4 Nisan 2010
Bağımsızlık resmi geçidinde komandolar Arnavut, Makedon ve Türk karşıtı ırkçı sloganlar atınca komutan kızağa çekildi; Yunanistan, Arnavutluk ve Makedonya’dan resmen özür diledi. Yunanların 1821’de Osmanlı’ya karşı bağımsızlık mücadelesini başlattıkları gün sayılan 25 Mart’ın 189. yıldönümü çerçevesinde Atina’da düzenlenen askeri geçit töreni iki nedenle öncekilerden farklıydı.
Birincisi ekonomik kriz nedeniyle tasarruf tedbirleri çerçevesinde tören sırasında ne bir savaş uçağı ne de bir helikopter uçtu, ne bir tank ne de bir zırhlı geçti. Buna da kimsenin pek itirazı olmadı.
Gelelim ikinci nedene.
Şehir merkezinde davetlilerin bulunduğu trübün, parlamento binası önündeki Sintagma Meydanı’nda kurulmuştu. Askerler, polisler, gaziler sırayla Cumhurbaşkanı Karolos Papulyas’ın da aralarında bulunduğu bu şeref trübünün önünden geçiyor, selam verip ilerliyorlardı. Devlet televizyonu her yıl olduğu gibi töreni naklen yayınlıyordu.
Geçit töreni bitti, devlet büyükleri açıklamalar yaptı, naklen yayın da sona erdi. Tatil günü ya herkes bir yere çekti.
Ertesi gün yani 26 Mart’ta törenle ilgili haberler üç aşağı beş yukarı aynıydı gazetelerde. Biri hariç...
Elefterotipia gazetesinde liman teşkilatına bağlı 36 komando balıkadamın Arnavutlar, Makedonyalılar ve Türkler aleyhinde ırkçı sloganlar attıkları belirtiliyor ve “Yunan ordusu bu nasıl oluyor da resmi bir askeri geçit töreni sırasında insanlığımızı utandırıyor, ülkemizi rencide ediyor, ırkçılık aleyhtarı yasayı çiğniyor?” sorusu yeralıyordu. Gazetenin internet sayfasında rezaletin videosu da vardı.
BAYRAĞA VE HAÇA İBADET
Sintagma Meydanı’ndan birkaç yüz metre ilerideki Omonia Meydanı’na varmadan önce Yunan komandolarının “Yunanlı doğarsın, hiçbir zaman olamazsın, domuz Arnavut kanını dökeceğiz” sloganı attığı görülüyor, duyuluyordu. Az sonra da bir papazın sesi: “Ege’yi yediler”.
Görüntülerde olmamakla birlikte “Kıyım olacak, sonra da bayrağa ve haça ibadet ettiğinizde intikam alacağım” ve “Onların adı Arnavut, onların adı Üsküplü, kıyafetimi onların derisiyle dikeceğim” sloganları da atılmış.
Kıyamet kopuyordu Atina’da. Elefterotipia gazetesinin muhabirini aradım. Yerinde yoktu, doğrusu bulmayı da beklemiyordum. Atina Haber Ajansı ve haber siteleri komandoların “Türkler” için de hakaret içeren slogan atıldığını belirtiyorlardı. İnternette aradım ama görüntü ya da bilgi bulamadım. Bulanlar varsa benden yetenekli.
Kamu güvenliği bakanı Mihalis Hrisohoidis derhal soruşturma başlattı. Askeri geçit törenine katılan balıkadam komandoların komutanı da soruşturma tamamlanıncaya kadar kızağa çekildi. Bakan “bu beylerin liman teşkilatında yeri yok” dedi.
Arnavutluk ve Makedonya, Yunanlı komandolarının attıkları sloganları protesto eden diplomatik girişimlerde bulundular. Yunanistan özür diledi.
Bu diyarda ırkçılığı, aşırı milliyetçiliği körükleyen ve sayıları hiç de az olmayanlar mutluydu şüphesiz. Ülkelerine verdikleri zarara aldırmadan.
Ayrıca komandoları eğitenler onlara bu sloganları öğretenler de en azından bir aynaya baksınlar diyorum.
Ekonomik krize Paskalya tatili
Ekonomik krize birkaç gün ara verildi buralarda. Zengini, orta direği, fakiri kasaptan kuzuyu aldı, pastaneden çöreği. Yumurtalar boyandı renk renk; kırmızı, sarı, yeşil, mavi... Bugün Paskalya.
M.S 325 yılında toplanan “İznik Konsülü” İsa’nın gökyüzüne yükselişini sembolize eden bu bayramın, ekinoks sonrası (gün ve gecenin eşit olması) çıkan dolunayın ardındaki ilk pazar gününde kutlanmasını kararlaştırdı. Ortodosklarda Julyen Takvimi esas alındığından sözkonusu Pazar, 4 Nisan-8 Mayıs arasında dolaşıp durur. Buna karşı, katolikler Gregoryan Takvimi’ni esas aldıklarından Paskalya Bayramı’nı genelde Ortodokslardan bir hafta önce kutlarlar. Eğer ekinoks sonrası dolunay 28 Mart sonrasına denk düşerse, bugün olduğu gibi Ortodokslar ile Katolikler bu büyük dini bayramı birlikte kutlar.
Tabii Pasha’nın (Yunanca Paskalya demek) geçmişi İsa’dan çok önceye dayanyor. Eski Mısırlılardan (Pisah), Musevilere (Nisan) kalan bir miras ve baharın gelişini simgeler.
Bugün bu diyarda insanlar kimi bahçesinde, kimi avlusunda, kimi evinin terasında erken saatlerden itibaren kuzu çevirecek. Bir de, içi ciğer, yürek, böbrek, vesaireden oluşan sakatat; dışı da bağırsakla sarılı Yunan kokoreçini...
Öğle saatlerinde masalar donatılacak salatalarla peynirlerle. Yumurtalar tokuşturulacak, ilk lokma Paskalya çöreği olacak. Kadehler kalkacak “kalo pasha” temennileriyle. Kuzu çevirmenin, kokoreçin hakkı verilecek. Sonra şarkılar çalacak, sirtakiler oynanacak.
İkindi vakti büyük bir sessizlik çökecek bu diyara. Biraz etin, biraz şarabın etkisiyle herkes uykuya çekilecek. Akşamsa in cin top oynayacak buralarda.
Bugün Paskalya.. Sokaktan geçenlere bakıyorum ve beynimde kalbimde her Paskalya tekrarlanan o aynı ses: “İstanbul’da olmak vardı anasını satayım!”
Yazının Devamını Oku 28 Mart 2010
Yunan Adalet Bakanlığı’nın memurları birkaç gün önce çocuğunu kaybeden anneyi teselli etmeye çalışıyorlardı. Annenin feryadı sadece çocuğunu kaybetmesinden değildi. Allah almıştı onu ama çocuğu için bir cenaze töreni bile yapamamanın üzüntüsünü de yaşıyordu. “Anlamıyor musunuz? çocuğumu gömmek istiyorum. Siz acımla oynuyorsunuz. Morgda yeterli personel olmadığını söylüyorsunuz. Çocuğumun ne zaman cenazesini yapacağım bilmiyorum” diye bağırıyordu dertli anne.
Atina Adli Tıp binasında o sırada bulunan gazetecilerin dikkatini çekti annenin feryatları. Konunun üzerine gittiler, araştırdılar. Sonuç içler acısı olduğu kadar Yunanistan’da devlet mekanizmasının ne kadar ağır çalıştığını, bürokrasinin aşılamaz duvarlar oluşturduğunu da ortaya koydu. Hatta Yunanistan ekonomisi niye bu duruma düştü sorusuna verilebilecek binlerce cevaptan biriydi sonuç..
Devlek sektöründe memur seçiminden sorumlu kurum (ASEP) Atina Adli Tıp’ta çalışacak ve Eğriboz (Evia) ile Viotia bölgelerinden gelen cesetlerin incelenmesi için otopside çalışacak üç yeni memur atadı. Yanılmıyorsam morgda çalışabilmenin ilk şartı manzaradan etkilenmemek olmalı.
Atanan üç memur da kadın. Morga girer girmez fenalık geçirip “biz bu işi yapamıyoruz” diye dilekçe verdiler. Devlet memuru statüsünü girmişler bir kere, kovulmaları sözkonusu olamayacağından başka görevlere atandılar hemen.
Böylece morgda otopsi için ceset kesecek tek bir kişi kaldı. Adam neye yetişsin?
Emekli olan iki eski memur gönüllü oldu, cenaze levazımatçısında çalışan bir adam daha bulundu ve durum idare edilmeye çalışıldı.
Ne var ki bir süre sonra emekli memurlar da cenaze levazmatçısı da işi bıraktı. Morg çalışamaz duruma geldi. En az 40 ceset günlerdir otopsi için bekliyor.
Gel de bu durumu çocuğunun cesedi hala morgta bekleyen anneye anlat..
1632’de Anatomi Dersi tablosunu çizen Rebrandt yaşasaydı bu işe ne derdi?
Rum lideri Hristofyas'ın maaşı
Yunanistan ekonomisi, aylardır dünya gündeminde üst sıralardaki yerini koruyor. Bilinmeyen, Kıbrıs Rum ekonomisinin gidişatının da pek parlak olmadığı. 2009 ve 2010 yıllarındaki rakamlar bir zamanlar mucize sayılan Rum ekonomisi için hayli karamsar.
Durum böyle olunca Rum yönetimi lideri Dimitris Hristofyas, başta kendi maaşı olmak üzere devlet yönetimindeki üst düzey yöneticilerin maaşlarını yüzde 10 indirdiğini açıkladı. Sırada milletvekili maaşlarında indirim var.
Tepkiler doğal olarak “bravo başkan” şeklinde idi. Ne de olsa bir lider halkına örnek olmalı.
Olmalı olmasına da, birileri hesabın biraz karışık olduğunu sezdi.
Meğer 2009 yılında geliri 142 bin Euro olan Hristofyas’ın bütçede 2010’daki maaşlarının toplam 167 bin Euro olması öngörülüyordu. Yani yüzde 17’lik bir artış sözkonusu.
Yüzde 10 indirime gitmesine rağmen Rum liderin bu yılki maaşı yine yüzde 5 civarında zamlı.
Hesaplar başka çıkınca “Bravo başkan” sesleri durdu. Rum Politis gazetesinin manşeti “Sayın başkan. Böyle fedakarlığı biz de yaparız” şeklinde idi.
Yazının Devamını Oku 21 Mart 2010
Ocak ayında Elefteros Tipos gazetesinde yayınlanan “Erdoğan’ın partisinde bir Rum” başlıklı haberde, Ak Parti İstanbul İl Teşkilatı Kadın Kolları Yönetim Kurulu Üyesi Aleksandra Zenginoğlu, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hakkında “Çok iyi, karizmatik ve nazik bir insan” diyordu.
Ailesiyle yaptığı Atina seyahati sırasında tesadüfen ve ilk kez karşılaştığım Zenginoğlu’nu Hürriyet Atina Bürosu’na davet ettim. Sohbet kaçınılmaz olarak İstanbul’dan ve güzelliklerinden başladı. Sonrası kayıt vakti...
Ak Parti’ye niye girdiniz?
- Önce Şişli İlçe Başkanlığı’ndan bir mektup geldi. Pek üstünde durmadım. Sonra telefonla aradılar. Benimle çalışmak istediklerinde samimiydiler. Kabul ettim. 6 yıl önceydi. Dört yıl önce de Ak Parti’nin il başkanlığına çağrıldım. Kadın kollarında başkanımız Ayfer Yaman nezaketi ve samimiyetiyle beni partiye bağladı.
Başbakan Erdoğan’ı nasıl buluyorsunuz?
- Erdoğan, sadece Türkiye’nin değil Avrupa’nın herhangi büyük bir ülkesinin başbakanı olabilir. Liderliği, alçakgönülllüğü, samimiyeti, din-dil ayırımı yapmaksızın herkesi eşit sayması ve daha nice özelliği var. Erdoğan’a hayranım.
İstanbullu Rumların bugünkü durumu eskisinden iyi mi?
- Tartşmasız daha iyi. Erdoğan hükümeti Rumlar için gayrımüslimler için teminattır. Türkiye’den giden Rumları geri dönmeye çağırıyorum.
Yazının Devamını Oku 14 Mart 2010
Julia Aleksandratu 25 yaşında. 16’sında Yunanistan gençlik güzeli, 20’sinde de Yunanistan ikinci güzeli seçildi. Kızcağız, suratı görünmeyen bir adamla uygunsuz vaziyetlerinden ibaret DVD’sinin piyasaya çıktığını öğrenince kahroldu.
Televizyonlar ekonomi haberleriyle başlıyor, ekonomi haberleriyle bitiriyorlar bültenlerini. Gazetelerin siyaset, gündem sayfaları da ekonomiyle dolu. Spekülatör, spread, IMF gibi yeni kelimelerle tanıştı insanlar.
Kafelerde, tavernalarda ekonomiye dayalı senaryolar, bazen felaket, bazen de iyimser sonla noktalanıyor.
Ya sonra?
Sonra biri ötekine “DVD’yi gördün mü?” diyor. Ötekinin yüzünde sinsi bir tebessüm “Gördüm, gördüm şahane”...
Julia Aleksandratu adlı manken-şarkıcı-artistin porno DVD’si bir hafta içinde 4 milyon Euro’luk satışa ulaştı. Bu dönem üçün beşin hesabını yapan insanlar 19,90 Euro ödeyip Julia’nin DVD’sini neden aldılar bilenmez...
Annesi eski manken, babası mühendis, ablası da şarkıcı Julia Aleksandratu 25 yaşında. Daha 16’sında Yunanistan gençlik güzeli, 20’sinde de Yunanistan ikinci güzeli seçildi. Televizyonda bir müzik programında sunuculuk yaptı, bir filmde azıcık göründü ve muhtemelen söz ve müziğini kendinden başka kimsenin bilmediği birkaç şarkı söyledi. Kariyerini tamamlayan diğer adımları da dergilere cömert pozlar vermek, sex-shop açılışlarına katılmak gibi ekstralar, barlarda sahneye çıkmak, vs...
Aşk defterinde işadamları, menajerler filan var. Yani kalbi zengin.
Yazının Devamını Oku 7 Mart 2010
Bu diyarda insanlar uzun yıllar sonra ilk kez mart ayında o eski hayalleri kurmuyorlar. Paskalya kapıda ama insanların derdi konut ya da tüketim kredilerini nasıl ödeyecekleri... Yine de bir müzikholde boş yer bulmak zor.
İnsanlar, bu diyarda yıllardır mart ayını hayal kurma dönemi sayardı. Çünkü Paskalya bayramı kapıda.
İnsanlar dört günlük tatilden yararlanarak nereye gideceklerini, nasıl eğleneceklerini, ne alışveriş yapacaklarını düşünüp yorarlardı kafalarını. Kimi İtalya, kimi Fransa, kimi canım Ege ya da İyon adalarının hayalini kurardı.
Evde kalmayı yeğleyenler de ya mobilyalarını ya da otomobillerini değiştirme hesapları yapardı. Gelsin maaşlar gelsin ikramiyeler, yetmedi mi? Sorun yok, bankaların tatil kredileri tüketim kredileri ne güne dürüyor?
İnsanlar, Paskalya bayramı geçtiğinde yaz tatili, yaz tatili geçtiğinde de yılbaşı tatili için hayal kurardı.
İnsanlar, bayramlar ile tatiller arasında da eli kolu bağlı durmaz, hafta içi olsun haftasonu olsun vakitlerini boş geçirmezlerdi. Kafelerde, tavernalarda, tiyatrolarda stres atarlardı.
İnsanlar, üçün beşin hesabını yapmazdı. Kıyafetleri marka, saatleri marka. Buzdolaplarında kilolarca et, çeşit çeşit peynirler...
2. Dünya Savaşı’ndan sonra nesiller hep daha zenginleşerek bugünlere geldi. Bu diyarda mülk sahiplerinin oranı neredeyse AB’nin iki katı.
Yazının Devamını Oku 28 Şubat 2010
Son yıllarda Türk medyasında Türk-Yunan ilişkileri eski önemini yitirdi. Bu nedenle geçen hafta son derece önemli iki haber yeterince yer bulamadı. Yunan medyasında ise ilişkilere arzedilen önem hâlâ devam ediyor. HABER 1 - THY MARUSİ’YE SPONSOR: Yunan basketbol takımlarında Marusi, önümüzdeki yıl sonuna kadar formalarında THY’nin reklamını yapacak. Bu diyarda çok değil 15 yıl önce manavların tezgahlarında satılan patateslerde “Türk malı değil” diyen etiket vardı. Yunan medyasında kaç kere “Türkiye’yi ziyaret etmeyin, kazandırdığınız paralarla silahlanıyor” tarzı yazı okuduğumu hatırlıyorum. Kaç kere spor müsabakalarında “olay çıktı” haberi yazdığımı da...
O yüzden THY’nin Marusi ile sponsorluk anlaşması, bence Barcelona ve Manchester United ile yaptığı anlaşmalardan daha önemli, daha anlamlı. Takımının basketbol şube sorumlusu Panayotis Aleksandris ile görüştüm. THY’nin sponsorluğu için “Kulağımıza bazı tepkiler geliyor ama önem vermiyoruz. THY ile anlaşmadan memnunuz” diyor.
HABER 2 - NUTUK YUNANCADA: Atatürk’ün “Nutuk”u tam metin Yunancaya tercüme edildi. Önsözünde hedefin “İki halkın da yakın tarihlerinin daha iyi anlaşılmasına katkı” deniyor. Kriz dönemi malum... Nutuk hiç de ucuz değil, 58 Euro’ya satılıyor ve ilgi büyük. İkinci baskı kapıda. Tercümeyi yapan, İstanbul Üniversitesi mezunu ve halen Atina Üniversitesi Türk Bilimleri Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Maria Mavropulu ile görüştüm. “Tamamen bilimsel bir çalışma. Değerlendirmeler okuyucunun takdirinde” diyor. Kitabın tanıtımı da Yunan aydınlar için kutsal sayılan Atina Üniversitesi’nin toplantı salonununda yapıldı. Davetliler siyasetçi, akademisyen ve öğrencilerdi. Türk-Yunan ilişkileri için güzel bir gündü...
RUM ALKAPON’UN FİRARI
Kıbrıs Rum Kesimi’nde sayısız soygunun yanısıra iki kadına tecavüz edip öldüren Rum Alkapon Andonis Prokopiu Kita, 1994 yılında müebbet hapse mahkum edildi. 1998’de mide kanaması teşhisiyle kaldırıldığı hastaneden firar etti. Beş ay sonra yakalandı ve halen Lefkoşa’da cezaevinde.
Kita’nın firarı, Adalet Bakanı’nın istifasına ve cezaevleri eski genel müdürünün de sanık sandalyesinde oturmasına yol açtı.
Çünkü Rum Alkapon, cezaevinde küçük cam parçaları yutarak mide kanaması teşhisi sağlamış. Rum kesiminde bir mahkum parasını ödediği takdirde istediği hastaneye gidebilir. O da Lefkoşa’nın en lüks özel hastanesi Apollonio’yu seçmişti. Odası, kelimenin tam anlamıyla “içki-alem-paf-puf”. Ziyaretçiler, ikramlar, çiçekler... Adamın Çinli eşi de yanında hep.
Kapıda ise sürekli iki nöbetçi. Nöbetçiler odaya girmezdi çünkü emir yüksek yerden. Yine yüksek yerden, kelepçeleri de kullanmama emri almış nöbetçiler... Rum Alkapon, canı sıkıldı mı uyuyan nöbetçilerin fotoğraflarını çeker ertesi gün onlarla dalga geçermiş.
Günün birinde de canı iyice sıkılmış olsa gerek toptan firar etti. Üç polis aracı takibe koyuldu ama adam ateş edince gaz yerine frene basıldı. İddialar kanıtlanırsa eski müdürün durumu zor. Rum Alkapon’un anlatacakları ise merak konusu.
Yazının Devamını Oku 21 Şubat 2010
Devlet Bakanı Zafer Çağlayan’ın ziyaretiyle Türkiye, ekonomik krizdeki komşusuna “karagün dostu” olduğunu kanıtladı. Moral verdi, 2001 krizi deneyimlerini anlattı. Ben de size Türk-Yunan yakılaşmasının yorulmaz bir neferini tanıtmak istiyorum. İzmir Ticaret Odası Başkanı Ekrem Demirtaş, gerçek bir barış emekçisi. 1999’da başlayan Türk-Yunan yakınlaşmasında tanıştım kendisiyle. Atina’da, Girit’te, Kalamata’da, Sisam ya da Rodos adasında kaç kez karşılaştık hatırlamıyorum. Yunanlıları onun kadar anlayabilen kaç Türk var bilemiyorum...
Ege’de sadece martıların, güvercinlerin uçmasını istiyor. Ticaretin, sorunların çözülmesine fevkalade katkısı olacağına inanıyor. Önyargılara hoşgörüyle yaklaşıyor. Şu sıralar da Kuşadası-Sisam arasında teknelerle “Barış Zinciri” projesiyle meşgul. Bu defa sohbetle yetinmedim. Teybi de açtım:
DUVAR KAFALARIN İÇİNDE
Siz yakınlaşmanın öncülerindensiniz...
- Hayır değilim. Yakınlaşmayı başlatanlar, 1922’de İzmir’den Yunanistan’a göçeden ve sadece 9 yıl sonra gemiyle tekrar İzmir’e gelen 300 Yunanlı işadamıdır. Biz daha onların çok gerisindeyiz.
Onca yıldır Atina’ya geliyorsunuz. Sonunda bu iş olacak mı olmayacak mı?
- Olacak. Duvar yıkılacak. Bu duvar hala var ve bilinçaltında. Kafalardaki duvar yıkılmalı.
Bu bilinçaltı duvar hem Türk hem de Yunan halklarında mı?
- Bizde yok. Türkiye 70 milyonu geçmiş bir ülke, Yunanistan ise 10 milyon. Pek çoğunun zihninde de o terkettikleri İzmir var. Ama artık geleceğe bakmak gerek.
Yunanistan’dan vize beklentiniz ne?
- Yunanlı dostlarıma hep sorarım “Biz Malezyalıdan daha mı tehlikeliyiz? diye. Birçok Asya ülkesinden insanlar geliyor üç ay vize gerekmiyor. Buna mukabil biz de şu kaçak göçmen meselesini çözmeliyiz. Yunanistan bu konuda çok da haksız değil.
AŞK, SEVMEK VE SEKS ÜZERİNE
Herkesin kendi bildiği şekilde sevmeye devam... Sevgililer Günü geride kaldı ama Stavro Theodorakis’in Ta Nea Gazetesi’nde sevmek-aşk-seks üzerine yaptığı üç söyleşiden alıntılarda bulunmak istiyorum:
* Arkeolog Nikos Stanbolidis Antik Yunan’da aynı cinsten insanlar arasında aşkın yaygın olmasını, “Seks burada ikinci planda. Büyüğe, eğitmene ya da çok güzel olana sevgi, saygı, bağlılık sözkonusu” diye izah ediyor. Ömür boyu aşk kadar, üç yıllık, hatta üç dadikalık aşka da hoşgörüyle bakıldığını söylüyor.
* Öğretim üyesi Yorgo Marnelakis “Eşçcinselim. 5 yıldır bir partnerim var” diye başlıyor söze. Birlikteler ama kaçamaklar da yapıyorlar: “Sevmekle aşk arasındaki farkı iyi biliyorum. Eğer aşk geçerse ayrılırım ama sevmeye devam ederim” diyor Marnelakis. Peki ya seks? “Seks olmadan herşey mükemmel gitse kaç para eder?” cevabı...
* Kolonos semtinde bir genelevde çalışan Natalia, “Her gün sayısız erkekle yatıyorum ama sabahları aynı adamla uyanıyorum” diyor. Bir meslektaşı 70 yaşında zengin biriyle evlenip bir köye yerleşmiş. Bunu asla yapmazmış: “Benim gibi genç biriyle beraberim. Mutluyum, iki çocuk istiyorum”.
Yazının Devamını Oku 14 Şubat 2010
Başbakan Papandreu borç batağından kurtulabilmek için çok çalışmak gerektiğini söylüyor. Ama Vari’deki et lokantalarında vakit gece yarısını çoktan geçmiş, kimse yerinden kıpırdamıyor, Tsiknopempti kutlanıyor! İnsanlar bir garip. Haberlere inansınlar mı inanmasınlar mı? “Battık batıyoruz” manşetleri herkesi korkuttu.
İşte böyle bir ortamda geldi Tsiknopempti. Türkçesi “Pişen et dumanı kokulu perşembe”. Her ne demekse... Bence eğlence için bahane!
Paskalya’dan 40 gün önce başlayan oruç öncesinde, 10 günlük bir eğlence döneminin başlangıcı Tsiknopempti.
Ülke tarihinin en büyük ekonomik krizini yaşıyor. Hiç öyle bir ortamda sırf Tsiknopempti geldi diye, tavernalarda eğlenebilmek mümkün mü?
CEVAP: EVET MÜMKÜN
Atina’nın sahilinden sola sapıp birkaç kilometre ilerlediğimde Vari semtindeki yan yana dizili lokantalarda eğlence başlamış, mangallarda pişen et kokusu egemenliğini çoktan ilan etmişti.
Et lokantalarında kaç masa varsa doluydu. Kilolarca et ve mezeler midelere iniyor, dökme şarapla dolu kadehler temennilerle kalkıyordu.
Kahkahalar ve CD’den çalan müzik arasında ekonominin de konuşulduğunu duyuyorum. Sohbetlerin son cümlesi ya “Tanrı büyük” ya da “Yunanistan hiçbir zaman ölmez”.
Ertesi gün cuma, herkes işine gidecek. Başbakan Papandreu borç batağından kurtulabilmek için daha çok çalışmak gerektiğini söylüyor açıklamalarında. Ama Vari’deki et lokantalarında vakit gece yarısını çoktan geçmiş, kimse yerinden kıpırdamıyor, Tsiknopempti kutlanıyor!
Etler bitti. Vari’deki lokantalarda adettir, yemek sonrası ballı süzme yoğurt geldi.
Masalarda son kadehler kalktığında temenni “Hadi 10 gün sonra bu defa Kathara Deftera bayramında buluşalım, karides, kerevit, midye, kalamar, ahtapot yiyelim sağlıcakla” idi...
Vari’deki manzara o perşembe gecesi Atina’nın dört bir yanında aynıydı.
Modacı torunu Jivkov’u anlatıyor
“Dedem büyük bir siyaset adamıydı. Maalesef günümüz tarihçileri bunu kabul etmiyorlar. Dedemin adı duyulmuyor bile. Sanki ülkemi 33 sene o değil de başkası yönetti. Sosyalizm dönemindeki tüm olumlu şeyler sosyalist partiye mal ediliyor. Konu sosyalist dönemin olumsuzlukları oldu mu her şeyi ona yüklüyorlar.”
Torun Evgenia Jivkova, dedesi Todor Jivkov’u anlattı Kathimerini gazetesinin pazar ekinde...
“Bulgaristan dedemin dönemindeki sağlık ve eğitim gibi sosyal avantajlarını kaybetti. Gençlerde eğitim düzeyi sürekli düşüyor. Tarım sektörü de çok şey yitirdi. 1989 öncesi tarım üretimimiz hem bize yetiyor hem de ihracat yapıyorduk. Bugün ithal ediyoruz” diyor.
Bir dönem sosyalist partinin milletvekili olan Evgenia bugün Bulgaristan’ın en büyük modaevlerinden “Jeni Style”ın başında. Ekonomik krize rağmen işleri gayet iyiymiş.
Modacı Evgenia dedesinden istediği kadar özlemle bahsedebilir. Ama Jivkov’un zulmüne uğrayan halklar, o acımasız diktatörü hatırlamak bile istemiyor. Jivkov’un bir başka torunu Todor Slavkov birkaç ay önce Bulgar televizyonundaki “Biri Bizi Gözetliyor” yarışmasına katılmış. Bulgar halkı, oylarıyla daha ilk günlerden onu BBG evinden uzaklaştırmış.
1980’li yıllarda Bulgaristan Türklerine karşı eşi görülmemiş vahşetle uyguladığı asimilasyon politikasıyla hatırladığım Todor Jivkov, 1989’da bütün görevlerinden çekilmek zorunda kaldı. Birkaç ay sonra tutuklandı. Zimmetine para geçirmek suçuyla 7 yıl hapis cezasına çarptırıldı ancak sağlık durumu göz önüne alınarak cezası ev hapsine çevrildi. Sonraki yıllarda Bulgar Yüksek Mahkemesi tarafından aklandı. 1998’de 87 yaşındayken öldü.
Selefinin selefinin selefi de Türk yanlısıydı
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-Moon geçen hafta Kıbrıs’tan geçti ve KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ile Cumhurbaşkanlığı Konutu’nda görüştüğü için Rum kesiminde kıyamet koptu.
Cumhurbaşkanlığı Konutu’ndaki görüşmeye “BM’nin dolaylı olarak KKTC’yi tanıdığı anlamını taşır” naralarıyla veryansın eden Rum siyasetçilerden bazıları, Ban Ki-Moon’un onuruna verilen davete bile katılmadılar.
“BM Genel Sekreteri yasal Kıbrıs Cumhuriyeti’ne büyük darbe vurdu”, “Ki-Moon Kıbrıs’ta istenmeyen adam”, “Rumlar BM Genel Sekreteri’nin resmini bile görmek istemiyor” ve “Ban Ki-Moon, BM tarihinin en beceriksiz genel sekreteri”, gazetelerinde okuduğum ifadelerden bazıları.
Güney Koreli Ban Ki-Moon, Rumlar için “Türk yanlısı”... Selefi Ganalı Kofi Annan da öyleydi, onun selefi Mısırlı Butros Ghali de. Onun selefi Javier Perez De Cuellar da öyleydi ve onun selefi de...
Bu zihniyetle Kıbrıs sonunu daha çok BM Genel Sekreteri eskitir.
Yazının Devamını Oku