Yorgo Kırbaki

Hacıyatmaz Hristofyas

31 Temmuz 2011
Dimitris Hristofyas hem siyasi kariyerinde hem özel hayatında öyle badireler atlattı, öyle zor durumlardan kurtuldu ki bir kez daha ayakta kalması kimseyi şaşırtmayacak Kıbrıs Rum Yönetimi lideri Dimitris Hristofyas, üç buçuk yıllık iktidarının şüphesiz en zor günlerini yaşıyor. Geçen 11 Temmuz’da ‘Evangelos Florakis’ deniz üssünde 13 er, subay ve itfaiyecinin ölümüyle sonuçlanan patlamadan sonra sonu nereye varacağı meçhul bir yokuşta yuvarlanıyor adeta. Hangi biriyle baş etsin?
Bir yandan, kapısında her gece toplanıp “patlamadan sen sorumlusun” ve “Cuntacı Hristofyas” diye bağıran binlerce Rum.
Bir yandan, kendisiyle hükümet ortaklığı şartlarını yeniden görüşmeye mecbur bırakmak için bence aşırı milliyetçi DİKO partisinin kabinedeki bakanlarını çekerek yarattığı siyasi buhran.
Bir yandan, yine patlamanın yol açtığı adada eşi görülmemiş elektrik ve su sıkıntısı.
Bir yandan, KKTC’den elektrik alınıyor diye Rum tarafındaki ‘Eyvah vatan elden gidiyor’ ve ‘Davaya ihanet edildi’ tarzı saçma sapan tepkiler.
Bir yandan, uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarının adeta “Yunanistan’dan sonra sıra size geliyor” dercesine biri diğerinin ardından Kıbrıs Rum Kesimi’nin kredi itibar notunu düşürmesi.
Bir yandan da, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın KKTC ziyareti öncesi ve sonrasındaki açıklamalarının Rum tarafında yarattığı gürültü.
Bugünkü Kıbrıs Rum Kesimi, 2004’te Annan Planı’na ‘Hayır’ diyen Kıbrıs Rum Kesimi’ni hiç de hatırlatmıyor. Hristofyas da bunun gayet iyi bilincinde. Peki baş edebilecek mi onca dertle Dimitris?
Eğer hayatının bugüne kadar pek fazla bilinmeyen dönemlerine bakılırsa ‘evet’ diyebilmek mümkün. Çünkü Hristofyas yüzde 100 bir ‘mücadele’ adamı. Derler ya ‘feleğin çemberinden geçmiş’ hatta defalarca geçmiş biri o.
“Çocukluğumda ayakkabımın olmadığı, çıplak ayak dolaştığım zamanlar oldu” diyor bir demecinde. 10-12 yaşındayken hem okula gidiyor hem de babasıyla inşaatta çalışıyor, hatta köy kahvesinde de garsonluk yapıyordu. Hani ‘anadan babadan’ sıkı bir komünist o.
Rum Kesimi’nde, komünist AKEL’e bu parti daha illegalken üye olduğunda sadece 14 yaşındaydı. 1960’larda dönemin AKEL lideri Papaioannou, Hristofyas’ın doğduğu Girne’deki Dikmen (Dikomo) köyüne gitti. Düzenlenen törende açılış konuşmasını Hristofyas yaptı. AKEL lideri Papaioannou bu konuşmadan çok etkilendi ve parti parasıyla Hristofyas’ı tarih eğitimi görmesi için Moskova’ya yolladı. Dönüşünde parti içinde hızla yükseldi ve 1988’de AKEL’in genel sekreteri yani lideri oldu.

DERİSİ SOYULMUŞ KERTENKELE

‘Anavatan’ Yunanistan ile hiçbir zaman öyle ahım şahım ilişkiler kurmadı. Gençliğinde kendini Atina’dan çok Moskova’ya yakın sayıyordu. Yunanistan’ı ‘Derisi soyulmuş kertenkeleye’ benzetiyordu.
Rum Yönetimi lideri olduktan sonra da Washington’da yaptığı ve Atina ile Rum Kesimi’nde büyük gürültü kopmasına yol açan konuşmasında, Yunanistan ve Türkiye’yi kastederek “1974’te anavatan diye adlandırılan iki ülke de Kıbrıs’a saldırdı. Kıbrıs tecavüz kurbanıydı. Şimdi yeniden bekaretini tesis etmeye çalışıyoruz” dedi.
Siyasi mücadeleleri bir yana, özel hayatında da ölüme defalarca meydan okuyabildi. Daha 36 yaşındayken ilk enfarktüsünü geçirdi. Kalbi için tam altı defa ameliyat masasına yattı. Tam iyileştim derken bu defa böbreklerinin ihanetine uğradı. Yıllardır kız kardeşi Despina’nın kendisine verdiği bir böbrekle yaşıyor.
Dimitris Hristofyas’ın hayatından aktardığım kesitler bu defa da ‘ayakta kalmayı başaracağı’ sinyallerini veriyor.
Yazının Devamını Oku

Ticari ayaklanması

24 Temmuz 2011
Havaalanlarına, limanlara geliş-gidişleri tıkadılar, hastalar ve yaralılar hastanelere, turistler otellerine, insanlar işlerine gidemedi. Tatlı zamanlarda çok şımaran taksi esnafının şimdi grev yapmasının nedeni kriz paketiyle birlikte verilecek yeni ruhsatlar Atina’daki Elefterios Venizelos, Girit’teki Nikos Kazancakis, Selanik’teki Makedonia havaalanlarına giden yolları kapattılar. Atina’yı Selanik’e bağlayan ülkenin en önemli karayolunda barikatlar kurdular. Pire, Girit, Korfu ve daha nice adada otomobillerini limanlara yığdılar. Yunan başkentinde parlamento binasının da bulunduğu, gösterilerden, olaylardan bıkmış çilekeş Sintagma Meydanı’nda her gün yeni bir kaosa sebep oldular.
Pazartesi günü 35 binden fazla taksicinin başlattığı direniş, zaten ekonomik tedbirlerden ve sıcaktan bunalan Yunan halkını iyice bezdirdi. Bir o yol, bir bu yol kapandı. Hastası, yaşlısı tedavisi için ilaç almak için bile hastaneye gidemedi.
Direniş, güzel paralarını harcamak için tatillerinde Yunanistan’ı seçen yüz binlerce turisti de geldiklerine bin pişman etti. Limanlarda mahsur kaldılar. Havaalanlarına ulaşabilmek için ellerinde valizleri kilometrelerce yol yürümek zorunda kaldılar.
Gerginlikler, olaylar da eksik olmadı tabii. Polislerle çatıştı taksiciler, göz yaşartıcı bombalar havada uçuştu yine.
Velhasıl, taksicilerin süresiz grevi ekonomik krizin bir buçuk yıldır darbe üstüne darbe vurduğu Yunanistan’ın dünya çapında zaten bazen bozuk imajını biraz daha yamulttu.
“Turistlerin bu eziyeti çekmekte günahı ne?” diye soruyorlar taksicilere. Pişkin pişkin “Onlar bizim mücadelemizi destekliyorlar” cevabı veriyorlar. Turistlere soruyorlar; cevap: “Öldük bittik bir daha Yunanistan’a gelir miyiz bilmiyoruz.”
Yine soruyorlar taksicilere “Havaalanlarına, limanlara giden yolları niye kapatıyorsunuz? Tepkinizi başka türlü gösteremez misiniz?” diye. Cevapları ne alakaysa hazır: “Açlığa sürükleniyoruz. Yeni gelen Ulaştırma Bakanı eski bakanla vardığımız mutabakatı tanımadı. Bize yalan söyledi.”

DEĞERİ 200 BİN EURO’DAN 50 BİN EURO’YA DÜŞTÜ

Bu memlekette taksi sahibi olmak iki yıl öncesine kadar büyük imtiyazdı. Ne kadar ruhsat varsa Albaylar Cuntası döneminde (1967-1974) ve Yunanistan’ın demokrasiye geçişinin (1974) ilk yıllarında verilmişti. Sonra ruhsatlar donduruldu. Kağıt üzerinde 2-3 bin Euro’luk ruhsatın piyasadaki değeri 200 bin Euro’ya kadar çıktı. O kadar pahalı oldu taksi almak, ortaklıklar başladı. ‘Yellow car’ların çoğunun sahibi iki, bazen de üç kişiydi. Babadan oğula bırakılan, kıza çeyiz olarak verilen bir servet oldu taksi ruhsatı. Yarım taksisi olan ve 8-10 saat çalışan ayda 4-5 bin Euro kazanıyordu. O saatleri çalışmak yerine keyif çakmayı tercih eden de şoföre kiralıyor ve ayda cebine 2 bin Euro koyuyordu.
Taksici, kamu hizmeti yaptığını çoktan unutmuştu. Müşteri seçiyordu. Hep “Bozuk yok” deyip paranın üstünü vermiyordu. Aynı istikamette giden iki, hatta üç yolcuyu bindirip her birinden taksimetrede yazan parayı ayrı ayrı alıyordu. Yolculardan biri mesela “Sağa sap” dediğinde de azarlıyordu. Ayrıca ikide bir grev yapıp zam alıyorlardı.
Bir buçuk yıl önce ekonomik kriz patlayınca işler kesildi. Bu diyarın insanı, indi-bindinin 3.16 Euro olduğu, 40 kilometre mesafedeki Atina havaalanına gidebilmek için 35 Euro ödediği taksiden vazgeçmeye başladı. Taksiciler, o eskiden kazandıklarının yarısını bile çıkaramaz oldular. Şimdi de Yunan hükümeti, AB reçetelerine uyarak taksi ruhsatları için sınırlandırmayı kaldırdı. İsteyen, gerekli koşulları yerine getiriyorsa ruhsat alabilecek. Her şehirde nüfusa göre taksi sayısı olacak. Yeni uygulamayla bir taksinin piyasadaki değeri 50 bin Euro’nun altına düşecek. Ayrıca bu işi şirketler de yapabilecek.
Bağırıp çağırıyorlar: “Kanımızı dökeceğiz”, “Ölmek var dönmek yok...” Ancak, Yunan halkının yanlarında olmadığını, verdikleri mücadeleyi halkın doğru bulmadığını da biliyorlar. Ekonomik kriz Yunanistan’da her alanda, her iş kolunda kendini gösteriyor. İnsanlar sancılı da olsa gerçeklerle tanışıyor.
Yazının Devamını Oku

Barış Harekatı’ndan beri Güney’in başına gelen en büyük felaket

17 Temmuz 2011
Evangelos Florakis deniz üssündeki patlamanın üzerinden vakit geçiyor ancak sorular hâlâ yanıt bekliyor. Anlaşılan şu ki, bu kaza çok önceden ‘geliyorum’ diyormuş.

Kıbrıslı Rumların ‘1974’ten sonra başımıza gelen en büyük felaket’ diye tanımladığı Evangelos Florakis deniz üssündeki askeri mühimmatın patladığı geçen pazartesi gününün gecesi, tatil beldesi Larnaka şehrinde dolaşıyorum.
Hava sıcak mı sıcak. Akdeniz’de yaz ortası işte... Sahilin bir yanı upuzun plaj, öteki yanı oteller, apartmanlar, barlar, kafeler... Türkiye ve Yunanistan’daki pek çok tatil beldesinde benzerlerini gördüğüm ve doğrusu pek zevk almadığım bir manzara.
Rumlar kafelerde televizyonun başında. “12 ölü 62 yaralı”, “Patlamada Kıbrıs’ın (Rum Kesimi) elektriğinin yüzde 50’sini üreten santral da harap oldu” ve “Larnaka ile Lefkoşa’ya iki günde bir 12 saatliğine su verilecek” diyor spiker. Muhalefet partilerinin, Dimitrios Hristofyas yönetimini ihmalkarlıkla suçlayan açıklamaları geliyor ekrana sonra...
Kafede yanımdaki masada oturan biri, “Yazık ya, genç çocuklar boş yere öldüler” diyor. Bir diğeri, “Suriye’ye ait askeri mühimmatı biz niye iki buçuk yıldır üste bekletiyorduk?” sorusunu soruyor. Bir üçüncüsü de takdime gerek yok Haris Aleksiu’nun ‘Eleni’ adlı şarkısındaki ‘Ellada’ (Yunanistan) kelimesini ‘Kipros’ (Kıbrıs) diye değiştirerek mırıldanıyor.
“Allo na pethanis gia tin Kipro, ke allo i Kipros na se petheni...”
Yani, “Kıbrıs için ölmen başka, Kıbrıs’ın seni öldürmesi başka...”
Turistler, tatillerinde böyle bir olay meydana geldiği için şanslarına küsüyorlar.

Yazının Devamını Oku

Komşunun dibi bizden kara şike operasyonları

10 Temmuz 2011
Yunan polisi, haziran ayında ‘şike iddiaları’yla ülke futbolunda eşi görülmemiş bir operasyon yaptı. Şikenin bahis için yapıldığı ileri sürülüyor. Haftalık kâr da 5 milyon Euro’ymuş

Türkiye’de şike iddiaları çerçevesinde gerçekleştirilen operasyonun görüntülerini izlerken bir Fenerbahçeli olarak elbette çok üzüldüm ama şoke oldum da diyemem. Dikkatimi çeken bir şey, Yunan medyasının bu operasyona Türk futboluna ilgisinin çok ötesinde yer vermesiydi.
Şoka girmemem ve Yunan medyasındaki ilgi tesadüf değil. Çünkü benzer görüntüler 15 gün önce Yunan televizyonlarında ‘Flaş... Flaş... Flaş...’ bandıyla yayınlanıyordu.
Yunan polisi, haziran ayı sonlarında şike iddiaları çerçevesinde bu diyarın futbol camiasında eşi görülmemiş bir operasyon gerçekleştirdi.
Her şey iki yıl önce, UEFA’nın Yunan Futbol Federasyonu’nun kulağına “Sizin oralarda en az 41 maç şaibeli. Hadi bir araştırın” demesiyle başladı. Atina Savcılığı sessiz ve derinden çalıştı. Yunan Milli İstihbarat Teşkilatı’ndan (EYP) yardım istedi. Binlerce telefon dinlemeye alındı. Sonunda en az 170 kişinin aleyhinde 13 bin sayfalık rapor hazırlandı.
Polis de savcılıktan aldığı emirle harekete geçti. Kulüp başkanları, futbolcular, teknik direktörler gözaltına alındı bir günde. Yunan Süper Ligi’nden kulüp başkanı, Olympiakos Volou’nun başkanı Ahilleas Beos tutuklandı. Üç büyüklerden Olympiakos’un başkanı Vangelis Marinakis’in yurtdışına çıkışı yasaklandı, Panathinaikos’un biten sezonla istifa eden başkanı Nikos Pateras’ın adı iddialara karıştı.
VURGUNUN BİLANÇOSUŞimdi çok sayıda takımın küme düşürülmesi, önümüzdeki sezon liglerin iptal edilmesi gündemde. Süper Lig’de aralarında son 13 sezonda 12 şampiyonluk kazanmış Olimpiakos’un da bulunduğu yedi takım küme düşme tehlikesi ile karşı karşıya.
Yunanistan’daki şike iddialarının, Türkiye’deki iddialardan farkı, bu diyarda futbol maçlarında şikenin, yasadışı bahis için yapıldığının ileri sürülmesi. Bazı kulüp yöneticilerinin büyük vurgun yaptığı iddiaları var. Haftalık kâr 5 milyon Euro’ymuş.

Yazının Devamını Oku

Yunanistan’ın ilk başkentinde Türk sanatçılar

26 Haziran 2011
Atina’da ya da İzmir’de Türk-Yunan etkinliği düzenlemek kolay ama Nafplion gibi bir yerde zor. Şehirde geçen yüz seksen küsur yılda en az telaffuz edilen kelime ‘Türk’ olmalı. Telaffuz edildiğinde de olumlu şeyler söylendiğini sanmıyorum. Çünkü burası Yunanistan’ın ilk başkenti.

Osmanlı İmparatorluğu’na karşı bağımsızlık mücadelesinin ardından 1829’da Yunanistan devleti kurulduğunda ilk başkent Atina değil, 150 kilometre mesafedeki Nafplion şehri idi. Başkentliği sadece beş yıl sürdü.
Çok güzel bir şehir Nafplion. Şehir merkezindeki Sintagma Meydanı (Atina’da parlamento binasının bulunduğu meydanla adaş) ve civarında Osmanlı eserleri hemen dikkat çekiyor. Büyük Cami orada, sakinlerinin ‘Vuleftiko’ diye bildiği ve ilk Yunan milletvekillerin toplantılarını yaptıkları ‘Anabolu (Nafplion) Camii’ de...
Buna karşın şehirde geçen yüz seksen küsür yılda en az telaffuz edilen kelime ‘Türk’ ve ‘Türkiye’ olmalıydı herhalde. Telaffuz edildiğinde de olumlu şeyler söylendiğine dair çok ciddi şüphelerim var. Tarihten kaynaklanan ve tartışmayacağım haklı-haksız önyargılar işte...
Nafplion’da 20 yıldır festival düzenleniyor. Her defasında bir ülke konuk ediliyor. Geçen yıl Polonya idi, daha önce İsveç, Norveç diye gidiyor liste.
Bu yılki festivalin konuk ülkesinin Türkiye olduğunu öğrenince şaşırdım doğrusu. ‘Neden?’ diye araştırdım.
İki yıl önce Türk-Yunan Gençlik Orkestrası bu şehirde bir konser vermişti. Başarılı konserin etkisi belediye meclisi toplantısında görüldü ve “Türkiye konuk ülke olsun” görüşü ortaya atıldı.
Tabii düşüncenin icraata geçirilmesi için iki yıl gerekti. Duyduğuma, okuduğuma göre “Türklerin ne işi var?”, “Başka ülke mi yok” ya da “Ekonomik kriz içindeyiz bir de Türkleri mi davet edip ağırlayacağız” tarzı çatlak sesler hiç de az değildi.

Yazının Devamını Oku

Yunan Hannibal

19 Haziran 2011
John Bunting spikerin söylediklerini dinledi önce, ardından da “Bu cinayet en kaliteli eserim” diye fısıldadı. Büyük bir soğukkanlılıkla beş eşcinseli daha öldürdüğünü anlattı. Nasıl bir ruh halidir ki hak verdiler bu cinayetlere eşi ve oğlu James. Cinayet şebekesi kurulmuştu. 15 yıl boyunca yakalanamadılar... Yunan medyasında okuduğum kadarıyla ‘Snowtown’ adlı film Avustralya’da vizyona girdi. Cannes Film Festivali’nde gösterildiğinde de eleştirmenlerden çok olumlu not aldı bu film. Bu korku filminin ‘kahramanları’ arasında bir Yunan asıllı da var. Halen cezaevinde yatan 32 yaşındaki James Spiridonas Vlasakis. James, Yunan ‘Hannibal’i.
Avustralya’nın Adelaide şehrinde doğdu James. Çok sevdiği babasını daha yedi yaşındayken kaybetti. Annesi Elisavet’in aklı fikri eğlencedeydi. Üvey kardeşleriyle beraber yaşıyordu. Daha 13’ünde üvey abisi Troy Youde tarafından tecavüze uğradı. Kimseye bir şey söylemedi. 14’ünde uyuşturucuya başladı, 15’inde eve ‘cici baba’ geldi. Üvey baba John Bunting iyi davrandı James’e. Bir süre baba-oğul ilişkileri vardı. Günün birinde James güvendiği üvey babasına başından geçen tecavüz olayını anlattı. John, sırtını sıvazladı James’in de “Bak evlat ben eşcinsellere ve çocuklara tecavüzcülerine düşmanım. Merak etme hallederiz. İntikamını alırız” dedi.
Birkaç gün sonra James annesi Elisavet ile televizyonda haberleri izliyordu. Bir cinayet haberi yayınlanıyordu. Odaya giren John Bunting spikerin söylediklerini dinledi önce, ardından da “Bu cinayet en kaliteli eserim” diye fısıldadı. Ana-oğul donakaldılar. John büyük bir soğukkanlılıkla beş eşcinseli daha öldürdüğünü anlattı.
Nasıl bir ruh halidir ki hak verdiler bu cinayetlere James ve annesi. Cinayet şebekesi kurulmuştu. Şebekeye John’un iki arkadaşı da girdi.
Üvey baba James’e verdiği sözü tuttu. İntikamı feci şekilde aldı. Tecavüzcü üvey ağabey Troy’u kıstırdılar bir gün banyoda. Kerpetenle tek tek ayak parmaklarını kırdılar. Acıdan bayılan Troy’un bedeni üzerinde zıplamaya başladılar. Öldürünceye kadar. Sonra kestiler, küçük parçalara doğradılar, bazı parçaları tavaya koyup kızarttılar ve yediler.
Sapık ailenin cinayetleri sürdü. 1999’a kadar en az sekiz kişiyi öldürdüler, parçaladılar ve yediler. Kurbanların parçalanan cesetlerini varillere yerleştiriyor üzerine asit döküp Snowtown bölgesinde metruk bir banka deposuna bırakıyorlardı.
Yunan ‘Hannibal’ 20 yaşındayken yakalandı. Her şeyi itiraf etti. Şebekenin diğer elemanları hapsi boyladı. Anne Elisavet kısa bir süre sonra kanserden öldü.
Avustralya’da 2003’te sonuçlanan mahkeme James Spiridonas Vlasakis’i dört kez müebbet hapis cezasına çarptırdı. Savunmasında ‘suçunu hafifletir’ düşüncesiyle “İnsan etini ilk yediğimde kustum” diyebildi sadece.
James en erken 2025’te tahliye edilecek. O zaman da 46 yaşında olacak.

Yabancı haber ajanslarını kınıyorum

Atina yine arenaya döndü çarşamba günü. Parlamento binasının da bulunduğu Sintagma (Anayasa) Meydanı alev alev. Molotoflar, kaldırım taşları, sopalar, göz yaşartıcı bombalar havada uçuşuyor. Yabancı ajanslar, ‘Ekonomik krizi ve Papandreu hükümetinin kemer sıkma tedbirlerini protesto eden Yunanlılar, polisle çatışıyor’ diye haber geçiyor.
Külliyen yalan!
10 binlerce protestocu vardı meydanda ama tek birinin bile polise saldırdığını görmedim. Sadece parlamento binasını korumak için polisin çektiği tel örgüleri uzaklaştırmaya çalıştılar ve Başbakan Yorgo Papandreu’nun makam arabası yan yoldan geçerken yuhalayıp birkaç plastik su şişesi fırlattılar. Polisin de bu tepkilere bir müdahalesi olmadı.
Hükümetin kemer sıkma tedbirlerini protesto için üç buçuk haftadır Sintagma Meydanı’nda toplanan ‘Bıkkın-Öfkeli Vatandaşlar Hareketi’ yani Yunan halkı kesinlikle olaylarda yer almadı.
Polisle çatışanlar, ortalığı ateşe verenler 150-200 kişiydi. Kendilerini ‘iktidar karşıtları’ olarak tanımlayan, yüzlerini gizleyen, sırt çantalarında molotoflar, taşlar taşıyan anarşistler. Kalabalığa sızdılar işte.
Aynı şeyi üç yıl önce 15 yaşındaki Aleksandros Grigoropulos’un polis memuru Epaminondas Korkoneas’ın tabancasından çıkan mermilerle hayatını kaybettiğinde başlayan ve günler süren eşi görülmemiş şiddet-terör olaylarında da, iki yıl önce üç genç banka memurunun diri diri yandığı olaylarda da yapmışlardı.
Yabancı haber ajansları, Sintagma Meydanı’nda toplanan halkın ‘iktidar karşıtları’nı nasıl kovaladığını, aralarında ne kavgalar çıktığını nedense haber yapmadı. Olaylar bittiğinde de kameralarını alıp gittiler.
Oysa halk meydana geri döndü. Kadını, erkeği Sintagma Meydanı’nı temizledi. Sökülmüş kaldırım taşlarını yerine koymaya çalıştı. Sonra da ağızlarda düdük, elde tenceler protesto devam etti.
Yazının Devamını Oku

Yine de umutluyum

12 Haziran 2011
Bu diyarın insanları da daha az lüksle yaşamayı öğrenecek. ‘Dulevun mono ta roloyia ke ta koroida’ yani ‘Sadece saatler ve enayiler çalışır’ sözü unutulacak Gülden Aydın ile karış karış dolaştık bu diyarı. 1200 kilometrelik yolculuktan iki şeyi hatırlamıyorum: Birincisi radyolarda eski Yunan şarkısı ‘Aman Yavrum Aman Kuzum’u kaç defa dinlediğimizi, ikincisi de Atina-Selanik karayolunda kaç gişede durup kaç para ödediğimizi.
Yolculukta her durduğumuz yerde kadını, erkeği, genci, esnafı, emeklisi, din adamı her kesimden insanlarla sohbet ettik. Kiminde daha az, kiminde daha çok herkesin dilinde-damağında ekonomik krizin bıraktığı acı bir tat var. Kriz her yerde kendini gösteriyor.
Atina’nın en işlek caddeleri Skufa’da, Patision’da, Solonos’da, Ermu’da dükkanların vitrinlerinde en çok rastlanan şey ‘Enikiazete’ yani ‘kiralık’ ilanları. Çok değil iki yıl öncesinde bu dükkanların hava parası 10 binlerce Euro ediyordu. Hala açık olanlarsa tam anlamıyla sinek avlıyor./images/100/0x0/55ea0d4ff018fbb8f86798e6
Yunanistan nüfusunun yaklaşık yarısının yaşadığı Atina’nın (5 milyon) merkezinden yerleşim bölgelerine gittikçe hemen her apartmanın kapısında ‘enikiazete’nin yanı sıra ‘polite’ yani ‘satılık’ ilanları dikkatimi çekiyor.
Kazandığından çok fazlasını harcamayı alışkanlık edinen, kriz patlayıp bankalar envai çeşit kredileri kesince, zaten maaşı azalan Atinalı çareyi küçülmekte arıyor. Ayrı dairede oturan yaşlı annesini-babasını yanına alıyor, ya da yıllarca kira geliri olduğu ikinci-üçüncü dairesini satıyor.
Ekonomik kriz Atinalı’nın oturduğu daireyi satışa çıkarmasına mecbur bırakacak boyutlarda değil henüz ama emlak piyasasında da yaprak kıpırdamıyor. Bir daire için 100-200 bin Euro’yu bile çıkarıp ödeyecek babayiğit yok ki bu dönemde.
Yunanistan’ın diğer kentlerindeyse farklı bir manzara gördüm. İnsanlar o kadar da korkmuş değiller sanki. Belli ki ekonomik kriz henüz domino etkisi yapmadı.

DEVLET BABA ZİHNİYETİ

Yunanistan’ın taşrası, Atina’nın lüksüne özenme merakını bırakır ve 1990’lara kadar bildiği aile işletmeciliğine dönerse, ha bir de çiftçi sabahtan akşama kadar kahvede oturma ve bilmem kaç beygir gücündeki cipiyle tur atma sevdasından vazgeçip tarlada çalışırsa pekala krizle baş edebilir. Atina’dan uzaklaştıkça durum daha umut verici sanki.
Kıssadan hisse, onca kilometreyi aştık. Atina’da başbakanlık binasının bulunduğu İrodu Attiku ile parlamento binasının bulunduğu ve yaklaşık 20 günden beri her gece binlerce bıkkın-öfkeli vatandaşın buluştuğu Sintagma Meydanı’ndan daha kötümser yer görmedim.
Yunanistan ‘devlet baba’ zihniyetli bir ülke. Devlet memuru olmak yıllarca büyük imtiyazdı bu memlekette. Çaresi yok devlet küçülecek artık.
Özel sektör, sırtını devlete dayayarak yaşamış onca yıl. Şimdi devlet babanın cebinde para kalmayınca tek başına derin sularda yüzmek zorunda. Çaresi yok üretmeyi, pazarlamayı öğrenecek özel sektör.
Bu diyarın insanları da daha az lüksle yaşamayı öğrenecek. ‘Dulevun mono ta roloyia ke ta koroida’ yani ‘Sadece saatler ve enayiler çalışır’ sözü unutulacak.
Elbette kolay olmayacak. Elbette tepki elbette kızgınlık olacak ilk başta. Ama başka formül yok.
Bütün bunlara karşılık ekonomik kriz var diye de Akdenizli, bohem, eğlence düşkünü Yunan halkının sabah işine akşam evine giden kuzey Avrupa halklarına benzemesini hiç beklemiyorum.
Yine kafelerde frapelerini yudumlayacaklar, yine buzukiler’de (müzikli eğlence yerleri) sirtakilerini oynayacaklar. Tek farkla: Daha hesaplı, daha ölçülü olacaklar.
Yazının Devamını Oku

Onasis’in evi Türk Büyükelçiliği oldu

5 Haziran 2011
Türk Büyükelçiliği uzun zamandır yeni bir bina arayışı içindeydi. Aradığı binayı buldu ve 18 milyon Euro’ya satın aldı. Yunanistan’da kriz olması bu tarihi binanın fiyatı 23-30 milyon Euro’ydu Atina’nın en pahalı bölgesi Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın bulunduğu İrodu Attiku ile ana muhalefetteki Yeni Demokrasi partisinin merkez binası ve Subay Kulübü’nün bulunduğu Rigilis’le, birbirine paralel bu iki cadde arasındaki sokaklar. Sözünü ettiğim bölge aynı zamanda Avrupa’nın en pahalı yerlerinden biri. Büyükelçiliklerin yanı sıra ünlü Yunanlı armatörlerin, sanayicilerin, bankerlerin evleri de bu iki cadde ve aralarındaki sokaklarda.
Binaların büyük bölümü neoklasik mimariyle inşa edilmiş. Narenciye ağaçları süsler dört bir yandan bu sokakları.
Türkiye’nin Atina Büyükelçiliği de Başbakanlık binasıyla kesişen Vasilisis Yeorgiu (Kral Yorgo) sokağında.
1934 yılında satın alınan iki katlı bina pek güzeldir ama içinde en az 40 kişilik personelin çalıştığı göz önünde bulundurulursa 700 metrekare neye yetsin?
Türk Büyükelçiliği uzun zamandır yeni bir bina arayışı içindeydi. Personelin taşınacağı ve şimdiki büyükelçiliğin sadece rezidans olarak kullanılmasına imkan verecek bir bina aranıyordu.
Hem kullanışlı, hem ‘yakışır’ hem de fiyatının uygun olması gerekti.

DOKUZ AY ARADILAR

Dokuz aylık sıkı aramalardan sonra öğrendiğim kadarıyla geçtiğimiz günlerde bu bina bulunmuş ve imzalar da atılmış.
Yeni bina, Türk Büyükelçiliği’nin tam karşısında üç katlı ve 1300 metrekare. Tapuya kaydı 1922 yılında.
Binayı Skuze Ailesi inşa ettirmiş. Yunanistan tarihindeki en köklü ve zengin ailelerden biri olan Skuze’lerden belediye başkanları, dışişleri bakanları, bankerler çıkmış. Hatta Atina’nın bir semtine de (Lofos Skuze) bu ailenin adı verilmiş.
İkinci sahibiyse binanın, ünlü banker-armatör Andreadis Ailesi. Takdime gerek yok bu diyarın en tanınmış isimlerinden armatör Aristotelis Onasis’in 1988 yılında ölen tek varisi Hritsina Onanis, Andreadis Ailesi’ne gelin gittiğinde bu binada yaşamıştı.
Diyeceğim şu ki, bina canlı tarih.
Tabii gazeteci olunca “Türk Büyükelçiliği binayı kaç paraya satın aldı” demeden edemiyoruz. Onu da öğrendim: 18 milyon Euro. Hatta yapılan sıkı pazarlıkta Anderadis Ailesi verdiği ilk fiyattan yüzde 25 aşağıya inmiş.
Yunanistan’da ekonomik kriz olmasa, yaprağın kıpırdamadığı emlak piyasasındaki bu durgunluk olmasa, 25-30 milyon Euro’nun altında alamazlardı. Bence kelepir fiyata kapattılar. Sordum, aynı sokakta binaların fiyatı 60-65 milyona kadar varıyor. Tabii binayı satanlar da bu krizde 18 milyon Euro nakit parayı kolay bulamayacaklarının bilincindeydi.
Hayırlısı olsun.

Yalan haber

Salı günü bazı Yunan gazetelerinde yayınlandı ve internetteki haber sitelerinde de yer aldı.
‘Haber’ şöyleydi: “Türk Ziraat Bankası 2001 Mart ayı sonuna kadar Yunanistan’da 644 milyon Euro kredi dağıttı. Bu miktarın 394 milyon Euro’luk bölümü Batı Trakya’da konut kredisi olarak verildi. Geri kalan 250 milyon Euro kredi de Atina şubesinden açıldı.”
‘Kaynak’ deseniz o da var: Yunan Merkez Bankası tarafından ana muhalefetteki Yeni Demokrasi partisi milletvekili Spiros Galinos’a gönderilen yazılı cevap.
Durum öyle olunca, “Yunan Bankaları kredi musluklarını kapatırken, Türkler 644 milyon dağıttı” , “Yunanistan satışa çıkarıldı”, “Türkler sızıyor” tarzı senaryolar diz boyu.
Rakam çok büyük gibi geldi. Önce Ziraat Bankası’nın Yunanistan’daki sermayesinin 20 milyon Euro’nun altında olduğunu öğrendim.
Sonra da bu haberi yayınlayan Yunan gazetelerinden birindeki meslektaşımı arayarak, “Hiç olabilir mi?” diye sordum. Meslektaşım “Haklısın” demekle yetindi.
Yahu Yunanistan’da yüzlerce şubesi olan bankalar bile 644 milyon Euro kredi açmazken, topu topu iki şubesi olan Ziraat Bankası nasıl versin?
Daha sonra Ziraat’ın verdiği toplam kredilerin 9 milyon Euro civarında olduğu bilgisine de ulaştım.
9 milyon nere, 644 milyon nere?..
Rakamlanın büyük oluşu önyargılı birilerinin ‘işine yaradı’ hepsi bu...
Yazının Devamını Oku