Vekili Dimitrios Druças da Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nu telefonla arayarak Selanik’teki Türk Başkonsolosluğu’na molotoflu saldırı için duyduğu üzüntüyü dile getirdi.
İki eylem de Sümela’daki ayinine gölge düşürmek isteyenlerin provakasyonlarıyla, hedeflerine ulaşamadılar.
Bu arada, Sümela’daki ayini izleyicilerin isteği üzerine iki defa yayınlayan Yunan devlet televizyonu ET-3’den izlerken, bir hafta önce Rodos adasındayken Türklerin dile getirdiği bir şikayet geldi aklıma.

SÜLEYMANİYE DE İBADETE AÇILSIN

Rodos’ta İbrahim Paşa Camisi cuma ve bayram namazları için açık. Adada yaklaşık üç bin Türk yaşıyor. Çalışmak için çeşitli ülkelerden gelen çok sayıda Müslüman da var. Bayram namazlarında en az 1500 kişi toplanıyor. Tabii İbrahim Paşa Camisi’ne sığmıyorlar. Pek çok kişi yolda kılıyor bayram namazını.
Rodos’ta Süleymaniye Camisi de var. Restorasyonu tamamlanmış. Rodos Türkleri, Yunan makamlarından Süleymaniye Camisi’nin de yılda bir kez ibadete açılmasını istemiş. Kesin bir cevap alamamışlar. Kime gitseler, “Ben yetkili değilim” diyormuş.
Üstelik Süleymaniye Camisi’nin kapalı kalmasından Yunanlı esnaf da memnun değil. Camiyi turistler ziyaret etse oradaki dükkanların cirosu hareketlenecek.
Eğer teknik bir sorun yoksa, bu cami açılsa ne sakıncası olur diye soruyorum kendime, mantıklı bir cevap bulamıyorum.

FENERBAHÇE TURU GEÇER

Amca oğlum safkan Fenerbahçeli Stelyo ile birlikte Selanik’e vardığımızda öğle vakti idi ve maça daha çok vardı. Ama şehir akşamki maçı konuşuyordu. Selanikliler net bir skorla galip gelmemesi halinde İstanbul’da ‘tur’un hayal olacağında birleşiyordu.
Deniz manzaralı, neoklasik binalarla dolu Aristotelus meydanında bir tur attım. Sorduğumda kimi Selanikliler eliyle 2 iki kimi üç rakamını gösteriyordu.
Maçı basın tribününden izlemek için akreditasyon kartımı almaya gittiğimde Toumba stadının etrafındaki PAOK’çu kahvelerin, tostçuların hepsi doluydu. Fanatik taraftar derneği ‘Gate 4’ oradaydı. Olabildiğince iyi, nazik davrandılar. Fenerbahçe’nin oynayacağı taktikten çok, Rüştü Saraçaoğlu’ndaki ‘havayı’ sorduklar... Maçı şifreli kanalın (NOVA) yayınlıyor olması nedeniyle Fenerbahçemin sahaya çıkmasına iki saat kala Selanik’te dev ekranlı cafe’lerde boş iskemle kalmamıştı.
Tekrar Toumba stadına döndüm. Türkiye’den gelen meslektaşlarla selamlaşma faslından sonra basın tribününden etrafı izlemeye koyuldum.
Hoparlörlerden PAOK taraftarlarına taşkınlıklarda bulunmamaları konuk takıma ve taraftarlarına saygı göstermeleri, herhangi bir olayın Yunan takımına zarar vereceği anonsu yapılıyordu.
Takımlar ısındı maç başladı. PAOK sahada belli ama Fenerbahçe yok gibi. Savunmaya gelen her top panik mi yaratıyor nedir? Orta sahaya ulaşan her top rakibe kaptırılıyor.
70-80 kadar Fenerbahçe taraftarı küçük bir Türk bayrağı açtı bir ara. Statta bulunan binlerce taraftar Yunan Milli Marşı’nı söyledi; şaşırmadım.
PAOK 1-0 öne geçince Fenerbahçe’ye yapılan küfürlü tezahürata de aynı şekilde şaşırmadım.
İlk yarı bitti. VIP kantininde viskiler, uzolar havada uçuşuyordu. Memnundu tabii PAOK taraftarları.
İkinci yarıda Niang’ın oyuna girmesiyle durum değişti. Fenerbahçe, Fenerbahçe olmaya başladı. PAOK da 10 kişi kalınca cidden ümitlendim. Olmadı. Fenerbahçe de beraberlik golünü atabilirdi, PAOK da skoru iki hatta üç yapabilirdi.
Bir ara sarı bir pano açıldı. Türkçe bir şeyler yazıyordu ama yanlışlıkla ters tutmuşlardı. Hemen toplatıldı, üzerinde ne yazdığını göremedim.
Maç bitti. Fenerbahçelilerin bulunduğu tribüne yaklaşan birkaç PAOK taraftarı el kol hareketleri yapıyor. Biri ‘tahrik’ için Beşiktaş kaşkolu gösteriyordu.
Geçmişteki maçlarını düşündüm, PAOK taraftarı Fenerbahçe maçında bana yine de ‘kuzu’ gibi geldi vallahi. Yönetimin hafta boyunca “Aman olay çıkmasın” telkinleri yerini buldu. Tabii skorun katkısını da unutmamak gerek.
Toumba’dan çıkarken vakit gece yarısını geçmişti. Fenerbahçe, Şükrü Saraçoğlu’nda daha ürkek daha az canlı bir PAOK görecek diye düşündüm çünkü PAOK deplasman maçlarındaki başarılarıyla tanınmıyor.
Yazının Devamını Oku

Kaşla göz arasında gerginlik

15 Ağustos 2010
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile Yunan Dışişleri Bakan Vekili Dimitrios Druças’ın Rodos’taki bol kahkahalı öğlen yemeğinin üzerinden iki gün geçmedi ki iki ülke arasında yeni bir gerginlik doğdu Şairin dediğinden bile sıcak şövalyeler adası Rodos. Omuzumdaki çanta da ağır mı ağır... Bilgisayar içinde, fotoğraf makinesi, ses kayıt cihazı, ıvır zıvır ve bir gömlek... Daha üç saat önce Atina’da çalışma odamdaki klimanın saldığı serinlik sanki yıllar öncesinde. Bu koskoca beden artık güneşin acımasız cömertliğine teslim.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Bodrum’dayken Yunan Dışişleri Bakan Vekili Dimitrios Druças ile telefonda görüşmüş ve “Hadi yarın birlikte Rodos’ta yemek yiyelim” demişler. Bize de izlemek düşüyor.
Vakit tam öğle saati. Rodos Kalesi’nin içinde koşuyorum. Adanın kaliteli balık lokantalarından Dironis’e vardığımda, bakanlar barbunları afiyetle yemiş, Türkiye’nin Ege sahillerinde buluşmak üzere bir sonraki randevuyu verip vedalaşmışlardı çoktan.

MASADAN KAHKAHALAR YÜKSELMİŞ

Uçan kuşlardan duydum, yemek sırasında masadan kahkahalar yükselmiş dört bir yana. Davutoğlu, cuma namazı için İbrahim Paşa Camii’sine gitmişti. Zamana karşı yarışta ikinci raundu kazandım. Avluda genç meslektaşlarımı görüyorum. Üstümdeki gömlek sudan yeni çıkmış gibi. Çantadan yedek gömleği alıp bir kafede değiştirdim. Bakan namazdan çıktı. Hafız Ahmetağa Kütüphanesi’nin yolunu tuttu.
Bekir Karakuzu’nun 1912’den beri açıkkahvesi önünde mola veriyorum. Sahibi İlten Hanım her zamanki gibi orada. Emin değilim, ya vergi dairesinden ya belediyeden 1600 Euro ceza kesmişler. “Nasıl öderim bu parayı” diyor. Bir kızı var İlten Hanım’ın ama öyle kahve pişirmeye pek meraklı değil. İtlen Hanım, “Benden sonra ne olur buranın hali?” derdinde.
Davutoğlu medya mensuplarıyla sohbet ediyor. Türk-Yunan ilişkileri için çok sıcak mesajlar veriyor. “Sorunların çoğu gerçek değil psikolojik” diyor.
Yemek sırasındaki o kahkahaları soruyorum. Samimiyetle cevaplıyor. Bu dönem yazdığı kitabına (Stratejik Derinlik) Yunanistan’da gösterilen büyük ilgiyi de soracaktım, sıcağın etkisiyle mi nedir unuttum.
Davutoğlu, Rodos’taki saat kulesini ziyaret ediyor. Yedek gömlek de su içinde... Turistik eşya da satan bir dükkana dalıp bedenime uygun ama garip bir şey alıp giyiyorum. Saatler geçiyor ama güneş bunun farkında değil. Hep orada, yukarıda.

24 SAAT ÇOK UZUN BİR ZAMAN DİLİMİ

Haber geçme zamanı. Klimalı bir tavukçuda oturdum. Kahve söyledim. Haberi yazdım geçtim.
Saat 19.00 olmuş ve kavurucu sıcağın altında 360 dakika bana cehennem gibi gelmişti. Davutoğlu’nu telefondan izledim sonraki bir saatte. Ada güzel ama bende takat yok. Gece uçağına binip Atina’ya döndüm. Ertesi gün öğle vakti uyandım. İşimi yapmıştım, haber de gazetede iyi çıkmıştı. Üstelik Türk-Yunan ilişkileri için de iyi bir buluşma olmuştu. Davutoğlu’nun sözleri hala kulağımdaydı. Eh o sıcağın çektirdiği eziyet helal olsun.
İki gün sonra bir Türk bilimsel araştırmalar gemisi Yunanistan’ın ‘benim kıta sahanlığım’ dediği bir bölgeye girmiş. Yunan medyası yaygara kopartıyor. Davutoğlu ile birlikte Rodos’taki yemekte kahkahaları duyulan Druças şöyle diyor açıklamasında:
“Daha öncesi gün komşu ve dost olarak ülkemize gelmek isteyen Türk Dışişleri Bakanı’nın talebini kabul ettik. Çünkü biz ne diyorsak onu kastediyoruz. Karşı tarafın da sözle icraatının aynı olmasını istiyoruz. Tahriklere ve köylü kurnazlığına yer yoktur. Herkes bilsin ki uyguladığımız Türk-Yunan yakınlaşması politikası tercihimizdir ancak tek yol da sadece bu değildir.”
Yazılmamış ama her zaman geçerli bir kuralı hatırladım: Türk-Yunan ilişkilerinde 24 saat bazen çok ama çok uzun bir zaman dilimidir.

Tumba’dan beraberlik çıkarsa Saraçoğlu’nda turu geçeriz

Damarımda akan kanın sarı-lacivert olması bir yana Fenerbahçemin 19 Ağustos günü Selanik’in PAOK takımını eleyerek Eurolig’de yoluna devam edeceği kesin gibi. Zaten aksi bir durumda hiçbir mazeret kabul edilmez.
Öncelikle Fenerbahçe forması, İstanbul’dan göç etmiş Rumların 1926’da Selanik’te kurduğu PAOK takımı formasından çok daha ağır. PAOK, Yunan futbolunda hiçbir zaman Olimpiakos’un, Panathinakios’un hatta İstanbullu Rumların Atina’da kurduğu AEK’nın mertebesine ulaşamadı. Hep dördüncü takım kaldı. Yıllardır yönetim buhranı, yıllardır mali sıkıntı içinde siyah-beyazlılar.
Kadrosundaki Yunanlı ve yabancı futbolcular öyle süper filan değil. Teknik Direktör Pavlos Dermicakis’i ise futbolculardan başka hadi 500 kişi daha bilsin. PAOK’un her şeyi stadı ve taraftarıdır. 1959 yılından beri maçlarını Tumba stadında oynuyor PAOK. Misafir takımın Tumba stadından galip ya da ‘kayıp vermeden’ çıkması ender olaydır. Yunanistan’da en çok cezalandırılan statların başında gelir Tumba. PAOK, taraftarı yüzünden hem Yunanistan’da hem Avrupa’da ağır bedel ödemiştir bugüne kadar. Stadın ve taraftarın etkisi-baskısı PAOK’un başarılarında büyük rol oynadı. Ancak buna karşı yıllardır aynı PAOK deplasmanda kuzu gibidir. Bambaşka bir kişiliğe bürünür. Ürkektir, korkaktır. Diyeceğim şu ki, Fenerbahçem eğer Tumba stadından bir beraberlikle çıkarsa Şükrü Saraçoğlu’nda turu geçer.
Yazının Devamını Oku